Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@auecee

"Yanlızlık, müziğin bile seni dinlemesidir."


-Özdemir Asaf


~


Yirmi üç yıl önce


Küçük kız elinde ki eski püskü bebekle babasının gelmesini bekliyordu. Odasında yanan gece lambasına döndü gözleri. Sonra ise demirle kaplanmış olan cama döndü. En son dışarıyı bir yıl önce görmüştü.


Güneşi, gök yüzünü... En son özgürlüğü bir yıl önce, dört yaşında iken tatmıştı. "Pera hadi gidiyoruz." Gözleri kapıda duran babasına döndü.


Yataktan indi ve bebeğini yatağın üzerine bıraktı. Babası varken bu eski püskü bebeğe ihtiyacı yoktu.


İçeri girdiklerinde Alex karşıladı onları. Yaşlı değildi. Pera ile arasında yirmi bir yaş vardı. Ama yüzü onu olduğundan çok daha büyük ve bilge gösteriyordu. Fiziksel olarak çok yaşlıydı. "Ona çok dikkat ediceksin Taro." Babası kafasını salladı. Küçük kız ise asla sesini çıkarmıyordu.


Alex küçük kıza doğru yaklaştı. Eğildi ve küçük kızın kulağına fısıldamaya başladı. "Люди не зря забыли тебя, Пера. Не забывай, откуда ты пришел и все, что они считали достойным тебя, мой малыш." (İnsanların seni unutması boşuna değil Pera. Nereden geldiğini ve sana neyi layık gördüklerini unutma bebeğim.) Pera kafasını salladı ve kısık sesiyle konuştu.


"Хорошо, пап." (Tamam baba) Alex geri çekildi. Pera babasının arkasına geri sığınmıştı.


Taro küçük kızı kucağına alarak ilerlemeye başladı. Pera ise tek sığınabileceği bu kollarda gözlerini sımsıkı yumup babasına sığınmıştı.


Bu ortam Pera için pek sağlıklı değildi fakat bir süre bu ortamda kalmak zorundaydı. Ne kadar olduğunu asla tahmin edemiyordu.


"Yamaç gelmeyecek mi?" Taro kafasını hayır anlamında salladı. "Peki nereye Taro?" Böyle seslenmesi gerektiğini babası söylemişti. Pera ise hemen olaya dahil olmuştu. "Bu akşam burası biraz karışık. Seninle diğer evde kalacağız Pera." Pera kafasını babasının boynuna gömdü.


Taro ise beş yaşında olmasına rağmen kızında ki cennet kokusunu burnunda hissedebiliyordu.


Küçük kız günlerdir banyo yapmamıştı fakat üzerinde cennet kokusu hariç hiç bir koku yoktu adeta.


Taro, Pera'yı buradan kurtarmak istiyordu fakat ne kadar bunu istese de kızının kendi elleriyle yok olmasını izlemek zorundaydı...


~


"Ah, cicim. Bu eldiveni kıvırmamayı ne zaman öğreneceksin yirmi sekiz yaşındasın artık." Yirmi sekiz yaşında bir kıza dadı olduğunu sorgulamaması ilginçti.


"Ben böyle mutluyum Sofia." Sesimi oldukça soğuk çıkarmaya çalışmıştım. Her zaman ki gibi gümüş tepsinin üzerinde gelmişti ilaçlarım. Kısa bir bakış attım Sofia'ya. Yıllardır beni zehirlediğini sanan bir kadındı sadece. Fakat artık buna son vermenin vakti gelmişti. Pera artık gidiyordu.


İlaçları sorgulamadan tepsiden aldım ve teker teker ağzıma attım. Altı ilacı birden teker teker su ile birlikte yuttuktan sonra bardağı gümüş tepsiye geri koydum. Bunlar ilaç değildi. Bunlar sadece yıllarca beni uyutan haplardı.


Siyah dizlerimin biraz altında biten elbisemi düzelttim. Sımsıkı topuz yapılmış siyaha yakın kahverengi saçlarımı ne kadar gevşetmek istesem de bunu yapamadım. Saçıma dokunduğum için ceza almak istemiyordum. Hele ki bugün, asla.


"Vücudunuz da bir karıncalanma hissi var mı hanımefendi?" Her gün ilaç içtikten sonra bu soruyla baş başa bırakılıyordum. Bana uyuşturucu veriyorlardı. Her gün beni daha da elden ayaktan düşürmeye çalışıyorlardı.


Bunun farkındaydım ancak şimdilik yapabiliceğim bir şey yoktu. Şimdilik. Hayatımda ilk gittiğim görev için uyuşturucu içeren maddelere karşı bağışıklık kazanmıştım. Gerçi benim hayatım tanımadığım insanları bu adamlardan korumakla geçmişti. Orası ayrı konu.


"Hayır. Her zaman ki gibiyim," Ortama bir sessizlik çöktü. Ellerimi önümde birleştirdim. Etrafa donuk bakışlar attım. "artık ilaç kullanmayacağım." İkisi birden birbirine baktı. "İhtiyacım yok." Doktor birden lafa girmeye çalıştı.


"Fakat hanımefendi-" Elimi sert bir biçimde kaldırdım ve lafını böldüm. "Sana sormam gereken bir şey olduğunu düşünmüyorum Richard. Bana karşı gelmeyeceksiniz." Ben odağımı pencereye çevirmiş iken onlar çoktan odamı boşaltmışlardı. Yüzlerinde ki o şaşkın ifadeyi görmüştüm. Daha önce asla böyle karşı gelmemiştim. Hiç bir şeye...


Gözlerim ellerime değdi bir an. Yanlızdım. Bu eldivenlere gerek yoktu. Eldivenin tekini çıkarmaya yeltendim fakat birden kapı açıldı.


Arkamı dönmedim. Derin bir nefes aldım. Zira bu siyahlara bürünmüş odanın içinde oksijeni zor buluyordum.


"Efendim öğlen on iki gibi Tarık bey gelecek ziyaretinize. Babanız hazırlanmanız gerektiğini iletmemi istedi." Bu adamın ne zaman benden vaz geçeceğini düşündüm. Bana takıntılı bir adamdı. Herkes beni istiyordu fakat o beni isteyen herkesi ezip geçmişti. Başımı salladım. Bir süre sonra kapı kapanma sesi duymuştum.


Odanın kapısının kilit sesi yankılandı duvarlarda. Kimse bilmiyordu istediğim zaman bu kapıları açabildiğimi. İstediğim zaman her kapıyı açabiliyordum. Eldivenleri çıkarmadan dolabın yanına gittim. İçerisinden siyah deri, vücuda yapışan bir elbise aldım elime.


Dizimin bir karış üstünde bitiyordu ve derin bir yırtmaça sahipti. Elbisenin arkası ise belime kadar açıktı. Ayakkabı olarak siyah topuklu botları tercih ettim. Topuz olan saçlarımı açtım. Saç diplerimde ki rahatlıkla bir kaç saniye gözlerimi kapattım.


Belime kadar gelen saçlarımı taradım ve öylece bıraktım. Sabah kalktığımda yapılan siyah temalı makyajımı düzelttim ve kapıya gittim. İki kere kapıya vurdum.


Kapının kilidi açıldı. Karşımda Lev vardı. Sıcak bir gülümseme göndermişti. "Hoş geldin Lev." Eski sert ifadesine büründü. "Hoş buldum моя красота." Güzelim. Yaşadığımız onca zorluğa rağmen kendi hayatından ve psikolojisinden vaz geçen sevgili. Bu kirli ortamda güvende hissettiğim tek yer.


"Taro ve Alex nerde?" Gözlerini etrafta gezdirdi. Belimden tuttu ve beni içeri çekti. Çevik bir haraketle kapıyı kapattı ve beni kapıya yasladı.


"Çıkış biletimizi almaya gittiler. Bu kadar çalışmak yeter öyle değil mi?" Sesi yine buz gibiydi ancak ben o soğukluğun içinde ki sıcaklığı hissediyordum. Bu kadar yakınımda olması dikkatimi bozuyordu. "Pekala. Tarık gelmeden inelim aşağı." Biraz geri çekildi ve üstüme baktı. "Bununla nasıl koşucaksın?" Güldüm ve boynuna küçük bir öpücük kondurdum.


Gülerek kapıyı açıp dışarı çıktığımda Lev'i içeride bırakmıştım. Derin bir nefes aldım ve merdivenlerden inmeye başladım.


Kendini kral zanneden ve her şeye hüküm edebileceğini sanan adama baktım bir süre merdivenlerde. Bir zamanlar bana söylediklerine kendi dönüyordu. Yaşlılık ondan çok şey almıştı. En çokta zekasını. Eski çevikliği ve kurnazlığı artık yoktu. Ya da sadece ben onun bu halini artık göremiyordum.


Yıllardır doğum günlerimde giydiği o takımı giymişti yine. Bana zulüm olan o takımı. On sekiz yaşıma bastığım gün mumları üfledikten sonra bana söyledikleri geldi aklıma;


Kırmızı elbisemi giymiştim. İlk defa siyah dışında bir renk giymiştim. Kendimi bildim bileli siyah ile büyümüştüm.


Önümde kocaman bir pasta ve pastanın üzerinde on sekiz mum vardı. Artık yetişkin olduğumu gösteren on sekiz mum.


Etrafa bakındım. Herkes sakince mumları üflememi bekliyordu. Sanki üfle de gidelim der gibi bir halleri vardı. Gözlerimi pastaya geri çevirdim. Kalbimin atış hızı her geçen gün artıyordu.


Mumları üflediğimden kimseden ses çıkmamıştı. Bir anlığına babamın gözlerine değdi gözlerim, gözlerinde bir burukluk vardı. Fakat gülümsemesi ışıl ışıldı. Yanında ki can dostunun gözünden düşen bir iki damla yaşla gözlerini benden aldı.


O sırada arkamda belime sarılan bir beden hissettim. Babamın gülümsemesi donmuştu. Ne soğuk bakıyordu ne sıcak. Kahve gözlerinde bu sefer kocaman bir boşluk vardı sadece.


"Çok güzelsin, kazanılmak için uğruna savaşlar yapıcak kadar hemde... Ama aptalsın. Özgürlüğe oynayacak kadar aptal hemde. Sana sunduğum bu mükemmel hayatı ve benim gibi bir adamı ellerinle itecek kadar aptalsın. Benim zekamla oynayamazsın güzelim. Benim zekam seni yerle bir eder. Sakın senin gibi bir güzelliği harcatma bana. Sakın senin için bir çok şey yapan babana ihanet etme güzelim."


Bu sözler ömrü hayatım boyunca aklımdan çıkmamıştı. Burada geçirdiğim her gün bu sesler kafamda yankılanıyordu. Bu siyah duvarlarda kafamı bulandırıyordu.


Güneşi en son dört yaşındayken görmüştüm. Pencerelerim hep hava kötü iken açılırdı. Hayatımda hiç renkli şeyler giydiğimi hatırlamazdım. Hiç renkli şeyler gördüğümü de. Benim yanıma gelen hiç kimse siyah dışında bir şey giymezdi. Bana renkleri bile çok fazla gören bu adamdan kurtulmanın vakti geldi de geçiyordu bile.


"Where is he?" Etrafta ki rus çalışanlar olması beni çok rahatsız ediyordu. Sanki onlar yüzünden batıracakmışım gibi.


"Yanıma gel Pera, bu yaşlı adama biraz saygı duy." Yanına doğru ilerledim. Gözleri saçlarıma takılmıştı. Üzerimde ki elbiseye değil, saçlarıma.


"Saçlar ne kadar uzunsa kadın o kadar güçlü olurmuş Pera," Bir eli belime gelen saçlarımdan bir tutam aldı ve incelemeye başladı. Onun önünde durmaktan nefret ediyordum.


Gözlerim soğuk kanlılıkla bizi izleyen Lev'e değdi. Duygularını belli etmemekte oldukça başarılıydı.


"sen güçsüzsün. Zamanı geldiğinde herkesten güçlü olacaksın ama şimdi değil... Saçlarını kaç kere böyle bırakmaman gerektiğini, toplaman gerektiğini söyledim. İyi bir cezayı hak ettin. Pera." Derin bir nefes aldı ve saçımı bıraktı. O her nefes aldığında kalbimden bir şeyler kopuyordu sanki. Bu adamın saçlarıma olan takıntısı beni bitiriyordu.


O sırada kapı zili bütün malikaneyi doldurdu. Bir kaç dakika sonra Tarık elinde anlayamadığım bir kaç bir şeyle içeri girmişti.


İlk önce Alex ile selamlaştı. Daha sonra ise bana dönmüştü. Yüzünden düşmeyen o sinsi gülüşü beni yine şüphelendirmişti.


"Pera, lütfen sana getirdiğim bu çikolataların tadına bak. Özel olarak yaptırdım." Yüzümde mimik oynatmadan açtığı kutunun içinden bir parça çikolata aldım. Aklınca hile yapmaya çalışıyordu. Çikolatayı dudaklarıma götürdüm. Yüzünde memnun bir gülümseme vardı.


Bundan sonrası ise çok hızlı gelişmişti. Hep beraber yemeğe oturmuştuk. O sıra babam ve Yekta amca gelmişti. Lev de onların yanına geçti.


Planı devreye sokma vakti gelmişti. Dördümüzün de burada olan görevi tamamlanmıştı. Artık yıllardır görmediğim fakat uğuruna canımı hiçe saydığım vatanıma geri dönme vakti gelmişti.


Alex yemeğinden bir parçayı yardımcısına verdiğinde gerildiğimi hissettim. Alex'in sağ kolu onu asla satmazdı. Bir sorun çıkmaması için içimden dua ederken önüme döndüm.


Yardımcı bir kaç lokmadan sonra yemeği yuttu ve bir süre bekledi. Beklediğimin aksine hiç bir sorun oluşmamıştı. İçimden kahkahalar atarken yüzümde mimik oynamıyordu.


Ben yemeğime dokunmadım. Kalorilerinin bana göre yapılmadığını ve kalan yemeklerin korumalara dağıtılmasını söyledim. Tabiki de kimse benim verdiğim emre karşı gelmemişti. Çünkü bu krallıkta Alex'in lafı ve Pera'nın lafı eşitti.


Alex bu konuda kendi bacağına sıkmıştı. Bir üstünlüğe sahipti fakat Bu üstünlük sadece baş başa olduğumuz anlarda veya Sofia ile bana ceza vererek hayatımı zehir ettikleri anlarda geçerliydi.


Güzelim, aptal değilim. Aptal sanıldım fakat bazen aptallar en güçlüler olabilir.


Tarık ve Alex yavaş yavaş kendilerinden geçmeye başladıklarında masada ki şaraptan bir yudum aldım. Yiyeceklerin içine beni etkilemeyecek ama onlara çok fazla zarar verecek şekilde zehirli bir madde koymuştum. Bu onları öldürmeyecekti, sadece oyalama amaçlıydı.


Onların sersemlediğini gören babam evden çıkmak için hareket etmeye başladı. Güneş ile yıllar sonra ikinci kez tanışacaktım. En son dört yıl önce görmüştüm...


Ayağa kalktığımda ise Tarık kan kusmaya başlamıştı. Alex ise sesini çıkarıp yardım isteyemiyordu. Ben ise hala sağ kolunun nasıl yemekten yiyip yemeğin içinde ki zehirden etkilenmesiğini düşünüyordum.


Yavaş yavaş kapıya doğru ilerlemeye başladım. Yerler kirli tabakların kırıklarıyla ve korumaların baygın bedenleri ile doluydu.


Bu görüntü artık bana korkutucu veya ürkütücü gelmiyordu. Elime ilk silah verildiğinde yedi yaşındaydım.


Kapının yanına geldim. Lev beni orada beklerken Babam ve Yekta amca arabaları ayarlamıştı.


O sırada aklıma odamda bıraktığım çanta aklıma geldi. İçinde hükümet için önemli olan evraklar ve teröristlerin saklandıkları yerlerin kordinatlarını içeren USB vardı.


Hızlıca ilerledim. Lev arkamdan seslenmişti fakat onu umursamadan ilerledim. Odama başarıyla geldim ve yerde duran siyah sırt çantamı aldım. Dışarı çıktığımda ise bir el beni çekmiş ve ellerimi yukarı kaldırmıştı.


Gözlerimi kocaman açtığımda karşımda korumalardan birini gördüm Alex'in en sadık adamlarından biriydi.


Adam bana rusça bir şeyler mırıldanmaya başladı. "Burada gebereceksin pislik kadın." Elleri boğazıma gelirken bacak arasına tekmeyi geçirdim.


Birden kendini geri çekmesiyle ayağımla sertçe vurdum ve adamı yere düşürdüm. Giyinirken bacağıma bir düzenek yardımıyla yerleştirdiğim silahımı çıkardım ve adamın kafasına iki el sıktım.


Alex'in bazı adamları kolaydı. Onları zor yapan şey birliktelik ve sadakatti.


Hızlıca aşağı indim ve masanın üstüne kafaları düşmüş iki adama baktım son kez. Hızlıca kapıya geri geldim.


"Bir daha böyle bir şey yapma güzelim." Lev belimden tuttu ve beraber ilerlemeye başladık.


Kapıdan çıktığımda havaya baktım. Hava bulutluydu. Güneş benden saklanıyordu sanki.


"Hadi Pera hadi." Lev beni hızlıca arabaya bindirmiş, yanıma da kendisi oturmuştu.


Babam ve Yekta amca öndeydi. Ayrıca arabanın içinde tanımadığım üç adam daha vardı.


Kafamı Lev'e yasladım. Kimseden ses çıkmıyordu. Sessizlik beni derin bir uykunun içerisine çekmişti.


~


Güneş her zaman oralarda bir yerdedir. Önemli olan bulutların güneşin önünden çekilmesidir.

 

 

 

 


Loading...
0%