Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@authbal

Kontrol edemediğim şeyler beni korkuturdu. Önüne geçmek isteyip arkasında kaldığım her şey. Kimi zaman duygularım. Kimi zamansa hissedemediklerim. Beni zorlayan, ağır gelen durumlardan ardıma bakmadan kaçardım. Hayatın öngörülemez olduğuna inandırılarak büyümüştüm ve tüm tutarsızlığımla buna meydan okuyordum. Tesadüfler beni cezbetmiyordu. Hayatım uzun zamandır aynı istikamette gittiği rayından çıksın istemiyordum. Düne kadar herkese rağmen çok başarılıydım.

 

Düne kadar.

 

Yaşadığım hayattan memnun olmadığımı bile bu zamana kadar fark edememiştim. Dümendeki kaptanın değişmesi gerektiğini anlayamamıştım. Yıllarca hayatımın belirli kalıplar içerisinde olması gerektiğine inanmıştım ve kendi kendimi yetiştireceğim yaşlara geldiğimde ilk bunu kazımıştım aklıma. Ailemin fikri benim için her zaman çok önemliydi. Anne ve babam hiçbir fikirlerini bana dayatmamışlardı elbette ama ben başkalarının söylediklerini çok umursardım. Babaannemin "senin üzerinde çok hakkım var" demesini mesela.

 

Uykusuzlukla ve düşünmekle geçen dün gecede bunu idrak etmiştim. Çok zor olsa da kabul etmiştim. Benim korkularımın tamamı hayatın dinamiklerini oluşturan yapı taşlarıydı ve beni yenilmeye mahkum kılıyordu.

 

Kerem Alp'in merhaba deyişine başımı sallayarak geç de olsa karşılık verdiğimde kabine tamamen girdi ve sağ tarafımda en uca doğru kayıp benim gibi sırtını yasladı. O da benim gibi zemin kata ineceğinden başka bir katı tuşlamadı. Ben odadan çıkarken onunda vedalaştığını duymuştum ama bu kadar hızlı olabileceğini tahmin etmemiştim. Ben hastaneden çıkana kadar o anca odadan çıkabilir diye düşünmüştüm. Ayrıca odadaki fotoğrafçı adam neden yanında değildi?

 

Gerginlikten tırnaklarımı avuçlarıma batırıyordum ve kabinin içi hatta maşallah her yeri aynalarla çevrili olduğundan bunun bir hata olduğunu geç anladım. Beynim nerdeydi benim? Niye sahip çıkmıyordu ya bana?

 

Ellerimi kabanımın ceplerine soktum ve kat kat aşağı inen asansör işaretine diktim gözlerimi. Muhtemelen benim yerimde bir başkası olsa tuttuğu takımın oyuncusuyla tesadüfen karşılaştığı bir de üzerine yalnız kaldığı için sevinçten havalara uçardı. Hazer Işıklı, kulakların çınlıyor mu şehzadem?

 

"Yorucu bir gün müydü sizin için?" dedi Kerem Alp. Şaşırarak sağıma dönüp yüzüne baktığımda hafifçe gülümsediğini gördüm. Niye benimle konuşuyordu ve niye gülümsüyordu? Noluyordu lan bu aşağılık asansörde?

 

Bir cevap vermem gerekiyordu. Yapabilirdim sonuçta, konuşmak için hangi organımı kullanacağımı biliyordum. Evet Hazan, tek sorunun buydu zaten birtanem benim.

 

"Evet, sayılır." dedim sesimi normal çıkarmaya çalışarak. Ki yalan da değildi zaten. Bugün hastalarımla ilgilenmek haricinde geriye kalan insanlardan kaçmaya çalışmak iflahımı yeterince kurutmuştu. Zannediyordum ki bunlar daha iyi günlerimdi.

 

"Doktorlar için aksi pek mümkün değildir zaten." dedi bilmiş bir edayla. Pozitif enerjilerin için teşekkürler Kerem Alp.

 

"Siz nerden biliyorsunuz bunu?" diye sordum merakıma yenik düşerek. Nedense vücut dilinden rahatladığını hissettim ama sebebini anlayamamıştım. Acaba o da mı gergindi benimle karşılaşmaktan?

 

"Benim annem de doktor. Çocukluğumdan beri eve yorgun gelmediği zamanlar bir elin parmağını geçmez ne yazık ki. Ondan biliyorum." dedi gözlerime bakarak. O sırada ineceğimiz kata gelmeden bir kat önce asansör durdu ve kapıları açıldığında üç kişilik bir aile içeriye girdi. Bir de bebek arabaları vardı. Sarışın, tombul yanaklı bir kız çocuğu annesinin kucağındaydı ve etrafı inceliyordu. O kadar tatlı bir bebekti ki baştan sona nazar boncuklarıyla donatılması gerekiyordu fikrimce. Çipil çipil bakan gözleriyle gözlerim kesiştiğinde göz kırptım gülümsememi tutamayarak. Bebek de bana gözlerini kırpıştırıp güldüğünde gülümsemem derinleşmişti. Ortamdan bir anda soyutlanmıştım ve en başta istediğim şey buydu aslında. Son birkaç dakikadır bunu umursamıyor olmamsa düşünmeyi ertelediğim bir detaydı.

 

Bebeğin ilgisi benim üzerimden Kerem Alp'e çevrildi. Onun nasıl bir tepki vereceğini merak ettiğimden yüzüne çevirdim bakışlarımı. Sevimli gülüşüyle kendisini de etkilemiş olacak ki el salladı bebeğe. Ve anında karşılık aldı. Bebek de Kerem Alp'e el sallayıp henüz bir iki tane olan dişleriyle gülümsedi ki bence sırıtıyordu. Bu adamın insanlar üzerinde böyle bir etki bırakması şaka mıydı? Hangi manifesti uyguluyordu acaba?

 

Nihayet zemin kata geldiğimizde asansör durdu. Kapılar açılır açılmaz hareketlendim ve önümüzdeki aile çıktığında bende aceleyle çıktım. Çıkışa doğru sakin ama emin adımlarla ilerliyordum. Konfor alanıma kavuştuğum an çığlığı basacaktım o ayrı. Döner kapıdan geçerken yanımda bir beden belirdi. Kerem Alp, çok hızlı topçusun ben anladım inan ki.

 

Bugün evrenin bana biçtiği görev sabır taşı olmaktı sanırım. Başka türlü bir açıklama bulamıyordum şu an. Sakin kalmalıydım çünkü gerilecek hiçbir şey yoktu. Şunun şurasında arabaya ne kadar kalmıştı zaten. Yan yana üç beş adım atacaktık alt tarafı. Sonra ben kendi yoluma gidecektim o kendi yoluna.

 

Kendime hakim olmakla geçen saniyelerden sonra nihayet kapıdan çıkmış hastanenin önündeydik. Sol taraftan dönüp otoparka gidiliyordu sağ taraftan dönüldüğündeyse hastanenin çıkışına. Ben arabayı yolun karşısında boş bir yere park etmiştim ve aynı şeyi Kerem Alp'in de yapmamış olduğunu umuyordum.

 

Ben söyleyeceğim veda sözlerini kafamda kurgularken anlaşılan Kerem Alp'in böyle küçük hesaplarla işi yoktu.

 

"Aracınız var mı?" diye sordu gözlerime bakarak.

 

Gözleri mavinin çok açık bir tonuydu. Böyle sanki tüm ışığı harelerinde toplamış gibi.

 

Hazan, hayırlı işler canım.

 

Aklımı toplamak için bakışlarımı gözlerinden kaçırdım. Eğer yalnız olsaydım tekme tokat girişmiştim ya kendime, neyse.

 

"Var, evet. Karşıya park ettim." dedim elimle de işaret ederek.

 

"İnsanlar park yeri bulmakta zorlanıyor, daha fazla da meşgul etmeyeyim ben, gideyim." dedim etrafı göstererek. Özel hastaneler arasında burası en çok tercih edilenlerden biri olduğundan gerçekten de kalabalık bir araç yoğunluğu vardı. Bahane değildi yani bu söylediklerim. İyi niyetimden şüphe edilsin istemezdim.

 

"İyi akşamlar size." dedim gülümseyerek. İçimden de kasıntı bir gülümseme olmamış olsun diye dua ediyordum. Gerildiğimden öyle olma ihtimali yüksekti çünkü. Gerçi çok gariptir ki kendimi normalde olduğundan daha az rahatsız hissediyordum. Vücüdumu ve hareketlerimi aşırı kasmaktan buz kestiğim dahi olurdu ama şimdi durumum gayet kontrolüm altında gibi duruyordu. Yavaş yavaş aşmaya mı başlamıştım acaba bu durumu?

 

"Size de iyi akşamlar. Görüşmek üzere." dedi Kerem Alp.

 

Orada dur canım, lütfen geri alır mısın lafını. Tramvam var da.

 

"Nerede görüşeceğiz canım, ne alaka?" diye çıkıştığımda kendimi durdurmak için çok geç kalmıştım. Şöyle bir tane ağzıma geçirmem yok muydu şimdi? Hak etmiştim çünkü. Neyse ki yalnızca sesim aksi çıkmıştı. Desibel yükseltmek gibi bir hata yapmamıştım çok şükür.

 

"Yani, şey... Hani maçlara falan gelirseniz diye. Siz de Beşiktaşlısınız ya. Forma vardı üzerinizde videoda oradan biliyorum yani. Ben de orada oynuyorum hani ondan dedim. Öyleli görüşmek yani. Takımsal olarak-" diye kendini açıklamaya devam ederken sözünü kestim.

 

Gözlerimin önünde işkence çekiyordu resmen çocuk. İmtihanı olmuştum bugün. İstemeden görüşürüz kelimesi çıktıysa ağzından ne olmuş yani Hazan? Böyle bir tepki vermek zorunda mıydın ya? Hayır, yalnızca birkaç saniye sonra durumu normalleştirmiştim de kafamda. Sıradan bir vedalaşma cümlesiydi bu ve yanlışlıkla söyleyivermişti işte. Herkesin başına gelebilecek bir şey. Sen de daha geçen gün eve su söylerken telefondaki adama görüşürüz demiştin mesela ama adam sana insanlık yapıp böyle çıkışmamıştı. Gerçi gafımdan sonra telefonu aceleyle kapattığımdan buna vakti de olmamıştı ama önemli değildi. Sonuçta ana fikri anlamıştım ben.

 

"Takımsal olarak tabii, başka neden olacak? Ben son maçtan sonra biraz gerginim de ondan öyle çıkışır gibi oldum. Travma gibi bir şey oluştu bende galiba. Bir süre gelmeyi düşünmüyorum maçlara." dedim hızlı hızlı konuşarak. O kadar mahcup olmuştum ki az önce yaşananların ardından kendimi acilen açıklama ihtiyacı hissetmiştim.

 

O değil de, ben niye yolun ortasında durmuş aramıza yeni katılan tramvam hakkında onunla konuşuyordum ki? Ya senin amacın ne, amacın? Freni patlamış kamyon gibiydim adeta bugün, durdurulamıyordum.

 

"Travma mı? Bir daha hiçbir maça gelmeyecek misiniz o zaman? Gelin bence." dedi son kelimelerini kısık bir sesle söylerken. Ama ben duymuştum ki.

 

"Ben gerçekten gideyim artık. Geç kaldım eve. Tekrardan iyi akşamlar size." dedim ve omzumdaki çantamı elime aldım bir destek arayışı içinde olduğumdan. Çantamın zincirli askısıyla oynamak bana gereken destekti ya zaten.

 

"İyi akşamlar." diye karşılık verirken gözleri ellerimde dolaşıyordu. Amaçsızca çantamla oynamam dikkatinden kaçmamıştı sanırım. Güne bitir hoca bitir artık, diye çıkışmama ramak kalmıştı an itibariyle.

 

Başımı aşağı yukarı sallayıp arkamı döndüm ve hastanenin bahçesinden son sürat çıktım. Karşıdan karşıya zor olsa da geçmiş ve arabaya ulaşmıştım. Arabaya binip kapıyı kapar kapamaz çantamı yan koltuğa fırlatıp elimi kalbime koyarak soluklanmaya çalıştım. Nefes nefeseydim ve kalbim çıldırmış gibi atıyordu. Konfor alanıma ulaştığım için rahatlamam gerekirken niye tam tersi oluyordu ki? Kendimi fazla kısıtladığım için acısı yeni çıkıyor olsa gerekti.

 

Cidden mi Hazan? Kendini kısıtlamış halin hayran bıraktırır gerçekten.

 

Bu defa da ağlanacak halime deli gibi gülmeye başladığımdan acı çıkarma teşhisime yavaştan katılmaya başlıyordum. Gözüm dikiz aynasına takıldığında Kerem Alp'in bıraktığım yerden biraz daha ileride durmuş arabaya baktığını fark ettim.

 

Yok be, trafiğe falan bakıyordur o.

 

Delilik anımı yarıda kesip emniyet kemerimi bağladım. Gözlerimi dikiz aynasından çekip arabayı çalıştırdım. Kalp atışlarım hala düzene girmemişti. Bana bir şey olmuştu ama ne olduğunu henüz bilmiyordum. Arabayı akşam trafiğine doğru sürerken bu artık bana bir sorun teşkil etmiyordu. Trafikte ne kadar zaman geçireceğim umurumda değildi.

 

Düşünmek için ne kadar fazla zaman, o kadar iyiydi.

 

🍒

 

Matematiğimi geliştirmek için her gün Kerem'in kat kat karın kaslarını sayıyorum. Alın size matematiğin ve futbolun hayatımızın her yerinde olduğunun kanıtı.

 

Ağzıma bir kaşık daha yemeği resmen tıkarken içimden bilmem kaçıncı kez sabır çekiyordum. Bu insanların hiç utanması yok muydu ya? Biri spor salonundan üstü çıplak fotoğrafını paylaşmış diğeri de ağzının suyu akarak yorum yapıyor. Pardon, diğerleri.

 

Yani beni ilgilendirdiğinden değildi de ben bu yarı yaşımdaki gencecik kızlara üzülüyordum. Gidip kendilerine daha faydalı şeyler yapsalardı ya bu fotoğraflara her gün mesai harcamak yerine. Hayret bir şeydi.

 

Fotoğrafın yorumlarından çıkıp aşağılara doğru indim. Yargıladığı her şeyi bizzat kendisi de yapan biri olarak, Kerem Alp'i stalklıyordum. Çoğu futbolcunun aksine yalnızca kariyer odaklı bir hesabı yoktu. Özel yaşantısına ve kendine dair fotoğraflar süslüyordu hesabını. Hiç böyle bir niyetim olmamasına karşın onunla ilgili çok fazla şey öğrenmiştim. Mesela en büyük hobisi fotoğraf çekmekti ve bu konuda inanılmaz yetenekliydi. Geçen ay son bir yılda çektiği fotoğraflardan oluşan bir albüm yayınlamıştı hesabında ve tamamı dış mekanlardan oluşuyordu. Fotoğraflar o kadar estetikti ve aynı zamanda da etkileyiciydi ki beğenmemek mümkün değildi.

 

Aynı şekilde sosyal medya hesabının dizaynı da çok ilgi çekiciydi. Normalde bunun için ünlü simalar birilerini tutuyor diye biliyordum ancak estetik açıdan çok yetenekli biri olduğuna göre bunu da kendisinin yaptığını düşünüyordum. Son paylaştığı video tesislerdeki spor salonunda yaptığı özel antrenmandan kesitler içeriyordu ve aynı şekilde video düzenlemesi dahi profesyonellik kokuyordu.

 

Topçunun yetenekli olanı makbuldür dedirtiyordu adam.

 

Sayfayı aşağı doğru ilerletirken boş yemek tabağımı yana itip salata tabağıma uzandım. Yemekle ikisini aynı anda yiyemediğimden neredeyse dokunulmamış gibiydi. Bugün ailesinin prensesiydim ve şımartılıyordum. Eve düşündüğümden de geç gelmiştim çünkü trafik saatlerce kilitlenmiş vaziyetteydi. Hal böyle olunca evi arayıp haber vermiş ve yemeğe beni beklememelerini söylemiştim. Eve geldikten sonra hayallerimin aksine sinir boşalması yaşayamamıştım çünkü arabada saatler süren yalnızlık bu ihtiyacımı fazlasıyla karşılamıştı. Onun yerine ev halkını sakince selamlamış ve üzerimi değiştirip açlıktan isyan eden midemi doldurmak için mutfağın yolunu tutmuştum. Kendime bir şeyler hazırlamaya daima üşenirdim bu yüzden mısır gevreği falan yiyecektim. Ancak mutfağa girmemle annemin yemekleri ısıtıp bana çoktan bir tabak hazırladığını ve babamın da salata yaptığını görmüştüm.Hem de en sevdiğim şekilde... Patates ve zeytinli. Buna da üşenmeseydim yere çöküp ağlayacaktım gerçekten.

 

Bana kalan tek şey balkondaki masaya bir servis açmaktı. Ben yemeğimi ağır ağır yerken bizimkiler de köşe takımına kurulmuş çay sefası yapıyorlardı. Annemle babam televizyondaki komik bir yarışma programını seyredip gülüyorlar abim ise kulağıma çalınan seslere bakılacak olursa telefonundan maç özeti izliyordu.

 

Muhtemelen Beşiktaş'ın son maçının özetiydi.

 

Beşiktaş-Fenerbahçe maçı.

 

Yerli ve milli travmamın aramıza katıldığı maç.

 

Uzun bir zaman maçları bay geçmeme neden olan kara olay.

 

Gelin bence.

 

Bu niye aklıma geliyordu ki şimdi ya? Eve geldiğimden beri kendime verdiğim telkinler neredesiniz ? Hani düşünmeyecektik bugün olanları? Hani nerede istikrar, nerede fazilet?

 

Sinirle salatamı yerken bir başka fotoğrafın üzerine tıkladım. Transfer haberini üzerine giydiği formadan Beşiktaş armasını öptüğü fotoğrafla duyurmuştu. Altına yazdığı açıklamayı okurken sonundaki sözleri beni şaşırtmıştı.

 

Çocukken en büyük hayalim altyapısında yetiştiğim bu büyük takımda oynayabilmekti.Şimdi gerçekleşen hayalime sıkı sıkı sarılıp taraftarımızı onurlandırmak için geliyorum.

 

Bak işte bu bilgi, bende yoktu. Altyapıda yetiştiğini bilmiyordum. O halde birkaç yıl önce deneyim kazanması için bir önceki takımına kiralanmış falan olmalıydı. Normal şartlarda bir fanatik olarak bu bilgi benden kaçmazdı ama Tıp okuduğum ve ders çalışmaktan iflahım kesildiği zamanlara denk geldiği için kendimi affediyordum.

 

Bir sonraki fotoğrafa geçecektim ki fotoğrafın altına yapılan son yorum dikkatimi çekti ve aynı zamanda çok tanıdık bir hesabın yorumuydu.

 

hazerisli1903: SÖYLENMEDİ HİÇ SANA LAYIK DÜŞLER BİZDEN ÖNCE KEREM.

 

Bir kahkaha patlattığımda sakin ortama bomba gibi düşmüştüm ama umurumda değildi. Şehzademe bir erkek için bunu söyleten futbol, önünde saygıyla eğiliyorum canım.

 

"Hazan, ne oluyor kızım?" dedi annem yüzündeki hayret ifadesiyle. Dün akşamdan sonra onunla hiç konuşamamıştık ama bana çaktırmadan beni gözlemlediğini de pekala biliyordum. Umarım delirdiğimi düşünmüyorsundur anne. Bunca yıldır saklamak için çok uğraşmıştım da.

 

Ben gülmeye devam ederken bu defa da abim şansını denedi. Sanki içine doğmuş gibi ona güldüğüm, kaşları da çatılmıştı hafiften.

 

"Gülüm hayırdır? Kime gülüyorsun sen?" dediğinde jeton düşmüştü tabii. Bak, bak. Uyanığa bak neye değil de "kime" diye soruyordu. Biriyle konuşup konuşmadığımı merak ediyordu. Özele indirgersek, karşı cinsle. Ama ben şimdi ona nasıl derdim, sahte hesabımdan Kerem Alp'i stalklıyorum da senin ona ilanı aşk ettiğin yorumu gördüm ona gülüyorum diye.

 

22 yaşındaysanız ve hayata geliş amacını sizi herkesten korumak olarak gören bir abiniz varsa hayat bazen çok zordu cidden.

 

Gülmemi zar zor durdururken abim de dikkatini maç özetinden tamamen koparmış telefonunu da koltukta yanına doğru bırakmış, ayaklanıp yanıma doğru geliyordu. Hızla uygulamadan çıkıp telefonumu kilitledim ve masaya bıraktım. Gözlerimden yaş gelmişti resmen gülerken. Canım abim yine bir şekilde moralimi düzeltmişti işte.

 

"Senem her zamanki komik videolardan atmış da ona gülüyordum ya. Deli kız." dedim abim yanımdaki sandalyeye otururken. Gözlerini kısmış bana bakıyordu ama hiç renk vermedim. Konuyu önemsiz bir şeymiş gibi kapattım ve salata tabağını elime alıp tüm dikkatimi hızla tabağımı bitirmeye verdim.

 

"Sahi ne zamandır göremedim, nerelerde o?" diye sordu annem.

 

"Akşam yazıştık görüşelim diye. Gelecek birazdan sultanım." dedim anneme. Senem bu evde hiçbir zaman misafir değildi, aileden biri gibiydi. O yüzden bazen böyle geç haber versem bile neyse ki annem kızmıyordu.

Senem ve ailesi bizden yıllar önce ikimiz lisedeyken bu muhite taşınmışlardı. Çocukluğundan beri aynı mahallede oturan biz iki yakın arkadaş bu duruma uzun bir süre isyan etmiştik hatta. Şimdi seneler sonra yine aynı mahallede oturmak ikimiz için şahane olmuştu. Senem ailesiyle birlikte bizden iki sokak aşağıda oturuyordu ve birbirimize gidip gelmek artık çok kolaydı.

 

Salata tabağımı da bitirdiğimde masadaki boş tabakları toplayarak mutfağa girdim. Abimin yanından geçerken bana hala gözlerini kısmış dik dik baktığını fark etmiştim. İçimden kıkır kıkır gülmeye devam ettiğim halde yüzümü ifadesiz tutup hayırdır dercesine kafamı salladım. O da bana bunu bekliyormuş gibi karşılık verdi. Anlaşılan aranıyordu bu. Abimle küçüklüğümüzden beri etle tırnak gibi olsak da bir sürümümüz daha vardı, o da kediyle köpekti. Bazı zamanlar sebepsizce, ailenin geriye kalan üyelerinin nedenini asla kavrayamadığı bir konudan bile kavga edebiliyorduk. Benim haksız olduğum ve bilhassa kavga çıkarttığım zamanlar genellikle özel günlerime denk geliyordu. En kaliteli kavgaları abimle yaptığımdan direkt onun üzerine oynuyordum. İlk birkaç sefer alttan alsa da bir sonrakine muhakkak kendisini tutamıyor bir güzel ağız dalaşına başlıyorduk. Biz kavga edince evde herkes gergin ve her an tekrardan birbirimize girebileceğimiz ihtimalinden ötürü diken üzerinde oluyorlardı. Kaostan istediğim verimi alabiliyordum çok şükür.

 

Ama eğer abim bana durduk yere sataşıyorsa canı bir şeye çok sıkılmış ve kendine muhatap bulamıyor demekti. Aksi takdirde beni deneme tahtası yapması mümkün değildi zaten. Yalnızca stresini atabileceği kadar iyi kavga edebildiği birine ihtiyacı vardı. Kavgaların aranan ismi olmak benim suçum değildi.

İlk sefer için bende onu görmezden geldim. İkincide belasına tükürürdüm artık. Bulaşıkları sudan geçirip makineye yerleştirdim. Benden önce zaten toplanmıştı mutfak, başka bulaşık yoktu. Babam çayın altını yakmam için seslendiğinde onu onaylayıp yaktım. Tam mutfaktan balkona geçiyordum ki kapı çaldı. Aşağıdaki otomatik kapının değil direkt dairenin kapısı çalıyordu. Otomatik kapının şifresini bildiğinden gelenin Senem olduğunu tahmin ettim. Başka birini beklemiyorduk gerçi ama olsun.

 

Kapıyı açtığımda Senem karşımda duruyordu. Ayakkabılarının bağcıklarını çoktan çıkarmış kapıyı açmamı bekliyordu. Bir elinde süslü bir poşeti tutuyordu ve şekline bakılırsa içindeki bir borcamdı. Hanımefendi demek ki bu yüzden gecikmişti.

 

"Selam hayırsız. Akşam bize gel diyene kadar yaşadığından şüpheliydim valla." dedi içeri girdiğinde. Kapıyı kapatıp ona dönerken gözlerimi deviriyordum. Laf sokmazsa maazallah ortadan ikiye ayrılırdı sanki. Normalde kapının hemen yanındaki dolaptan kendine terlik çıkarır giyerdi ama eli dolu olduğundan bu defa ben verdim.

 

"Aynen. Hayaletimle konuşuyorsun şu an hatta." dedim terlikleri önüne lap diye atarak. Ne yazık ona ki nezaketimi hak etmiyordu.

 

"Ay hayaletin bile vizyonsuz ya. Ölüp de ruhlar alemine geçmişsin hala şu dört duvar arasında mısın? Evin ve işin dışında bir yerlere gitseydin de biraz medeniyet görseydin aptal seni." deyip kıvırtarak mutfağa girdi. Kavga hakkımı abime saklayamayacaktım galiba ben çünkü ondan daha çok kaşınan biri vardı. Bugün bana füzeler sağlı sollu geliyordu ya.

 

Sabır çekerek arkasından mutfağa girdim. Elinde tuttuğu poşeti tezgahın üzerine bırakmış balkonda oturan bizimkilerle konuşuyordu. Poşeti açtım. İçinden tahmin ettiğim gibi tatlı çıkmıştı. Muhallebili ve bisküvili, benim çok sevdiğim pastasından yapmıştı. Ruh halimi saniyeler içerisinde böyle değiştirmeye ne hakkı vardı bu kızın?

 

Dolaptan tatlı tabaklarımızı çıkartıp tezgaha koydum. Önce pastayı dilimledim sonra da spatula yardımıyla tabaklara servis ettim. Büyük bir tepsiye tabakları yerleştirdikten sonra çaydanlığı aldım ve balkona girdim. Senem anne ve babamla muhabbet ediyordu. Boşalan bardakları doldurup içeri girdiğimde Senem'le kendime de bardak çıkartıp onları da doldurdum. Bardaklarımızı da tepsiye yerleştirip balkona girdim. Şehzadem oturduğu sandalyeden kalkmamış keyifsizce çayını içip telefonuyla oynuyordu. Kim sıkmıştı ya benim asabi kekimin canını? Tepsiyi masaya bırakıp tabaklardan birini abimin önüne koydum. Göz ucuyla da yüzünü inceliyordum ama bir şey çaktırmıyordu şu an için. İlla ki öğrenirim diyerek annemle babamın tatlılarını vermek için ondan uzaklaştım. Arkamı ona dönmeden önce bana teşekkür etmişti ama sesi de pek coşkulu çıkmıyordu.

 

Bu devran böyle dönmezdi. Ben ayrı darbe yiyordum hayattan şehzadem ayrı mı? Neyi var, ne oldu şimdilik bilmiyordum ama son günlerde yaşadıklarımdan ötürü dağılan kafamı bir an önce toparlayıp öğrenecektim.

 

Şehzadem kırmızı çizgimdi.

 

Şayet biri onu üzdüyse, sefer hazırlıklarına başlayacaktım.

 

🍒

 

"Kızım bu kadar özlediysen annemi görmeye gelseydin ya? İki saattir muhabbeti bitirmeni bekliyorum odaya geçmek için be." dedim odamın kapısını hızımı alamayıp sertçe kapatırken.

 

"Geçen gün pazarda karşılaştık ki zaten. Arayı kapattık yani orada. Sen gıcık ol diye uzattım sohbeti." dedi yatağıma atlayıp otururken.

 

Hiç demiyordu ki bu kız duygusal bir çöküntüde, bir defalığa mahsus bende üzerine gitmeyeyim. Ne vardı yani o kadar şanslı olsaydım?

 

"Ruh hastasısın sen." dedim terliğim tekini ona fırlatırken. Anında eğildi ve başını teğet geçip karyolama çarptı. Meşhur kötü kadın kahkahasını atıp çift kişilik yatağımda panda yastığıma sarılıp yayıldı. Çalışma masamın döner sandalyesine attığım birkaç parça kıyafeti katlayıp dolabıma koydum. Sandalyeye astığım ve bugün kullandığım çantanın içini boşaltıp dolabımda çantalarım için ayırdığım kısma onu da yerleştirdim. Masaya boşalttıklarımı gece yatmadan düzenlerdim artık. Şöyle bir odaya göz gezdirdiğimde onun haricinde asayiş berkemaldi. Keşke tek derdin odanın düzeni olsaydı Hazan.

 

İç çekerek yatağın boş kalan kısmına da ben zıpladım. Sırtımı yastığa yaslayıp bacaklarımı da öne uzattım. Senem beklentiyle bana bakıyordu. Her zamanki gibi beni zorlamadan kendiliğimden anlatmamı, içimi dökmemi bekliyordu. Ben zorlamaya gelemezdim ve bunu en iyi o bilirdi. Kendimi hazır hissettiğimde ona döküleceğime emin olduğu için karakterine ters olmasına rağmen sabırla beklerdi.

 

Derin bir nefes alıp bedenimi ona döndürmüştüm ki durdurdu beni. Kot ceketini cebinden küçük bir not defteriyle kalem çıkarttı ve bir sayfa açıp bana döndü. Ne oluyordu be buna?

 

"Ne yapıyorsun sen şu an?" dedim elimle defteri tutan elini işaret ederek.

 

"Balım psikolog ayağına geldi farkında mısın sen acaba? İnsanlar bir terapi seansı için kaç para ödüyor biliyor musun? Burada bedavaya seans yaptığım gibi ayağına kadar bile geldim. Kusura bakmazsan hastalarımı dinlerken aldığım pozisyonu almak da hakkım olsun." dedi ve ben resmen aydınlandım.

 

Senem psikologtu ve ben de en devamlı hastası oluyordum.

 

"Ya bir git Allah aşkına bak sinirlendirme beni." dedim sırtımı yasladığım yastıkla kafasına kafasına vururken. Ne güzel sakin sakin oturuyordum ya ben.

 

"Aman iyi be tamam. Al bırakıyorum ne halin varsa gör. Sen kaybedersin." dedi elindekileri yatağa gelişigüzel bırakırken. Beni sinirlendirip de şöyle köşesine çekilmiyor muydu bana geliyordu işte böyle. Aklı sıra stres ve sinir seviyemi ölçüyordu alttan alttan. Hayatı psikolojik hamlelerle yönetiyordu resmen bu kız. Turan taktiği bir bu ikiydi.

 

Sırtıma yastığı geri koyup az önceki rahat oturuşuma geri döndüm. Bir an nereden başlayacağımı bilemedim, bir boşluğa düştüm. Aslında bunun nedenini de biliyordum. İçimdeki karamsarlık o kadar büyüktü ki yiyip yutuyordu beni. Depresifliğe meyilli tarafım anlatmama ve rahatlamama engel olmaya çalışıyordu. Bunları çok yaşamıştım. Ezbere biliyordum artık belirtileri. Aynı şekilde yan etkilerini de.

 

Saçımdaki topuzu tutan kıskaçlı tokayı çıkartıp hemen yanı başımdaki çalışma masama bıraktım. Uzun saçlarım omuzlarıma ve sırtıma doğru dökülürken dalgalı, yer yer kıvırcık olan tutamlarla oynamaya başladım.

 

Derin bir nefes aldım. Başlıyordum.

 

"Uzun zamandır hiç olmamıştı bu, biliyorsun. Tekrarlamamıştı kriz hallerim. Hayatımın çok stabil olmasıydı bunun sebebi. Ben de bu yüzden özellikle dikkat ediyordum zaten. Bana kızıyorsun hep biliyorum evden okula okuldan eve bir hayatım var diye ama kendimi sadece bu şekilde huzurlu hissediyorum. Kontrol edemediğim durumlarla mümkün olduğunca karşılaşmayarak." dedim ve devam etmeden duraksamak zorunda kaldım.

 

Sıkıntıyla bir nefes koyverdim ama anlatmaktan vazgeçmeyecektim. Muslukları açmıştım bir kez daha.

 

"Maçta öyle bir durumla karşılaşacağım nereden aklıma gelebilirdi ki? Nasıl korktum biliyor musun adama bir şey olacak diye? Olsaydı dahi benim suçum değildi farkındayım bunun ama yine de kendime çok kızarmışım gibi geliyor. Nasıl kaldıracaktım bunu ben bilmiyorum." dedim ve bir gün öncesinin aksine bu defa gözyaşlarımın akmasından hiç çekinmedim. Engellemedim. Doya doya akabilirlerdi pınarlarımdan.

 

"Güzelim, zaten korkmasaydın sende bir terslik olduğunu düşünürdüm. Sen her şeyden önce, hayatta büründüğün her kimlikten önce bir insansın. Böyle hayati bir meselede zaten korkman gerekir burada hiçbir yanlışlık yok öncelikle bunda bir anlaşalım tamam mı" dedi benimle göz kontağı kurarak. Çok sakin ve dinlendirici bir ses tonuyla konuşuyordu. Ona bir şeyler anlatmak sadece bu sebepten bile çok rahatlatırdı beni. Bunun mesleğinden ötürü değil de yalnızca bir artısı olduğunu düşünüyordum.

 

"Sonra da sana hayatının belirli alanlarında kontrolsüzlükle baş edememene rağmen farkında olmadan da olsa başa çıktığını hatırlatmak istiyorum." dedi yatağa bıraktığı kalemi eline alıp kapağıyla oynarken.

 

"Nasıl yani?" diyerek yanıtladım onu.

 

"Sen bir doktor adayısın Hazan. Konu mesleğin olduğunda ta yolun başındayken bile herhangi bir tereddütün yoktu. Fiziksel ve psikolojik olarak mesleğini yapmana hiçbir engelin yoktu evet ama sen kontrolsüzlük duygunu da atlatamamış olmana rağmen yolundan dönmedin. Hatta itiraf etmem gerekir ki ben vazgeçebileceğini düşünmüştüm çünkü hayatın boyunca karşına çıkmış fırsatları hep geri çevirdin bu sebepten. İçlerinden yapmayı çok istediğin ama bunu bilmene rağmen adım atmadığın bir sürü şey sayarım sana. Doktor olma isteğini de bu şekilde göz ardı edeceksin sanmıştım ben."

 

Bir an düşündüm. Söylediklerinin gerçekleşmiş olabileceği bir geleceği. Nerede olurdum? Ne yapıyor olurdum? Bugün meslek seçimimle ilgili kendime itiraf ettiğim olay yaşanmamış olsaydı şu an hangi mesleği seçmiş olurdum acaba? Nedense beyaz önlüklü halimden başka bir görüntü canlanmıyordu zihnimde. Gerçekleşmemiş bir gelecek söz konusuyken bile.

 

"Bugün bir şey fark ettim Senem. Babaannemi bilirsin. Çok baskıcı çok dediğim dedik bir kadındır. Bizi çok sever biz de onu ama orası ayrı tabii. Ben lise son sınıftayken çok hastaydı bir süre bizimle yaşadı, hatırlıyor musun?" dediğimde kaşları çatılmıştı ama bir şey söyleyerek beni bölmedi. Başını aşağı yukarı sallayarak hatırladığını onayladı yalnızca.

 

"Annemle dönüşümlü olarak geceleri yanında yatıyorduk. Yalnız geçirdiğimiz fazla vaktimiz oluyordu yani. Bana hep derdi ki doktor ol ama böyle baskı kurarak söylemezdi. Sanırım annemle babamın tepkisinden çekiniyordu. Ne zamanki baş başa kalmaya başladık o hasta olduğu dönemde. Bu defa aynı cümleyi farklı şekilde dillendirmeye başladı."

 

Senem'in yüzü ifadesizdi ama içten içe bir şeyleri anlamaya başladığını hissedebiliyordum.

 

"Doktor olmazsan sana hakkımı helal etmem, demeye başladı. İnanılmaz içime oturdu Senem bu benim. Babaannemin emeği bizim üzerimizde çok büyük keza annem için de öyle. Annem bana hamileyken annesini kaybettiğinde en büyük destekçisi babaannem olmuş. Annem hep söyler bunu. Biz ne zaman ağır hastalansak o çok sevdiği bağını bahçesini bırakır gelirdi. Annem çalışan bir kadın olduğu için aklı bizde kalırmış babaannemin."

 

Gözyaşlarım zihnimin yaşadığı farkındalıktan mı yoksa geçmişe dalmasından mı artmıştı, bilmiyordum.

 

Kendimi biraz da olsa rahatlamış hissettim içimi dökebiliyor olduğum için. Bu yüzden anlatmaya devam ettim.

 

"O zamanki din kültürü öğretmenimizle de konuştum bunu. Yani olayı tamamen anlatmadan sadece bu hak durumunu sordum. Helal edilmezse birine ne olur diye? Çok büyük bir vebal kalırmış, öyle dedi."

 

Bu defa sıkıntılı bir nefes koyveren Senem'di.

 

"Bu yüzden doktor olmak istedin yani. Kendi seçimin değildi öyle mi?" diye sordu kaşlarını sanki buna inanamıyormuş gibi kaldırırken.

 

Bir durup düşündüğümde aslında bu tavrını, haklıydı. Muhtemelen bunu dışavurduğum herhangi bir zaman var mı diye düşünüyordu. Bende düşünmüştüm ve bulamamıştım. Belki benim seçimim değildi ama beni perişan da etmiyordu. Mutsuz hissetmiyordum kendimi.

 

"Evet ama mutsuz da değilim. Şartlar göz önüne alındığında tam tersi olması gerektiğini biliyorum. Staja başlayalı henüz birkaç ay oldu ve sürekli yorgunluktan isyan ettiğim için pek iyi bir etki bırakmadığımı biliyorum. Buna rağmen bile kendimi mutsuz hissetmediğim için eminim bundan. Doktorluk yapmak bana iyi geliyor mucizevi bir şekilde." dedim gülümseyerek. Çünkü bunlar gerçek düşüncelerimdi. Ne hissediyorsam oydu.

 

"Seni iyileştiriyor çünkü." dedi Senem kalemi bana doğru tutarak. "Sen bu durumu en çok doktor olmak isteyerek aştın."

 

Öyle miydi gerçekten? Tıp kazanacağım diye o sene kendimi yırtmıştım. Zaten zeki ve çalışkan bir öğrenciydim ama bununla yetinmemiştim. Baskı ve stres çocukluğumdan beri asla gelemediğim duygulardı ama deli gibi ders çalışarak kendime en çok ben maruz bırakmıştım bunlara. Normalde ders çalışma programım bile yoktu ama her akşam düzenli bir şekilde çalışırdım.Henüz bir meslek seçmemiş olmama rağmen sayısal okuyordum. Ancak ne zaman tıp okumaya karar vermiştim işte o zaman kendime bir program hazırlamıştım. Uyumadığım her an ders çalışıyor sanki çok gerideymişim gibi bir ruh haline bürünmüştüm.

 

Fakülteyi kazandıktan sonraysa aynı şekilde devam etmişti bu durum. Bir şey olacak ve kontrolü kaybedeceğim diye daha çok çalışmaya, özellikle de komitelerde karşılaşabileceğim her türlü duruma hazırlıklı olabilmek için gecemi gündüzüme kattığım olmuştu. Evet bazen çok stresli olabiliyordum ama buna rağmen hiç yılmamıştım. Bırakmayı hiç düşünmemiştim. Aksine kendimi hep daha çok hırslandırmış ve amacıma odaklanmıştım. Hiçbir şey kolay olmamıştı ama zor da değildi.

 

Zorlu geçen sınav haftalarından sonra kendimi arkadaşlarımla dışarıya attığımı da bilirdim. Şu ana kadar farkında olmadığım bir bilinçlilik haliyle bunu bizzat benim teklif edip planladığım bile olmuştu. Amaçladığım sonuca ulaşmak yeri geldiğinde tüm kabuklarımı kırdırmıştı bana. Senem'le konserden konsere koştuğum da olmuştu, fakülteden arkadaşlarımla bowling turnuvaları yaptığım da. Peki ya en büyük ve nihai amacıma ulaştığımda neden kabuğuma çekilmiştim?

 

Gözlerimi düşüncelerime daldığım boşluktan çekip Senem'e çevirdim. Aklıma gelen ihtimalin hiç evirip çevirmeden sordum ona.

 

"En büyük hayalimi gerçekleştirince duvarlarımı geri mi ördüm yani ben?" dedim kendimi dizginlemeye çalışarak. Eğer evet cevabı alırsam ondan yıkılacak gibiydim çünkü böyle yaşanmazdı. Bir ömür kendine sürekli bir eşik belirleyerek nasıl geçerdi ki? Ben geçiremezdim. Hayır, geçirmek istemiyordum. Ben sakinlik severdim. Hatta daha da ilerisi, duruluk. Kendi çekirdek ailemle çılgınlığın dibine vururdum belki ama kendi içimde daima duruluk.

 

Bir saniye durdum ve düşündüm. Kapı yine aynı yere çıkıyor Hazan. Kontrol.

 

Hayatım uzun bir yoldu ve şoför koltuğunda da ben oturuyordum. Ama yıllardır hep aynı yoldan gidiyordum. Aksi yöne hiç sapmamıştım.

 

"Sakin ol bakayım önce." dedi Senem elimi sıkı sıkı tutarak. Biliyordum, cevabı için hazırlıyordu bir yandan beni. "Evet öyle yapıyorsun ama halledeceğiz bunu da birlikte." dediğinde içime çok derin bir sıkıntı, bir huzursuzluk doldu. Ofladım ama bu ilk kez bir sıkıntı emaresi değildi benim için. İlk kez acıdandı.

 

Boşta olan elimle alnımı ovuşturdum. Saçlarımı sinirle karıştırıp arkaya doğru savurdum. Olmuyordu işte. Dünden beri yeniden başlayacağım naraları atıyordum ama yalan dolandı. Ben daha en başından hatta daha yolun başından yenilmiştim. Tutarsızlığım da dengesiz ruh hallerimde benim peşimi bu yüzden bırakmıyordu.

 

"Ben hayatımın sonuna kadar böyle mücadele edemem kendimle. Yapamam bunu. İstemiyorum." dediğimde Senem'in boynuma doladığı kollarını hissettim. Gözlerim artık durmaksızın akan yaşlarımı karşılıyordu.

 

"Sana hiç kimse veya hiçbir şey fark etmez, istemediğin bir şeyi yaptıramaz değil mi? Senin inadın kurutur bitirir insanı. O halde bunu da yapmayacaksın. El ele verip bunu da atlatacağız." dedi kendinden emin bakışlarıyla. Böyle bakıyordu çünkü ben ona inanırdım. İnancım ve güvenim hep tamdı ona. Bir şey hakkında hiçbir fikrim yok muydu ona sorardım. Artık onun fikri benim de fikrim olurdu.

 

"Sanma ki dünya üzerinde böyle hisseden, bu durumla savaşan bir tek sensin. Hayır değilsin. Yalnızca benim hastalarım arasında bile çok var. Siz çaresiz değilsiniz ki Hazan. Savaşacaksınız gerekirse kendinizle bile ama iyi olacaksınız. Tamam mı?" dedi kaşlarını kaldırarak. Bir onay bekliyordu benden. Gözlerindeki inancı gördüğüme ve onunla paylaşacağıma dair.

 

Burnumu çektim ve yaşlarımı sildim hızlıca. Yarına düşüncelerim ne olur bilmiyordum dengesizliğim yüzünden ama şu an tüm kalbimle ona inanmak istiyordum. Öyle de yapacaktım. Başımla onayladım onu ve derin bir nefes alıp toparlanmaya çalıştım elimden geldiğince. Oturduğum yataktan ayaklanıp masaya attığım tokayı geri aldım. Saçımı tekrar toplarken kafamın içindeki kargaşanın biraz da olsa durulduğunu hissediyordum.

 

"Lavaboya girip şu tipimi düzelteyim ben. Oradan da mutfağa uğrayıp yiyecek bir şeyler alayım. Sen de güzel bir film seç ama geçen seferki gibi içimi bayan saçma sapan filmlerden olmasın bak." dedim adımlarım odamın kapısına doğru ilerlerken. Film konusunda çok ciddi olduğumu anlamasını umuyordum. Pek çok şeyde olduğu gibi bu konuda da zevklerimiz uyuşmuyordu. Şahsen onun sevdiği beyin yakan filmleri izlemeye asla katlanamıyordum ve o da benim gibi aksiyon tutkunu değildi. Bazen rastgele birbirimizin en yakın arkadaşı olduğumuzu düşünürdüm. Henüz bunun aksi kanıtlanmamıştı.

 

Ona anlatmam gereken şeyler bitmemişti ama mola vermek şu an en önemli ihtiyacımdı.

 

Yüklerimden bir anda kurtulmak yerine her zamanki gibi sonrasına sonra bakacaktım.

 

🍒

Uzun süren tartışmalar sonucu ikimizin de beğendiği izlenecek yeni bir dizi veya film bulamadığımızdan, çareyi yüzlerce kez izlesek de sıkılmadığımız o dizide bulmuştuk.

 

Ezel. 

 

"Bu bölüm sonu var ya aşırı iyi ya. Her seferinde ilk izleyişimmiş gibi şok oluyorum." dedim dondurma kasemden dolu dolu bir kaşık daha alırken. Allah bu eve ben çok seviyorum diye çilekli dondurma stoklayanlardan razı olsundu.

 

"Ne yalan söyleyeyim beni de. Yani normalde izlediğim bir diziyi tekrar izlemekten hiç hoşlanmam ama bu dizi hassas noktam. Köpeği olmuşum resmen." dediğinde kıkırdadım. Bundan saatler önce hüngür şakır ağlamamışım gibi rahattım.

 

Bölüm bitip jeneriği akarken yeni bir bölüm açmadım. Çok uzun bir gün olmuştu ve uyuyup dinlenmek istiyordum. Üstelik yarın uzun diye sızlandığım bugünü mumla arayabilirdim çünkü yoğun bir ders programım vardı.

 

"Of ne biçim gündü ya bugün, cidden sınavdı bana. Bitsin diye kendimi parçalayacaktım." dedim dondurmamdan son kaşığımı alırken. Ne çabuk bitmişti ya. Yarınlar yokmuşcasına yemiştim resmen.

 

"Ne oldu ki bugün. Hastanede değil miydin sen?" diye sorduğunda Senem ona bugün olanları henüz anlatmadığımı idrak ettim. Lavabodan dönerken birazdan duygularım hafiflediğinde anlatırım diye düşünmüştüm ama dondurmayı görünce unutmuştum. Bu dondurma aşkı halis miydi?

 

"Ya benim başıma neler geldi, anlatmaya sıra gelmedi dün yaşananlardan." dedim boş kaseyi masamın üzerine bırakırken. "Ben bugün hastaneden çıkınca hastaneye dün maçta fenalaşan Sami Bey'i görmeye gittim. İyi olduğunu kendi gözlerimle görmeye çok ihtiyacım vardı." dedim ve devam ediyordum ki Senem'in bakışları yüzünden durakladım.

 

"Kız aferin sana. Kendi başına bunu düşündün, karar verdin ve uyguladın. Yasama, yürütme ve yargı tuşlarına aynı anda basmışsın resmen. Senden beklenmeyecek kadar mantıklı ve cesur hamleler bunlar. Valla şaşkınlıktan ağzımı kapatamıyorum ya şu an." dedi üzerimden uzanıp dondurma kasesini benim gibi masaya bırakıp. Sonra da hiç utanmadı benimle dalga geçtiği için ve alkışlamaya başladı beni. Şöyle elimin tersine doğru gelmiyor muydu, ya sabır.

 

"Kes be! Bak tersime çok geliyorsun bugün sen." dedim kollarına bir iki tane sille çakarken. Hak etmişti. Zerre pişman değildim.

 

"Büyüğüne el mi kaldırıyorsun sen terbiyesiz. Ay inanmıyorum. Gençlik bitmiş gerçekten." dedi yalandan ağlarken. Aramızda yalnızca dokuz ay vardı ve yemin ederim işi gücü şovdu.

 

"Aramızda bir yaş bile yok manyak. Bırak şovu. Kes ya." dedim ve hızımı alamadım bir tane de kafasına geçirdim. Yalnız şaka maka iyi geliyordu, böyle bir rahatlıyordum ben ya.

 

"Ayol üstüme iyilik sağlık. Büyük müyüm, büyüğüm sonuçta. Kızım ben çoktan yeni lezzetlere keşfe çıkıp ek gıdaya başlamışken sen daha gözlerini bile açamadan anca anne sütü içiyordun." dedi sanki marifetmiş gibi. Böyle bayağı gerine gerine. Elini hey hey dercesine sallayarak. Tüm günün hıncını çıkartacaktım ondan bu gidişle. Bana uyardı. Devam etsindi.

 

"Tamam tamam. Hadi büyüklük bende kalsın. Affettim seni. Anlat bakayım ne oldu?" dedi sanki beni alttan alıyormuş gibi. Ama ikimiz de biliyorduk ki sinirlenmeye başladığımı fark ettiği için yan çiziyordu.

 

Ters ters bakarak derin bir nefes koyverdim anlatmaya devam ettim.

 

"Neyse işte şöyle güzel bir çiçek yaptırıp gittim hastaneye. İyi olduğunu görüp iki hasbihal edip gitmekti planım. Evdeki hesap çarşıya uymadı ama. Odaya bir girdim, benden önce bir ziyaretçisi varmış meğer. Rahatsız etmeyeyim falan deyip kurtarmaya çalıştım kendimi ama o da olmadı tabii." dedim sanki o anları tekrar yaşıyormuşcasına bir sıkıntı ifadesiyle.

 

"Kimmiş ki ziyaretçisi?" diye sordu Senem. Beni neyin krize sürüklediğini tahmin edemiyordu.

 

Ah canım. Ben de edemezdim.

 

"Kerem. Alp. Marden." dedim tek bir ismi sanki bundan daha fazlasıymış gibi söylerken.

 

Gözlerini şöyle bir tavana dikip düşünmeye başladı. Tabii bir Galatasaraylıya önem teşkil etmiyordu şimdilik bu isim. Ama dediğim gibi şimdilik canım. Önümüzdeki ilk derbimizi bekle. Sizin ağları delerken zaten her halükarda ezberlemek zorunda kalacaksın ismini.

 

Yatakta dizlerim üzerine kalkıp vücudumu yana doğru çevirerek ona baktım. Gözlerini tavandan bana çevirdiğinde tek seferde gerekli açıklamayı yaptım.

 

"Beşiktaş'ın forveti." dedim ellerimi yanaklarıma kapatırken. Bir yandan da ağlamaklı sesler çıkartıyordum. Dram kraliçeliği yükleniyordu.

 

"Oha. Şaka yapıyorsun." dedi o da yatakta benim gibi otururken.

 

Başımı iki yana sallayarak dediğine itiraz ettim. Ben bile tramvamın şakasını yapamazdım çünkü. Ayrıca şaka yapacak olsam şakamda Kerem Alp kişisinin işi ne? Hayret bir şeydi gerçekten.

 

"Ee, ne yaptın peki? Tetiklendin mi adamın karşısında? Yoksa kapıyı geri kapatıp kaçtın mı Hazan?" dedi beni süzerek. Bana olan güveni... Gözlerimi yaşartıyordu ama mutluluktan değildi maalesef.

 

"Her ne kadar bunu yapacak olsam ne kadar üzüleceğini görsem de, hayır. Beynime işkence çektirerek de olsa kendimi kontrol edebildim." dedim kinayeli bir şekilde.

 

Ama ne kontrol edebilmek... Uzaktan kumanda daha çok iş görürdü muhtemelen.

 

"Ne konuştunuz ki o kadar? Anlat her şeyi hemen." dedi koluma asılarak. Kendime işkence çektirecek kadar uzun onunla muhattap olduğumu anlamıştı tabii. Kokuyu almıştı resmen. Normalde huzursuz hissettiğim ortamlardan anında tüyme gibi bir huyum olduğunu bildiği için duruma aydınlanması bu denli kısa olmuştu.

 

"İşte selamlaştık, tokalaştık falan. Yerinden kalktı ben oturayım diye ama oturmadım tabi. Sami Bey dedi ki, kulüp yöneticileri dün gece onu ziyarete gelmişler. O da onlara Kerem Alp'i çok sevdiğinden falan bahsetmiş. İşte bugün de o gelmiş ziyarete bu yüzden. Neyse biz de biraz sohbet ettik ama o an tüm hevesim içime kaçtı resmen benim. Diyeceklerimi hızlı hızlı söyleyip çıktım odadan." dedim kısaca özet geçerek. Gerçi zaten her şey hemen hemen böyle olmuştu.

 

"Odadan çıkarken nasıldı? Yani bu topçu tayfa bazen burnu büyük olabiliyor ya ondan soruyorum. Seni rahatsız hissettirecek bir şey yaptı mı?" dedi tek kaşını kaldırarak. Bunun ihtimaline bile sinirlenmen kalbime dokundu yiğidim ama ben tam tersinin olduğunu düşünüyordum. Bence ben garip tavırlarımla onu rahatsız etmiştim. Nedense çok canımı sıktı bu gerçek. Nasıl bir hissiyat bıraktığını çok iyi biliyordum çünkü. Çocukluğumdan beri o kadar çok deneyimlemiştim ki bunu. Panik ve stres yüzünden kendimi huzursuz hissedişim yüzünden ve kimi zaman iki kelimeyi bile bir araya getiremediğim için iğneleyici bakışlara, çirkin davranışlara maruz kalmıştım. Aynı duyguların birazını bile başkasını hissettiriyor olabiieceğim düşüncesi başıma bir ağrı saplıyordu.

 

"Bilmiyorum. Yüzüne bakmadım ayrıca vedalaşmadım bile. Konfor alanıma ulaşmak önceliğimdi o an." dedim üzülerek. Yaptığım şu anda kendimi kötü hissettirmişti gerçekten. Tamam sonrasında asansörde de karşılaştığımız için telafi edebilmiştim bu kabalığımı. Vedalaşmıştım nazikçe ama yine de ayıptı işte yaptığım.

 

"Yani tabi vedalaşsan daha doğru olurdu ama olan olmuş artık. Vicdanına yük etme bunu. Zaten bir daha nerede yüz yüze geleceksin çocukla." dedi Senem gülerek. Aslında beni rahatlatmaya çalışıyordu ama bilmiyordu ki ben dünyanın en şanssız kişisi falandım.

 

"Asansörde karşılaştık." dedim gözlerimi yumarak. Acımı içimde yaşıyordum artık.

 

Gözlerim yumulu Senem'den bir tepki beklerken bir süre bir karşılık alamadım. Hazmetmesi için zamana ihtiyacı vardı muhakkak. Zor oluyordu bayağı, kendimden biliyordum. En sonunda hazmetmiş olacak ki kolumdan çekiştirmeye başladığında kabullenmişlikle gözlerimi açtım.

 

"Kızım sen ne yaptın doğruyu söyle? Birinin kul hakkına falan mı girdin de bunlar geliyor başına? Söyle hallederiz bir şekilde bak." dedi ciddiyetle. Şöyle bir düşününce aklıma da yatmıştı aslına. İletişimde olduğum sayılı insan içinden bir düşünmeliydim ben bunu. Şayet doğruysa nasıl halledecekti bilmiyordum ama hallederiz diyorsa hallederdi o.

 

"Bilmiyorum ama ilk boş vaktimde düşüneceğim bunu." dedim kararlılıkla. Başıyla onayladı beni.

 

"Ne konuştunuz peki? Bir şey konuştunuz mu ya da? İnşallah adam yokmuş gibi davranmamışsındır Hazan ya." dedi son cümlesinde sesini yükseltip kulak zarıma kast ederek.

 

"Abart utanma, biraz daha abart. Birkaç dakika yalnız kaldık asansörde zaten. Sonra doldu." dedim bakışlarımı karşıya sabitleyerek. Sanki kafamın içinde o anlar tekrar oynuyordu. Her detayıyla.

 

"Salak konu asansörde kaç kişi olduğumu? Ne konuştunuz diyorum ya?" dedi Senem sinirle. Fazla detaya girmesek ölürdük zaten dimi.

 

"Yorgun göründüğümü falan ima etti. Bu da bir başka rezillik cidden. Kim bilir ne haldeydim o panik halimle?" dedim canım sıkılarak. Halbuki hastane odasına girene dek iyi bir ruh halinde hissediyordum kendimi. Hastanede tüm gün oynadığım köşe kapmacaya rağmen sıfırlayıp gelmiştim hastaneye kendimi.

 

"Yalnız adam çok nazik bir imaj çizdi gözümde. Odaya girdiğinde de sana yerini vermesi, sen onun yüzüne bile bakmadan odadan çıkmana rağmen onun sana yine de iyi niyetle yaklaşması falan." dedi takdir eder gibi bakışlarla.

 

Bana iyi niyetle yaklaştığı kısmı ben kaçırmıştım ama. Yerini vermesine tamamdım ama başka ne vardı?

 

"Tam olarak nerede iyi niyetle yaklaşmış ki bana yer vermesinin haricinde?" diye sordum Senem'e. Gerçekten merak ediyordum ve ikinci bir görüşe şu anda çok açıktım.

 

"Kuzum adam senin vedalaşmadan çıkmanı kabalık olarak algılayabilirdi ama yapmamış mesela. Belki de hareketlerinden kendini huzursuz hissettiğini anlamış ve seni rahatlatmak için iletişim kurmuştur. Hassasiyeti yüksek duyarlı insanlar yapar bunu. Bak ayrıca senin adamı kurtardığın anları da hikayesinde paylaşmış olması bunun bir kanıtı." dedi yine tane tane ve açıklayıcı bir dille konuşarak.

 

Ufak bir detay; attığı golle veya kazanmış olmalarıyla alakalı da hiçbir şey paylaşmamıştı.

 

Amacı bu olabilir miydi gerçekten? Hiç aklıma gelmemişti bu. Kafam çok karışmıştı.

 

"Bilmiyorum." dedim oflayarak. "Bunu da boş zamanımda düşüneceğim." diyerek yataktan kalktım. Keyfim kaçmış ve asabım bozulmuştu. Masanın üzerindeki boşları toplayıp içinde getirdiğim tepsiye yerleştirdim. Mutfağa götürecektim. Bananesiydi, durmasın masamın üzerinde. Tekrar Senem'e bakmadan terliklerimi giyip kapıya doğru ilerliyordum ki söylediği şeyle bir hışımda ona döndüm.

 

"Yakışıklı mıydı bari? İki arada bir derede de olsa gözün gönlün açıldı mı?"

 

Bunlar ne salak salak sorulardı ya? Bana bu saatte böyle sorular soramazdı?

 

"Ya ne alaka, ne? Beni ne ilgilendiriyormuş? Ne biçim sorular bunlar? Ne münasebet ya?" diye çıkıştım kendimi de sesimi de tutamayarak. Zaten kendimi tutmak kim ben kimdi pardon? Tanışıyor muyduk ki?

 

Kötü kadın kahkahası attı hiç utanmadan.

 

"Sakin ol Hazan Güven. Sensin ya tamam sensin. En çok senin umrunda değil. En çok seni ilgilendirmiyor tamam mı?" dedi manalı bir sırıtma eşliğinde.

 

Elimdeki tepsiyi hızla yere bırakıp doğrulurken karşımdaki sinsi şahıs ne yapacağımı anlamıştı. Yataktan telefonunu alıp saniyeler içinde kalktı ve kapıya doğru son sürat bir koşuya başladı. Yalnızca birkaç saniyeyle benim önümdeyken ben de ayağımdaki terlikleri çıkartmış isabet ettirebildiğim pek münasip yerlerine vururken peşine düşmüştüm.

 

Tezimde kesinlikle haklıydım.

 

İçimdekileri dışavurmak için aşırı etkili bir yol bulmuştum.

 

🍒

 

Kantinden aldığım sandviçi ve meyve suyunu masaya gelişigüzel bıraktım ancak kendim için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Bedenimi sandalyeye bayağı fırlatmış olabilirdim zira. Sabahtan beri hiçbir şey yiyememiştim yoğunluktan ve bulduğum ilk boşluğu da bayılıp kalmamı önlemek için okulun kantininde almıştım.

 

Benden şöyle birkaç tane daha olması gerekiyordu bu hayata yetişebilmek için. Genciz, güzeliz hallederiz diyerek de bende bir yere kadar gidiyordu çünkü.

 

Dün gece Senem gittikten sonra direkt yatmış ve biraz düşünme fırsatım olmuştu. Hayatımın bu yöne evrilmesinin, böyle sınavlardan geçmesinin bir sebebi olduğuna inanıyordum. Bunca insan arasından bana düştüyse bunları yaşamak demek ki bana katacakları kaybettireceklerinden daha fazla olmalıydı. Ben kendime rağmen neler başarmıştım, ne korkularımı aşmıştım. Kimi zaman kendimle çelişmiştim kimi zaman aklımın sesini kalbimin sesine tercih etmiştim. Ruhumu tükettiğimde olmuştu herkesten gizli. Ancak sonra hatalarımdan ders çıkarmış, dersimi cebime koyup yola devam etmiştim.

 

Yine öyle yapacak ve bu defa yoldaki tüm prüzleri temizlemek için elimden gelen her şeyi yapacaktım.

 

Sabah uyanınca yaptığım ilk iş küçük bir not kağıdına bu düşüncelerimi yazmak olmuştu. Katlayıp cüzdanıma koymuştum. Gün gelecek istemsizce bulacaktım onu orada. Büyük ihtimalle başka bir şeyi ararken. Eğer pes ettiysem bana umut olacaktı. Aksine arayışıma devam ediyorsam da inancımı körükleyecekti.

 

Düne nazaran içim çok daha rahattı ve sakindim. Sandviçimi açıp bir lokma aldıktan sonra yemeye başlarken elim içeceğime uzandı. Onu da açıp masaya geri bıraktım ve önlüğümün cebindeki telefonumu çıkarttım. Şehzademden bir mesaj vardı. Atalı saatler olmuş. Çıkışta beni almaya gelip gelemeyeceğini soruyordu. Abilerin gülü ya, Cerrahpaşa yollarını arşınlamak ondan sorulurdu. İş yeriyle benim okulumun arası çoktu aynı şekilde evimiz de öyleydi. İşin içine birde trafik girince bu işkenceyi ona çektirmeye gönlüm razı gelmezdi ki. Abime kendim geleceğimi söyleyen bir yanıt verdim. Eğer yemekten sonra çok yorgun olmazsak onu bir yürüyüşe çıkartmayı planlıyordum zaten. Alınması gereken ifadeler vardı.

 

Sosyal medya hesabıma girmek için pembe ikona tıkladım. Bildirimler kısmında hemen bir işaret belirdi. Tıklayıp baktığımda üç tanesinin hepsi birbirinden farklı çekilişlere etiketlendiğim için olduğunu gördüm. Senem kazanana kadar vazgeçmeyecekti biliyordum. Bu benim kaderimdi. Geriye kalan birkaç tanesi arkadaşlık isteğiydi. Onlara biriktikleri yerde toplu olarak bakıyordum. Üzerlerinden biraz zaman geçtikten sonra. Bu yüzden profilleri incelemedim ta ki bir tanesinin adı dikkatimi fazlasıyla çekene dek. İlk birkaç dakika isme anlam vermeye çalıştım ancak mantık çerçevesinde bunu başaramıyordum. Profile tıkladım ve açıklama kısmında yazan "fan sayfasıdır " yazısıyla nihayet bir şeyler yerine oturmuş oldu.

 

Hesabın adı olan kalpmarden şimdi bana köşeli jetonumu düşürtmüştü. Kerem Alp'in adı kısaltıldığında kalp oluyordu yani ve kabul etmek zorundayım ki çok etkileyiciydi. Eğer ki bu hesabın kendi buluşuysa takdir edilmeliydi gerçekten. On iki bin takipçisi olduğuna göre benim gibi etkilenen fazlasıyla kişi vardı. Beni nereden bulup takip etmek istediklerini düşünmeyecektim, hayır. Çünkü bu beni korkutur ve içimde bir şeyleri çok kötü tetiklerdi. Buna gerek var mıydı? Asla. Hiçte bile yoktu.

 

Profilde paylaşılan gönderilere göz gezdirdim. En sondaki gönderi dün paylaşılmıştı ve bana oldukça tanıdık bir tabloydu. Kerem Alp'in Sami Bey'i ziyaretinde çekilmiş bir kareydi. Açıklama kısmında da "yeteneği kadar kalbi de büyük adam" yazıyordu. Yanında pek çok farklı renkte kalplerle birlikte. Admin, cinsiyetini belli ettin canım.

 

Bundan önceki gönderi ise son maçında attığı golün videosuydu. Yani Fenerbahçe derbisindeki golü. Abimin ve hatta babamın bile milyon kere golü izlediklerinden emindim ama normalin aksine ben tekrarını hiç izlememiştim. Videoyu açtım ve hızlıca sesini kıstım. Bir kantin dedikodusu yaratmak istemiyordum. Video oynamaya başlarken bir yandan da meyve suyumun pipetini dişliyordum. Böyle sanki bir suç işliyormuşum gibi tedirgindi hareketlerim. Son zamanlarda aşırı hassastım. Sebebi bu olsa gerekti.

 

Canlı canlı izlemiş olmama rağmen gole bir kez daha hayran kaldım. Sol ayağına böyle etkili kullanabilen her topçuya hayran olurdum zaten. Tamamen nesnel bir tutumdu bu.

 

Aynen, yirmi dört saat içerisinde ikinci kez Kerem Alp kişisini stalklıyor olman da nesnel.

 

Erkeklerden sonra iç seslerimiz de kapatılsın lütfen.

 

Kendime kızarak profilden çıktım. Takip isteğini kabul etmeyecektim ama silmeyecektim de. Yani sonuçta aynı takımın neferleriydik, ayıp olurdu.

 

Üzerinde Kalp Marden 10 yazan bir pankartı tutan ve ellerini tezahürat için yukarı kaldırmış bir grubun siyah beyaz fotoğraf karesi gönderiler arasında nedensizce en çok beğendiğimdi. Anlaşılan artık kendisinin bir lakabı vardı ve onu mutlu edip etmeyeceği de bir muammaydı.

 

Ana sayfama geri döndüm ve yakın arkadaşlarımın hikayelerini izledim. Olabildiğince hızlıca. Hem zamandan hem de tahammül seviyemden tasarruf etmeliydim. Son paylaşılan fotoğraflardan bazılarını beğendim. Bu arada sandviçimi de bitirmek üzereydim. Karnım doyduğu için bir ferahlık gelmişti üzerime. Son beş dakika boşluğum kaldığını fark ettim saate baktığımda. Sonra dersim başlayacaktı. Sandviçimi bitirip meyve suyumu da hızla içerken mesaj kutumdaki işaret dikkatimi çekti. Baktığımda çok şaşırmadım çünkü Senem'den geldiğini az çok tahmin ediyordum. Günlük video dozumuzdu. Eve gidince izlerdim. Mesaj kutusundan çıkacakken istekler kısmında bir mesaj isteğinin olduğunu gördüm. Nadiren burada isteklerle karşılaşıyordum ve merakıma yenik düştüğüm için her ihtimale karşı temkinli olarak açmaya çalışıyordum.

 

Yine öyle yaptım ve mesajı açtım.

 

Temkinli olmanın yalnızca fiziksel bir tutum olmadığını da anlamış oldum.

 

Mesaj, hayatıma bir anda nasıl bu kadar dahil olabildiğini anlayamadığım birindendi.

 

Kerem Alp kişisinden.

 

- Devam edecek-

 

🍒

 

Instagram: authbal

 

Twitter: eveleynrosa

 

#BaksanaTalihe etiketiyle yorumlarınızı bekliyorum.

 

Yıldıza basarsanız mest olurmuşum:)

 

Sonraki bölümde görüşürüz.

 

Loading...
0%