@asli_ak0eniz
|
Hümmen hanımın sağ kolu Latife hanımın kocası Sefer avluya bir tane koç getirdi. "Robar ağam anca bunu buldum." dedi. Hümmen hanımın sesiyle konaktaki çalışanlar telaşla avluya ve terasa koştular. "Sefer dıbe ev be dunya alem buk dibine. (Sefer varsın bu olsun dünya alem gelin görsün.)" Dedi. Kahya ve konaktaki siyah takımlı korumalardan üç erkek hep beraber koçu yere yatırdılar. Biri ayaklarını bağlarken diğer ikiside koçun ayaklarını tutuyordu. Kahya bıçakları birbirine sürtüp "Ya BİSMİLLAHİRAHMANİRAHİM" dedi. Koçun gıtlağına keskin bıçağı yerleştirip bağırarak "BİSMİLLAH ALLAHU EKBER" değip kesti. Kanlar yere akınca bir saate yakın duran yağmurun yerde bıraktıktığı su birikintilerine karıştı. Konakta birden çığlık sesi yükseldi. Genç kadın yere yığılacağı zaman hatırladığı tek şey yere düşmeden önce biri tarafından tutulduğu olmuştu. Yaşlı kadın bastonunu yere vurup önünde baygın halde gelinini belinden tutan torununa korku dolu gözlerle baktı. Genç kadının bayıldığını gören anne, kız koşarak yanlarına gittiler. Orta yaşlı kadın arkasında koşarak merdivenlerden gelen kişilere el işaretiyle durdurdu. Önüne dönen kadın oğluna "Panik yapma oğlum sadece bayıldı. Ne yapalım?" dedi. Telaş içinde eli kolu birbirine dolaşarak ne söylediğini bilmeden konuştu. Genç adam kollarındaki kadını kucaklayıp önlerinde duran telaş içindeki babannesine ve kendisi panik yaptığı halde oğluna panik yapma diğen annesine baktı. "Davetsiz misafirimizi odaya götürüyorum. Geri döndüğümde kaldığımız yerden devam edeceğiz." sert ve gür sesiyle dedi. İçinde dünya kadar ima ve kızgın olduğunu belirterek. Aralarından geçip tüm gözlere inat taş sarı kalker merdivenlerden üst kata çıkmaya başladı. Yaşlı kadının yeşil gözleri torununun ardından bakarken dolmuştu. Bu görüntüyü hiç hatırlamak istemediği o gün görmüştü. Ona inat o kızı konağa getirmişti. "Bu kızı kapımdan içeri aldım dahası yoktur. Evime ayaklarını basamaz." dediğinde torunu sevdiği kadını kucağına alıp "Merak etme bu şekilde evine ayaklarını basamaz."demişti. Dediğini de yapmıştı kucağına alıp merdivenlerden çıkmıştı. Dolan yeşil gözlerini kapatıp açtı "Latife tüm Mardin'e haber sal. Ağaları evleneceği kadını konağına getirdi. Yarın tüm Midyat'a yemek dağıtılacak." değip desenli bastonunu yere vura vura odasına doğru yol aldı. Abdest alıp adadığı kurbanın namazını kılmaya gitti. İçinde taşıdığı hüzün dolu dünyasıyla beraber. *** Konakta cümbüş, davul, zurna sesleri eksilmiyordu. Herkes eğlenirken genç adam bir gün boyunca uyuyan genç kadının yanındaydı. Akşam üstü geldiğinde yorgun ve bitkin görünüyordu. Uzun süre uyumaması saçmalık olurdu. Kolundaki siyah orijinal saatine baktı 18:29 geçiyordu fakat bu kadın hâlâ uyanmamıştı. Sağ elini saçlarından geçirip yatakta uyuyan kadına baktı. Sarı saçlı kadın dün Midyat gelini ilan edilmişti. Bu hayatta yaradan 'herkesi çift yaratmıştır.' diye bir anlayış vardı. Genç adam bu anlayışı kadına daha dikkatli baktığında kabullenmişti. Yıllar önce elinden kayıp giden sevdiği kadına sima olarak benziyordu. Bir kaç sene öncesine kadar "Midyat gelini gözde bekar Robar ağanın karısı olacağım." diye dağlara bas bas bağırıyordu. Fakat gel gör ki onun yerine sarı saçlı, mavi gözlü versiyonu olmuştu. Hayatını paylaşmak istediği kadın bu kadın değildi. Her ne kadar sima olarak benzese bile sevdiğinde çocukluğu, tüm geçmişi saklıydı. Midyat habersiz gelini konuşuyordu. Yine kendi kafasına göre iş yapmış Mardin'e "Düğünümüz var." diye haber salmıştı Genç adam tekli krem tonlarındaki koltuğa oturmuş koyu kahve gözlerini hâlâ uyuyan kadına dikti. Dünden beri Mardin'i ayağa kaldıran yanlış anlaşılmayı genç kadına nasıl açıklayacaktı? Babaannesi dağlar kadar işinin içinde bir de bu sorunu ortaya atmıştı. Yaşlı kadını çok sevse de bazen onu çileden çıkartıyordu. Her konağa ayak bastığında ahali bu seferki ağanın başına saracak olan belayı dört gözle bekliyordu. Yaşlı kadının başına açtığı belalar kız kardeşinin başına açtığı belaya tercih ederdi. Yaşlı kadın geldiği çiftlik evine gittiğinde ortalığı temizlemek her zaman ki gibi genç ağaya kalıyordu. Telefonu çaldığında gri takımının ceketin iç cebinden telefonu çıkardı. Koltuktan kalkıp pencerenin önüne geçti. Aramayı açıp kulağına koydu. Turuncunun en koyu rengine sahip perdeyi aralayıp avluya kaynayan kazanlara baktı. Ortalığı tatlı bir telaş sarmıştı. Hümmen Hanım'ın yüzünde güller açıyordu. Soylarını yürütecek cazgır torunu sonunda evleniyordu. Tek korkusu aklında dönüp dolaşan düşüncenin gerçek olmasıydı. Torunu kadınlara değer veren biriydi. Onları üzecek, kıracak şeyler yapmaktan kaçınırdı. Aşkına yenik düşüp yapmış olmasından korkuyordu. Bu konu hakkında onunla acilen konuşması gerekiyordu. Aklındaki sorulara cevap verdiğinde o zaman rahat bir nefes alacaktı. Aylarca arayıpta bakmadığı ağa kızları kalmamıştı. Her defasında Robar ağa reddedip karşı çıkmıştı. En son akşam yemeğinde ona bulduğu kızı söylediğinde ağadan evet cevabını almıştı. Bir yanda isteyecekleri kız diğer yanda da Midyat gelini. Ne yapacağını bilmiyordu. Oturduğu semenderden kalkıp kaynayan kazanları karıştıran kadınların yanına gitti. Midyat'a ziyafet çektirecekti. Tepsi ve tabakları evlerinden getirdikleri kişiler, yapılan yemeklerden istediğini koyup gidecekti. Yaşlı kadın ailesine değer veren biriydi. Gelini ve iki torunu için yapmayacağı şey yoktu. Aile olmak kolay değildi, üç noktayken tek nokta olmaya çalışmak her yiğidin harcı değildi. "Bütün yıkıcı unsurlara rağmen ayakta kalmak için çalışanlara aile denir." Derdi kayınpederi. Bu hayattaki tek serveti ailesiydi. Öteki dünyaya kefeninden başka bir şey götürmeyecekti. Bu hayatta en büyük zenginlik; mutlu bir aileye sahip olmaktı. Ailesi yavaş yavaş büyüyordu. Küçük gelininin uyanmadığını büyük gelini Saliha'dan öğrenmişti. - Robar ağam dediğiniz gibi on dönümlük yeşil üzüm bağlarını ve yedi dönümlük siyah üzüm bağlarını bitirdik. - Tamam. Toplananları fabrikanın büyük deposuna yerleştirin yarın geldiğimde konuşuruz. - Emrin olur ağam. Kısa süren konuşmanın ardından telefonu eski yerine koydu. Yaşlı kadını hizmetlilerin başında dururken gördü. Bir yandan da düşünceli görünüyordu. Onu düşündüren şeyi merak etmişti. Yaşlı kadın genelde yaptım bitti metodu uyguluyordu. Tebessüm edip kafasını salladı arkasını döndüğünde kısa çaplı şok yaşadı. "Şey ben" Deyip elini uzatan kadına baktı. "Çisil Zümra SÖĞÜT İstanbul'daki KARA-KAN A.Ş genel müdüresi. Sizinle telefonda görüşmekten başka tanışma fırsatı bulamamıştık." Dedi. Genç adam şoku ustalıkla üzerinden atıp tüm zarafeti ve tok sesiyle "Robar KARAKAN" deyip kadının elini tuttu. Olan biteni ve kafasında kurduğu planı bir an önce anlatması gerekiyordu. "Dürüst olmak gerekirse size anlatmam gereken bir takım şeyler var." Dedi. Genç adam kadına baktığında unuttum dediği çocukluğunun saklı kaldığı kadını özlediğini fark etti. Sımsıkı sarılmak doya doya güzel saçlarının kokusunu içine çekmek istedi. Kollarında sonsuza kadar kalmasını diliyordu. Ya Rab'dan bir tek o kadını istiyordu. Çok şey değil kalbinin sahibini istiyordu. Bir kaç sene öncesinde ona haram olmuştu. Kadının hayel ettiği patronu ile karşılaştığı kişi arasında dünya kadar fark vardı. O kırklarında, yaşlı, minyon tipli birini hayel ederken karşılaştığı kişi erkek mankenlere taş çıkartıyordu. Patronunu gülümserken görmüştü bir adama gülümsemenin bu kadar yakışacağını hiç düşünmemişti. "Tabii. Benimde size anlatmam gereken önemli bir konu var. Fakat önce ayakkabılarımı giymeliyim." Dedi. Etrafına bakınıp yatağın yanında yerde duran ayakkabılarını gördü. Eline alıp yatağa oturarak giydi. Genç kadın uyurken rahatsız olmasın diye ayakkabılarını adam çıkarmıştı. Kalbinden fısıldayan ses fırsatını bulmuşken öpmesini söylüyordu. Beyninin ona oynadığı oyuna karşılık vermeyecekti ama deli gibi de öpmek istiyordu. Her şeye rağmen sesi reddedip öpmemişti. Sevdiğine sima olarak benzeyen kadını öpmek istediğine inanamıyordu. Ne yoksulluktu ama ... Siyah dar kumaş pantolonu diri yuvarlak kalçalarını sarmıştı. Giydiği siyah takımı ise incecik belini ortaya çıkarmıştı. Genç kadın ayağa kalkıp "Ben hazırım Robar Bey" dediginde genç adam "Çalışma odamda konuşalım Zümra Hanım" dedi. Genç adam odanın kapısını açıp genç kadının geçmesini bekledi. "Yukarı katta çalışma odam beni takip edin. Orada daha rahat konuşuruz." Dedi. İki genç merdivenlerden çıkıp adamın çalışma odasına geldiler. Genç adam elini cebine koyup anahtarı çıkartacaktı fakat anahtar yerinde yoktu. Daha sonra hatırladı bu sabah yemek masasında unuttuğunu "Kahretsin" değip arkasını döndüğünde kalbinin atışları hızlanmış ritmi değişmişti. Onu gördüğünden beri öpmek istediği al al dudaklar bir kaç santim uzağındaydı. Genç kadın ne ileri ne de geri adım atabiliyordu. O her işi başarıyla yapmasını sağlayan beyni durmuştu. Kalbinin atışları ve ritmi değişmişti. Aniden ondaki değişimin sebebi neydi? Karşısındaki kırmızı öpmek için her an hazır olan dudak mıydı? Okyanus gözlerini al al dudaktan çekti. Biraz da bakarsa kalbi yerinden fırlayacaktı. Genç kadın hafiften terlemeye başladı. Adamın dudaklarına bakmak onu bu hale getirmişse öperse kim bilir neler olacaktı? İçindeki fesat kadın baş göstermeye başladı. Fakat zamanlaması berbattı. Evleneceği adamın yanından baş göstermesi gerekirken hiç olmadık kişinin yanında berilmişti. Bu durum tek ona özel değildi. Karşındaki genç adam da aynı durumdaydı. Fakat o öpmek ve öpmemek arasında kalmıştı. Ya Rab'da biliyor ya genç adam öpmekten yanaydı. Bir kaç senedir içindeki yangını belki böyle söndürebilirdi. Merdivenden sesler gelince iki genç aralarında mesafe bıraktı. "Ağam sonunda sizi buldum." Kırklı yaşların başında, pala bıyıklı, minyon tipli, siyah şalvar ve çizgili mavi gömlek giymiş olan kahya dedi. Elindeki anahtarı adama uzattı. "Latife verdi. Bu sabah masada bulmuş." Genç adam kâhyanın uzattığı anahtarı aldı. "Başka bir isteğin var mı Robar ağam?" Dediğinde genç adam kafasını sallayıp "Hayır" dedi. Genç kadın düşüncelerin arasında boğulurken gerçek dünyada kâhya gitmiş genç adam çalışma odasına girmişti. Arkasına baktığında genç kadının safça ona baktığını gördü. Dudağının bir kenarı kıvrıldı insanın içine ilmek ilmek sızan mavi gözleri masum masum bakıyordu. Her erkeğin her sabah yanında uyanmak istediği kadın olduğunun farkında mıydı? Sabah şafakta gözlerini açtığında insanın içine huzur veren okyanus gözlere sahip olduğunun? Bakıldığında o gözlerde kaybolunduğunun yüzmeyi bilenin kurtulduğu, bilmeyenin boğulup en derine battığını bilmeden bakıyordu. Bilerek mi yoksa bilmeden mi bakıyordu bilmiyordu. Bu konu baştan aşağı muammaydı. Adam siyah kadar yanlız kadın mavi kadar sonsuzdu. Bir zamanlar onunda böyle güzel bakan sevdiği vardı. "Zümra Hanım içeri girecek misiniz?" Genç adam dedi. "Şey pardon dalmışım kusura bakmayın." Deyip çalışma odasına girdi. Siyah ve koyu kahverenginin hakim olduğu oda tek kelimeyle mükemmeldi. İç mimarın elinden geçtiği çok açık belli oluyordu. Siyah tekli deri koltuğa oturduğunda adam da karşısına oturdu. - Zümra Hanım nasıl söyleyeceğimi inanın ki bilmiyorum. - Sizi dinliyorum Robar Bey. - Siz öyle bir zamanda geldiniz ki ... Elini her kadının oynamak istediği siyah kısa gür saçlarından geçirdi. Bu seferki belayı her seferinde çenesinden şikayet ettiği geveze kız kardeşi açmıştı. Ah ah! Onu bi eline geçirirse çekeceği vardı. "Hümmen Hanım avluda elini öptüğün kişi babaannem olur. Kocası öldükten sonra çiftlik evinde kalmaya başladı. Ne zaman konağa gelirse illaki bana kız bulup onunla evliliğe ikna etmeye çalışır." Dedi. Genç adam sustu nasıl devam edeceğini bilmiyordu. Koltukta dik konuma geldi. Eliyle anlını sıvazlayıp meraklı okyanus gözlere baktı. "Dur durak bilmiyor bu kadın. Babaannemin aklındakini yapmasını sadece geciktirebilirsin, asla engelleyemezsin. Sizde tam bu olayın üzerine geldiniz. Üstüne üstün her yerde beni sormuşsunuz. Halkta nasıl bir bağlantı kurmuşsa sizi benim kız arkadaşım olduğunu sanıyorlar. Dedikodular konağa kadar ulaştı. Küçük bir pire dilden dile dolaştığında büyük bir aslana dönüşür. Sizden ricam babaannem tekrar gidene kadar bu yanlış anlaşılmayı sürdürmenizi istiyorum. Kısa süreliğine bu oyunu benimle oynamanızı rica ediyorum." Dedi. Genç kadın ne diyeceğini bilmiyordu genç adamın kahveliklerinde kala kalmıştı. O gözlerde kendini çikolata gölünde zannetti. Tadına doyamadığı kahve çekirdeğinin kokusu burun deliklerini dolduruyordu. Karnında kelebeklerinin uçtuğunu hissetmesi, çikolatayı andıran gözler, kahve gibi kokmasının tek bir açıklaması olmalıydı. Karnı acıkmıştı. Fırtına öncesi sessizlik ortama hakim olmuştu. "Ne yani ben şu anda sizinle.. yani ben. Ne diyeceğimi kestiremiyorum kusura bakmayın. Böyle bir şey ilk defa başıma geliyor." Dedi. Bana yardım et diye bağıran çikolata gözlere baktı. Aklından geçen düşünceler diline vurdu. "Bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek sizin bir kaç dakikanızı alır. Ayrıca neden babaanneniz gidene kadar?" Dedi. Genç adam kadının iki okyanusunun içindeki kafasını karıştıran soruları gördü. Mavilikler her geçen saniye mavinin bin bir türlü tonuna geçiş yapıyordu. Bu kadar güzel olmaları şart mıydı? Genç adamı okyanusun en derin, keşfedilmemiş yerlerini gezdiriyordu. Baktığı gözlerin siyaha dönüşmesini şimdi istiyor muydu? Yoksa hala mavi kalmasını ister miydi? - Zümra Hanım size şöyle anlatayım; dediğiniz gibi bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek benim bir kaç dakikamı alır. Fakat bunu düzeltirsem yine babaannemin başıma açtığı kız istemeye gitmek zorundayım. İstemediğim bir evlilik söz konusu. Bu yüzden yardım etmenizi istiyorum. Çünkü tek çıkış noktam sizsiniz. İkinci sorunuza gelirsek, babaannem gerçekten evleneceğimize ikna olana kadar gitmez. Kısa süreliğine benimle sözlü kalmanızı istiyorum. Uzun sürmeyecek söz veriyorum. Genç kadın bacaklarını kendine doğru çekip başını gömdü. Ellerini bacaklarının etrafında bağladı. Hayatında ilk defa gördüğü hiç tanımadığı üstüne üstün patronu olan adamın evlenmek üzere kadını mı olmuştu. İnsanoğlunu anlamıyordu kendi de aynı türdendi fakat onlar gibi değildi. Farkında olmadan gün geçtikçe gaddar, çekilmez ve yolsuzlaşıyorlardı. Bir insan hakkında hüküm vermek ne zaman bu kadar kolay olmuştu? Bazen ne günah işlemişti de bu çağda yaşıyordu. Geçmişten günümüze kadar geldikçe insanlığımızı, sevgimizi ve dürüstlüğü gün geçtikçe nasıl kaybetdiğimizi ortaya çıkıyordu. Şimdi Leyla şüpheli Mecnun küpeli olmuştu. Bu sözün ne kadar doğru ne kadar yanlış olduğu tartışılırdı. Haber bültenleri yalan, tecavüz, şiddetle doluydu. Genç kadın istemeden büyük bir yalanın içine düşmüştü. Nasıl kurtulacaktı? Tek bir çıkış yolu vardı yardım etmeyi kabul etmeyecekti. Fakat içindeki fesat kadın, gözlerinde çikolata gölünü barındıran ve kahve kokusundan mahrum kalacaktı. Evleneceği adama da bu parfümden almayı not etti. Kullandığı ağır parfüm migreninden dolayı başını ağrıtıyordu. Ama kahve kokulu parfüm onu bambaşka diyarlara sürüklüyordu. Mardin halkına oynayacakları oyunu kısa süreliğine kabul edecekti. Ölüm döşeğindeki annesine ölmeden önce verdiği sözü bugüne kadar çiğnememişti elinden geldiği kadar yardım etmişti. Şimdi en çok yardıma muhtaç olan patronunu geri çeviremezdi. Mezarda annesinin kemikleri sızlardı. Annesine verdiği söz yüzünden mi sadece kabul etmişti? Ellerini çözüp başını kaldırdı ama kaldırmasıyla yüzünün kızarması bir oldu. Bir şey düşündüğünde kendini küçülte bildiği kadar küçültürdü. Bir zamanlar berbat geçmişinden ona kalan armağandı. Evleneceği adam bile bu huyundan nefret ediyordu. Alışkanlık olmuştu arada genç kadınla alay edip büyüdüğünü bu huyundan vazgeçmesini gerektiğini açıkça beyan ediyordu. Karşısındaki adama bakamayacak kadar utandığı için gözlerini yere eğerek konuştu. "Tamam Robar Bey kabul ediyorum. Fakat söz verdiğiniz gibi kısa sürmesi şartıyla. Zira çok yakında nikahım var." Dedi. Genç adamın kafasının içinde son duyduğu cümle yankılandı. Hayatın kahpe tekmesi yine ona vurmuştu. Aşık olduğu kadına benzeyen kişiyle bile kader birlikte olmasına izin vermiyordu. Tekrar aynı duyguyu yaşayıp tekrar aynı duygu yüzünden kahr olmuştu. Aynı şeyleri iki kere yaşamak acımasızcaydı. Kader ondan ne istiyordu? Ölmesini mi? Zevkle yapabilirdi. Çok yorulmuştu. Küçük yaşta aldığı koca yükler onu yıpratmıştı. Kendi benliğinden çıkıp başka birine bürünmüştü. Geleceğini feda etmişti. Bu yetmemiş miydi? Ama bu büyük fedakarlık acımasız dünyaya yetmemişti. Bilmiyor ki hayat acımasız zalim olsa bile gerçek aşkı arayanları birbirlerine kavuşturduklarını. Genç adamın kafasının üzerinden soğuk sular döküldüğünü hissetti. Kalbine adeta bıçaklar saplanıyordu. Aşkı bir daha yaşamayacağına yemini vardı. Olsa ne yazardı yine onu bulmuş ve on ikiden vurmuştu. İkiye mi bölünmüştü yoksa parçalanmış mıydı? Genç adama göre hepsiydi. Onun gibi aşk ateşinde yanan deli gibi sevdalı kadın "Bana çektirdiklerinin kaç katını sende çek. Kalbim biraz olsun huzura erer Robar ağa." demişti. Tüm yaşananların bir suçlusu varsa oda suçlular arasındaydı. Ettiği beddualar yerini bulmuştu her defasında aynı duygu ve kadınla tekrar tekrar acı çekiyordu. Sanki birileri çarkı hep başa sarıyordu. Kedi değildi ki dokuz canı olsun. Onun ne suçu vardı? Onunla birlikte olamayacaklarını, farklı yollarda yürüdüklerini kaç defa söylemişti. Sayısını bile hatırlamıyordu. Sırma saçlı kömür gözlü yari varken sırf hasta diye onunla sevgili olmazdı. Sırf o mutlu olacak diye kendinden ödün verecek değildi. Daha önemlisi sırma saçlısını üzemezdi. Belki bencillikti yaptığı ama evlenme sözü verdiği kadını bırakıp başka bir kadınla birlikte olamazdı. Franz Kafka 'Sevdiğin her şeyi er ya da geç kaybedeceksin. Fakat eninde sonunda sevgi farklı bir şekilde almış olarak geri dönecek.' demişti. Genç adama sevgi geri dönecek miydi? Ya Rabb'ın özen bözene yarattığı kuluna diğeceği tek şey "Tebrik ederim Zümra Hanım umarım sonsuz mutluluğa sahip evliliğiniz olur." dedi. Sol göğsünün üzerinde öyle bir acı hissetti ki dayanamayıp ayağa kalktı. Karşısındaki kitaplıkların arasında kalan bölüme ilerledi. Oradaki iki tekli siyah deri kaplamalı koltuğun arkasına kalan cam sehpanın üzerindeki sülahiden bardağı su doldurup içti. Başını eğip gözlerinin dolmasını bekledi. "Ah gönlü yaralı kadın edecek başka beddua bulamadın mı? Bana yıllardır bunun acısını çekmeyi reva gördün." Dedi. Hasta kadına ilk defa ettiği beddua için isyan ediyordu. Ne güzel demiş şair: Ne kaldı ruha teselli şaraptan başka. Genç adamın yüreğineki kor ateş tekrar canlandı. İnadına her geçen salise daha da alevleniyordu. Cazgır ateşin eski haline dönmeye niyeti yoktu. Kalbi kırık, yaralı kadının ettiği beddua onu ondan almış yerine aynı bedeni paylaştığı farklı ruha sahip biri gelmişti. Çocukluk aşkı uğruna canını verdiği kadın, çocukluğu beraber geçtiği sırdaşı, kuzeniyle evlendi. Sevdiği kadınla evlenmek istediğini söylediğinde ailesi karşı çıkmıştı. Babası ile kavga edip çekip gitmişti. Seneler sonra geldiğinde babası son nefesini vermişti. Ona yıllarca cephe tutan kız kardeşiyle bir seneye yakın eski zamanlardaki gibi abi kardeş olmuştu. Tüm sevdiklerine, ömründen geçen yıllara geç kalmıştı. Ona haram olan sevdiği kadına benzeyen kişiye bile geç kalmıştı. - Zümra Hanım su içer misiniz? - Hayır teşekkür ederim. Benim telefon etmem gerekiyor. - Balkonda konuşabilirsiniz. Ahşap siyah ve kahverenginin karışımına hakim olduğu sürgülü camdan kapıyı çekip balkona geçti. Evin avlusunda büyük bir yemek masası kuruluyordu. Tek tek hazırlanan yiyecek ve içecekleri hizmetliler masaya diziyorlardı. İzlemeyi bırakıp ceketinin iç cebinden telefonu çıkardı. Rehberden aramak istediği kişiyi bulduğunda üzerine basıp kulağına koydu. Sinyal sesinden sonra karşı tarafta beklediği kişinin sesini duydu. - Meleğim nasılsın buldun mu patronunun ordaki iş yerini? Ne zaman döneceksin? - Kerem bu ne hız soluklan, nefes al lütfen - Pardon aşkım. Ne zaman dönüyorsun? - Hayır işlerim uzadı dönemiyorum. Şu anda konuşamam daha müsait olunca anlatırım. - Tamam. Ben nikah işlemlerini ve düğünümüzle ilgileniyorum. Sen işlerini orada çabuk halledip gel. Özleniyorsun. Genç kadının boğazında kelimeler düğümleniyordu. "Kapatmam lazım kendine dikkat et. Hoşçakal" demesine kalmadan karşı taraf kapattı. Beyaz ve mor renklerin hakim olduğu odada dört arkadaş koltuklarda oturuyordu. Elindeki telefonu kapatıp camdan sehpanın üzerine atan uzun boylu yakışıklı denecek simaya, sarı saçlara ve siyah gözlere sahip adam oturduğu tekli koltuğa yayıldı. "Oh be ucuz yırttım." Dedi. Elini burnuna götürüp refleks olarak sildi. Telefonun ekranında onun aradığını görünce panikleyip eline almıştı. Bu sırada arkadaşlarının gülme seslerini duymamazlıktan gelmişti. Üç kafadar onunla her fırsatta dalga geçip gülüyorlardı. Nasıl bu hale geldi onuda bilmiyordu. Eskiden sabahı akşam, akşamı sabah ederdi. Bu kadının büyüsüne ve güzelliğine kapılmıştı. Pişman olmuş muydu? Evet. İşkolik bir kadın olduğu aklına gelmezdi. Sevgililer kadar görüşmüyordu. En azından bu yönden rahattı. Her ikiside mantık evliliği yapacaklarını sanıyorlardı fakat gerçek öyle değildi. Genç adam evleneceği kadının ilgiye ve sevgiye aç biri olduğunu biliyordu. Uzun ilişkiler adamı olmadığını çevresindeki herkes biliyordu. Kafasını koltuğun arkasına yaslayıp gözlerini yumdu. Onu ilk gördüğünde dört arkadaşın her daim gittikleri kafede her zaman oturdukları masada kahvesini yudumluyordu. O an öyle güzel ve eşsizdiki etrafındaki kıskanç ve beğeni bakışlarını umursamadan oturuyordu. "Kerem bir gün hatanı anladığında pişman olacaksın. İşte o zaman iş işten geçmiş olacak." Dedi. Kara gözleri ile kızların dikkatini çeken arkadaşı doğru noktaya basmıştı. Yakında evlenecek yuva kuracaktı eşinin kocası, çocuklarının babası olacaktı buna bir son vermeliydi. Bu düşünce genç mimarı korkutuyordu ama evleneceği kadını da kaybetmek istemiyordu. Bu devirde kolay kolay evlenecek kız bulunmuyordu. Yıllardır kızı bir şekilde oyalayıp duruyordu. Arkadaş kurbanı olmuş iki aya kalmaz evleniyordu. "Valla onu bunu bilmem Çisil senin yediğin haltları öğrendiğinde asla affetmeyecek ve bunda da çok haklı." Dedi. Yeşil gözlü arkadaşına verecek cevabı yoktu. Karakter meselesiydi elinde değildi. O yüzden sorulan sorulara kaçamak yanıt verdi. - Ulan bir kere de ağzınızı hayra açın. Pis çenenizden beni savunan bir şey çıksın dişimi kıracağım. - Savunulacak neyin var ki savunalım? Kıza yazık. |
0% |