Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm (Anı 1)

@avery_fonce

Gözlerimi açtığımda, tamamen tanıdık olmayan bir yerdeydim. Başlangıçta anlam vermekte zorlandım. Sanki başka bir zamana ışınlanmıştım. Etrafıma bakarken, bunun bir sınıf olduğunu fark ettim. Ama bu sınıf, zamanımıza göre çok farklıydı. Duvarlar yüksek ve kalın taşlardan yapılmıştı, pencereler büyük ve kemerliydi. Masalar ve sandalyeler, cilalı meşe ağacından yapılmış, üzerinde zarif oyma desenler vardı. Her şey 1800'lerden kalma gibi duruyordu. Sınıf boştu ve her yer oldukça düzenliydi. Masaların üzerindeki toz tabakası, buranın uzun süredir kullanılmadığını gösteriyordu.


"Rüya görüyorum," diye düşündüm. Kendimi, bu eski zaman diliminde hayal ediyordum. Sınıf kapısına doğru yürüdüm. Ahşap kapının tokmağı soğuk ve ağırdı. Kapıyı açtığımda, hafif bir gıcırtı sesi duyuldu. Etraf biraz tozlu olsa da, her şey mükemmel duruyordu. Koridora adım attım. Koridor geniş ve karanlıktı. Duvarlarda, eski zamanlardan kalma heykeller ve tablolar sıralanmıştı. El işçiliği, incelikle yapılmıştı ve bu detaylar, bana buranın ne kadar değerli ve tarihi bir yer olduğunu hissettirdi.


Koridorlarda yürüdüm. Adımlarım yankı yapıyordu, her şey oldukça sessizdi. Kimseden ses gelmiyordu. Sanki bütün dünya bu eski okulun içinde donup kalmıştı. Biraz daha ilerledikten sonra, bir sınıfın kapısının yarım açık olduğunu gördüm. İçeriden hafifçe mırıltılar geliyordu. Kapının önünde durup, içeriye baktım. Boş sınıfta, en arka köşeye oturmuş, defterine hunharca bir şeyler karalayan birini gördüm.


Bir erkekti. Uzun, siyah saçları arkasından örgülüydü. Yüzü oldukça ciddi duruyordu. Gözleri defterine kilitlenmişti ve kaşları hafifçe çatılmıştı. Sanki benim yaşlarımdaydı. Bana çok tanıdık geliyordu ama nereden tanıdığımı çıkaramıyordum. İçimden ona bir yakınlık hissetmeden edemedim. Bu koca boş sınıfta ne yapıyordu?


"Hey," diye seslendim ona. Beni duymamış gibi, işine devam etti. Belki de rüyada olduğum için beni duymuyordur diye düşündüm. Ona iyice yaklaştım. Ayak seslerim sınıfın içinde yankı yaparken, ona doğru yürüdüm. Arkasına geçtim ve defterine baktım.


Defterde, bir bitkinin detaylı bir çizimi vardı. Çizim oldukça güzel ve ayrıntılıydı. Bitkinin her yaprağı, her damarı özenle çizilmişti. Yanında ise bitkinin yararları ve nerelerde kullanılabileceği hakkında bilgiler yazıyordu. El yazısı, zarif ve okunaklıydı. Harfler sanki dans eder gibi kağıdın üzerinde süzülüyordu.


"Ne kadar güzel bir el yazısı," diye düşündüm. Bu detaylar, onun ne kadar titiz ve dikkatli biri olduğunu gösteriyordu. Onunla konuşmak istedim ama sesim çıkmadı. Sanki boğazım düğümlenmişti. Onu bu şekilde çalışırken izlemek, beni derinden etkiledi.


Aniden, sınıfın kapısı tekrar açıldı ve bir grup öğrenci içeri girdi. Hepsi eski zamanlara uygun kıyafetler giymişti. Erkekler ceketli, kadınlar ise uzun elbiseler içindeydi. Öğretmenleri de onlarla birlikte geldi. Uzun boylu, ciddi görünümlü bir adamdı. Yüzü sert çizgilerle doluydu ve gözlerinde soğuk bir bakış vardı. Öğrenciler sessizce yerlerine oturdu ve öğretmen, dersine başladı.


Fakat arka köşedeki çocuk hâlâ defterine odaklanmıştı. Diğer öğrencilerle ilgilenmiyordu. Öğretmen onun yanına geldi ve sert bir sesle adını söyledi. "Oleander!" diye bağırdı. Çocuk başını kaldırdı ama gözlerinde herhangi bir korku veya şaşkınlık yoktu. Sessizce öğretmeni dinledi.


"Oleander," diye tekrarladı öğretmen. "Yine kendi çalışmalarınla mı meşgulsün? Dersle ilgilenmen gerektiğini biliyorsun, değil mi?"


Oleander, sessizce başını salladı ve defterini kapattı. Öğretmen ona kızgın bir bakış attı ve sınıfa geri döndü. Diğer öğrenciler, Oleander'ı küçümseyen bakışlarla süzüyordu. Bazıları fısıldaşıyor, bazıları ise gülüyordu. Oleander ise bunlara aldırış etmeden, sessizce yerinde oturuyordu.


Sınıfın içindeki bu ortam, bana tanıdık geldi. Bu tür zorbalıkları, aşağılamaları, yalnızlık hissini çok iyi biliyordum. Oleander'ın yüzündeki ifadeyi görmek, içimdeki acıyı yeniden alevlendirdi. Bu kadar zeki ve yetenekli birinin, bu kadar dışlanmış ve küçümsenmiş olması, kalbimi burkuyordu.


Oleander'ın defterine tekrar baktım. Çizimler, notlar, hepsi büyük bir özenle yapılmıştı. Bu defter onun dünyasıydı, belki de tek kaçış yoluydu. Onun bu çalışmaları, belki de ona umut veriyordu. Ama diğerleri bunu anlamıyordu, anlamak istemiyorlardı.


Gözlerimi tekrar Oleander'a çevirdim. Onunla konuşmak, ona destek olmak istedim. Ama rüya mıydı, gerçek mi, bilemedim. İçimde bir yerde, ona dokunabileceğimi ve bu yalnızlıktan kurtarabileceğimi düşündüm. Ama gerçekte bu sadece bir rüyaydı ve ben sadece bir izleyiciydim.


Bu eski zamanlar, bu sınıf, bu öğrenciler... Hepsi birer yansıma gibiydi. Oleander'ın yüzündeki ifadeyi, sessizliğini ve yalnızlığını unutamayacaktım. Belki de bu rüya, bana onun dünyasını göstermek için vardı. Ama ne olursa olsun, onun acısını hissetmek, benim için derin bir iz bırakmıştı.


O an anladım ki, zaman ve mekân fark etmez. İnsanların acıları, yalnızlıkları ve umutları her yerde aynıdır. Ve bu rüyada, Oleander'ın dünyasına bir anlığına da olsa girebilmek, bana onun ne kadar özel ve değerli olduğunu gösterdi.


Gözlerimi ona kilitlemişken, derin bir iç çekişle elimi uzattım ve hafifçe çocuğun saçına dokundum. İnce, parlak siyah saçlar parmaklarımın arasından kayarken, bunun sadece bir rüya olduğunu düşündüm. Bu dokunuşu hissetmeyecekti. Ama ben yanılmıştım.


Saçına dokunduğum an, çocuk başını kaldırdı ve göz göze geldik. Gözlerindeki derinlik, bir anlığına beni içine çekti. Sanki içindeki acı ve yalnızlığı tüm çıplaklığıyla görüyordum. Kalbim hızla çarpmaya başladı, nefesim kesildi. O an anladım ki, bu rüya onun gerçeğiydi. Birinin geçmişindeydim.


Gözlerimiz birbirine kenetlenmişken, her şey bir anda karardı. Çevremdeki sınıf, öğrenciler, Oleander'ın gözleri, hepsi yavaş yavaş kayb

oldu. Sadece karanlık ve sessizlik kaldı...

Loading...
0%