
Yiğit'le kahve içip sohbet etmiştik, uzun aradan sonra o kadar iyi olmuştu ki bu... Gece sahil kenarında öyle dertli dertli ettiğimiz sohbetlerimize benzemiyordu. Yiğit fazlasıyla komikti ve böyle havadan sudan konuşunca sıklıkla güldürüyordu. Tabi ben o 'a' dese gülmeye meyilli olduğum için de bana öyle gelmiş olabilir, bilmiyorum.
Eve döndüğümde hala ayran budalası gibi sırıtıyordum, sarhoş haldeydim. Rengin halime bakıp epey dalga gelmişti bir de. Ona gün içinde olan her şeyi anlatmıştım ve biraz durum değerlendirmesi yapmıştık. Rengin'e göre Yiğit bana sırılsıklam aşıktı, bense ona inanabilecek halde değildim.
Bir de kırdığım telefonumdan dolayı ilkel hayata dönüşüm vardı tabi. Sürekli başkalarının telefonlarından ulaşıyordum aramak istediklerime, kol saati kullanmadığım için saatten habersizdim ve bazen yolda birilerini durdurup saati sorduğum oluyordu. Tek başımaysam kimse nereye gittiğimi bilmiyordu, ben de sanki insanların arasında hayalet gibi dolanıyordum. Bu, Rengin ailesini arayıp evde duran eski telefonunu istediği için çok kısa sürdü Allah'tan. Ona kalsa şu an elinde olan telefonunu bana verecekti ama zor durdurdum kendisini.
En azından elimde birilerini arayıp ulaşacak kadar imkan vardı artık. Abimin telefonumu karıştırmadığını bilmek daha önemliydi benim için.
Dört gün sonra, vakit akşama varırken Türkçe Pop gecesine gidiyorduk Rengin'le. İnanılmaz heyecanlıydım, tüm olanlardan sonra normal hayatıma dönüyor olduğum gerçeği içimi kıpır kıpır yapıyordu ve bu hayatın içinde Yiğit'in de bulunması daha özel kılıyordu her şeyi.
Kampüse yakın bir yerde, ufak bir performans salonunda olacaktı gece. Kapıdan içeri girdiğimizde yoğun bir kalabalıkla karşılaştık. Üniversitedeki herkesin burada olması biraz ürkütücü olsa da eğlenceli olacak gibiydi. Rengin çoktan çalan şarkıyla kıpırdanmaya başlamıştı. Serdar Ortaç'ın sesi tüm her yerde yankılanıyordu. Bir an kendimi lacivert laptopumun karşısında oturup Facebook'ta dolaşıyormuş gibi hissetmiştim. "Ay çok duygusal!" diye sızlandım Rengin'in kulağına. O ise aslında hiç de duygusal olmayan şarkıyı mırıldanıyordu.
Beni kolumdan tutup sahne kısmının önüne getirdi. Etrafa bakınıp Yiğit'i bulabilecek miyim diye düşündüm, bu biraz zor olacaktı ama gözlerimi gezdirmekten hiç vazgeçmedim. Geleceğini söylemişti sonuçta.
Sonra arkamdan birisi dürtükledi beni. Geriye dönüp kim olduğuna baktım. Yiğit'in arkadaşı Oktay'dı. "Kimi arıyorsun?" dedi gülerek.
Ben de gülüp "Sence?" diye bağırdım.
"Arka tarafta koltuklarda oturuyor," derken eliyle salonun dip köşesini işaret etmişti.
"Ne yapıyor orada?"
"Ne yapacak, oturuyor işte. Böyle ortamlardan nefret eder, artık niye geldiyse?" Son derece imayla bakıyordu. Ona kaşlarımı çattım, sanki umutlanmam gerekirmiş gibi konuşuyordu. Zaten bana taktığı ad hala kulağımdan silinmemişti.
"Niye geldi?" diye bile bile sordum. En azından Yiğit'in çevresinden açık bir cevap duymak iyi olurdu.
"Git de sor." Oktay başıyla yine koltukların olduğu arka tarafı işaret etti.
Oflayıp gösterdiği yere gidecekken değişen şarkıyla beraber çığlık atan Rengin beni kolumdan çekiştirmeye başladı. "Hazal buna bayılıyorum!"
Gülşen'den Ne Kavgam Bitti Ne Sevdam çalıyordu. Sahnenin önüne geldiğimizde Rengin'i durdurmak mümkün olmadı tabi. Çıldırırcasına yerinde zıplıyordu, hatta birkaç saniye bile geçmeden "Ben sahneye çıkıyorum," deyip kısa merdivenlere koşturdu. Onu tutamadım, sadece şaşkınlıkla ardından bakıyordum.
DJ'in yanına varırken kendine göre dans ediyordu. Başkasında görsem utançtan rahatsız olacağım hareketler Rengin'in üstünde o kadar güzel duruyordu ki hayran kalıyordum. Eline tutuşturulan bir mikrofona hiç çekinmeden yaklaştı ve gürültüyü bastırırcasına şarkı söylemeye başladı. İnce sesi ve enerjisiyle sahneye çok yakışıyordu, başkalarının da ilgisi buraya dönmeye başlamıştı. "Gece bitmez, gündüz bitmez. Bu yalnızlık hiç bitmez. Ne kavgam bitti, ne sevdam. Ömür geçer gönül geçmez."
En yakın arkadaşımın performansıyla ellerimi havaya kaldırıp etrafın coşkusuna ben de kapıldım. Başımı sağa sola çevirerek dans ederken İlter'in yüzünde kocaman bir sırıtışla buraya yaklaştığını görmüştüm daha sonra. "Ne oluyor lan burada?" diye heyecanlı bir sesle bağırdı. "Rengin'in sesini duyunca ne yapacağımı şaşırdım! Sahnede ne işi var?"
"Kaptırdı kendini." Başımı çevirip arkadaşımın gülen yüzüne göz attım. İlter'i görmemişti belli ki, bana el salladı. "Birden uçuverdi oraya."
"Her ayrılık bi' vurgun değmeyin yaşlarıma! Benden selam söyleyin bütün aşklarıma!" derken eliyle herkese tatlı bir öpücük yollamasına kahkahalar attım. Aklından büyük ihtimalle bambaşka şeyler geçiyordu, mesela yakında buluşacağı Özgür gibi. Sonra dönüp sahnenin gerisinden onu hayran gözlerle izleyen İlter'e baktım. Gerçekten büyülenmiş gibi görünüyordu.
Rengin bir süre daha şarkıya devam edip dans ettikten sonra mikrofonu geri uzattı ve gülerek sahnenin ucuna yaklaştı. "Atlıyorum Hazal!" diye bağırırken İlter benden önce oraya ulaşmıştı. Gerçekten atlayacağına inanmasam da sanırım İlter'in varlığıyla daha kararlı hale gelmişti Rengin. Hiç rahatsız değildi, sadece gülüyordu.
"Dur, düşeceksin," derken İlter çoktan kendini bırakan Rengin'i belinden tuttu ve onu rahatça yere bıraktı. Onun sahneye çıkıp da nasıl sarhoş halde geri döndüğünü anlayamamıştım. Müziğe feci halde kapılmıştı ve ortamın hareketliliği belli ki başını döndürüyordu. Zaten azıcık eğlence gördü mü hemen kendinden geçerdi.
Onlar birbirlerinden hiç ayrılmadılar. Rengin de İlter'in omuzlarına tutunup olduğu yerde hiç durmadan dans etmeye devam etti. Memnun görünüyorlardı hallerinden.
Hande Yener'den Bodrum çalarken ben de Yiğit'i bulmak üzere arkalara gitmeye başladım. İnsanların arasından sıyrılmak biraz zordu ama ittire ittire bir şekilde yolumu buluyordum. Zaten bunca hareketlilikte kimsenin de ittirilmekten rahatsız olduğunu sanmıyordum, belki de fark etmiyorlardı. En sonunda daha rahat bir alana kendimi atabildiğimde neredeyse yere yapışacağım sandım. O sırada koltukta oturup elini alnına yaslamış, son derece memnuniyetsiz bir Yiğit çıktı karşıma. Suratı bir karıştı. Neyden mutsuz olduğunu çözemedim bir an. O da huysuzca etrafa bakarken gözleri bana değdi ve mutsuzluğunun silindiğini gördüm. Gürültüden duymasam bile dudaklarının hareketinden "Hazal," diye mırıldandığına emindim.
Yanına yaklaşıp dans eden birkaç kişinin arasında dururken ona el salladım. Şarkının altında böyle hareketsizce durmam garipsenmesin diye hafifçe ritim de tutturmuştum. Ellerimi kaldırıp Yiğit'i de çağırdım yanıma, bence beraber dans etmeliydik. Ama gülüp sadece kollarını önünde birleştirdi ve bana bakmaya devam etti. Demek ki gelmeyecekti.
Geçen sefer de durup beni seyretmiş, bense karşısında pervasızca dans etmiştim. Biraz etrafımda dönüp diğer insanlara baktım, herkes kendi halindeydi. Çok da tanıdık çıkmamıştı şükürler olsun, sonra görmemiş gibi yapmak zorunda kalıyordum.
Birkaç kişi üstüme gelip geriye kaymama neden olduğunda Yiğit'e daha çok yaklaştım. Başka birisi dışarıdan baksa garipsemezdi ama sanki onun önünde, ona özel dans performansı sergiliyor gibiydim gerçekten. Birazcık utanırken saçımı aceleyle kulağımın arkasına attım. Arada sırada kaçamak gözlerle Yiğit'e bakıyordum, o da değişik değişik gülümsüyordu. O sırada arkamdan geçen birisi bana çarptığında dengemi sağlayamayıp Yiğit'in üstüne düştüm.
Tamam, az önce kimsenin ittirilmekten rahatsız olmayacağını düşünürken aynısının başıma daha fazla şekilde geleceğini düşünmemiştim. Yakın olan suratlarımız gereğinden de yakındı! Gözlerimi kaldırıp onun koyu kahverengi gözlerine baktım. Herhangi bir mesafe olmayınca daha berraktı, biraz izlesem orada kendimi görebilirdim. Gözbebekleri tüm yüzümde gezindiğinde iki yanımı kapatan saçlarıma lanetler okudum, belki de rahatsız olmuştu. "Pardon," diyerek geri çekildim hemen. Sonra da kendimi yan tarafa attım kısa eteğime dikkat ederek.
Yiğit boğazını temizledikten sonra "Sorun değil," diye mırıldandı. "İyisin değil mi?"
"Hıhımm..." Derince nefeslendim, garip bir ortam olmuştu birden. Bu ufak gerginliği üzerimizden atmak için "Niye dans etmiyorsun?" diye sordum.
"Pek hoşlanmam dans etmekten."
"Ama sıkılacaksın."
Oturduğu yerde biraz daha yayıldı. "Ben hallederim, sen dön istersen."
Bunu söyleyişi gitmemi istiyormuş gibi değildi. Zaten geldiğimden beri ayakta durarak gecenin tadını az da olsa çıkarmıştım. Birazcık burada, Yiğit'in yanında durabilirdim yani. Canım gitmek istemiyordu. Bu yüzden "Yok yoruldum biraz, dinleneyim," dedim koltuğun sırtına iyice yaslanıp.
Yiğit de bahanemi anlamış gibi hafifçe güldü. "İyi dinlen bakalım burada."
Ben de gülümsedim. O sırada yanıma gelen bir başkası "Kayar mısın?" dedi ters bakışlar atıp. Oturabileceği kadar yer vardı zaten. Ne yapmamı istiyorlardı acaba, Yiğit'in üstüne çıkmamı falan mı? Onu rahatsız etmeyecek kadar kaydıktan sonra açılan geniş yeri işaret ettim kıza. "Buyur, anca sığarsın."
"Ne diyorsun ya?"
"Hadi otur oturacaksan!" dedikten sonra Yiğit'in kolumu tuttuğunu hissettim. "Sakin ol," diye mırıldanışı, duraklayan müzik sayesinde rahatlıkla duyulmuştu.
Gözlerimi devirip ona baktım. "O başlattı."
"Kimse bir şey başlatmadı, yükselme hemen."
"O mu haklı yani?"
"Öyle bir şey demedim," dedi kaşlarını hayretle çatıp, birden agresifleşmemi anlamlandıramamış gibiydi. Edis'in eski şarkılarından birisi çalmaya başlamıştı. Onu mırıldanıp kulağımın arkasını kaşıdım usulca, bu esnada Yiğit'i duymamış gibi yapıyor ve görmezden geliyordum. Kaçışıma karşın yine güldü. Yanıma oturan kız yüzünden daha yakın hale gelmiştik, boğuk atmosferin içinde burnuma dolan parfümü sanırım tek güzel şeydi. "Kaçırma gözlerini," diye mırıldandı kulağıma yaklaşıp.
"Utandım ama..."
"Benden mi?"
"Evet, senden!" dedim ama bu sefer bağırmıştım. Yiğit geri çekilerek irice açılan gözlerime baktı. Ondan çoğunlukla utandığım bir gerçekti çünkü deli gibi hoşlanıyordum. "Yanlış mı?" diye sordum tekrar yükselerek. "Utanamaz mıyım senden? Niye yani?"
"Gerek yok çünkü."
"Buna ben karar veririm," dedim gereksiz huysuzlanıp. Birden depreşen duygularımın kurbanı Yiğit olmuştu ama elimden de başka bir şey gelmiyordu. Tekrar dans etmek için ayaklanırken "Ben dans etmeye gidiyorum, sakın beni izleme," diye uyardım onu.
Hiç istifini bozmadan "Niye?" diye sordu.
"Nazar falan değdirirsin çünkü." Sonrasında ağzımdan çıkan fısıltıyı o duymamıştı. "Öldürürsün sen beni pislik çocuk..."
"Ne dedin, duyamadım?" derken kaşlarını kaldırdı sorguyla.
Bu sefer "Duyman gerekseydi bağırırdım!" diye sesimi yükselttim.
Yiğit bu aniden büründüğüm agresif hale karşı çok da alınmış gibi değildi. Yayıldığı yerden toparlanıp tekrar kollarını önünde birleştirdi ve sakin sakin gülmeye devam etti. Az önce onu bulduğum hali bana bulaşmıştı resmen; suratım asık ve huysuzdum ama bu halime rağmen Yiğit'in karşısında, daha doğrusu önünde hiç gülmeden ufak hareketlerle dans etmeye başladım. Çok zaman geçmemişti ki bana doğru gelen Selman durmama sebep oldu. "Selam Hazal," dedi gülerek. "Her yerde seni arıyordum ben de."
"Niye?"
Ani gelen sorumla ifadesi bozuldu. Akın'a olan kızgınlığımdan dolayı Selman'a da sinirliydim ve o sırada kabalığımı düzeltmek istemiyordu canım. "Seninle bir şey konuşmak istiyordum," diye açıkladı kendisini.
"Ne hakkında?"
"Burası fazla gürültülü," derken kulağıma eğilip seslendi. "Yan tarafa geçelim mi? Orada anlatırım."
Bir saniyeliğine arkada kalan Yiğit'e kaçamak bir bakış attım. Keyifli sureti tamamen gitmişti, tekrar mutsuzluğa bürünmüştü. Tekrar önüme dönüp "İyi hadi geçelim," dedim.
Kalabalıktan sıyrılıp daha sakin olan kısma geçtik. Yüksek bar taburelerinin olduğu yere oturmayıp direkt masaya yaslandığımda Selman da oturmamıştı. Gülümsedi ve "Nasılsın?" diye sordu. "İyi," dedim sadece. "Sen nasılsın?"
"İyi olmaya çalışıyorum, evde şu an kimsenin keyfi olmadığı için beni de etkiliyorlar biraz."
Akın'la alakalıydı yani. Bir an merakıma engel olamadım. "Niye, ne oldu ki?"
"Genel şeyler... Mert'in iş yerinden dolayı kafası bozuk bu aralar, Akın da işte..." Biraz sustu. Sanırım söyleyip söylememek konusunda tereddütteydi. "Melis'le düzelemediler tam olarak."
"Niye düzelemediler? Oysaki istedikleri her haltı yediler sanıyordum."
"Öyle değil, Akın'a kalsa sıkıntı yok ama Melis mutsuz, sürekli Yiğit'i düşünüyor." Yiğit'ten bahsettiğinde Selman'ın yüzünde de bir memnuniyetsizlik oluşmuştu. Melis'in takıntısına sinir olduğum için benim de kaşlarım çatıldı gayiihtiyari.
"Düşünecek ne var? Böyle olmasını kendisi istedi zaten."
"Ne bileyim ya? Akın da katlanamıyor artık, onları ayırınca her şeyin çok iyi olacağını sanmıştı ama istediği gibi gitmedi hiçbir şey."
İçimden beter olsunlar diye geçirdim usulca. Fazla kindarlık olarak görmüyordum bunu, aile işlerime hiç karışmayacaktı. "Neyse, bana ne. Ne yaparlarsa yapsınlar... Beni ilgilendirmiyor."
"Akın da çok üzgün senin içi-..."
Selman'ın sözünü tamamlamasına izin vermeden "Bana ne," dedim tekrardan. "Artık bir önemi yok. Sen söyleyeceğin şeyi söyler misin artık?"
Sabırsızlığıma karşın o da huzursuzca kıpırdandı. Bir süre ağzını açıp kapattı. Söylemek istiyor ama bir türlü ifade edemiyordu.
Ece Seçkin'den çalan hareketli bir şarkıda kafamı hareket ettirip etrafa bakındım çünkü Selman dikkatimi ona vereceğim hiçbir şey yapmıyordu. O sırada Yiğit'in koltukta oturmaya devam ederken sürekli başını arkaya çevirip bize baktığını fark ettim. Belli ki niye buraya geldiğimizi, ne konuştuğumuzu merak ediyordu. Göz göze geldiğimizde birden ayaklandı ve sıradan bir şey yapıyormuş gibi rahatça yanımıza yürümeye başladı. Onu görmezden gelip önüme döndüm. Selman da fark etmişti Yiğit'in geldiğini. Bir an bozuldu duruma. Hatta Yiğit, Selman'ın tam arkasındaki bar taburesine oturduğunda ortamın daha da gerginleştiğini buram buram hissettim.
"Özel bir şey konuşuyoruz," diye uyardı onu Selman.
Yiğit ileride tuttuğu bakışlarını bize doğru çevirdi ve "Umuma açık burası," dedi. Amacının farkındaydık, o da farkında olduğumuzu biliyordu ama susuyorduk işte.
Bir an kıskandığı hissine kapıldım, ciddi suratından da hiçbir şey belli olmuyordu ki. Ben de Yiğit'e karşın ne güldüm ne de kaşlarımı çattım, sadece ikisinin tepkilerini izliyordum. Selman rahatsız olmuş gibi derin bir nefes verdikten sonra bana döndü. Ne yapacağını ya da ne diyeceğini sabırsızlıkla merak ediyordum. Kesinlikle bir kavga çıkmaması gerekiyordu çünkü Yiğit'in içinde bulunduğu bir kavgayı daha yüreğim kaldırmazdı.
Ama sonra Selman'ın suratında bir şeyler değişti. O rahatsız ifadesi kayboldu ve olduğu yerde dikleşti. "Tamam..." diye mırıldandığını duydum. Kendi kendine söylemişti bunu, zaten gözleri de yerdeydi ve bana baktı. "Hazal," dedi seslenmek maksadıyla.
Nefesimi tutup "Efendim?" dedim.
"Ben... Senden çok hoşlanıyorum." Bar masasına koyduğu elini hafifçe bana yaklaştırdı ama dokunmadı. Bense az önce duyduğum şeyi idrak etmeye çalışıyordum, gerçi bunu idrak etmekte beni zorlayan şey Yiğit'in de bunu duymuş olmasıydı. Selman söylediği yetmemiş gibi sözlerine devam etti: "Hatta hoşlanmak hafif olur, sana deli gibi aşığım."
-
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |