@aswiium0
|
Aslında yarı texting bir kurgu olacak bu ama ilk bölümü texting yapmak istemedim. Bir hevesle yazmaya başladım. Umarım sonunu getirebilirim. Biraz heyecanlıyım yapamam diye de korkuyorum. İnşallah yapabilirim 🥹🫶 Medya: Gökçe Ve Gizem'i anımsattı bana🩷
Yazar'dan, yakmak için kalpten başlardı. İlk önce kalbini yakar, ardından o yangın her yere yayılırdı. İnsanın içinin küllerini savurur ardından ruhuna geçerdi. Ruhunda külleri savrulur ve geriye aciz bir beden kalırdı. Boş bir beden. Duygular kalp ve ruhtan gelirdi. Kalbi ve ruhu yanmış, kül olmuş bir insan şu dünya üzerinde ne ifade ederdi ki? Duygudan mahrum bomboş bir beden ne yapabilirdi ki? Hiçbir şey. Genç adam da bunun farkındaydı. Aynı kaldırım taşına oturmuş. Aynı boş gözlerle etrafı seyrediyordu. Genç adamın önce kalbi ardından ruhu yanmıştı. Onun için dünya griden ibaretti. Ne beyaz kadar temiz. Ne siyah kadar kirli. Gri. Sadece gri. Onun renkleri kaybolmuştu. En sevdiği renk maviydi. Ama artık en sevdiği rengi göremiyordu. Onun için hayat bitmiş miydi? Genç adam onun için hayatın bittiğini düşünüyordu. Düşünmemeliydi öyle annesi hep demez miydi "Her zaman umut vardır oğlum. Sen yeter ki görmeyi öğren." Görmeyi öğrenmeliydi genç adam.
Gökçe Çisem'den, kızlarla geçen eğlenceli bir günden sonra eve tek başına gitmek gerçekten çok büyük yük oluyor insana yahu. Ne olurdu sanki tek başıma yürümesem de yanımda bir sevgilim olsa? Evet, tamam. Boş hayaller bunlar. Nazımı tribimi kimse çekemezmiş benim. Babam öyle söylüyor. Gerçi ona kalsa bir o çeker benim nazımı tribimi. Babam hayatımda çok büyük bir yer kaplıyor. Hem hayatımda hem kalbimde. Babam bana her şey oldu. Bir anne, baba, abla, abi, kardeş... Annemi hiç tanımadım, bilmedim. Babama sordum. O da hiç cevaplamadı. Tek bildiğim şey ismi ve hepde öyle kaldı. Leyla Karaca annem olan ama annem olmayan o kadın. Ona benziyor muyum? Bilmiyorum. Yaşıyor mu? Bilmiyorum. Yaşıyorsa mutlu mu? Bir ailesi var mı? Bilmiyorum. Yaşıyorsa umarım mutludur. Annesizliği hep hissettim. Her zaman bir yanım buruk kaldı ama babam yanımdaydı. Her ne kadar onsuzluk kötü olsa da umarım mutludur. Kimseye kin güdemem ben. Kimseyi seçtikleri yüzünden suçlayamam da. "Anne" O hayatı seçti o hayatı yaşıyor -ya da öldü- iyi ya da kötü bir yaşamı var artık beni ilgilendirmiyor. Onun için diyebileceğim tek şey 'Umarım mutludur'. Ben mutluyum. Herkes mutluluğu hak eder. Düşüncelerimden kaldırımın kenarında oturan genci görmemle sıyrıldım. Ne kadar boş ve duygusuz seyrediyordu etrafı. Hatta etrafa bile bakmıyordu. Tek bir noktaya odaklanmıştı. Sanki o noktadan gözünü ayırsa orada her ne varsa yok olacakmış gibi. Durumu tüylerimi ürpertti. Kim duygularından mahrum kalmayı ister ki? Ben istemem. Aslında duygularından arınmamıştır belki de. İçinde yaşadıklarını bilemeyiz ki. Boş gözlerle etrafa bakan birisinin içinde fırtınalar kopuyordur belki. O yansıtmazsa bunu bilemeyiz sonuçta. Belki de biliriz, görürüz ve görmemezlikten geliriz. Umarım onu görmemezlikten gelen kimse yoktur. 2 gün sonra... Aynı yoldan yürüyordum yine aynı saatlerde ve o genç yine aynı yerinde aynı şekilde o noktaya bakıyordu. Buradan hiç kalkmıyor olabilir mi? Sanmıyorum tesadüftür belkide bu sadece ikinci geçişim sonuçta. Peki şuan ben ne mi yapıyordum? Taşınacağım evden geliyordum. Evi temizledim ve diğer evdeki eşyaları yarın buraya getirecektik. Daha doğrusu nakliyat şirketi getirecekti. Bir an önce eve taşınmak istiyordum. Çünkü bu ev taşıma işi epeyce stresli oluyor. Telefonumun sesi ile irkildim. Çünkü orada oturan gence dalmış bir vaziyette düşünüyordum. Çalan telefonumun sesi ile genç anlık olarak benden tarafa döndü. Kahretsin. Onu incelediğimi sandı. Arkamı dönüp hızlı adımlarla otobüs durağına ilerledim. Telefonu açıp kulağıma dayadım. "Alo. Kızım ne yapıyorsun?" Babamın sesi biraz olsun beni yatıştırmıştı. Yanlış anlaşılmanın verdiği his beni fazlasıyla germişti çünkü. "Eve dönüyorum baba. Sen ne yapıyorsun?" Saçma bir soruydu sanırım çünkü kesinlikle futbol maçı izliyordur. "Ne yapayım kızım? Maç izliyorum. Maç bitiyor tekrarını izliyorum. Klasik pazarlardan birisi işte." Çıkardığım mırıldanma ile onu onayladım. Bir kaç dakika ikimizde sessiz kaldık. Babamın sessiz kalışı bile iyi geliyordu bana. "Ne yaptın prensesim eve yerleşebildin mi? " Hayır baba daha yerleşemedim. Oradan dönüyorum zaten şimdi. Giz'le evi temizledik yarın da nakliyeciler eşyaları taşırlar" "İyi o zaman güzel kızım. Şimdi kapatmam lazım sonra yine konuşalım olur mu? "Tamam babacığım. Görüşürüz." Babama öpücük atıp telefonu kapattım. Zaten eve gelmiştim. Ilık bir duş alıp üzerime temiz pijamalarımı giydim ve tertemiz yatağıma girip en güzelinden bir uyku çektim. Ertesi günün akşamı... Evi Giz yani Gizem ile yerleştirip yemek yemiştik. Şimdi de Giz kendi evine gidiyordu. Buraya pek uzak sayılmazdı. O kendi evine giderken ben de bakkala gidecektim. Giz yolun sağ tarafına geçti ve gözden kayboldu. Ben yürürken yine aynı yerde o genci gördüm. Üç olmuştu. Ama gündüz yoktu. Sadece geceleri mi geliyordu buraya? 1 gün sonra... Elimde sıcak çikolata ile balkona çıktım. Bu sefer onu görmemeyi ümit ediyordum. Her gece onu buraya getiren şey ne olabilir diye içim içimi yiyordu. Başımı balkonda sarkıtıp hafif sol tarafa döndüm. Oradaydı. Dördüncü gün olmuştu. Dört gecedir her gece buraya geliyordu. Neden? Ertesi gün... İşlerimi halletmiş telefonda konuşarak evi turluyordum. Bunu yapmayan ben normalim demesin. Ya da ben anormalimdir bilemiyorum. Şuan Gizemle eski sevgilisini tartışıyorduk. Bir yıldır unutamadığı uçak mühendisliği okuyan çocuğu. Gerçi şuan okulu bitmiştir sanırım. "Giz yeter artık. Adını duymak istemiyorum şu çocuğun." "Ama benim suçum Gökçe. Ayrıldım ve ben unutamıyorum. Nerede adalet? Ben neden unutamıyorum bu herifi? " "Giz aptalın tekisin bebeğim. Kendin ayrılıyorsun ve kusura bakma balım ama it gibi özleyip sayıklıyorsun 1 yıldır." Gerçekten öyleydi. Gizem bu çocuğu seviyordu. Ama severek ayrılmak zorunda kalmışlardı. Severek ayrılmak kadar berbat bir şey var mıdır? Zannetmiyorum. "Sanki bilmiyorsun nedenini Gökçe. Neyse kapatmam lazım şimdi. Yarın ararım. Öptüm." Suratıma mı kapattı az önce o? Saate baktım. 22.16 idi koşarak balkona geçtim ve aynı yere baktım. Yine oradaydı. Beşinci gündü bu. Her gün saatlerce o, boşluğu ben ise onu seyrediyordum. Onda beni kendine çeken şeyler vardı. Sebebini bilmediğim şeyler. Ertesi gün... İşten yorgun argın dönüp kendimi ılık suyun altına bıraktım. Set son zamanlarda çok yoğundu. Yeni dergi kapakları için fotoğrafları çekmem ve ardından düzenlemem gerekiyordu. Çekimi bugün bitirmiştim. Geriye sadece düzenlemesi kalmıştı. Duştan çıkıp üzerime gri eşofman takımımı giydim. Saçlarımı kurutup cilt bakımımı yapıp bilgisayarımı elime aldım. Saatlerdir fotoğraf düzenlemek ile uğraşıyordum ama sonunda bitmişti. Uzun uğraşlarıma da değmişti. Geriye sadece mail olarak atmak kaldı. Salondaki yerimden kalkıp amerikan mutfak olan mutfağıma geçtim. Kendime acı bir kahve yapıp yerime tekrar oturdum ve maili Yeliz Hanıma gönderdim. Aklıma kaldırımda ki çocuk geldiğinde koşarak balkona çıktım. Yine oradaydı altıncı gün olmuştu. Her geçen gün onu daha çok merak ediyordum. Umarım bu merak başıma bela açmazdı. 2 gün sonra... Şuan babamla çok büyük bir kavga etmek üzereydik sanırım. Sinirlerime hakim olamıyordum. Babam da bu konuda fazla iyi sayılmazdı zaten. "Allah aşkına baba bu nereden çıktı? " "Ben istiyorum Gökçe! Yeter artık söyletme beni." Babam bana bağırmıştı... "Gelmiyorum baba! 3 yıldır burada kendi düzenimde yaşıyorum. Sana kim ne dedi bilmiyorum ama ben oraya gelmeyeceğim." "Gökçe sözümü ikiletiyor musun sen benim?" "Evet baba. Lütfen kapatalım mı? Daha fazla tartışmak istemiyorum." Kendimi dizginlemeliydim babamdı o. Ne olursa olsun beni büyüten kişiydi o. Cevap bile vermeden telefonu suratıma kapatmıştı. Telefonda konuşurken dolmayan gözlerim şimdi dolmaya başlamıştı. Gözlerimin yanmasından anlamıştım. Sağ gözümden bir yaş düştü. Daha onu silemeden sol gözümden de düştü bir damla. Ama bu kadardı sadece iki damla. Rahatlamak için kendimi balkona attım. Oradaydı bugün tam sekiz gün olmuştu. Bir hafta. Bir hafta bir gündür onu izliyor, izledikçe merak tüm beynimi ele geçiriyordu. 2 gün sonra... İki gündür işlerim berbat gidiyordu. Zaten daha 1 yıldır çalışıyordum. Tecrübeli değildim. Yine de bir şeyler için çaba sarf ediyordum. Çantamdaki anahtarı çıkarıp kapıyı açtım ve içeri girdim. Saat daha 16.39 idi fırsattan istifade duşa girdim. Su sanki bütün dertlerimi ve yorgunluğumu alıp gidiyordu. Duşta biraz daha zaman geçirip çıktım. Rahat bir şeyler giyip saçımı taradım. Kurutmaya gerek duymadan koridoru geçerek mutfağa girdim. En basitinden bana yetecek kadar makarna yaptım yanında biraz salata yapıp yedim. Yarım saate kadar yağmur yağmaya başlamıştı. Saate bakmak için telefonu elime aldığımda babam aramaya başladı. Bekletmeden açıp telefonu kulağıma götürmemle babamın yüksek sesi kulaklarımı buldu. Uzun bir kavganın ardından kendimi yine balkona attım. Yağmur yağıyordu ve o yine aynı yerde oturuyordu. Dayanamadım. İçerden battaniye alıp aşağı indim. Bir kez bile düşünmeden yanına gittim ve battaniyeyi omuzlarına örttüm. Çünkü ikinci kez düşünseydim bunu yapamazdım. Battaniyeyi üzerine bıraktıktan sonra yanına oturdum. Bana baktı. Baktı ve baktı... O bakarken gerildim. Çok gerildim. Ama o battaniyenin bir ucunu benim omuzlarıma bıraktı. Gözlerimi ona çevirdim o ise zaten bana bakıyordu. O an anlamıştım. O duygusuz değildi. Onun içinde fırtınalar kopuyordu. Ondan gözlerimi ayırmadım o ise tekrar baktığı noktaya döndü. Yağmurun altında saatlerce ikimizde bir noktaya odaklandık. O boşluğa ben ise ona. Gözlerimi yavaş yavaş açmaya başladığımda gözüme güneş geliyordu. Başım ise birisinin omzundaydı. Aklıma dün gece geldiğinde heyecanlandım ve başımı ona çevirdim. Uyumuyordu. Hâlâ aynı yere bakıyordu. Uyandığımı anlayınca bana baktı. Ardından ayağa kalktı ve elini tutmam için uzattı. Birkaç saniye duraksadıktan sonra ellini tuttum ve beni de kaldırdı. Daha sonra arkasına bile bakmadan gitti. Bu çocuğu bulmalıydım. Kimdi öğrenmeliydim. Ondaki beni kendine çeken şey her neyse durmadan devam ediyor ve artık katlanılmaz noktaya geliyordu. Kesinlikle onu bulmalıydım.
|
0% |