@asmira
|
5
Taksiye atlayıp üniversiteye giderken arabasız olmanın acısını yaşıyordum. Kim bilir bu taksiye nasıl pasaklı insanlar binmişti hatta sidiklerini koltuğa döküp 'su döküldü' diyerek olay yerinden uzaklaşmışlardı. Bu düşünceler beynimde cirit atarken, vücudum kaşınmaya başlamıştı bile... Vücudumun kaşıntısı, acil banyo yap yoksa uyuz olacaksın, diye alarm verme biçimiydi. "Abla nereye gidiyoruz?" diyen taksiciye baktım, sonra bakmaya doyamadım bir daha baktım. Yok ya bildiğin bana 'abla' demişti! Benden büyük olduğuna kalıbımı basar ve ziyan olmayayım diye seksi kalıbımı duvara asardım. "Amca beni mimarlık fakültesine bırak," dedim. "Tamam, hallederiz bacım!" dedi, bacım kelimesine bastırarak. Bacılar götürsün seni taksici! Daha demin abla diyordun, bacım nerden çıktı ha? Karşında bir güzellik abidesi varken insan kur yapar be! Başının kelliğinden utan be taksici! Yol boyunca açık hava futbol izler gibi adamın başının üstünde kalan bir tutam saç telinin rüzgârla mücadelesini izledim sonra not defterimi çantamdan çıkardım ve aklıma gelen bir iki satırı yazmaya başladım. 'Dalgalanır rüzgârda siyah saçların, ahu zardır bakışların, Taksici için yolları uzattım ama yaranamadım. Bir tel saçına hayran kaldım. Ne olurdu zalim, bana bacı gözüyle bakmasaydın!' "Geldik bacım!" diyen taksiciye parasını uzattım ve "Üstü kalsın!" dedim. Adam birden bana farklı bakmaya başlamıştı. Fakir ama gururlu genç misali "Nistemez uleyn!" diye bağırıp bana tokadı basacak gibi bakıyordu. "Sağ ol bacım, çok makbule geçti," dedi ve bakışlarında birden minnet gördüm. Parmağında gördüğüm yüzüğü ise iç sesim gördü. Ben dünya gözüyle görmeyi reddetsem de iç benliğimin gönül gözü ne yazık ki açıktı. Taksiciye takılan gözümü sökerek aldım ve kalemin kafasını ısırıp öfkeyle kendime bir not yazmaya başladım. 'Yıldızlı not: Kel ve göbekli barajını geçenlerin önce yüzük parmağına bakmayı unutma.' *** Fakülteye vardığımda derse yarım saat geciktiğimi fark ettim. Kapıyı çaldım ve içeriye önce burnumu uzattım. Sonra ilk adımımı attım ve 'bismillah' dedim. Dersler başlayalı bir hafta olmuştu ama ben kayıt işlemleri ve yeni evime adapte olma bahanesi ile daha erken İstanbul'a gelmiştim. Babam da ilerde şirkete faydam olur ümidiyle annem onay verince, beni hemen okumaya yollamıştı. Babamın bu kadar kolay tav olacağını bilseydim hamilelik yalanını anneme söylemezdim. Gerçi söylemesem babamı ikna eder ve beni İstanbul'a göndermezdi. Bizim evin reisi annemdir ama biz babammış gibi yaparız. Annem ise elindeki gücün farkında değildi. Ben farkında olduğum için bunu gayet iyi kullanabiliyordum. "Kızım kapıda ne dikiliyorsun? Girsene içeri!" diyen hocama uykudan yeni uyanmış gibi baktım. Kapı arasında annemi ne ara özleyip geçmişe gitmiştim anlamadım. Sınıfa göz atıp en arka sıralardan birine geçip oturdum. Koca manzarası yerine hoca manzarası ile idare etmeye başladım. Salaş elbisesiyle resmiyetin canına okuyan hoca ile göz göze geldik, defalarca ve fesat iç sesim bu işin altına başka iş aradı. Sözlüye kaldıracak gibi bakıyordu ama o sözlü muhabbetini lise sıralarında bırakmıştım. Bir daha ne söz ne nişan ne de düğün gündemimde olmamıştı. Gönlümü eylesin yeter... Tekrar kapı çaldı ve ardından ağır çekimde açıldı. Önce tozlanmış beyaz spor ayakkabı gördüm. Sonra adamın uzun boyundan dolayı, çık çık sıfatına ulaşamadığım genç adam başını yere eğip düşen bir lirasını arıyordu. Başını yerden kaldırdığında gördüğüm yanık tenli, kahve gözlü, siyaha yakın dağınık saçlarıyla artistik poz çizen gencin siması beni haftalar öncesine götürüp getirmişti. Gözlerime inanamıyordum! Ben delirdim ve iç sesim görmek istediklerini beynimde kurup görüyordu. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırır gibi hızla kapattım açtım ama sonuç aynıydı. Bu oydu! Şansıma tükürmek istiyorum ama şansım yere yapıştığı için yere tükürmek olmazdı. 'Çevremizi temiz tutalım lütfen!' Sosyal mesajımı kendime verdikten sonra asıl meseleye döndüm. Mehir kaçsın kaslı erkekler ise kovalasın. Durum bu! Kalender Meşrep'ten daha yeni kurtulmuştum değil mi? Acaba bende kas çekilmesi mi var? En sonunda bir yerlerime kramp girecek ve daha fazla kaçamayıp kaderime razı geleceğim. "Garson!" dedim sesli bir şekilde ve anında elimle ağzımı kapadım. Lokantada olsaydım bu yaptığım normal karşılanırdı, ancak yüksek lisans yaptığınız bir fakültenin sınıfında söylüyorsanız bu hiç hoş karşılanmayabilirdi. O ara bilmem kaç kişilik sınıfın bana baktığını gözlerimi kapatsam bile farkındaydım. "İyi misin, ateşin mi çıktı kızım?" diyen hoca hanıma baktım. Kadının bu laf ittirmesi ile şahtım, şahbaz oldum. Sınıf hocanın bu tavrının üstüne sesli gülmeye başlamıştı. Sinirlenmeyeceğim, bende olsam bu duruma gülerdim. Hayır, kimse Mehir Kahraman'a böyle alenen gülemez! "Ergen misiniz, çok mu komik, ezik miyim ben?" dedim ama sınıf beni takmayınca daha yüksek sesle bağırıp elimi sıraya vurdum. "Mal mısınız? Kime diyorum, gülmeyin! Sinirlenirsem fena olur!" dedim ve çemkirmiş olmanın verdiği rahatlıkla yerime oturdum ve arkama yaslandım. "Tamam, kızım kimse bir şey demedi! Sakin!" diyerek bana çıkışan hocaya baktım. Başımı mahcup bir şekilde önüme eğdim. "Girebilir miyim Handan hocam?" dedi kapıdaki garson. 'Hocalar yesin seni! O benim hocam nerden senin hocan oluyor' diye soracakken düşen jetonumun etkisiyle beynimde az önceki anahtar kelime hecelenerek yankılandı: 'Ho-cam! Sektir bee!' dedim içimden ve olaya ayıldım. Lanet girsin! O yakışıklı ve baklavalı garson benim sınıf arkadaşım! Handan Hoca yüzünde bir tebessümle garsona baktı. Tatlı sesiyle, "Geç bakalım ama bir daha gecikme olur mu?" dedi. Garsonun onaylar gibi başını eğmesiyle rahatça derse döndü. Gözlerim ile garsonu taciz ederken bana doğru geldiğini gördüm. Koskoca amfide oturacak yer kalmamış gibi yanıma oturdu. "Bir isteğiniz var mıydı?" dedi ve kulağımın dibine iyice sokuldu. Fısıltısı ile bana kal geldi. Oh may kebap! Nefesi kebap kokuyordu! "Yok!" dedim ve sonra vazgeçtim. "Var!" dedim. Mümkün olabilecek en kibar halimle, "Lütfen, sektirip gider misin?" dedim. Yamuk bir gülüşle kulağıma doğru tekrar fısıldadı. "Siparişinizi almadan gidemem. Kararsızsanız size menü getirebilirim," dedi ve çok utandım! Yerin dibine girdim ve yeraltı dünyasının prensesi oldum. Annem beni prenses olmam için doğurmuştu. Genç adamın etki alanından ışık hızıyla çıktım ve mağrur kadın havalarımda, "Gölge etmeyin başka ihsan istemez," dedim. Bu defa sosyal mesafenin canına okuyarak, resmen dudakları kulağıma yapışacak şekilde boğuk bir sesle fısıldadı. "Müşteriler velinimetimizdir gerekirse gölgeleri oluruz." Onun kahve gözlerine derin yeşillerimle bakarak tek kaşımı kaldırdım. "Kardeş anlamıyorsun herhalde uza diyorum!" Hocayı unuttuğum bu anlarda arka sıralarda olmanın avantajını yaşıyordum. "Kardeş deme lazım olur!" "Çok komiksin ama tipim değilsin maalesef!" Çalışkan öğrenciymişim gibi hocanın söylediklerini not almaya başladım. Bana konuşmadan bakmaya devam eden kaslı su aygırını görmezden gelmek en iyisiydi. Aradan nerdeyse bir saat geçmişti ve hoca durmadan anlatmaya devam ediyordu. Ara sıra yanımdaki aygıra ters bakış atmayı ihmal etmiyordum. "Dersimiz bu kadar arkadaşlar herkese iyi günler!" Herkes ayağa kalkıp giderken yanımdaki su aygırı oturmaya devam ediyordu. Diğer yanım duvara bitişik olduğu için onun kalkması gerekiyordu. "Ders bitti, öğle paydosundayız ama sen duvarlarla ek ders yapacaksın sanırım, ben aranızdan çekileyim en iyisi!" diyerek ayağa kalktım. Garsonun yol vermesini bekledim. Bekle bekle, seni sensiz sevmeyi öğrendim, diye durum atacaktım artık. "Oturr!" dedi haşin bir şekilde, ben çok etkilendim ve âşık oldum. Sonra 'Evlen benimle kadın' dedi ve eridim. Gerdek gecesinde hamile kaldım ve üçüzlerimiz oldu. Sonra o yaşlandı. Ben hep aynı kaldım. Çocuklarımın arkadaşları 'ablan mı?' dedi. Seksi üçüzlerim beni gururla gösterip 'O bizim seksi annemiz' deyince şaşırdılar. Yanımdaki adamı sorup 'Deden mi?' dediler, 'Kocam' dedim yıkıldılar. Hayatın adaletsizliği ile kocam kalp krizi geçirdi ve öldü. Bende yeni bir koca ile evlendim. Düğünde beni görenler parmağını ısırdı. Lanet girsin! Çok seksi bir gelin olmuştum ve düğünümde bile evlilik teklifleri almıştım. Hepsi kel ve göbekliydi. "Otur, dedim. Duymuyor musun?" diyen üçgen vücutlu, dörtgen yüzlü genç adamın iç açıları toplamından bir sonuca varamayınca içimdeki huzura vardım. Ve bir şeyin daha farkına vardım. Bu herif, kenafir gözlerini bana dikmiş zehirli diliyle bana emir veriyordu! "Oturamam bende kıl dönmesi var!" dedim. "Bende de asabiyet var!" dedi ve gözlerimin yeşil çimlerini ezdi. "Yemişim asabiyetini!" dedim ve geleneksel olarak yapmam gerekeni yaptım. Bir kızın en güçlü silahı kalemi ya da kelamı değil çantasıdır. Bende bu geleneğe uygun davrandım ve yakışıklı kafasına çantamı indirdim. O an pişman oldum çünkü çantamda kırılacak eşyalar vardı. Aynam ya da tarağım kırılmış olabilirdi. Far takımım, allığım hatta parfüm şişem bile kırılmış olabilirdi. Garsonu acile götürüp röntgen çektirmek yerine çantamı açıp hasar kontrolü yapmaya karar verdim. Her şey sağlamdı. Rahat bir nefes alacaktım ki su aygırının sesi ile irkildim. "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bana bağırarak ayağa kalktı. Elini başına götürüp kan kontrolü yaptı. Taş vücutlu erkeklerin kafası da taş gibi oluyormuş, denendi ve onaylandı. "Asabiyetine darbe indirdim!" Çantamı koluma astım. Oturduğum yere bastıktan sonra sıraya çıktım. Uzun sıranın üzerinde bir manken edası ile yürüdüm. Zeytin güzeli seçildiğim lise yıllarımı hatırladım. Bir an podyumdaymışım gibi bir hisse kapıldım ama tek seyircim şaşkın bir garsondu. O taş gibi mankenlerden tek eksiğim yüzlerce seyircimin olmamasıydı. "Hop! Hop! Nereye!" dedi ve hızla önüme geçmeye çalıştı. Ben sıradan atlayıp yere ineceğime bir kas yığının üzerine düştüm. "Kaslarına lanet girsin! Canım acıdı!" Sanki az önce bağıran ben değilmişim gibi kolları sarmaşık gibi belime sarıldı. Haliyle edepli kız halim uyandı ve yeşil gözlerimi kısarak "Çek toynaklarını üzerimden garson!" diye tısladım. Su aygırı gibi etkilenmeden düştüğü yerden benimle birlikte kalktı. An itibari ile adamın kucağındaydım ve adam iki sendeleyip beni iyice kollarının arasında sabitlemişti. Birazdan gelin odasına girecekmişim gibi hissettim. Gelinliğim olmadan olmaz kaprisine başlayacaktım ki ayaklarımın üzerine indirildim. "Bir daha bana garson deme!" diyerek arkasını dönüp gitmeye başladı. "Sen kimsin be! İstediğimi söylerim garson bozuntusu!" dedim ve garsonun peşinden tıkır tıkır yürümeye başladım. Birden durup "Benim adım Kahraman!" dedi sinirle ve çenemden tutup gözlerini gözlerime dikti. "Mehir Kahraman." "Demek isimlerimizi hemen birbirine yakıştırdın. Mehir ve Kahraman! Çok hızlısın!" dedi ve çarpılan yüz ifademle 'ne diyosun sen gardaş' moduna girdim. "Kahraman benim soyadım!" dedim ve sınıftan çıkıp gittim. Arkamdan bu kez garson seslendi. "Desene hep beni beklemişsin!" dedi ve yüzsüzce gülümsedi. Gülünce çenesinde bir gamze belirdi. Tatlımsı bir yüzü vardı ve kesinlikle mimar tipi yoktu bu herifte. Manken olması konusunda ısrarcıydım. "Çok bekledim ama boşuna beklediğimi şimdi anladım!" dedim ve koyduğum laf ile içimin yağları eridi. O yağları şişelere doldurdum. Serbest piyasaya doğal yağ diye sürdüm ve yok sattı. Bu sayede babamı ekonomik krizden çıkardığımı söylemiş miydim? Arkamda bıraktığım su aygırını pas geçip ondan hızla uzaklaştım ve kendimi kantine attım. Öğleden sonraki derste kantinde tanıştığım Semra adında bir kızın yanında oturdum. Kahraman bu defa yanıma gelmek yerine iki sıra önümde oturmayı tercih etti. Semra'dan hangi ders kitaplarını alacağımı öğrendikten sonra geçen hafta derslere katılmadığıma hiç pişman olmadım.
|
0% |