
Boğazımda bir yumruyla evden ayrıldım. Elimden tutup beni götüren Yiğit arada bir başını çevirerek kontrol ediyordu, merdivenlerden düşmemeye çalışarak onun hızına ayak uyduruyordum ben de. Gürültü eksilmemişti. Annem biz çıkarken babamı uyarıyordu "Sinan..." diyerek. Sonra babam "Kes sesini!" diye kükremişti. Sanırım bir kızlarını daha kaybetmek ikisinde farklı duygulara sebep oluyordu.
"Anneme bağırma!" diyerek ablam da karıştı araya. Oraya dönüp bir şeyler söyleyebilmeyi ben de isterdim ama ablam kadar dik duramıyordum babamın karşısında. O her zaman benden daha dirayetli olmuştu.
Dışarı çıktığımızda soğuk hava ağlamamak için kasılan suratıma vurdu birden. Defalarca yutkunup karşımda Yiğit'in olduğunu kendime hatırlattım. O da sırtında çantam, diğer elinde taşıdığı montum ve yeşil atkımla, bana biraz beklenti içinde bakıyordu ama hiçbir şey söylemeden sadece montumu açıp giymemi bekledi.
Ben kolumu geçirirken apartman kapısından çıkan Akın ve Selman'ı gördüm. O sırada içimde son kalan güzel duygular da öldü, bana yaklaştıkları an istemsizce kaşlarımı çattım. "Hazal iyi misin?" diye endişeyle soruyordu bir de Akın.
Ona hiç cevap vermeden montumu giymeye devam ettim. Önüme döndüğümde Yiğit'in de yüzü sinirle kasılmıştı ama yine de atkımı açıp boynuma bıraktı ve soğuktan üşümesin diye defalarca örttüğü gibi burnuma kadar örttü. Onun bu şefkati ve merhameti karşısında bir daha utanç içine düştüğümü hissettim.
"Hazal bir şey söylesene..." Akın daha da yanıma yaklaştı. Peşinden üzgün bir suratla Selman da geliyordu. Ne hissedeceğimi bilmiyordum, Akın'a fazlasıyla kırgındım.
"İyiyim," dedim soğuk bir sesle. Sonra ablam da gayet öfkeli biçimde apartmandan çıktı ve koşa koşa yanıma geldi. Eniştemin yine onun peşinde kul köle gibi dolaşması biraz komiğime gitse de buna gülememiştim. Sadece ablamın güvenli kollarına atıldım, beni sıkıca sardı. "Kardeşim benim... Kıyamam ben sana."
"Geldiğin için teşekkür ederim abla."
"Gelecektim tabi, ben onlara yedirir miyim seni hiç? Öyle kabadayı gibi oda artlarına kilitleyemezler seni."
"Kapıyı kilitlemediler," dedim o yanaklarımı sararken. Ablam bu sözüme karşın somurttu. "Önemi mi var? Çıkıp gidebildin mi yine de?"
"Gitmedim ama..." dedikten sonra içim acısa da güldüm. "Abime onu gece uykusunda öldürebileceğimi söyledim abla..."
"Hasan'a mı?" Ablam da istemsizce gülmeye başladı. "Ne dedi peki?"
Ayaküstü dedikodu yapmaya başlamıştık resmen. "Çıldırdı," dedim yerimde kıpırdanıp. "Yengem sakinleştirmeye çalışıyordu."
Tekrar bana sarıldı ve saçlarımı okşadı. Gözlerimi kapatıp onun kucağına sığındım, zamanında ablama çok haksızlık etmiştim. Gidişi ve beni ailenin ortasında bir başıma bırakışı canımı yakmıştı, ben de bu hıncı ondan çıkartmıştım boş yere. Kendi hatalarımla yüzleşmek boğuyordu artık, üstelik o beni böylesine sarıp sarmalarken. Geriye çekilip "Nereden öğrendin olanları?" diye sordum.
"Kimseye söyleme bak... Büşra arayıp haber verdi."
"Yaa... Kıyamam ben ona, o da çok üzülmüştü zaten hemen gidip aradı mı bir de? Keşke çıkmadan bir sarılsaydım."
"Olsun, şimdi zaten nereden duyduğuma işkillendiler bir de abim Büşra'dan şüphelenmesin."
"Doğru diyorsun." Üzgün gözlerim arkada mahzun halde bize bakan Arın'a kaydı. Sanırım annesini ilk kez bu kadar sinirli görmek ona da garip gelmişti. Enişteme yaklaşıp biraz mahcup halde baktım suratına, bazen ablamı bizden çaldın diyerek onu suçlardım ama şimdi o da buradaydı. "Sağ ol Yusuf abi."
Gayet rahat bir şekilde tebessüm etti. "Dikkat et Hazal, böyle durumlarda ablanı sakinleştirmek zor oluyor bak."
Onunla beraber ben de güldüm. Bu esnada Arın'ı kollarıma almıştım. "Haklısın, bazen fazla sinirlenebiliyoruz."
"Sorun değil, size bir şey olmasın da."
Küçük yeğenimin saçlarını okşayıp onu sıkıca sardım. "Böceğim, sen ne yaptın?"
"Korktum biraz..."
"Korkacak bir şey yok ama."
"Annem çok bağırdı."
"Bağırması lazımdı," dedim ablamın imajını düzeltme ihtiyacıyla. Hiçbir zaman oğluna kötü örnek olmak istemezdi ama onun da patladığı zamanlar olabiliyordu işte. Eski Öğütmen kanından kalan bir huydu bu. "Yoksa hiç böyle şeyler yapmadığını sen de biliyorsun, sadece bir seferlikti."
Başını usulca aşağı yukarı salladı. Sessizliğine karşın ben de susarken gözlerimi yukarı kaldırdım ve Yiğit'le kesişti bakışlarım. Dudaklarına konmuş ufacık bir tebessümle bize bakıyordu. Elim ayağıma dolaşırken Arın'ı ablama uzatmıştım. Kucaktan kucağa gitmek çocuğun başını döndürmeseydi bari, zaten gürültüden mahvolmuştu...
"Bizimle gel," dedi ablam Arın'ın saçlarını okşayıp. "Biraz yanımızda dur, dinlen."
"Abla," dedim aceleyle. "Finallerim başlıyor ya, şimdi gelmesem olmaz mı? Ara tatilde uğrayabilirim ama."
"Sanki çok çalışacaksın o finallere, tembel teneke." Sözlerini tamamlamasını istemediğim için ellerimi ağzına örtmeye çalıştım ama geç kalmıştım. "Ne diyorsun abla ya..." dedim titrek bir sesle. Yiğit duyuyordu bunları hep, gülüyordu bir de. Bakışlarımı ondan kaçırıp ablama imalı bir bakış attım. "Tabi ki de çalışacağım, üçüncü sınıftayım ben. Çalışmazsam nasıl bitecek bu okul?"
Başını iki yana sallayıp Yusuf abinin yanına geçerken "İyi hadi öyle olsun," diye geçiştirmişti beni. "Gel öpeyim son kez."
Onlarla sıkıca sarıldıktan sonra geri çekildim. Bir an burada olduklarını unuttuğum Selman ve Akın da arabanın yanında bekliyorlardı, hatta Akın arka tarafın kapısını da açmıştı sanırım ben bineyim diye. "Hadi Hazal," dedi.
Onu görünce ifadesizleşen bakışlarımı Yiğit'e çevirdim. Çoktan çıkardığı beyaz, uğur böcekli kaskı elinde tutuyordu. Sanki onu seçeceğimi biliyormuş gibi... Evet, onunla gidecektim. Yanına yaklaşıp elimi kaska uzattım ama almama izin vermeden başıma yöneldi. Atkımı düzeltip bekledim, Yiğit bir eliyle saçlarımı geriye ittirip sonra yavaşça kaskı taktı. O gün kendi canımı acıttığımdan beri ikinci kez kaskımı o giydiriyordu.
Arkadan gelen sert sesle döndüm. Selman şoför koltuğuna oturmuş, alnını ovalayarak bize bakıyordu. Onun sinirini göz ardı edip üzgünce beni izleyen Akın'a çevirdim bakışlarımı. Üzgün olmaması gerekliydi, zaten beni ele veren oydu.
Yiğit motora otururken ben de omzuna tutunarak arkasına geçtim. İki günlük bir hapisten sonra bir daha gelmemek üzere buradan ayrılmak acıklıydı, yine de düğümlenen boğazıma rağmen ağlamadım ve Yiğit'in güven veren beline sıkıca sarıldım. Çok geçmeden İstanbul'a dönmek üzere yola çıktık.
Ufaktan çiseleyen yağmur ellerime düşüyordu, onları daha sıkı bağladım ama bir yandan da titriyormuş gibi geliyorlardı. Boğazımı bir şeyin tırmaladığını hissettim. Galiba bu, evimi kavga gürültü bırakıp gitmemin bende uyandırdığı gecikmiş hüznüydü. Dudaklarımı ısırıp ağlama hissini bastırmaya çalıştım ama olmadı. Gözyaşları kaskın altından usulca akmaya başladı, kendimi tutamadığım için omuzlarım sarsıldı. Bolu'nun çıkışını geçmiştik ve otoyoldaydık.
İçin için ağlamaya başladım. Babam tarafından bu kadar kolay gözden çıkarılıyor oluşum canımı yakıyordu, annemin sessizliği ve belki de beni düşman bilişi canımı yakıyordu. Akın'ın bana bu kazığı atması önceden sinirlendirmişti ama artık o da üzüyordu.
Yiğit'in hayatına öyle bodoslama dalışıma karşın hayatın aldığı bir intikam gibiydi bu benden. Hatalarımın bedelini ödüyor gibi hissediyordum, sonra yaslandığım bu güçlü sırtın yine Yiğit'e ait olduğunu hatırlayınca... nasıl utanıyordum anlatamam.
Ben düşündüğüm her şey için sarsılarak ağlamaya devam ederken motor giderek yavaşladı ve yolun kenarında durduk. Burnumu çekip kaskın ardından dışarı baktım. Önümde oturan Yiğit kaskını saçlarını dağıta dağıta çıkardıktan sonra atik bir şekilde aşağı indi ve bana döndü. Esen rüzgar üstündeki siyah montu uçuşturuyor ve yağmur damlaları da ufak parlaklıklar bırakarak üstünden kayıyordu.
Yiğit'in elleri bu sefer benim kaskıma uzandı, onu yavaşça sanki canımı yakmak istemiyormuş gibi çıkardı. Dudaklarımı içe doğru kıvırdım, ağlamaktan dolayı büyük ihtimalle şişmiş ve kızarmış gözlerim artık açıktaydı, saklayacak hiçbir şeyim yoktu. Öbür tarafta kalan bacağımı da çekip yan bir şekilde oturdum motorun üstünde. Yiğit bana doğru yaklaşıp soğuk ellerini, içimi titretircesine yanaklarıma sardı. "Akın'ı gerçekten döveceğim," dedi sert bir sesle. "Şu gözyaşların için mahvedeceğim onu."
"Hani değmezdi?" Ağlamaktan dolayı burnum tıkandığı için sesim fazlasıyla değişik çıkıyordu.
"Sağlam sebeplerim var artık."
Gözyaşlarım ardı arkasına akmaya devam ederken istemsizce hıçkırdım. "Benim için de değmez Yiğit..."
"En çok senin için," dedi kulağıma doğru usulca. Başımı onun göğsüne bırakıp ilk kez yuvamı bulmuşçasına ağlamaya devam ettim.
"Neden?" diye titrek bir sesle fısıldadım. Otoyoldan araba geçmese bile rüzgarın uğultusu sesimi biraz bastırmıştı. Akan yaşlara rağmen başımı onun göğsünden kaldırıp içimi yakan yüzüne baktım. Yiğit'in yüzü ciddileşti. Tuzak bir soru değildi bu, apaçık ona nedenini soruyordum.
Yiğit ise ifadesini hiç bozmadan bana bakmaya devam etti. Dudakları aralanacak ve şu an bana seni seviyorum diyecek sandım. Hiç yeri ve zamanı değildi ama merak ediyordum işte, ıssız kalmış yüreğim en azından bunu duymak istiyordu. Yanağımda baş parmağı bunu ona yaptıran bir dürtü varmış gibi tenimi okşamaya devam etti, oradan mı anlamalıydım? Gözlerinin yüzümde gezinmesi bana ne anlatmalıydı?
Hiçbir şey söylemedi. Bunu bir seferliğine kabul ettim ama içimdeki ağlama isteği bir türlü bitmiyordu, sanırım kendime güvenli bir yer bulmanın açlığını kullanıyordum, bu yüzden biraz daha ağladım. Yiğit de onu sıkıştıran sorumdan kurtulmuş gibi yavaşça nefes verdi. "Orada hiç ağlayamadım," diye çaresizce mırıldandım. "Evde... hiç ağlayamadım çünkü beni güçsüz görmelerinden korktum," derken sesim çatlamıştı, ben de ağlamaya devam ettim. "Haksızlık değil mi bu Yiğit? Oysa insan en çok ailesinin yanında kendi gibi olmak istemez mi?"
Baş parmağı usulca yanağıma hareket ediyordu. Dokunuşundaki şefkat bana o kadar iyi geliyordu ki, o bilmese de ben Yiğit sanki ailemin kaybolmuş ruhunu yakalayıp bana geri verecek kahramanım gibi hissediyordum. Bir eksikliğim vardı ve o bunu rahatça tamamlayacaktı, hatta beraber yapacaktık bunu. Biraz izin verseydi birbirimizdeki her şeyi tamamlayabilirdik.
"Biliyorum, bu sana aradığını vermeyecek ama..." dediğinde ellerimi onun hala yanaklarımda duran ellerinin üstüne koydum. Tenlerimizdeki soğuk birbirine karışıyordu. Bekleyiş içinde ona baktım. "...yine de karşısında istediğin kadar ağlayabileceğin birisi var Hazal." Zorlu bir gülüş belirdi yüzünde. "Normalde hep gülmeni tercih ettiğimi biliyorsun," diye mırıldanınca ben de gözyaşlarıma rağmen güldüm. "...fakat ağlamak istediğinde de ben seni yapayalnız bırakmayacağım."
"Gerçekten mi?" Sesimdeki umudu anlıyor muydu acaba?
Başını yavaşça aşağı yukarı salladı, saçından yanağına düşen bir yağmur damlası kaydı ve sonra ellerime düştü. "Evet, sadece bunu yapabilmem için benden kaçmaman gerekiyor."
"Kaçmıyorum ki..." diye masumca konuştum.
Yiğit'in bana cevap vereceği esnada bir araba motorunun sesi duyuldu, ikimiz de geriye dönüp baktık. Selman ve Yiğit de peşimizde durmuş, hatta arabadan inip yanımıza gelmeye başlamışlardı. Onlar gelmeden Yiğit'in sessizce bir küfür mırıldandığını duydum, onları görmekten hoşnut değilmiş gibiydi.
Akın endişe içinde "Niye durdunuz?" diye sordu. "Bir şey mi oldu?"
Ellerini yüzümden çekip düşmemem için beni kavrayan Yiğit bana izin vermeden konuştu. "Bir şey olmadı."
Akın'ın bakışları sonra bana kaydı. "Hazal..." dedi yorgunca.
Ona hiç bakmadım, gördükçe kalbim daha da kırılıyordu. Selman da burnundan soluyordu, onu öyle görünce kaşlarım çatılmıştı. Önüme dönüp kaçmaya çalıştım ama Akın yanıma kadar gelmiş, üstüne bir de kolumu tutmuştu. "Konuşsana benimle," diye mırıldandı.
Kolumu silkeleyip benden uzaklaşmasını istedim ama bırakmayınca Yiğit duruma el atıp Akın'ı üzerimden çekmişti. "Rahat bırak lan."
"Sen karışma!" Kuzenim bu sefer Yiğit'i geriye ittirip karşıma geçti. "Hazal, gerçekten özür dilerim!"
"En baştan yapmasaydın," dedim durgun bir sesle. Başım öne eğikti ama gözlerimi ona kaldırdım. "Bu hale düşeceğimi biliyordun, şimdi özrün bir işe yaramıyor Akın."
"Bu kadar abartacaklarını tahmin edemedim," derken saçlarını arkaya yatırdı, gözlerinde bir karmaşa vardı ama gerçekten üzülmüş gibi duruyordu. Ona inanamadığım için istemsizce güldüm, biraz alaylı bir gülüştü bu. Yarım yamalak oturduğum motordan aşağı indim, göğsüm hırsla inip kalkıyordu. "Bal gibi de tahmin edebilirdin, bu yüzden saklıyorduk videoyu Akın! Sen de başıma bunların geleceğini bilerek attın zaten onlara, Melis'in Yiğit'i aldattığını Yiğit'e söylediğim için onun intikamını almak istediğin için yaptın bunu!"
"Özür dilerim..." diye yine güçsüzce mırıldandı.
Gitmek istediğimi söylemek için Yiğit'e döndüm ama o çatık kaşlarıyla Akın'a bakıyordu. Dudaklarını yaladı, belli ki bir şey söyleyecekti. "O videoyu sen atmadın," dedi sert bir sesle.
Böylelikle benim de kaşlarım hayretle çatıldı. "Ne?" dedim çünkü buna anlam vermek zordu.
Selman kolumdan tutup beni geriye çekti. "Hazal bizimle gel, Yiğit senin kafanı karıştırmaktan başka bir şey yapmıyor."
Kolumu hızla kendime çektiğimde Selman buna şaşırmıştı. "Bırak!" diye bağırdıktan sonra birbirlerini öldürecekmiş gibi bakan Akın'la Yiğit'e döndüm tekrardan. "Ne demek bu?"
"Yiğit kardeşim ne dediğini bilmiyor... Saçmalıyor yine." Akın bana hiç bakmadan konuşmuştu, kararmış gözlerinde beliren öfkenin nedenini çözemediğim için Yiğit'e baktım bir cevap bulabilmek maksadıyla. O Akın kadar değil ama yine de sinirli duruyordu. "Yiğit, neyden bahsediyorsun?"
En sonunda bakışlarını bana çevirdi. "O videoyu Akın atmadı Hazal, sabah ben söyleyene kadar haberi bile yoktu."
Kollarımı önümde birleştirip "Yani kim attı?" diye sordum. Akın olduğu yerde ellerini sıkıp "Ben attım!" diye bağırdı. Böyle kuyruğunu sıkıştırmış gibi bağırması Yiğit'i haklı çıkarıyordu. Gözlerimi hızlıca kırparken Melis'in tehditvari konuşması düştü aklıma, o mu yapmıştı yani?
"Melis mi attı?" diye sessizce mırıldandım ama benim içimde de bir öfke gitgide yükseliyordu ortalığa çıkmak için.
"Hayır Hazal, ben attım diyorum ya!"
Selman Yiğit'in üstüne gidip onu omuzların geriye itti. "Ortalığı niye karıştırıyorsun lan?" dediğini duyduğumda kafam karman çorman olmuş gibi hissediyordum. Ellerimi başıma koyup saçlarımı kavradım. "Melis mi yaptı gerçekten?"
"Saçmalama, Melis'in ne alakası olur?" derken Akın nazikçe omuzlarımı kavramıştı. Benim uzaklaştırmama kalmadan Yiğit, Akın'ın montunu ensesinden kavradı ve kuvvetle onu geriye çekti. Buna rağmen Akın'ın çaresiz bakışları üstümdeydi, sanki ona inanmama muhtaçmış gibi bakıyordu. Kendime engel olamadığım için elimi sert bir tokat attım yüzüne, iki ihtimalde de canı yanan ben olduğum için bu tokadı Akın her halükarda hak ediyordu.
Akın'ın yüzü hızla yana çevrildi, elini yanağına koyduğunda gözlerini kapattığını gördüm. "Sırrımı Melis'e mi anlattın?" diye tehlikeli şekilde mırıldandığımda üstüne gidiyordum. Yiğit aramızdaki kısa mesafeyi kapatıp yanıma geldi ve kolumu tuttu. "Hazal sakin ol," dese de bu şu anlık imkansızdı. "Ben babamın beni öldürmek istediğini duydum Akın, haberin var mı?" diye bağırdım avaz avaz.
"Ben yaptım..." Nafile bir şekilde konuştu Akın. "Ben attım, Melis değil."
Yiğit'in güçlü tutuşundan kurtulamasam da Akın'ı göğsünden ittim hınçla. "Aptal hala onu mu koruyorsun? Sana diyorum ki, babam bana beni öldürebileceğinden bahsetti! Neredeyse tüm aile sadece dans ettiğim için sırt çevirdiler bana! Bunların senin için hiç mi önemi yok?"
"Var!" diye bağırdı en sonunda. Kollarını iki yanında açmıştı. "Var, o yüzden yanındayım ya işte! Ama ne yapabilirim Hazal? Ne yapmamı istiyorsun benden olmuş bitmiş bir şey için?"
"Senden artık hiçbir şey istemiyorum..." Hayal kırıklığı içindeydim, öfkem bir yükseliyor bir alçalıyordu ve ben ne tepki vereceğimi şaşırıyordum artık.
Akın montunun yakalarını çekiştirip sızlanmaya başladı, bir yandan da bana yaklaşıyordu ama Selman'ın onu kolundan tutup durdurmaya çalıştığını gördüm. "Tamam, Melis yaptıysa bile boşboğazlık edip ona söyleyen bendim! Her türlü suç bende yani! Ne istiyorsan yap bana, tüm hıncını çıkar benden! Ben yapmışım varsayamaz mısın? Zaten benden nefret ediyorsun, al istediğin gibi vur bana!"
Açıkça karşıma geçmişti, sinirimi Melis'e yöneltmeyeyim diye kendisini öne sürüyordu. Kolumu tutan Yiğit'e sığınıp "Gidelim," diye mırıldandım. Akın hala peşimden geliyordu, en sonunda durdurmak için bana uzandı ama Yiğit ona izin vermemişti. "Hazal lütfen Melis'e bir şey deme, yaptıysa bile hata etmiş işte... Sen Yiğit'e gerçekleri söylediğin için hırs etmiştir büyük ihtimalle, o bilemezdi böyle olacağını."
"Sen de bilirdin, o da bilirdi. Eğer saklıyorsam altından böyle bir şey çıkacağını bilebilirdiniz. O yüzden daha fazla Melis'i koruma bana." Motorun üstündeki kaskı alıp hırsla kafama geçirdim ve bu ikinci defa başımın acımasına neden oldu. Yiğit "Yavaş..." diye mırıldanırken bunun için geç kalmıştı. Ona tutunarak motora oturdum ve Yiğit'in de önüme geçmesini bekledim. Yarım kalmış bir kızgınlıktan dolayı derin derin nefesler almak zorundaydım. Bir de Melis'le nasıl yüzleşeceğimi düşünüyordum çünkü hiç kimseyle değil, asıl onunla konuşmam gerekiyordu.
-
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |