Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1. Bölüm| Fırtına Ortasında Bir Aykırı Çiçek

@authbal

1. Bölüm: Fırtına Ortasında Bir Aykırı Çiçek

Huzurun anlamıyla ilgili yüzlerce farklı tanım okumuştum. Tanımların ana fikrinde aşk olan vardı, iş olan da. Mutlu bir hayat, bir yuvaya sahip olmak, hayatın kontrolünün kendi elinde olması.

Benim için huzurun anlamı, güvende hissetmekti. Kendini bir yere ait hissetmek, bir yerde daimi misafir olmak belki de.

Şimdi kendimi bir zamanlar ait hissettiğim ama bir daha hiç güvende hissedemediğim yerdeydim.

 

Evimdeydim.

 

Elimdeki büyük kutuları kapının önüne bıraktım ve sisli havanın daha bir güzel hale getirdiği bahçe manzarasına döndüm. Evin ön bahçesi çoğunun türünü dahi bilmediğim çiçeklerle doluydu. Annem çiçekleri çok severdi bu yüzden de ön bahçeyi çiçeklerle donatmıştı. Her gün saatlerini onlarla ilgilenmekle bazen de konuşmakla harcardı ve bir gün bu geleneği bizim devam ettireceğimizi düşlüyordu.

Ama düşleri gerçekleşememişti, çünkü ondan sonra çiçeklerine biz değil bahçıvanlar sahip çıkmıştı.

Derin bir nefes çektim onun kokusu ciğerlerime dolsun diye. Çiçeklerin kokuları doldu içime buram buram.

Saatlerce sevgisini verdiği çiçekler, o bizden gittiğinden beri kokusunu da bize veriyordu. O çok sevdiği çiçeklerinin kokusu annemin üzerine de sinerdi ve biz üç kız kardeş annemizin güzel kokusuyla, koynunda uyumak için her gece tıpış tıpış yanına kıvrılırdık.

 

Kapı aniden açıldı. Önüme döndüğümde Mihriban Hanımın gülümseyen yüzüyle karşılaştım. Geleceğimi haber vermemiştim ama o beni topuk tıkırtımdan bile tanırdı elbet.

 

"Kuzum, hoş geldin."

 

Bana açtığı kollarının arasına girdim. O beni sıkıca kucaklarken eve döndüğüm için ne kadar mutlu olduğumu hissettim. Evde seni bekleyen birilerinin olması, kapıyı sana birilerinin açması ne olursa olsun iyi hissettiriyordu.

 

"Senin bacaksızlar uyanmadı herhalde." dedim gülerek. Mihriban Hanım küçüklüklerinden beri evdeki tüm vazoları bir şekilde kırmayı başardıkları için, kardeşlerime böyle seslenirdi. Büyüyüp artık etrafta koşturmamalarına rağmen hala vazo kırabiliyor sanki bu lakabın hakkını veriyorlardı.

 

"Erken kalkmak kim onlar kim Ayda, güldürme beni kızım. Bugün haftasonu diye bir şey demedim de hafta içi olsa dört dönüyorduk şimdi evin içinde biliyorsun."

 

O halleri gözümün önüne geldiğinde daha da keyiflendim. Bugün pazardı ama yarın okul olduğu için bilhassa erken kalkıp bu manzarayı elimde kahvemle seyretmem gerekiyordu.

 

Ablaları olarak böyle bir hakka sahip olduğuma tüm kalbimle inanıyordum.

 

"Bugünlük uyandırma görevini ben devralayım öyleyse. Sana zahmet Hakan'a söyler misin dışarıdaki kutuları yukarıya çıkartsın."

 

"Tamam kızım söylerim. Arka bahçeye kahvaltıyı hazırlıyorum ona göre, geç kalmayın."

 

Başımla onayladım ve merdivenlerden yukarıya çıktım. İkinci kattaki hole girdim ve kızların odasının kapısını bir anda açıp içeriye bodoslama dalacaktım ki kapının önüne asılmış yazı yüzünden durakladım.

 

Sevgili Mihriban Sultan,

Bugünkü planımız akşama kadar yarınlar yokmuşçasına uyumaktır lütfen elini vicdanına koy ve bizi uyandırma.

Arz ederiz.

 

Eğer kendi kardeşlerim olmasalar gerçekten bu uzatılmış ergenlik için elimden çekecekleri olurdu. Notu aldım ve kapıyı sessizce açıp içeri girdim. Biri çift kişilik yatağın bir ucunda diğeri diğer ucunun tersinde yüzü koyun yatıyorlardı.

Eh, en azından cidden sözlerinin erleriydiler çünkü yarınlar yokmuşçasına uyumak sanırım tam olarak böyle bir şeydi. Kolumdaki saate baktım, 12:45' i gösteriyordu. Resmen öğle olmuştu ancak sıkı sıkıya kapanmış perdeler gün ışıkları için alınmış bir önlemdi.

Hala elimde duran notu çalışma masasının üzerine bıraktım ve yapmam gerekeni yaptım.

 

Bütün perdeleri hızla açtım.

 

Önce Asil tepki verdi ve kafasını yastığa gömdü.

Sonra Asrın üzerinde yuvarlandığından olsa gerek karman çorman olan örtüyü nasıl olduysa çözdü ve kafasının üzerine kadar çekti.

 

Savaş mı, ben varım?

 

Masanın üzerindeki defterlerden birini aldım ve sertçe yere bıraktım.

Bir iki kımıldanma, ama o kadar.

İçi tıka basa kalem dolu kalemliği aldım ve yatağa yaklaştım. Hangisinin huzurunu daha çok bozmak istediğimi düşündüm. Yüzümde sinsi bir gülümseme oluştu çünkü cevap çok basitti. Asrın' ı sinir etmek daima en zevkli olandı.

 

Kafasındaki örtüyü çektim ve elimdeki kalemliği aniden yere bıraktım.

 

Sıçradı ve söylenerek kafasını kaldırdı. Yatağın tersinde sırt üstü yattığı için bir anlığına hayatı sorguladı ve sonra hışımla arkasını döndü.

Karşısında Mihriban Hanım' ı görmeyi beklediğinden savaşmaya çok kararlıydı ancak beni görünce kalakaldı. Gözlerimi kısmış şaşkınlığının geçmesini ve asıl vermesi gereken tepkiyi bekliyordum.

 

Çok beklememe gerek kalmadı ve Asrın büyük bir coşkuyla bağırarak üzerime atıldı.

 

Kollarını belime dolamış yüzünü de göğsüme gömmüştü. Ben de kollarımı ona doladım ve küçükken yaptığım gibi sarılırken sağa sola sallanmaya başladım.

Asrın'ın bağırışı Asil 'i de sıçratmış ve hızla bize dönmesini sağlamıştı. Aynı şaşkın bakışlar... Aynı haykırış ve beklenen son.

 

Üzerime atılan ikinci bir beden.

Asrın sol kolumun altındaydı Asil ' i de sağ kolumun altına aldım.

Öyle bir sarılıyorlardı ki sanki kollarımın değil kanatlarımın altındalardı.

 

Birkaç dakika sonra kafalarını göğsümden kaldırdılar ve çocuk gibi dudak bükerken gözlerini bana çevirdiler.

Biri 20 biri 17 yaşındaydı ama böyle yaptıklarında yaşlarını asla kabullenemiyordum. Sanki hala tombul yanaklarıyla bana doğru koştukları zamanlardaydık.

 

"Bir ay diye gittin altı aydır Amerika'dasın bu ne vicdansızlıktır ya, dedi Asil sonlara doğru sesini yükselterek."

 

Geçen sene sesi biraz incelmişti ve bağırdığında bizde pek iyi bir hissiyat bırakmıyordu.

 

"Evet ya, sen şirketin CEO'susun ne yaptın şirketteki herkesin işini de mi sen yaptın?"

 

İğneleyici cümlesine cevap olarak Asrın'ın saçlarını karıştırdım. Ensesinin biraz altında biten, dalgalı siyah saçları vardı. Asla uzatmıyor, saçları omuzlarına gelmeden hep bu boyda kestiriyordu.

 

" Öyle gerekti maalesef bebeğim. Oradaki şirketi çok büyüttük biliyorsunuz bu da daha çok çalışmayı gerektiriyor beraberinde işte."

 

Asil kafasını tekrar göğsüme koymuştu ama Asrın aynı bakışlarla bakmaya devam ediyordu.

 

"Bunu bende senin gibi işletme okuyup şirkette sana yardımcı olmamayı seçtim diye özellikle söylüyorsan hiç üzerime alınmadım, bunu bil."

 

Bu hiç aklıma gelmemişti ve fırsatı kaçırdığım için moralim bozuldu. Dudaklarımı büzdüm ve bu onun için yeterli bir cevap oldu.

 

Küçükken de yaptığım gibi ikisinin de popolarına yavaşça vurdum ve kollarımı çektim.

 

"Elinizi yüzünüzü yıkayın, insan içine çıkabilecek hale gelin çabuk! Mihriban Abla kahvaltıya bekliyor, geç kalırsanız börek falan bulamazsınız." dedim ellerimi birbirine çarparken.

 

Korkuyla odanın içinde koşturup birbirlerine çarparlarken gülerek arkamı döndüm ve odadan çıktım.

 

Aylar sonra ilk kez bu kadar içten gülüyordum ve sebebi evde olmamdan çok kanatlarımın altındaki meleklerimdi.

 

🍁

 

Güzel şeyler düşünmeme rağmen

Durmadan ağlamak geliyor içimden, diyordu okuduğum bir kitapta. Şimdi adımlarımı aşinası olduğum yolda atarken de aynı his girdabında sürükleniyordum. İnsanın hem mutluluğu hem de acıyı tattığı yerin aynı olması benliğinizi delip geçen bir yara açıyordu.

 

O yara evimdi, gözümde tüten şehirdi, ailemdi, dünyadaki herkese göre aynı olan ama bana göre kesinlikle aralarında fark olan İstanbul'un deniziydi...

 

Akşam saatlerinde bebek sahili insanlara dolup taşardı ve ben genelde boş bir bank bulamazdım. Ancak Dostum, keskin gözleriyle bu akşamlık şanslı olduğumuzu fark etmiş olacak ki köşede kalmış boş bir bank bulduk.

 

 

 

Oturdum ve deniz kokusunu ciğerlerime doldurdum. Dostum da yanıma oturmuş sol patisini de dizimin üzerine yerleştirmişti. Dört yaşında bir golden retriever idi ve tam bir temas bağımlısıydı. Gerçi bunu ona ben de aşılamış olabilirdim çünkü yanımda olduğu her an açık sarı tüylerini ya seviyordum ya öpüyordum ya da sadece rahatlaması ,rahatlamak, için oynuyordum.

Birbirimize anne,baba,kardeş,ev bazen de aile olduğumuz zamanlar olmuştu bu yüreği kendinden de büyük Dostum' la. Ona bakarken içimden taşan sevginin büyüklüğü ilk zamanlar beni bile çok şaşırtıyordu. O günlerin hatırıma düşmesi yüzüme geniş bir tebessüm yerleştirdi. Dostum'un başına kocaman bir öpücük kondurdum ve tüylerini okşamaya başladım.

 

Birbirimize yine çok iyi geldiğimiz saniyeler dakikalara evrilirken Dostum'un birden yere atlayıp havlamaya başlaması aklımı çıkardı. Koşarak ağaçlık alana gittiğinde kendimi toparlayıp peşinden koşturdum.

Ama bir daha böyle bir şey yaparsa peşinden koşmaya erken başlamam gerektiğini bir kenara not etmeliydim çünkü ona yetişene kadar çoktan bir işler karıştırmaya başlamış olabiliyordu.

 

Takım elbiseli bir adamın resmen üstüne atılmaya çalışıp hırçınca havlıyordu.

Evet, çok sevgi dolu bir köpekti işte.

 

"Dostum! Napıyorsun, hemen yanıma gelir misin?"

 

Takım elbiseli adam ben gelinceye kadar sakinliğini hiçbir şekilde kaybetmeyip Dostum' a karşı bir hamle yapmıyordu. Dostum'la göz teması kurmuş olması da bu konuda bilinçli biri olduğu izlenimi uyandırıyordu. Benim yanlarına gelmeme rağmen bakışlarını bana çevirmeyip göz temasını kesmedi.

 

"Dostum son kez söylüyorum. Yanıma, hemen!"

 

Dostum ikazı neyseki anladı ve pıtı pıtı yanıma gelip bacaklarımın arasına girdi. Bakışlarını bana değdirmedi çünkü tam karşısındaki adama mıhlamıştı. Bir de utanmadan hırlıyordu.

 

Mahçup bir şekilde adama baktım.

 

"Çok özür dilerim. Normalde böyle saldırgan değildir, ilk defa ben de böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Anlayamadım ne olduğunu. Kusura bakmayın lütfen."

 

"Hiç önemli değil gerçekten. Bazı dönemlerde huyu olmayan davranışlar sergileyebiliyorlar böyle, büyütmemek gerek."

 

Anlayışlı bir gülümsemeyle konuştu ve açıkçası bu tavrı içimi rahatlatmıştı. Yine de adamın üzerinde garip bir gerginlik vardı ve bunu iliklerime kadar ben de hissediyordum. Ellerini sürekli önünde kavuşturuyor ve ara sıra etrafı gözetliyordu. Umarım Dostum, aranan azılı bir katile falan bulaşmamışsındır.

 

Konuşmayı bitirip gitmek için hazırlanıyordum ki takım elbiseli adam benden önce konuştu.

 

"Adı nedir? Aramızı düzeltip öyle ayrılırsak içim rahat eder."

 

Dostum, dedim ya. Yoksa bugünlerde bir köpeğe böyle seslenmek moda mı?

Dostum havladı ve ben de yalnızca birimizin düşmanlığını kazanmasının yeterli olacağına karar verdim.

 

"Adı, Dostum."

 

Kaşları şaşkınlıkla havalandı.

Gerçekten anlamamış ya.

 

Eğildi ve Dostum'la göz göze geldi. Göz teması taktiğini yeniden kullanıyordu anlaşılan. Dostum üzerine atlamaya niyetlendi ancak sert ses tonumla uyardığımda vazgeçti. Takım elbiseli adam Dostum'un ağzında kalmadan gitmeliydik gerçekten.

 

"Dostum, bana niye saldırdın bilmiyorum ama ben her şeyi unutmaya hazırım. Yeniden başlasak olmaz mı?"

 

Aldığı cevap genizden gelen bir hırlama oldu. Havlamıyorsa hayır anlamına geldiğini söylemeli miydim yoksa artık bunu da anlayabilir miydi?

 

"Peki anlaşılan gitmem gerekiyor. Ben Erdinç, ve yine de tanıştığıma memnun oldum."

 

Sert yüz hatlarına bu isim hiç gitmemişti ama tabii bunu ona söylemedim. Bir baş selamı verdim ve aksi yöne doğru yürümeye başladım. Bu akşamlık bu kadar yeterdi çünkü pek de keyfimin kaldığı söylenemezdi. Dostum'un yanımda yürümediğini fark ettiğimde iki kere elimi şıklattım ve saniyeler içinde yanımda bitti.

 

Takım elbiseli adam arkamızda kalırken, biz evimizin yolunu tuttuk.

 

🍁

 

Arabadan inip yürümeye başladığımda keskin soğuğu iliklerime kadar hissettim. Hava dünkü gibi sisli ve kemikleri donduracak bir soğukluktaydı. Kabanımın düğmelerini iliklemedim ama ellerimi ceplerine soktum. Bazılarının aksine ben, kışı çok severdim. Karamsar, kapalı havaları, yaprak dökmüş yolları dört gözle beklerdim. Kar yağsın, yağmur saçlarımı ıslatsın, soğuk içime işlesin.

 

Bana yaşadığımı hatırlatsın.

 

Bana hissedebildiğimi hatırlatsın.

 

Şirketin döner kapısından geçtiğimde tüm yüzler bana döndü. Patron altı ayın sonunda nihayet geri dönebilmişti. Dikkatli bakışlara ve saygılı selam verişlere karşılık verirken asansöre yöneldim. Asansöre binip sadece yöneticilere özel katın numarasına bastım.

 

23' e.

 

Asansörün kapısı kapanmak üzereyken araya bir el girdi.

 

Bir elinde iki dosya ve dosyaların üzerinde dumanı tüten karton kahve bardağıyla Hale.

 

Kişisel asistanım yine her zamanki gibi işinde dakikti.

 

Bana saygı ve özlemle genişçe gülümsedi ve aramızda biraz mesafe bırakarak yanımda durdu. Asansör çalışmaya başladığında benim için yaptığı kahveyi uzattı.

 

"Hoş geldiniz Ayda Hanım. Özlettiniz kendinizi."

 

Kahveden bir yudum aldım ve gerçekten hoş bulduğuma karar verdim. Bunu ima eden bakışlarımla asistanıma baktığımda derin bir nefes koyverdi.

Altı yıldır birlikte çalışıyorduk ama hala benimle ilgili diken üzerinde olabiliyordu. Halbuki pamuk gibi kadındım.

 

"Hoş bulduk Hale, bende seni özledim."

 

Elimdeki kahveyi işaret ettim.

 

"Ve kahvelerini."

 

Utançla gülümsedi ve gözleri bir an tavanda benim bile zar zor ayırt edebildiğim kırmızı noktaya kaydı.

 

Güvenlik kamerasına.

 

Ya da yönetim kurulunun boktan işi de diyebilirdik.

 

Asansör odamın bulunduğu kata gelene kadar konuşmadık. Nihayet durduğumuzda her zaman olduğu gibi ilk benim çıkmamı bekledi. Yüksek topuklu ayakkabılarım siyah mermeri döverken koridordaki tüm çalışanlar işlerine birkaç saniye ara verip beni selamlıyorlardı. Selamlarına tek tek karşılık veriyorken gözüm odamın tam karşısındaki odaya takıldı. Kapısı yarım bir şekilde aralıktı ve içeride birden fazla çalışanın olduğu görülüyordu. Hummalı bir şekilde odayı düzenliyorlardı.

 

Ortağım Akif Alazlı koltuk takımını mı değiştirtiyordu yoksa?

 

Kahverengi deri koltukların ne kadar çirkin olduğunu yıllardır fark edememesi ne acıydı.

 

Odamın kapısını açtım ve aylar önce bıraktığım manzara beni karşıladı. Hale benim soğuğu sevdiğimi bilirdi bu yüzden de camların biri ben gelmeden önce açılmıştı. Hoş bir koku burnuma dolduğunda bakışlarımı camın önündeki çalışma masama çevirdim. Vazonun içinde en sevdiğim çiçekler vardı.

 

Beyaz nergislerim...

 

Masam bıraktığım gibi, derli topluydu. Üzerinde sadece gerektiği kadar eşyam vardı. Kişisel bilgisayarım, adımın yazdığı plaket, dolma kalemim, içinde kardeşlerimin fotoğrafı olan bir çerçeve. Ve nergislerim.

 

Ben altı aydır burada değildim ama sanki hep buradaymış gibiydim.

 

Elimdeki kahve bardağını masama bıraktım. Kabanımı çıkardım ve bir duvarı boydan boya kaplayan kitaplığın önündeki koltuğa çantamla birlikte bıraktım. Koltuğuma oturup kendimi ileri iterek masama iyice yaklaştım. Ellerimi masanın üzerinde birleştirerek Hale' ye baktığımda güne hazır olduğumu anlamıştı.

 

Elindeki dosyalardan önce altta olanını aldı ve bana verdi.

 

"Ünlü Şef Anthony Mazetti geçtiğimiz hafta The Majesty İtalya şubesinde iki gün kalmış ve yemeklerin kendisinden tam not aldığını yazmış köşesinde. Dolayısıyla İtalya'daki şubemiz her zamankinden daha çok rağbet görüyor şu anda. Belki incelemek isterseniz diye bu ay verileriyle birlikte yazıyı da ekledim dosyaya."

 

Adamın adını pek çok kez duymuştum ve ne kadar başarılı bir Şef olduğunu biliyordum. Böyle reklamlara ihtiyacım yoktu ama kendiliğinden oluyorsa da böyle , hayır demezdim. Başımı Hale'yi onaylamak için salladım ve dosyayı daha sonra incelemek üzere kapatıp bıraktım.

 

Hale elinde kalan dosyayı bana vermeden önce eteğinin cebinden telefonunu çıkardı ve seri bir şekilde aldığı notları okumaya başladı.

 

"The Majesty ' in geriye kalan tüm şubeleri her zamanki gibi tamamen dolu durumda. Bir aylık rezervasyon kapsamında hem de. Bu tüm zamanların rekoru Ayda Hanım. Amerika'daki şirketten günübirlik raporları alıyoruz her gün."

 

Bu defa koltuğumda arkama yaslandım ve öyle dinlemeye devam ettim.

 

"İki gün önce fabrikalarımızın denetimleri de tamamlandı. Her şeyden tam not aldık, hiçbir sorun çıkmadı. Yine de derecelendirmeleri incelemek istersiniz diye mail olarak attım size."

 

Bilgisayarımı açtım. Beyaz amblem beni karşıladıktan bir süre sonra şifremi girdim ve maillerimi açtım.

 

"Son olarak da The Idol dergisi dün yayınlanan yeni sayısında sizden ve dünyaca ünlü otel zinciriniz The Majesty'den bahsetmiş. Sayıyı istettim, bugün elimizde olacak. Ayrıca sizin adınıza dergiye bir hediye de gönderdim."

 

Hale'yi alkışlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. Genişçe gülümsedim konuşmadan önce.

 

"Dergiyi kendin için mi istettin yoksa benim için mi?"

 

"Bir tane sizin için bir tane de kendim için efendim."

 

Gülümsemem daha da genişledi.

 

"Keyifli okumalar o halde. Hep olduğu gibi harika bir iş çıkarmışsın. Yokluğumun şirkette hissedildiğini zannetmiyorum sayende."

 

İltifatıma çok sevindi ancak ustalıkla gizleyerek kibarca teşekkür etti. Elindeki dosyanın nihayet zamanı gelmiş olacak ki ciddiyetine geri büründü ve bana uzattı.

 

Dosyayı açtım ve gerginlik tüm bedenimi etkisi altına aldı. Refleksle tekrar Hale'ye baktığımda gözlerini kapatıp açarak beni onayladı.

 

Tekrar dosyaya döndüm ve birkaç dakika hiç konuşmadan inceledim.

 

Demek ki Akif Alazlı'nın derdi kahverengi çirkin koltukları değildi.

 

Bu dert artık oğlunun derdiydi.

 

Hale çıkmak için hareketlendiğinde aklımdaki son konuyu sormak için durdurdum.

 

"Yarınki 60. yıl kutlamasında bir sorun var mı?"

 

Hale tekrardan masama yaklaştı.

 

-"Hayır efendim, hiçbir sorun yok. Şey-"

 

Konuşmadan önce bir şey düşünür gibi tavana bakarak durdu. Aklına bir şey takıldığında bunu hep yapardı ve bir yerden sonra artık şaşırmıyordunuz.

 

"Oturma düzeni değişebilir belki. Sonuçta sizin yanınızda Akif Bey oturuyordu ama bugün hisselerini oğluna devrettiğine göre artık oğlu oturur herhalde."

 

Sona doğru kısılan sesi olmasa alay ettiğini anlayamazdınız. Altı yıllık hukukumuz sağ olsun bana bunu kanıtlamıştı.

 

Kısılan bakışlarımı anında fark etti ve ifadesini toparladı.

 

"Seninde koşarak işinin başına dönmen gerekiyor, herhalde."

 

"Herhalde efendim."

 

Gerçekten koşarak odadan çıkmadan önce söylediği son şey buydu.

 

🍁

 

Hançer ve Yakut' tan

 

Hançer son kez üzerine yerleştirdiği silahları kontrol etti ve Yakut'un arkasından siyah minibüsten indi. Onlar hızla planladıkları gibi dört katlı villanın bahçesinde konumlanırken minibüs de otuz dakika sonra buluşacakları konuma doğru hareketlendi. Yakut' un ıslak toprakta bıraktığı izlerin üzerinden basarak ilerledi. Düz taban botları ayak izi bırakmamak için spreylenmişti ama yine de partnerinin izlerini nötrlemek istedi.

 

29 dakika 35 saniye...

 

Kulaklarına taktıkları cihazdan zaman bildirimi yapıldığında Yakut' un arkasına geçmişti. Yakut elindeki cihazı süratle bahçenin ıslak toprağında gezdiriyordu. Hançer gözlerini dikkatle ışıkları yanmayan evde gezdirdi. Saat 04:12 günlerden 5 Ocak 2021' di. Bugün yıllardır sırt sırta birçok tehlikeli görevi gerçekleştirdiği Yakut'la, ya başarılarına bir yenisini ekleyeceklerdi ya da tarih olacaklardı.

 

29 dakika...

 

Yakut sinirli bir nefes verdi ve cihazı daha seri bir şekilde toprakta gezdirmeye başladı.

 

Aradıkları demir bir kapaktı. O demir kapak ise kirli bir dünyaya açılan kapıydı.

 

Bu geceki görevleri; bir uyuşturucu labaratuvarını yok etmekti. Bir iş adamının yıllar önce ön ayak olup İstanbul' a getirttiği uzman kimyager Karl Prior' a aitti labaratuvar.Şeytani zekası sayesinde hazırladığı özel formül ve uçsuz bucaksız parayla insanları zehirlemek için yeterli motivasyona sahipti.

Kendine evinin bahçesinde, yer altında bir labaratuvar kurdurmuştu ve bu kirli oyunu oradan yönetiyordu. Dışarıdan bakıldığında İstanbul Teknik Üniversitesi' nde ders veren başarılı bir profesördü ancak hiç kimse asıl amacının geleceğe yön vermek değil onu yok etmek olduğunu bilmiyordu.

 

Cihaz nihayet uyarı verdiğinde derin bir nefes verdi. Yakut' la beraber eğildiler ve toprağı eldivenli elleriyle hızla kazmaya başladılar. Üstü çok derin kapatılmamış kapağa ulaştıklarında çelik bir kilitle karşılaştılar.

 

27 dakika...

 

Bu nokta Yakut'un uzmanlık alanıydı. Onun açamayacağı delik henüz icat edilmemişti. Daha rahat çalışsın diye arkasına geçip ona alan açtı. Yakut elindeki oyuncakla- kendisi böyle tabir ediyordu- birkaç hamle yaptı ve bir klik sesiyle anahtar açıldı. Saniye vakit kaybetmeden de şifre kırıcıyı kapağın üzerine yerleştirdi. Neyse ki labaratuvarın şifreyle korunabileceği riskini hesaplayabilmişlerdi. Binlerce farklı kombinasyon deneyebilen aletin elini çabuk tutmasını diledi Hançer.

Bir gözü şifre kırıcının üzerinde diğeriyse etraftaki en küçük hareketlilik için bile tetikteydi.

 

26 dakika...

 

Yakut'la bakışları birleşti. Kendi içinde hissettiği tüm duyguları onun gözlerinde de gördü. Botuna düşen bir damla yağmurun sesini duyduğunda bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Bu gece için şiddetli bir yağmur beklenmiyordu, görevden önce hava şartlarını kontrol etmişlerdi. Ama tabii Karadeniz'in işine akıl sır ermezdi.

 

Şifre kırıcıdan ses geldiğinde hızla başını çevirdi ve nihayet şifre kırılmıştı.

 

1-8-1975

 

Prior'un doğum tarihi?

 

Gerçekten mi adı herif?

 

Yakut hızla kapağa yöneldiğinde Hançer de hemen yardıma geldi. İkisi de oldukça kuvvetliydi ve kapağı ne kadar zorlansalarda kaldırabilmişlerdi. Ancak asıl zor olan sessizce yere koymaktı çünkü kapak büyük ihtimalle ikisinden de ağırdı. Kapağı yere koymak için Hançer yere yatmış adeta toprakla iç içe geçmesi gerekmişti. En sonunda yere koyduklarında bir müddet ortamda sadece ikisinin soluklanma sesleri duyuldu.

 

23 dakika...

 

Lanet kapağı kaldırmak üç dakikalarına mı mâl olmuştu yani?

 

Yakut cebindeki feneri çıkardı ve karanlığa doğru tuttu. Aşağısı tam bir kuyuyu andırıyordu ve bu onu ister istemez gerdi. Neyse ki Prior konforuna düşkün bir adı herifti de sürünerek değil merdivenle aşağı ineceklerdi. Kendine bir kez daha düşünme şansı tanımadan şifre kırıcıyı ve oyuncağı tekrar cebine atıp aşağı indi. İkinci adımını atar atmaz Hançer de ardından gelmişti.

 

Yirmi yedi merdiven sonunda düz bir tabana ayak basmıştı. Prior bu akşam Ankara'da bir konferansa katılmış ve otelde kalıp eve dönmemişti. Feneri ileriye tutarak hızlıca etrafı gözlemledi ve duvardaki ışığı buldu. Gidip yaktı ve kirli dünyanın ışıkları gözlerini kamaştırdı.

 

21 dakika...

 

Labaratuvar yer altında olduğundan normalden daha soğuktu. Etrafta yüzlerce deney tüpü vardı. Duvarlar neredeyse boş yer yok denecek kadar büyüklü küçüklü not kağıtlarıyla doluydu. Hançerle senkronize bir şekilde harekete geçtiler. Bütün dolapları, çekmeceleri kontrol edip formülle ilgili bir detay bulmaya çalışıyorlardı. Hançer bir yandan hızla dolaplara bakarken diğer yandan da elindeki küçük vericiyle her şeyi görüntülü olarak kaydediyordu.

 

20 dakika...

 

Kilitli bir çekmece buldu Yakut. Cebinden oyuncağını çıkardı ve yukarıdaki kadar kaliteli olmayan kilidi saniyeler içerisinde açtı. İçinden kilitli iki defter çıktığında kilidine de labaratuvarına da ayrı ayrı sövüyordu. Botunun içine sıkıştırdığı torbayı çıkardı ve defterleri içine koydu. Burada açıp incelemekle zaman kaybetmek istemiyordu.

 

Torbayı iki yandan büzüp sırt çantası haline getirdi ve sırtına astı.

 

18 dakika...

 

Hançer duvarlardaki notların görüntüsünü kaydederken o da masanın üzerindeki deney tüplerine yöneldi. Kimisi dondurucu kapsüllerin içinde kimisi de renk renk ayrılmış vaziyetteydi. İncelemek için yine vakit olmadığına karar verip onları da çantasına doldurmaya başladı. Deneyler ve bazı işlevleri hakkında bir liste çarptı gözüne. Masanın üzerinde kağıt yığınının en üstündeydi. Kağıtları göz ucuyla incelediğinde önemli olduğuna karar verdi ve onları da attı çantanın içine.

 

15 dakika...

 

Hızla malzemeleri muhafaza ettiği yere yöneldi. Geniş bir alan bu amaç için ayrılmıştı. Akademideki derslerde binlerce farklı tür öğrenmişlerdi ancak canlı gördüğünde ve çoğu alaşım halinde olduğundan ayırt edemiyordu. Bunları da yanına alıp almamak konusunda kararsız kaldı. Hançer onun kararsızlığını sezmiş gibi yanına geldi.

 

- Vericiyle kaydetmek daha güvenli. Ne boyutta tehlikliler bilmiyoruz, risk almayalım.

 

Yakut başıyla onayladı ve kaydetmesi için kenara çekildi.

 

13 dakika...

 

- Prior' ın bir meslektaşından yardım aldığını biliyoruz formulü oluştururken. İşbirlikçisiyle ilgili muhakkak bir şey vardır. Her yere iyice bakın.

 

Hançer Ve Yakut aldıkları emir üzerine daha hızlı hareket etmeye başladılar. Labaratuvarın altını üstüne getirdiler ancak işbirlikçiye dair hiçbir ipucu bulamadılar. Üstelik geriye kalan on üç dakikanın dokuzunu bu işe harcamalarına rağmen. Yakut' un temennisi kilitli defterlerde işbirlikçiye dair bir şeylerin olması yönündeydi.

 

Son 4 dakika... Çıkın!

 

Hançer elindeki vericinin her şeyi kaydettiğinden emin olup kapattı ve cebine koydu. Yakut'a baktığında onun da ağzına kadar dolu çantayı kontrol edip bakışlarını kendisine çevirdiğini gördü. Bakışlarıyla anlaştılar her zamanki gibi. Merdivenlere yöneldiler. Yakut' un sırtında ağırlığı olduğundan Hançer önde Yakut arkasındaydı. Yirmi yedi merdiveni tekrar çıkıp sisli gökyüzüyle karşılaştılar. Hançer hızla kendini yukarıya çekti ve tek dizini yere kırarak Yakut'un da çıkmasına yardım etti.

 

Yakut da yere ayak bastığında yapmaları gereken son bir şey kalmıştı.

 

Görevin son aşaması...

 

Son 2 dakika Hançer. Bitirin şu işi!

 

Çelik yeleğinin içine sakladığı, minibüsten indiği andan itibaren tüylerini diken diken eden şeyi çıkardı.

 

Bombayı.

 

Hızla son ayarlamalarını yapıp altmış saniyeye ayarladı ve yer altındaki labaratuvara gönderdi. Bomba boşluğa düştüğü anda Yakut'la aynı anda atıldılar ve kapağı sürüklemeye başladılar. Bunun bir kundaklama değil de doğal yollardan olduğu izlenimi vermek için bombanın kapağı kapalıyken patlaması ve bomba patladıktan sonra savrulması gerekiyordu.

 

Bomba Hançer' in uzmanlık alanıydı ve Prior için çok özenerek hazırlamıştı. Kundaklama olduğunun anlaşılamayacağı kadar özenerek hem de.

 

Güç bela kapağı kapattıklarında hızla koşmaya başladılar.

 

Patlamaya son 30 saniye. Minibüs sokağın başında, sizi bekliyor.

 

Önce Hançer bahçe duvarından atladı. Yakut duvara tırmandı ve atlamadan önce çantayı iyice aşağı eğilerek Hançer'e verdi. Hançer çantayı alıp sırtına takar takmaz da kendisi atladı. Ayakları yerle buluştuğu gibi ikisi de durmadan koşmaya başladı.

 

Son 15 saniye...

 

Minibüs az ileride çalışmaya hazır bir şekilde onları bekliyordu. Minibüse üç adım kaldığında kapısı hızla açıldı ve üç adım nihayet tamamlandığında iki farklı el onları tutup içeriye çekti. Henüz kapı kapanmadan araba çalıştı.

 

Hançer ve Yakut nefes nefese kalmış soluklanırken sanki tüm şehirden duyulacak kadar yüksek bir patlama duyuldu.

 

🍁

 

"İnsanın ait olduğu yeri, gözleri belirler" derdi babam. Gözlerin en çok neyi ya da kimi arıyorsa, gözlerin en çok neyde ya da kimde kalıyorsa, o bir şey ya da biri kalbinle birlikte gözlerine de yerleştiğinde işte ait olduğun yerdesindir.

 

Şimdi altında dikildiğim uzun çam ağaçları, gözlerimin dakikalardır üzerlerinde kaldığı iki musalla taşı...

Ait olduğum yerdeydim.

 

Evim bana ait olduğum yermiş gibi hissettirmiyordu ama gökyüzüne değen çam ağaçları ve iki musalla taşı bana bunu hissettirebiliyordu işte.

 

Çünkü biliyordum, içimde bir yerlerde yarım kalan yıllarımın isyanı vardı. 25 yaşındaydım ama babamın tombul yanaklarını öpmeye doyamadığı küçük kızıydım o isyanın içinde.

Ay Parça' m diye sevdiğiydim.

Ancak öyle kalamamıştım.

 

Akşamüzeri işten çıkmış, yol üstünde bir çiçekçiye uğramış ve anne babamın yanına gelmiştim. Asrın ve Asil hiç gelmezdi. Bense burayı mesken eylemiştim.

 

Annemin mezarının başucuna oturdum. Elimdeki beyaz zambakları toprağına bıraktım. Konuşmaya başlamadan önce kendimi toparlamak için her zaman yaptığım gibi anne ve babamın mezar taşlarında yazanları okudum. Faydasızca...

 

Aysima Bayraklı Levinler

D.T: 18/02/1980

Ö. T: 23/06/2014

 

Murat Levinler

D. T: 21/12/1977

Ö. T: 23/06/2014

 

"Bir inanışa göre ölüler, geride bıraktıklarını gittikleri yerden izliyorlarmış. Mihriban Abla öyle söylüyor. Bunu daha önce hiç düşünmemiştim çünkü aslına bakarsanız izlemenizi hiç istemem. Bazı göreceğiniz şeyler sizi çok üzer de ondan. O yüzden lütfen, izlemeyin olur mu?"

 

Acıya bağışıklığım olduğunu düşünürdüm bunca şeyin ardından ama durduramadığım gözyaşlarım öyle olmadığını gösterdi.

Kendimi sadece birkaç konuda kandırmaya meyilliydim ve bu da onlardan biriydi anlaşılan.

 

" Asrın' la Asil gelemediler. Mezarlıktan korkuyorlar, garip bir şekilde. Ama sizi çok sevdiklerini iletmemi istediler. Kalpleri ve duaları sizinle."

 

Gözyaşlarım artık görüşümü bulanıklaştırırken; ağla Ayda, dedim içimden. Doya doya ağla kızım. Bir daha nerede kuytu köşe bulacaksın da ağlayacaksın?

 

"Abla olmak zor değil de aynı anda hem anne hem de baba olmak hiç kolay değilmiş, bunu inkar edemem. Canım çok yansa da elimden geleni yapıyorum. Ama size biraz kızgınım."

 

Ağlamak, beynime çok sarsıcı ağrılar göndermeye başlamıştı bu yüzden kendimi tutmaya çalıştım. Yaşlarımı sildim ve çattığımı fark ettiğim kaşlarımı düzelttim.

 

"Keşke dört kardeş olsaydık ve benim de bir ablam olsaydı. Benden çok daha güçlü ve dirayetli. Bir yanım bunu çok istiyor bir yanım da, saçmalama Ayda diyor. Yüklerin sana çok ağır geliyor evet ama bir başkasının daha anne babasız kalmasını da düşleyemezsin, diyor. Haklı olmaktan ilk kez bu kadar nefret ediyorum ben anne."

 

Derin bir nefes verdim göğe doğru. Eve şişmiş kırmızı gözlerle gidemezdim. Toparlanmam gerekiyordu. Anne ve babama söylediğimin aksine Asrın ve Asil mezarlığa geldiğimi bilmiyorlardı. Geçmişi yok saydıklarından bilmek de istemezlerdi.

 

"Ama üzülmeyin. Böyle sizin yanına gelip dertleşince azalıyor yüklerim, gerçekten bakın. Yokluğunuz bile bana deva olmaya devam ediyor. Sizi çok seviyorum."

 

Gitmeden önce uzanıp babamın toprağını da okşadım. Babam çiçeklere düşkün değildi pek. Ona almazdım o yüzden. Benim çiçeğim yanımda zaten, derdi.

 

Ve evet, çiçeği hala yanı başındaydı.

 

🍁

 

Evden içeriye girdiğimde yoğun bir sıcaklık üstüme hücum etti. Ocak ayının keskin soğuğu içime işlemiş olacak ki sıcaklık tüm bedenimi ürpertti. Mihriban ablaya selam verip yemeğin bir saat sonra hazır olacağını öğrendim. Hızlıca merdivenlerden çıktım. Kızların odası ikinci katta, benimkiyse üçüncü kattaydı. Odaya girer girmez çantamı ve kabanımı çıkarıp yatağa bıraktım. Banyoma doğru ilerlerken topuklu ayakkabılarımdan da kurtulmuştum. Küvetin dolması için sıcak suyu açtım ve içine birkaç losyon ekledim. Kokulara karşı çok büyük bir hassasiyetim vardı bu yüzden yıllardır kullandığım tüm kokular aynıydı.

 

Nihayet küvete girdiğimde başımı yaslama yerine koyarak derin ama huşu içinde bir nefes verdim. Elimde olsa bütün gün bu suyun içinde çıkmazdım herhalde. Suyun üzerimde dinginleştirici çoğu zamanda dizginleştirici bir etkisi vardı. Uçta yaşadığım tüm duygular burada son bulabiliyordu.

 

Bugünkü tetikleyicim ise hasretti. Bir zamanlar çok kalabalık olan bu evde artık bir avuç insan kalmıştı ve gidenlere duyulan hasret çok büyüktü.

 

Kızlar kapıma dayanıncaya kadar suyun içinde kaldım. Banyo kapımı sabırsızca yumruklayıp acil yemeğe inmem gerektiğini söylüyorlardı. Aklıma gelen detayla tebessüm ettim. Bensiz yemeğe başlamıyorlardı çünkü anne ve babamız bize öyle öğretmişti. Küçükken üçümüz de ailemizin şansına çok sabırsız çocuklardık. Her şey bir an önce olsun istiyorduk. Annemle babam da bunun önüne geçmek için hayatımızın birçok alanına belirli normlar sokmuştu. Yemeğe başlamak için evin büyüklerini beklemek de bunlardan biriydi.

 

Gülümsemem yüzümde büyürken küçük kardeşlerimi daha fazla bekletmemek için hızlıca küvetten çıktım. Ve gülümsememe rağmen evin büyüğünün artık ben olduğum gerçeğinin yüz ifademe tezat olduğunu fark etmemişim gibi yaptım.

 

Giyinip aşağı indim ve ailemle akşam yemeği yedim. Aylardır yaşadığım en huzurlu akşamdı belki de. Kardeşlerim mutluydu ve benim için önemli olan tek şey de buydu. Ne kadar bölünsek de onları hayatta tutmayı başarmıştım ve hayata tutunmayı öğretebilmiştim. Hayat beni daha ne kadar zorlarsa zorlasın bu gerçeğin beni yıldırmamak için önümde duvar gibi dikildiğinden emin olacaktım.

 

Yemekten sonra kızlarımın sinema salonuna çevirdikleri odaya geçtik. Bu gece çalışma odasına hiç gitmememi tüm geceyi onlara ayırmamı istediler. Onların özellikle böyle içten istediği bir şeyi asla geri çevirmeyeceğimden bu akşamki bütün planlarına ben de dahil oldum. Tüm duvarı kaplayan büyük ekranın karşısındaki koltukta ortaya oturdum. Sağıma Asil soluma Asrın geçti. İkisi de başlarını omuzlarıma koydu. İkisinin de saçlarına birer öpücük kondurup ayaklarımı sehpaya uzattım çünkü biliyordum ki film boyunca başlarını omzumdan kaldırmayacaklardı ve benim rahat olmam gerekiyordu. İkisinin de ellerinde patlamış mısır vardı ve bana eğik bir şekilde tutuyorlardı. Ben pek sevmezdim ama arada sırada sıkılıp otlandığım için böyle tutuyorlardı. Bazı şeylerin hiç değişmemesi insana bazen ilaç gibi gelebiliyordu. Hangi filmi seçtiklerini bilmiyordum ama şu andan duyduğum hazzı hiçbir şey bölemeyeceğinden umrumda olmadı.

 

Yaklaşık iki saat süren film bittiğinde ikisi de kafalarını kaldırıp mahmur bakışlarını bana çevirdiler. Bu hayatta hemen hemen her konuda benim fikirlerimi bilmek istediklerinden ben de filmle ilgili düşüncelerimi anlattım. Aynı zamanda ayakta uyuduklarını fark ettiğimden lafımı kısa kesip ikisini de odalarına postaladım.

 

İkisi kol kola girmiş üst kata yönelirken bir anda sanki anlaşmış gibi adımlarını durdurup bana döndüler.

 

"Sen de bizimle uyu. Senin kokunla uyumayı çok özledik."

 

Hayır, aslında annemin kokusuyla uyanmayı çok özlemişlerdi ama onları düzeltmedim.

 

"Tamam. Beş dakikaya geliyorum ben de."

 

Tekrardan dönüp üst kata yönelirlerken gülümsediklerini görebilmiştim.

 

Boşları mutfağa bırakıp odama çıktım. Banyoda işlerimi halledip geceliklerimi giydim. Duştan sonra tepemde topuz yaptığım, sırtımın aşağılarına dek uzanan saçlarımı açıp taradım. Telefonumu aldım ve odadan çıktım.

Kızların odasına girdiğimde her zamanki çılgın yatışlarından eser yoktu. Yatağın birer köşelerindeydiler ve ortalarını boş bırakmışlardı. Telefonumu sol taraftaki çekmecenin üzerine koydum ve yerime geçtim. Başımı yastığa koyar koymaz ikisi de sinemdeki yerlerini aldılar.

 

Bende onlara sıkıca sarıldım ve gözlerimi kapatıp uykuya dalana dek annemle babamın tam da şu an bizi izleyebildiğini düşledim.

 

🍁

 

Üzerimdeki ateş kırmızısı elbiseyle aynanın karşısına geçtim. Düzleştirip arkaya attığım saçlarımla elbiseyi ön plana çıkartmıştım. Sade ama iddialı makyajım gayet doğru bir karar olmuştu çünkü bu elbiseyle ağır bir makyajı hayal dahi edemiyordum.

 

 

 

Toprak tonlarındaki rujumun üzerine parlatıcı sürerken kızlar yatağın üzerinde bağdaş kurmuş beni izliyorlardı. Hiçbir zaman bu tür davetlere katılmazlardı ancak ben bunu bilmeme rağmen yine de gelmeleri için teklifimi yapmıştım. Her zaman olduğu gibi evde kalmak istediklerini söylemişlerdi ve ben de ısrar etmemiştim.

 

"Bu kadar iyi görünebilmek için mi gece yanımızdan kaçtın?"

 

Bakışlarım aynadan Asrın'ı bulduğunda tek kaşım sorgularcasına kalktı.

 

"O ne demek şimdi?"

 

Bezmiş bir nefes verdiğinde yatakta geriye yasladı. Tam cevap verecekti ki Asil ondan önce konuştu.

 

"Nasıl yani? Sen sabah kalkmadın mı bizim yanımızdan? Ben öyle sanmıştım, aşk olsun abla ya."

 

Küsmüş gibi dudaklarını büzüp kollarını göğsünde birleştirdi ve o da geriye yaslandı.

 

Asrın kardeşimdi falan ama bazen gerçekten arıza olabiliyordu.

 

Asil 'e cevap verecektim ki Asrın hiddetle çıkışıp müsaade etmedi.

 

Büyüklerine saygısı da yoktu!

 

"Hayır, gece kalkmış gitmiş yanımızdan. Ben de lavaboya kalkınca fark ettim. Bir de üşenmedim üçüncü kata çıktım odasında mı diye. Merdivenlerden baktım, ışığı yanıyordu odanın. Girip rahatsız etmeyeyim dedim geri döndüm."

 

Sıkıntılı bir nefes koyverdim ve parlatıcıyı kapatıp makyaj masasına bıraktım. Yatağa yürüyüp karşılarına oturdum.

İkisinin de ellerini ellerimin arasına aldım. Benim soğuk avuçlarım onların sıcak avuçlarıyla buluştu. Ellerimin soğukluğuna Asil, her zaman olduğu gibi yine kayıtsız kalamadı ve hemen diğer elini de elime sarıp ısıtmaya çalıştı.

 

Bir gün yiyecektim o güzel yüzünü, haberi yoktu.

 

"Kabus gördüm gece. Sonra da etkisinden sıyrılıp geri uyuyamadım. Biraz rahatlamak için odaya çıktım sadece. Kendi odamda da uyumadım zaten. Girip baksaydın da kitap okuduğumu görürdünüz Asrın Hanım."

 

Vurgulu ve kızgın söylediğim son cümle amacına ulaşmış olacak ki tavrı hemen yumuşadı. Kendini tutamayıp böyle konuştuktan sonra pişman olduğunu biliyordum. O yüzden hiç üstelemedim.

Silkelenip saçlarımı savurdum ve kocaman gülümsedim kızlarıma.

 

"Hadi bana şans öpücüğü verin bakalım. Akşamım daha güzel geçsin."

 

Hızlıca yataktan doğrulup yanaklarıma şans öpücüklerimi kondurdular. Yataktan kalktım ve çantamla beni davetten içeri girinceye kadar idare etmesi için peluş ceketimi alıp giydim.

 

"Ben çıkıyorum, kendi davetime geç kalmayayım. Sizi seviyorum."

 

Ruj sürdüğüm için onları öpememiştim ama bol bol hayali öpücük gönderip odadan çıktım. Biliyordum ki benim topuk seslerimin yeterince uzaklaşmasını bekleyip sonra dolabımdaki kıyafetlerime göz koyacaklardı.

 

Dolabımda bir şeyleri arayıp bulamadığımda suçluların kim olduğunu çoktan bildiğim için gönül rahatlığıyla aşağı inip sıkıcı fakat gerekli bir davete ev sahipliği yapmak üzere yola koyuldum.

 

🍁

 

Arabamı valeye teslim edip The Majesty'den içeri girdiğimde zamanlamam için kendimi takdir etmeliydim zira tam vaktinde gelmiştim. Bana doğru koşturan Hale'yi gördüm ve elimdeki küçük çantamı ona uzattım.

 

"5 dakika sonra açılış konuşmanızla başlıyoruz Ayda Hanım."

 

Hale'yi başımla onaylayıp tamam diyerek, yönetim kurulu üyelerinin oturduğu masaya doğru yürüdüm. Etrafta şöyle bir gözümü gezdirdiğimde The Majesty' in davet salonunun bu gece için muazzam derecede iyi hazırlandığını fark ettim.

 

Benim karşı konulmaz tutkum işte burasıydı. Kendi kurduğum Dünya' m, kimilerine göre imparatorluğum. Sıfırdan değil eksiden başlayıp başarı basamaklarını tırmandığım mücadelemdi.

 

Masaya geldiğimde herkesle tek tek selamlaştım. Burada hiç kimse hissedar değildi çünkü şirketin bünyesini yıllar önce değiştirmiştim. Yönetici vasıfları şirketin birçok bölümünün genel müdürlerine veriliyordu ve pozisyonları doğrultusunda söz hakkına sahiplerdi. Bu düzenlemeyi aldığım acı bir ders sonucu yapmıştım. Onlar benim dengim değildi ve üstleri olduğumu her daim hissettirmem gerekiyordu. Aksi takdirde sizi bir böcek gibi ezmeye fırsat kolluyorlardı.

 

Aradan geçen birkaç dakikanın ardından salonun sonuna kurulan platformdaki kürsüden ismim telaffuz edildi. Alkışlar eşliğinde kürsüye ilerlerken adımlarım da bakışlarım da kendinden emindi.

 

Kürsüye çıktım ve mikrofonu biraz daha yukarı kaldırdım. Zaten uzun bir kadındım ancak giydiğim sivri uzun topuklu ayakkabılarımla mikrofona yetişmem için oldukça eğilmem gerekirdi. Ellerimi kürsünün kenarlarına yerleştirip dik bir duruşla karşımdaki insanlara baktım. Elbette ki kağıttan bir konuşma okumayacaktım. Kendi konuşmalarımı daima kendim hazırlardım ve bu gece ki konuşmamı da haftalar öncesinden hazırlayıp ezberlemiştim.

 

"Değerli konuklar hepiniz hoş geldiniz. Bildiğiniz üzere bugün Ala-Vi Group' un kuruluşunun 60. yıl dönümü. Bu büyük gururu sizlerle paylaşıyor olmaktan onur duyuyorum. Dedemden ve babamdan dinlediğim kadarıyla bu şirketi başta kurmak daha sonrasında da büyütmek için gece gündüz demeden çalışıp hayatlarından fedakarlık yapmak durumda kalmışlar. Babaannem ve annem bu durumdan her ne kadar hayıflansalar da dedemin ve babamın hiç pişman olmayarak onları çok kızdırdıklarını bilmenizi isterim."

 

Salondan halden anlar kahkahalar yükseldi. Hafif bir duraksamanın ardından devam ettim.

 

"Altı yıl önce şirketin başına geçtiğimde tek hedefim şirketi olduğu yerden daha yükseklere çıkartabilmekti. Şimdi bulunduğumuz noktadan yüksek diye bahsedemeyiz çünkü bu zirvede oluşumuza haksızlık olur. Babamdan teslim aldığım mirası bu günlere taşımak için çok çalıştım. Desteğini esirgemeyen herkese bir teşekkürü borç bilirim. Ancak asıl teşekkürüm, desteğini esirgeyenleredir. Asıl siz olmasaydınız, ayağıma çelme takmak için sıraya girmeseydiniz ve beni bu kadar kamçılamasaydınız belki de bu denli başarılı olamazdım."

 

Salondaki bazı simalara özellikle baktım. Sözlerimin yerine iade edildiğinden emin olabilmek için. Benim hiçbir şey yapmadığım ama onların bana çok şey yaptıklarını hatırlatmak için.

 

"Babamdan aldığım en büyük öğütlerden biri başarının bir sonuç değil sebep olduğudur. Daha fazlasını başarmak için inanca, hedeflerini büyütmek için güvene sebep olduğudur. Ondan öğrendiklerimle, onu örnek alarak bugün bana emanet ettiği şirketi buralara taşıyabildim. Bunun şu anda hayatta olmasa dahi ona verebileceğim en büyük hediyelerden biri olduğunu biliyorum. Daha iyisini yapmaya, daha iyisi olmaya durmadan devam edip ona daha nice hediyeler vereceğim. Kendime ve sizlere duyduğum güven sayesinde elbette."

 

Sadece içimden geçenleri söyleyip fazlasıyla insanları bunaltmak istemiyordum. Asistan kesimin toplandığı masaya baktığımda kendi aralarındaki konuşmaya daha çok önem verdiklerini gördüm. Buraya eğlenmeye geldikleri çok belliydi ve ben de insanlara bunu vermeye karar verdim.

 

"Çok anlamlı bir akşam, lütfen keyfini çıkarın. Herkese iyi akşamlar diliyorum."

 

Sahneden inip kendi masama doğru ilerlerken insanlara gülümsemeye devam ettim. Boğazımı sıkan hırçın bir his vardı içimde ancak bunu dışımdan görmelerine izin vermiyordum. Yıllardır oynamakta olduğum ve üzerime yapışan bir kimlikti bu. Masaya vardığımda kadehimi elime aldım ve aheste adımlarla aksi yöne doğru ilerledim.

 

Davete özel hazırlanan köşeye gitmek için salonun içerisindeki holden sağa döndüm. Altmış yıl boyunca şirketi yönetmiş insanların fotoğrafları tablo boyutuna getirilmiş ve altına başarıları eklenerek asılmıştı duvara. Amerika'dayken yapılan ve benimde bilgisayar üzerinden katıldığım toplantılardan birinde fazla üstelemeyip onayladığım kararlardan biri olmalıydı. Kimin fikri olduğunu hatırlamıyordum ve pek de umurumda değildi.

 

İlk sırada dedemin ve hemen yanındaki tabloda da yakın dostunun fotoğrafı vardı

 

Timur Levinler ve Yekta Alazlı.

Her zaman bir kız çocuk isteyen ve bu hasreti de benimle dindiren dedemin, hatıralarımda daima güzel bir yeri vardı.

 

Elimdeki kadehten birkaç yudum aldım. Buna ihtiyacım olacaktı çünkü sırada babam vardı.

 

Murat Levinler.

Bana daima sıcacık bakan kahverengi gözleriyle karşımdaydı. Ciddi ve kendinden emin bakıyordu bu kez.

 

Elimdeki kadehi neredeyse yarıladım. Çünkü sırada o vardı. Amcam.

 

Mithat Levinler.

 

Kağıt üzerinde öz kardeş olmalarına karşın babamla hiçbir zaman bir gönül bağları olmamıştı. Hayatın boyunca babamı kıskanıp önüne geçmek için her yolu deneyen ancak başaramayınca da kendi kardeşini düşman sayan zavallı bir adamdı o. Dışarıdan bakanların abisini sayan bir adam gördüğü ancak içinin şeytanla yarışır bir kötülüğe sahip olduğunu bilmezdi kimse. O da tıpkı benim gibi rol yapıyordu.

 

Onunla ortak bir yönümüz olduğunu fark ettiğimde kanım çekildi.

 

Gözlerim onun zift gibi karanlık bakışlarına kilitlenmişken ensemde bir karıncalanma hissettim. Bir yabancının adım sesleri hemen arkamda durdu. Elimde tuttuğum kadehten bir yudum aldım ve ilk eli oynaması için müsaade ettim.

 

"Onu çok özlediniz herhalde."

 

Onu... Özlemek?

 

Sorgulayıcı bakışlarımı hemen arkamda duran adama çevirdim. Ancak aramızdaki mesafenin bu kadar az oluşunu fark etmemiş olacağım ki sırtıma dek uzanan saçlarım yüzüne savruldu.

 

Biraz önce ensemde hissettiğim karıncalanma bu kez tüm vücudumda kendini göstermeye başladı. Sebebini bilmemekle beraber gözlerimle buluşan gözlerin ait olduğu ismi de bilmiyordum. Görsem unutabileceğim biri de değildi ama asıl önemlisi; duysam unutabileceğim biri olmayışıydı.

Genizden gelen tok bir ses tınısı ve bıçak gibi keskin ses tonu. Bir insanın görüntüsü çok dikkatimi çekmezdi ama ses tonları benim kalıcı izlerimdi.

Kalıcı izlerimdendi...

 

Karşımdaki adama attığım sorgulayıcı bakışların aynı karşılığını alıyordum. Ben nasıl ki onu saniyelerdir inceliyorsam o da beni inceliyordu. Hamle sırası bendeydi ancak öyle olmasaydı asla geri çekilmezdim.

 

"Bizim için ani bir kayıp. Yani, elbette özlüyorum."

 

Dilimi ısırdım çünkü yalan söylüyordu.

Yabancının suratına alaycı bir ifade yerleşti. Sanki böyle bir şey mümkün değilmiş de ben beyhude bir çaba içerisindeymişim gibi bakıyordu. Bu kayıp sanki uğruna üzülmeyi hak etmiyormuş ve ben üzülerek yanlış yapıyordum onun gözünde.

 

"Üzerinden yedi yıl geçmiş ama acınız tazeymiş gibi görünüyorsunuz."

 

Tiksinme.

 

Yüzünde yakaladığım ilk duyguydu. Ya saklamakta zorlanıyordu ya da hiç böyle bir çabası yoktu. Açık açık bununla karşı karşıya gelmemi istiyordu. Bir derdi vardı ve bir derdi olanın daima amacı da olurdu.

Madem birbirimizin çizgilerini ihlal edeceğiz, ben de öyle yapardım.

 

Tak maskeni ve çık sahneye.

 

"Bu konuyla ilgili düşüncelerimi neden adını sanını bilmediğim, yüzünü dahi hatırlayamadığım bir yabancıyla paylaşayım?"

 

Elleri ceplerinde rahat duruşu bozuldu. Sadece birkaç mimik oynadı yüzünde ama yakalayabilmiştim. Siyah ceketinin içindeki beyaz gömleği aldığı derin nefesle genişledi. Hatta üstten iki düğmesi açık olmasa kopacağını dahi düşünebilirdim. Gerilmişti ve bu onu hazırlıksız yakalamıştı.

 

Elbette bir noktada bana adını söyleyecek, kendini tanıtacaktı. Ancak kafasındaki senaryoya göre, oraya gelinceye dek tüm kontrol onda olacaktı. Kendi istediği zaman bana büyülü sözcükleri fısıldayacaktı.

 

Beni ciddiye alınacak değerde bulmamış olsa gerek bu onu sinirlendirmişti. Bu defa o alaycı gülümseme benim dudaklarımdaydı ve gayet de kasti yapıyordum. Hiçbir masumiyet taşımayan bir karşılıktı. Maskemi takmıştım ve sahnedeydim. Merakımı kavuran şey; benimle sahneyi paylaşmaya devam edip etmeyeceğiydi. Tamam mıydı, devam mıydı?

 

"Beni tanımamak sizin sorununuz Ayda Hanım. Görünüşe göre benim değil."

 

Devam!

 

İsmimi söylerken öyle bir vurguladı ki, zeki bir kadın olmasaydım da yaptığı imayı anlardım. Ya da bunun tam tersini anlatmak istiyor olsa gerek bana alenen aptal muamelesi yapıyordu.

 

"Benim vaktim değerli. Ve sizin de vaktime değer olmayışınız benim kabahatim olamaz değil mi? Görünüşe göre benim değil."

 

Gol. 

 

Hemde ne gol. Bir değil iki sayı etmesi gereken bir gol.

 

Elimdeki kadehte kalan son yudumu içerken üzerimdeki bakışlar adeta neye uğradığını şaşırmış durumdaydı. Bıçaklarımı onun hiç beklemediği bir anda üzerine savurmuştum hatta adeta boca etmiştim ve yabancı silahlı olduğumu hiç fark etmemişti bile.

 

Beni herkesten uzakta kendimle baş başa yakalamak isterken ne umuyordu bilmem, umduğunu bulamamıştı.

 

Ayda Levinler, bu akşamlık da kazanmıştı.

 

Boş kadehi eline tutuşturdum ve yanından geçip gitmeye yeltendim.

 

Bir adım atıp geçiyordum ki kolumdan yakaladı.

 

Ama yakın temas ... Hiç sevmezdim.

 

Başım hızla yukarıya kalktı. Benden daha yukarıda olan bakışlarına karşılık verebilmek için. Uzun bir kadındım ve onun yanında kısa kalmaktan hoşlanmamıştım.

 

Aslında daha kolumu tuttuğu ilk saniye o kolumu tutan elini onun münasip bir yerlerine yerleştirebilirdim ama kendi davetimde bir rezillik çıkmasını istememiştim. Acaba ne kadar şanslı olduğundan haberi var mıydı?

 

Bu defa yüzünden tüm duyguları okunan taraf bendim çünkü beni ne kadar öfkelendirdiğini kendi gözleriyle görsün istiyordum. Ve az sonra öfkemden nasibini alacağını da.

 

Bakışlarıma rağmen hala elini çekmediğinde ne kadar sabırsız bir insan olduğumu hatırladım. Ve ona da gösterdim.

 

Ayakkabımın incecik sivri topuğunu hızlıca ayak bileğinin hemen üzerine geçirdim. Refleksle elini kolumdan çekti ve vurduğum yere kapattı. Canı fazla acımış olmalıydı ki ağzından da kontrol edemediği acı dolu bir inleme çıkmıştı. Derin bir of çekti ve bakışlarını etrafta gezdirdi. Yakınlarda biri yoktu ancak yine de böyle bir riski alamadı ve çektiği acıyı yutmayı seçti. Tüm vücudu çektiği açıdan ötürü kasılmış ve yüzü kızarmıştı. O nokta çok acıtırdı biliyordum ve başka bir yerine vurmayı da seçebilirdim. Ama üzgünüm, koluma karşılık seçtiğim acı buydu.

 

Gözlerim boşta kalan eline kaydı ve elinde sıkı sıkı tuttuğu kadehimi gördüm. Çektiği acıdan ötürü fazla kuvvet uyguluyordu ve kadehin kırılmasına neden olabilirdi. Bakışlarımı takip ettiğinde o da kadehi hala tuttuğunu fark etti ve buna şaşırmış görünüyordu. Şaşkınlığından yararlanıp yanından geçip gitmek için döndüm.

Bu defa beni durduran bir el değil kurduğu cümleydi.

 

"Ben Yalın Alazlı."

 

Alazlı mı?

 

Adımlarımın kesilişi soyadının bende istediği etkiyi yarattığını fark etti ve konuşmaya devam etti.

 

"Yarın itibariyle babamın hisselerini devralıyorum ve bu şirketi ikimiz yönetiyoruz. Bu yüzden artık beni unutmayacağına eminim."

 

Vücudumu hemen yanımda duran bedene döndüm. Bakışlarındaki buz erimiş yerini kocaman bir yangına bırakmıştı. Sanırım o yangında cayır cayır yakmak istediği de, bendim.

 

"Ben radikal değişimlere her zaman açığım. Babanızın hisselerini devralmanız beni üzemez. Ama size üzüleceğiniz bir şey söyleyebilirim."

 

Düşman hattına yaklaşmaktan çekinmedim yüzlerimiz arasında az bir mesafe kalıncaya dek yaklaştım.

 

"Yüzde yirmi beşlik hissenizle benimle birlikte şirketi yönetemezsiniz. Ancak karşımdaki koltukta oturur ne dersem onu yaparsınız."

 

Muhtemelen biri bana öldürecekmiş gibi bakıyorken böyle gülümsememeliydim ama işte aykırılık kanımda vardı.

 

İsmini öğrenmenin bana hiçbir şey katmadığı yabancıya son bir bakış atıp tamamen arkamı döndüm. Ben giderken hiç konuşmadı ancak ondan adım adım uzaklaşan topuk seslerimi zihnine kazıdığına nedendir bilinmez, emindim.

 

Tıpkı dost kazanmadığım ancak düşman sayılacak kadar da tehlikeli bulmadığım yabancının da benim zihnime kazınacağından emin olduğum gibi.

🍂

 

 

Yaklaşık iki yıldır kurguladığım Altın Kafes'in nihayet kelimelerimle buluşmasından ötürü çok heyecanlıyım. Umarım seni okuyan, anlayan ve seven herkese yoldaş olursun Ayda 💕

 

Yorum ve beğenilerinizi bekliyorum.

 

Keyifli okumalar.

 

Ece. 

 

Loading...
0%