Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@auecee

Gerçeklik diye bir şey yoktur.

 

-Anonim

 

~

 

Sorgu odasına geçmiştim. Benim sorgumu yapacak kişiyi bekliyordum. Her yer siyahtı. Sadece çok hafif loş bir ışık vardı odada.

 

Yanlızlık. Hayatım boyunca benimle oldu, benimle olmaya devam ediyor. Büyük bir odadayım. Babam içeride daha hiç tanımadığım, ilk defa gördüğüm kız kardeşim ve anneme sarılırken ben buradayım. Kız kardeşim ve Yamaç'ın arasına girmemi istemeyen annem var. Beni istemeyen annem.

 

Az çok hatırlasam da beni gözünden sakınan annem, kucağından indirmeyen, sürekli yeni şeyler öğretmeye çalışan... Annem. Yirmi dört yıl sonra bana sadece bir yabancıymışım gibi bakan annem. Yeşil gözlerinin altında bana karşı asla bir duygu barındırmayan anne.

 

Yıllarca unutmadığım, aklımda sadece onun minik yüzü ve küçük elleri olan çocuk büyümüş, koskoca adam olmuş, beni beklememiş. Kız kardeşimi sevmiş. Ben yıllar önce ölmüş bir kızım onlar için. Yokluğu da varlığı da bir olan bir yabancıdan ibaretim sadece.

 

"Pera, senden başına gelen her şeyi anlatmanı isteyeceğim fakat ilk önce oradan nasıl çıktığınızı ve Türkiye'ye geldiğinizi anlat." Derin bir nefes aldım. Kapanan kapı sesini duymamla kafamı o adama çevirdim. Elinde bir kelepçe ile bana geliyordu. Kaşlarımı çattım. "Ne bu şimdi?" Duygusuzca bana baktı. Kelepçeleri naif bir şekilde elimden geçirdi. "Biliyorum Türkiye için çalıştın ama sorgu yapılırken bir sorun çıkmaması için bu."

 

Kaşlarımı çattım. Benden ne gibi bir sorun çıkarmamı bekliyolardı. "Sonuçta bir teröristin kızı olarak büyüdün." Derin nefes aldım. Bir teröristin kızı olarak değil, Tuğrul Karacahan'nın kızı olarak büyümüştüm ben.

 

"Babam yanımdaydı." Karşıma oturdu. Kollarını bağladı ve olduğu yerde iyice yayıldı. "Anlat. Pera. Sadece sorgulama." Nasıl kaçtığımıza dair her şeyi isteksizce anlattım. Çok bunalmıştım. Yalan söylemek ve rol yapmak benim için daha kolaydı. Görevler benim için daha kolaydı.

 

Sorgum bittiğinde adam ayağa kalktı ve kelepçeleri açmak için bana doğru geldi. O sırada kapı açılmıştı. "Durun Semih Yüzbaş'ım. Sorgulamam gereken şeyler var." Yüzünü içerden görünmeyen fakat dışardan bizi izlediklerini bildiğimiz askerlere doğru çevirdi.

 

"Sizde çıkın, lütfen." Bir kaç saniye bekledim. Semih denilen adam kafasını bu kadına sallayıp dışarı çıkmıştı.

 

Kadın karşıma geçip oturdu. Sabahtan beri beni izliyordu. Sorması gereken şeyler olduğunu biliyordum fakat ondan önce konuya ben girdim.

 

"Ben sizi bir yerden tanıyor-" Birden lafımı kesti ve üzerime doğru eğildi. Bu hareketine şaşırmıştım. "Dört yıl önce Tarık'ın odasında ki o kadın sendin." Kaşlarımı çattım. Tarık'la alakalı bir sürü görevim olmuştu. Bu askerin onunla olan ilgisini yine de anlamamıştım.

 

"Evet sendin. Seni yatakta gördüm üstünde hiç bir şey yoktu sen, sen kimsin sen?" Eli ayağı birbirine dolanmış nefes alamıyormuş gibi görünüyordu. Birden aklıma dank etti. Bu Tarık ile kalan o on sekiz yaşında ki kızdı.

 

"Kendinden yaşça büyük bir adamın yanında ne işin vardı. Sadece yirmi dört yaşındaydın!" Bana kızmasına şaşırmıştım çünkü Tarık bu kızın benden altı yaş küçük olduğunu ve onu kendi için yetiştirdiğini söylemişti. Duygu karmaşası yaşayan bu kıza tek bir soru sormak istedim. Tek bir soru.

 

"Onu hala kıskanıyor musun?" Tarık on sekiz yaşında ki o küçük kızı ellerinin arasında kaybetmişti. Kaybettiği içinde bütün ilgisi bana dönmüştü. Kız varken de benimle ilgileniyordu ama Alex onun varlığından bir haberdi.

 

"Hayır... Yani ben... Evliyim." Derin bir nefes aldım. Sadece merak ettiğini anlamıştım. Bana kızgın veya kinli değildi. Sadece merak duygusunu iliklerinde yaşıyordu.

 

"O tehlikeliydi..." İsmini bilmediğim için gözlerinin içine baktım. "Füsun." Gülümsedim. "Füsun. Çok küçüktün. O adamın eline nasıl düştüğünü hala bilmiyorum ama çok küçüktün. Seni yatağına aldıktan sonra bir çöp gibi fırlatıp atıcaktı." Gözlerinin yaşlandığını gördüm.

 

"Yalan söyleme, seviyordu o beni! Saçımın teline kıyamıyordu!" Bu sefer de hırs vardı gözlerinde. Sinirlenmişti. Bir zamanlar sevdiği adamın kendisini kullandığını söylemek doğal olarak onu üzer ve sinirlendirirdi. Tarık tehlikeliydi. Kadınlar onun için bir objeydi. Özellikle kendinden küçük kızlar.

 

"O seni sevmedi! Seni kullanmak istedi Füsun! Hangi otuz yaşında ki adam on sekiz yaşında ki bir kızı sever ki!? On sekiz yaşındaydın." Birden ayağa kalktı ve sandalye yere düştü. Nefes alışverişleri sıklaşmıştı. "Yirmi dört yaşındaydın! Sende olupta bende olmayan ne olabilirdi?!" Sonlara doğru sesi titremişti.

 

"Ben onların camiasında önemli bir insanım tamam mı!? Diğer kadınlar onlar için bir obje, bir hiç! Sadece bebeksiniz, işleri bittiğinde parçalayıp çöpe atacakları bebekler." Birden geri çekti kendini. Gözlerinde ki yaşlarla benden korkmuş gibi bana bakıyordu.

 

"Ben sadece... Aşıktım, sevilmek istedim. Seni orda o yatakta çıplak bir şekilde görünce... Kalbimin her bir parçası koptu sanki yerinden." Ne kadar o yatağa girmek istemesem, benden altı yaş küçük bir kız çocuğunun kalbini kırmak istemesem de o zamanlar bunun için mecburdum.

 

Geri yerime yaslandım. Derin bir nefes aldım. "Füsun, baban var mı? Bir ailen var mı?" Ailesi olmayan kız çocukları hep eksikliklerini yanlış insanlarla doldurmaya çalışırlardı. Annemin yerini hep Sofia ile doldurmak istemiştim. Ancak bir süre sonra nefret etmeye başlamıştım. Sofia beni sadece işi olarak görüyordu. O anne değildi. O sadece bir bakıcıydı. Gelen, parasını alan ve giden...

 

"Hayır... Ben çok küçükken öldüler... Halam, beni sokağa attı. Kuzenimin beni taciz ettiğini söylediğim-" Göz yaşları akmaya başladı. İçimde ki en saf duygularla ona yaklaşmaya çalıştım. Göz göze geldik Füsun'la. Gözlerinde saf bir acı vardı. İçinden kopan bin bir parça vardı. Cam kırıklarının battığı göğüsü zar zor inip kalkıyordu.

 

"Evlenmişsin, o adam bütün yaralarına rağmen seni sarmış, sevmiş belki de başının üzerine koymuş. Artık bunları düşünmene gerek yok Füsun." Bana boş gözlerle bakıyordu. Kendi kendine bana hesap sorarak kendi geçmişine hesap soruyordu.

 

"Sadece... Neden?" Derin bir nefes aldım. Çok fazla konuşmamam gerekiyordu. "Küçüklüğümden beri uyuşturucuya karşı durmak için bir sürü testlerden geçtim. Vücudum ona bağışıklık kazansın diye kendi babam her gün vücuduma uyuşturucu enjekte etti. Bazen bayıldım, ölüm eşiğinden döndüm. Babamdan nefret ettim. Bütün bunlar o kötü ortamda ayakta durabilmem içinmiş oysa ki. Tarık bana bir çikolata verirdi hep. Tadı çok güzeldi yalan yok ama içinde yüksek miktarda uyuşturucu vardı. Hiç bir zaman dokunmadı bana bu, çünkü vücudum daha fazlasına alışıktı. Tarık aklınca beni hamile bırakacak ve Alex'e ait yetkilerin bir kısmına sahip olacaktı. Onu istemediğimi biliyordu Füsun. Bunun için beni uyuşturmaya çalıştı hep. Ona uydum, güzel bilgiler öğrendim. 17 Mayıs 2019. Darbe yapacaklardı. Anıtkabir'e saldıracaklardı," Bir süre durdum.

 

Sırf Anıtkabir'e saldırmasınlar diye ilk ve son kez Tarık ile beraber olmuştum. Onun aklını karıştırmıştım. O sırada Türkiye de önlemler alınmıştı. Tarık ve kendime birer içki almıştım. O benimkine uyuşturucu koyduğunu sanarken ben onunkine uyuşturucu koymuştum.

 

Ben o gün çocukluğumu kaybettim, başka kızlar çocukluğunu kaybetmesin diye.

 

"Bugün hâlâ annen ve babanın bir mezarı varsa benim Tarık ile beraber olmam sayesinde Füsun." Titredi. Karşımda titredi. Üşümüyordu, içi gidiyordu.

 

Kim sevdiği adamın böyle bir hain olduğunu tahmin edebilirdi ki?

 

"Ben senin yaşından fazla göreve gittim Füsun. Asker olmak için eğitim almadım ama bana asıl askerlik eğitimini yaşadığım ortam ve hayatım verdi. Senden tek isteğim, geçmişi geçmişte bırak ve sevdiğin adamla önüne bak. Geçmiş gitmiş şeyler bir daha geri gelmeyecek, pişman olduğumuz şeyler bir daha asla düzelmeyecek." Bana yaklaştı. Yanıma çömeldi ve dizlerimi tuttu. İki yaralı kadın, bir adam vardı. İki yaralı kadın şimdi belki birbirinin yarasını saracaktı. O adamın aldıklarının yerini dolduramazlardı belki ama birbirlerini saracaklardı.

 

"Hamile miydin?" Sorduğu soruyla afalladım. "Ne?" Dudakları titriyordu. Zar zor bir şekilde tekrar etti kelimeyi. "İkinci kez geldiğinde, hamile miydin?" Bir yıl içinde Tarık ile iki defa görüşmüştüm. Biri ülkemi kurtarmak için, ikincisi bebeğim için...

 

"Evet ama, ne önemi var?" Kafasını dizlerime koydu. Sesi çok boğuk çıkıyordu. Kelepçeli ellerimi saçlarına koydum ve okşamaya başladım.

 

"Beni senin hamilelik haberini alınca sildi, bir çöp gibi sokağa attı. Bebek nerede?" Sordu soru içime çığ düşürmüştü adeta. "Bilmiyorum. Bebek Tarık'tan değildi. O sadece öyle sanıyordu." Kafasını kaldırdı ve kaşlarını çattı. "Nasıl bilmiyorsun? Nasıl bebek Tarık'tan değil?"

 

"Bebeğimi doğumda kaybettim... Bir kere kokusunu içime çekemedim. Götürdüler, götürdüler, getirmediler. Mezarının yerini bile bilmiyorum, söylemediler... Kızını bir kere dahi ziyaret edemeyen iğrenç bir anneyim... Özlemiştir belki... Bebek Tarık'tan değildi. Sadece bunu bil, geri kalan kısmı sorgulama... Olur mu?" Yaşlar bir şelale misali yanağımdan akıyordu. İlk defa huzurlu hissetmiştim o evin içinde. Kızımın kokusunu aldığımda ilk defa o kadar huzurlu hissetmiştim.

 

Füsun gözlerime baktı. Anlamsızca ayağa kalkıp odadan çıkdığında arkasında sadece gözü yaşlı bir kadın bırakmıştı...

 

~

 

Lojmanlara gelmiştik. Gözetim altında serbest bırakılmıştım. Bir süreliğine birilerinin gözetiminde yaşayacaktım. Yamaç gözlerimin önünde gülerek kız kardeşimle beraber kendi evine geçmişti. Ben ise ne yapıcağımı bilmediğim halde ortada kalmıştım. Annem beni istemediğini belli eden gözlerle bana bakıyordu. Neden benden bu kadar iğrendiğini veya beni istemediğini bir şekilde çözmem lazımdı.

 

Babama baş başa kalmaları gerektiğini ve Lev ile gideceğimi söylemiştim. O eve girmek istemiyordum. İstenmediğim hiç bir yere ait değildim.

 

Babam ne kadar iki arada kalsa da benim Lev ile gitmemi kabul etmişti. Annemin tavrının oda farkındaydı. Lev ile beraber diğer lojman binasına ilerlemeye başlamıştık. Hava kararmak üzereydi ve hafif esinti saçlarımı geriye doğru savuruyordu.

 

"İsmini ne zaman söylemeyi planlıyorsun?" Güldü. O ara yanağında gamzesi olduğunu görmüştüm. Daha önce buna hiç dikkat etmemiştim. "Tanışalım o zaman." Birden önümde eğilmesiyle affallamıştım. Elimi avucunun içine aldı, elinin sıcaklığı kalbimi ısıttı.

 

"Kuzey ben, Yüzbaşı Kuzey Ekin Balaban." Kuzey isminin hakkını verir derece de iri yarı biriydi. Kas gücü vardı. Toprak gibi kahverengi saçları, buz gibi soğuk, ormanlar kadar derin yeşil ve mavi karışımı gözleri vardı. Kumral teni ve hafif kemerli burnu bu görüntüye eşlik ediyordu.

 

"Kuzey tamam da... Ekin? Sana gitmemiş bence." Elimi sıktı. Elimi sıkmasıyla uyarılmış gibi irkildim. İçimde dolaşan bu enerji yerimde durmamam için beni çok zorluyordu. tam beş yıldır arkadaştık ancak şimdi onu tam olarak tanımaya başlıyordum.

 

"Kuzey başka biri Ekin başka biri. Kuzey'i bir Albay yetiştirdi, Ekin'i ise pamuktan yumuşak bir kadın." Gülümsedim ona doğru bir kaç adım attım. Olduğu yerden ayaklanmıştı.

 

"Seni böylesine mükemmel yetiştiren annen ve babanla tanışmak isterim." Birden gülüşü soldu, tekrar gülmeye çalıştı, yutkundu. Yanlış bir şer söylediğimi anlamıştım.

 

"Annem babam yok benim. Kuzey'i yetiştiren bir Albay ve Ekin'i yetiştiren Pamuktan daha yumuşak bir kadın var," Bir anlığına her şeyi sormak istedim fakat gözlerinde dolaşan ifade kalbimin üstüne bir yük oturtmuştu.

 

"O zaman bir gün onlarla tanışmak isterim bende," Yürümeye devam ettik. İkimizde bu cümlelerden sonra konuşmamıştık. Ben onun yarasına basmıştım, ben sadece onu üzmüştüm. Konuşmaya cesaret bulamıyordum.

 

Eve geldiğimizde gayet düzenli ve temiz bir ev ile karşılaştım. Evin dekorasyonu tamamen griden ibaretti. "Gri seviyorsun sanırım." Odasına girecek iken bana döndü. "Gri askeri bilir misin sen?" Kafamı hayır anlamında salladım. "Bir gün öğrenirsin," İçeri girip kapıyı kapatmıştı.

 

Bende bana gösterdiği odaya girdim ve sırtımda ki çantamı yere koydum. Güzel bir duş ve uyku gerekti. Her şey daha yeni başlıyordu. Hayatım daha yeni başlıyordu...

 

~

 

Kalbinde sevdiği kadını taşıyormuş Türk askeri, her yeri taşlaşmış, bir kalbi taşlaşmamış...

 

 

Loading...
0%