@asmira
|
İnstagram: yazar_asmira duyurular için story atıyorum *** Annemle karşılıklı oturup televizyon izlerken tüm cesaretimi toplayıp pat diye "Anne ben hamileyim!" dedim. Annem daha ağzını açamadan acıklı bir ses tonuyla devam ettim. "Anne o dediğin mükemmel koca adayları beni istemez artık..." Mağdur edebiyatı her zaman işe yarar, yaramalı! Dakikalarca annemle bakıştık, annemin sessizliği beni korkutuyordu. Daha fazla dayanamayıp annemi hunharca sarstım. "Anne, kendine gel!" dediğimde annemin gözlerini büyüterek bana öfkeli bakması ve koltuğa yapışması saniyenin onda biri denecek kadar kısa bir sürede gerçekleşti. Koşarak salondan ayrıldım ve telaşla mutfağa girdim. Aceleyle bir bardak su aldım ve annemin yanına hızlıca geri döndüm. "Anne, uyan ben de torunun da gayet iyiyiz, bizim için endişelenmene gerek yok ki!" Annemi kendisine getirmek için, boynuna yüzüne suyu yağmur gibi serpiştirmeye başladım. Su işe yaramış olacak ki annem bir gözünü seğirterek açtı ve bana baygın bakışlarını gönderdi. Bu bakışı öldürücü ve korkunç olmanın bir tık ötesindeydi. Annem boğuk ve sert bir sesle "Baban bizi öldürecek!" dedi. "Tamam, anne sakinleş. Babamın haberi yok nasıl olsa." Planıma göre babamın haberi asla olmamalı. Babama derdimi anlatamadan beni lime lime eder sonra etim boşa gitmesin diye hayrına kedilerin önüne atardı. Köpek fobim olduğu için, canım babam beni kesinlikle köpeklere atmazdı. Böyle düşünceli bir babaya sahip olduğum için çok şanslıyım. "Babandan nasıl saklayacağız, delirdin mi?" Normal bir annem olsaydı; ilk başta çocuğu kimden yaptığımı, hangi ara ve hangi akla hizmet böyle bir halt yediğimi sorardı. Benim canım annem ise her zamanki gibi öncelikle babamı düşünüyordu. "Hem sen nasıl yaparsın bunu, kesin gidip o Veli'den hamile kaldın değil mi? Kızım saf mısın, evlenmeden insan bebek yapar mı? Ah be kızım yaktın bizi, diri diri yaktın!" Sonunda verilmesi gereken tepkiyi almaya başladığım için mutluydum. Annemin bebeği Veli'den sanması sıkıntı çıkarabilirdi. Gidip ailesine söylerse yalanım hemen ortaya çıkardı. O yüzden bu durumu lehime çevirmem gerekiyordu. Bakışlarım yavru kedilere taş çıkartırken, ağlamaklı bir sesle "Anne, bebeğimin babası bizi istemiyor. Bebeği aldırmamı istedi ama ben bebeğime nasıl kıyarım?" dedim. Tek kişilik dev kadro, tanımının vücut bulmuş haliydim. Bendeki bu rol yeteneği Güral Personel beyde yoktu. Oyuncu olan Güral, şu yakışıklı olan. "Nasıl istemez! Baban duymasın vallahi kafasını koparır!" "Çok yalvardım ama çocuk sevmiyormuş, baba olamazmış. Hamile olduğumu duyar duymaz yurt dışına kaçtı. Ben ne yapacağım şimdi anne? Bebeğime ne olacak?" "Yaktın bizi, bekâr anne olduğun yetmezmiş gibi bir de babasız bebek mi doğuracaksın? O dedikoducu annesine durumu söylesem tüm İzmir duyar. Aldırmakta olmaz, büyük günah! Ne olacak şimdi, seni bu halinle kimse istemez! Bittik, kesin bittik!" Birden bana döndü annem, sinirle "Söylesene deli kız! Ne yapacağız, babana ne diyeceğiz?" diye sordu. "Anne, bebeğime kıyamam. O senin ikinci torunun ama burada kalırsam babam ile abim bana rahat vermez, onun için ben İstanbul'a gitmeye karar verdim." Annem yüzüme kararsız bir halde baktı, gözlerini kapattı, durdu ve tekrar baktı. "Baban gitmene izin vermez!" "Anne izin vermeyeceğini biliyorum ama gitmekten başka çarem yok. Hem babam, sen bir şeye izin verirsen çok inat etmez. Bu yüzden babamı ikna etmek sana düşüyor canım annem." Annem bir müddet düşündü ve haklı olduğumu bildiğinden konuyu saptırmak ister gibi gözlerini kısıp bana baktı. Bir elini dizine koydu ve hafifçe öne eğilip, "Kızım, bir başına yaban ellerde ne yapacaksın?" diye sordu. 'Evleneceğim doğru adamı arayacağım anne' diyemedim elbette. Hüzünlü bakışlarımı yere diktim ve titrek bir sesle anneme yalanlarımı dizmeye devam ettim. "Bebeğime bir hayat kuracağım. Ben her şeyi düşündüm hiç merak etme anneciğim. Zaten bebeğim doğunca geri dönerim, babamda torununu görünce o duygu yoğunluğuyla bizi affeder." "Mehir'im, ay parçam ne diye böyle büyük bir hataya düştün? Oysa ne hayallerim vardı. Seni kendi ellerimle gelin edecektim. Torunum olduğumu öğrenince korkudan değil, sevinçten ağlayacaktım. Bize bunu mu reva gördün? Ben anneyim, her hatanı affederim ama... Ah be kızım, baban seni asla affetmez." Annemin üzgün bakışlarını bana göndermeye başlaması ile bir an şaka yaptığımı söyleyip sarılmak istedim ama aklıma gelen annemin münasip gördüğü mükemmel koca adayları tüylerimi diken diken etmeye yetti. Sıkıcı, iş kolik ve takım giyen iş adamlarından biriyle evlendikten sonra annem gibi kendimi geri plana atarak kocamın gölgesinde yaşayamazdım. Hele aldatılacağımı bile bile böyle bir evliliğe imza atamazdım. Zaten aldatılmak benim makûs kaderim, bu defa kaderime razı gelmeyeceğim. "Annem üzülme... Bak söz veriyorum, her şeyi yoluna koyacağım. Sadece babamı gitmem için ikna etmelisin. İlk fırsatta döneceğim, söz veriyorum anne." "Babanı nasıl ikna edeceğim kızım?" "Aslında anne, ben mimarlık yüksek lisansı için geçen ay başvuru yaptım ve sonuçlar açıklandı. İstanbul'a eğitim bahanesiyle gidebilirim. Hem o arada yüksek lisansım da aradan çıkar. Canım annem, her şey sana bağlı." Annem isteksiz bir şekilde "Tamam," dedi ve yerinden kalkıp odasına doğru gitti. Anneme söylediğim yalan için üzgündüm ama annemi başka türlü ikna edemezdim. Kadıncağız üniversiteyi bitirmemi zar zor beklemişti ve diplomamı almadan bana talip olanları anlatmaya başlamıştı. Bu yüzden mimarlıktan mezun olur olmaz yüksek lisans için il dışına başvuru yaptım ve bu hain planı hazırladım. Lanet girsin çok sivri zekâlıyım! Planımın ikinci safhası babamı ikna etmekten geçiyordu. Babamın tek zayıf noktalarından biri torunu Mercimek diğeri de yatırımdı. Özellikle İzmir'in en büyük mimarlık şirketinin hissedarlarından biri olacak kızının eğitimi geleceğe yatırım sayılırdı ama İstanbul'a gitmeme annemin onayı olmadan asla izin vermezdi. Annem ise eğitimden ziyade evliliğe önem veriyordu. Bu planla birlikte herkesin ikna olması daha kolaydı. *** Birkaç gün sonra annem durumu biraz daha kabullenerek bahçede sonbaharın keyfini çıkarıyordu. Babama ilk gün söylemediğine göre, bu yalanımı saklayacağına eminim. Asabi abim Mahir çiftlik evinde timsahlarıyla ve daha nice evcil hayvanlarıyla yaşamayı tercih ettiği için annem en büyük evladına hasretti. Neyse ki bu ara hiç gelmedi yoksa annemin durgunluğundan nem kapardı. Bahçeye çıktığımda ortancamız Selin'i yeğenim Mercimekle birlikte bize gelirken gördüm. Elbette evlerimiz yan yana, aksini düşünemiyorum bile! Sen evlendin, evinde dursana! Selin'e abla demek içimden gelmiyor zira hiç ablalık yaptığına şahit olamadım. Zaten aramızda iki yaş vardı. İkiz gibi büyümüştük. Ha bir de çoğu şey için kavga ederdik. Başka kişilere Selin'den bahsederken 'Selin' diyordum mecburen. Garip bir durumdu ama ben alıştım artık. Annemin en büyük gayesi Selin'i baş göz ettiği gibi beni de münasip zenginlikte biriyle baş göz etmekti. Tabii abim içinde kötü emelleri vardı ancak Mahir abime söz geçirmek çok kolay değildi. Onun timsahları var, benim ise zekâm. Mercimek beni görünce annesinin elini bırakıp bana doğru koşturdu. Selin ise annemin yanına geçip oturdu. Annem ağzından bir şey kaçırmasa bari Selin'in vırvırı hiç çekilmez. İşin kötüsü bana inanmayıp tutar kolumdan beni doktora götürür ve yalanımı ortaya çıkarır. "Söyle bakalım Mercimek, bugün seninle ne oynayalım?" "Kumdan kalee!" diye bağırdı. Anneme seslenip "Anne biz sahile kumdan kale yapmaya gidiyoruz," dedim. Sahile indiğimizde yakışıklı beyler hayran bakışlarını benden gizleyemedi. Ancak onlar benim kriterlerime kesinlikle uymuyordu. Bu sahile gelenler genelde zengin playboy kesimindendi. Mercimek ile kumdan kale yaparken genç bir kadında oğluyla birlikte sahilde oynuyordu. Mercimek kendine oyun arkadaşı bulmanın heyecanıyla kovasını alıp onların yanına gitti. "Meyaba, biylikte oynayak mı?" "Yaa sen ne tatlı bir kızsın. Gel hadi oğlumla oyna tatlım." Kadının güler yüzlü olması bir yana sıcakkanlı olması beni mutlu etmişti. "Merhaba, kızınız mı?" diye sordu. "Ben fazlasıyla bekârım. Mercan ablamın kızı, benim adımda Mehir." Tatlı gülümseme faslı. "Ben de Kübra, oğlumun adı da Sanat." Mercan 5 yaşındaysa Sanat en çok 6-7 yaşlarında görünüyordu. Kübra ise benden birkaç yaş büyük duruyordu. "Sanat çok ilginç bir seçim doğrusu..." "Evet ilk duyanlara ilginç geliyor. Ben aslında ressamım ama oğluma daha çok zaman ayırmak için ressamlığı askıya aldım. Sanata âşık biri olarak oğlumun adını Sanat koydum." "Çok güzel düşünmüşsünüz. Ben de yeğenimin turuncu saçlarını görür görmez adı Mercimek olsun istedim ama isteğime yakın olarak adını Mercan koydu hain Selin." "Mercan da güzel aslında..." O sırada Sanat eseri Mercan'ın üstüne kum atıp "Çirkin, ben seninle oynamam," diyerek oyunbozanlık yaptı. Sanat ile Mercan neredeyse yaşıt görünüyorlardı. Mercimek tanemin gözleri doldu. Kum kovasını kumla doldurup Sanat'ın başından aşağı döktü. Ohh iyi yaptı. Üstüne bir de "Çiykin senin kalbin!" diyerek küstü. Mercimek tanemi kollarımın arasına çekip "Uslu kız ol bakalım," diyerek kızmış gibi yaptım. Ama o sıpa daha fazlasını hak ediyordu. Kübra da oğluna kızdı. "Aaa oğlum, kızlara karşı hani kibar olacaktın? Çok ayıp değil mi oğlum?" Bir taraftan üstünü silkeliyordu. Sonra bana döndü. "Kusura bakmayın, oğlum arkadaşlık kurmayı pek bilmiyor." "Sorun değil, çocuk işte." "Ahh ikizim Eriz Ali de bizi almaya gelmiş, biz artık gidelim." "Yaa, keşke biraz daha kalsaydınız." "Başka bir gün yine karşılaşacağımızı hissediyorum. O güne kadar kendine iyi bak." "Sen de..." Kübra ile vedalaştıktan sonra oğluyla el ele caddeye doğru yürüdü. İkizi dediği kişiye uzaktan baktım. Güneş gözlükleri oldukça karizmatik bir hava veriyordu. Yanında bir kadınla gülüşüp konuşuyordu. Sanat'ı kucaklayıp yanağından öptü. Yanındaki genç kadında gayet samimi bir tavırla Kübra'ya sarıldı. Sıcakkanlı insanlar oldukları uzaktan bile hissediliyordu. Omuz silkip Mercimekle kumdan kale yapmaya devam ettim. En azından Mercimek tanem uzun süre küskün kalamıyordu. Teyzesine çekmiş zahir. "Sanat ne demek teyze?" diye sordu Mercimek tanem. "Mesela ben çok güzelim ve zekiyim ya, bunu insanlara göstermem bir sanattır." "Ben de büyüyünce senin gibi güzel oluy muyum?" "Ya sen var ya kızıl afet olacaksın. Çünkü sen benim küçük turuncu Çulha'msın." Mercimek gülerek oyununa devam etti. İstanbul'a gittiğimde en çok Mercimek tanemi özleyeceğimi biliyordum. Ama o zengin, iş kolik ve çapkın adamlardan kurtulmanın tek yolu buydu. Neredeyse her gün o kumsala yürüyüşe gittiğim halde bir daha o kumsaldaki kadını görmedim. İstanbul'a gitmeseydim karşılaşma ihtimalimiz olabilirdi. Zamanla o kadının adını unuttum ve sonra yüzünü... Sanırım bir gün tesadüfen karşılaşsak bile onu tanımayacaktım. Belki o beni tanır ve bugünü hatırlatır. ***
Yalanımın üstünden geçen iki haftanın sonunda kendimi doğduğum ve büyüdüğüm hatta üniversitesinde okuduğum güzel İzmir'in havalimanında buldum. Beni uğurlamaya annem, babam, Mahir abim, Selin ve tatlı yeğenim Mercimek geldi. Kuzey eniştem ise yine işinde gücündeydi. Dudak bükerek "Teyze gitme yaa..." diyen Mercimeği yanağından öptüm. "Geri geleceğim Mercimek tanem..." "Kızıma Mercimek deme Mehir. Onun adı Mercan!" diyerek bana çıkışan Selin'e ters ters baktım. En çok Selin'i bir süre görmeyeceğim için seviniyordum. "Giderayak başlama Selin, adı Mercimek diyorsam Mercimektir! Bir kimliğe Mercan yazdırmakla Mercan olunmuyor. Bak şu yüze, bak şu saça, hele çiller... Mercimek olmak için doğmuş teyzesinin bakliyatgili!" Selin sarı saçlarını geriye doğru atıp yeşil gözlerini devirdi. Aramızda iki yaş olmasa ikizim olduğundan şüpheye düşebilirdim. Ama hayır ikiz değiliz, sadece anneme çekmişiz. "Kızlar tamam didişmeyin yine, hadi sarılın, helalleşin!" diyen annemin direktifi üzerine Selin'e içimden gelmeyerek sarıldım. Mahir abim biraz efkârlı gibiydi. "Gel buraya sarı civciv!" diyerek abim kafamı koltuk altına sıkıştırdı. "En sevdiğim, biricik abim! Seni çok özleyeceğim." "Bak oralarda kendine dikkat et, bir karışan dalaşan olursa bana alo de yeter! Ben zaten arada uğrarım yanına. Hem acil bir ihtiyaç olursa Karan, Doğan ve Emre var orada sana arka çıkarlar." Başıma bekçiler, bu yaştan sonra! "Hiiiç gerek yok ben kendimi korurum abiciğim!" diyerek kol çantamı açtım. Biber gazı, elektro şoku gösterdim. "Benim cephane sağlam, hiç endişe etme. Bana bulaşan belasını arıyor demektir!" Mahir abim ciddi yüz ifadesini bozmadan tebessüm etti. Koskoca Kahraman Mimarlık şirketler grubunun patronu olmak bunu gerektirirdi. Zaten İzmir'in tamamı abimi çok iyi tanırdı. Mahir Kahraman dediğim anda millet bi geri vitese takardı. Babam ile mesafeli bir şekilde bakıştık. Abim huy olarak tıpkı babama benziyordu. Sert görünüşünün altında sevgi dolu bir kalpleri olduğuna eminim. En azından nadir zamanlarda buna şahit olmuştum. Abimi timsahlarını sevgiyle beslerken görünce onun çok iyi bir baba olacağını anladım. Babama doğru yönelip kızarmış gözlerine üzülerek baktım. "Babacım arkamdan çok ağlamayın olur mu?" "Erkekler hiç ağlar mı? Derslerine iyi çalış, okulu uzatayım deme, yoksa kırarım o sarı kafanı!" Her neyse, sevgi dolu oldukları falan yoktu. Bildiğimiz odun kalas karışımı bir şeydi Kahraman ailesinin erkekleri. Dedemde böyleydi, toprağı bol olsun. "Zekiyim ben çalışmasam da olur... Yani çok çalışırım merak buyurmayın babacım!" dedim lafımı düzelterek. Babamın o bakışları alenen 'çalışmada göstereyim gününü' diyordu. Babama sarılıp yanaklarından öptüm bir çırpıda. Ne ağlaması canım, gözüme uçak kaçtı! Son kez Mercimek taneme sarıldım kokusunu içime çeke çeke pamuk şekerinden yapılmış yanaklarını öptüm. Zor olanı başarıp gitmek üzere ilk adımı attım ve güvenlikten geçtikten sonra aileme el salladım zoraki bir gülüşle. Beni somurtkan hatırlamalarını istemiyordum. Ailemi şimdiden özledim sanki. Uçağa binerken arkamı dönüp son kez İzmir'e baktım. Kim bilir bir daha ne zaman göreceğim buraları... 'Yaz tatili en uzak ihtimalle' diyen iç sesime göz devirdim. Duygusal oluyorum iki dakika, ona da izin yok. ***
|
0% |