Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.BÖLÜM

@asyamevsim

‘Prof. Dr.Oğuz Duman yıllardır planlamasını ve hazırlığını yaptığı deneyin ilk adımlarını yakın zamanda atacağı bilgisini almış bulunmaktayız…’ Elimdeki kupayı masaya bırakıp televizyon kumandasını aldım ve televizyonu kapattıktan sonra koltuğun üzerine fırlatıp, omuzumla kafamın arasına sıkıştırdığım telefonu elime alıp kulağıma götürdüm.

“Selin hanım sizi anlıyorum ama siz de beni anlayın. Bir değil iki değil artık. Her seferinde sizin için göz ardı ettim ama bu kadarı da fazla. O haberleri bulmak için gecemi gündüzüme katıyorum. Sonra biri çıkıp bütün emeğimi üstüne alıyor. Buna daha ne kadar katlanmamı bekliyorsunuz.” Bir yandan telefonla konuşuyorken diğer yardan evin içinde dört dönüyordum.

“Bak Gazel anlıyorum ama bu sektör böyle bunu sende biliyorsun, inan elimden gelse engel olurum ama maalesef ki gelmiyor.” Hala daha beni sakinleştirmeye çalışmasına inanamıyorum.

Derin bir iç çekip konuşmaya devam ettim “Selin hanım lütfen daha fazla bu konuşmayı uzatmayalım. Ama şunu bilinki bir haberim daha çalınırsa çirkinleşmeyeceğim hakkında bir garanti veremem.”

“Anlıyorum. O zaman pazartesi günü olan toplantıda görüşürüz.”

“Görüşürüz Selin hanım.” Telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Çalınan haberlerimin haddi hesabı yoktu. Ama beni asıl deli eden şey, çaldıklarını asla kanıtlayamadığımdı. Selin hanım beni dinliyordu, ama zamanla onunda sadece şirkette sorun çıkmaması için beni manipüle ettiğini fark etmiştim. Bende bir karar verdim. Şu an üzerinde çalıştığım haber bir vurgun olabilir. Bu haberle terfiye alma ihtimalım çok yüksek, çalınma ihtimalini göze alamazdım. Araştırmamın bitmesi için tek bir şey kalmıştı. Oğuz Dumanın çalıştığı hastaneye gidip kendisiyle bir röportaj yapıcam. Son soru işaretlerinin cevapları onda.

Masanın üstündeki kasenin içinden arabamın anahtarı, askılıktan da kahverengi paltomu alıp üzerime giydim. Havada kasım ayında olduğumuzdan kuru bir soğuk vardı. Son bir kez kapının yanındaki aynadan kendime bakıp evden çıktım.

Yaklaşık yirmi dakikalık bir sürüşten sonra şirketin kapısının önündeydim. Arabayı park edip, binaya girdim. Binanın içini loş sarı ışık kümeleri aydınlattığından oldukça sıcak bir ambiyans hakimdi. Girişin tam ortasında turnikelerle aynı hizada danışma kısmı vardı. Danışmadaki Selma abla beni görünce küçük bir gülümsemeyle baş selamı verdi, bende aynı şekilde selam verip yanına yaklaştım. “Selma abla, günaydın. Gökhan bey geldi mi?”

“Senden bir beş dakika önce geldi.”

Selma abla buradaki en sevdiğim insanlardan biriydi her sabah selam verip, boş zamanlarımızda birbirimizle hoş sohbetler ederdik.“Tamamdır, teşekkür ederim. Kolay gelsin.”dedikten sonra tekrar tebessüm edip hızlıca turnikelerden geçtikten sonra asansörle ofise çıktım. Gökhan beyden izin alıp tekrar yola çıkmalıydım. Oğuz Duman’nın asistanından aldığım randevuya bir saat kalmıştı. Geç kalmamalıyım yoksa bir daha randevu almam çok zor olur.

                                                        ***

Gereken izin alıp tekrardan yola düşmüştüm. Hastaneye varmam biraz sürmüştü ama ne mutlu ki geç kalmamıştım. Onca trafiğe rağmen…

Kontağı kapatıp, torpidodan kayıt cihazımı aldım ve arabadan çıkıp hastaneye doğru ilerledim.

Bina her ne kadar modern bir yapı olsada karanlık bir havaya sahipti. Üç katlı bu hastane Oğuz beyin yönettiği başarılı ruh ve sinir hastalıklarından biriydi. Oğuz Duman bilim ve sağlık alanlarındaki başarısının yanında oldukça varlıklıydı da. Bu da bir çok şeyde ona fazlaca olanak sağlamıştı. Ülkenin bir çok yerinde Rehabilitasyon merkezleri ile Ruh ve Sinir Hastalıkları hastaneleri yönetiyordu.

Hastaneden içeri girdiğimde gözüme ilk çarpan şey, iç dizaynın olabildiğine beyaz ve gri tonlarında olmasıydı. Bu beni rahatsız etmişti. Fazla soğuk ve boş hissettiriyordu.

Danışmadan yönlendirme aldıktan sonra Oğuz Bey’in ofisinin olduğu kata gittim. Bu katta da durum aynıydı. Kat genel olarak aydınlık ama iç karartıcıydı. Sadece koridorun ortasında, sağ taraftaki odalardan biri zifiri karanlıktı. Bu görüntü ister istemez beni germişti. Adımlarımı hızlandırıp koridorun sonundaki ofisin önüne geldim. Üstüme kısa bir çeki düzen verip kapıyı çaldım. İçerden müsade olduğu hakkında cevap gelince yavaşça kapıyı açıp içeri girdim. Bu oda bütün binaya nazaran şaşırtıcı bir şekilde daha sıcak döşenmişti. Bu beni biraz da olsun rahatlatmıştı.

Oğuz bey tam karşımda, masasında oturmuş, burun kemerine yerleştirdiği demir gözlüğü ve ellerindeki belgelerle kafasını kaldırıp kim olduğumu öğrenmek istermişçesine tek kaşını kaldırmıştı. Dış görünüşü klasik ellilerindeki bir adamla aynıydı. Dökülüp beyazlamış seyrek saçları vardı. Yer yer kırışmış beyaz bir gömlek ve Beyaz bir önlük giyiyordu. Oldukça yorgun olmalıydı ki bitkin gözlerle bakıyordu.

Yüzüme hafif bir tebessüm kondurup, konuşmaya başladım. “Merhaba Oğuz bey. Ben Gazel Demirci. Güneş Medya’dan geliyorum. Sizinle bir röportaj yapmak için asistanınız Rengin hanımla anlaşmıştık ve bugün müsait olduğunuzu söylemişti.”

Adam ellerindeki belgeleri bırakıp Minik bir gülümsemeyle konuştu. Ama bu gülümseme sanki zorlanmış gibi sıcak olmaktan çok uzaktı. “Ah, doğru ya lütfen kusura bakma. Rengin bahsetmişti fakat gördüğün gibi,” elleriyle masanın üstündeki dağınıklığı gösterip, “Başım biraz yoğun.”

Garip bir adamdı sahte bir samimiyet taşıyor gibiydi.

“Anlıyorum, hiç sorun değil. Ben çok teşekkür ederim. Bu kadar meşgulken bana zaman ayırdığınız için. İsterseniz hemen başlayalım, böylece çok fazla vaktinizi almadan hızlıca bitirebiliriz.” Bende bu sayede en kısa vakitte çıkıp gidebilirdim.

“Çok iyi Düşündün. İstersen,” elleriyle odanın köşesini gösterip, “koltuklara geçelim, daha rahat olur.”

Gösterdiği yerde Fransız tarzı boydan camların önüne bej renkte iki tane tekli koltuk, koltukların arasında da beyaz bir sehpa vardı. “Tabi. Tekrardan teşekkür ederim.”

Dediği yere geçip koltuklardan birine oturup malzemelerimi hazırlamaya başladım. Elimden geldiğince psikolojik olsa gerek az ses çıkarmaya çalışıyordum. Kayıt cihazımı ve not Defterimi ayarladıktan sonra Oğuz beyin gelip oturmasını bekledim. Bir iki dakika sonra gelip oda oturdu.

“Öncelikle kayıt cihazı kullanmam gerekiyor haberiniz olsun ama rahatsız olduğunuz veya kullanmamamı istediğiniz herhangi bir kesiti katiyen rızanız dışı kullanmayacağımdan emin olabilirsiniz.” Sözlerimdeki güveni hissettirmek için Oğuz beyin gözlerinin içine bakarak söylemiştim bunları.

“Tamamdır, benlik bir sorun yok.” Adam her cümlesini gülümseyerek kuruyordu ama yinede bu gülümsemede rahatsız edici bir şeyler vardı. Samimiyeti sahteydi bir kere, ve bu her halinden belli oluyordu. Aklımdan bir an önce işimi bitirip burdan kaçmak istediğim geçiyordu.

Kafasını aşağı yukarı oynatarak beni onaylamıştı“Tamam o zaman, izninizle kaydı başlatıyorum.” Kayıt cihazımı elime alıp kaydı başlattım. “Günlerden 22 Kasım Cuma. Bugün Prof. Dr.Oğuz Dumanla birlikteyiz. Merhaba, Oğuz Bey. İlk olarak eğer sorun olmazsa bana biraz hayatınızdan bahseder misiniz?”

“Merhaba Gazel hanım. Elbette bahsederim. Ben Oğuz Duman. Yaklaşık beş yıl önce yurt dışında Prof. Dr. Ünvanını aldım. Şu an 52 yaşındayım. Eğitim hayatımı doğuştan yüksek olan IQ sayesinde oldukça hızlı ve başarılı bir şekilde bitirdim. Bu yaşıma kadar bir çok başarıya imza attığım kadar bir o kadar da büyük kayıplar yaşadım.”

“Kayıplardan kastınız nedir? Eş, dost manasında mı söylediniz?”

“Tam olarak öyle.” Dedi. “Eşim ve ben bundan 36 yıl önce evlendik. Aşk evliliğiydi bizimki. Anlayacağın oldukça mutlu bir çifttik. Evlendikten 2 yıl sonra rahmetli eşim kızımıza hamile kaldı. Çok mutluyduk. Ve bir o kadar da heyecanlı.” Oğuz bey konuşurken uzaklara dalıyor yer yer gözleri doluyordu. Ben ise nefesimi tutmuş anlattıklarını dinliyordum. Yaşlı adam bir an sonra yüzünü asmıştı. Anlaşılan hikayenin acı kısmına gelmiştik. “Eşim maalesef kızımızı doğururken vefat etti. Doktorlar çok uğraştıklarını fakat sadece bebeği kurtarabildiklerini söyleyip, kızımı kucağıma verdiklerinde şok olmuştum. Kollarım arasındaki kızıma sarılıp saatlerce ağladığımı hatırlıyorum.” Oğuz bey duraksayıp sol gözünden akan tek göz yaşını elimin tersiyle sildi. Hemen yanımızda kalan raftan bir kaç peçete alıp Oğuz beye verdim. Verdiğim peçetelerle dolan gözlerini silerken devam etti. “Evet yıkılmıştım. Dehşete kapılmıştım. Ne yapacağımı bilmiyordum.” Burnunu çekip kesin bir ifade takındı. “Ama bildiğim bir şey vardı ki o da kızımın bana ihtiyacı olduğu.”

Bu denli başarılı bir adamın Hayatının aşkını kaybetmiş, yalnız bir baba olduğu hikayesinin ne kadar ilgi çekeceğini düşünürken, bir an kendimden bunu düşündüğüm için nefret etmiştim.

“Kaybınız için çok üzgünüm, Oğuz bey.”

“Saolun Gazel hanım.”

“Peki Oğuz bey, kızınıza ne oldu?”

Adam söylediğim kelimelerle duraksamıştı. Az önceki yaralı ifadesi şu an ki sürat ifadesinin yanında hiçbir şey değildi. Resmen gözümün önünde bir kez daha parçalandı. Tek bir cümle çıktı ağzından.

“Kızım uzun zaman önce, daha 12 yaşındayken öldü.”

Dürüst olmak gerekirse böyle bir cevap beklemiyordum. Bir an olsun ne yapacağımı bilemedim ve kafamı eğip elimdeki not defterini inceledim. Aklımda bir soru daha vardı ama sormak ve sormamak arasında gidip geliyordum. Cesaretimi toplayıp tekrar kafamı kaldırıp Oğuz beye odaklandım. Yaşlı adam ellerini izliyordu.

“Başınız sağ olsun.” Adamın çektiği acıyı düşünemiyordum. Hem eşini hem de kızını kaybetmiş olmak onu çok yıpratmış olmalı. Ama eş Lütfen haddimi aşıyorsam kusura bakmayın ama…” söyleyeceklerimden emin olamayarak Oğuz beyin bana dönmesini bekledim. “Kızınız çok gençmiş. Ölümünün sebebi neydi?”

Soruyu gözlerimi kapatıp bir çırpıda soruvermiştim. Gözlerimi açıp tekrar Oğuz beye döndüğümde, buraya geldiğimden beri ilk defa yaşlı adamın gözlerinde öfkeyi gördüm.

Ağzını açmış cevap verecekken, masasının üzerindeki sabit hat telefon çalmaya başladı. “İzninizle Gazel hanım”

“Ne demek efendim buyrun.” Adamın ani ruh hali değişimi beni resmen dumura uğratmıştı.

Oğuz bey telefonu açıp bir süre karşı tarafı dinledikten sonra telaşla kapatıp, telefonu masanın üzerine koyduktan sonra tek kelime etmeden çıkıp gitti.

Adamın arkasından alık alık bakıyordum resmen. Sanırım röportajın sonuna gelmiştik. Eşyalarımı toplayıp, Oğuz bey döndükten sonra af diler ayrılırdım.

İşimi hallettikten sonra aklıma gelen fikirle anlık duraksayıp kapıya doğru baktım. Yapmamalıydım ama merak içimi yiyip bitiriyordu. Koltuktan kalkıp minik adımlarla kapıya doğru gittim.Hafif aralık kalmıştı. Koridorda hiçbir hareketlenme ya da ses yoktu. Fırsatı kullanıp hızlı ama minik adımlarla Oğuz beyin masasına yaklaştım. Küçük bir göz atmadan kimseye zarar gelmezdi nasıl olsa, değil mi? Kağıtlar hala dağınık ve masanın her bir köşesine yayılmıştı. Çok fazla yaklaşmadan üzerlerinde ne yazdığına bakarken aralarından bir tanesi ilgimi çekmişti. Lacivert renkli ince bir dosyadaydı. Üstünde'Deney adı: Rüya kapanı' yazıyordu.

Loading...
0%