Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@authbal

 

Uykusuzluğumun otuz altıncı saatinde acildeki hastalarımın son kontrollerini yaptım ve hemşirelere birkaçı hakkında uyarılarımı yaptım. Nihayet nöbetim bitiyordu ve bu sefil görüntümden bir an önce kurtulmak istiyordum. Kendime gelir gelmez de bana "doktor ol bak rahat yaşarsın" diyen babaanneme iki çift laf edecektim. Bir buçuk aylık stajyer doktorluk deneyimimle konuşuyordum ki, öyle bir şey yoktu. Saflığıma denk gelmiş ve o tonton kadın tarafından iyi niyetim suistimal edilmişti. Kısacası ben bitmiştim.

 

 

Diğer stajyer doktor arkadaşlarla paylaştığımız odaya girdim.Tuttuğum her nöbetten sonra böyle sefil görünmem canımı çok sıkıyordu. Neyse ki oda boştu da bu görüntü yüzünden başkalarına görünerek sıkıntım büyümemişti. Önlüğümü ve steteskopumu çıkarıp dolabıma koydum. Gözüm dolaba rastgele tıkıştırdığım önlükte kalınca düzen hastası lanet kişiliğime bir kez daha sövdüm içimden ama işte önlüğümü çıkarıp güzelce katlayıp öyle koydum dolabıma. Üzerimdeki beyaz saten gömlek kırışmıştı ancak eve gideceğim için değiştirme gereği duymadım. Saat sabahın körüydü ve eve yürürken tanıdık birileriyle karşılaşırsam dahi umurumda değildi. Koşarak anneme "senin kız iyice salmış kendini o ne öyle" diye yetiştirebilirlerdi.

 

 

Dolabımı kilitleyip anahtarı çantamın içine attım ve siyah trençkotumu giyip odadan çıktım. Koridorda rastladığım meslektaşlarıma selam vererek aynı hızla da hastaneyi terk ettim. Ne yazık ki üç sene önce tıp fakültesine başlayan o cıvıl cıvıl kız gitmişti yerine de bu isyankar çilekeş gelmişti. R yapmakta ustaydım ben cidden. Hastaneden çıkıp gözlerimi ovuşturdum. Eve kadar uyumamam gerekiyordu. Ben çok güçlü bir kızdım ve bunu başarabilirdim çünkü benim inanılmaz bir gücüm ve sevgim vardı. Çantamda kulaklığımı ararken önünde bulunduğum kaldırımın az ilerisinde yüksek sesli bir korna çaldı. Hayır Hazan, korna sesinden araba tanıyamazsın.

 

 

Gözlerimi çantamdan çekip önüme baktım.

 

 

Tanıyabilirmişim.

 

 

Bu adam sabahın körü falan dinlemiyor, beni mest etmeye devam ediyordu. Şehzadem benim, sen çok mu tatlısın? Hızla aradaki mesafeyi kapattım ve ön koltuğa tabiri caizse yapıştım. Sonunda popom bir koltuk görmüştü. Çantamı arka koltuğa savurdum ve kemerimi bağladım. Kısa süreli yolculuk için hazır olduğumda bakışlarımı şoför koltuğundaki şehzademe çevirdim.

 

 

"Sabah şeriflerin hayrolsun abilerin gülü. Niye sıcacık yatağını bırakıp bu saatte beni almaya geliyorsun sen? Seni kıt kıt yiyeyim mi istiyorsun ne istiyorsun?"

 

 

Abim, şehzadem, kalbimin tek sahibi... Eğer twitter da "Abimmmmm" diye bir tweet gördüyseniz, evet o da benim.

 

 

" Gülüm benim sen bu soğukta eve yürürken ben nasıl yatayım sıcacık yatağımda? Ev sen yokken üzerime üzerime geliyor zaten çok canım sıkıldı.", dedi bir kolunu omzuma atıp. "Eee naptın müdür, nasılsın görüşmeyeli?", dedi gülerek. Az kalsın, dobloyu sattım diye cevap verecektim.

 

 

" Ne olsun şehzadem ya sürünüp gidiyoruz. Bir değişiklik yok."

 

 

Hiç utanmadı, kahkaha attı. Bakışlarımı kısıp ona baktığımı fark edince gülüşünü zorla da olsa kesti ve omzundaki kolunu çekip arabayı çalıştırdı. Uykusuz, aç ve asabiydim. Elbette ki tersime gelmeyi göze alamazdı.

 

 

"Sakın uyuma he. Otuz kırk dakikalık yol zaten. Ben çıkarken annemle babam uyanmıştı. Kahvaltı hazırlıyorlardır. Yer öyle yatarsın."

 

 

Uykum çok ağır olduğundan böyle bir uyarı yapma gereği duymuştu muhtemelen. Ya da yarı açık yarı kapalı gözlerimden. En son yediğim tuzlu krakerden sonra kahvaltı mideme cennet gibi gelirdi herhalde. Gözlerimi abimin tüm yatırımını harcadığı son model arabada gezdirdim. Benden daha çok sevseydi olay çıkarırdım. Bu yüzden benim yanımda arabasıyla aşk yaşamamaya dikkat ediyordu. Mercedes değil ben büyüktüm işte.

 

 

Abimin arabasına hediye aldığım pandalı araba kokusuna ilişti gözüm. Abim arabanın içine asmıştı ve hareket halinde olduğundan tatlı tatlı dönüp duruyordu. İşaret parmağımla bir fiske attım dayanamayıp. Oyalanmak için trençkotumun cebindeki telefonumu çıkarttım. Abimin doğum günü hediyesi olan son model bir iphoneydi. Kalbimdeki tahtın sahibi olmasın da ne yapsın. Evden çıkarken şarjının dolu olmasına dikkat ediyordum mutlaka. Ama işte elime alacak pek vaktim bulunmadığından şarjım kolay kolay bitmiyordu keza yine öyle olmuştu. İnternetimi açıp sosyal medya hesaplarımda şöyle bir gezindim. En son doğum günümde fotoğraf paylaşmıştım ve sık paylaşmaktan da hoşlanmıyordum. Onun haricinde vakit buldukça hikaye paylaşıyordum. Arkadaşlarımın hikayelerini hızla geçtim çünkü link paylaşmalarından gına gelmişti. Gerçi böyle yaparak hepsi benden daha çok kazanıyordu.

 

 

Hazan cidden bir düşünse miydin ya?

 

 

Kızlar koşun koşun! Altın kaplama steteskop buldum olağanüstü bir şeyyy. Alta linkini bırakıyorum hemen alın hemen.

 

 

Hayalimde bile beceremiyorum bu işi. Benden olmaz ya.

 

 

Eylenerek sosyal medya turumu tamamladığımda telefonu zar zor cebime attım. Uzun süre telefonu eline almayınca böyle oluyordu işte. Bakışlarımı cama çevirdiğimde mahalleye girdiğimizi gördüm.

 

 

"Akşama kadar uyumazsın ama değil mi? İşimiz var, unutmamışsındır."

 

 

Ya sen görüşmeyeli unuttun mu beni böyle soru mu olur, der gibi baktığımda rahatlayıp gülümsedi.

 

 

" Şehzadem ayıp ediyorsun ama. Kendimi unuturum da Beşiktaş maçını unutmam ben. Alarmı kurdum iki gün önceden sen rahat ol."

 

 

" Ya seni verene kurban ya. Ben iş yerinde yiyeceğim yemeği. Eve çıkmakla vakit kaybetmeyeyim. Formamı da aldım yanıma zaten. Yedi de almaya gelirim seni gülüm."

 

 

Yatmadan önce duş alsam, beş elli beşte de kalksam ben tamamım. Hallederiz ya.

 

 

" Tamam şehzadem." dedim ancak sonlara doğru esnediğimden sesim garip çıkmıştı. Araba oturduğumuz sitenin önünde durduğunda kemerimi açtım ve arkadaki çantama uzanıp aldım. Arabadan çıkarken bir kez daha esnedim. Çantamı koluma takıp abimin yanıma gelmesini bekledim. Normalde arabasına kıyamaz garaja koyardı ama kahvaltı edip geri çıkacağından evin önünde bırakacaktı. İstemsizce güldürdü beni bu araba sevdası. Bakışlarımı yukarıya çevirdim. Dört katlı sitenin en üst katındaki dubleks dairede oturuyorduk. Bu evi bir buçuk yıl önce anne ve babam neredeyse bütün birikimlerini ortaya koyup birde üzerine kredi çekerek almışlardı. Benim okulum henüz bitmediğinden abimin onlara değil bana yardım etmesini istemişlerdi. Burs aldığımı söyleyip reddetmiştim başta ancak yine de benim ihtiyaçlarımın daha öncelikli olduğunu söyleyip kararlarından dönmemişlerdi. Günlük canım ailem dozu yükleniyordu şu an, hissediyordum. Okulu bitirip işe başladığımda onlara bu fedakarlıklarını ödemeyi her şeyden çok istiyordum. Çok rahat bir üniversite hayatı geçiriyordum ve bunu onlara borçluydum. Geriye kalan hiçbir şey önemli değildi.

 

 

Abim kolunu omzuma doladığında ben de elimi beline attım ve önce bahçe kapısından sonra da sitenin kapısından içeriye girdik. Abim omzumdaki eliyle askılı orta boy çantamı havaya kaldırıp indirdi. Sanırım ağırlığını test ediyordu ki "ağır değildir" testini geçememişti. Çantayı benim omzumdan alıp kendisininkine taktı. Aç karnına onu yesem nolurdu ki?

 

 

Asansördeyken de esneyip durduğumdan ben uyuyup kalmayayım diye şakalar yaptı. Burnuma sayısız fiske attı beni kandırıp. Kanmamam gerektiğini biliyordum ama işte.. Asansör durduğunda arka arkaya indik ve sağa dönüp geniş holde yürüdük. Biz kapıya varmadan kapı babam tarafından açılmıştı bile. İş için çoktan hazırdı. Çekmişti takım elbisesini üzerine. İmreniyordum şu adamın nizamına. Kapıya vardığımda eğilip spor ayakkabılarımı çözerken ona takılmayı da ihmal etmedim.

 

 

" Günaydın müdürüm. Yine vukuatlı bir güne hazır gibisiniz."

 

 

Bir ayağımı çözmüş diğerine geçmiştim ki elini saçımda hissettim. Önce okşadı sonra da dağıttı. Olsun, hak etmiştim.

 

 

" Ağzını hayra aç cici kızım. Şu eve bir gün de sakin döneyim ya."

 

 

Babam okul müdürü annem de öğretmen olduğundan boş zamanlarım hep okulda geçmişti. Babamın pek çok sinir krizine şahit olduğumdan onun evdeki pamuk hallerini çok sorgulamıştım. Bunu anneme söylediğimde aynen şöyle demişti: Baban aslında oyuncak bir robot annecim. Gün sonunda kendini resetliyor.

 

 

Aldatılmıştım. Annem tarafından.

 

 

Nihayet ayakkabılarımla olan çıkarma savaşını kazanmış eve girebilmiştim. Hastanede açılıp durmasın diye düğüm atıyordum sonra da ha böyle çözemiyordum resmen. Babamın yanaklarına öpücük kondurup doğruca banyoya ilerledim. İşlerimi halledip ellerimi ve yüzüme de bol suyla yıkadığımda banyodan çıktım. Evin içi sıcacıktı ve kahvaltıyı da balkona hazırlamışlardı. Bileğimdeki tokayla uzun saçlarımı bağlarken balkona ilerledim. Annem tabaklara servis yapıyor babam da çayları dolduruyordu. Önüme düşen perçemlerimi üfledim ve balkona geçtim. Annemin yüzü masaya dönüktü ve arkasından baktığımda benim tabağımı tepeleme doldurmakla meşgul olduğunu gördüm. Arkasından ona sarıldım ve yanağından öptüm. Göğsünde birleştirdiğim ellerimin üzerine ellerini koydu ve bana döndü. Yanaklarımdan öpüp sarıldı. Bu aile cidden beni çok özlüyordu ya.

 

 

"Hoş geldin bebeğim. Geç otur hadi."

 

 

İkiletmedim çünkü bu çift yine döktürmüştü. Işıklı'lar yapıyordu bu sanatı.

 

 

Annemin üzerinde de takımı vardı. Blazer ceket kumaş pantalon kombini yapmıştı. Normalde daha rahat giyinmeyi tercih ettiğinden bugünkü resmiyetini merak ettim.

 

 

"Hayırdır, veli toplantısı falan mı var? Baya resmisiniz bugün."

 

 

Abimle ben gülerken karşımızdaki çift gözlerini kısarak bize bakıyordu.

 

 

"Evet. Bu yüzden tatsız şakalarınla bizi germek istemezsin Hazan", dedi babam kaşlarını kaldırarak. Mesleklerine aşık olmaları bir yana veli toplantılarında yaşadıkları gerginlikler onları hala strese sokabiliyordu. Annem bu sene emekli olmayı düşünüyordu ve babamı bu yolda yalnız bırakacaktı. Babam geçen sene ona hediye aldığım stres topuyla artık fazladan haşır neşir olacak gibiydi.

 

 

"Tamam ya sustum. Hiç ağzımı açmadan yemeğimi yiyorum işte." dedim ve sıcacık kakaolu sütümü içtim. Ben içime içime gülerken abimin hiç korkusu yoktu, kahkaha atıyordu. Annemden terlik yemeyeli uzun zaman olmuştu herhalde. O sırada annem oflayarak çatalını tabağına bıraktı ve kızgın bakışlarını bana çevirdi.

 

 

"Hala mı aynı konu ya? Kızım sen hiçbir şeyi unutmaz mısın, yıllar oldu ya artık."

 

 

Küçükken abimde ben de,özellikle ben, çok konuşan çok soru soran ve hiç susmayan çocuklardık. Yemek yerken bile durmaz annemin başını ağrıtmaya devam ederdik. Bir gün bize öyle sinirlenmişti ki "hiç ağzınızı açmadan yemeğinizi yiyin" diye bağırmıştı. Teorik olarak bu mümkün olmadığından abimle birlikte gülme krizine girmiştik. Sonraysa annem iki terliğini de çıkarmıştı ve birlikte korku filmi çekmiştik. Mutsuz son.

 

 

Babam bize siz iflah olmazsınız bakışı atıp bir kolunu anneme doladı.

 

 

"Boş ver şunları hayatım sen. Kurt kocayınca köpeğin maskarası olurmuş."

 

 

Köpekleri yerdim ama ben. Olurdu. Bana uyardı.

 

 

"Eyvallah be peder." dedi abim höpürdeterek çayını içerken.

 

 

"Kes Hazer."

 

 

Kesti.

 

 

Kahvaltımız bittiğinde annemle birlikte hızla masayı topladık. Ben bulaşıkları makineye dizerken annemde odaya gidip çıkmak için hazırlandı. Ben mutfağı toplamayı bitirdiğimde üçü de hazırlanmış sırayla montlarını giyip çıkıyorlardı. Annemle babama öpücük atıp kolaylıklar diledim. Abim bana sarılacakmış gibi yapıp saçlarımı karıştırarak karman çorman ettiğinden ona öpücük falan yoktu. Derin bir nefes aldım ve kapıyı kapatıp banyoya girdim. Şimdi güzel bir banyo yapıp maça kadarki zamanı en verimli şekilde geçirecektim.

 

 

Yani uyuyacaktım.

 

🍒

 

 

Üçer dakika arayla çalan alarmlarımın sonuncusu da çaldığında nihayet uyanabilmiştim. Pandalı göz bandımı çıkarıp telefonuma uzandım. Saat yediye yirmi vardı. Her türlü hazırlanırdım. Yatakta doğrulup sürahime uzandım ve kocaman iki bardak su içtim. Uyurken içim kuruyordu, suyum çekiliyordu içimden sanki. Beyaz yumuşacık terliklerimi giydim ve gerinerek odadan çıktım. Aralıksız, hiç uyanmadan bebekler gibi uyumuştum. Bu enerjiyle maçta tribün amigosu bile olurdum ben. Banyoda işlerimi halledip odama geri döndüm. Mutfaktaki balkonumuzdan sesler geliyordu anlaşılan annemler oradaydı.

 

 

Gardrobumu açıp içinden formamı çıkarttım ve üzerimi çıkarıp giyindim. Dar siyah kot pantolonumu da giyip gardrobun karşısındaki boy aynama ilerledim. Pantolon uzun bacaklarımı sarmıştı ve iyi görünüyordu. Hızlıca çoraplarımı da ayaklarıma geçirip makyaj masama oturdum. Yatmadan önce saçlarımı kurutmak son zamanlarda verdiğim en doğru kararlardan biriydi kesinlikle. Siyah saçlarımın dalgaları omuzlarımdan aşağıya dökülüyor, yumuşacık saçlarım parlıyordu.

 

 

Hindistancevizininin faydaları.

 

 

Saçlarımın yanlarından birer tutamı örüp siyah beyaz lastiklerle bağladım ve aynadaki görüntü çok hoşuma gitti. Olduğumdan daha genç göstermiştim. Son zamanlarda evden okula, okuldan da hastaneye bir hayatım olduğu için süslenmeyi ve kendime bakmayı özlemiştim anlaşılan. Makyaj çantamı açıp içinden güneş kremimi aldım. Sürmediğim zamanlar beyaz tenim beni buna pişman ettiğinden, mevsim nolursa olsun güneş kremi sürmek artık bir takıntı haline gelmişti bende. Annemden aldığım sürmeli kirpiklerime maskara sürdüm. Son olarak da elmacık kemiklerimden biraz aşağıya doğru allık sürdüm. Bu pembe tonları kendime ve tenime çok yakıştırıyordum. Vişneli rujumu dolgun dudaklarımda iki tur gezdirdiğimde tamamdım. Beyaz şişme montumu kapının yanındaki askılığımdan alıp giydim ve bir cebime telefonumu bir cebime de cüzdanımı attım.

 

 

Hazan Işıklı, derbiye hazırdı.

 

 

Balkona doğru giderken telefonumdan saate baktım. Son beş dakikam vardı. Aç değildim ama hızlıca bir şeyler atıştırmak için vaktim vardı. Doksan dakika boyunca yerimde hoplayıp zıplayacağımdan midemin çok dolu olmaması lazımdı zaten. Annemle babamı karşılıklı oturmuş yemek yerken buldum. Toplantıyla ilgili konuşuyorlardı ve babamın vücut dilinden anlayabildiğim üzere sinir krizi geçirmesine neden olacak bir vukuat yaşanmamıştı.

 

 

"Afiyet olsun kumrular", dedim ikisinin de yanağından makas alırken. Uyumadan evvel aile grubuna akşam yemeği yemeyeceğimi yazmıştım bu yüzden beni beklemeden yemeğe oturmuş olmalıydılar.

 

 

"Günaydın uyuyan güzel. Gençleşmişsin resmen bu kadar mı fark eder?" dedi babam keyifle. Bu adama sinir krizi geçirten insanlar yargılanmalıydı gerçekten. Yoksa ondan daha pamuğu yoktu bu dünyada.

 

 

"Sağ olun müdürüm, teveccühünüz" dedim saçlarımı savurup öpücük atarak.

 

 

"Ben çıkıyorum. Bir şey diyor musunuz?" dedim taze ekmekten bir parça kopararak.

 

 

"Sandviç hazırladım sana dolapta. Arabada yersin. Babanda portakal suyu sıkmıştı onu da al yanına iç mutlaka. Çok terlemeyin annecim olur mu? O abine de dikkat et kendini kaybetmesin. Çıkarken de mutlaka montlarınızı giyin terli terli akşam ayazına çıkmayın tamam mı?"

 

 

Sandviçi değil de seni yesem olmaz mı sultanım benim.

 

 

"Tamam sultanım, merak etme sen." deyip yanağından öptüm önce annemin sonra da gülümseyen babamın. Mutfağa geçip buzdolabını açarken cebimdeki telefonum çalmaya başladı. Şehzadem arıyordu. Gelmiş olmalıydı. Aramayı yanıtlayıp geldiğimi söyledim. Tamam gülüm deyip aramayı sonlandırdı ve telefonumu geri cebime koydum. Streçfilme sarılmış sandviçi ve plastik bardak içindeki portakal suyunu alıp dolabı kapattım. İkisini de sol elimde sabitleyip ayakkabı dolabından beyaz spor ayakkabılarımı aldım ve dirseğimle kapıyı açtım. Hızla ayakkabıları giyip kapıyı çektim. Asansörü çağırdım ve geldiğinde binip zemin katı tuşladım. Aynada kendime baktığımda bir kez daha beğendim. Sağ profilden baktım, sol profilden baktım. Kendime öpücük attım, sırtıma kadar dalgalarıyla inen saçlarımı savurdum. Benim bugün bu kendime yükselmelerim ne olacaktı ya? Telefonumu çıkartıp aynadan birkaç fotoğrafımı çektim. Maça gidiyorduk. Cümle alem hazırola geçsindi.

 

 

Asansör zemin katta durduğunda indim. Bir yandan aceleyle yürürken bir yandan da telefonu tek elimle kullanmaya çalışıyordum. Instagram ikonuna tıklayıp açık bırakılan apartman kapısından çıktım. Bırakandan Allah razı olsundu. Çektiğim fotoğraflardan en beğendiğimi kartal emojisi koyup hikayeme yükledim. Kendimi uzun zaman sonra aşırı pozitif hissediyordum ve bunun nedeni kendime vakit ayırıyor oluşumdu. Üniversiteye başladıktan sonra hızla sosyal hayatım yavaş yavaş azalmış ve bu yeni döngüye bir türlü uyum sağlayamamıştım. Hastaneden ya da okuldan çıkıp eve geldiğimde yaptığım tek şey uyumaktı. En yakın arkadaşımla bile aylardır görüşmüyordum ve gerçekten bu kontrolsüz yaşantıma artık bir son verecektim. Yaşayabileceğim bir başka hayat yoktu ve ertelemeyecektim hiçbir şeyi.

 

 

Bahçe kapısından çıktım ve yolun karşısında bekleyen arabaya yöneldim.

 

 

"Günaydın gülüm." dedi abim ben yerime yerleştiğimde.

 

 

İyi ki bir uyuduk he.

 

 

Ters ters bakarak cevap verdim ona.

 

 

"Aklım hala uyuyamadıklarımda."

 

 

Güldü bu söylediğime.

 

 

"Eyvallah gülüm." dedi yumruğunu göğsüne vurarak.

 

 

Ben elimdekileri ortadaki alana bırakıp kemerimi taktığımda da arabayı çalıştırdı. Beşiktaş stadyumu buradan bir saat sürüyordu yaklaşık olarak. Rahat rahat yerdim yemeğimi.

 

 

"Beşiktaş ilk on biri paylaşmış gördün mü?" dedi abim heyecanla. Sanki sevgilisiyle buluşacak şehzadem ya. Gerçi doğruydu. Bir nevi sevgilimizle buluşuyorduk.

 

 

"Görmedim şehzadem. Dur bakayım hemen." dedim sandviçimden büyük bir ısırık alarak. Telefonumdan kulübün resmi hesabına girdim ve son paylaşımında açıkladığı kadroya baktım.

 

 

"Kale'de Mert varmış. İyi bari emin ellerdeyiz." dediğimde kafasını salladı.

 

 

"En fazla bir yeriz ya. Çok rahatım bu akşam."

 

 

Ben seni maçta görürdüm de, neyse.

 

 

Kadroya bakmaya devam ettim. Tosunpaşa ilk on birdeydi. Aboubakar da yanındaydı. Olur olur yerdik. Ben tamamdım. Kadrodan memnun kalarak kulübün hesabından çıktım. Mesaj kutumda üç yeni mesaj vardı. İki tanesi hikayeme alev atan klasik tayfadandı. Sonuncusuysa en yakın arkadaşım Senem'dendi.

 

 

senembarut: Gel kahve içelim desem gelmezsin kahpe seni.

 

 

Ne kadar da sevgi dolu bana karşı. Canım arkadaşım benim ya. Haksız olduğumu çoktan kabullendiğim için alttan alacaktım. Uzun yıllardır süren arkadaşlığımızın sırrı da buydu zaten.

 

 

hazaniss: Akşam sendeyim yavrum. Camını açık bırak;)

 

 

Yakın arkadaşa yükselmek deyince de ben.

 

 

Araba durduğunda kırmızı ışıkta olduğunu fark ettim. Bugün sosyal kelebek günümdeydim. Uygulamanın kamerasını açıp ikimizi kadraja aldım.

 

 

"Gülümse şehzadem. Alem fanatik görsün."

 

 

Karizmatik bir şekilde kameraya baktığında ben de gülümseyip fotoğrafı çektim. İleriye uzattığım eli indirip fotoğrafa yakından baktığımda çok beğenmiştim. Abime olan sevgim daima içimden taştığından fotoğraftaki samimiyet yumuşacık yapmıştı beni. Araba tekrar hareket ettiğinde fotoğrafı minik beyaz bir kalp koyarak hikayeye attım. Telefonumu kilitleyip cebime geri koyarken abimin sabitleme aparatına tutturulmuş telefonuna bir bildirim geldi.

 

 

(....) hazaniss, az önce bir hikaye paylaştı.

 

 

"Yuh abi! Benim bildirimlerimi mi açtın sen?"

 

 

Hazer Radar Işıklı.

 

 

Abartma seviyen ağzımı açık bıraktı şehzadem.

 

 

"Ne var? Seni yakından takip ediyorum işte."

 

 

Kıvır bakalım. Kıvırrrr.

 

 

Cıkladım birkaç kez. Neyse ki hatırın büyük kral, susuyorum bu faulüne.

 

 

Gökyüzü kararmış, kızıl çizgiler son turlarını ahenkle atıyordu bulutların arasında. İçimi açan bu manzaraya karşı sandviçimi ve portakal suyumu bitirdim. Torpidodan bir ıslak mendil çıkarıp ellerimi sildim. Abim ciddiyetle araba kullandığından pek konuşkan bir anında değildi. Özellikle de trafik bu kadar canını sıkarken. Telefonumun bluetoothundan arabaya bağlandım ve müzik uygulamama girdim. Yan gözle abime baktım şarkıyı açarken.

 

 

"Bu şarkı sana yakışıklı."

 

 

Şarkıyı açtığımda gülümsedi. Çoktan havaya girmişti bile. Üzerimizdeki formayla açtığım şarkı çok uyumluydu. Bugün de kalpleri fethetmiştim çok şükür.

 

 

Nakarat kısmı geldiğinde bağıra bağıra söylemeye başladık. Şehzademin sesi de fena değildi he.

 

 

Kara sevda, kara sevda... Dedikleri daha ne olabilir ki?

 

 

Bunu öğrendiğimiz gün, Beşiktaş dışında başka birine aşık olduğumuz gün olacaktı.

🍒

 

Stadyuma geldiğimizde Doğu tribünündeki yerimizi aldık. Tribünün tam ortasındaydık. Buradan maç izlerken ortam fazlasıyla coşkulu oluyordu. Fenerbahçe taraftarıysa bizimle o coşkuyu paylaşıyor gibiydi. "Tatlı" mesajlar içeren pankartlarını çoktan açmışlar ve maçın başlamasını bekliyorlardı. Yanımda sabırsızca yerinde kımıldanan abime baktım. Pankartları ve üzerinde yazanları fark etmemiş gibiydi. Miyopluğuna şükür edilebilecek bir noktadaydık gerçekten.

 

 

Dakikalar birbirini kovalarken uğultular yerini tezahüratlara bıraktı. Gözlerimi kalabalıktan çok zorlansam da nihayet solumda kalan tünele çevirebildim. Oyuncular sahaya çıkıyorlardı. İşte feraset işte fazilet işte adam gibi adamlık. Kaptanlık pazu bandı Cenk' deydi. İki takım da sahanın ortasında dizildiğinde stattaki gürültü had safhadaydı. Karşı taraftarın sesi zorlukla duyuluyordu. Bende yavaştan havaya giriyordum.

 

 

İstiklal Marşı okunmaya başlandığında huzur verici bir sakinlik hakim oldu. Bittiğindeyse aynı hızda geri geldi. Sizden hızlısı cidden mezardaydı. Oyuncular ısınmak için sahada koştururken bizim bulunduğumuz tribünden bir ismin tezahüratları yükseldi.

 

 

Kerem Alp Marden.

 

 

Beşiktaş'ın bu sezon başında Adana Demirspor'dan transfer ettiği genç bir futbolcuydu. Üç ay önce çıktığı ikinci maçında sakatlanıp uzun bir süre sahalara veda etmiş taraftarı çok üzmüştü. Bugün nihayet sakatlığını atlatmış yeniden sahalara dönmüştü. İlk on bir kadrosunda yoktu ancak yedek kulübesinde oturduğunu bilmek taraftara güven veriyordu. Taraftarın alkışlarına ve tezahüratlarına daha fazla kayıtsız kalamamış olacak ki bizim tribüne doğru tempolu bir şekilde koşmaya başladı. Tribünün önüne geldiğinde o da taraftarın alkışına karşılık vererek alkışlamaya başladı. Yüzünde içten bir gülümseme ve hayranlık vardı. Taraftar üçlü çektirmesi için tezahürat yaptığında kırmadı, büyük bir coşkuyla üçlü çektirdi. Abim dahil herkes kendini kaybedercesine eşlik etti ona. Tekrar alkışlar eşliğinde yerine dönerken yanımdaki adam kendini parçalarcasına onun adını bağırıyordu. Bu kadar heyecan iyi değil abim benim, haberin olsun.

 

 

Oyuncular saha içindeki yerlerini alırken hakem de son kontrollerini yapıyordu. Nihayet maçı başlatan düdüğü çaldığında top karşı takımın oyuncularının ayağındaydı. Taraftar bir an olsun durulmuyor, maçın ilk dakikalarında bile stadı inletiyorlardı. Bense her zamanki gibi dikkatle maçı takip ediyor, gollerde ve gole giden pozisyonlarda ayaklanıyordum. Enerjiyi dengeli kullanmak önemliydi cicim. Telefonumu çıkarıp bu eşsiz ortamın bir videosunu çektim ama paylaşmadım. Anı olarak kalsındı bu. Gol olursa onu yakalayıp paylaşmak istiyordum asıl. Sosyal kelebeğim diye de abartmak istemiyordum.

 

 

Dakikalar on ikiyi gösterirken Beşiktaş'ın sakin oyununa karşılık karşı takım agresif bir oyun sergiliyordu ve şu dakikada bunun meyvesini de almış oldu. Defansımızda bulduğu bir açıkla son sürat bizim kaleye doğru ilerlemeye başladı. Gerideki oyuncular hızla forvetlere yardıma gelmeye çalışsa da yine de bu atağa hazırlıksızdık. Pasını sağında bulan arkadaşına veren karşı takım oyuncusu, forvetlerimizden birini de kıskacına aldığında arkadaşı için bir gol imkanı yaratmıştı. Karşı takım oyuncusu önündeki engelleri hızla geçti ve sağ ayağıyla güçlü bir vuruş yapıp topu kaleye gönderdi. Kalenin sağında neredeyse ağlarla buluşacak olan top, Mert'in dokunuşuyla out'a gittiğinde bu defa bende ayakta "helal olsun sana" tezahüratlarına eşlik ediyordum. Eve gittiğimde senin için onurlandırma ve yüceltme tweetleri döşeyecektim abim benim.

 

 

Beşiktaş kenardan hızla topu yürütmeye başlarken taraftar hala Mert'in adını bağırıyordu. Sağımdaki abiye göz ucuyla baktığımda nefes nefese kalmıştı ancak yine de avazı çıktığı kadar bağırmaktan vazgeçmiyordu. Umarım sesleri kısılmazdı.

 

 

Yirmi altıncı dakikada karşı takımdan bir atak daha geldi ve sanki buna hazırlıklı gibiydiler. Çalışılmış bir organizasyondu. Defansın sol kanadında ciddi bir işlevsizlik söz konusuydu ve bunu kullanmak için fırsat kolluyor olmalıydılar. Karşı takım neredeyse tüm defans ve forvet oyuncularıyla hücuma geçmiş durumdaydı ve bizimkilerin engelleme girişimlerini bir bir geçiyorlardı. Sinir hastası edeceklerdi beni de gerçekten. Bir haftada ne oluyordu bu çocuklara anlamıyordum? Bu Barselona benim tanıdığım Barselona değildi.

 

 

Karşı takımın oyuncusu arkadaşından pası alır almaz bir saniye bile beklemedi ve sert bir vuruşla topu ağlara gönderdi. Maalesef bu defa bizi Mert de kurtaramamıştı. Topa uzanmış ancak yetişememişti. Skor artık 1-0 idi. Beşiktaş çok sağlam bir atakla gol yeyip geriye düşmüştü. Taraftar artık üzgün ve gergindi.

 

 

On dakika topun iki takım arasında gidip gelmesiyle geçti ve beklenen değişiklik Beşiktaş'tan geldi. Tabelada 22 numaranın yerini 10 numaraya bırakacağı yazıyordu. Taraftarın gönlünde kısa sürede taht kurmuş genç oyuncu, kenarda yer değiştireceği takım arkadaşının gelmesini bekliyordu.

 

 

Kerem Alp Marden oyuna giriyordu.

 

 

Forvette Cenk'le birlikte gol yükünü paylaşacaktı. Allah yardımcıları olsundu. 22 numara gelir gelmez hızlıca sarılmışlar ve birkaç kelimelik bir şeyler söylemişlerdi birbirlerine. Maçlarda en çok merak ettiğim kısım aslında buydu. Birbirlerine ne söylediklerini deli gibi merak ediyordum. Kafamda kurduğum senaryolar sonucu iki seçeneğim vardı.

 

 

Kanımızı yerde koma kardeşim.

 

 

Bu fazla iyimserdi evet.

 

 

O .. numaranın belasını s*k tamam mı?

 

 

Pollyanna olmadığım için ikinci seçeneği seçiyordum.

 

 

Dakikalar birbirini kovalarken oyun akışını Beşiktaş nihayet kendi lehine çevirmeyi başardı.

 

 

Beni bile "sakince maçı izleyeyim" fikrimden çıkaran Beşiktaş'ın ani gelişen atağına gelen tepki oldu. Bu taraftar gerginliğini atamazsa eğer işimiz işti gerçekten. Defanstan aldığı topu hızla süren Cenk önündeki iki oyuncuyu da geçerek Kerem'in önüne şık bir asist bıraktı. Topu ayağıyla kontrol eden Kerem hiç beklemeden sol ayağıyla sert bir vuruş yaptı kaleye. Heyecandan kendini kaybetmiş taraftarla birlikte karşı takım kalecisi de ağlarla buluşan topu izledi. Sonrasıysa...

 

 

Sonrası tufandı.

 

 

Tüm Beşiktaş taraftarı ayağa kalkmış hem gole hem de golcüye övgüler yağdırıyordu. Muazzam bir gürültü hakimdi statta. Kerem maçın başında üçlü çektirdiği için olsa gerek bizim bulunduğumuz tribüne gelerek taraftarla buluştu. Üzerine atlayan takım arkadaşlarından sıyrılıp bir tiyatrocu gibi sahne selamı vererek taraftarı iyice coşturdu. Herkes kendini kaybetmişti. Abim bile bana kolunu dolamış çılgınlar gibi hoplayıp zıplıyordu yerinde.

 

 

Kerem tekrar arkadaşlarıyla sarılıp tebrikleri kabul ederken skorun eşitlenmesiyle taraftar biraz olsun yatışmış görünüyordu. Tabii bu ikinci gol için tezahüratlarına başlamaya engel değildi. İçin için buna gülerken sağ kolumda bir temas hissettim. Yanımdaki abi bana sarılmak gibi bir gaflete düşmüyordur inşallah. Tepki vermemeyi düşünürken kolumdaki tutuşu sertleşmeye başladı. Sinirle nefes verip sağıma döndüğümde gördüğüm manzaranın kafamda kurduklarımla alakası bile yoktu. Adam dizlerinin üzerine çökmüş ve kıpkırmızı kesilmişti. Heyecandan onu fark edemeyen insanların darbelerine maruz kalıyor ancak bir şey yapamıyordu. Bir eli kalbini tutuyordu ve üzerindeki formayı çekiştiriyordu. Yüksek sesten nefes alıp alamadığını anlayamıyordum ancak bunu anlamama gerek olmadığı kanısına varmıştım çünkü teşhisi koymuştum.

 

 

Kalp krizi geçiriyordu.

 

 

Telaş yapma gibi bir lüksüm olmadığından aklımdaki tüm kötü düşünceleri bir kenara ittim. Çiçeği burnunda bir stajyer doktordum ama bunun bir önemi yoktu şimdilik. İçimden tekrarlıyordum bunu. Adamın neredeyse yere devrilen bedeninin önünde diz çökerken insanlara açılması için bağırıyordum ancak işte bu boş bir uğraştı. Çöktüğüm yerde adamın formasını çıkarmaya çalışırken abimin dizine defalarca vurdum ama oralı olmadı çünkü bu alışık olduğu bir durumdu. Bu yüzden son çare olarak hiç hoşlanmadığı şeyi yaptım. Bacaklarına özellikle huylandığı dizine çimdik attım. Tekrardan adama döndüğümde başının zarar görmemesi için güç bela dizlerim üzerine koydum ve sakin olmasını söyledim. Biliyorum beni duyamazdı ama en azından ağzımı okuyabilmesini umuyordum. Arkamda bir bedenin yere çömeldiğini hissettim ve saniyelik dönüp baktığımda abimin şaşkınlıkla bize baktığını gördüm. Kulağına doğru yükselip yapmasını istediğim şeyleri bağırdım ona. Beynim stresten iflas edebilirdi ve ellerim titriyordu ama burada bana ihtiyacı olan biri vardı. Kendime mukayyet olmamın tek sebebi buydu. Abim ayağa kalkıp herkesi örgütlemeye başladı. Hasta için yaşam alanı açmamız gerekiyordu. Çok şükür ki abim konuştukça insanlar ne olduğunu farkına varıyor ve ona yardımcı oluyorlardı.

 

 

Formayı nihayet çıkardım nabzını kontrol ettim. Tahminlerime göre otuz beş kırk yaşları arasındaydı bu adam ve yaşına göre nabzı normal bir seyirde atmıyordu. Önünü açıp rahatlatmıştım ama bu kısa vadeli bir çözümdü. Bulunduğumuz tribün gittikçe sessizleşiyordu ve bunu da insanların örgütlenerek başarmasına yoruyordum. Adamın hayati verileri giderek kötüleşiyordu gözlemlerim sonucu. Ambulans çağırmalarını söyleyerek haykırdım. O sırada birilerinin de güvenliğe haber vermek üzere gittiğini duydum. Doğruydu. Elimizin altında bir ambulans ve doktor vardı ve bunu kullanmalıydık.

 

 

Adamın fazla vakti yoktu sanki ve bu beni dehşete düşürüyordu. Bir saniye önce nefes alıyordu ama bir kez daha kalkıp inmemişti göğsü. Nabzını kontol ettiğimde reaksiyon alamadım. Hayır, olamazdı. Henüz hiç savaşmamıştı ki. Hemen çömeldiğim yerde doğrulup pozisyonumu değiştirdim ve kalp masajı için ellerimi göğsünde konumlandırdım. Sternum alt yarısının ortasına içimden otuza kadar sayarak kalp masajı yapmaya başladım. Ağlamak istiyordum ama kendimi bırakmamak için çabalıyordum. Çünkü bana ihtiyacı olan biri vardı. Onu yarı yolda bırakamazdım. Ama Allah'ım ne olursun, o da savaşmayı bırakmasın. Otuza geldiğimde ağzını aralayıp iki kez nefesimi üfledim ancak bir değişiklik olmadı. Hala nabzı atmıyordu. Bir kez daha kalp masajına başlarken güvenlik görevlileriyle birlikte bir sedye taşıyan sağlık görevlileri yanımıza geldiğini abimin bağırarak kulağıma söylemesiyle fark etmiştim. Yanlarında bir de erkek bir doktor vardı. Abimin, benim tıp öğrencisi olduğumu ve ilk müdahaleyi yaptığımı söylediğini duydum. Ben bir kez daha kalp masajına başlarken bu yüzden geride durup müdahale etmediler. Yalnızca doktor bey karşımda çömelip nabzını düzenli olarak kontrol etmeye başladı.

 

 

Otuza yaklaşırken umutlarım tükeniyordu. Hiçbir tepki yoktu. Nabız yoktu. İlk hastamı kaybetmiştim ve bunun burada bu şekilde olduğuna inanamıyordum. Bir doktor ya da doktor adayı buna hiçbir zaman kendini hazırlayamazdı belki ancak bir hastanede olmasını tercih ederdi. Son kez kalp masajını yapıp ağzına nefes üfledim ve çaresizlikle geri çekildim. Bundan sonrasını, artık deneyimleri sonucu devam etmeyi ya da etmemeyi seçecekse bile, doktor beye ve sağlıkçılara bırakacaktım.

 

 

Başımı kabullenmişlikle önüme eğdiğimde yana düşen elimde hafif bir baskı hissettim. Hızla kafamı kaldırıp baktığımda zar zor da olsa inip kalkan göğsünü fark ettim. Parmaklarımı çok hafif de olsa bir baskıyla sıkıyordu. Nefes alıyordu. Savaşmıştı, bırakmamıştı. Kaybetmemişti. Kaybetmemiştik. Kendimi sıkarak gözyaşlarımın düşmesini engelledim. Kendimi bırakmama daha vardı. Şu an değildi. Tekrardan nabzını kontrol ettim. Düzene girmemişti ama biraz önceye göre daha kontrollü seyrediyordu. Kenara çekildim ve sağlıkçıların adamı sedyeye yerleştirmesine müsaade ettim. Derin derin soluklanırken omzumu sıkan bir el hissettim. Dönüp bakmama gerek yoktu kim olduğuna. O dokunuşa ve güven hissiyatına kendimi bildim bileli aşinaydım zaten.

 

 

O anda maça tezat sessizlik dikkatimi çekti. Ben hastayı kurtarmaya odaklandığımdan sessizliği kafamın içinde zannediyordum. Meğerse tüm stadyum sessizliğe bürünmüştü. Oyun durmuştu ve futbolcular dahi benim bizzat içerisinde bulunduğum durumu seyrediyorlardı. Kırk yıl düşünsem kendimi böyle bir durumda bulacağımı düşünmezdim. Bugünü kesinlikle unutmayacaktım ama sebebi maç olmayacaktı.

 

 

Doktor Bey maçta herhangi bir sakatlanma olması ihtimalinden ötürü burada kalması gerektiğini söyledi. Bana her ihtimale karşı ambulansla gidip gidemeyeceğimi sorduğunda hiç düşünmeden kabul ettim. Şu saatten sonra maçı ya da skoru düşünecek halim yoktu. Önden sedyeyle birlikte sağlıkçılar çıkarken ben de arkalarından onları takip ediyordum. Abime isterse kalabileceğini, gelmesine gerek olmadığını söylemiştim ama kabul etmemişti. Etmeyeceğini de biliyordum zaten. Arabasıyla bizi hastaneye kadar takip edecekti. Tribünün çıkışına doğru kalabalığa rağmen ilerlerken bir alkış tufanı sessizliği bozdu. Önce karşı tribünle başlamıştı ancak sonra tüm tribünler hararetle eşlik etmeye başlamıştı. Futbolcuları alkışladıklarını düşündüm başta ama bakışlarımı sahaya çevirdiğimde onların da taraftarın alkışlarına eşlik ettiğini gördüm. Ve tam olarak buraya bakıyorlardı alkışlarken. Aman Allah'ım bana bakıyorlardı. Beni alkışlıyorlardı. Tüm stadyumun ve futbolcuların alkışları, tezahüratları, ıslıkları banaydı. Kıpkırmızı kesilmiştim ve ellerim titriyordu. Bu defa durduramıyordum da.

 

 

Ben Tıp öğrencisi ve çiçeği burnunda stajyer doktor Hazan Işıklı. Biraz önce işimi yapmış, bir hayat kurtarmıştım. Bugünü yeminle kendimi adayacağım mesleğimde bir dönüm noktası ilan ediyordum.

 

🍒

 

 

Yüzüme vuran ve gözlerimi acıtan gün ışığına daha fazla dayanamadım. Şiş olduğu için sızlayan gözlerimi ovuşturup sağıma döndüm ve telefonuma uzanıp aldım. Henüz alarmım çalmadığından biraz erken uyandığımın farkındaydım. Saat yediydi. Dün akşam yaşadıklarımın bir rüya olmadığını hatırladığımda gözlerim dün geceye yetmemiş gibi bir kez daha doldu. Kulübün anlaşmalı olduğu özel hastaneye götürülmüştü hasta ve ben de doktordan son durumunu öğrenene dek yanında kalmıştım. Hastane ailesine ulaşmıştı ve ben de onlar geldikten sonra nihayet içim rahat ederek hastaneden ayrılmıştım. Adamın ailesi benim ilk müdahaleyi yapan kişi ve tıp öğrencisi olduğumu sanırım hastanedeki doktordan öğrenmişlerdi. Annesi bana öyle büyük bir minnetle sarılmıştı ki boğazım düğümlenmişti. Abim beni eve getirinceye kadar ağzımı bıçak açmamıştı ama kapıda annemi gördüğüm gibi yelkenleri suya indirmiştim. Musluk gibi açılmıştım adeta. Beni oracıkta sarıp sarmalamış sanki tam o anda neye ihtiyacım olduğunu biliyormuş gibiydi. Kaç yaşına gelmiş, kendi boyunu geçmiş kızıyla ufacık bebeğiymiş gibi ilgilenmişti. Saçlarımı okşayarak beni uyuturken babamda gelmiş saçlarımdan öpmüştü. Bu sıcacık ilgi yüzünden daha çok ağlamıştım. Kendimi bu kadar tutmamın böyle garip sonuçları olabiliyordu.

 

 

Bir doktor adayı olarak talihsiz bir şekilde başıma gelse de ilk kaybımı yaşamadığım için minnettardım ve bunun için sevinmem gerekirdi. Seviniyordum da. Ama yaşadığım dehşet daha baskın çıkıyordu. Ne olursa olsun, kaç yıllık doktor olursak olalım o ilk sefere hazır olamayacağımızı söylemişti fakültede bir hocam. Bunun doğruluğunu iliklerime kadar hissetmiştim dün akşam.

 

 

Sıkıntılı bir nefes koyverip yastığımı dik konuma getirerek yatağımda doğruldum. Dün akşamdan sonra telefonumu alarmımı kurmak ve Senem'e gelemeyeceğimi haber veren bir mesaj atmak dışında elime almamıştım. Sosyal medya hesaplarımın ikonlarının üzerinde onlarca mesaj ve yakın çevremden de bir sürü arama vardı. Ne oluyoruz yahu? Bayramdan bayrama gördüğüm ve çoğunluğunu sevmediğim baba tarafımın rüyalarına mı girmiştim acaba? Toplu kabus etkinliği.

 

 

Gecenin o saatlerinde beni arayarak hata yapmışlardı. Geri dönmeyecektim o yüzden. Anne tarafından da birkaç kişi vardı ama çok önemli bir durum varsa annemle konuşurlardı zaten. Onları da es geçtim. Pembe ikona tıklayıp mesajlara bakmaya karar verdim. Böyle bir anda ilgi odağı olduğum için aşırı gergindim ve altından hayırlı bir şey çıkacağını nedense hiç sanmıyordum.

 

 

En üstte Senem'in mesajları vardı. Mesajları açtım ve bir süre ilk mesaja ulaşmak üzere ekranı yukarı doğru kaydırdım. komik videolar gününe mi denk gelmiştim ne? Nihayet ilk mesaja ulaştığımda art arda beş video vardı. Yeni bir şey mi keşfetti bu diye düşünüyordum ki günüm ani bir şekilde aydı. Öyle ki biri kafamdan aşağı bir bardak su boşaltsa böyle ayılamazdım.

 

 

Çığlıklar. Yardım çığlıkları.

 

 

Videoda... Ben vardım. Adama kalp masajı yaptığım anlar full hd çekilmişti resmen. Hızla diğer videolara da baktım. Hepsinde de aynı an vardı yalnızca farklı açılardan çekilmiş halleriydi. Aklıma gelen şeyle gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu demek oluyordu ki bizzat kameramanlar tarafından maçta çekilmişti bu görüntüler. Maçı yayınlayan tüm televizyonlarda da izlenmişti demek oluyordu yani. Baba tarafı kabuslarına girdiğimden aramamıştı o halde beni. Şimdi daha çok üzülmüştüm işte. Dışarıdan bir gözle kendimi inceledim. Kalp masajı yaparken etrafımdaki herkes panik halinde beni izliyorlardı. Hele ki bir videoda sahadaki oyuncuların endişeli ve şaşkın yüz ifadelerine kadar detaylı yer verilmişti. Ama ben o an oradan soyutlanmış gibiydim sanki. Bir trans halindeydim. Kimi açılarda saçlarım yüzümü kapatmıştı ama diğerlerinde apaçık ortadaydı. Videoların izlenme oranlarına baktığımda bir şok dalgası daha resmen tokat gibi çarptı yüzüme. Bu kadar hızlı yayıldığına gerçekten inanamıyordum. Lisede ünlü olma hayalleri kuran bana bunu en imkansız zamanda başarmam şoku.

 

 

Oflayarak videolardan çıktım. Canım gerçekten çok sıkılmıştı ve memnun değildim bu durumdan. Ben bu yaşadığım tramvayı kendi içimde halletmek istiyordum. Herkesin diline pelesenk olmuşken bunu nasıl başaracaktım?

 

 

Mesajlarda altlara doğru ilerledim. Bir paylaşım yollamıştı Senem. Beşiktaş resmi hesabında benim kalp masajı yaparken bir fotoğrafımı paylaşmış bir de açıklama yapmıştı. Kısaca bir doktor adayı olarak taraftarlarının hayatını kurtardığımı ve doktorların varlığını kutluyordu. Aynı zamanda hastanın durumunun da iyi olduğunu yazmışlardı. En son olarak da bana teşekkürlerini sunuyorlardı. Tamam, tuttuğum takımdan teşekkür almak biraz iyi hissettirmişti.

 

 

Bir sonraki mesajı açtım. Bu defa bir hikaye göndermişti. Hikaye açıldığında bugün daha fazla şaşıramayacağımı düşünüyordum. Büyük yanılmışım. Üzerimdeki yorganı tekmeleyerek üzerimden attım ve dizlerim üzerinde durdum. Doğru mu görüyordum ben?

 

 

Kerem Alp Marden beni hikayesinde paylaşmıştı.

 

Daha doğrusu kalp masajı yaptığım anların videosunu paylaşmıştı. Hem de yüzümün en net belli olduğu açıdan. Altına da alkış emojileri koymuştu. Tek bir hikaye paylaşmıştı. Başka yoktu. Yani adam gol attığı maçta golünü bile paylaşmamıştı. Hatta abimden öğrendiğime göre maçı 2-1 kazanmışlardı ama onu bile paylaşmamıştı. Nedense çok anlamlı gelmişti bu hareketi. Değerli hissettirmişti.

 

 

Kendimi çok farklı hissediyordum gerçekten de. Dünden bugüne hayata baktığım pencere değişmişti. Yeni bir pencere açmıştım çünkü. Henüz okulu bitirip mesleğime başlamamış olmama rağmen stajlarıma sızlanarak gidiyordum ve ileride yapacağım mesleğin ne kadar ulvi bir amaca hizmet ettiğini hatırlamıştım. Üniversite tercihlerimde ilk sıralara nasıl büyük bir tutkuyla Tıp yazdığımı hatırlamıştım. Doktor olabilmek için ta liseden beri canımı dişime taktığımı, pek çok şeyi erteleyip yine de pişman olmayışımı hatırladım. Dün akşam bana çok büyük bir ders olmuştu ve bundan sonraki hayatımın tüm günlerinde bunu bir ders değil hazine varsayacaktım.

 

 

Yüzümde bir tebessümle son mesajına kadar geldim. Twitter' dan bir ekran görüntüsü atmıştı bu defa. Resme tıklayıp açtığımda en üstteki tag ile artık şaşırma kotamı doldurmuştum. Hamdolsun, tt de olmuştum.

 

 

#kahramandoktor etiketiyle tam 104 bin tweet atılmıştı. Delireyim istiyorlardı bugün. Beynim infilak etsin falan istiyorlardı. Kendi nabzımı ölçmek zorunda kalacağım bir duruma gelmiştim şu an. Çok hızlı atıyordu. Hızlı yaşayıp erken ölenlerden olacaktım galiba.

 

 

Telefonu kilitleyip yatağa bıraktım. Twitter turunu sonraya erteleyecektim. Buna hazır değildim şimdilik. Senem'e de sonra cevap verecektim. Şu an istediğim tek şey buz gibi soğuk suyun altına girmekti. Dün geceden sonra biraz gözyaşım kalmış olsaydı duşta ağlama seansı da yapardım. Ne de olsa ünlüydüm artık. Ünlü hayatımın ilk günü için yataktan kalkıp saat sekiz buçukta başlayan stajıma hazırlanmaya koyuldum.

 

 

Ne diyorlardı?

 

 

Bugün yeni hayatımın ilk günü.

 

🍒

 

 

Duştan çıktıktan sonra hızla odama girdim. Mutfaktan gelen tıkırtılara göre ev ahalisi de uyanmıştı. Üç kapaklı gardolabımın ortadaki kısmını açtım. Burayı hastane için yer yer resmi yer yer rahat kıyafetlerle düzenlemiştim. İç çamaşırlarımı giydikten sonra beyaz keten boğazlı kazağımla bol paça beyaz kumaş pantolonumu da giydim. Krem rengi blazer ceketimi de küçük beyaz ve krem detayları olan çantamla birlikte yatağıma bıraktım.Bugün her zamankinden daha çok özenmek istiyordum kendime. Tıpkı eskiden olduğu gibi. Stajyer değil de gerçek bir doktor olarak hissetmek istiyordum kendimi belki de. Kiraz desenli küpelerim kulağımdaydı. Kombinime uymuyordu ama çıkartmayacaktım. Sonuçta ruhumu tamamlıyordu onlar da. Altın zincirli kolyemi ve beyaz şeritli saatime de takıp aynada kendimi süzdüm. Bence gayet güzel olmuştum. En azından eskisi gibi elime geçen ilk şeyleri alıp giymiyordum.

 

 

Saçımdaki havluyu çıkarıp kurutma makinesini prize taktım. Saçlarım dalgalı olduğundan çabuk kuruyordu. Saçlarımı tamamen kuruttuktan sonra makineyi kapattım. Uzun zamandır saçımı maşalamamıştım. Madem bugün yeniden başlıyorduk en afilisinden olsundu. Maşayı takıp ısınması için makyaj masamın üzerine bıraktım ve oturup hafif bir makyaj yaptım. Gözlerim şiş olduğundan normalde kullanmaktan hoşlanmasam da kapatıcıma uzandım. İyice yüzüme yedirdikten sonra biraz da allık sürdüm. Gün içinde yorgunluktan gözlerimi çok ovuşturuyor rimelimi mahfediyordum ama bugün nöbetim yoktu o yüzden her zamankinin aksine rimel sürdüm. Gözlerim çok açık bir yeşildi ve bazen sarıya bile kaçabiliyordu. Ne renk olduğunu çözmeyi bırakalı çok olmuştu. Halbuki abiminki dümdüz yeşildi. İlla bu farklılık bende cereyan edecekti tabii. Vişneli rujumu sürdükten sonra tamamdım. Ruju alıp anahtarım ve cüzdanımla birlikte çantama koydum. Gün içinde dudaklarım sürekli kuruduğu için yanımda taşıyordum.

 

 

Küçükken çok meraklı ve süslü bir çocuk olduğumdan maşayla erken yaşta tanışmıştım. Saçımı yaparken hızlı olduğumdan çabuk bitiyordu. Zaten saçımda da fazla tutmuyordum çünkü hem sabırsız biriydim hem de fazla ısı yağlanmaya meyilli canım saçıma iyi gelmiyordu. Son saç tutamını da maşaladığımda makineyi kapattım. Saçlarımı ellerimle havalandırıp omzumdan aşağı bıraktım. Camın önüne gidip storları kaldırdım ve havayı şöyle bir inceledim. Sabah vakti olduğundan soğuk olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Biraz ucundan güneş de vardı. İstanbul'un hava durumunun ruh halimle ilişkili olma ihtimali yüksekti. Camı yarım olacak şekilde açtım ve tül perdemi çektim. Makyaj masamın çekmecesine ilerleyip gözlüğümü aldım ve kafama taktım. İkinci çekmecedeki yüzük standtımdan da birkaç altın yüzük çıkarıp parmaklarıma geçirdim. Uzun zamandan sonra eski süslü halime dönünce tüm düğmelere aynı anda basıyordum anlaşılan.

 

 

Önce ceketimi sonra da beyaz kabanımı giyip telefonumu çantama attım ve odamdan çıktım. Acilen su içmeliydim. Odamda kalmadığından sabahtan beri ölüyordum susuzluktan. Mutfağa girdiğimde güzel kokulardan mest olmuştum resmen. Dün eve geldiğimde iyi bir ruh halinde olmadığımdan canım bir şey yemek istememişti. Şimdi kurt gibi açtım ama yine yiyemezdim çünkü hastaneye yetişmem için kahvaltıyı atlamam gerekiyordu. Gerçekten benden olmuyordu. Yetişemiyordum ben bu hayata. İkinci bardak soğuk suyumu içerken sağ kolumdan bir poşet geçirildi. Kaşlarımı çatarak yan tarafıma döndüm ve babamı gördüm. Yine jilet gibiydi müdürüm benim. Ağzımı bardaktan çekmeden onu incelediğimden babam gülmeye başladı ve saçlarımı okşadı nazikçe.

 

 

"Kaç yaşına gelirsen gel bazı şeyler hiç değişmiyor." dedi gözlerindeki sevgi dolu ifadeyle. "Küçükken de aynı böyleydin. Suyla temasını zorunda kalana dek kesmezdin."

 

 

Suyun her halini çok sevdiğimden bu dediğini inkar edemezdim. Nihayet suyu bitirip bardağı tezgaha bıraktım ve gülerek babama döndüm. "Babam da suya tutkun bir adammış. Hatta annemi de öyle tavlamış. Ondan almışım bu huyumu." dedim kahkahamı tutamayarak. Bu olay gerçekti bu arada. Babam annemi baya baya denizde tavlamıştı.

 

 

Müdürüm bu sabah sevgi saçıyordu zira dayanamadı kolları arasına çekti beni. Ellerimi sırtına koyarken bu sarılmanın dün gecenin etkisi olduğunun farkındaydım. Normalde de sevgisini saklayan bir adam değildi ama beni ağlarken veya üzgünken görürse daha da bir kabarıyordu sevgisi.

 

 

Beni bebek gibi kollarına almış saçlarımı okşarken hunhar bir kuvvetle üçüncü bir kişi sarılmamıza katıldı. Atladı desek daha doğru olurdu gerçi. Abim ikimizi birden uzun kollarıyla sarıp sarmalamıştı.

 

 

"La siz bensiz nasıl sarılırsınız? Nasıl gülersiniz?"

 

 

Ankaralı falan da değildi bu çocuk. Şivesi nasıl kayıyordu anlayamıyordum. Ayrıca oyunculuğu halis miydi?

 

 

"Sen nerden çıktın ya?" dedi babam kollarını çekerek. Müdürüm bu ağır olmadı mı biraz?

 

 

"Baba beni çöpte falan bulduysanız itiraf edin artık ya."

 

 

Allah'ım gülmemeliyim, gülmeyeyim ne olur. Kendimi tuttum çünkü üzülüyordu şehzadem benim.

 

 

"Üzgünüm oğlum iş işten geçti artık. Bu saatten sonra gerçeği bilmek sana bir şey kazandırmayacak." dedi babam ve tezgahın üzerindeki bardak tepsisini alıp mutfağa geçti. Ağzım açık babamı izliyordum arkasından çünkü abimin oyunculuk yeteneğini kimden aldığı belli olmuştu. Abim bir süre teesüf ederek arkasından baktıktan sonra gözlerini bana çevirdi. Bir müddet anlamsızca bakıştık. Dünden sonra nasıl olduğumu anlamaya çalışıyordu sanırım. İçinin rahat etmesini isteyerek genişçe gülümsedim ona. İşe yaramış olacak ki rahatlayarak yanağımdan makas aldı.

 

 

"Bu ne güzellik böyle sabah sabah?"

 

 

Güzelliğin sabahı akşamı mı olur diye çıkışırdım da hadi yine iyisin seni kayırıyorum. Ben bu insanlara çok mu paspal görünüyordum da böyle bir tepkiyle karşılaşıyordum ki? Hey gidi dünler hey. Bir zamanların moda ikonuydum be ben. İnsanlar evlenince salıyorlardı kendilerini. Ben bu olayı çok yanlış yorumlamıştım.

 

 

"Sahalara geri döndük diyelim şehzadem." dedim kendi etrafımda bir tur dönerek. Abim de ıslık çalarak karşılık verdi. Sabah sabah iyi motive olmuştum çok şükür.

 

 

Fazla sevgiden keyfim iyice yerine gelirken gözüm saatime ilişti. Gerçekten geç kalıyordum ve artık çıkmam lazımdı. Yola kaç dakika harcayacağımı hesaplarken gözümün önünde bir anahtar sallandı. Başımı kaldırıp baktığımda abimin araba anahtarını gördüm. Hayırdır, der gibi kafamı salladım.

 

 

"Bugün şantiyede işim yok, evden çalışacağım. Arabayı sen al."

 

 

Şu anda var ya gözümde şey gibiydi. Sanki babam ben hiç istemeden bana kredi kartını vermiş gibiydi. Öyle bir büyüklük öyle bir alfalıktı ki bu yaptığı. Bana arabasını veriyordu resmen. Hani benden daha çok değer verdiğinden işkillendiğim arabasını. Vaktim olsa oturup ağlayacaktım resmen. Yumruğumu kalbime vurarak abime selam yolladım.

 

 

"Adamlığın için zekat vermeyi unutma canım." dedim büyük bir ciddiyetle.

 

 

O kadar hoşuna gitti ki bu iltifat hiç tutmaya uğraşmadı kendini. Göğsü kabardı mutluluktan.

 

 

O da aynı hareketle bana karşılık verdikten sonra konuştu.

 

 

"Aklımda canım, merak etme."

 

 

Abimle salak salak sırıtırken babamın koluma taktığı poşeti hatırladım. İçine baktığımda tıpkı sevdiğim gibi yapılmış ve streçfilme sarılmış bir tost vardı. Sürme peynirli, domatesli ve marullu. Bir de portakal suyu vardı. Bu yaşımda beslenme çantası hazırlıyorlardı bana. Işıklı'lar bugün şov yapıyordu vallahi billahi.

 

 

"Ben çıkıyorum o zaman. Geç kalmak üzereyim zaten. Bugün nöbetim yok ama çıkışta bir işim var. Yemeğe yetişirim." dedim abimle kapıya doğru ilerlerken. Krem rengi topuklu botlarımı alıp kapıyı açtım. Hastanedeki dolabımda spor ayakkabılarım vardı zaten. Değiştirmem gerekirse değiştirirdim. Çantamla beslenme çantamı arkamdan beni yolcu etmeye gelen abime uzattım ve eğilip ayakkabılarımı giymeye başladım. "Annem nerede bu arada?" diye sordum çünkü zannedersem balkonda da yoktu. Sesimi duyunca muhakkak yanıma gelirdi çünkü. "Sabahın köründe velinin biri aramış hala onunla konuşuyor." dedi esneyerek. Şehzadem uykusunu alamamıştı ya.

 

 

Botlarımı giydiğimde ona dönüp çantalarımı aldım. "Çıktığımı söylersin o zaman olur mu? Akşam görüşeceğiz zaten." dedim biraz sıkıntıyla çünkü beni göremediği için üzüleceğini biliyordum. Muhtemelen gece beni düşünmekten zar zor uyumuştu.

 

 

"Tamam abicim söylerim ben. İçini de rahatlatırım merak etme sen."

 

 

"Birtanesin" dedim öpücük atarak. "Öyleyim" diye cevap verirken sesi topuklu ayakkabılarımın koşarken çıkan tıkırtısına karışmıştı ama olsun. Koşarsam anca yetişirdim bu saatten sonra.

 

 

Yaşım beşti. Anaokuluna yetişmek için koşarken topuklu papuçlarımın tıkırtısı kulaklarımdaydı.

 

 

Yaş yirmi ikiydi. Bu defa işe yetişmek için koşturuyordum ve kulaklarımda yankılanan ses aynıydı.

 

🍒

 

Kendimi arabanın içine atar atmaz yüzümdeki maskeyi indirdim. Sabahtan beri herkese gülümsemekten, olayları tekrar tekrar anlattırmalarından usanmıştım. Beni soğuk bulup hoşlanmayan hemşireler ve doktorlar bile benimle konuşmaya can atıyordu. Bu yetmezmiş gibi birde sabah haberlerine çıktığımı öğrenmiştim onlardan. Telefonlarım susmuyordu sabahtan beri. Doktor olacaktım ya ben. Sadece görevimi yapmıştım ve yerimde kim olursa aynı şeyi yapardı. Bu kadar büyütülmemesi gerekiyordu. Fotoğraf çektirmek isteyen bile olmuştu benimle. Saçmalığın daniskasıydı yani artık. Kibarca reddetmiştim hepsini ama bu sefer de benden habersiz çekmeye başlamışlardı. Üstelik ben hocamın gözetimindeki hastalarımla ilgilenirken.

 

 

Hastalarım. Evet onlar da ayrı bir dertti çünkü olayı televizyonda haberlerden izleyenler vardı aralarında. Benim kontrolümde olmayan bazı hastalar doktor olarak beni istemeye başlamışlardı. Yok yere diğer stajyer doktorlarla papaz olacaktım kesin. Atlatmaya çalıştığım bir olayın bu şekilde ayağıma dolanması canımı çok sıkıyordu. Hazır altımda araba varken direksiyon başında bağıra çağıra sinir krizi geçirme sahnesi mi canlandırsaydım acaba? Sinirimi alır mıydı ki bu?

 

 

Derin çok derin nefesler aldım. Kafamı resetlemem lazımdı. Gerekirse eve gidince ağlayarak kriz geçirirdim ama şimdi daha önemli bir işim vardı. Hasta ziyaretine gidecektim. Emniyet kemerimi taktım ve arabayı çalıştırdım. Bugün hasta yoğunluğumun olmadığı birkaç dakikada sosyal medyadan stalk yapmıştım. Araştırmalarıma göre hayatını kurtardığım hasta hala kulübün anlaşmalı olduğu özel hastanedeydi ve hatta tüm masrafları da canım Beşiktaş'ım üstlenmişti. Aşkından ölmeyeyim de ne yapayım ben bu takımın şimdi? Aynada kendimle göz göze geldiğimde psikolojik olarak vasat durumda olduğuma karar verdim çünkü az önce sinirden ağlamak üzereyken şu an sırıtıyordum. Bu halime tüy dikmek için bir de şarkı açtım ilk kırmızı ışıkta.

 

 

Müslüm Gürses Baba, kaç kadeh kırıldı sarhoş gönlümde derken ben de ona eşlik ediyordum şimdi.

 

 

Yaklaşık kırk beş dakikanın sonunda hastanenin karşı kaldırımında arabayı park edecek bir yer bulabilmiştim. Müsait bir yerde durup çiçekçiye girmiş ve güzel, karışık bir buket yaptırmıştım. Tüm kasvetli ruh halime rağmen çiçekler içimi açmıştı. Yan koltuktaki çantamın içinden vişneli rujumu çıkartıp aynayı indirip dudaklarıma yedirerek sürdüm. Saçlarımın maşası bozulmuştu ama böyle dalgaları daha doğal ve hoş gözüküyordu. Ellerimle saçlarımı arkaya attım ve çantamla çiçeğimi de alıp arabadan indim. Arabayı kilitleyip anahtarı kabanımın cebine attım ve park ettiğim yeri iyice hafızama kazıyıp arkamı döndüm. Hastanenin girişindeki döner kapıdan içeri girip ilerledim. Hızlı ve sabırsız adımlarım sayesinde kısa zamanda lobiye ulaştım. Bir yandan da aşırı ferah ortamı inceliyordum. Bizim hastanedeki gibi bir izdiham ortamı da hakim değildi tabii doğal olarak. Lobiye vardığımda kulübün bugünkü açıklamasından adamın adını ve soyadını öğrenmiştim ve bu yüzden rahattım. İki saat derdimi anlatmak istemiyordum açıkçası. Sekreter kadından öğrendiğim üzere üçüncü katta 225 numaralı odada kalıyordu. Teşekkür edip tekrar asansöre yöneldim. Fazla dolu olmayan asansöre bindim ve üçüncü kata bastım. Biraz heyecanlanmıştım ama normaldi. Bu olayın benim üzerimdeki yan etkilerine bakacak olursak doğalı da buydu zaten. Bu ziyareti yapmaya dün gece karar vermiştim çünkü içimde bir yerlerde adamın iyi olduğunu öğrenmeye ve kendi gözlerimle görmeye ihtiyacım vardı. Bunun bana güç vereceğine inanıyordum.

 

 

Asansör üçüncü katta durduğunda indim ve oda numarasını bulduğumda önünde durdum. Derin bir nefes daha alıp kendimi olabildiğince sakinleştirdim ve kapıyı tıklattım. Gel sesini duyduğumda kapıyı açtım ve içeriye girdim. Bana çevrilen bir çift mavi gözle karşılaştı gözlerim önce. Hayatta her türlü sürprizle karşılaşabileceğime inanırdım. Annem böyle öğretmişti çünkü bana. Ama asla böyle bir manzarayla karşılaşacağımı düşünmezdim.

 

 

Manzaradaki bir çift mavi göz hasta Sami Bey'e ait değildi.

 

 

Kerem Alp Marden'e aitti.

 

 

Hasta yatağının yanı başına bir koltuk çekmiş oturuyordu ve karşısında da bir adam elinde fotoğraf makinesiyle duvara yaslanmış duruyordu. İlgi adağı olmak istemeyen bana ilginin tam ortasına düşmem şoku...

 

 

Düşüncelerimden kurtuldum ama yemin ederim eve gidince ağlayacaktım bir süre. Kerem Alp kişisi hala bana bakıyordu ama ben gözlerimi ilk çeken taraf olmuştum. Sami Bey'le göz göze geldiğimde sanırım beni tanımıştı çünkü büyük bir minnetle bakıyordu bana.

 

 

"Kusura bakmayın, rahatsız ettim galiba. Daha sonra gelebilirim ben." dedim sesimin nazik çıkmasına özen göstererek.

 

 

Yalandı. Buradan çıkarsam ayaklarım kalçama vura vura kaçardım ben.

 

 

"Estağfurullah doktor kızım, olur mu öyle şey? Buyur lütfen." dedi Sami Bey. Aslında doktor değilim, henüz sadece doktor adayıyım diye açıklama yapmam gerekiyordu ancak şu an stres yönetimimle meşgul olduğumdan sonraya erteledim. Sesi son derece iyi geliyordu ve bu beni rahatlatmıştı. El mecbur kapıyı kapatıp odaya girdim. Zaten kısa kalacaktım o yüzden tekrardan beklemeyi önermek içimden gelmemişti. Ben yatağa yaklaşırken Kerem Alp yerinden kalktı ve bana önce başıyla selam verdi sonra da elini uzattı.

 

 

21 kere Bismillahirrahmanirrahim.

 

 

"Kerem Alp ben. Tanıştığımıza memnun oldum." dedi gür bir ses tonuyla.

 

 

Yalnız o ne ses tonuydu. Aman Yarabbi.

 

 

Hazan bırakma kendini, toparlan kuzum.

 

 

Elinin içine elimi bıraktım.

 

 

Nazikçe kavradı.

 

 

"Hazan Işıklı. Ben de memnun oldum."

 

 

Gülümsediğinde gözleri parladı. Sağ tarafında bir çukur oluştu.

 

 

Eee, nolmuş yani Hazan?

 

 

Bizde de var sanki görmediğimiz şey mi?

 

 

"Dün gece kulüp başkanımızla teknik direktörümüz ziyarete geldi, sağ olsunlar. Kerem kardeşimin çok büyük hayranı olduğumu söyleyince bu sabah o da ziyaretime geldi." dedi Sami Bey. Adam resmen hastalığını unutmuş, zevkten dört köşeydi. Durmaksızın sırıtıyor ve Kerem'e bakıyordu.

 

 

Sami Bey'e anladım dercesine gülümsediğimde Kerem'le ellerimizin hala birleşik olduğunu fark ettim. Ele hoştu herhalde. Nazikçe elimi çekip yönümü hasta yatağında yatan ve otuz iki diş gülen Sami Bey'e çevirdim. Kendisiyle göz kontağı kurmamız biraz zor oldu ama napalım.

 

 

Çiçekleri yatağın yanındaki neredeyse boş olan alana bıraktım.

 

 

"Niye zahmet ettiniz doktor kızım? Size olan borcum ödenmez zaten." dedi Sami Bey, gözlerini nihayet bana çevirebildiğinde.

 

 

"Estağfurullah ne borcu, duymamış olayım. Tıp öğrencisiyim ben. Henüz stajyer doktorum yani. Görevimi yaptım diyelim yalnızca lütfen." dedim tüm samimiyetimle. Belki bir süre daha bu olayın yan etkileri üzerimde dolanacaktı ama bana neyi kazandırdığını bildiğim için sabırla atlatmayı bekleyecektim.

 

 

"Çok şanslıymışım yanımda bir doktor adayı olduğu için. Eğer siz olmasaymışsınız hayatta kalmam çok zormuş, benim damarların tıkanacağı tutmuş da. Ömür boyu duacınız olacağım doktor kızım."

 

 

Ay çok yaşa Sami Bey amca. Yemin ederim ihtiyacım olan şu şekil bir dua ağıydı ve o da olmuştu.

 

 

Üzerimde dikkatli bakışlar hissettiğimde saçımı arkaya atıyormuş gibi yapıp sağıma doğru baktım. Yanılmamıştım da. Kerem Alp ellerini deri ceketinin ceplerine koymuş bizi, beni, izliyordu. Görüşmesini böldüm diye ayar mı olmuştu acaba bana? Belki de ilgi üzerinden çekildi diye rahatsız olmuştu?

 

 

Teşhis koymak denince de ben.

 

 

"Çok makbule geçer valla, eksik olmayın." dedim kendimi tutamayarak. Sonuçta çok ihtiyacım vardı buna, yalan değildi.

 

 

Kendimi nedendir bilinmez ortamda fazlalık gibi hissettiğimden gergindim ve ellerimle oynuyordum. Sami Bey ile yalnız görüşeceğimi düşünmüştüm ve odada başkalarının olması sebepti sanırım buna. Keşke önce ben gelmiş olsaydım ama mesai saatleri malumdu. Elin futbolcuları gibi rahat değildim ki.

 

 

Ziyaretimi fazla uzatmak istemedim bu yüzden. Normalde oturur iki hoşbeş ederdim hatta sohbetime de doyum olmazdı ancak bunu yapacak hiç hevesim kalmamıştı.

 

 

"Ben müsaadenizi isteyeyim. Çok geçmiş olsun tekrardan, bundan sonra daha çok dikkat edin kendinize." dedim elime düşen çantamı tekrardan omuzlarıma takarken. Sami Bey gözlerinden silemediğim minnetle gülümsedi bana.

 

 

"Ayağına sağlık doktor kızım. Buralara kadar beni görmeye geldin, ne iyi ettin. Sağ olasın her şey için." dedi Sami Bey.

 

 

Ben de ona gülümsedim. En çokta hayatıma yeni bir pencere açışına.

 

 

"Ne demek, rica ederim. Sağlıcakla kalın." dedim bana uzattığı elini sıkarak.

 

 

"Sağ ol kızım, sen de."

 

 

Ben arkamı dönüp odadan çıkarken Kerem Alp de Sami Bey'le vedalaşıyordu. Çıkarken ona bırak selam vermeyi tek bir kez bakmamıştım bile ve belki de bu kaba bir davranış olmuştu ancak yapabileceğim bir şey yoktu çünkü eğer ben gerginsem önceliğim kendi konfor alanıma kavuşabilmek olurdu. Gerçi kabalığımı umursamam da ayrı bir saçmalıktı zira Kerem Alp kişisinin bunu ağlayarak günlüğüne yazacak hali yoktu.

 

 

Hızlı adımlarla koridoru geçip asansöre yöneldim ve çağrı düğmesine bastım. Bir yandan da trafikte çekeceğim çileyi düşünüyordum. Tam iş çıkışı saatleriydi ve deli gibi yoğunluk oluyordu. Elimden başka bir şey gelmeyeceği için sıkıntıyla ofladım. "Yeni hayatımın ilk günü" muazzam geçiyordu gerçekten.

 

 

Asansör nihayet bulunduğum kata geldiğinde bindim. Kabinde hiç kimse yoktu. Giriş katını tuşladım ve geriye gidip gövdemi aynaya yasladım. Bugün nöbetim yoktu ancak ruhsal yorgunluğum o boşluğu doldurmuştu. Acilen eve ışınlanmak ve yatağıma kavuşmak istiyordum. Bu sabah aldığım "yeni kararları" yarın uygulamaya başlasam da olurdu. Hiçbir zaman tutarlılığı savunmamıştım zaten. Nabza göre şerbet yolundan devam edebilirdim.

 

 

Asansörün kapısı tam kapanacağı esnada uzun ince parmaklar buna müsaade etmeyerek araya girdi ve kapanmasına engel oldu. Birkaç saniye öncesine kadar boşluğa dalmış olan bakışlarım mavi gözlerle buluştu. Pürüzlü, bariton bir ses kibarca "merhaba" dedi.

 

 

Kerem Alp'i bilemem ama ben eve döndüğümde bu günü ağlayarak günlüğüme yazacaktım.

 

 

- Devam Edecek-

 

🍒

 

 

Öncelikle belirtmek isterim ki Tıp okumuyorum ancak sağlık alanı hakkında bilgiliyim ve elbette ki futbol bir fanatik olarak yalnızca ilgi alanımdır. Bu konular hakkında hikayede geçen kısımları farklı kaynaklardan araştırarak yazıyorum.

 

 

Hikayedeki kişi ve kurumlar her ne kadar gerçek hayatla bağlantılı da olsa hikayedeki varlıkları hayal ürünüdür ve hikayenin tüm hakları bana aittir.

 

 

Beğeni ve görüşleriniz için sosyal medya hesaplarıma beklerim.

 

 

Instagram: eveleynrosawatty

 

 

Twitter: eveleynrosa

 

 

#BaksanaTalihe etiketiyle yorum da yaparsanız mest olurmuşum.

 

 

Sonraki bölümde görüşürüz.

 

Loading...
0%