Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@asmira

10


  


Pazartesi sendromunu kim icat etti? Neden pazartesi günleri uyanmak eziyet ve işe gitmek işkence gibi gelir? Pazartesiye lanet girsin!

Not defterimi açtım ve bugün yapacaklarımı not almaya karar verdim. Akşam döndüğümde her eksik madde için kendime çimdik atacaktım.

*Önce güzel poponu yataktan kaldır.

*Güzel giyin herkes ağzını açıp endamına baksın.

*Melike'ye reklamda oynamayacağını söyle.

*Timuçin'e on tane oralet siparişi ver.

*Rüya'ya Remzi'yi ayarla.

*Kalender'e cevabını ver.

*Öğleden sonra okula git akıllı öğrenci ol.

*Kahraman'ı gördüğünde görmezden gel.

*Mükemmel göbekli koca için gözünü dört aç.

Not defterimi kapatıp havalı ve topuklu ev terliklerimi giyindim. Banyoya girdim ve klozete oturdum. Bundan sonra ne yapacağımı anlatmayacağım. Sadece burnunuzu ve kulağınızı kapatın. Çevreye verdiğim rahatsızlık için özür dileyemem çünkü bu insan doğasında olan bir şey! Sıçmanın anatomisini anlatmak isterdim ama geciktim!

Duşumu da aldıktan sonra dişlerimi fırçalayarak kazıma işine giriştim. Dişlerim vampir gibi kanla parlarken Edward'ın beceriksiz ve çirkin Bella'sından daha güzel olduğumu fark ettim. Kesinlikle aranan seksi vampirella bendim!

En kötü karar bile kararsızlıktan iyidir diyen insan evladı şu halimi görse 'Sen karar verme rastgele giyin' derdi. Durumum vasattan öteydi. Hatta 'Vasattan Öte' diye grup açıp kader dostlarımı bulabilirdim. İki yazışır bir bakışır ve yalnız olmadığımızı anlayıp sevinirdik.

Nihayet kıyafetlerime çeki düzen vererek evden çıktığımda podyuma çıkacak kadar afiliydim. Giydiğim sivri topuklarla kaldırımı matkap gibi delme ihtimalim bile vardı.

"Hişşt bebek! Nereye böyle?" diye bir erkek sesi duydum arkamdan! Omzumdan çapraz astığım çantamın içine elimi daldırdım ve biber gazımı çıkardım. Diğer elimle elektro şok cihazını kavradım. Ardından çenemi sağa sola oynattım ve hazırdım. Bana bebek deme gafletinde bulunan sapık şahsiyet cezasını çok ağır ödeyecekti. Önce biber gazını yüzüne sıktım sonra şokladım.

"Yandım! Allah!" diye bağırıp gözlerini kapatan adamın tipi bana çok tanıdık gelmişti. Gür saçlar, takım elbise, cilalı ayakkabılar ve kusturacak derecede erkek parfümü kokusu! Lanet girsin! Yine mi? Başımı kaldırıp gözlerimi karşıma doğru diktiğimde o zatı şahaneyi gördüm.

"Mehir delirdin mi?" diyen adam Sonpeddi. Yani Kalender Sonpeddi. Lanet girsin! Soyadını karıştırdığım Kalender Meşrep'ti.

"Kalender! Sen miydin? Canın çok acıdı mı?"

Gözlerinin kızarmış olması vicdanımı hiç sızlatmadı. Hatta bana bebek diyenin Kalender olduğunu görseydim tüm şişeyi yüzüne, gözüne, burnuna boşaltırdım. Ellerini yelpaze gibi yüzüne doğru salladı, gözlerinden süzülen yaşlardan sonra yüzü domates gibi kızarmaya başladı. Gözündeki yaşlara aldırmadan sinir bozucu bir şekilde gülümsedi ve beni delirten o iki kelimeyi sarf etti. "Sert severim!"

"Sapık mısın?" dedim ve çantamı karın kaslarına yapıştırdım. Adam tınlamadı bile!

"Şakadan anlamıyorsan yapacak bir şey yok!" dedi ve bana gözlerini devirdi.

"O devirdiğin gözlerin altında kalırsın inşallah!"

Resmiyetin anasını ağlattığım bu anlarda adamın bana kızmasını beklerken ağzı açık ayran budalası gibi gülüyordu. "Çok değişik bir kızsın! Oğlum olsa seni oğluma alırdım!" dedi imalı bir şekilde.

"Senin olmayan oğluna mı kaldım be? İşe geciktim zaten burada durmuş iki saattir seninle uğraşıyorum!" dedim ve arkamı dönüp gidecekken tekrar beni yolumdan alıkoydu. Altı üstü birkaç adımlık mesafem kalmıştı ana caddeye çıkmak için!

"Biraz bekler misin? Seninle konuşmaya geldim," dedi ve çok lazımmış gibi kolumu tuttu. Kaslı parmakları güçlüydü hatta demir pençe gibiydi. Neyse ki ben dayanıklı bir kızdım ve böyle pençeler bana vız gelir, tırsarak giderdi.

"Hadi konuş dinliyorum!" Yüksek topuklu ayakkabılarımla tempo tutarken adamın konuşacağı yoktu.

Sonra adamın suskunluğu bende bir merak uyandırdı. "Ne yumurtlayacaksın acaba!"

"Arabam hemen şurada istersen işe giderken konuşalım. Benimde ajansta işim var."

"Peki." Sürücü koltuğuna oturduktan bir müddet sonra Kalender'e döndüm. "E hadi anlat bakalım ne konuşacaksın benimle!"

Dudağının kenarında peyda olan belli belirsiz bir gülümsemenin manasını çözemedim. Bana alıcı gözlerle bakıp kendinden emin bir gülüşle "Sevgilim olur musun?" diye sordu. Gözlerimi kırpıştırdım ama yok, hayal değil gerçek.

"Mehir cevap vermeyecek misin? Bak ben senden çok hoşlandım ve sana bir şans vermeye karar verdim. Eğer teklifimi kabul edersen seninle harika bir çift olabiliriz."

Bir heyecan aldı beni. Gören diyecek Ricky Martin beni istemeye gelecek! Bak hele bak bana bana Mehir'e şans verecekmiş! Hadi canım oradan bir şans verilecekse o şansı ancak ben verebilirim.

"Haa demek bana şans veriyorsun! Arada aşk olsa belki bir salaklık yapıp, yemişim tipini derdim ve kabul ederdim ancak bu egoyla ancak benim rakibim olabilirsin. Kusura bakma gülüm ama tipim değilsin!"

"Ben bu ülkedeki tüm kızların tipiyim. Senin tipin neymiş?" dedi ve alayla gülümsedi.

"Önce insan olsun sonrasına bakılır!" dedim ve ağır kapak yaptım. Bir ara rengi bozardı sonra morardı. Kaşları çatıldı. Alındı sandım ama yanıldım!

"Çirkin kız yalanları ama sende haklısın kendinden daha ilgi çekici bir sevgili istememekte!"

"Göz doktoruna gitmeni tavsiye ederim. Eğer bana çirkin diyorsan sana ancak zevksiz ya da kör diyebilirim. Ayrıca teklifini kabul etmiyorum diye ne gerek var çamura yatmana? Hadi ama kabul et ki ben senden daha havalıyım!" dedim sinirle ve arkama yaslanıp içten içe güldüm. Adamın sersemlemiş hali ile attığımın gol olduğunu anlamıştım.

"Mehir elbet bir gün teklifimi geri çevirdiğine pişman olacaksın."

"Senin beyninde kaslaşmış sanırım, diyorum ki tipim değilsin. Yani pişman olmam için önce egonu aldırman lazım sonra göbek yapıp saçlarını kazıtman lazım! Tabii ön elemeden geçince diğer şartlarıma uyup uymadığımı araştırmam lazım!" bunu dediğimde adam önce deli görmüş gibi baktı sonra yılın şakasını yapmışım gibi kahkahayı bastı.

"Sen çok komik bir kızsın, ne yani egosuz bir göbekli olsam şansım olacak mıydı?" dedi ve kollarını iki yana kaldırıp kaslarını gösterdi.

Ne etkilendim be! Mum gibi eridim, tükenmez kalem gibi bittim, çok satan kitaplar gibi tükendim ve beynim heba olmasın diye geri dönüşüm kutusuna atıldı!

"Remzi'nin bile şansı senden daha yüksek!" dedim ve son noktayı koydum.

O kadar pinti olmayıp yemek yeme adabından haberdar olsaydı kesinlikle diğer aya Remzi Kahraman Çırpıbacak olarak nüfusuma alır ve babama 'bu senin mükemmel damadın' derdim. Babamda alnımdan öper 'Aferin kızım' derdi. Benim babam bitanedir!

"Sen de tam olarak benim tipimsin. Yeşil gözler, doğal sarı saçlar ve düzgün bir fizik. Aynı zamanda esprili ve zeki... Tabii sivri dilini görmezden geliyorum. O kadar kusurun olsun değil mi?" dedi ve yerle yeksan oldum.

Bir insan nasıl bu kadar kalender olur? Sokulan onca lafı kendine sokulmamış gibi rahat olup birde ego yapmaya nasıl devam eder ki? Hadi ego yaptın, yaptın! Nedir bu ikna etme çabaları? Nedir derdin? Sence ben bunları yer miyim? Aklımda tonla soru varken özet geçmeye karar verdim.

"Kalender anlamamakta neden inat ediyorsun? Bak zor değil iki kelime sadece 'tipim değilsin' anla artık!" dedim ve suratına iğrenerek baktım. Potansiyel aldatıcı tipi vardı ama benim tekrar aldatılmaya niyetim yoktu.

"Anladım ama sende şunu anla Nehir senin yanına ben yakışırım hatta fazla bile gelirim!" dediğinde bu kadar kasıntı olduğu halde hayatta olmasına şaşırdım. Benim gibi sabırlı bir insanın bile sabrını zorluyorsa diğer insanlar bunu nasıl sağ koymuş hayret!

"Adımı bile yanlış söyleyen biri ancak nikâh şahidim olabilir ama onda da ben Mehir'in değil Nehir'in şahidiyim dersin kesin! Aman yok şahitliğinde kalsın!" dedim ve gol oldu. Sahaların prensesi bendim!

"Ne gevezeymişsin be! Hem o nikâh masasında olursam bunun tek sebebi olur o da bende kalsın!" dediğinde zekâsına alkış tuttum. Bir insan bu kadar gizemli olmamalı...

"Bak sen böyle dedin ya nasıl merak ettim içinde kalanı, saf mıyım ben? Anlamadım sanki! Bence de o sebebin sende kalsın hatta ölene kadarda orda kök verip budaklansın!" dedim ve onun dallı budaklı halini düşündüm. Dalları meyve yerine baklava verse şaşırmazdım. Adamdan çıkabilecek en mantıklı ürün ancak bu olabilirdi.

"Bana baksana kızım sen! Laf sokunca ne kazanıyorsun?" dedi hiddetle.

"Ego kasıntılarına laf sokmak benim hobimdir. Ne yapayım başka türlüsü içimden gelmiyor. Yapmacık mı olayım yani?"

Arabasını garaja park ettikten sonra kahvemsi gözlerini bana çevirdi ve uzun uzun baktı. An itibari ile ben tren, o katıksız öküzdü! Biraz daha bakarsa tren istasyonuna dönebilirdim.

"Mehir, sen benim olacaksın!" dedi ve çarpık bir sırıtışla tek kaşını kaldırdı.

'Bu öz güven nereden gardaş?' diyen iç sesimin elini sıktım ve tebrik ettim. Milyonların merak ettiği de buydu.

Alayla gülerken "Hadi canım başka isteğin var mı?" dedim.

"Var aslında... Dudakların lokum gibi... Sanırım şekerim düştü acaba bir ısırık alabilir miyim?" dediğinde ben dilimle dudaklarımı yokladım.

"Yok artık! Ne münasebet? Sevgilim değilsin bir şeyim değilsin hatta sevgilim olacak son kişi bile değilsin! Bırak ısırık almayı öptürmem bile!" dedim ve inadına bana doğru yaklaşırken çantamı kaptığım gibi adamın kafasına geçirdim. Parfüm şişem kafasına çarpıp kırılmıştı ve bana bir parfüm borçlanmıştı.

"Delirdin mi? Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdı ve bana dövecek gibi bakmaya başladı.

Öyle korktum ki dizlerimin bağı çözüldü ve arabadan inemedim. Kalender fobisi diye bir şey var, haberiniz var mıydı? Korkularınızın üzerine gidin felsefesini hatırlayıp korkmamış gibi yapmaya devam ettim.

"Aklını başına getiriyorum! Bu arada parfümüm senin yüzünden kırıldı umarım hatanı telafi edersin! Bu arada bana teşekkür borçlusun. Herkes birinin aklını başına getirmek için ithal parfümünü heba etmez." Ne kadar hayırsever olduğumu yakın çevrem bilir!

"Gerçekten delisin! Ama bu senden vazgeçeceğim anlamına gelmez! Sen iste sana parfümeri açarım lokumum," dedi ve göz kırptı. İçimizin yağları erirken doğal yağlarımın boşa gitmemesi için leğene oturdum. Bu yağları babama yollamalıydım!

"Kalender sen burada tozpembe hayaller kur ben gidip işime gücüme bakayım. Hadi selametle!" dedim ve arabadan bir ayağımı atacakken Kalender elimi tuttu...

"Bu kadar seksi olmak zorunda mısın? Bundan sonra bacaklarını örtecek şeyler giyin!" dediğinde kendime her gün sorduğum bir soruyu başkasından duymanın sevinci ile ağlamak istedim.

Lanet girsin! Neden bu kadar çekiciyim?

Benim seksi olmam kimseye beni taciz etme hakkı vermezdi. Kalender'in gözleri bacaklarımın ölçüsünü alırken daha fazla kendime hâkim olamadım.

"Lanet olası sapık herif! Çek o gözlerini sütun gibi bacaklarımdan!" dedim ve ona uçan tekme attım.

Havada birkaç tur attı ve döne döne yere çakıldı.

Kabul! Tekme atmadım hatta tokatta atmadım sadece 'ameka' dedim içimden ve normal olarak hayali tekmenin yerine kız tribi attım. Kıçını dönüp saçını savura savura giden afet-i devran bendim.

  "Mehir bekle beni!"

Arkamdan dört nala koşan beygir tam olarak Kalender'di.

"Mehir senin neyini beklesin? Sapıklık senin yaşam felsefen olmuşken ben 'sapıksavar' olabilmek için çantamda cephane taşıyorum! O biber gazı ve şok aleti yerine koyabileceklerim listesini yazsam 'Yoğ artık' deyip Türkçeyi katledersin sapık herif!" dedim yürümeye devam ederken.

"Mehir dur, konuşalım!" dedi yüzsüzce.

Ani bir refleksle durdum. "Ne var?" dedim hiddetle ve sert bakışlarımı adamın üzerine saldım. Adamın nutku tutuldu ve dizlerime kapandı. Yani tam olarak kapanmadı ama dik duruşu öne doğru eğilirken dizlerime kapanıp ağlayacak gibi bakmaya başladı.

"Özür dilerim. Ben öyle demek istemedim! Yani seksisin ama eteğinin boyuna şimdiden karışmamam lazımdı." dedi ve hatasını telafi etmeye çalıştı.

Zaten seksi olmadığımı söyleseydi ağzının ortasına yumruk indirirdim. Uçan tekme atamıyor olabilirim ama yumruklarım meşhurdur!

"Ha şunu bileydin!" dedim ve kibirli bakışlarımla onu ezdim, çiğnedim ve yuttum. Sonra çok kaslı olduğu için hazımsızlık yaptı ve kustum.

"Bildiğim tek şey çok güzel olduğun ve aynı zamanda benim olduğun!" dediğinde beni bir gülme tuttu.

Ben kendimi kendime bile ait hissetmezken nasıl bu adam benimsin diyebiliyordu?

"Koçum bak bi bana! Ben senin gibi egolu adamlardan dip bucak kaçarken kendimi burada buldum. Şimdi al egonu ve köyüne git! Haydeee naşıng di go yallah!" dedim ve elimle kış kış, işareti yaptım.

Adamın bana aval aval bakmasından bir halt anlamadığını anladım. Neden benim kapasiteme göre insanlarla muhatap olamıyorum? Neden ben ha neden? Doğarken kıç üstü düştüm de ondan mı böyleleri kıçımın dibinde bitiyordu? Tamam, sıkı bir popom vardı ve Jennifer Lopez yanımda halt etmiş olabilir ama böylede olmaz ki! Azıcık uzakta oynasalar ne olur?

"Asıl sen bana bak Mehir misin Nehir misin her ne isen? Ben bir şeyi istiyorsam alırım ve sen de benim olacaksın!" dedi ve koluma yapışıp beni kendine çekti. İki kolumdan sımsıkı tutup başını yüzüme doğru eğdiğinde ben saldırıya uğradığımı anlamadım çünkü bir insan bu kadar arsız olmamalıydı!

Yüzüne tükürmek için geç kalmıştım. Dudakları tam olarak benim dudaklarımın üzerindeydi ve ben zıpkın yemiş denizkızı gibi hareketsiz kalmıştım. Elbette balina olacak kadar etli butlu değildim. Benden olsa olsa destansı bir denizkızı olabilir.

Neden iki bacak arasına dizimi geçirmediğime hâlâ hayıflanıyorum.

Tek tesellim ise onun alt dudağını sertçe ısırmaktı. Keskin dişlerimi etine geçirdiğim anda kan tadı aldım ve aynı zamanda geri itildim. Ancak omzundan tutup ayağına çelme takmamla birlikte Kalender yere yapıştı.

"Lanet kadın! Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdı ve dudağındaki kanı elinin tersi ile sildi. Gözleri öfkeyle koyulaştı. Volümü sonuna kadar açılmış radyo gibiydi.

"Senin gibi bir ırz düşmanından kendimi koruyordum!" diyerek lafı gediğine soktum. Tabii o arada ağzımda kalan garip kan tadını görmezden geldim.

"Bunun hesabını vereceksin!"

"Hesabı adresime yolla gülüm," dedim. Kalender'den uzaklaştığım sırada Tim'i gördüm. Elinde poşetlerle şirkete doğru yürüyordu. Büyük ihtimalle kantin için malzeme almaya çıkmıştı.

"Tim bekle beni!" diye arkasından seslendim. Beni duyunca bekledi ve arkamdaki enkazı fark etti.

"Abla ya o yerden kalkmaya çalışan Kalender Bey değil mi?"

Timuçin ve bana işkillenmiş gibi bakmaya başladı. 'Bir benim cüsseme bak bir onun cüssesine bak Timuçin' diyemedim. Deseydim şüphesini doğrulamış olacaktım. Suçlanmadan savunmaya geçen birileri varsa bilin ki o suçludur.

"Hımm ayağı kaydı düştü. Hadi geciktik boş ver onu, düştüğü gibi kalkar ne de olsa!" dedim ve Timuçin'in koluna girip onu peşimden sürükledim.

"Yardım etseydik keşke ayıp oldu be abla..."

"Çaylar gecikince bakalım kim sana yardım edecek?" dedim ve Timuçin'i çekiştirmeye devam ettim. Bahane bulmakta üzerime yoktu. Yardım için döndüğümde hayati riskim olabilirdi. Bunu göze alamazdım.

"Kendi düşen ağlamaz ya bana ne ki?" diyen Timuçin'e baktım ve bu saflıkla ne kadar yaşayabileceğini düşünmeye başladım. Hemen bahaneme kanmıştı ve olayı abartmıştı.

"Aynen bize ne?" dedim ve ofise girince herkese "Günaydın..." çektim tatlı bir gülüş eşliğinde.

"Günaydın Mehir geç kaldın bir şey mi oldu?" diyen Rüya'ya baktım ve nasıl bir yalan uyduracağımı düşünmedim. Otomatiğe bağlanmış yalan hazinem vardı ve kendiliğinden ortaya çıkardı. Benim tek yapmam gereken ağzımı açmaktı.

"Cüzdanım evde kaldı ve geri dönüp almak zorunda kaldım. Bu ara biraz unutkanlaştım B12 değerime baktırsam iyi olacak..."

"Yaaa... Eee yapacaksın reklam işini, oynayacak mısın reklamda?" dediğinde asıl sorunumu hatırladım. Hep o pislik torbası yüzünden başım derde girmişti. Hemen bu sorunu çözmem gerekiyordu.

"Melike geldi mi?" dedim sorularına cevap vermek yerine soruyla karşılık vermiştim. Aslında benim bu yaptığım çok kaba bir davranıştı ancak bu iş beklemeye gelmezdi.

"İyi insan lafının üzerine gelirmiş..."

"Yaa ne demezsin!" dedim imalı bir şekilde ve Kalender ile Melike'nin odaya gülüşerek girmesini uzaktan izledik. Rüya'nın durgunlaşması ile ortada garip bir şeylerin olduğunu anladım.

"Hayırdır Rüya, ne o öyle bozuk kanal gibi yüzün karıncalandı yoksa Kalender'e âşık mı oldun?" dedim ve Rüya'ya dik dik bakmaya başladım.

"Hayır, canım ne alakası var ben sadece şey yani şey işte off işim var!" dedi ve kaçmaya çalıştı. Beynimde çarklar dörtnala çalışırken durumun ehemmiyeti ile gözlerim kocaman açıldı.

"Ona karşı bir şeyler hissediyorsun! Olamaz!" dedim ve elimle ağzımı kapattım. Tüm ofis çalışanları bize bakıyordu.

"Rüya bana karşı boş olmadığını biliyordum!" diyen tabii ki Remzi'ydi.

"Remzi!" diye aynı anda bağırdık ve adam geldiği gibi sessizce olay yerinden uzaklaştı.

Bende sorguya devam etmek için Rüya'yı lavaboya çektim. Lambayı açtım ve ışık altında Rüya'nın etrafında dönmeye başladım. Rüya soğuk soğuk terler dökerken ben elime kalemi ve not defterimi aldım ve çantamı Rüya'ya verdim. Hem psikolojik olarak hem de beden olarak baskı yapmam gerekiyordu.

"Konuş! Ne zaman başladı?"

"Bilmiyorum!" dedi titrek bir sesle ve başını önüne eğdi.

"Demek kabul ediyorsun!"

"Evet, ona karşı boş değilim ama..." duraklayınca hemen araya girmek zorunda kaldım. Meraklı içgüdüm elinde çekirdek ve gözleri pörtlek alacağı cevabı bekliyordu.

"Ama ne?" dedim sinirle ve etrafında bir tur daha attım.

"Kalender'in haberi yok lütfen aramızda kalsın," dedi ağlamaklı bir şekilde ve ikimiz sarılıp ağlamaya başladık.

Aşk acısı çeken arkadaşıma destek olurken fark ettiğim ise bir aşk üçgeni içinde olduğumuzdu. Rüya, Kalender'i seviyordu. Kalender beni... Remzi herkesi... Ben kimi? Kendimi sevdiğimi söylememe gerek yok sanırım.

"Canım arkadaşım kimseye söylemeyeceksin değil mi?"

"İki kişinin bildiği, sır değildir Rüya!" dedim ve bilge bir şekilde gözlerine baktım.

"Hayır, hayır, hayır!" dedi ve başını sağa sola salladı üç defa. "Bunu yapmayacaksın değil mi? Kalender'e söylemeyeceksin," dedi panikle ve gözyaşları içinde ellerimi tuttu.

"Şakaydı sadece! Sakin ol, ağlama Rüyacım! Hadi gidelim..." dedim ve lavabodan çıktık. "Teşekkür ederim," diyen Rüya'ya sadece gülümsedim. Eminim Kalender'in bana âşık olduğunu anladığında teşekkür yerine beni öldürmeyi isteyecekti.

  ***

Nefesimi tutup Melike'nin odasına girdiğimde karşılıklı çay içen ikiliyi gördüm. Artık bu oyuna bir son vermeliydim.

"Benim söylemem gereken bir şey var." Kalender'in ölümcül bakışları altında bunu yapmak çok zordu ama daha fazla buna devam edemeyeceğimi anlamıştım.

"Seni dinliyoruz hayatım!"

"Ben şey konuşacaktım. Bu reklam işini tekrar mı düşünsek? Tamam, sesim çok güzel, fiziğim süper, zekâm ile bin yaşayayım ama bu reklam işi bana göre değil. Heyecan yaparım bir kere! Üstelik kamera fobim var! Mümkünatı yok ben kameralara karşı şarkı söyleyemem! Bence siz benim yerime başkasını bulun! Hem..."

Demin beni taciz etmemiş gibi davranarak "Tamam, sakin ol Merih!" dedi gereksiz sapık!

"Ben sakinim Kalantor Bey! Ahh dilim sürçtü Kalender'di değil mi?" dedim ve sinirle gülümsedim. Bu adamın olduğu yerde çalışmak bile hataydı. Ne diye çekip gitmiyordum?

"Önemli değil bende de sık sık oluyor Meriç ahh Mehir diyecektim. Kusura bakma olur mu?" dedi Kalantor ve bana pişkince gülümsedi. Kavga çıkmasın diye yırtınan Melike en sonunda araya kaynak oldu.

"Mehirciğim ama seninle ne konuşmuştuk hatırla, reklam yıldızı olursan eğer ayağına binlerce fırsat gelecek. Mesela Tuba Büyüküstün de 'pediniz var mı?' diyerek meşhur oldu ve ondan sonra aldı başını yürüdü hatta koştu," dedi ve tek kaşını kaldırarak kırmızı dudaklarının arasından sinsice "Bence bu fırsatı kaçırmamalısın!" dedi ve o son kelime adeta 'kaçırda gör, bakalım sana ne yapıyorum' anlamına geliyordu.

"Anlaşıldı... Ben istifamı masanıza birazdan bırakırım!" dedim ve saçlarımı savurup gidecekken Kalender'in sesini duydum.

Melike'nin ise ağzı açık kalmıştı. Bana mı şaşırsın Kalender'e mi şaşırsın bilemedi ve 'en iyisi ağzımı açayım şokta olduğumu belli edeyim' demek istedi.

"Böyle ayrılık olmaz, böyle yalnız kalınmaz... Hani verdiğin sözler, hani ellerin nerde? Hani huzur bulduğum yeşil gözlerin nerde? Hani sen hep benimdin şimdi nerdesin nerde?"

Kalbim üzüntüyle tekledi sonra beni Kalender'e doğru itekledi. Bu şarkıyı Kolpa'dan dinlemeye bayılıyordum ama bundan böyle bir daha dinlememeye karar verdim.

"Ayrılık dediğin böyle olur, böyle ayrı kalınır... Verdiğim sözleri yedim, ellerim hâlâ bende! Gözlerimi haramdan sakındım... Ben kimsenin değilim anla be!" dedim ve sorularını cevapsız bırakmadığım için huzuru kendimde buldum.

"Gitme gitme, gittiğin yollardan dönülmez geri... Gitme gitme, el olursun sevdiğim... İncitir beni..." diye içli içli Ezginin Günlüğü'nün o nadide şarkısını söyleyen Kalender değil, ben hiç değilim. Tam olarak Melike'ydi.

Neyin kafasını yaşıyorsun Melike? Kalender sana çay yerine ne içerdi gülüm, sen böyle değildin! Eh şimdi altta kalsam Mehir Kahraman olmanın gerektirdiğini yapmamış olurdum. Sesimi ayarladım ve inceden inceye şarkısına cevap verdim.

"Giderim kalmam buralar bana dar... Sevdiğim deme, Mehir herkese yar... İncitmesin seni yokluğum, varlığım seni boğar!" dedim ve son perdeyi ışıklar altında kapattım. Seyirci en son benim şahane yüzümü görmüştü. Arkamda bıraktığım sıfatsızlar umurumda değildi.

  ***

"Timuçin bana bir oralet getirsene!" diye ofisin içinden mutfağa doğru son kez bağırdım.

"Oraletsiz bir gün geçiriyor musun abla?" diyen Timuçin'e baktım sonra getirdiği oralete baktım.

"Tabii ki Timuçin bazı günleri oraletsiz geçiriyorum. Mesela hafta sonu evde oralet yapanım yok eğer evlere hizmete başlarsan o sorunu da halletmiş oluruz," diyerek Timuçin'e göz kırptım.

Bu sıcakta taktığı bereyi ona çok yakıştırmıştım. Evlat olsa sevilirdi bu tatlişko haliyle. Rengarenk beresi yeşilimsi gözlerine çok iyi uymuştu. Birazcık kilo alsa daha çok göze gelebilirdi.

"Her gün oralet içmek vitamin depolarına zarar veriyormuş abla bence hafta sonu sen su iç daha faydalı. Kilo da yapmaz..."

"Timuçin demek sen su ile besleniyorsun ondan böyle çöp gibisin! Sırrını benimle paylaştığın için sağ ol ama benim forma girmeye ihtiyacım yok. Zaten çok çıtırım!"

"Mehir, ne karar aldınız? Reklamda oynayacaksın değil mi?"

"Hayır, istifa ettim."

"Ama neden?" Rüya'ya durumu derine inmeden yani hayatımla ilgili gerçekleri söylemeden reklamda oynamayacağımı anlattım.

Son oraletimi içip eşyalarımı toplarken ister istemez bir hüzün bastı beni ve imdadıma Remzi yetişti. Zavallım nasılda ağlamaklı bakıyordu. Hiç unutmayacaklarım listemin en başında olmaya adaydı.

"Mehir keşke istifa etmeseydin. Biz seni çok sevmiştik!" dedi ve omzuma kocaman başını koydu. Esans kokusu burnumun direğini sızlatırken oksijenimi katlettiği için o an Remzi'yi boğabilirdim.

"Remzi sen bizi mi dinliyordun?" dedim ve zorla kendimi Remzi'nin göbek yörüngesinden çıkardım. Ben Rüya'ya olayı anlatırken meğerse o yerin kulağı Remzi'ymiş ve bizi dinlemiş.

"Yok ya öyle geçerken duydum!" dedi ve yanakları al al oldu. 'Çok tatlısın Remziğğğğ' diyerek Ğ'yi katleden iç sesim sanırım kendini 15 yaşında hissediyordu. Al yanak seven kaç iç ses olabilir ki?

"Anladım. Gitmem lazım ama dışarıda görüşürüz yine, gittiğim için üzülmeyin."

"Mehir ama aynı şey değil ki! Mehirsiz bir Rüya düşünemiyorum artık. Lütfen vazgeç ve bizimle kal!" diyen Rüya'ya sevgiyle baktım. Sanırım İstanbul'da kazandığım en güzel şey Rüya'nın dostluğuydu.

"Ev arkadaşı istersen bana taşınabilirsin Rüyacığım. Hem daha sık görüşmüş oluruz," dedim ve bu teklifi yaparken kesinlikle ev işlerini düşünmedim! Altı üstü iki tabak bir çanak değil mi? Bulaşıktır yıkanır, yemektir alası yapılır, ben Mehir Kahraman'ım dünyanın gelmiş geçmiş en iyi ev kızıyım hahayt! Neyse ki yalandan ölünmüyordu!

"Ailemle kaldığım için ev arkadaşın olamam ama seni çok özleyeceğimi bilmelisin," dedi ve bana sımsıkı sarıldı.

"Ben de sizi çok özleyeceğim."

  ***

  


Loading...
0%