@askoyunlari
|
1.BÖLÜM Ben buraya bu satırları sadece sizinle paylaşmaya geldim. Ben sadece on sekiz yaşında bir kızdım ve en yakın arkadaşımla beraber bir bankta oturuyor, sohbet ediyorduk. Ta ki arkadaşım bana hoşlandığım çocuğun arkamda dikildiğini söyleyene kadar. “Kanka arkana bak senin ki gelmiş.” Ben arkamı dönene kadar hoşlandığım çocuk bana “ İklim biraz kaysan mı acaba? Ben de oturacağım. İstersen kucağına da oturabilirim.” Neden yanaklarımın kızardığını hissediyordum? Yoksa gerçekten de yanaklarım mı kızarmıştı? Kafam da ki soru baloncuklarını bir kenara bırakarak Karza’ya cevap verdim. “T-Tabii ki de kayarım. Kucağıma oturmana gerek yok.” “ İklim ben onu şaka babında dedim.” dedi. Benim kalbim neden hızlı çarpıyordu? Yoksa anksiyetem mi tutmuştu? Eğer anksiyetem tutuysa hiç iyi olmayacaktı, çünkü birazdan kriz geçirebilirdim. Eylül beni sakinleştirmek istercesine elini dizime koymuş, dizimi ovuyordu. Ben kimsenin duymayacağı bir şekilde Eylül’e “ Eylül benim anksiyetem tuttu. Her an kriz geçirebilirim. Bir bahane bulup gitmem lazım, yani gitmemiz.” Oda aynı ses tonuyla bana “İklim sakin ol. Ben hemen bir şeyler düşüneceğim. Lütfen derin nefesler al ama kriz geçirme lütfen.” “Tamam, kriz geçirmemeye çalışacağım.” Nasıl kriz geçirmemeye çalışacaktım. Ona ‘sen biraz içeride kal. Ben Karza’nın yanından gidince başla tamam mı güzel krizciğim’ mi diyecektim? Evet, yine saçmalamaya başladım ama bu benim özelliğim. Saçmalamayı seviyorum. En sonun da Eylül bir bahane bulmuştu ve Karzaların yanından gitmiştik. Eylül bir bahane bulamasaydı kriz geçirebilirdim. Benim kriz ataklarım aniden gelebilir. Sevinince, üzülünce, sinirlenince… Benim kendime ait bir arabam vardı. Fakat anksiyetem olduğu için tek başıma kullanamıyordum. O yüzden yanımda hep bir arkadaşım olurdu. Çünkü bunu ailem deki hiç kimse bilmez ve en yakın arkadaşlarım hariç. Sadece en yakın arkadaşlarımla paylaştım. Eve varmıştık ve ben kapıyı açtım, içeriye seslendim ama kimseden ses gelmedi. “Anne ben geldim” ses gelmedi. Ben de evde kimsenin olmamasını fayda bilerek Eylül’le konuşmaya başladım. “Sana çok teşekkür ederim Eylül. Hayatımı kurtardın. Beş dakika içinde bahane bulamasaydın kriz geçirebilirdim.” “Saçmalama be İklim. Sadece bir bahane uydurdum.” dedi. Annem kapıdan içeri girdi ve bize “Merhaba çocuklar. İklim neden Eylül’ün geleceğini söylemedin. Hiç dışarı çıkmazdım.” dedi. “Anne aniden gelişti. Ben el bileğimi burkulunca arabayı süremedim. Eylül de bana yardım etti, arabayı kullandı.” “El bileğinde bir şey yok, değil mi annecim? Doktora gittiniz mi? Doktora gitmediyseniz götüreyim de el bileğine baksın.” “İyiyim anne. Hiçbir şeyim yok. Doktora da gittik. Sadece incinmiş, doktor da merhem verdi.” “Sen bir şeyim yok diyorsan yoktur annecim. Neyse benim biraz işlerim var, odam da çalışacağım. Bir şey olursa seslenirsiniz.” “Tamam anne.” Evet, biliyordum, o bir anneydi. Anneler bir şey hissederse doğru çıkardı ya da hissederdi. “Ay, kanka ya annen ne kadar da sana sahip çıkıyor. İyi ki benim annem böyle değil. Yoksa ne yapardım?” dedi. Bazen Eylül’ü anlamıyordum. Hatta hiç anlamıyordum. Annesi ona sahip çıkmazken, onunla ilgilenmezken, onu umursamazken nasıl böyle her şeyden memnun olabiliyordu? Bazen onun yerin de olmak istediğim anlar oluyordu fakat kendi halimden mutluydum. Bir gün Eylül’le bir çocuk kavga etmişti ve ikisi de müdürün odasına gitmişti. Anneleri ve babaları çağrılmıştı ve Eylül’ün annesi ve babası çok fazla işimiz var diye gelmemişti. Onun arkasın da duracak bir anne ve baba yoktu. Eylül de o zaman disiplin cezası almıştı. Bir hafta okuldan uzaklaştırılmıştı. Bu da yetmezmiş gibi anne ve babası ona kızmış, üstlüne üstlük dövüp, üç hafta boyunca aç bırakmıştı. Ertesi günün sabahı annem ‘ ay İklim görüyor musun nasıl anneler babalar var? Biz sana bir kere bile böyle bir şey yaptık mı?’ evet, annem bu zamana kadar böyle bir şey yapmamıştı çünkü böyle bir olay yaşamamıştık. Eğer yaşasaydık Eylül’ün cezalarından daha beter cezalar alırdım, bundan emindim. Çünkü benim ailem çok kuralcı bir insandı. Bu tarz olaylarda ben ölebilirdim bile. Neyse ki sosyal anksiyetem vardı. Yoksa bu tarz durumlar yaşanabilirdi. Çünkü çok sinirli bir insandım ve sinir hastasıydım. Sinir hastası ve sosyal anksiyeteli bir insan olmak çok zor. Yemin ederim çok zor. “ Ama kankacığım bazen de anne ve babanın seninle ilgilenmesi gerekiyor. Kavga olayını hatırlasana, o olaydan sonra okul da kimse sana güvenmiyor. Adın hırsıza çıktı.” Eylül bu tarz olaylarda çok alıngan ve kırılgan olabiliyordu. O yüzden bu konuları pek fazla konuşmak istemiyordu. Ben de ona saygı duyuyordum. Bu konuyu şuan açmam yanlıştı aslın da fakat bu olay anne ve babasının onunla ilgilenmemeyi en iyi örneklendiren bir olaydı. Eylül’ün anne ve babası çok ünlülerdi. Her ay çok yüksek bir maaş kazanıyorlardı. Zengin insanlara göre az, maddi durumu kötü olanlar için çok fazlaydı. Annesi beyin cerrahıydı, babası ise savcıydı. Tabii ki Eylül bu durumdan fazlasıyla mutluydu. Ne annesi ne de babası ona karışıyordu. Çünkü annesi genellikle nöbetteydi, babasının davaları ise hep geceydi. Bu yüzden Eylül çok fazla rahata alışmıştı. Başkalarının annesi ona kızınca, kural koyunca sinirlenebiliyordu. Benim annem de doktordu ve Eylül’ün annesiyle aynı hastanede çalışıyorlardı. Fakat benim annem onun annesi gibi nöbet tutmuyordu. O yüzden benimle ilgilenebiliyordu. Babam ise inşaat mühendisiydi aynı zaman da çalıştığı şirketin CEO’ydu. O yüzden annem de babam da Eylül’ün ailesi gibi iyi para kazanıyorlardı. Fakat babam pek fazla benimle ilgilenemiyordu, çünkü onun hem gece hem gündüz çalışması gerekiyordu. “Kanka, bu konunun açılmasını istemiyorum. Biliyorsun.” “Biliyorum. Konuyu kapatalım hadi. Okul nasıl gidiyor? Annenler nasıl?” “Annemlerin eve geldiği yok ki. İki gündür evde tek başıma kalıyorum. Aynı okula gidiyoruz. Bu soruyu sorman hata gibi geldi bana.” “Tamam, bir saniyeliğine unutmuş olabilirim. Bunun için bana kızmayacaksın değil mi?” “Hayır, kızmayacağım ama daha dikkatli ol. Tamam, balık hafızalısın diye bir şey demiyorum ama aynı sırada oturduğumuzu bile hatırlamadın mı?” “Evet, balık hafızalı olduğum için unuttum. Tabii ki de aynı sırada oturduğumuzu hatırlıyorum.” Sohbetimiz çok güzel ilerliyordu. Annemin içerde dinlenmesini fayda bilerek mutfağa gidip, buz gibi bir soğuk kahve, çikolata ve cips alıp oturduk. Sevmediğimiz arkadaşlarımız için dedikodu yapıyorduk. Mahallede ki dedikoducu teyzelerden bir farkımız yoktu. Pardon vardı, bir örgü örmediğimiz eksikti. Keyfimiz yerindeydi, ta ki kapı çalana kadar. Karşımda ki kişiyi görmek keyfimizin içine etmişti. Karşımdaki kişi Karza’ydı
|
0% |