@askilav
|
Yiğit'ten Uzun bir yolculuktan sonra artık herkesin uyuma vakti geldiğinde sessiz eve girip kapıyı usulca örttüm. Fazla ses çıkarmamaya dikkat ederek ayakkabılarımı ayakkabılığa bırakırken mutfaktan yansıyan ışık gözüme çarpmıştı. Bir kişi daha hala benim gibi ayaktaydı demek ki. Montumu askılığa asıp kenara bıraktığım iki kitabı elime aldım ve mutfağa geçtim. Masada oturmuş elma yiyerek telefondan video izleyen abimdi. Geldiğimi fark edince arkasını dönüp kızgın bir bakış attı bana. "Neredesin lan sen?" "Evdeyim," deyip hemen karşısına oturdum. "Bu saate kadar neredeydin? Hayırdır sokaklarda yatıp kalkacak kadar derdin varsa söyle biz de bilelim?" Elimle yüzümü sıvazlarken yorgun çıkan sesimle "Bir derdim yok," dedim. "Yalan söylerken hiç gayrete girmiyorsun, bari yüzün gülsün de azıcık ucundan inanayım Yiğit." "Abi... Yorma ya." Elimde sıkıca tuttuğum kitapları masaya bırakıp dirseklerimi yasladım. Bir an önce gidip uzanmak istiyordum ama yerimden kalkmak da zor geliyordu. Uzun zamandır bu kadar yorgun hissettiğimi hatırlamıyordum. "Melis'le mi ilgili sıkıntı?" dediğinde gözlerimi abime kaldırıp kaşlarımı çattım. Biraz doğru bilmiş sayılırdı ama bunu hep yaptığı için sinirimin bozulmasına engel olamıyordum. "Her seferinde aynı soruyu mu soracaksın?" "Hatanı anla diye evet." "Melis'in kötü birisi olmadığına seni daha nasıl inandırayım?" derken oturduğum yerde dikleştim. Abim bir senedir aynı şeyi söyleyip duruyordu. Evet, belki şu an ben de Melis'e karşı şüpheye düşüyordum ama bunu düşünmemek için savaş da veriyordum. Abimse uzunca süredir Melis'le ilişkimin yanlış olduğunu iddia ediyordu. Ben dedikoduları bilsem de başka kimsenin bilmesine gerek yoktu ayrıca, Melis'in hedef haline gelmesini istemiyordum. "Kötü birisi demiyorum ki, sen sadece kötü insanlar mı problem çıkarır sanıyorsun?" Saçlarımı kavrayıp öfkeyle çekiştirdim. "Bir şey yok abi, sen kafanı takma," dedim onu konu dışında tutmaya çalışarak ama hiçbir zaman olmazdı. Benimle ilgili endişelendiğini biliyordum, küçüklüğümüzden bu yana beni yönlendirmeyi kendine görev edinmişti. Bazen iyi yapsa da bunalttığı da bir gerçekti. "Takacağım tabi, abinim ben senin." "Abi sağ ol ama cidden şu an nasihat dinleyecek halim yok." "Sadece kızdığımı mı düşünüyorsun? Aynı zamanda üzülüyorum Yiğit. Herkes bir şekilde hayatına devam ederken senin takılıp kalmanı kabullenemiyorum." "Bir şeye takılıp kalmadım," diye mırıldandım yorgunca. Yine aynı konuya geliyorduk sanki. Evet diye bağırmak istiyorum. Evet, tüm yanlışları ben yaptım ama geri döndüremiyorum. "Bak o kıza da yazık etme, böyle ilişki sürdürülmez." "Ne biliyorsun da konuşuyorsun böyle? Bunu istemişsem istedim, niye seni rahatsız ediyor?" "Anlam veremiyorum çünkü! Nasıl bu kadar iyi anlaşabiliyorsunuz siz? Nasıl her şeyde aynı fikirdesiniz? Her şeyde ya her şeyde! Hiç mi ayrı şeyler düşünmüyorsunuz?" "Bu kötü bir şey mi?" "Yiğit aynı karında büyüyen tek yumurta ikizleri bile gün geliyor bir sürü fikir ayrılıklarına düşüyor. Sizin ayrıcalığınız ne oluyor da her düşünceniz aynı olabiliyor?" Isırdığı elmayı masanın üstüne bırakıp bana doğru eğildi. "Ben sana söyleyeyim, o kız seninle aynı fikirde olmak için çabalıyor çünkü. Bunu iyi bir şey sanıyorsun ama değil, sırf seninle devam edebilmek için sen ne dersen onaylıyor belli ki. Hiç kimse sevmediği bir insana bunu yapmaz. Sen de ona istediği o sevgiyi veremezsin kardeşim, yazık etme şu kıza." Ellerimi yüzüme kapatıp güzelce sıvazladım. Bugün Hazal'dan bana bir şeyler söylemesini beklediğimde sadece susmuştu. Şimdi abim hiç istemediğim kadar konuşunca sessizliğin mi yoksa gürültünün mü bana iyi geldiğini anlayamamıştım. "Hiçbir boku beceremiyorum yani," diye mırıldandım bitkince. "Onu mu diyorum?" "Neyse ya." Kalkmaya yeltendim. Daha fazla bir şey dinlemek istemiyordum. Zaten düşünceler kafamda şişip şişip bana işkence yaşatırken duyacağım tek bir şeye daha tahammülüm yoktu. Ancak abim buna izin vermeyip "Otur şuraya," diye hafifçe bağırdı. Onu dinlemeyip odama gitmeye koyuldum ancak abim kolumu sıkıp beni geriye çekmeye çalışmıştı. "Otur dedim sana!" Küçük bir çocuk değildim, beni öyle kolayca çekiştiremezdi. Belki de buna izin veriyordum, bu yüzden başımı geriye yatırıp derince nefeslendikten sonra masaya bir daha oturdum. "Seni üzmek istemiyorum," derken merhameti bürümüştü sesine. Mutfakta gezdirdiğim bakışlarımı kaçırmaktan vazgeçip ona döndüm. "Kendine de o kıza haksızlık etme istiyorum sadece. Biliyorum, yoruluyorsun ama ben abin olarak yol göstermeyeceksem başka ne yapacağım?" "Abi aşk aramıyorum," dedim öfkeyle. "Böyle yaşamak istiyorum, sen Melis'le ilişkimi öğrendiğin ilk andan beri aynı şeyi söylüyorsun bana! Ben bu şekilde olsun istiyorum, aşkla işim gücüm yok!" "Mantık ilişkisi mi bu yani? Böyle mantığa başlarım ha, mantık evliliği yapanlar bile sonradan severim diye evleniyorlar. Sizinkisi ruhsuzluktan başka bir şey değil!" "Abi karışma!" Düşünmeme sebep oluyordu, düşünmek istemiyordum daha fazla. Titrek parmaklarımı alnımda dolaştırıp gözlerimi kapadım. Aklıma getirip de rahatlayacağım hiçbir şey yoktu. Kendime güvenli alan olarak seçtiğim ilişkim bile şimdi beni yoran en büyük şey haline gelmişti. En kötüsü de bunlara karşı hiçbir çare bulamamdı, kendi beceriksizliğime yanıyordum. Abim ağzını açıp benim gibi sinirle bir şeyler söyleyecekken mutfağın kapısı usulca aralandı ve içeri yengem girdi. Dağılmış saçlarını geriye iterken merakla bize bakıyordu. "Ne oluyor burada?" Onun sorusuna cevap vermeyip bakışlarımı masadaki kitaplarda gezdirdim. En üstte, iki karakter resminin bulunduğu gençlik kitabı vardı. Mavi Bulut. Sadece birkaç saniye onlara bakıp Hazal'ın kitabı bana uzatırken yaşadığı hevesi düşündüm. Birden dudaklarım kıvrılacak gibi oldu, abim karşımda öfkeli halde otururken ve yengem bize sorgulayıcı bakışlar atarken. Elimi yüzüme örtüp sinir boşalmasına benzeyen gülüşümü durdurmaya çalıştım ama cidden çok zordu. Abimin "Oturup konuşuyoruz," diye sakince cevap verdiğini işittim. "Bağırarak mı?" "Abi-kardeş arasında olur öyle şeyler. Sen niye uyandın yavrum?" "Su içecektim." Sonra bardağa dökülen su sesi duyuldu. "Al güzelim," diye mırıldanmıştı. Onun yengemin karşısında uysallaşmasını daha fazla dinleyesim yoktu. Yüzümü iyice ovalayıp dudaklarıma oturmuş sırıtmayı yok ettikten sonra yerimden kalktım. İkisi de bana bakıyordu. "Nereye Yiğit?" diye soran yengeme dönerken masadaki kitaplarımı aldım. "Odama." "Abin gece gece burada keyif yaparken başkalarının keyfini mi kaçırıyor yoksa?" Aramızdaki ufak tartışmayı fark etmişti galiba. "Ayıp oluyor ama... Altı üstü bir elma yedim diye." "Sadece elma ye o zaman aşkım." "Başka ne yaptım ki?" "Bıdı bıdı sesin geliyordu..." Onlar kendi aralarında atışmaya başlayınca sessizce mutfaktan ayrılıp odama geçtim. Üstümü değiştirirken dahi kendimi yorgun hissediyordum. Son zamanlarda yaptıklarımı, kararlarımı ve başıma gelecekleri düşünmek beni hasta hale getirmişti. Bir yerlere fırlattığım telefonumu bulup açarken yatağa da boylu boyunca uzanmıştım. Bir kolumu başımın altına yasladım ve Whatsapp'a girdim. Melis'e söyleyecek çok şey buluyor ama hiçbirisini ifade edemiyordum. Bir süredir aramız açık gibiydi, düzelmiyordu. Düzelmesi için hiçbir şey yapamıyordum. Belki bir şeyler yazarım diye adının üstüne tıkladım. O da çevrimiçiydi. Bir süre parmaklarımı klavyede gezdirdim, kısa ve yarım yamalak kelimeler yazdım ama hiçbirini yollayamadım. Aramızdaki uçurum daha çok açılacaktı, biliyordum. Abim mi haklıydı acaba? Ona gerçekten haksızlık mı ediyordum? Telefonu kapatıp sinirle yan tarafa fırlattım. Sakinleşebilmek için gözlerimi kapattım, kulağımda birkaç ses dönüyordu. "İnsanın, tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye inanması çok zordur," diyordu Hazal. "Benden bir şeyler duymak istiyorsan eğer bu kitabı oku." Onu dinleme dürtüsüyle Mavi Bulut'a uzanıp aldım. Bir gün böyle bir kitap okuyacağım aklımın ucundan dahi geçmezdi, istemsizce güldürmüştü bu beni. Kapağı gereğinden fazla inceledim, raflarda hep denk geldiğim renkli kitaplardan bir tanesiydi. O kadar çok ayrıntı barındırıyordu ki hangisine yetişeceğimi şaşırmıştım. Kitabın ilk sayfasını araladığımda karşıma boş kısma düşülmüş kısa bir not çıktı. Pembe kalemle yazılmış yazının etrafına bir sürü kalp atılmıştı. Bir an şaşırdım, Hazal'ın böyle birisi olduğunu düşünmemiştim hiç, yani pembe kalplerden hoşlandığını... Acaba bu yazdıklarını göreceğimi bile bile mi vermişti kitabı? Özel bir şey olmamalıydı o zaman. 'Benjamin beni yükümden kurtaracak, sadece onu düşünerek iyi olacağım. Bugünün dileği bu.' Benjamin'in kim olduğunu düşündüm aceleyle. "Başlayacağım Selman'ına da Benjamin'ine de... Bu kim şimdi?" Yabancı bir sevgilisi mi vardı? İstemsizce kaşlarım çatıldı. Telefonumu açıp Instagram hesabına girdim ve takip ettiklerinde Benjamin diye birisini arattım. Hiç kimse çıkmamıştı. Tekrar kitaba dönüp bir süre nota göz attım. Yazdığı yazının altında birkaç yıl önceye ait bir tarih vardı, o günden üç gün sonrasını gösteren tarihle bir not daha bırakmıştı boş sayfaya. 'Beni de rüzgarınla sürüklediğin için teşekkür ederim Ben. Sanırım iyiyim.' Başımı geriye yaslayıp kütlettikten sonra ön söz kısımlarını da hızlıca okuyup geçtim. Kitabın ilk bölümü 'Ben Brienna.' diye kısa bir cümleyle başlıyordu. İşte o zaman Benjamin'in de bu kitabın karakteri olduğunu fark ettim. Dalgınlığım ve gerçekten genç kız romanı okuduğum gerçeği beni yine istemsizce güldürmüştü. Bir de Hazal'ın tüm sayfaya bıraktığı notlar dikkatimi dağıtıyordu. Dışarıdan bakınca onun böylesine cıvıl cıvıl bir kız olduğunu bilmezdim, sayfaların içinde bambaşka bir Hazal karşılamıştı beni. 'Ben Brienna.' cümlesinin yanında dahi 'Ben de Hazal, tanıştığıma memnun oldum Brienna!' diye bir notu vardı. Sanki Hazal'ın bir başka versiyonunu görüyor gibiydim, karşımda dimdik duran hatta bana destek olan kız gözümün önünde küçüldü ve on sekiz yaşında, sanırım biraz yardıma muhtaç ufak birisine dönüştü. Gizli numaradan garip mesajlar atan Hazal'ın şimdi benimle böylesine özel bir anını paylaşıyor olmasından dolayı tuhaf hissettim birden. İnsan nasıl değişiyor ve nasıl da değiştiriyordu. Gittikçe gençleşen o kız küçüldü, gitgide sayılar düştü. Sonradan hayatıma bodoslama dalacak Hazal'ın küçüklüğünü hayal ettim. Beş yaşındayken nasıldı acaba? Şimdi kısa olan saçları nedense küçükken çok uzunmuş gibi bir fikir belirdi zihnimde. Kendisinin değil Akın'ın attığını söylediği fotoğrafta da saçları uzundu zaten. Gözlerimi sıkıca birkaç kere kapatıp açtıktan sonra başka yerlere kayan zihnimi dağıtmaya çalıştım. Şu an kitabı okumam lazımdı. Ancak 'Ben de Hazal,' kısmını geçemedim bir türlü, elime kalemi alıp onun gibi 'Yiğit' yazasım gelmişti. Sadece Yiğit. Buna kızardı büyük ihtimalle. Bana gereksiz gelse de renkli kalemleriyle sanki işleme yapar gibi tüm sayfayı doldurmuştu ve inkar edemezdim, güzel duruyordu. Onun bu uğraşını bozmak istemiyordum. Ama sonra komodinin üstünde bekleyen kurşun kaleme nasıl uzandım bilmiyorum, birkaç saniye sonra bana kızma ihtimaline rağmen Hazal'ın altına ismimi ekledim. Yiğit. "Bana da iyi gelsin bakalım şu Benjamin." Adım onun pembe isminin altına son derece silik bir şekilde yazılıydı ama kadar da kötü durmamıştı. En azından beni istediği zaman silebilirdi. 🎭 |
0% |