@aster_el
|
- 2. Bölüm -
KANLI GÜN
--------------------------------------------------------------------
Kapının ardından yoğun bir uğultu geliyordu. Herkes mutlu ve neşeliydi. Biraz sonra kapı aralanacak ve bizde içeriye adımlayacaktık. Kalbim göğüs kafesimi dövüyordu. Nedeni neydi bilmiyorum ama çok heyecanlanmıştım.
Acaba Dylan beni dansa kaldırır mıydı? Aklıma gelen soruyla kalbim daha hızlı atmaya başladı. Kendi kendime Ya kaldırırsa demekten alıkoyamadım. Fazla heyecanlı olan hayal dünyamdan çıkmam gerekiyordu. Ellerimi yüzüme götürmek için kaldırdım ama kaldırmaz olaydım. Biran şaşkınlıkla elimden aşağıya kayan su damlasını takip ettim. Bu su nereden gelmişti? Elimin teri olabilir miydi? Tamam ellerim terliyordu ama bu kadarını ilk defa görüyordum. Elimden resmen su damlıyordu. İnanılır gibi değildi. Kimsenin görmemiş olmasını umut ederek ellerimi eteğime bastırdım ve çaresizlikle etrafıma baktım.
Herkes kendi alemindeydi. Neyse ki kimse görmemişti. Derin bir nefesi alıp bıraktım. Bir kaç kere tekrarladım bunu. Heyecanlanmamalıydım eğer heyecanlanırsam ellerim terlerdi ve bu tam bir rezaletti. Kimse eli terleyen bir prensesi sevmezdi. Sakinleşmiştim ve elim de kumaşa sürmüştüm. Tamam, iyiydim.
Bir anda yanımda duran muhafız kuvvetli bir şekilde borazana üfledi. Çıkan sesle irkilmiş olsam da belli etmemeye çalıştım. Hem kim olsa yanında çıkan yüksek sesten irkilirdi. Borazan normalde pek kullanılmazdı şimdi ki zaman da ama ailelerimiz geleneklere sadık kalmayı tercih ediyordu. Eskiden olanların bir gün unutulmasından korkuyor bu yüzden geleneklerimizi bize aşılıyorlardı.
Borazanın sesini duyan diğer taraftaki muhafızlar görkemli kapıyı araladı. Kapının açılmasıyla bütün sesler kesildi. Herkesin bakışları bize döndü. Bakışlar üzerimde olunca bir an duruşumu daha da dikleştirme gereği hissettim. Doğruyu söylemek gerekirse gerilmiştim. Evet, her sene bunu tekrarlıyordum ama bir türlü alışamıyordum. Acaba diğerleri de böyle hissediyor muydu?
Kapı açılınca önce bizi devasa bir kalabalık karşılamıştı. Varislerin oturacağı tahtlar salonun bir ucunda. Kral ve kraliçenin oturacağı tahtlar salonun bir ucundaydı. Orta alan dans için boşken etrafına davetliler konumlandırılmıştı. Salonun dizaynıyla bizzat ilgilenmiştim. Tabii Abimi, Alex’i ve Katana’yı da atlayamazdım. Salon için bir sürü şekil belirlemiştik ama en iyisi bu gibi gözükmüştü gözümüze. Kralı ve varisleri halk ile çevrelemiştim çünkü bu akşam bir saldırı bekliyordum. Üzgünüm Katana düşünmemeye çalışacağımı söylemiştim ama yanılmıştım. O zaman bile buna inanmamıştım sadece inanmak istemiştim. Bu zihin ve bu kalp bende olduğu sürece bana rahat yoktu.
Sakin ve küçük adımlarla salonda ilerlemeye başladık. Kafamı dik tuttum ve gözlerimi karşıya sabitledim. Tam bu sırada tiz bir melodi yükseldi. Hala bütün gözler üzerimizdeydi bunu hissediyordum. Melodiye diğer enstrümanlarda eklenirken biz neredeyse yolu yarılamıştık. Bir adım, bir nota. Bir adım, bir ritim. Bir adım, bir melodi.
Tahtımın önündeydim. Arkamı döndüm ve önce davetlilere selam verdim. Zarif olmaya çalışıyordum ama dışarıdan bu çabam nasıl gözüküyordu bilmiyordum. Selamımı verdikten sonra tahtıma oturdum. Daha doğrusu oturduk. Hepimiz senkronize olmuş bir şeklide hareket ediyorduk. Ben selam verirken onlarda vermiş, ben tahtıma otururken onlarda tahtına oturmuştu. Biz oturduktan sonra bütün sesler susmuştu. Kısa süren bir sessizliğin ardından babam konuşmasını yapmak için ayağa kalktı. Bütün gözler krala döndü.
“Sevgili halkım, bizi bu kutsal günümüzde yine yalnız bırakmadığınız için size şükranlarımı sunuyorum,” diye babam konuşmasına giriş yaptı.
“On sekiz yıl önce nice zorluklarla kazandığımız bu toprakları tanrı bize varislerimizi sunarak ödüllendirdi. O zamanlarda ki gibi bugün de yanımızda durdunuz ve bize buraya gelerek şeref verdiniz.” Babam ellerini iki yana açtı ve konuşmasının bittiğini işaret etti. Tahtına oturduğu sırada davetliler ayağa kalktı ve salonu büyük bir alkış tufanı ele geçirdi. Babam elini havaya kaldırdığında davetliler yerlerine oturdu. Bu sefer salonda yüksek tonda melodiler yükselmeye başladı. Davetliler konuşmalarına kaldıkları yerden devam ederlerken derin bir nefes aldım. Kral konuşmasını yapmıştı. Melodiler yankılanıyordu ve herkes kendi halindeydi. Şimdi sırada kral ve kraliçenin ilk dansı vardı. Ardından varislerin dansı. Sonrasında ise bol danslı uzun bir gece vardı. Tabii bir aksilik çıkmazsa bu saydıklarım gerçekleşecekti. Şu ana kadar bir sorun çıkmamıştı ve umuyordum ki çıkmayacaktı.
Biraz sonra kral ve kraliçe ilk dansı açacaktı. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Salonun sonunda, kral tahtının arka çaprazında duran Katana’yı görünce durdum. Etrafa göz attığını ve kaşlarını çattığını çok net seçebiliyordum. Bir süre sonra ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerini bana çevirdi. Hızlıca çatık kaşlarını yumuşattı ve dudaklarına sıcak bir tebessüm kondurdu.
Tek kaşım istemsizce havalandı ve ona sorgularcasına baktım. Ama o gülümsemesini sürdürünce aynı şekilde karşılık verip bakışlarımı başka yöne çevirdim. Yakınımda olacağını söylemişti ama o kral tahtının arkasında duruyordu. Arada az bir mesafe yoktu. Koskoca salondan bahsediyordum. Kötü düşünceler yine zihnime yayılmaya başladı.
Acaba bir sorun mu vardı?
Kralı korumak için mi orda duruyordu?
Bir sorun olmasaydı yakınımda dururdu öyle değil mi?
Bir anda yükselen borazan sesiyle düşüncelerim tuzla buz oldu. Uzun bir uykudan uyanmış gibi afalladım. Neler olduğunu anlamak için gözlerimle etrafı taradım. Kral ve kraliçe ilk danslarını yapmak için salonun ortasına doğru ilerliyordu. Onun haricinde başka hiçbir şey yoktu.
Bu kadar düşüncelerime dalmış olamazdım. Bir saldırı olacak diye diken üzerinde oturuyordum resmen. Zaten içimde kötü bir his vardı bir de buna Katana eklenmişti. Tuttuğumu bile yeni fark ettiğim nefesimi bıraktım ve yerine derin bir nefesi içime çektim. Yerimde hareketlenip sırtımı yumuşak taht minderlerine yapıştırdım. Hiç bir sorun olmayacaktı. Ben sadece kafamdan kuruyordum ve çok fazla abartıyordum.
Kendimi telkin etmeye çalışırken Katana tekrar görüş açıma girdi. Bu sefer yanında bir muhafız da vardı. Muhafız ona aceleyle bir şeyler anlatıyordu. Katana ise bir eliyle kılıcının kabzasını tutarken bir eliyle de çenesini kavramış, çatık kaşlarla ve ciddi bir suratla muhafızın dediklerini düşünüyordu. Bu sırada babam ve annem dönerek tam Katana’nın hizasına geldiler ve danslarına kaldıkları yerden devam etmeye başladılar. Harikaydı. Zaten buradan kıpırdayamıyordum bir de görüş açımı kapatmışlardı. Bir kolumu tahtın kenarına koydum ve elimi şakağımın üzerine bastırdım. Elimle bir süre orayı ovaladıktan sonra yerimde yeniden dikleştim. Yüzüme güzel bir gülümseme yerleştirdim her şey mükemmelmiş gibi. Hayır, değildi. Bir sorun vardı. Bunu en derinlerimde hissediyordum.
Memnuniyetle etrafı izleyen bir prenses görüntüsü yansıttım etrafa. İnsanlar bir sorun olduğunu bilmemeliydi. Özelliklede kanlı bir geçmişe sahip olan bu günde. Babamla annem tekrar döndüler ve başka bir yöne gittiler. Katana’nın olduğu yere baktım. Ama yoktu. Gözlerimi kapatıp tekrar açtım. Gerçekten yoktu. Kafamı hızlıca çevirip etrafa bakındım. Muhafızların arasında, yoktu. Davetlilerin arasında, yoktu. Kralın yanında, yoktu. Katana olması gereken hiçbir yerde yoktu.
“Vıolet,” Yanımda oturan abimin sesi bir fısıltıdan farksızdı. “Neler oluyor?” Endişemi fark etmiş olmalıydı. İçimdeki ses bir anda “Tabii fark eder seni aptal. Etrafa delirmişçesine bakıyorsun.” diye yükseldi. Gerçekten o kadar fark ettiriyor muydum?
Şu an bunun ne önemi vardı Vıolet? Hem sadece Amir’in fark ettiğine de emindim. Hemen yanımda oturuyordu ve aşırı dikkatli bir kişiliğe sahipti. Amir’in sorusunu yanıtlamak yerine gözlerimi bu sefer başkasını aramak üzere etrafta gezdirdim. Ve aradığımı çok geçmeden buldum. Alex hemen kapının yanında büyük bir ciddiyetle etrafa soğuk bakışlar atıyordu. Biraz uzağımda duran muhafızın gelmesi için elimi hafif kaldırdım. Bunu gören muhafız çok gecikmeden yanıma geldi. Muhafız hemen tahtımın yanında dikilirken ona bakmadan konuşmaya başladım. “Baş Muhafız Alex’in yanıma gelmesini söyle.” Muhafız selamını verdikten sonra hızla dediğimi yapmak için yanımdan ayrıldı. Sesimi sadece ikimizin duyabileceği şekilde çıkartmıştım ve bu da abimin kaşlarını çatmasına sebep olmuştu.
“Soruma cevap ver,” diye tekrar konuştu abim. Sesi bu sefer bir fısıltıdan çok hırıltı gibi çıkmıştı. Sinirlenmeye başlıyordu. Kafamı onun olduğu yöne doğru çevirdim ve yüzüme kocam bir gülümseme yerleştirdim. Abim bana bakmıyordu ama benim tarafıma doğru eğilmişti. Normalde benim de o şekilde durmam gerekirdi çünkü kimse varislerin aralarında fısıldaşmasını istemiyordu. Ama varislik kurallarının pek dinleyen biri olmadığım için bu şekilde durmam da bir sakınca görememiştim hem abimin de tepkisini ölçmek istiyordum. “Bir sorun yok abicim sadece muhafızdan bir şeyi getirmesini istedim.” Yan profilden kaşlarını çattığını gördüm. Harika bir yalan bravo, Vıolet. Amir sanki Alex buraya geldiğinde göremeyecekti. Aslında pek de yalan değildi sonuçta Alex’i getirmesini istemiştim. Off. İyice saçmalıyordum. “Gerçekten,” diyerek inanması sağlamaya çalıştım.
Amir kafasını bana çevirdi. Kaşları hala çatıktı ve dudakları ince bir çizgiyi andırıyordu. Ona yalan söylediğim için sinirliydi. Ve Vıolet inandırdığını sanarak inandıramama da bir galibiyet daha kazanmış olmuştu. “Bana gerçekleri söyle Vıolet,” diye dudaklarının arasından fısıldadı. Derin bir nefes verdim. Endişelenmemeleri için söylememeye çalışmıştım ama kendileri bu işe bulaşmıştı. “Katana’yı göremedim. Olması gereken hiçbir yerde yok. Ve...” sonunu getirmedim sözlerimin çünkü Amir sesli bir şekilde kıkırdadı. Bu sefer ben kaşlarımı çattım. Bunda gülünecek ne vardı? “Ve sende kız ortada yok diye ortalığı ayağa mı kaldırıyorsun?” diye sözümü devre aldı. “Endişelenmeyi bırak minik kardeşim bu gece sorunsuz geçecek ve Katana’yı da rahat bırak. Kıza iki dakika nefes aldırmıyorsun.” Minik kardeşim mi demişti o bana? Ve Katana’ya İki dakika nefes aldırmadığımı mı iddia etmişti?
Ona cevap vermeden tahtıma geri çekildim ve sırtımı minderlere yasladım. Neden ciddiye almıyorlardı ki beni? Minik kardeşimmiş. Aynı zamanda doğduğumuzu yüzüne haykırmak isterdim ama zamanı değildi. Hem normal bir zamanda olsak bu kadar endişe etmezdim ama normal bir zamanda değildik!
Bu gün kanlı bir geçmişe sahipti. Gökyüzü tarafından kanla mühürlenmişti. Bir krallık yıkılmış beş krallık yükselmişti. Varisler doğmuştu. Ve ortalıkta neredeyse o günleri aratmayacak katliamlar yapan bir suikastçı dolanıyordu ama herkes bana fazla abarttığımı mı söylüyordu?
Hayır, hayır ben abartmıyordum. Bugünün tarihini o kadar çok araştırmıştım ki Amir’den daha çok şey bildiğime emindim. Diğer varisler sadece koyu kalemle yazılmış başlıklara bakmıştı alttaki bilgileri okumaya gerek duymamıştı. Ben ise kendimi kütüphaneye kapatmış bütün tarihçeyi okumuştum. Bu gün hakkında ki görüşlerimi dikkate almak zorundalardı!
“Prenses Vıolet,” Alex’in sesi arka çaprazımdan geliyordu. “Beni çağırmışsınız. Bir sorun mu var?” Evet, bana kalırsa var Alex. Ortada koca bir sorun var ama kimse bunu görmüyor. Böyle söyleyemeyeceğim için kelimeleri değiştirdim ve cümlemi sesli olarak dile getirdim. “Katara...” Borazanın boğuk ve rahatsız edici sesi hemen yan tarafımda ki muhafız tarafından kulaklarıma doldurulunca susmak zorunda kaldım. Kısa bir kulak çınlamasının ardından normale döndüm. Borazan burada çalınmıştı. Bunun anlamı varislerin dansıydı. Hızlıca Alex’e doğru yöneldim. “Katara, onu bana bul Alex.” Alex gözlerini kısıp sorgulayıcı bakışlar atsa da tek dizinin üzerine çöküp yumruk yaptığı elini göğsünün üzerine koydu. “Emriniz olur prensesim.” Alex, sessizce geri çekilip görüş açımdan çıktı. Çok kısa bir süre sonra dans için kalkacaktım. İçim içimi yerken nasıl dans edebilirdim ki?
Sakin olmalısın kızım yoksa ellerin yine terlemeye başlayacak. Dans için kalkacaksın ve ellerinin terlememesi gerekiyor. Hem Alex Katara’yı yerin yedi kat dibine bile girse bulurdu. Bir olay çıkacak olsa bile çoktan çıkardı. Bu son danstı bundan sonrası davetlilere aitti. Olacak olsa şu an olurdu. Hem suikastçının da pek beklemeyi sevmediğini tahmin ediyordum. Derin bir nefesi içime çektim ve sırtımı minderlerden ayırdım. Düşüncelerim kısa bir süreliğine rahatlamama neden olmuştu.
Borazan sesinden sonra enstrümanın tiz sesi sessizliği bir bıçak gibi kesti. Gözlerimi yerden çektim ve tek tek insanların yüzlerine baktım. Hepsinin ağzı kulaklarına varıyordu. Çok mutlulardı. Olabilecek senaryoları kurmayı bırakıp benimde mutlu olmam gerekiyordu. Kısa bir süreliğine babamla gözlerimiz kesişti. O da aynı benim gibi insanlara bakıyordu. Ne kadar mutlu olduklarını izliyordu. Geçmişte yaptıkları için gurur duyuyordu. Yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Bende aynı şekilde karşılık verdim ve gözlerimi kaçırdım. İnanlara büyük bir gülümsemeyle baktığımı zannediyordum ama dudaklarımı kıvırmamıştım bile.
Varislerin dansının zamanı gelmişti. Karşıma gelecek olan partnerimi beklemeye başladım. Her krallıkta varislerin dans edeceği kişiyi kraliçe belirlerdi böylelikle bir karmaşanın önüne geçilmiş olunurdu. Melodi yüksek tonlara çıktı. Bu partnerlerin karşımıza gelmesini söylerdi. Davetlilerin arasından bir kadın çıktı ve bize doğru gelmeye başladı. Saçlarını serbest bırakmış, omuzunun iki yanından aşağıya sallandırmıştı. Saçları kızıldı. Benim gibi... Yüzüne dikkat çekici boyalar sürmüştü. Hem de fazlasıyla dikkat çekici. Boydan boya saçlarıyla aynı renkte olan bir elbise giymişti. Kıyafetinin kumaşı parlıyordu ama üzerinde hiç bir süs yoktu. Omuzundan iki ince askısı vardı sadece ve derin bir göğüs dekoltesi vardı. Yaşını tahmin edemeyecektim ama gençti. Kız bize doğru geldikçe dikkatimi başka bir şey çekti. Kız adım attıkça elbisesinin yırtmacı dizine kadar açılıyordu.
İçimde ukde kalacak olan şeylerden biriydi bu. Prenseslerin yırtmaçlı giymesi yasaktı. Kızın bize ulaşmasına sadece bir kaç adım kalmıştı. Yüzünde kibirli ifade vardı. Gözlerimi kırpıştırdım. Kızın yüzünde gerçekten de kibirli bir ifade vardı. Üstelik varislere karşı. Ne zannediyordu ki bu kendini. Kısa bir an bakışlarımız kesişti. Yüzüne sinsi bir gülümseme yerleştirdi. Adımlarını daha da bastırdı. Burnunu kaldırdı ve resmen bana üstten baktı. Bir an kahkaha atasım gelse de yapmadım. Benim kim olduğumu bilmiyor mu diye bir soru yöneltmek çok saçma olurdu. Hangi alemde yaşıyordu o zaman bu kız. Ve yeni bir şey daha dikkatimi çekti. Kız her şeyiyle bana çok benziyordu. Kısa bir an Jennifer’a baktım. Şaka mı yapıyordu bu kadın. Gözlerimi tekrar kıza çevirdiğimde Dylan’ın tahtının önünde durduğunu fark ettim. Bir dakika Dylan’la dans etmeyecekti o değil mi?
Kız tekrardan gözünün kenarıyla bana baktı ve ona baktığımı görünce Dylan’a dudaklarını büzüp öpücük gönderdi. Hah çok komik. Komik bir şaka sadece. Cidden mi ya? Dylan ayağa kalktı ve kıza elini uzattı. Kız elini onun eline bırakırken gözlerinin parladığına yemin edebilirdim. Gözlerim ikisi arasında mekik dokurken onlar dans alanına doğru yol aldı. Diyecek bir şey bulamıyordum. Gerçekten Dylan’la dans etmesi için benim ucuz bir kopyamı mı bulmuşlardı?
Onlar dans alanına ulaştıklarında tiz ses tekrar yankılandı. Bütün dikkatimi gelecek kişiye yöneltmeye çalıştım. Davetlilerin arasından bu sefer bir adam çıktı. Gençti ve oldukça yakışıklıydı doğrusu. Üzerinde yeşil renkte bir ceket vardı. İçinde cekete göre daha açık tonda yeşil bir gömlek vardı. Pantolonu ise beyaz renkteydi. Saçları sarıydı ve geriye doğru taranmıştı. Saçlarının geriye taranması yeşil gözlerini ön plana çıkartmıştı. Acaba bu Noemi’nin mi yoksa benim mi partnerimdi. Kısa bir süre sonra cevabımı aldım. Adam Noemi’ye elini uzattı ve çok geçmeden dans alanına doğru adımlamaya başladılar.
Geriye abim ve ben kalmıştık. Acaba annem çocuklarına nasıl bir sürpriz hazırlamıştı. Hoş bana gayet iyi bir sürpriz hazırladığını görmüştüm. Kız gözlerimin içine bakarak dudaklarını büzmüştü. Bir prense. Bir baloda sadece dans etmesi için hazırlanılmış olmasına rağmen. Sanırım gerçekten hayal dünyasında yaşıyordu.
Tiz ses tekrardan salonda yankılandı. Davetliler arasından bir kız süzülerek görüş açımıza girdi. Saçları beyazdı. Bembeyaz saçlarına tezat olarak üzerindeki elbise ise simsiyahtı. Elbise kat kat aşağıya doğru iniyordu. Boyundan tek bir kalın askısı vardı. Onun haricinde dümdüz bir elbiseydi, üzerinde hiç taş yoktu. Beyaz saçlarını üstten bir topuz yapmış önden iki tutamı sallandırmıştı. Mavi gözleri ise kocamandı ve yüzünü süsleyen minik çilleri vardı. Oldukça masum görünüyordu. Abimin önünde durduğunda Amir ayağa kalkıp kıza elini uzattı. Kız elini tüy misali abimin avucuna bıraktıktan sonra abim kızın elinin üzerine küçük bir öpücük bıraktı. Kızın yanaklarına kanın nasıl hücum ettiğine bizzat şahit oldum. Sanırım birileri utanmıştı. Abim kızla beraber uzaklaştıklarında geriye bir tek ben kalmıştım. Niye her sene en son kalkan ben oluyordum ki? Bütün kraliçeler bunun için bir sözleşme falan mı imzalamıştı?
Partnerimi kaçırdıklarını düşünmeye başlamıştım ki ses tekrardan yükseldi. Heyecanla davetlilerin arasından çıkacak adamı beklemeye başladım. Sağ olsun kendileri beni fazla bekletmedi ve kalabalığın arasından sıyrıldı. Adamı görünce kısa bir süre ağzımın açık kaldığını düşündüm ama neyse ki hala dimdik duruyordum. Kumral saçlarını geriye taramıştı. Oldukça sert bir çehresi ve keskin yüz hatları vardı. Kaşları kalındı, dudakları ise dolgundu. Tanrı her şeyden fazla fazla vermişti sanırım. Geniş omuzları ve yapılı bir vücudu vardı ve boyunu hiç araya katmıyordum bile. Dylan ve Amir’den bile uzundu. Biz bu adamın bir prens olmadığında hem fikir miydik? Ben şahsen böyle bir varlığa prens haricinde bir itham yakıştıramıyordum. Karşıma geldiğinde ben daha kalkmadan elini uzattı. Dudaklarımın yukarıya doğru dans etmesine engel olamadım. Elimi benim için araladığı avucuna bıraktım ve ayağa kalktım. Ayağa kalktığımda o kadar yakındık ki göğüslerimiz nefes aldıkça bir birine çarpıyordu. Bakışlarımı kaçırdım istemsizce. Adam zaten benden çok uzundu resmen kafamı arkaya yatırmak zorunda kalıyordum. Elimi eteğimi tutmak için çekeceğim sırada avucunu kapattı ve bırakmama izin vermedi. Bir dakika ya neler oluyordu. İyi güzel etkilendik falan da bu kadar da değil. Elimi tekrar çekecektim ki çekmemem için sıktı. Kaşlarımı ilk önce çattım ardından ona bakarak kaşlarımı sorgularcasına kaldırdım. Bugün herkes kendi rolünü unutmuş muydu?
Adamın gözlerinin içine baktım ama bırakmamakta kararlı gibi görünüyordu. Daha fazla dikkat çekmemek için diğer elimle eteği tuttum ve elim onun avucundayken dans alanına doğru ilerledik. Tamam elimi öpse bir şey demezdim de bu bırakmıyordu. Diğer herkes partnerinin koluna girerek gelmişti ben ise elim havada, avucunun içinde. Sıkmayı bırakmıştı ve sanki elimi kırılacak bir şeymiş gibi taşıyordu.
Diğer varislerin arasına geldiğimizde hepimiz hayali bir köşeye geçtik. Kimse dans ederken çarpışmak istemezdi. Bu sefer daha farklı bir ritim de yankılanmaya başladı melodi. Ne hızlıydı ne de yavaş. Bir elimiz hala ayrılmamıştı. Biraz havaya kaldırdım ve dans pozisyonunu aldım. Bir elini belime sararken ben de bir elimi omuzuna koydum. Melodinin ritmine göre dans etmeye başladık. Karşımdaki adam gerçekten çok uzundu. Gözlerine değil omuzuna bakıyordum resmen. Kraliçeler partnerleri seçerken boyları da unutmamalıydı yoksa sonuç buydu. Kafamı yan tarafa çevirdim ve Dylan ile o kız görüş açıma girdiler. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı ve ilgiyle konuşuyorlardı. Kızın gözlerinin parladığını buradan bile seçebiliyordum. Bir bütün gibi hareket ediyorlardı. Neden bu kadar uyumlulardı ki? O kızın yerinde ben olsam nasıl olurdu diye hayal etmeden edemedim. Biz de bu kadar uyumlu hareket eder miydi? Melodilerin içinde kaybolur muyduk? Onunlayken gökyüzüne ulaşır mıydım?
İkisi de döndüklerinde yerlerine Amir ve partneri geldi. Onlar da çok uyumlu gibi görünüyorlardı. İster istemez sinirlerim bozuldu. Ne olurdu ki Elaria Krallığıyla düşman olmasaydık. Ne olurdu ki Dylan’la dans edebilseydim, onunla rahat rahat konuşabilseydim. Ona sevdiğimi söyleyebilseydim. Derin bir nefes verdim ve o an izlendiğimi hissettim. O kadar yoğun bir histi ki bir an donup kalmama neden oldu. Zihnimde ki bütün düşünceler silinmişti sadece saf bir karanlık kalmıştı. Bakışların sahibine doğru döndüm. Ve o sırada karşımdaki adamın beni ilgiyle izlediğini fark ettim. Kafamı yana doğru hafifçe yatırırken gözlerinin rengine anlam vermeye çalıştım. Daha önce hiç böyle bir göz rengi gördüğümü hatırlamıyordum. Karşımdaki adamın gözlerinin rengi griydi. Bildiğimiz griydi. Ve bir an o gözlerinde sislerin olduğunu ve hepsinin geri çekilip dağıldığına şahit oldum. Tamam iyice saçmalıyordum. Kafam allak bullaktı ve sağlıklı düşünemiyordum.
Kafamı tekrar eğdim ve eğdiğim gibi Dylan ve o kızı gördüm. Konuşup anın tadını çıkarıyorlardı. Peki ben neden onları düşünüp kendi anımın tadını çıkartmıyordum. Gözlerimi onlardan alıp bir an bile beni izlemeyi bırakmayan adama çevirdim.
Ona baktığımda dudakları yukarıya kıvrılmıştı ama o kadar minik ve kısa bir hareketti ki görüp görmediğimden emin olamadım. Şaşırmış ifademi silip yerine kararlı ama yumuşak bir ifade koydum. “Adını sormamak gibi bir kabalık ettim kusura bakma,” diyerek konuşmayı açmaya çalıştım. Yumuşak ama kesin bir dille “O kusur bana ait prenses size kendimi tanıtmadım,” diyerek karşılık verdi. Kibar biri gibi görünüyordu. Ve sesi çok garipti. Ne yumuşaktı ne de sert. Otoriter bir sese sahipti. Duyan kişi ne olursa olsun istediğini yapası geliyordu. Büyülü gibiydi.
Sözlerine karşılık küçük bir tebessüm armağan ettim. “Tanıt bakalım o zaman.” Resmiyetten çıkmıştım sanırım ama sonuçta konuştuklarımız ikimiz arasındaydı. “Tanıtalım o zaman,” diyerek beni taklit etti. “Ben Aaron. Tanıştığımıza memnun oldum prensesim.”
“Tanıştığıma memnun oldum Aaron. Benim de ismimi söylememe gerek var mı?” Bu gerçekten de çok saçma olurdu. Yavaşça kafasını salladı. “İsminiz herkesin dilinde prensesim ama bir de gerçek sahibinden duymayı çok isterim.” Sözleri hafif kıkırdamama sebep oldu. Dik durma gereği hissettim ve kafamı kaldırdım. Doğrudan mavilerimi onun grilerine kilitledim ve “Vıolet Flardoria,” dedim. “Flardoria’nın namı değer koyu kızıl saçlı prensesi.”
“Namınızın ve ithamlarınızın sandığınızdan daha çok bilindiğini söyleyebilirim prensesim ama ben sadece Vıolet’ı tercih ederim.” Ağzım resmen bir karış açık kalacaktı. İlk defa benimle böyle konuşan birine denk geliyordum. Kalbimin hızlandığını hissettim. Neyin nesiydi bu şimdi? Sakin olmalısın Vıolet yoksa ellerin terlemekten geri durmaz. Derin bir nefesi alıp bıraktım. Umarım kızarmamışımdır. Bir cümle nasıl bu kadar etkileyebilirdi?
Doğrusu bu adam sanki kalbimi okumuştu. Ben bile sadece Vıolet Flardoria olarak anılmak istesem de kendimi ithamlarımdan biriyle tanıtmıştım. “Biliyor musun Aaron,” aslında demek ve dememek arasında gidip geliyordum ama bir kere başlamıştık bir söze. “Seni sevdim.”
Karşımdaki adam bir an afallasa da hemen kendini toparladı. “Saolun prensesim.” Aslında iyi birine benziyordu, kuvvetli gibi de görünüyordu. Neden acaba kraliyet muhafızlarından biri değildi?
Aklıma gelen soruyu doğrudan ona yönelttim. “Neden kraliyet muhafızlarının arasında değilsin, Aaron?” Kaşları kısa bir süre çatıldı. Sanırım böyle bir şeyi sormamı beklemiyordu ama yine de sorumu cevapladı. “Bazı nedenlerden dolayı prensesim,” dedi. Gerçekten yazık olmuştu. Böyle birini muhafızların arasında görmeyi çok isterdim. Aaron “Sizden bahsedelim prensesim. Siz dururken benim kendimi anlatmam kabalık olur,” dediğinde hızlıca karşılık verdim. “Görünüşe göre sen zaten benim hakkımda oldukça bilgiye sahipsin. Asıl benim şımarık bir çocuk gibi kendimi anlatmam kabalık olur.” Evet, sanırım oldukça iyi devam ettirmiştim konuşmayı. Hem dediğim gibi o benim hakkımda olması gerektiği kadar bilgiye sahiptir ama ben onun hakkında bir bilgiye sahip değildim. Adı dışında.
Aramızda uzun süren bir sessizlik oluştu. Ben diyeceğimi demiştim onun konuşması gerekmiyor muydu? O konuşmaya devam etmeyince tekrardan yanımızda dans eden varislere baktım. Bakışlarım o yönde olsa da aklımda başka bir şeyler dönüyordu.
Aaron iyi birine benzese de hakkında hiçbir şey bilmiyordum. İçimi bir ürperti kapladı. Hiç tanımadığım ve bilgi sahibi olmadığım adamın dibinde dans ediyordum. Nereden bilebilirdim ki belki de şimdi belinden bir hançer çıkartıp beni öldürmeye kalkacaktı. Benim onun hakkında hiçbir şey bilmem onunsa benim ne kadar iyi dövüştüğümü bilmesi ayrı bir konuydu resmen.
“Prenses,” dediğinde gözlerimi ona çevirdim. Belki de gerçekten abartıyordum. Aaron bana zarar verecek birine benzemiyordu. “Efendim,” dedim konuşmasını devam ettirmesi için. “Onu gerçekten seviyorsun değil mi?” Ne? Bir dakika kimi? Sonuna kadar açtığım gözlerimle ona bakmaya devam ettim. O ise sözlerine devam etti şaşkınlığımı umursamadan. “Dans boyunca gözlerin onların üzerindeydi.” Daha yeni tanıştığım adam bile anlamış mıydı?
“Dans boyunca onlara baktın tabii anlar,” dedi iç sesim. Onun baktığı yere doğru baktım. Dylan’la kıza bakıyordu. Ben cevap vermeden konuşmaya devam etti. “O kız tamamen seni kopyalamış,” dedi rahatsız olduğunu belirten bir tonda. Sözlerine hala inanamazken birinin benimle aynı fikirde olmasının sevincini yaşıyordum. Tekrar bana döndüğünde onu izlediğimi gördü.
Aslında inanamayacak bir şey yoktu ortada ve dediğim gibi konuştuklarımız burada kalacaktı sonuçta. “Aynı şeyleri ben de düşünmüştüm,” dedim sesimi düz bir tonda tutmaya çalışarak. “Çok mutlu görünüyorlar,” dediğinde tekrar onlara baktım ve ne kadar haklı olduğunu gördüm. “Evet, öyle görünüyorlar.” Moralimin düşmesine engel olamadım. Kapıdan girmeden önceki halimden şimdi eser yoktu. Bunu fark etmiş olacak ki “Dans alanının yıldızları olalım mı prensesim?” diye bir soru yöneltti. Ona baktığımda gözlerim parladığını hissettim. Neden olmasın diye geçirdim içimden. Varislerin arasında en iyi dans eden her zaman ben olmuştum. Hem şimdi olmayacaksa başka ne zaman olacaktı. Azıcık eğlencenin kimseye zararı dokunmazdı. Tek kaşımı sorgularcasına kaldırdım. “Ne kadar iyi dans edersin Aaron.” Bir süre düşünüyormuş gibi yaptı ve bu da gülmeme neden oldu. Güldüğümü görünce o da gülümsedi. Amacının moralimi yükseltmek olduğunu daha yeni anlıyordum. Diğer yıllara göre bu partnerimi sevmiştim. “Görüp göremeyeceğiniz kadar iyi,” dediğinde diğer kaşımda kendiliğinden kalktı. “Fazla iddialısın,” dediğimde bilmiş bir ifadeyle “Her konuda,” dedi. Bu adama iyice kanım kaynıyordu.
“Tamam o zaman. Olalım salonun parlayan yıldızları.” Sözlerime hareketleriyle karşılık verdi. Tuttuğundan beri ilk defa bıraktığı elini belime sardı ve beni havaya kaldırdı. Hareketlerimizle eş zamanlı olarak melodide yükseldi ve bizi takip etmeye çalıştı. Ani hareketlerine hızlıca adapte oldum. Yere indiğimde ellerimizi bu sefer ben birleştirdim. Bir adımı mı ona doğru atarken o da eş zamanlı olarak geriye doğru attı. Bu sefer o öne attı adımını. Adımını atar atmaz ben geriye çekildim. Adımlarımız bu şekilde devam ederken hem kendi etrafımızda hem de diğer varislerin etrafında dönüyorduk. O kadar hızlı hareket ediyorduk ki enstrümanlar daha da hızlanmak zorunda kalmıştı.
Dans etmeyi ve dövüşmeyi hep birbirine benzetirdim. İkisinde de bir sonraki hamleni belirlemen ve adımını ona göre atman gerekirdi. Yanlış adım demek ölüm demekti. İkisinde de vücudunu ve zihnini kullanırdın. İçinden geldiği gibi dövüşürdün veya dans ederdin. Bu yüzden ikisinde de çok iyiydim. Partnerimin de dansta hakkını yemek istemezdim gerçekten. Çevik, güçlü ve kıvraktı. Hareketlerimiz birbirimizi tamamlayacak şekildeydi. Bazı yerlerde sert bazı yerlerde yumuşak hareketler yapıyorduk. Dans ve dövüşün uyumu gibiydi bu yaptığımız.
O kadar hızlı hareket ediyorduk ki kesik kesik nefes alıyordum. Göğsüm hızla inip kalkarken etrafıma kısaca göz attım. Diğer varisler kenara çekilmiş ve bize yer açmışlardı. Davetliler, hatta salonda ki herkes nefesini tutmuş bir şekilde bizi seyrediyordu.
Aaron ile gözlerimiz kısa bir an kesişti. Kararlılıkla birbirimize bakıp kafamızı olumlu anlamda yavaşça salladık. Ellerimizi omuzlarımıza koyduk ve bir anda birbirimizi çok güçlü bir şekilde ittik. Ellerimizi kolumuz boyunca kaydırdık. Ellerimiz bir zincir gibi birbirine kenetlendiğinde Aaron kısa bir süre nefes almam için zaman tanıdı. Derin bir nefesi göğüs kafeslerime hapsettiğimde Aaron beni kendine doğru çekti. Dönerek Aaron’a doğru ilerlerken eteğimin ve saçlarımın havada süzüldüğünü görebiliyordum. Herkes Aaron’un beni kollarının arasına almasını ve dansımızı bitirmemizi bekliyordu ama bizim kapanışımız daha farklı olacaktı. Aaron ben ona çarpmadan hemen önce belimi kavradı ve beni havaya doğru fırlattı. Evet, resmen fırlattı. Umarım partnerim kapanışımızı mahvetmezdi ve beni tutardı. Çok kısa saniyelerin sonunda kendimi partnerimin kollarında buldum. İkimizde nefes nefese bir birimize bakarken salonda ki herkes ayağa kalktı ve bizi alkışladı. Salonda yankılanan sese karşı kafamı çevirdim. O kadar büyük bir ses yankılanıyordu kral bile konuşmasını yaptığında bu kadar alkış almamıştı. Gözlerime inanamıyordum.
“İşte bunu kopyalayamazlar,” diye fısıldadı kulağıma eğlendiğini belli eden bir tınıyla. Yüzümde ki koca gülümsemeyle ona doğru döndüm. “Bir daha tekrarlayamayacak olmamız ne kadar kötü, her sene senin kadar iyi partnerlere denk gelemiyorum,” dedim acıklı bir sesle ama hala gülümsemeye devam ediyordum. Beni yere bırakırken “İstediğiniz zaman, tekrar prenses,” dedi. Sözlerine karşı tekrar gülümsedim. “İstediğim zaman mı?” diye onaylanmak istedim. “İstediğin zaman,” dedi kararlılıkla. Tehditkar ama neşeli bir ses tonuyla “Yerin yedi kat dibine bile girsen bulurum seni Aaron,” dedim. Sözlerime gülümserken kafasını ihtiyatla salladı. “Bulmana gerek yok aradığın zaman zaten orada olacağım.” İkimiz de aynı hizada geriye doğru çekildik. O bir elini beline koyarken bir elini öne doğru uzatarak selamladı. Aynı zamanda bende eteklerimi kaldırıp dizlerimi hafif kırdım ve başımla selam verdim.
Herkes yerine otururken varislerle partnerleri de vedalaşmak ve güzel bir gece geçirdiklerini söylemek için bir süre daha dans alanına kaldı. Ben Aaron’a baktım ve sadece gözlerimi kırptım. Biz zaten gecenin yıldızı olmuştuk. Yıllarca konuşulacaktık. Onun da dediği gibi bunu kopyalayamayacaklardı. Diğer varislerden önce tahtıma oturdum ve sırtımı yumuşak taht minderlerine yapıştırdım. Yorulmuştum ama değmişti. Bir anlık boşluğa düşünce sorunlarım tekrardan zihnime dolmaya başladı. Oysa ki demin ne kadar mutluydum. Hiçbir şey düşünmüyor sadece dans ediyordum. İlk defa böyle gülümsediğimi fark ettim ve bu yeni bir gülümsemeye kapı araladı.
Diğer varislerde yerlerine döndüğünde ince bir tonda melodi yankılanmaya başladı. Davetlilerin bir çoğu çiftlerini dansa kaldırırken sessizce onları izlemeye koyuldum. Derin bir nefes verdim. Bir sorun çıkmayacaktı. Endişem yersizdi. Tanrıya şükür diğerlerinin dediği gibi olmuştu. Ama aklımı kurcalan hala bir kaç şey vardı. Bunlardan birisi Katana ve Alex’ti. İkisi de uzun bir süredir ortada yoktu. Umarım ki ikisinin de iyi bir açıklaması olurdu. Çünkü sorgulamam o kadar kolay olamayacaktı. Annem kadar iyi yapamasam da bir şeyler öğrenmiştim.
Amir’in bana doğru yaklaştığını hissettim. Kafamı yana çevirdiğimde bana doğru eğildiğini gördüm. Ve tuhaf bir şekilde dans eden davetlilere değil de direk gözlerimin içine bakıyordu. “O dans da neyin nesiydi öyle,” dedi meraklı bir sesle. Dans eden davetlilere doğru döndüm ardından omuz silktim. “Her sene aynı şekilde dans ediyorduk, farklı bir hava katmak istedim.”
“Partnerin de oldukça iyi dans ediyordu. Normalde böyle bir dans için aylarca prova yapılır biliyorsun. Üstelik bunu uyum içerisinde yapmak ise daha fazla zamanını alır,” dedi meraklı ve sorgular bir şekilde. Sanırım kafasında olan bitenleri değerlendiriyordu. “Bir anda bunu yapmayı nasıl başardınız?” dediğinde ona doğru döndüm. Tekrar omzumu silktim. “Bilmem,” dedim. “ Sadece gecenin yıldızı olalım mı diye bir teklif aldım ve olanlar oldu. Bu söylediklerinin bende farkındayım abi. Oldukça zor bir şey yaptık. Ve bunu yapacağımızı konuşmadık bile. Sadece birbirimize kararlı bir şekilde baktık.”
“Garip. Ama oldukça iyi bir iş çıkardığınızı söylemek isterim. Herkes hayranlıkla sizi seyrediyordu,” dediğinde bu tekrardan gülümsememe neden oldu. Önüne doğru döndüğünde ben hala ona bakıyordum. “Kızın adı neymiş? Dansınız nasıldı?” derken yüzüme munzur bir ifade yerleştirmiştim. Bana bakmadı ve demin ona yaptığım gibi omuz silkti. “Rylena,” diyerek beni başından atmaya çalıştı. “Amir,” diye itiraz ettim. “Anlatsana işte ben sana anlattım.”
“Dansınızın nasıl geçtiğini ya da adını sormamıştım sadece nasıl yaptınız diye sormuştum hatırlatırım,” dediğinde bende önüme döndüm. Düşüncelerimi dile getirmekten çekinmedim. “Sinir bozucusun,” dediğimde dudaklarının hafifçe kıvrıldığını gördüm. Hala sinir bozucuydu.
Bir süre daha davetlileri izledim. O sırada salona giremeden önce aklıma gelen soru tekrar gün yüzü buldu. Acaba Dylan beni dansa kaldırır mıydı? Kendi kendime istemsizce kafamı salladım. Bu sorunun cevabını hiç alamayacaktım. Gerçekleşme ihtimali bile olmayan bir şey için kendimi umutlandırmam gerekiyordu. Hem dans ettim desek sonrasında olabilecek şeyleri düşünmek dahi istemiyordum. Değer miydi peki? Kısa bir süre Dylan’la dans etmem ardındaki zorluklara değer miydi? Kalbim buna Evet diye haykırsa da mantığım Hayır diyordu. Olduğum yerde resmen kendi kendime savaş veriyordum. Kalbim ve mantığım her daim bir savaş içinde oluyordu ve bu savaştan tek yaralı çıkan ben oluyordum.
Boğazıma bir yumru oturduğunda yutkunmaya çalıştım ama çok zordu. Kendimi boğuluyor gibi hissediyordum. Büyük bir nefesi içime çekmeye çalıştım ama başaramadım. Bir elimi göğsüme doğru bastırırken yavaşça Amir’e döndüm. Çatallı çıkan bir sesle “Beni bir süre idare et,” dedim. Hızlıca ayağa kalktım. Bir an önce buradan uzaklaşmak istiyordum. Sanki her şey üzerime doğru geliyordu ve ben her şeyin altında kalıyordum. Bileğimi tuttuğunda kafamı arkaya çevirdim. “Nereye?” dedi kısaca. “Sadece hava alacağım,” dedim. Kolumu bıraktığında eteğimi tuttum ve kapıya doğru ilerlemeye başladım. Dans eden insanlara çarpmamak için duvar kenarlarını seçmiştim. Hızlı adımlarla yolumu tamamladım ve şükürler olsun ki kimse durdurmaya kalmadı. Kapının önüne geldiğimde muhafızlar iki kanadı da sonuna kadar araladı. Muhafızların dizili olduğu koridoru geçtikten sonra kendimi ilk gördüğüm koridora attım. Sırtımı duvara yaslarken elimi havada sallayıp rüzgar yapmaya çalışıyordum.
Böyle bir soru neden aklıma gelmişti ki? Her şey pembeyken, gerçeklerle mora boyanmıştı. Sırtımı duvardan ayırdım. Şimdi daha iyiydim. Boğazıma oturan yumrudan kurtulmuştum ve boğulduğum sudan çıkmıştım. Hava değişimi iyi gelmişti. Baloları her ne kadar sevsem de bazen gerçekten boğucu olabiliyordu.
Koridorda yürümeye başladım. Hemen geri dönmek istemiyordum. Amir’e zaten beni idare etmesini söylemiştim. Derince çektiğim havayı ciğerlerime doldurdum. Gerçekler benim için her zaman boğucu olmuştu. Ve bazen onlardan kaçarak kurtulurdum.
Bir kaç koridor geçmiştim ve şuan olduğum koridorda hiç muhafız yoktu. Bir elimi duvara sürterken ilerlemeye devam ettim. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Bir şeyi de aramıyordum. Sadece önüme çıkan koridorlara giriyor ve gerçeklerden kaçıyordum. Dylan ile olamayacağımız gerçeğinden.
Koridor sonlandığında tek gidiş yönü olan sağ tarafa döndüm. Koridor diğerlerine göre daha karanlıktı. Sadece bir meşale yanıyordu ve o da benim uzağımdaydı. İlerledikçe bir şey dikkatimi çekti. Meşalenin aydınlattığı yerin biraz daha ilerisinde yerde duran bir karartı vardı. Olduğum yerde durdum. Gözlerimle etrafı taramaya başladım. Elim bacağıma doğru gitti ama elbisenin kumaşına çarpınca durdum. Lanet olsun ki üzerimde elbise vardı ve hançerim yanımda yoktu. Umarım orada yatan kişi balonun şerefine bira içmiş ve nöbet yerinde uyuya kalmış bir muhafızdı. Yavaş adımlarla karartıya doğru ilerlemeye başladım. Bu sırada hareket alanımı hesaplamaya çalışıyordum. Sadece ellerimi ve kuvvetimi kullanabilirdim.
Yerde yatan kişiyle aramda sadece bir kaç adım kalmıştı. Meşaleyi uzandım ve yerinden çıkardım. Bir adım daha atmıştım ki ayağıma bir sıvının bulaştığını hissettim. Gözlerimi kapayıp olabildiğince sıktım. Bu sıvıyı nerede olsa tanırdım. Sıcaktı ve yapışkandı.
Birileri yaralanmıştı. Ama kimdi? Daha doğrusu, kim yaralamıştı? Bir adım daha attım. Resmen kan gölüne adımlıyordum. Kanı ayağımın altında hissederken yatan kişiye odaklanmaya çalıştım. Meşaleyi öne doğru tuttum ve yatan kişinin yüzünü aydınlatmasını sağladım.
Yerde yatan kişinin sırtı dönüktü ama ben onu nerede olsa tanırdım. Ellerimin titremesiyle meşaleyi kan gölünün içerisine düşürdüm. Ellerim titrerken yere doğru eğildim. Elbisem artık gerçek anlamda kan kırmızıydı. Öne doğru eğilip yerde yatan kişinin yüzünü çevirdim. Dostumun kanlarla kaplı olan yüzünü görünce dudaklarımdan kontrol edemediğim bir çığlık döküldü. Kanlanmış elimi dudaklarımın üzerine bastırdım. Kan kokusu o kadar keskindi ki eğer alışkın olmasaydım midemdeki her şeyi çıkartıyor olurdum. Sağ gözümden soğuk bir buz damlası düştü ve aşağıya kayarak kan birikintisine karıştı.
Titrek bir nefes verip kendimi toparlamaya çalıştım. Şu an ağlamamın veya çığlık atmamın zamanı değildi. Dostum oldukça kan kaybetmişti ve kaybetmeye de devam ediyordu. Vücuduna bakıp yaranın nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Karanlık işimi olduğundan daha çok zorlaştırıyordu. Biraz daha dikkatli baktığımda karın kısmında bir kesik olduğunu fark ettim. Hızlıca eteğimin bir kenarını yırtmaya koyuldum. Yırttığım parçayı yarasına batırdıktan sonra oturur pozisyona getirmeye çalıştım. Oturur pozisyona getirdiğimde bir kolunu omzuma attım. Bir elimi karnına bastırırken bir elimi de beline doladım. Bütün gücümü kullanarak kendimi ve onu bu kan gölünden kurtardım.
Tek yapmam gereken muhafızların olduğu yere kadar dostumu taşımaktı. Her bir adımımı onunla atmaya çalışıyordum. Bilinci kapalıydı ve çok kan kaybetmişti. İster istemez salondan daha erken ayrılmadığım için kendimden nefret ettim. Arkadaşım burada canıyla uğraşırken benim orada melodiler eşliğinde dans etmem kendimden iğrenmeme neden oldu.
Muhafızların dizili olduğu koridora son bir duvar kalmıştı. Titrek bir nefes daha verdim. Dizlerim acıyordu. Kollarım ağrıyordu. Nefes alamıyordum. “Dayan,” diye fısıldadım. Ama bunu hangimiz için demiştim bilmiyordum. Duvarı dönmeden hemen önce “Muhafızlar!” diye kükredim. Duvarı döndüğümde ise hepsinin suratı bembeyaz kesildi. Hızlıca öne atılarak dostumu benim omuzlarımdan aldılar. Her ne kadar dik durmaya çalışsam da dayanacak gücüm kalmamıştı. Dizlerimin üzerine düştüğümde son kez kanlı yüzünü gördüm. Kanlı yüzünden ise vücuduna doğru kaydı gözlerim. Ve o an fark ettiğim şeyle içim daha da burkuldu. İmkanı varmış gibi daha da kahroldum.
Katara’nın yarası sadece karnında değildi. Her yerindeydi. Vücudunun çoğu yerinde sayamayacağım kadar kesiği vardı.
Arkamda bir el hissettiğim de hiç bir tepki vermedim. El beni kollarımdan tutup ayağa kaldırdığında ondan destek aldım. Muhafızlar arkadaşımı götürdüklerinde onlarla birlikte gitmek istedim ama o gücü kendimde bulamadım. Bir elimle duvara tutunurken diğer elimle yanımdaki muhafıza tutundum.
Sanki onca kesik benim bedenimde açılmış gibi canım yanıyordu. O kadar kanı ben kaybetmişim gibi bilincim gidiyordu. Gözlerim ellerime ve üzerime kaydı. Dostumun, muhafızımın, sırdaşımın kanı. Her yerimdeydi.
İlk defa onu bu kadar kötü halde görüyordum. Baş muhafızdı o. En iyileriydi. Eğitimleri birlikte yapardık. Yara almazdı o. Onu bu hale kim getirebilir di aklım almıyordu. Düşünme yetimi kaybetmiştim adeta.
Elimi muhafızdan çekerken “Dayan Katara,” diye fısıldadım. “Dayan ki seni bu hale getireni söyle bana,” diye sıktığım dişlerimin arasından fısıldadım. Nefes alamaya çalıştım ama aldığım her nefeste göğüs kafeslerim acıyor, bir iğne gibi batıyordu.
Kulağıma melodiler dolmaya başladığında yer ve zaman kavramımı geri kazandım. Güçlü durmak zorundaydım. Katana’ya bunu yapanın bulmalı ve onu daha beter hale getirmeliydim. İçimde ki öfkenin iyice taştığını hissediyordum.
Sarayın baş muhafızı burada canıyla uğraşırken içerdekiler hala dans ediyordu. Bir an sinirden gözümün döndüğünü sandım. Duvardan ve muhafızdan kurtulup sert adımlarla kapıya ilerledim. Biraz önce kendimde ayakta duracak gücü bulamazken şimdi kapıya adımlıyordum. Yapacağım şeyin çok yanlış olduğunu biliyordum ama hesap sorma isteğiyle yanıp kavruluyordum. Kontrolümü iyice kaybetmiştim. Kapının yanındaki muhafızlara gerek duymadan kapının iki kanadını da kendim ittirerek açtım. “Durun!” diye hiddetle bağırdım.
Salonda ki bütün sesler kesildi. Beni gören Babam ve annem tahtlarından kalktılar. Salonda ki herkeste gözlerimi dolaştırdım. Davetliler durmuş , Melodiler susmuş, varisler ayaklanmıştı. Herkesin beni baştan aşağıya süzmesini umursamadan onlara baktım. Elbisem kana bulanmıştı ve uçlarından kanlar damlıyordu. Ellerim ve ayaklarım tamamen kan içerisinde kalmıştı. Yüzümün ortasında kanlı bir el izi vardı. Ama ben bunların hiç birini umursamadım. “Baş muhafız Katara,” diye bağırdım. Sesim o kadar güçlü ve sert çıkmıştı ki daha önce böyle bir ses tonunu hiç işitmemiştim. “Bu üzerimdeki kanların sahibi,” dedim aynı ses tonuyla. “Suikasta uğradı!” diye bağırdım. Sesim büyük salonda yankılandı. Kulaklarımı kendi sesim doldururken daha fazla dayanamayıp arkamı döndüm. Sadece bakıyorlardı. Şok içerisinde sadece bakıyorlardı. Muhafızlar bile hareket etmemişti. Hızlı adımlarla koridoru tamamladım ve şifa hanenin yolunu tuttum.
--------------------------------------------------------------------
|
0% |