Yeni Üyelik
36.
Bölüm
@askilav

Günde on defa Yiğit'in hesabını kontrol edip paylaştığı fotoğrafa bakıyordum. Aklım başımdan uçup gidecek gibiydi gerçekten, o her ne yaptıysa başarmıştı. Altına düştüğü notu defalarca okumuştum, onda kendimin bir yansımasını görüyordum sanki. Sonra tabi kendime engel olamayıp bir tane de yorum yapmıştım ama bunun bir zararı olacağını sanmıyordum.

Ayakkabılarımı yere bırakıp evden çıkmaya koyuldum. Rengin benden önce dans kursuna geçmişti, ben de Akın'a uğrayıp onunla konuştuktan sonra gidecektim. Çantamın sapını düzeltip kapıyı kilitledim. O sırada telefonum çalmaya başlamıştı. Cebimden çıkarıp kimin aradığına baktım. Ablamdı.

En son konuştuğumuzda aramızda bir tartışma çıkmış ve ondan sonra hiç görüşmemiştik. Titrek bir nefes verip aramayı açtım. "Efendim?"

"Hazal, ne yapıyorsun güzelim?" Sesi normal geliyordu. Merdivenlerden inerken en azından aramız kötü olmadığı için istemsizce rahatladım.

"Evden çıkıyordum abla, sen ne yapıyorsun?"

"Ne yapayım, Arın'ı parka getirmiştim de bir arayayım seni dedim otururken."

"İyi yapmışsın, Arın nasıl?"

Arkadan gelen çocuk gürültüsü biraz cızırtılıydı. Telefonun sesini kısıp ablamı dinlemeye başladım. "İyi o da birkaç gündür hastaydı da ancak iyileşti, sonra da parka gidelim diye tutturdu."

"Aa, neyi vardı ki?"

"Soğuk algınlığı."

"Kıyamam, öp benim yerime onu."

"Öperim tabi," derken ablamın biraz durulduğunu fark ettim. Çok kısa bir sessizlikten sonra "Sen de hastaymışsın sanırım," dedi. "Annem yanındaymış."

"Kimden duydun?"

"Yengem söyledi," dediğinde bahsettiği kişinin abimin eşi olduğunu anlamıştım. Annemden duyup hemen ablama haber vermiş olmalıydı. "Tartışmışsınız bir de."

"Öyle oldu," diye mırıldandım. Annem gittiğinden beri ikimiz de birbirimizi arayıp sormamıştık. Büyük ihtimalle o da küçük olan ben olduğum için benim aramamı bekliyordu ve muhtemelen tartışmamız konusunda kendisini haklı görüyordu.

"Canını mı sıktı Hazal? Bana anlatabilirsin biliyorsun değil mi? Seni dinlerim."

Duraktaki boş banka oturup botlarımın ucunu yere bastım. Sabah erken saatlerde yağan yağmurdan dolayı ufak bir su birikintisine yansıyan görüntüm bir an gözüme korkunç gelmişti. Başımı yerden kaldırıp karşı kaldırımda birbirleriyle kavga eden iki kediyi izledim yansımam yerine. "Önemli değildi," derken hem kendimi hem de ablamı rahatlatmaya çalışıyordum ama birden boğazıma oturan yumru beni duygusal hale getirmişti.

"Önemli olmasa annem erkenden dönmezdi ama."

"Bana sinirlendiğinden erken döndü, önemli olduğu için değil." Ne dediğimi bile bilmiyordum, elimi alnıma götürüp saç diplerimi ovaladım çaresizce.

"Hazal düzgünce anlatır mısın şunu canım?"

"Abla..." derken sesim inceldi ve hatta yok oldu. "Cidden önemli değildi," derken artık ağlıyordum. "Annemin üstüme geldiğini düşünüp biraz bağırdım, o da bana bağırdı. Sonra ben sinirden duramayıp akşam evden çıktım, annem ona da kızdı. Çıkınca da hasta oldum, sonra buna da kızdı. Annem kızar biliyorsun, laf etmediği bir şey yok ki. Bildiğimiz annem."

"Biliyorum, senin canını sıktığını biliyorum..." Bir iç çekti. "Ah güzelim benim, kıyamam sana."

"Abla..."Burnumu çekip akan birkaç damla yaşı sildim. "Sence gerçekten anneme benziyor muyum?"

"Benzesen bunu sormazdın ki." Çocuk bağırışları bir anlığına arttığında kaşlarım istemsizce çatıldı ama ablamı rahatça duyabiliyordum. "Hiç korkma, benzemiyorsun onlara. Sen ne yaptığını bilen, akıllı, iyi huylu çok güzel bir genç kızsın."

Bunları bana iyi hissettirmek için söylediğinin farkındaydım. İyi huylu lafından sonra ağlamam durmuş, istemsizce kıkırdamaya başlamıştım boğuk sesimle. "Güzel sallıyorsun sen de."

"Sonra bana sarma diye biraz yağlamam lazım."

Otobüs durağa yaklaşırken ayağa kalkıp "Ablacım şimdi kapatmam lazım, otobüse bineceğim," dedim.

"Tamam güzelim, öpüyorum hadi, sıkma canını."

"Çok teşekkür ederim abla, hoşça kal!"

Açılan kapıdan içeri girip kartımı okuttum ve boş bir yere oturdum. Ablamla aramın tekrardan iyi olması keyfimi biraz yerine getirmişti, tek sıkıntı Akın'la konuşmak olacaktı. Böyle habersizce gitmenin pek iyi olmadığını biliyordum ama yine de umursamadım, Akın'ın bugün bu soğukta evinden başka hiçbir yerde olacağını sanmıyordum.

Çok uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra gelmiştim. Kapının önünde elimi yumruk yapıp kaldırdığım esnada içeriden bazı sesler geliyordu. Belki de kalabalıktı ama yine de onunla konuşmam lazımdı. Kapıya vurup bir süre bekledim. Çok geçmeden de Selman beni karşılamıştı. Onda da şaşkın bir ifade vardı. "Hazal," dedi sorar gibi.

"Geçebilir miyim?" Bana izin vermesini beklemeden ayakkabılarımı çıkarmaya başladım. Kapı açıldığı için gürültü daha net gelmeye başlamıştı. Bir kız sesiydi bu sanki, hatta Melis'in sesi.

Selman mecbur kalmış gibi "Tabi, gel," derken zemine ayak bastım ama içeri giremeden kolumdan tutulmuştum. Geriye dönüp Selman'a baktım. Biraz kırgın bir ifade vardı suratında sanki. "Bir şey demeyecek misin?" diye sormuştu.

"Ne diyeyim?"

"Niye sana anlattıklarımı Yiğit'e söyledin Hazal?"

Kaşlarım istemsizce havalandı. "Söylemese miydim Selman?" dedim sinirle. "Saklasa mıydım yani?"

"Akın şu an beni suçluyor..."

"Akın'ın kimi suçladığının hiçbir önemi yok!" derken sesim istemsizce yükseldi. "Sakın beni kötü bir şey yaptığıma inandırmaya çalışma..."

Kolumu çekip içeri geçmeye yeltendiğimde Selman elini kaydırıp elime dokunmuş, hatta üzgün üzgün "Hazal..." diye mırıldanmıştı ama ondan uzaklaşıp içeri geçtim.

Ayakta dikilip ellerini beline koymuş olan Akın, hemen karşısındaki koltukta oturan Melis'e bakıyordu çatık kaşlarıyla. Tekli koltuktaki Mert de sanki film izler gibi ortalığı seyrediyordu. Yavaşlayan adımlarla içeri girdim, bu esnada sanki zabıta kontrolü yapar gibi hepsinin üzerinde gözlerimi gezdirmiştim.

Akın dişlerinin arasından "Ne işin var senin burada?" diye seslendi. Onun bu kaba tavrını hiç umursamadan sakin ama her an patlamaya müsait şekilde içeri girdim. Melis de rahatsızca yerinde kıpırdanmış ve beni görünce kaşlarını çatmıştı.

"Hesap sormaya geldim," dedim çantamı koltuğa bırakıp.

"Neyin hesabını soracakmışsın pardon?" derken Melis kollarını önünde bağlayıp başını iki yana salladı.

"Seninle konuşan mı var kızım? Karışmasana."

Akın birkaç adım üstüme geldi ve "Melis'le düzgün konuş," diye beni uyardı.

"Nasıl konuşacağıma kendim karar veririm," dedim Akın'ı omzuna çarpıp geçerken. Sırtımı arkamdaki duvara yaslayıp ben de kollarımı önümde birleştirdim. "Sen bu kızı savunana kadar kendi yaptıklarına bir açıklama getir önce."

"Hiçbir şeyin açıklamasını yapmayacağım!"

"Dümdüz şerefsizim mi diyorsun? Bu mudur?"

"Hazal cidden uğraşma benimle! Bak kafam atarsa..."

"Atsın o kafan da ben nasıl koparıyorum göstereyim sana," derken kaşlarımı çatıp öfkeyle seslendim. Yaslandığım yerden ayrılıp üstüne atlayacakmış gibi durduğum için Akın bir adım geri çekilip sinirle nefeslenmişti. Sadece birkaç saniye gözlerini kapatıp sakinleştikten sonra "Ne istiyorsun?" diye bağırdı. "Zaten gidip her şeyi ötmüşsün o ite!"

Benim onu uyarmama kalmadan Melis "Akın!" diyerek seslendi. Kaşları çatık haldeydi, belli ki Yiğit'e laf gelmesini istemiyordu.

Akın beni bırakıp arkasını döndü "Ne Akın ne!" diye bağırdı. "Neyin tartışmasını yapıyoruz biz ya? Bitmiş gitmiş şey için bir bayılmadığın kaldı!"

"Hepsi şu kız yüzünden!" derken Melis parmağıyla beni işaret etti. Yaptığımdan suçluluk duymuyordum, bu yüzden net ifademle ona bakmaya devam ettim. "Alakası olmayan şeylere burnunu sokmasaydı!"

Önceden alakam olmadığına ben de inanıyordum tabi. Ancak şimdi bakınca, Akın'ın beni kullandığı yerde benim niye söz hakkım olmasındı ki? "Alakam mı yok?" dedim kaşlarımı hayretle kaldırıp.

"Ah pardon! Yiğit onu aldatıyorum diye beni suçlarken aslında beni aldattığı kız!"

"Melis senin aklın yok mu?" dedim ellerimi önümde açıp ona yaklaşırken. Bununla beraber Akın da "Hazal," diyerek beni uyarmıştı, ona "Kes be!" diye yükselip koltuğa biraz daha yaklaştım. "Sen benim kim olduğumu gerçekten bilmiyor musun?"

"Akın'ın kuzeni olsan ne fark eder! Yiğit'le gizli gizli görüştüğünüzü biliyorum!" Sanki tepkisini ölçmek ister gibi Akın'a baktı. Belki ondan da bir destek bekliyordu. Ben de alayla gülüp Akın'a döndükten sonra mırıldandım. "Bari sevdiğin kıza yalan söylemeseydin..."

Melis bakışlarını bir süre aramızda gezdirdikten sonra "Ne yalanı?" diye tereddütle mırıldandı. Yiğit'le ayrılmak istemediğinin farkındaydım, bunun için uğraşanın da diğer sevgilisi olduğunu bilmiyordu.

"Siz ayrılın diye beni Yiğit'e yaklaştırmaya çalıştığından haberin yok tabi."

"Ne?" Hızla Akın'a döndü. "Cidden bunu yaptın mı Akın?"

"Sanki kendin onu aldatmıyormuşsun gibi buna şaşırma sen de," dedim araya karışarak.

Melis "Sen sus artık!" diye bağırdı ve tekrar Akın'a baktı. "Bana yalan mı söyledin Akın?"

"Evet, söyledi işte neyi zorluyorsun," derken yine kendimi tutamayıp konuşmuştum.

"Kes sesini!" diyerek tekrar bağırdı. "Akın... Sana inanamıyorum."

Ellerimi şaşkınlıkla yanaklarıma sardım, aynı zamanda kendime engel olamadığım için gülüyordum da. "Bayılacağım senin bu açgözlülüğüne..."

Melis sürekli araya girmemden dolayı artık bıkmış olmalı ki oturduğu koltuktan kalkıp üstüme atılmaya çalıştı. Benim geriye çekildiğim esnada Mert, Melis'e daha yakın olduğu için korkuyla onu belinden tutup geriye çekti "Abi sakin olun," diyerek. Yanlış hareketlerde bulunduğunun farkında değildi tabi. Akın "Bırak lan Melis'i!" diye bağırıp onlara yöneldi öfkeyle. Bir hengamenin ortasında kaldığımda saçlarımı kulaklarımın arkasına itip çantamı aldığım gibi kapıya yöneldim. Ortalık fazlasıyla karışmıştı, Akın ve Melis'in de birbirlerini yemek dışında bana bir açıklama yapacaklarını sanmıyordum.

Odadan ayrılırken Selman'la karşılaştım. Pervaza yaslanmış, yorgun bir ifadeyle bana bakıyordu. "Gidiyor musun?" diye mırıldandı arkada saçma bir tartışma dönmüyormuş gibi.

"Gidiyorum, bunların zaten işi iş, bir de ben dahil olmayayım."

"Bu dahil olmadığın halinse Allah razı olsun," deyip sinirle güldü.

"Selman bana neyin tribini atıyorsun?" derken kaşlarım yine çatılmıştı. "Burada savunacağın kişi Akın mı gerçekten?"

"Akın'ı savunmuyorum!" Ellerini saçlarına geçirip arkaya doğru ittirdi. "Senin Yiğit'i bu kadar savunmanı anlamıyorum! Dünya iyisi mi bu çocuk da onu düşünüyorsun?"

"Asıl ben senin Yiğit'i bu kadar takmanı anlamıyorum." Olabildiğince soru işaretiyle baktım ona. Bu sorgu dolu davranışıma karşın Selman da duruşunu bozup bir adım geriye itti. Fazla derin mevzuları irdelemek istemediğim için "Ayrıca gayet de iyi birisi," dedim. "...hem, Akın'ın beni de kullandığı bir oyunu gizli tutamazdım."

"Kullandığına emin misin?" Kaşlarını merakla havaya kaldırdı. "Gerçekten görüşmüyorsun yani."

"Bu nereden çıktı?"

"Akın'ın sormadığına bakma, işler karıştığından bahsetmemiştir," dediğinde neyden bahsettiğini anlayamadım. Sonra sözlerine devam etti. "Aynı yerden fotoğraf paylaştığınızı falan söylüyordu sabah. Bir de altına yorum yapmışsın."

"O kafası gidik burun akıntısı bir de psikopat gibi ne paylaştığımıza mı bakıyor?"

"Niye hayır deyip inkar etmiyorsun Hazal?"

"Size ne?" dedim dış kapıyı yerinden sökecek kadar öfkeyle açıp. Sesim son an apartmanda yankılanmıştı ama bunu umursamadım. "Size ne ya! Ne paylaştıysam ne yorum yaptıysam size ne! Siz kendinize bakın, biriniz aşk hayatını yılan hikayesine çevirir biriniz benden gereksiz şeyleri saklamamı bekler... Herkes kendi işine baksın!"

Sesim ne kadar yükseldiyse odanın kapısına çıkan Melis işaret parmağını tehdit eder gibi üstüme sallayıp "Asıl sen kendi işine bak!" diye haykırmıştı. Oradaki kavgayı bitirmiş bir de benim üstüme gelmeye kalkışırken "Ağlama, Akın sevilmediğini düşünüp üzülüyor sonra," dedim, bir yandan da botlarımı giyiyordum.

Melis olduğu yerden ayrılıp adım adım üstüme geldi, bu gelişine karşın hiçbir şekilde kıpırdamamış, hep olduğu gibi uzun boyumun verdiği özgüvene sığınarak sadece ona bakmıştım. İşaret parmağını az önce yaptığı gibi tekrar salladı ve "Benim ağlarken sığınabileceğim bir sürü kişi var en azından... Ama bakalım sen hüngür hüngür ağladığında kim tarafından avutulacaksın?" diye tehdit içinde mırıldandı.

"Onu beni ağlattığında görürüz." Belli ki benden bir intikam alacaktı, yoksa böyle saçma sapan laflar etmesinin hiçbir anlamı olmadığını anlayabiliyordum.

Diğerlerine son kez bakmadan merdivenlere yöneldim ve oradan ayrıldım.

-

Alttan sıyrılan saçlarımı ittirip kendimi dansa odaklamaya çalıştım. Gösteriye çok az kalmıştı ve tekrar bir hata yapıp Yeliz'in gözüne batmak istemiyordum ama bugün Akınlardaki kavga anı aklıma düştükçe zihnim karmaşık hale geliyordu.

Derin bir nefes verip dans hareketlerini düşündüm. 'Tamam' dedim içimden, 'Tamam öyle şeyler yaşanmış olabilir ama şu an önemli olan göze batmamak... Dansını düşün!'

Kendime telkin vermek işe yarıyordu. Yeliz'in bakışlarını üstümde olduğunu görünce masumca gülümseyip dansımı güzel bir şekilde yapmaya devam ettim. Son olanlardan sonra onun da bana laf atmayacağı belliydi, kavga çıkmasını istemiyordu sanırım.

Bugünün provasının bitmesinin ardından klasik sohbetlerimizden birisini yapmaya başlamıştık. Gösteriye az kalmıştı, zamanın ne hızlı geçtiği üzerine konuştuk biraz. Soyunma odasındayken Rengin başını dolaba hızla yaslayıp tok bir ses çıkmasına sebep oldu. "Aşkım, öldün mü ne oldu?" diye sordum.

"Yakında o da olur," diye mırıldandı yorgunca.

"Senin için ne yapalım o zaman?"

"Şimdiden köyümde mezar ayırt..."

"Salak onu mu diyorum? Bir şeyler yapalım, daha iyi hissetmek için."

Temiz kıyafetlerinden giyerken yüzü biraz gülmeye başlamıştı. "Valla mı Hazal? Senin planın yoksa gerçekten bir şeyler yapalım mı?"

Akşamı düşündüm. Yiğit'le deniz kenarında buluşuyorduk ama... Bunu bir an unutmuştum sanırım. Rengin neyi düşündüğümü anlamış gibi "Sana inanmıyorum," diye mırıldandı mahsus bir hayal kırıklığı içinde.

"Yok yok!" dedim aceleyle. "Yok bir şey yok!"

"Onu mu düşünüyorsun?"

"Kimseyi düşünmüyorum!"

Ben umutsuz bir vakaymışım gibi başını iki yana salladı. Galiba öyleydim ya...

"Geçen beni kafede ektiğini çabuk unuttum diye sen kendini bir şey sandın herhalde."

"Aşkım her şey çok spontane gerçekleşti ama o zaman."

"Spontane romantiklikler..." Bunu umursamıyormuş gibi dudaklarını bükmüştü. "Hiç de umurumda değil, bu arkadaşlıktaki tek sap ben olmayacağım." Dolabın kenarına koyduğum telefonumu alıp bana uzattı. "Yaz ona bu akşam gelemeyeceğini. Hatta de ki seni sonsuza kadar terk ediyorum. Bir daha beni arayıp sorma de."

"Onu terk edebilmem için aramızda bir şeyler olması gerekli değil mi?" diye mırıldandım suratım düşerken.

"Bir an sana üzüleceğimi sandım biliyor musun?" Şaka yaptığını biliyordum ama yine de Yiğit'le ikimize üzülesim gelmişti. Bizim olmak için hiç ihtimalimiz yoktu, o aşka son derece düşman ve büyük ihtimalle bir daha kimseye güvenmeyi tercih etmeyecek kişiyken ondan ne bekleyebilirdim? Rengin bir süre suratıma bakarak beni izledi, sonra da çeneme dokundu. "Aşkım... Şaka yaptım, valla gerçekten üzül diye söylememiştim. Özür dilerim..."

Başımı iki yana salladım. "Yok üzülmedim zaten."

"Hayır cidden özür dilerim!"

Durumu kotarmak için biraz güldüm. "Rengin ya üzülmedim... Sadece bugün değişik oldu benim için biraz, biliyorsun."

"Biliyorum, üstüne gelmemeliydim yine de."

"Sen istediğin zaman üstüme gelebilirsin, tepeme çık ben yine de seni taşırım," dedim yanağından öpüp. Rengin de kollarını gevşekçe bana sarıp sırtımı sıvazladı. Birden gelen bu duygusallaşmanın önünü kesmek isteyerek geri çekildiğimde "Şimdi Yiğit'e bu akşam gelemeyeceğimi yazacağım, bekle," demiştim.

"Bunu yapmak zorunda değilsin, onun yanına gitmek istiyorsan git," dedi samimi şekilde.

"Yok, seni bir süredir ihmal ettiğim konusunda haklısın. Bu akşam ne olursa olsun beraber takılacağız."

"Cidden mi?"

"Tabi cidden."

Rengin de bu sözlerime karşın hemen adapte olup ellerini birbirine çarptı sevinçle. "Ay o zaman hemen eve gidip duş alalım, sonra da hazırlanalım."

Onu başımı sallayarak onaylarken bir yandan da Yiğit'e mesaj yazıyordum.

Hazal: Selamm

Yiğit: Aleykümselam.

Hazal: Ne yapıyorsun bakalım?

Yiğit: Genel, biraz ders çalıştım.

Hazal: Çok iyi, çalış çalış

Yiğit: Sen ne yaptın?

Hazal: Bir şey yapmadım, şimdi danstan çıkıyorduk da Rengin'le

Hazal: Sana bir şey demek istemiştim o sırada

Yiğit: Dinliyorum.

Hazal: Bu akşam deniz kenarını başka bir akşama erteleyebilir miyiz?

Bir süre mesaj gelmedi. Parmağımın ucunu dudaklarıma bastırırken teklifimi kabul etmemesi beni üzer mi üzmez mi diye düşündüm. Büyük ihtimalle sevinirdim çünkü benimle vakit geçirmek isteyişi hoşuma giderdi... Aradan geçen kısa zaman sonrasında gelen mesajla ekranı açıp ne yazdığına baktım.

Yiğit: Sebebini sorsaydım?

Hazal: Rengin'le dışarı çıkacağız

Yiğit: Arkadaşın?

Hazal: Evet.

Yiğit: Özel bir gece mi olacak?

Hazal: Onunla geçirdiğim her gece özel benim için

Yiğit: :D

Hazal: Gülme ama

Hazal: Bayağıdır vakit geçirmediğimiz için takılacağız işte

Yiğit: Beni ekiyorsun yani?

Hazal: Bensiz yapamıyormuş gibi konuşuyorsun sen de

Yiğit: Bu gece ölçmek durumunda kalacağım bakalım sensiz yapabiliyor muyum yapamıyor muyum.

Hazal: Üzüldüm şimdi

Yiğit: Üzülmek istemiyorsan Rengin'i de alıp bizim yanımıza gel o zaman.

Hazal: Siz kimsiniz tam olarak?

Yiğit: Burada agresif agresif kaşlarını kaldırdığını hayal ettim nedense.

Hazal: Elimi de belime koydum

Yiğit: Yapmışsındır.

Yiğit: Ama yine de kızma bana.

Yiğit: Arkadaşlarımdan bahsediyorum.

Yiğit: Hill'de oturacağız, gel bence.

Yiğit: Gelin yani.

Hazal: Bir dakika Rengin'e sorayım.

"Rengin, Yiğit bizi çağırıyor!" dedim dolabın aynasına bakıp rimel sürmekle uğraşan Rengin'e dönüp. İstifini hiç bozmadan ağır ağır mırıldandı. "Ne demek çağırıyor?"

"Arkadaşlarıyla Hill'de oturacaklarmış, gelin dedi!"

"Ortam mı ayarladın bize?"

"İstemiyorsan..." derken telefonu bırakıp üstümdeki tişörtü çıkardım ve hızla kazağımı giydim. "Gitmeyebiliriz yani."

Rimelin kapağını kapatıp gülerek bana baktı. "Aşkım, tabi ki gideceğiz."

Omuzlarımı ufak bir dansla hareket ettirip tekrar Yiğit'e mesaj yazmaya koyuldum.

Hazal: Tamam geliyoruz biz

Yiğit: Biz de bekliyoruz o zaman sizi.

Hazal: Tamamdır o zaman

Yiğit: Güzel

Yiğit: Ama fark ettim ki senden minyatür bir şey lazım bana acilen.

Elimi yüzüme kapatıp utanarak kıkırdadım. Ne dediğinin farkında mıydı acaba?

Hazal: Ne minyatürü?

Yiğit: Küçük sen.

Yiğit: Küçük Hazal oyuncağı.

Hazal: Ne yapacaksın küçük Hazal'la?

Yiğit: Her yere yanımda götüreceğim.

Yiğit: Belki sen yokken deniz kenarında otururuz.

Yiğit: Kitap okuruz bir de.

Hazal: Motoruna bindirmez misin?

Yiğit: Düşer.

Hazal: Sıkı sıkı tut o zaman.

Yiğit: Düşer diyorum ya olmaz.

Sırtımı dolaba yaslamış okuduğum mesajlara şapşal gibi sırıtırken bu hissin bana ne kadar iyi geldiğini fark ettim. Dans esnasında bile hissettiğim o huzursuzluk yok olup gitmişti. Yere çöküp başımı avcuma yasladım. O sırada Yiğit'in yolladığı mesajlara bakmaya devam ediyordum ama o sırada görüldü attığım için benim bir şeyler yazmam gerektiğini fark ettim.

Klavyede parmaklarımı gezdirirken Rengin bacağımı dürttü. "Hadi artık eve dönelim Hazal, geç kalacağız yoksa."

"Dur bir dakika."

"Hadiiii!"

"Ya bir dur!"

Hazal: Sen bilirsin

Hazal: Küçük Hazal olmuyorsa en azından beni bir kere daha bindirmen lazım

Yiğit: Sana kullanmayı öğretebilirim.

Hazal: Kalsın, sen kullanırken binmek daha iyi

Yiğit: Ne de olsa tutunacak bir Yiğit var değil mi?

Hazal: Tutunmayayım mı?

Yiğit: Tutun tutun.

Hazal: Tamammm

Hazal: Tutunacağım

Rengin artık gerçekten rahat vermemeye başlamıştı. Çıkmamız gerektiğini ve akşam tekrar görüşeceğimizi bildiğim için son bir şey yazdım hemen.

Hazal: Şimdi çıkmam lazım

Hazal: Akşam görüşürüz

Yiğit: Görüşürüz, bekliyorum Hazal.

🎭

Loading...
0%