43. Bölüm

43

tuğba fc
askilav

Eve döndüğümde Rengin'le aramızda epey dramatik bir an gerçekleşti. Kapıyı açtığında beni yorgun gözleriyle karşılamıştı, neredeyse hasta olduğunu düşüneceğim kadar. Sonra kollarıma atıldı ve beni sıkıca sardı. "Aptal Hazal, seni çok özledim!" diye bağırıp hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı.

Ben de yüzümü onun saçlarına saklayıp bitmeyen bir bahaneyle ağladım. "Geri zekalı ben daha çok özledim!"

Kapının önünde sallanarak uzun uzun gözyaşı döktük, sesimiz biraz fazla çıkıyordu ama o kadar da umurumda değildi. En sonunda geriye çekilebildiğimizde ikimiz de alışkanlıkla ellerimizi birbirimizin yüzüne uzattık ve yaşları temizledik. Bir keresinde Rengin başkasının gözyaşına dokunmanın midesinin bulandırdığını söylemişti ve ben de birden aynı bu huya sahip olduğumu fark etmiştim. Sonra da aramızdaki sınırı kaldırabilmek için sürekli birbirimizin gözyaşını iğrenmeden sileceğime karar vermiştik.

Rengin biraz yüzünü buruşturarak elini üstündeki kıyafete sildi ve "Yeterli," diye mırıldandı. Burnumu çekip onun bu haline güldüm, o sırada Rengin arkamı işaret etti. Neyden bahsettiğini biliyordum, Yiğit hala buradaydı. Bekliyordu. Gözlerim istemsizce irileşirken yavaşça ardıma döndüm.

Yiğit ellerini pantolonunu cebine sokup duvara yaslanmıştı ve halimize cidden keyif alırmış gibi bakıyordu. Nefesim kesilirken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp birkaç saniye bekledim. Sonra da "Hadi o zaman içeri girelim," diyerek durumu kurtarmaya çalışmıştım.

"Ben gitsem iyi olacak Hazal, sen de dinlenmelisin, fazla yoruldun," dedi yaslandığı yerden ayrılıp.

"Kahve ikram ederdik sana?"

"Bu hakkımı başka zamana devredebiliyor muyum?"

Ben bir şey söyleyemeden arkadan Rengin'in sesi duyuldu. "Şimdi bunun için söz veremeyiz Yiğit, Hazal'la ne kadar çok kişi kahve içmek istiyor senin haberin var mı?"

Agresif değildi ama söylediklerinden yakınır gibi konuşmuştu. Uyarıcı bir bakışla arkama dönüp Rengin'e karşı gözlerimi irileştirdim. O ise böyle tepki vereceğimi biliyormuş gibi sadece masumca Yiğit'e bakıyordu.

"Öyle mi?" Yiğit'in son derece merakla sarf ettiği sorunun ardından bakışlarım ona döndü. Ne düşündüğünü belli etmiyordu ama şaka yollu olsa da bu söz hoşuna gitmemiş gibiydi. Bu benim de keyfimi yerine getiriyordu sanki.

"Tabi, en son dans kursundaki çocuk teklif etmişti de tam üç kere reddetmiştin değil mi Hazal?" Gerçekten soruyordu sanki. Bahsettiği zaman dilimi iki sene önce olsa bile ben de saf saf "Emre'den mi bahsediyorsun?" diye sordum.

"Emre, Emre Duman."

"Yok o Duman değildi, Emre Kartal'dı."

"Aa, Duman kimdi o zaman?" Rengin birkaç saniye düşündükten sonra "Haa o senin bölümden sürekli ders bahanesiyle sana yazan çocuktu," deyip kıkırdamaya başladı. "Kızım kafamı karıştırdın iyice ya..."

Bahsettiği diğer Emre de bunu üç sene önce yapmış, sonra benden istediğini bulamayınca yazmayı bırakmıştı. Rengin'in sanki hepsi şu anki zamanda geçiyormuş gibi davranması beni de güldürüyordu.

"Kaç tane Emre var daha?" Yiğit gerçekten bozulmuş gibiydi.

"Kaç tane Emre var bilmiyorum da Allah'tan şu anlık bir tek Yiğit sensin," dedi Rengin, hala gülmeye devam ediyordu. "Hepsi ikişer üçer, o yüzden biz onları soyadlarından aklımızda tutuyoruz, sen de söyle soyadını başka Yiğit gelirse sana öyle sesleniriz."

Artık durmasını isteyerek Rengin'in elini sıktım gizlice ama kendini kaçırarak gizlice gülmeye devam etti, sırıtmıyor ya da gülümsemiyordu ama fazlasıyla keyif aldığı belliydi ve bunu bir tek ben anlıyordum.

Yiğit "Gerek yok soyadıma şimdi," diye gergince mırıldandı. Olduğum yerde sessizce tepkilerini seyrediyordum. Elini ensesine götürüp orayı sıvazladıktan sonra bana döndü. "Yarın dersten sonra boş musun?"

"Yarın dersim yok," dedim mahzun bir sesle. "...ama dans kursuna geleceğim."

"Tamam, kurs çıkışında seni alırım." Gözleri yüzümde gezindi, sonra söylediği şeyi düzeltti. "Alabilir miyim?"

Kaşlarımı havaya kaldırdım. "Niye?"

"Kahve," dedi sadece. Sonra boğazını temizleyip "Kahve içeriz," dedi. "İçmez miyiz?"

Benim herhangi bir cevap vermeyişime karşın Rengin kapıya tutunup hafifçe yanıma eğildi. "Ajandana bakayım mı aşkım?"

Biraz kızgınlıkla ona döndüm. "Rengin!"

Alttan alta gülüp "Gidiyorum..." diye sızlandı ve sonra içeri girdi.

"Şey," dedim usulca. "Tamam, olur, neden olmasın?"

"Bence de neden olmasın." Başını kendinden emin bir şekilde aşağı yukarı salladı. Bana bakmıyor, sadece zemini seyrediyordu. Sonra dudaklarını yalayıp bana döndü. "Kaçta çıkacaksın?"

"Üçte, senin dersin var mı?"

"Yok." Sessizce birbirimize bakıyorduk. Söyleyecek bir şey bulamadığım için fazlasıyla ifadesizdim ama içimde fırtınalar kopuyordu. Bir de Yiğit'in suratından hiçbir şey okuyamamak beni mahvediyordu. "Yarın görüşürüz o zaman," diye mırıldandı.

Merdivene geçebilmesi için biraz geriye çekildim. Yiğit de önüme kadar gelip orada durdu, dar apartmanda fazla yakındık ve kendimi ölecek gibi hissediyordum. Sadece birkaç saniyelik, bana yaşanmamış gibi gelen o yakın andan sonra son bir bakış atıp aşağı inmeye başladı.

Bir cevap vermediğimi sonradan fark ettim. Saçlarımı sıkıca kavrayıp çekiştirirken "Hoşça kal," diye boşluğa konuşmuştum bir de.

-

Kursta dans edip terlemek istemediğim için Rengin'le beraber karnımız ağrıyormuş gibi yapıp soyunma odasına kaçmıştık. Yeliz istersek çıkabileceğimizi söylemişti fazla yardımsever haliyle ama Yiğit beni buradan alacağı için başka yere gitmedik. Aslında kampüsteyken Yiğit'in beni almasının hiçbir anlamı yoktu, çağırdığı yere ben de rahatlıkla gidebilirdim ama onun beni bekliyor oluşunu görmek güzel hissettireceği için, saat üçe kadar burada duracaktık Rengin'le.

Kapıyı açıp içeri girdiğimde odada kimse yoktu. Rengin'e "Gel gel," deyip ilerledim fakat karanlıkta tek başına oturan Asya'yı sonradan fark ettim. En köşede çömelmiş, elini sürekli yüzüne götürerek suratını temizliyordu. Rengin ışığı açıp güçsüz lambanın içeriyi aydınlatmasına izin verdi. Pek belli olmasa da Asya'nın ağladığı görülüyordu. Kaşlarım çatıldı, arkama dönüp Rengin'e baktım. O da garipsemiş gibi duruyordu.

Bana kalmadan "İyi misin Asya?" diye mırıldandı.

Sonra güçsüz bir ses cevap gelmişti. "İyiyim."

Bir süre ona baktım, sanırım bunu istemiyormuş gibi telefonunu çıkardı ve onunla ilgilenmeye başladı.

Biz de dolaptaki kıyafetlerimizi yere bırakıp üstüne oturduk. Sırtımı dolaba verdiğimde Rengin'e döndüm. "Çok heyecanlıyım," diye kısık sesle konuştum. "Gerçekten beni kahve içmeye çağırdı Rengin!"

"Kıskandırma taktiğinin işe yarayacağını biliyordum."

"Ama niye mevzu hep başka erkeklere gelince aklı başına geliyor bu erkeklerin?"

"İşte..." Rengin bunu söyledikten sonra ifadesizce suratıma baktı. Düz bir çizgi halindeki dudaklarını arada konuşmak için aralıyor ama bir şey söylemiyordu. "Ne oldu?" dedim merakla.

"Sana bir şey söyleyeceğim."

"Söyle."

"Ben..." Dizlerine yasladığı ellerini sıkıca kapatıp açtı. "Yani biz Özgür'le buluşacağız."

"Futbolcu olanla?" derken sabırsızca yerimde kıpırdandım.

Başını heyecanla aşağı yukarı salladı o da. "Evet! Yiğitlerin yanından döndüğümüz gece uzun uzun konuştuk ve beni yemeğe davet etti."

"Ciddi misin?"

"Hem de nasıl!" Gerçekten mutlu olduğu belliydi, bir süredir ondan karşılık beklediğini biliyordum çünkü. Gözlerini hülyalı hülyalı havaya kaldırdı. "Şu an İstanbul'da değilmiş, ailesinin yanına gitmiş ama döndüğünde görüşeceğiz."

Bir süre bunun heyecanını yaşadık kendi aramızda. İkimizin de bomboş olan aşk hayatı gitgide şekillenip renkleniyor gibiydi. Sesimizi kısık tutmaya çalışıyor ama coşkudan dolayı sessiz duramıyorduk. Asya hala olduğu yerden kalkmamıştı, ağlamasa bile orada oturup telefonuna bakıyordu. Bazen ona bakıyordum ama gidip de ne olduğunu sormak güç bir şeydi benim için. Herhangi bir cevap alamamaktan ya da ters karşılanmaktan endişe ediyordum.

Rengin'in beklediğimiz süreçte başını omzuma yaslamasıyla ben de kendi başımı onunkinin üzerine koydum. "Bazı şeyler iyiye giderken bazıları da ters yönde ilerliyor..." mırıltısı sandığımdan daha yüksek sesli çıkmıştı ağzımdan.

"Endişe etme Hazal, düzelirsiniz belki?"

"Olmaz ki," dedim güç toplayarak. "Ben olanlardan sonra yanlarına gidemem, onlar da gelmez zaten."

Ailemden bahsediyordum, hepimiz fazla gururlu olduğumuz için asla bir araya gelemeyecektik. Rengin şefkatle kolumu okşarken "Evlatlıktan da reddedilmedim demem artık," deyip güldüm.

"Yaparlar mı ki bunu?" diye masumca mırıldandı Rengin.

"Bilmiyorum... Evlatlıktan reddedilince haber veriyorlar mı acaba? Nasıl öğrenebilirim ki?"

"Yani pek bi' bilgim yok Hazal."

"Doğru, nasıl bileceksin?" Telefonumu çıkarıp dalgınca ekranı açtım. "Ben bir e-devlete bakayım bakalım soyadım hala Öğütmen mi?"

"Silerler mi oradan?" Rengin hala masum masum konuşmaya devam ediyordu. Gülmemek için dudaklarımı dişleyip onun görebileceği şekilde e-devlete girdim.

"Kontrol edeceğim sadece."

"Silmezler ya, hem silseler ne yazacaklar yerine sana sormadan? Hazal, sadece Hazal. Çok kırıcı görünüyor."

Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi tutarken Asya oturduğu yerden kalktı ve soyunma odasından ayrıldı. Biraz aceleci adımları bizden rahatsız olmuş olabileceğini gösteriyordu. Rengin başını omzumdan kaldırıp "Bizden dolayı mı gitti acaba?" diye sordu.

"Galiba."

"Neyi vardı, merak ettim. Keşke sorsaydık."

"Bir süredir üzgün zaten belli..." Bir iç çektim. "Kesinlikle sormak lazım."

Saat üçe doğru gelirken biraz daha sohbet edip oyalandık. Rengin beni yalnız bırakmak istemediği için Yiğit geldikten sonra gidecekti. Kendisini gururlu bir anne gibi hissediyordu ve bizi yan yana görmek konusunda da epey diretmişti.

Tuvaletin aynasında kendimi kontrol edip çıkışa yöneldim. Soyunma odası kalabalıklaşınca dışarıda beklemeye karar vermiştik. Kapıdan çıktığımızda serin havada uçuşan birkaç kuru yaprağa bakıp gülümsedim. İçim kıpır kıpırdı, yaprakların kapladığı yolda yürüyen öğrencilerin arasında Yiğit'i aradım ama erken çıktığım için onu bulamamam normaldi.

Rengin yanıma gelip koluma girdi. O sırada yan taraftaki kulüplerden gelen bir müzik sesi yerimizde hareketlenmemize sebep oldu. "Ay bu şarkıyı çok seviyorum!" deyip istemsizce zıpladım.

"Hüküm giymiş hayaller, görünmez uzaklarla. Günah bunun neresinde?Sarıldık tuzaklarla."

Sözlerin başlamasıyla bize uzak olmayan kısma doğru ilerledik. Müzik topluluğu yaz kış demeden tam olarak burada dururlardı ve hoparlörden kimseyi rahatsız etmeyecek kadar şarkı açarlardı. Elimi havaya kaldırıp hafifçe ritimle dans eden birkaç kişinin arasına karışırken sözlere eşlik ettim. "Yine de aşk boyun eğmez, yine de aşk boyun eğmez, yine de aşk boyun eğmez. Yasaklarla..."

Rengin de benim gibi hafiften zıplayarak dans ediyordu. Etrafımız kalabalıklaşırken Yiğit'i görmek zor olmasın diye en kenarda kendi aramızda dans etmeye devam ettik. Ses artmıştı, artık herkes bağıra çağıra şarkıyı söylerken ortamın birden nasıl şenlik yerine döndüğünü anlayamadım. Bir tane kız uzun atkısını kaldırıp hava döndürürken "A ciğerim, söyle, neyleyelim?Sevmeyelim de taşa mı dönelim?" diye tiz sesiyle avazı çıktığı kadar bağırdı.

Bir tane çocuk elinde broşürlerle dolaşıyordu. Hiçbir şey demeden bir tanesini de benim elime tutuşturmuştu. Kağıdı kendime yaklaştırıp okudum. Rengin de yanımdan göz atıyordu. "Türkçe Pop gecesi ne ya? Saçmalık!" dedi zıplamaya devam edip. Sonra da başını arkaya yatırdı ve "Kesinlikle gidiyoruz!" diye bağırdı.

Kağıdı çantama koyup etrafımda dönerek hafif hafif dans etmeye ve şarkıyı söylemeye devam ettim. O sırada İlter'in ellerini havaya kaldırıp şarkıya uyumlu bir şekilde hareket ederek yanımıza geldiğini görmüştüm. Hiçbir şey söylemedi ve şarkıya eşlik ederek Rengin'i ellerinden kavradı. Bir an olduğum yerde durup onlara baktım, karşılıklı gülerek dans ediyorlardı. Hemen ardıma döndüm, İlter buradaysa Yiğit de olmalıydı.

Gözlerimi hızla çevrede gezdirirken bir yerde takılı kaldım, o sırada hareketlerim de durdu ve olduğum yerde, dans eden herkesin arasında sabit kaldım. Sanki dünya tüm hızıyla dönüyor ve sadece Yiğit'le ben zamanı durduruyor gibiydik. Arkada şarkı "Sen arada sırada uğra bana. Hovardayım diye kıyma bana. Fikri firardayım, uyma bana. Oyuna gelme aman, aman, aman!" diyerek çalmaya devam ediyordu.

Yiğit ise elleri ceplerinde, sadece kısık gözleriyle bana bakıyordu. Üstünde siyah bir pantolon ve siyah montu vardı ama bu haliyle benim içimi aydınlatıyordu. Esmer yüzünde ufak bir tebessüm belirdiğinde ben de ifadesizliğimi bozup gülümsedim ve ufaktan hareketlenmeye başladım. Sonra da "A ciğerim, söyle, neyleyelim?Sevmeyelim de taşa mı dönelim?Bu yüreği kimlere gösterelim?Kim bilir kimdir aşk ile yanan?" diyen şarkı sözlerine eşlik ettim.

Onun beni izlediği esnada anlamlı sözleri olan şarkıyı tekrar etmem ve dans etmem garip bir şekilde iyi hissettiriyordu. Ve hatta o da yanıma gelmeliydi, hala onun gözlerinin içine bakmamdan gelmesini beklediğim belli oluyordu bence. İlter ve Rengin bile el ele dans ediyorlardı çünkü, belki Yiğit bundan hoşlanmıyor olabilirdi ama bizim için de güzel bir hatıra olurdu.

Fakat Yiğit'in gelmediği vakitte hemen yanımda kendi kendine dans eden bir çocuk sanki sadece ikimiz yalnız kalmışız gibi elimi tuttu ve beni olduğum yerde çevirmeye kalktı. Onu birden terslemek istemediğim için kendi etrafımda dönüp şarkının sözlerini yüksek sesle tekrar ettim. Geri döndüğümde Yiğit artık dansımdan hoşnut gibi değil de daha çok rahatsız olmuş gibi bakıyordu. Ellerini ceplerinden çıkardığını gördüm, az önce gülen yüzü düşmüş ve kaşları çatılmıştı.

İnsanların arasında hafifçe kıpırdanırken dudaklarımı birbirine bastırıp onun başını geriye yatırmasını, sonra bir süredir alışkanlıkla kütletmesini istedim. Onun yerine benim canım yanmıştı resmen, sonra sabırsızca yanıma yürümeye başladı. Yanımdaki çocuğa gülümseyip elini bıraktım, kötü birisine benzemiyordu. O da gülümseyip kalabalığa karıştı ve yerini Yiğit aldı.

Çatık kaşlarıyla etrafı kontrol ettikten sonra bana bakmıştı, gözlerimiz bu sefer daha yakından birbirine değdiğinde ifadesindeki sertliğin kırıldığını fark ettim. Yutkundu ve hafifçe tebessüm etti. "Gelmiyor musun Hazal? Bana sözün vardı diye hatırlıyorum."

"Geliyorum dur, soğumadı ya kahveler..." Gittiğimi söylemek için etrafta Rengin'e bakındım ama Yiğit buna izin vermeden omuzlarımdan tuttu ve beni nazikçe kalabalığın arasından sıyırdı.

"Bakma bakma, sonra koşup geliyorlar hemen."

"Kim geliyor?" diye safça sordum.

"El alem, herkes, sinirimi bozduğundan bile haberimin olmadığı bir sürü kişi."

Başımı yan tarafa eğip anlamayarak Yiğit'e baktım. "Neyden bahsediyorsun şu an?"

"Bir bilebilsem." Derin bir nefes bıraktı ve yine dudaklarından sıyrılan buhar havaya doğru süzüldü. İleriye bakıyordu ve şapşal ifadesine karşın ne diyeceğimi bilemiyordum. Omuz silkerek önüme döndüm ve gülümsedim. Birkaç saniye sessizce yürümeye devam ettik. Sonra Yiğit sükuneti bozarak "Şu Türkçe Pop gecesi dedikleri şeye gidecek misin?" diye sordu.

Rengin gideceğimizi söylediği için muhtemelen gidecektik, o yüzden "Evet," dedim. "Sen gelecek misin?"

"Gelmek mecburiyetinde kaldım şu an."

Kalbim hızlandığı için saklamaya çalıştığım tebessümle "Niye?" diye sordum.

Yiğit de söylediği şeyi toparlama ihtiyacıyla "İlter," dedi. "İlter bayılır böyle zırvalıklara, gidelim diye kafa ütüler kesin."

Bir an benim için geleceğini sandığım için yükselen hevesim söndü ve "Hmm," diye mırıldandım. "İlter neyi seveceğini iyi biliyormuş o zaman."

"Evet." Başını inkar etmeden aşağı yukarı salladı. "Bilir o, benim gibi değil."

Soğuk hava az önceye kadar sımsıcaktı, şimdiyse benim için tekrar soğuduğunu hissediyordum. Durgunca önüme döndüm fakat karşıdan bize doğru yürüdüklerini gördüğüm Akın ve Melis'le derin bir iç çekmiştim.

El ele tutuşuyorlardı, bunu yapmaktan hoşnutluk duyan tek kişi de Akın gibi duruyordu. Melis'in etrafına sürekli kaçamak bakışlar attığını, Akın'la el ele olmanın onu gerdiğini görebiliyordum. Sonuçta Yiğit'le aralarındaki şey yeni bitmiş sayılırdı ve onların ilişkisi önceden beri vardı.

Karşı karşı kalmak kaçınılmaz olduğunda beni sonradan fark eden Melis'e baktım olduğum yerde durup. Yiğit beni bileğimden kavradı ve "Gidelim," diye mırıldandı. İtiraz edip "Konuşacağım," dedim.

"Kendine zarar vereceksin Hazal."

Hemen yan tarafımda durduğu için oraya dönüp öfkeli bir bakış attım. "Bana Melis'i korumayı bırakın artık."

Bununla beraber Yiğit'in de kaşları çatıldı. Bileğimde tuttuğu eli gevşememişti ama bir şeylerin onu rahatsız ettiğini anlayabiliyordum. "Onu koruyor gibi mi görünüyorum?" dedi sert bir sesle. "Akın ve Melis çevrende bulundukça sürekli üzülecek bir şeyler çıkıyor karşına. Bunları elimden geldiğince dağıtmaya çalıştığımda, bu sana Melis'i koruduğumu mu düşündürtüyor?"

Alınmış gibiydi. Çaresizce yutkunup "Ben..." dedim.

Bileğimi yavaşça bıraktı ve "Konuş," dedi. "İçinde ne varsa dök ona."

Bitkince Melis'e döndüm tekrar. Artık onlar da yürümeyi bırakmış ve karşımda dikilmişlerdi. Akın'ın tereddütle bana baktığını görebiliyordum. Melis'in elini daha sıkı kavradı ve onu yanına çekti.

Dudaklarımı aralayıp "Neden yaptın?" diye sordum.

Melis çatık kaşlarının altındaki gözlerini aşağı eğdi, birkaç saniye benden kaçmış ama yine bakışlarını bana çevirmişti. Bense tüm dikkatimi ona yoğunlaştırmıştım. "Beni anla istedim," dedi.

"Bu şekilde mi? Sakladığım bir sırrı aileme söyleyerek mi?"

"Sen de söyledin," dedi çocukça bir savunmayla.

Bir adım öne gidip "Senin kıyas becerin yok mu?" diye mırıldandım. "Algılarında sorun mu var Melis? Sen iki şeyin arasındaki farkı göremiyor musun?"

Akın elini uzatıp omzumu tuttu ve çaresiz bir sesle "Hazal, yapma," diye mırıldandı. Benim ona kırgınca baktığım esnada Yiğit, Akın'ın elini kolumdan itmiş ve beni onun kıskacından kurtarmıştı. "Oğlum bir rahat bırak lan şu kızı."

"Sen karışma," diye öfkeyle konuştu Akın.

Onları göz ardı edip tekrar Melis'e baktım. Gözleri Yiğit'in üzerindeydi, kırılmış gibi görünüyordu. Bana bakmasını isteyerek "Bir şey söyle," dedim.

"Ne söyleyeceğim? Özür mü dileyeyim Hazal? Niye senden özür dileyeceğim? Sen de gidip haddin olmadan her şeyi Yiğit'e ötmedin mi?"

Sanki karşımda Melis değil de Akın konuşuyormuş gibi hissediyordum. Derin bir nefes alıp geri çekildim, gerçekten birbirlerine benzemeye başlamışlardı. Saçlarımı geriye ittirip artık gidemeyecek olduğum aile evimi düşündüm, Melis kendi ihanetini bununla bir tutuyordu. "Yiğit'e kötülük eden sendin," dedim dişlerimin arasından.

"Tamam, bu seni niye ilgilendiriyor?" Elini Akın'dan çekip bana yaklaştı. Yukarıda topladığı bakır saçlarının önüne gelen kısmını arkaya ittirip öfkeli bakışlarını üstümde gezdirmişti. Bir an aşağılıyor gibi baktığını sandığım için ben de sinirlendim. "Çok masummuş gibi konuşmanız beni cidden güldürüyor biliyor musun! Siz nasıl oluyor da bu kadar yakın olabiliyorsunuz? Demek ki aynı ihanetten siz de sorumlusunuz işte!"

Yiğit "Melis!" diyerek onu susturmaya çalıştı. Garip bir ifadeyle ona bakıp tekrar Melis'e döndüm. "Sana bunu açıklamıştım," dedim. "Akın'ın ne işler çevirdiğinden haberdarsın."

"Ee yani? Bu hala böyle yan yana olmanızı açıklıyor mu? Yiğit'in biz sevgiliyken bana göstermediği ilgiyi sana göstermesini açıklıyor mu?"

"Melis kes artık," diye tekrar araya girdi Yiğit. Benim aptal kuzenim buna katlanıyormuş gibi kendini tutamayarak bağırdı. "Lan bağırma sevgilime!"

"Al sevgilini siktir git o zaman Akın!" derken Yiğit'in de artık kaldıramadığı şeyler olduğu için patladığını hissettim. Beni kolumdan tutup yavaşça kendisine çekerken "Yabancı mı bu kız sana? Aynı ailedensiniz siz ve sen şu lafları duymasına göz yumuyorsun, Melis aklına gelen her şeyi söyleyecek de rahatlayacak diye Hazal'ın üzülmesine izin veriyorsun! Aklından ne geçiyor senin?" diye uzun uzun bağırdı.

Yanımızdan geçen birkaç kişi garipseyerek bakıyordu, bense Yiğit'in arkasına sığınıp Akın'ın yapmadığı savunmayı benim için yapmasını dinliyordum.

Ne cevap vereceğini merak ederek Akın'a döndüm, sadece kararmış bir ifadeye sahipti. Sanki başka bir dünyadaymış gibi "Senin yapmadığın adamlığı yapıp seviyorum Melis'i, sadece onu düşünüyorum ve hiç kimsenin de onu üzmesine izin vermem," dedi.

Keyifsiz bir şekilde gülüp başımı iki yana salladım, en doğrusuymuş sandığı şeyin kendisinden neler götürdüğünün farkında bile değildi. Birkaç saniye sonra kolumdaki tutuş gitti, ben yalnız kalırken Yiğit'in öne doğru seğirttiğini ve yakasından kavradığı Akın'a bir yumruk attığını gördüm. İstemsizce ellerim ağzıma örtülürken Melis de çığlık çığlığa bağırmaya başlamıştı.

Hemen yanlarına gidip Yiğit'i çekmek istedim ama Akın da boş durmadan birkaç yumruk salladı. İkisi sert bir kavgaya tutuşurken etrafa bakındım. Neyse ki birkaç erkek hemen yetişip onları ayırmışlardı.

Yiğit zorlukla birisi tarafından zapt edildiğinde yanına vardım. "Senin bir kez daha dolaylı dolaysız Hazal'a zarar verdiğini duyarsam ağzını yüzünü sikerim puşt herif!" diye bağırdı. Sonra da kendisini tutanlardan sıyrılıp dudağından akan kanı hırsla sildi. Onu ilk kez böylesine öfkeli, bu şekilde kavgaya meyilli görüyordum. Hep sakin, hep ağırbaşlı duran Yiğit'i böyle zıvanadan çıkmış görmek beni kendi halimden daha çok üzmüştü. Çantamdan bir peçete bırakıp hemen dudağına bastırdım. "Sakin ol..." dedim bir faydası olmayacağını bile bile.

Arkada bir ağlama sesi vardı. Melis Akın'ın koluna sarılmış onu çekiştirirken sadece içli içli ağlıyordu. Onu böylesine üzen şeyin, Akın'ın zarar görmüş olması mı bilemedim çünkü sürekli dönüp dönüp Yiğit'e bakıyordu. Saçlarımı sıkıntıyla arkaya itip Yiğit'in önünü kapattım. Kavganın etrafındaki kalabalık dağılırken Yiğit de derin bir nefes almış ve gözlerini sıkıca kapatmıştı. Geri açtığında "Daha iyi misin?" diye sordum hüzünle. "Benim zarar göreceğimi düşünürken asıl zarar gören sen oldun."

Dudağına bastırdığım peçeteyi bileğimden tutup geriye çekti ama elimi bırakmamıştı. "Beni bu hale getiren şey zaten senin üzülme ihtimalin Hazal, farkında değilmişsin gibi davranma."

"Bunu yapmana gerek yok biliyorsun değil mi?"

"Evet var. Ne kadar meraklısın kendini geriye itmeye? Ayrıca bu benim kararım." Az önce hummalı bir kavgaya tutuşmamış gibi alayla kaşlarını kaldırdı. "İstersem oturur Akın'ın beni dövmesine izin veririm."

"Öyle bir şey yaparsan zaten seni ben döverim." Yüzümü huysuzlukla buruşturduktan sonra tekrar bir mahzunluk düşmüştü üstüme. Peçete tutan elimi aşağı indirip Yiğit'in tutuşundan kurtuldum. Şu mesajların utancını bir türlü üstümden atamıyorum ve sonsuza değin de sürecekmiş gibiydi. "Melis'i haklı bulduğum için değil ama... Ben de en başından hatalıyım aslında ve sen benim için kavgaya tutuşuyorsun."

"Tamam ama bunları geride bıraktığımızı düşünüyorum."

"Ben bırakamıyorum... Utanıyorum."

"Sana daha iyi nasıl hissettirebilirim?" derken aceleyle soluklandı. "Sana kendini hatırlatarak mı? Söyle Hazal? Akın ve Melis'le ilgili duyduklarımı sana söylediğim zaman bana Melis'i savunan, böyle bir şey yapmaz diyen sen değil miydin? Beni onunla konuşmam için destekleyen..? Daha iyiye gitmek için çabalayan benliğini unutuyor musun?"

Titrek bir nefes alıp başımı iki yana salladım. "Özür dilerim," dedim usulca. Yiğit de konuyu değiştirmeme iç çekip "Ne için?" diye sordu.

"Az önce seni Melis'i korumakla itham ettiğim için..."

İçimi yumuşatan çok ufak bir tebessümle birkaç saniye sessizce bana baktı Yiğit. O kadar iyi hissettiriyordu ki. Sonra o ufak tebessümü alaylı bir sırıtmaya dönüştü. "Gel," diyerek beni gitmekte olduğumuz yönlendirmişti. "Seni affetmemin tek yolu ne biliyor musun?"

"Ne?" diye kısık bir sesle mırıldandım.

"Kahve," dedi. O an gerçekten benim de kafein bağımlılığım tuttu. İstemsizce gülümseye başladım. "Zaten randevu defterinden zorla kaptım bir tane tarih, onu da bir kavga için harcamayacağım."

"Yaa sana sonsuz hak vereyim o zaman..."

"Zaten bundan sonra anca keser," derken başını yan çevirip gülümsedi ve hatta göz kırptı. Utanç içinde gülüşümü arttırıp saçlarımı geriye attım. Böyle utangaç bir kız olduğumu hiç bilmezdim, aşk beni hiç olmadığım bir insana çevirmeye başlamıştı.

-

Bölüm : 19.12.2024 12:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...