Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@asli_ak0eniz

Genç kadın sonunda uçaktan inmiş diğer uçak yolcuları gibi kendisine ait olan bavulunu bekliyordu. Bir kaç renkli ve kırmızı bavulun ardından kendi bavulunu aldı. Günün belli saatlerinde sakinliğini koruyan hava alanında etrafına bakındı. Önünden geçen siyah kumaş pantolonlu, kırmızı kazak üzerinde fabrika adı bulunan lacivelt ceketli düşük bel takılan orta yaşlardaki adamı durdurdu. "Pardon bakar mısınız?" Sakal ve bıyıkları yeni yeni terleyen adam onu durduran kadına baktı. Önce kadını baştan aşağı iri kahverengi gözleriyle süzüp sonra konuştu.

-Kizamina hanim çi dugazi? (Hanım kızım ne istedin?)

-Kürtçe bilmiyorum amca.

-Hanım kızım ne istedin?

- Amcacığım hava alanında kafeterya nerede?

-Valla kızım sana nasıl desem ki bilemedim. Sen kontrol alanını geç bekleme salonunda etrafına bakın illaki göreceksin.

-Teşekkür ederim amca.

-Sen benim İstanbul'daki abomun (amcamın) kızı değil misin? O da bu gün gelecekti yoksa o sen misin?

-Ben İstanbul'dan iş için geldim. Bahsettiğin kişi değilim.

Genç kadın konuyu kapatıp orta yaştaki adamın yanından ayrıldı. Uzayacaktı bu mevzu gitmeseydi. Yaşadığı ülkenin her coğrafyasında iyi, konuşkan, sıcak kanlı, yardım sever, misafirperver insanlar vardı. Fakat batısı doğuya göre daha da geliştiği için yavaş yavaş bu duyguları unutmuşlardı. Konuşmayı seven orta yaşlı adamın söylediği gibi kontrolden geçti. Bekleme salonunda etrafına bakınıp gördüğü mavi kadife yuvarlak tekli koltukları olan kafede oturdu. Yanına gelen garsona orta şekerli Türk kahvesi ve yanında atıştırmalık kurabiye istedi. Etrafındaki masalara bakan genç kadın oturanların birbirleri ile sohbet ettiğini, gülüştüklerini, selamlaştıklarını gördü. İster istemez gülümsedi. Mutluluk hakim olmuştu ortama ve çok güzel duyguydu.

Peki sadece bundan mı ibaretti? Tanımı nedir? Bütün özlemlere, bütün isteklere eksiksiz bir biçimde ve sürekli olarak erişilmekten duyulan bir kıvanç durumu.

Kime göre mutluğun tanımı buydu?

Shakespeare: Ben hep mutluyum neden biliyor musun? Çünkü hiç kimseden bir şey beklemiyorum. Beklenti her zaman zarar verir. Hayat kısa; bu yüzden hayatını sev ve mutlu ol. Gülümsemeyi sakın bırakma! Kendin için yaşa ve konuşmadan önce dinle, yazmadan önce düşün, harcamadan önce kazan, dua etmeden önce inan, vazgeçmeden önce dene, nefret etmeden önce sev, ölmeden önce yaşa demiştir.

Mutluluk para ile satın alınan bir şey değildir. İnsanoğlunun sevinci ile birbirlerine istemeden bulaştırdıkları: Hastalık veya duygu kişinin düşüncesine göre değişen bir şeydi.

Mutluluk para ile satın alınsaydı kim alırdı?

Şu anda para ile satın alınmıyorken neden mutsuz hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz?

Siyah, beyaz kaderimize neden renk katmaktan kaçınıyoruz?

Hayattan bir gün çalmak varken niye hala kalçalarımızın üzerine oturuyoruz?

Susuyoruz, yoruluyoruz, oturuyoruz ertesi gün tekrar hayat manatonumuza devam ediyoruz. Yaşamak bu muydu?

İlla insanoğluna bir şeyler karşılıklı mı olacak ki değeri bilinsin. Parayı ver mutluluğu al. Para ile satın alınsaydı daha değerli, önemli olacak mıydı?

Dünyaya kötülük, hırsızlık, tecavüz, kıskançlık yerine belki iyilik, gülümseme, sevinç, mutluluk hakim olacaktı. Birileri illaki bu duyguları satın alıp dünyaya salacaktı.

Kırmızı üniformalı garson Türk kahvesini ve istediği kurabiyeleri getirmişti. Porselen altın sarısı ile süslenmiş fincandan bir yudum içip tekrar yerine bıraktı. Kendini bildi bileli uçakları hiç sevmezdi fakat işinden dolayi sık sık biniyordu. Her uçağa bindiğinde midesi bulanıdığı için uçak kaldığı zaman uyku hapı içer yolculuk boyunca uyurdu. Türk kahvesini uykusunun açılması için istemişti. İşi sayesinde yaşadığı ülkenin bir çok iline gitmiş görmüştü. Şimdi ise Türkiye'nin Süryanice kaleler kenti demek olan Marde'den almış. Romalılar:Maride Araplar ise Maridin demiş olan isminde bile pek çok kültürü barındıran büyülü ve egzotik şehiri, bir çok roman kitaplarında okuduğu ağaların şehri Mardine gelmişti. Mezopotamyaya doğru bir bakış.

Akşam çok az kalmıştı bol köpüklü Türk kahvesini içti. Yanında gelen atıştırmalıklardan yiğip hesabı ödeyip kalktı. Uzun yolculuktan sonra temiz hava olmasada derin derin nefes alıp verdi. Uzun gri en az on basmak olan merdivenlerden bavulunu her basamakta havaya kaldırarak indi. Bir kaç metre uzağında iki sarı taksiye doğru ilerledi. "Afedersiniz takisi boş mu?" Elininde kırmızı siyah tesbihini sallayan otuzlu yaşların başında giydiği siyah pantolon ve desenli gömleği olan taksi şoförü elindeki tesbihiyle bıyıklarını düzellti. "Boş olmaz mı ablam. Sen sadece gideceğin yeri söyle gerisini bana bırak." dedi.

Şoför sarı saçlı, deniz gözlü bayanın yanındaki tekerlekli siyah bavulunu alıp taksinin bagajına koydu. Ardından taksinin kapısını açıp kadının binmesini bekledi. Akabinde oda şoför koltuğuna oturup arkasına döndü. "Ablacağım nereye gideceksin?" Kadın siyah ceketinin cebinden kağıt parçasını çıkarıp taksiciye uzattı. Küçük kagit parçasını alıp içinde yazan adrese bakmasıyla kaşları çatıldı. Tekrar kağıdı kadına verdi.

- Buradaki adrese gitmek istiyorum biliyor musunuz?

- Ayıp ettin abla bilmez miyim. Burada küçük çocuğa bile sorsan seni götürür.

Önüne dönüp taksiyi çalıştırdı. Genç kadın başını cama yaslayıp dışarı izlemeye başladı. Çisilemeye (ince yağmur) başlayan yağmur damlaları taksinin camına düşüp arkasında uzun çizgiler bırakarak aşağı doğru kayıyordu. Bir saat kadar takside vakit geçiren kadın aniden sarsıldı. Kafası cama değip daha sonra yanındaki boş koltuğa düştü. O sırada taksinin hakimiyetini kaybeden şoför direksiyonu bir o yana bir bu yana çeviriyordu. En sonunda kimsenin olmadığı bir sokağa girip frene basıp taksiyi durdurdu.

Genç kadın taksinin aniden durmasıyla önünde duran koltuğun arkasına tutundu. Soför arkasını dönüp "Sen iyi misin abla?" dedi. Genç kadın elini kaldırıp "İyiyim iyi" dedi. Taksiden inip ayaklarını kare şeklindeki taş yola bastı. Yere eğilip nefes alıp verdi. Kafasını yana çevirdiğinde taksi şoförü tekerleklere ayağıyla vurup kontrol ediyordu. Doğrulup adama baktı. "Taksinin neyi varmış." Dedi. Soför kadına dönüp "Kusura bakma be ablam tekerlek patlamış. Hemen değiştiririm sen hiç merak etme." dedi. Taksinin bagajını açıp bir şeyler bakındı sonra kapattı.

- Bugün şansız gündesin ablam taksi durağındaki bi arkadaş benim yedek tekerleği almış.

- Eee ne yapacağım ben? Akşam da çökecek o adrese yetişmem gerekiyor.

- Midyat'a geldik yürüyerek gidilirse on bilemedin yirmi dakikalık yol. İstersen seni götüreyim.

-Yok ben sora sora bulurum sağol. Sen takisinin yanında kal o senin ekmek paran.

- Estağfurullah abla sağol.

Şoför bagajdan genç kadının bavulunu çıkartıp getirdi. Genç kadın siyah bavulunun önündeki fermuarlı cepten cüzdanını çıkarıp yol parasını ödedi. Düzenli ve disiplinli biri olduğu için gelmeden önce buranın hava durumuna bakmıştı. Bavulunun orta fermuarını açıp içinden iç içe katlanan petrol mavisi desenli şemsiyesini çıkarıp açtı. Bir kaç dakikadır duran yağmur tekrar çisilemeye başlamıştı. Kare şeklinde farklı boyutlarda taş yolda yürümeye başladı. Ara sokaklara girdi otuzlu yaşlarda koyu bir muhabbete giren iki kadına adresi sordu. Fakat dillerinden hiç bir şey anlamadığı için sorulan sorulara evet cevabını vermişti. Kendisi soru sormuşken kadınların soru yağmurunu yanıtlamıştı. Beş dakika kadar yürüdü merdivenli bir yola girdi. O zaman anlamıştı çarşının içinde olduğunu. Şemsiyesini kapatıp basmaklardan çıkıp yürümeye devam etti. Burada kaldığı sürece muhakkak geri gelecek ve alışveriş yapacaktı.

Mardin hediyelik eşyaları ile ünlü yerlerden biriydi. Anadolunun her karşı boşuna taşı toprağı altın denmiyordu. Bir zamanlar 'uğruna canını siper edeceği vatanına' altın ülkesi demişlerdi.

Taş duvara asılmış siyah, kırmızı bezlere elini dokundurdu. Altında duran patiklere, eşarp ve şallara baktı. Hepsi elle örülmüş göz nurlarıydılar. Karşısındaki dükkanın duvarında renkli hasır makyaj çantaları asılı duruyordu. Halkın ve dinlerin buluşma noktasıydı. Kültür turlarının vazgeçilmez duraklarından biri haline gelmişti. Kentte keşfedilmeyi bekleyen düzinilerce tarihi yapı, lezzetli mutfak kültürü, eşsiz el işleri genç kadını sabırsızlıkla bekliyordular. Bu cansız varlıklar uzun zaman sonra genç kadına gülümsemesini iade etmişlerdi.

Okyanus gözlü kadın insanoğlunu yaşadığı döneme göre yargılayıp 'yaşayan ölü' diğe tanımlıyordu. Bir kere bile güldürmeyi başaramayan kişiler bu cansız varlıklar karşısında diz çökmeliydiler.

Daha fazla oyalanmadan ilerledi. Bir kaç sokaktan dönüp iki veya üç katlı yan yana ve karşı karşıya ahşaptan evleri birbirine bağlayan beyaz ve pembe yatak örtüleri asılı olan sokağa girdi. Esnafların dışarıda sattığı eşyaları güneşten koruma görevi yapıyorlardı. Üst üste konulan boy boy yerde ya da asılı tencereler, kaldırıma konulan küçük ve büyük koca kazanlar, renkli farklı boyutlarda kapaklı kapaksız misinler, demir ve bakırdan yapılan elekler, kahve takımı vb. bunun gibi bir çok eşyaya sokak ev sahipliği yapıyordu. Bu eşyaların bir araya gelmesiyle böyle muhteşem bir görüntü oluşacağını hiç tahmin etmiyordu. Dudak uçuklatacak kadar muazzam görünüyordu.

Birine artık patronunun Mardin'deki iş yerinin adresini sormalıydı. Yoksa kapının dış mandalı gibi ortada kalırdı. Hayran kaldığı sokaktan dönüp başka bir sokağa girdi. Ellerinde pazar arabaları olan kadınları takip etmiş kapalı çarşının göbeğinde kendini bulmuştu. Kadınları takip etmenin çok yanlış olduğunu anlamıştı. Fakat iş işten çoktan geçmişti. Ona çarpıp giden kişiler anlamdığı dilde söylenip ilerliyorlardı. 'Bu tekerlek patlayacağı zamanı buldu.'Diye içinden geçirdi. İstanbulda bulunan mısır çarşısına benziyordu. Baharatlar, atıştırmalıklar, çeşit çeşit tatlılar, şekerler, çaylar derken gümüş takıcılar sokağında kendini buldu. İlk gördüğü gümüş takıcıya girdi. Tezgahtar yirmili yaşların başında esmer tenli, sakalı ve bıyığı yeni terleyen, mavi gömlekli kutunun içindeki yüzükleri düzenleyen adamı gördü.

- Welcome sir (Hoşgeldiniz efendim.)

-Aa hayır ben turist değilim. Adres soracaktım.

-Kusura bakmayın sarı saçlı mavi gözlüler genelde turist oluyorlar.

-Önemli değil bende olsam bende öyle zannederdim. Neyse bu adresi bana tarif eder misiniz?

-Tabii

Genç kadın siyah kumaş ceketinin cebinden çıkardığı kağıt parçasını tezgahın arkasında duran adama uzattı. Sarışın kadının uzattığı kağıdı eline alan adam içindeki adresi okumasıyla kaşları havaya kalktı. Kağıdı sahibine uzattı.

- Ne yapacaksın ablacığım burayı? Eğer iş içinse hizmetli aldılar boşuna gitme.

-Hayır ben KARA-KAN A.Ş İstanbul'daki temsilcisiyim b...

-Aa aaa biz oranın battığını duyduk.

-Hayır yani öyleydi ama iflastan kurtuldu. Sorularınız bittiyse adresi tarif edebilir misiniz?

-Kusurumu hor gör abla ama siz ters gelmişsiniz Robar ağanın konağı...

-Konak derken bu iş yerinin adresi değil mi?

-Yok be ablam doğuma büyüme buralıyım bırak da o kadar bilelim. Ama illaki sen iş yerinin arıyorsan geldiğin yolu geri gitmen gerekir. Fabrika merkez ve Midyat arasında kalıyor.

-Anladım siz bana konağın adresini tarif edin. Geri dönemem iş çıkış saatide geçti.

-Sen bilirsin abla. Dediğim gibi buraya ters kalır. Konak büyük hanın oralarda kalıyor. Bu sokaktan düz ilerledin mi bi sokağın sonunda Bekir tabak süsleme dükkanı var oradan dön. Düz ilerle çarşının meydanında Ulu Camii göreceksin solundaki sokaktan sap biraz ilerledin mi bakkalın yan tarafından çarşıya giren kişileri illaki göreceksin. Çarşıdan çıktın mı kime sorsan büyük hanı ya da konağın adresini sana tarif ederler.

- Teşekkür ederim hayırlı işler.

Genç kadın bavulunu alıp dükkandan çıktı. Taş yolda yürüyüp kaderine lanet etti, kör talihine içinden geldiği gibi sayıp savurdu. Bugün günlerden cumaydı sabah iþlerini halledip akşam üzeri uçağa binmişti. İki gün tatil yapar geri dönerim kafasındaydı. Yanında getirdiği dosyaları kimseye vermek istemedi. Onun gözünde herkes şüpheliydi. Getirdiği dosyaları ilk eline geldiğinde de kontrol etmişti fakat hiç bir şey bulamamıştı. Bir kaç yıl sonra eski genel müdürün başına gelenler çark gibi onunda başına geliyordu. Her eline geçen istatistik raporlarında bir yerde açık çıkıyordu. Ya da mallar eksik, tarihi geçmiş,veya bozuk geliyordu. Bunu defalarca bildirmesine rağmen ona geri dönüş sağlanmıyordu. Bu sefer eşeği sağlam kazığa bağlamak için kendisi gelmişti. Eski genel müdür gibi tüm suç onun üzerine atılmasına göz yumamazdı. Aynı dosyalara her gece üst üste bakmış sonunda kendince polislerin bile bulmadığı küçük bir ayrıntıyı o yakalamıştı.

Genç kadın gümüş takıcının söylediği dükkanın önünde durdu. İçeride sandalyede oturmuş eline aldığı süs tabağını bezle silen mor t-shirt, siyah kapri giyen adamı gördü. Dükkanın içi yerden tavana kadar süs tabakları, gaz lambaları, tepsiler vb. eşyalarla donatılmıştı. Burasını da aklına alışverişe yapacağı ikinci durağı olarak not etti. Dükkan sahibinin ona el kaldırdığını görünce oda gülümseyerek başıyla adamın selamını onayladı. Genç kadını oda turist zannetmişti ama gerçekler öyle değildi. Belkide öyleydi bunu iki kişi hariç hiç kimse bilmiyordu. Adamın dediğini yapıp sağa döndü burada da ikinci el kıyafetler satılıyordu. İlerlediğinde meydana geldi beyaz ve mavi taşlarla süslenmiş Ulu Camii'den ezan sesi yankılanıyordu. Sol sokağına saptığında insanların bakkalın önündeki kapıdan çarşıya girdiklerini gördü. Genç kadın babasından zorla aldığı parayla en sevdiği dondurmayı alan küçük çocuk gibi sevindi. Akabinde labirent çarşıdan çıkıp caddeye ulaştı.

Mendil satan çocuktan bir kaç tane alıp büyük hanı sordu. Aldığı cevap onu pekte şaşırtmamıştı. "Valla abla caddeden düz ilerle göreceksin." Küçük erkek çocuğunun da dediğini yapan kadın bitkin yorgun halde yürüdü. İşin yorgunluğu ve başına gelenler genç kadının bünyesine fazla gelmişti. Rahat ve huzurlu bir yatak bulduğunda bir gün boyunca uyuyacaktı. Devasal büyük hanın önünde durdu. Duvarları buralara özgü sarı kalkerden yapılmış süs olarak çoğunlukla lale motifleri işlenmişti. Yolun kenarında kağıt ve plastikleri toplamak için sırtında arabayla üstü başı yırtık ve kirli genç delikanlıya sormaya karar verdi.

Hayat bazen çok acımasız davranıyordu. Seni en küçük açıklığından yakalıyordu. Küçücük yaşta okula gitmesi gerekirken çalıştırmaya mecbur bırakıyordu. Eğer o gün evden o da kaçsaydı belkide şimdi o da bu durumda olacaktı. Elinden geldiğince yetimhanelere ve huzur evlenine bağış yapıyordu. Bazı günler gönüllü olarak bile çalışıyordu. Evsiz ve karnı aç olanları doyuruyordu. O yaşlı adamı hiç unutmayacaktı o günden sonra da yerinde yoktu. O gün ona yazdığı mektupta intihar edecektim sen geldin yazmıştı. Acaba dediğini yapmış mıydı? "Genç delikanlı bakar mısın?" Ona seslendiğini bilmediği için eliyle kendini işaret edip "Ben mi abla?" dedi. "Evet sen para kazanmak ister misin?" Bunu söylemesinin nedeni barizce ortadaydı. Nedensizce parayı verirse genç delikanlının gururu kırılırdı. "Tamam kabul ama şartlarım var. Birini öldürmem ya da hırsızlık yapmam." Kadın siyah ceketinin cebinden çıkardığı kağıt parçasını genç delikanlıya uzattı. "Her filmde gördüğün sahneye inanma."dedi. Uzatılan kağıdı alan delikanlı içinde yazılan adrese baktı. O kağıt parçası bugün elden ele dolaşmış kıvrılmış, burkulmuş, yırtılmaya yüz tutmuştu.

- Robar ağamın konağının adresi. Bende oradan geçiyordum isteseniz beraber gidelim.

-Olur. En baştan karşıma çıksaydın ya delikanlı.

-Eee boşuna dememişler sefayı çekmek istiyorsan cefayı göze alacaksın.

Yol boyunca delikanlının sorularını yanıtlayan kadın içinden 'Birde kadınlara çok soru soruyor.' derler dedi. Beş dakika kadar yürüyüp iki sokağı birbirine bağlayan köşede durdular. "Abla beni görmedin bilmedin seni ağamın konağına getirdim." Dedi. Ara sokakta büyük sarı kalkerden yapılan konağı işaret parmağıyla gösterdi. "Aradığın yer orası kapının önünde siyah Jip kapıda iki koruma olan ev."Dedi. Kadın eve bakıp sonra getirdiği için teşekkür etti. Bavulunun küçük yerinden cüzdanını çıkarıp delikanlıya hak ettiği parayı verdi. Delikanlı aldığı parayı pembeleşmiş yanaklarına sürüp "Kesene bereket."dedi.

Kadının yürümekten ayaklarının tabanı şişmiş ağrımaya başlamıştı. Daha fazla dayanamadığı için beyaz sade topuklu ayakkabılarını çıkarıp eline aldı. Bavulunuda alıp köprünün altından geçip konağa ilerledi. Görüşmelere bir yetki görevlendirdiği ve sadece telefon ile konuştuğu patronuyla birazdan tanışacaktı. Büyük kapının önünde iki siyah takım elbiseli adamlar karşı duvara soğuk ve keskin bakışlarını gönderiyorlardı. Elinde tutuğu beyaz, sade topuklu ayakkabılarını giydi. Siyah takım elbisesini düzeltip iki korumanın yanına gitti. "Pardon bakar mısınız?" Genç kadın iki korumanın aniden soğuk bakışlarına mağdur kaldığı için yutkunup ürperdi. Genç kadın bu kadar soğuk olmamalarını söylemek istesede sustu. Belki ilk defa gördükleri birine karşı böyledirler diye içinden geçirdi. Fakat gözlerindeki barizce okunan şaşkınlık da neyin nesiydi.

- Ben Robar KARAKAN'ı arıyordum burada mı?

-Siz burada bekleyin ben haber verip geliyorum.

İçeriden gelen savaş seslerini karşılık bu iki koruma sanki Fatih Sultan Mehmet'in sarayını koruyorlardı. Sesli söyleyecek cesaretini arayıp bulamadı. Soğuk bakışlı kapı koruması siyah ve kahverenginin hakim olduğu tahta kapının altın sarısı ağzı açık büyük aslan figürlü kulpunda bulunan demiri kapıya vurup içeri girdi. İki dakika sonra kapı ardına kadar açıldı. İçeri giren kapı koruması elini göbeğinin üzerinde bağladı. "Buyrun hanımım" dedi.

Genç kadın adama anlamsız gözlerle bakıp büyük kapıdan içeri girdi. Girmesiyle göz bebekleri büyüdü yaşlı kadın elindeki bastonunu karşısında duran adama uzatıyordu. Genç kadını görünce bir adama birde genç kadına bakıp bastonunu indirdi. Küçük kız torunu "Bu işi zorlamayın istemiyorsa demek ki bir sevdiği vardır."demişti. Bu kadın cazgır torununun sevdiği kız mıydı? Güzel kız arkadaşı varken neden başka biriyle evlenmek istesin. Hümmen hanım kızı beğenmişti fakat yelkenleri eline almak zorundaydı. Torununa her şey gibi aileninde hâlâ hakimiyetini onda olduğunu göstermelidiydi. Gerçekleri içten içe bilse de bir türlü kabul etmek istemiyordu. Yıllar önce laf dinlemez cazgır torunu ağa olduğunda her şey torununun eline geçmişti. "Robar eve bukkemine? (Robar bu benim gelinim mi?)" dedi.

Genç adam babaannesinin kurduğu cümle ile afalladı. Yine kendi hayel aleminde kafasına göre bir şeyler kurup saçmalamıştı. Bir yandan da genç kadının kim olduğunu merak ediyordu. Onu ilk defa gördüğüne emindi. Tam cevap verecekken geveze kız kardeşi atağa geçti. "Eri Hümmen hanım eva bukketeye. (Evet. Hümman hanım bu senin gelinin.)" Yaşlı kadın torunu Robar'a baktığında yüzündeki şaşkınlık ifadesini kız arkadaşının Mardin'e gelmesine yorulmadı. Kahverengi siyah karışımı bastonunu hâlâ zemini ıslak avluda yere vura vura sarı saçlı, mavi gözlü gelininin önünde durdu. Genç kadını baştan aşağı süzüp içinden "Maşallah" dedi. Onca olaydan sonra torunu evlenmez diye düşünüyordu. Hatta bundan kesinlikle emindi. Bu yüzden evlilik işine el atmış soylarını yürütecek tek kişiyi evlendirmeye çalışıyordu. "Hele paç bıke destemin bedev bugemin. (Öp bakalım elimi güzel gelinim.)" Ruh hali değişkenlik gösteren yaşlı kadın sağ elini kaldırdı. Genç kadın hiç bir şey anlamasada sonuçta karşısında babaannesi yaşında kadın vardı. Ayıp olmasın diye elini öpüp alına koydu. Hümmen ve Saliha hanımların yüz ifadelerinden ağa okyanus gözlü kadını beğendiklerini anlamıştı. Yanlış anlaşılmayı yalnız kaldığında herkese açıklayacaktı. Yoksa bu iki kadın evlenmeleri için ellerinden gelen her şeyi yaparladı.


Loading...
0%