Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@avery_fonce

Avery, loş ışığın altında, kasvetli sorgu odasında tek başına oturuyordu. Odanın havası ağır ve rahatsız ediciydi, adeta yıllardır havalandırılmamış gibi, küf ve rutubetin keskin kokusu her nefeste ciğerlerine doluyordu. Etrafındaki duvarlar, zamanın izlerini taşıyan soluk gri tonlarında, her köşesi pürüzlü ve karanlık izlerle kaplıydı. Sanki bu dört duvar, içeride tutulan tüm korku ve acıları emmiş, onların fısıltılarıyla dolup taşmıştı.

Avery'nin zihni, etrafın bu kasvetli ve iç karartıcı atmosferiyle örtüşüyordu. Karanlık, adeta odanın içinde dolanırken onun içine de sızıyor, bir gölge gibi peşini bırakmıyordu. Hem zihninde hem de odada sıkışmış hissetmekten kaçamıyordu.

Avery, annesinin intiharını hatırladığında, derin bir ürperti omurgasından yukarı doğru yükseldi. Hafifçe irkildi, tıpkı geçmişin ağır yükü bir kez daha sırtına binmiş gibi. Annesinin sessiz çığlıkları, o günün zifiri pençeleri birlikte zihnine hücum etti. O anın yankıları hâlâ kulaklarında çınlıyordu; boşlukta sallanan o soğuk görüntü, silinmeyen bir yara gibi zihninde tekrar canlanıyordu.

Nefes almak zorlaştı. Göğsüne bir ağırlık çökmüş gibi hissediyordu, sanki nefesi boğazında sıkışmıştı. Göğsüne ellerini bastırıp, derin bir nefes almaya çalıştı. Ancak bu basit hareket bile, zihninde bir fırtına estiren geçmişin koyu anıları karşısında zorlayıcıydı. Her nefes, kendini boğulmaktan kurtarmak için bir mücadele gibiydi.

Kendine gelmeliydi. Bu anılar onu yutmasına izin veremezdi. Buradaydı, şimdi ve şu anda. O eski karanlık, yeniden onun üzerine çökemezdi. Avery, zihnindeki fırtınayı bastırmaya çalışarak derin bir nefes daha aldı ve sırtını sert sandalyeye yaslayarak kendini toparlamaya çabaladı. Ama o karanlık gölgeler, bir kez tetiklendiklerinde geri çekilmek bilmiyorlardı.

Avery, karamsar düşüncelerin içinde yavaş yavaş kaybolurken, odadaki ağır sessizliği aniden bir kapı sesi bozdu. Kafasını zorla kaldırıp baktığında, Rayne’in odaya girdiğini gördü. Sanki aralarındaki gergin hava daha da ağırlaşmıştı. Rayne'in yüzü ciddi ve sıkkın bir ifadeyle kaplanmıştı, kaşları hafifçe çatılmıştı. Elindeki belgeler, onun sabrının ne kadar ince bir ipte olduğunu gösteriyordu.

Rayne, hiçbir şey söylemeden, elindeki belgeleri sert bir hareketle masaya fırlattı. Kağıtlar masanın üzerine yayılıp, Avery’nin önüne dağıldı. Bu hareketin ani şiddeti, odadaki gerilimi daha da belirginleştirdi. Belgeler, soğuk metal masada ince bir yankı bıraktı; tıpkı Avery’nin zihnindeki çığlıklar gibi sert ve keskin.

Rayne, konuşmadan masanın ucuna oturdu. Sandalyeye yerleşirken hafifçe inledi; sanki bu sorgu, yalnızca Avery için değil, kendisi için de yorucuydu. Yüzündeki yorgunluk, her hareketinde belirginleşiyordu. Her ne kadar profesyonel görünmeye çalışsa da, içinde biriken sıkıntı odayı doldurmuştu.

Rayne derin bir iç çekti, yorgun bir bakışla Avery’i süzdü. Karşısında oturan genç kızın gözlerindeki korku, odayı dolduran sessizlik kadar belirgindi. Avery’nin nefesi hızlanmıştı; gözleri bir an olsun Rayne’in ellerinden ve yüzünden ayrılmıyordu, adeta ne söyleyeceğini bekler gibi gergin ve endişeliydi.

Rayne, ona daha da dikkatle baktı, korkunun ve geçmişin izlerinin genç kızın yüzüne nasıl kazındığını fark etti. Kendi içinde de bir anlık huzursuzluk hissetti; böyle kırılgan bir ruhun içinde kopan fırtınaları görmek her zaman zor olurdu. Ellerini yavaşça havaya kaldırdı, Avery’ye güven vermeye çalışarak sakin bir tonla konuştu.

"İlk olarak, sakin olalım," dedi. Sesi, sertlikten uzak, yumuşak ama otoriterdi. Avery’nin gözlerine bakarak, ona buradaki tek düşmanın kendi zihnindeki karanlıklar olmadığını anlatmak ister gibiydi. "Her şeyi kontrol altına alacağız. Sadece biraz zamana ihtiyacımız var."

Rayne, gözlerini elindeki belgelere indirdi, konuşurken ses tonu hafif bir kayıtsızlıkla süzüldü. “Belki de küçükken buraya geldiğin için prosedürleri hatırlıyorsundur,” dedi, sayfaları çevirdikçe kağıtların hışırtısı odayı doldurdu. Ardından bir an duraksayıp, bakışlarını tekrar Avery'ye yöneltti. Kızın korkuyla dolu gözleri hâlâ kendisine dikiliydi.

"Fakat sana yine hatırlatacağım," diye ekledi, biraz daha yavaş ve ilgisiz bir tonda. Sanki söylediklerinin bir önemi yokmuş gibi, aslında nelerin daha ciddi olduğunun farkındaymış ama konuyu gereksiz yere uzatmıyormuş gibiydi. "Sonra da hakların hakkında konuşacağız ve ifaden alınacak." Masaya bırakılan belgelerle birlikte küçük bir ses çıktı. Rayne'in sesi giderek daha sıradan bir hale bürünüyordu. "Önemli bir şey değil."

O sırada Avery’nin zihni, Rayne’in rahatlığı karşısında daha da karışmıştı. Dışarıdan bakıldığında basit görünen bu konuşmanın altında, hayatına dair çözülmesi gereken karmaşık bir düğüm vardı. Kafasında yankılanan düşünceler, karşısında oturan adamın kayıtsız görünüşüyle çatışıyordu.

Rayne, derin bir nefes aldı, sessizliği kısa bir an daha sürdürdü ve gözlerini tekrar Avery'ye dikti. Yorgunluk, sıkkınlık ve bir parça da anlayışla dolu bakışları, genç kızın gerginliğini okşarcasına üzerindeydi. Ellerini masanın üzerinde hafifçe oynatarak, sesi biraz daha yumuşak bir tonda yankılandı.

"İlk olarak caution ile başlayacağım," dedi, sanki bu cümleyle Avery'nin korkularını yatıştırabileceğini umarak. Yüzündeki ifadede hafif bir gevşeme vardı, ama yine de işin ciddiyetini kaybetmiyordu. "Sonra da haklarından devam edeceğim. Ardından sorular gelecek, tamam mı?"

Söyledikleri ne kadar basit görünse de, Avery’nin kalbindeki sıkışıklık çözülmemişti. Rayne’in sükuneti, onun içindeki çalkantıyı daha da derinleştiriyordu. İçindeki huzursuzluk, her ne kadar belli etmemeye çalışsa da, yüzündeki solgunluktan ve gözlerindeki tereddütten okunabiliyordu.

Rayne, Avery'nin vereceği cevabı beklemeden masadaki belgeleri çekip karıştırdı. Kısık bir homurtuyla, içlerinden birini seçip incelemeye başladı. Parmakları kağıtların üzerinde gezinirken, suratındaki yorgun ifade hiç değişmedi. Gözlerini belgeden ayırmadan, neredeyse ezbere söylenmiş gibi soğuk bir sesle konuşmaya başladı:

"Hiçbir şey söylemek zorunda değilsiniz," dedi, monoton bir tonda. "Ancak daha sonra mahkemede güveneceğiniz bir şeyi sorgulandığında belirtmemeniz savunmanıza zarar verebilir. Söyleyeceğiniz her şey delil olarak sunulabilir."

Sözler, odanın ağır havasında yankılandı. Rayne’in bakışları hâlâ belgedeydi, sanki bu sözler onun için bir formaliteden ibaretti. Avery'nin içine işleyen sessizlik, kelimelerden çok daha tehditkârdı. Rayne’in tavrı profesyoneldi ama aynı zamanda ilgisizdi; bu, Avery’nin içinde zaten karmakarışık olan duyguların biraz daha boğulmasına sebep oluyordu.

Rayne sonunda başını kağıttan kaldırdı ve gözlerini Avery'nin üzerine dikti. Derin bir nefes alıp, sakin ama dikkat çekici bir tonda konuştu. "Bu, susma hakkını beyan ediyor," dedi, sanki her kelimeyi tartarak. "Fakat..." Gözleri tekrar belgeye kaydı, ince bir kaşını hafifçe kaldırarak devam etti. "Burada söylemeyeceğin şeyler, mahkemede kullanacağın bilgilerle çelişip seni zor duruma sokabilir."

Rayne, belgeleri masanın üzerine koyarken bakışları Avery'de sabitlenmişti. Sözlerini bitirdiğinde dudaklarının köşesi hafifçe kıpırdadı, sanki Avery'ye bir uyarıda bulunuyormuş gibi. "Bu yüzden cümlelerini iyi seç," dedi. Ses tonu, her ne kadar sakin olsa da altında bir tehdit seziliyordu. Avery'nin omuzlarına binen baskı daha da artmıştı. Rayne’in gözlerinde bir anlık yorgunluk vardı, ama bu yorgunluğun ardında soğuk bir ciddiyet de saklıydı.

Avery, mahkeme düşüncesiyle gerildi. Her ihtimalde ne söyleyeceği konusunda belirsizlik içinde kıvranıyordu. Şu an, içinde bulunduğu bu karanlık odada, ne yapabileceğine dair net bir fikir yoktu. Şu anda ne söyleyebileceğini düşünürken, sözlerinin ilerideki bir dava sürecinde nasıl kullanılabileceği konusunda endişeleri vardı. Her şeyin ve herkesin dikkatle gözlemlendiği bu ortamda, bir yanlış adımın tüm hayatını alt üst edebileceğini biliyordu. Gözleri, Rayne’in soğuk ve keskin bakışları altında daha da kararmış, derin düşüncelere gömülmüştü. Bu an, kendi sesinin ne kadar kırılgan ve güvensiz olduğunu hissettiriyordu.

Polis, Avery'nin gerginliğine aldırış etmeden, belgeleri incelemeye devam etti. Soğukkanlı bir şekilde konuşmaya devam etti:

"Bir diğer olarak," dedi, gözlerini Avery'nin üzerinde gezdirerek, "Avukat bulundurabilirsin. Bunu zaten biliyorsundur, fakat tekrar hatırlatmak gerek."

Konuşmasında herhangi bir empati belirtmeden, sadece görevini yerine getirmenin önemini vurguluyordu. Avery’nin zihninde, bu soğuk ve mekanik bilgi, onun içini daralttı.

Avery, durumu kavramaya çalışarak hafifçe öne eğildi ve sesi titremeden, "Yani avukatımı çağırabilirim?" diye sordu, bir onay arayarak. Gözlerini karşısındaki polis memuruna dikmişti.

Rayne, kaşlarından birini hafifçe kaldırarak ona baktı. Yüzünde ne sabır ne de ilgisizlik vardı, sadece sıradan bir işlem gibi görüyordu durumu. "Az önce onu dedim," diye düz bir şekilde onayladı, ardından gözlerini tekrar önündeki kağıtlara indirdi. Avery’nin endişesi onun için önemsizdi; prosedür sadece bir formaliteydi.

Rayne, belgeleri tekrar karıştırırken Avery'ye soğukkanlı bir şekilde açıklama yaptı, "Mahkemede delil olarak kullanılabilme ihtimalin de var. Bu nedenle söylediklerin her zaman dikkatlice düşünülmeli." Sesinde belirli bir mesafeyle konuşma kararlılığı vardı.

Avery'nin içi sıkıştı. Eğer söyledikleri mahkemede delil olarak kullanılacaksa, başından geçenleri nasıl anlatabilecekti? Anıların derinliklerinde kaybolmuş, korku ve şüpheyle örülmüş bu deneyimleri nasıl ifadelendirebilirdi? Anlattığı her şey, öylesine karmaşık ve hassas bir yapının parçasıydı ki, her cümlesinin potansiyel olarak aleyhine döneceğini düşündü. Şimdi, bu belirsizliklerle dolu süreçte nasıl bir savunma yapabileceğini düşünmek zorundaydı.

Rayne, kağıdın köşelerini düzelterek Avery’ye son bir bilgi daha verdi, “Yakınlarına haber de verebilirsin. Baban zaten biliyor fakat başka birine söylemek istersen, onlara da haber verilebilir.”

Avery, başını hafifçe eğdi ve iç çekerek, “Gerek yok...” diye mırıldandı. İçsel dünyasında, bu meselelerin herkesin gözünden saklı kalması gerektiğine dair güçlü bir inanç vardı. Yakınlarına haber vermek, sadece durumu daha karmaşık hale getirecekti. Avery, kendi başına bu yükü taşımanın daha güvenli olduğunu düşündü. Şimdi, her şeyin kontrol altında olması gerektiğine dair bir hisle, gözlerini Rayne’e çevirdi ve ifadesini belirginleştirmeye çalıştı.

Rayne, kağıtlardaki bir maddeye dikkat çekerek sordu, “Pekala, bu madde biraz gereksiz çünkü çoktan 18 yaşındasın, değil mi?”

Avery, sesinde belirgin bir tereddütle “Evet...” diye yanıtladı. İçindeki kaygı, sözlerinin netliğinden hissediliyordu.

Rayne, onaylayıcı bir şekilde başını sallayarak kağıtları bıraktı ve “O zaman bunun hakkında endişelenmene gerek yok,” dedi. Sesindeki rahatlama, Avery’nin de bir nebze olsun rahatlamasına neden oldu. Rayne, belgelerin yanına yaslanarak Avery’yi dikkatle inceledi. Rayne, Avery’yi süzerek, “Bunları, prosedürleri anla diye anlattım,” dedi. Sesindeki sertlik, sözlerinin kesin ve net olduğunu hissettiriyordu. “Sorgu henüz başlamadı ama başladığında, profesyonel olmayan bir şey kabul etmiyorum.” Sözlerinin sonundaki keskinlik, Avery’nin ciddiyetini iyice anlamasını sağladı. “Sorun varsa, şimdi söyle.”

Avery, derin bir nefes alarak, “Hayır... sorum yok,” diye cevapladı. Sesindeki titreme, huzursuzluğunu ve belirsizliği yansıtıyordu. Rayne’in açıklamaları karşısında bir süre sessiz kaldı; şimdi, her şeyin nasıl gelişeceği konusunda sadece düşüncelerine güvenmek zorundaydı.

Rayne, Avery’nin gergin yüzünü dikkatle inceledikten sonra, sessizce ayağa kalktı. “Pekala,” dedi, ve cebinden küçük bir ses kaydetme cihazını çıkararak masanın üzerine koydu. “Hazırsan başlıyorum?” diye sordu, yüzünde ifadeyi daha da belirginleştiren bir ciddiyet vardı.

Avery, nefes alarak, “Hazırım,” dedi. Rayne, Avery’nin yanıtına bir baş hareketiyle onay verdi ve cihazın düğmesine basarak sorgunun başlamasına işaret etti. Odada sessizlik hâkim olurken, Rayne’in dikkatli bakışları ve kaydedici cihazın hafif tıkırtısı dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Avery, zihninde geçen düşüncelerle baş etmeye çalışırken, gözleri Rayne’in yüzünde kalmıştı.

Rayne, dikkatle sandalyeye oturdu ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Önündeki kağıtları son bir kez gözden geçirdi. Rayne, ses cihazına dönerek, soğukkanlı bir şekilde konuştu:

"Merhaba, ben Polis ve Komiser Rayne Warner. Longship Karakolundan geliyorum."

Sözlerini bitirdikten sonra gözlerini Avery'e çevirdi. Ciddi bir ifadeyle, "Sana birkaç soru soracağım ama önce haklarını hatırlatmalıyım," dedi.

Avery’nin gözleri, Rayne'in ciddiyetine karşılık vermek için hafifçe daraldı. Rayne’in sesi, sadece odadaki sessizliği değil, aynı zamanda Avery’nin gerginliğini de vurguluyordu. Komiserin her kelimesi, sorgunun ciddiyetini ve Avery’nin bu sürece nasıl hazırlıklı olması gerektiğini açıkça ortaya koyuyordu.

Rayne, Avery'e ciddi bir bakışla devam etti:

"İlk olarak, hakların bildirilmesi olarak Caution. Bayan Avery Grimfrost, bu hakka göre, herhangi bir soruya cevap vermeme hakkına sahipsiniz."

Sesindeki ağırlık, Avery'nin üzerindeki baskıyı artırıyordu. Gözleri, Rayne'in ifadesinde bir empati ya da anlayış arıyordu, ama bulduğu şey sadece soğuk bir ciddiyet oldu. Avery, bu durumun ciddiyetini hissediyor, kendini savunmasız hissettiği için bir gerilim içinde kıvranıyordu.

Rayne, Avery’nin sessizliğini izlerken, sorgunun ilk anının nasıl geçeceğini düşündü; bu süreçte Avery’nin hissettiği korku, onun için çok önemli bir veriydi.

Rayne, kağıdı çevirdikten sonra Avery'nin dikkatini çekmek için biraz daha yaklaştı.

"Delil olarak kullanma: Verdiğiniz herhangi bir ifade, mahkemede delil olarak kullanılabilir." Her kelime, Avery'nin içinde büyüyen korkunun üzerine tuz basıyordu. Rayne, masanın üzerine birkaç kağıt daha yerleştirirken, her biri Avery’nin geleceği için potansiyel bir tehdit gibi görünüyordu.

Avery, bu belgelerin üzerindeki kelimelere dikkatlice baktı; her biri, yargılanmanın ne denli acımasız olabileceğini hatırlatıyordu. İçindeki belirsizlik, onun kendini daha da yalnız hissetmesine sebep oluyordu. Rayne’in yüzündeki kararlılık, ona destekten çok bir duvar gibi geliyordu.

"Bu yüzden, cümlelerini dikkatlice seçmelisiniz," dedi Rayne, gözleriyle Avery’i süzerek. Bu an, Avery’nin duygusal yükünün arttığı bir an olmuştu; suçsuz olduğu halde onu suçlu durumuna sokuyordu.

Rayne, Avery'nin belgenin üzerinde gezinen parmaklarını izleyerek, onun içinde bulunduğu durumun ağırlığını kavramaya çalışıyordu. Avery, avukat hakkıyla ilgili olan bu belgeyi dikkatlice inceledi; her cümlede, kendi yalnızlığını ve çaresizliğini hissediyordu.

"Bir avukat tutmak ister misiniz? Eğer bir avukatınız yoksa, size sağlanabilir," dedi Rayne, sesindeki otorite hissini koruyarak. Avery, bu basit sorunun altında yatan derin anlamı hissetti; kendi savunmasını yapabilecek birine ihtiyacı vardı, ama aynı zamanda kendini açmak istemiyordu.

Avery, kafasında karmaşık düşünceler dönerken, kendini daha da zor bir durumda buldu. Avukat, belki de kendisine yardımcı olabilirdi, ama bu yardımın bedeli ne olacaktı? "Gerek yok.." diye mırıldandı en sonunda.

Rayne, gözlerini Avery'den ayırmadan, onun üzerindeki gerginliği hissetti. "Sağlık ve rahatlık," dedi, sesiyle havayı sertçe keserek. "Sorgu sırasında kendinizi rahatsız hissederseniz, lütfen bize söyleyin. Tıbbi yardıma ihtiyacınız olursa, bunu hemen sağlayabiliriz."

Bu sözler, Avery’nin içindeki kâbusu hafifletmişti. Derin bir nefes alarak, omuzlarındaki yükü biraz olsun hafifletti. Kendi gücünü yitirdiğini hissettiği bu ortamda, Rayne’nin sunduğu destek, onu bir nebze rahatlattı. Yavaşça başını sallayarak, “Teşekkür ederim,” dedi, sesi titrek bir tonla ama içinde bir umut barındırarak.

Rayne, ona karşı olan sert tutumunu biraz daha yumuşatırken, Avery'nin içinde bulunduğu bu duyguları anlama çabasında olduğunu hissedebiliyordu. Her şeyin ne kadar zor olduğunu biliyordu ama onunla birlikte bu yükü taşımaya istekliydi.

Rayne, elindeki kağıtları masanın üzerine bıraktı. "Bu sorgu kayıt altına alınacak," dedi, sesi net ve kararlıydı. "Tüm sorularımıza dürüst ve açık bir şekilde cevap vermenizi rica ediyoruz."Genç kız, başını kaldırarak Rayne’ye odaklandı ve “Tamam,” dedi, sesindeki titremeyi gizlemeye çalışarak.

Rayne, onun gözlerinde bir kararlılık aradı, bu duygunun gerçekte ne kadar derin olduğunu anlamaya çalıştı. Sorgu devam etmeden önce, ona olan güvenini hissettirmek istiyordu. “Unutma, buradayım,” dedi, sesi yumuşayarak.

Rayne, Avery'nin gözlerindeki kararlılığı görünce derin bir nefes aldı. “Eğer herhangi bir soruyu anlamazsanız, lütfen tekrar sormamızı isteyin,” dedi, tonunda bir rahatlatma arzusu vardı.

Avery, bu basit cümlenin arkasındaki anlamı düşündü; her şeyin sorulabileceği bir alan vardı ama içinde bir korku vardı. Rayne’in gözleri onunla buluştuğunda, derin bir bağ kurmaya çalıştığını hissetti. “Hazır mısınız, Bayan Grimfrost?”

Avery, boğazındaki düğümü yutkundu ve “Evet,” dedi, kendine güven vermeye çalışarak. “Hazırım.”

Etrafın karanlık havası ve boğucu kokusu, her şeyi daha da iç karartıcı hale getiriyordu. Duvardaki nem, hafif bir rutubet hissi yaratıyordu ve bu durum, odadaki gerginliği artırıyordu. Avery, sorulara nasıl cevap verebileceğinden emin olamıyordu; aklındaki düşünceler birbirine karışmış, kelimeler bir türlü diline dolanmıyordu.

Rayne'in sesi, karanlık odada yankılandı. "Adınız ve yaşınız?" dedi. Bu sorular, Avery'nin zihnini hemen harekete geçirdi. "Ya bir şeyler söylerse ve o adam buradaysa?" düşüncesi, onu donduruyordu. Kafasında dönen görüntüler, tanımadığı birinin karanlık gözleriyle onu izlediğini hayal etmeye başladığında, kalbi hızlıca çarpmaya başladı.

"Ya şimdi onu öldürürse?" sorusu kafasında dönerken, bir an için her şeyin son bulacağı düşüncesi, onu derin bir karamsarlığa sürükledi. Ne yapmalıydı? Belki de bu soruları geçiştirerek, onu buradan kurtaracak bir yol bulabilirdi. Ama ne söyleyecekti? Düşünceleri, ona uygun bir yanıt vermekten çok daha fazlasını istiyordu; her şey onun ruhunda bir mücadele haline gelmişti.

Rayne, sabırsız bir şekilde tekrar etti. "Adınız ve yaşınız?" Sorusu, odayı daha da daraltıyor, havasını boğuyordu. Avery, derin bir nefes almak istese de, ciğerleri sanki kilitlenmiş gibiydi. Kalbi, göğsünde çırpınan bir kuş gibi atıyordu; her atışında korkunun derinlerinden gelen bir yankı gibi hissediyordu.

Titreyen elleriyle, masanın kenarına sıkı sıkı tutunarak kendini toparlamaya çalıştı. Ama bu korku, düşüncelerini sarhoş etmişti. "Adım Avery..." diye fısıldadı, sesi neredeyse duyulmaz bir hale geldi. "On sekiz." Cevabını vermişti ama sanki kelimeleri ağızdan çıkarırken boğazında bir düğüm oluşmuştu.

Her anı, üzerindeki soğuk, karanlık baskı altında geçiyor; her kelime, Rayne’in gözlerinde bir yargı arayışına dönüşüyordu. Kalbinin hızla çarpması, düşündüğü her şeyin bir tehdit haline geldiğini hissettiriyordu. Ne yapacağını bilemiyor, gözleri masanın yüzeyine odaklanarak, zihnindeki karanlık düşüncelerle savaşmaya çalışıyordu.

Rayne, elini masaya sertçe vurduğunda, odanın havası aniden değişti. Avery, korkuyla yerinden sıçrayarak ona baktı; gözleri irileşmiş, kalbi yine bir kez daha hızla çarpmaya başlamıştı. O an, içindeki tüm hisler bir araya toplanarak onu boğuyordu. Gözlerinde biriken yaşlar, kaşlarının arasında biriken sıkıntıyla birleşerek, ağlamaya bir adım daha yaklaştırmıştı.

"Adınız ve yaşınız?" Rayne, bu sefer sesiyle bir tehdit savuruyordu. Sinirli bir ton, sorusunun ağırlığını artırıyor, Avery’nin içindeki korkuyu daha da derinleştiriyordu. Her kelime, adeta bir zindana çivi çakıyor gibiydi.

Avery, bir an için sesini bulmaya çalıştı ama boğazı düğümlenmişti. "Avery Grimfrost... on sekiz," dedi, sesi sarsılarak çıkıyordu. Sözleri, kendisine ait gibi değil, zorla söylenmiş bir itiraf gibiydi. O an, Rayne’in gözlerindeki sertlik ve merak, onu gerdi.

Rayne, gözlerini Avery'nin üzerinde yoğunlaştırarak sordu, "Bize buraya nasıl geldiğinizi anlatır mısınız? Olaylar buraya nasıl geldiğinizi anlatır mısınız? Olaylar buraya nasıl geldi?"

Avery, boğazını yavaşça yuttu. Yalan söylemenin ağırlığı, kalbinin hızla çarpmasına neden oluyordu. Ne kadar çok şey gizlemek zorunda kalmıştı, bu da onu daha da korkutuyordu. "Ben... uyandığımda hastanedeydim..." diye mırıldandı.

Cümlesi, boğuk ve titrek bir sesle çıkmıştı; kendisi bile söylediklerinin ne kadar gerçek dışı olduğunu biliyordu. Rayne’in gözleri, her kelimesinde bir yalan bulmaya çalışıyormuş gibiydi. Avery, gözlerinin içinde gizli bir sorgulama gördü. "Beni izliyor," diye düşündü, korku onu sarmalayarak derin bir nefes almasına engel oluyordu. Şu an ne kadar yalnız olduğunu hissediyordu; kaybolmuş, çaresiz bir haldeydi.

Rayne, sert bir ifadeyle devam etti. "Hastanede oldukça yaralıydınız. Ve sizi bulduğumuz yer, merdivenlerin sonuydu. Merdivenlerden nasıl düştünüz? Sizi oraya ne getirdi?"

Avery, gözlerini kaçırarak duvara odaklandı. Sanki duvar ona gerçekleri unutturacak bir maske sunuyordu. "Bilmiyorum..." dedi, sesi fısıldar gibi, korkusunu gizlemek için kendini zorlayarak.

Kendini savunmasız hissetti; Rayne’in gözleri, her yalanında bir çatlak bulmaya çalışıyordu. İçinde yankılanan sesler, onu daha da derin bir belirsizliğe sürüklüyordu. "Beni izliyor," düşüncesi, aklında dönüp duruyordu. Yanlış bir şey söylerse, belki de o adam burada, hemen arkasında belirecekti. Her an, her soru, daha da ağır bir psikolojik yük oluşturuyordu.

Rayne, derin bir iç çekişle yüzündeki sert ifadeyi biraz yumuşattı, ama gözlerindeki kararlılık değişmedi. "O tekerlekli sandalye orada ne işi vardı? Sizin miydi yoksa başkasının mı?"

Avery, kalbinin hızla çarpmasına engel olamayarak, "Ben... bilmiyorum... hatırlamıyorum..." dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar zayıf.

Rayne, belgeye göz atarak, "Fakat, tekerlekli sandalye incelendiğinde, oturduğunuz hakkında deliller çıktı," diye yanıtladı.

Avery, boğazında bir düğüm hissederek yutkundu. "Cidden bilmiyorum..." diye mırıldandı, içindeki korkunun onu nasıl ele geçirdiğini hissetti. Her bir soru, her bir an, onu daha da dibe çekerken, bu durumu açıklayacak bir kelime bulamamanın çaresizliğiyle baş başa kaldı. Sanki gözlerinin önünde bir sis perdesi vardı ve gerçekte olan her şeyi göremez hale gelmişti.

Rayne, Avery'nin gözlerinden kaçışını fark ederek, sorusunu daha da sertleştirdi. "Peki... diğer üç kızla en son ne yapıyordunuz?"

Avery, kalbinin çarpışını hissederek gözlerini yere indirdi. "Biz en son... kampüsü geziyorduk," dedi, sesi titrek ve belirsizdi.

Rayne, dikkatle ona baktı, gözlerindeki ciddiyetle devam etti. "Sonra?" diye diretti, sesi sert bir ton aldı.

Avery, korkunun pençesinde çaresizce kıvrandı. Zihninde karmaşık düşünceler dönerken, doğruyu söylemenin getireceği tehlikeleri düşündü. "Sonra... her şey karıştı," diye mırıldandı. Zaman sanki durmuş gibiydi, her kelime ona daha fazla yük getiriyordu.

Avery, aklındaki düşüncelerin karmaşası içinde kaybolmuştu. "Ben... Sonra..." dedi, kelimelerin ağırlığı altında ezilerek. Ne söylemesi gerektiği hakkında kesin bir fikri yoktu; korktuğu sırlarla baş başa mı kalmalıydı yoksa içindeki belirsizliği mi dile getirmeliydi?

"Hatırlamıyorum..." diye geveledi. Kelimeler, dudaklarından zorla dökülüyordu, sanki boğazında bir düğüm oluşmuştu.

Rayne, kağıtları masanın üzerine bıraktı ve gözlerini Avery'nin içine işleyecek şekilde dikti. "Pekâlâ, Avery..." dedi, sesi ciddi ve kararlıydı. "Biri sana zarar vermeye mi çalışıyor?"

Bu soru karşısında Avery irkildi. İçindeki korku, kalbinde bir yumru gibi hissettiriyordu, nefes almak bile zorlaşmıştı. Gözlerinin önünde, karanlık anılar canlanmaya başladı; her an, her ses, her dokunuş, tehditkâr bir işaret gibi görünüyordu. "Hayır..-"

Rayne, Avery’ye yoğun bir bakışla sordu: "Sana zorla bir şeyler mi yapılıyor?"

Avery, içindeki korkuyu bastırmaya çalışarak düşündü: "Söylemeli miyim...?" Kalbi, hızla atarak boğazında bir düğüm oluşturuyordu.

Rayne, daha da ileri giderek merakla sordu: "Merdivenlerden seni kim itti? Canını yakmak isteyen kişi kim? Neden bir şey söylemiyorsun? Ne saklıyorsun?"

Son olarak, sesindeki sertlik artarak devam etti: "O genç kızları sen mi öldürdün?"

Avery, bu soruların altında ezilirken, gözleri kaygı dolu bir şekilde kaçıyordu. Her bir soru, içindeki karanlık sırları daha da derinleştiriyordu.

"Dur artık! Dur!" Avery, korkuyla bağırdı. Sesindeki panik, odanın atmosferini daha da yoğunlaştırdı. Rayne, hemen ayağa kalktı, odanın kapısını açıp birkaç kişiyi çağırdı; yüzündeki endişe ifadesi belirgindi.

Avery, elleriyle kulaklarını kapamış, titreyerek yalvarıyordu. "Nolur, canımı yakmayın..." Gözyaşlarının sıcaklığı yüzünü kaplarken, kendisinden nefret ediyordu; ancak korkusu, tüm diğer duyguların önüne geçmişti. Her ses, her yaklaşım, onu daha da derin bir kaygıya sürüklüyordu.

"Avery, sakin ol. Bir şey yapmıyoruz sana," dedi Rayne, onun yanına diz çökerek sesini yumuşatarak. Gözleri, Avery’nin korkusunu anlamaya çalışırken derin bir kaygı taşıyordu.

Avery, titreyen ses tonuyla ağlayarak yanıtladı, "Anlamıyorsunuz..." Yüzü, korkunun ve çaresizliğin izleriyle doluydu. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, odanın karanlık köşeleri sanki onun korkusunu besliyordu. Rayne'in çabaları, onun içinde biriken korkuyu azaltamıyordu; her an, daha fazla basınca uğruyormuş gibi hissediyordu. Hava, boğucu bir gerilimle dolmuştu.

Avery, terörün pençesinde kıvranırken, içeri beyaz önlüklü kişiler girdi. Sırtında bir soğuk rüzgâr hissetti. Olayların hızla geliştiğini kavrayamadan, birinin koluna iğne batırıldığını hissetti. Aniden vücudu ağırlaştı; gözleri kapanmaya başladığında, her şey karardı. Karanlığın derinliklerinde kaybolurken, aklında sadece korku ve belirsizlik kalmıştı.

 

✵⊹˚☽˚⊹✵

 

Avery hafifçe gözlerini araladığında, etrafını saran soğuk beyaz ışıkla tanıştı. Hastane odasındaydı. O tanıdık ilaç kokusu, burnuna keskin bir şekilde çarptı; her şey ona gerçek dışı geliyordu. Başını hafifçe oynatmaya çalıştı ama vücudu uyuşmuş gibiydi, ağır ve hantal. Gözleri tavana sabitlenmiş halde, düşüncelerinin arasında kayboldu.

Avery, yatakta doğrulmaya çalışırken derin bir ses duydu.

"Hemen kalkma."

Kalın, otoriter bir adam sesiydi bu. İçini bir ürperti kapladı. Sesin kime ait olduğunu anlar anlamaz, hızla başını sesin geldiği yöne çevirdi.

Adam, odanın köşesindeki sandalyede oturuyordu. Üzerinde sade bir kazak, siyah bir pantolon vardı. Elleri hafifçe buruşmuş, gözleri yorgun ve çökmüş bir haldeydi. Alkolün izleri, yüzüne ve gözlerindeki karanlığa işlemişti.

Bu, Avery'nin babasıydı.

"Baba..." diye zorlukla mırıldandı Avery. Sesi, odadaki sessizlikte yankılandı ama bu kelimenin içindeki soğukluk her şeyi daha da ağırlaştırdı. Başını hızla çevirdi, gözlerini ondan kaçırdı. Ne söyleyeceğini, nasıl başlayacağını bilmiyordu. Karşısındaki adam, bir zamanlar güçlü olan elleri şimdi yaşlılıktan ve alkolün etkilerinden buruşmuş, gözlerinin altı morluklarla doluydu. Yüzündeki yorgunluk, yılların acısını taşıyordu.

Aralarında aşılması zor, devasa bir uçurum vardı. Avery, o uçurumun kenarında duruyor, babasına ulaşmaya çalışsa da bir adım daha atarsa sonsuz bir karanlıkta boğulacağını hissediyordu. İçinde yükselen boşluk, bir girdap gibi onu içine çekiyordu. Babası da mı böyle hissediyordu? Onun da içinde aynı boşluk var mıydı?

Babası, odadaki dayanılmaz sessizliği sert ve soğuk bir sesle böldü. "Polis, senin ifadeni almaya çalışırken bir çeşit kriz geçirdiğini söyledi." Sözleri, odadaki her şey gibi ağır ve keskin bir etki bıraktı. Avery, istemsizce yüzünün kızardığını hissetti. Utanç, tüm vücudunu bir dalga gibi sardı. Krizlerinden nefret ediyordu; her biri, onu zayıf ve savunmasız gösteren birer zincir gibiydi.

"Polis... senin durumun böyleyken... daha fazla karakola gelip ifade vermenin pek uygun olmadığını düşünüyor." Babası, cümlelerini toparlamaya çalışırken ara sıra duraklıyor, kelimeler ağzında yuvarlanıyordu. Sanki söylemek istediği şeyi bulmakta zorlanıyordu ya da belki de kızına nasıl yaklaşacağını bilmiyordu.

En sonunda başını yavaşça kaldırdı ve gözlerini kızına çevirdi. Avery, babasının gözlerinde hem yorgunluk hem de anlaşılması güç bir ağırlık gördü. O an aralarındaki mesafenin yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda duygusal olduğunu daha da derinden hissetti. Babasının bu kırılgan bakışları, her ikisinin de bu uçurumun kıyısında ne kadar yalnız olduğunu gösteriyordu.

"Polisin bir kız kardeşinin başında olduğu bir hastane varmış. Senin gibi... özel hastalar için olan bir hastane," dedi babası, "özel" kelimesini kullanırken duraksadı. Sanki doğru kelimeyi bulmaya çalışıyordu ama kelime ağzında garip bir şekilde şekil almıştı.

Avery, bu sözleri duyduğu an hızla başını babasına geri çevirdi. Yüreğinde bir şeyler harekete geçmişti; öfke ve incinme birbirine karışıyordu. "Ben bir deli değilim," diye sertçe konuştu, sesi keskin bir şekilde odada yankılandı. Dudakları titriyor, içinde kabaran bu büyük korkuyla savaşmaya çalışıyordu. Babasının gözlerindeki belirsizlik, onun sessiz kalmasına neden oluyordu.

"Öyle olduğunu söylemedim, kızım," diye cevap verdi babası, sesinde bir yumuşama bile yoktu, kelimelerin soğuk gerçeği, aralarındaki uçurumu daha da derinleştiriyordu.

"Ama bana deli muamelesi yapıyorsun," diye diretti Avery, gözleri dolmuştu ama bunu babasına göstermek istemiyordu. İçindeki öfke, bastıramadığı bir dalga gibi yükseliyordu. Babası, kızının sözlerinin doğruluğunu kabul edercesine başını hafifçe çevirdi, yüzünde acı ve pişmanlık karışımı bir ifade vardı.

"Oraya gidersen, daha iyi olacaksın," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi, sanki bu sözlerin ağır yükünü hafifletmek istermişçesine. Ama bu sözler, Avery'nin içindeki düğümü çözmek yerine daha da sıkılaştırdı. Babasının gözlerinin kaçışı, duygularını saklamaya yetmiyordu; aslında o da ne yapacağını bilmiyordu.

"Akıl hastanesine önceden gittiğimde her şey daha da beter oldu," dedi Avery, sesi hüzünle doluydu. Zaman, o karanlık günlerin izlerini silmeye yetmemişti; zihninde hala o soğuk duvarlar ve zincirlenmiş hislerle boğuşuyordu. Sanki o kapıların ardında, geçmişin ağır yüküyle yeniden yüzleşmek zorundaydı.

"Burası farklıymış," dedi babası, gözlerini kızından kaçırarak. Sözleri bir teselli gibi görünse de, içinde ince bir gerginlik barındırıyordu. "Polis Rayne'e güveniyorum," diye ekledi, sesi daha sertleşmişti. Kızını korumak için söylediği bu sözlerde bir kararlılık vardı, ama aynı zamanda çaresizlik de hissediliyordu. Avery ise, babasının güvenini paylaşıp paylaşmadığından emin olamıyordu.

Avery, içindeki öfkenin ve çaresizliğin sınırında olduğunu hissetti. "Benimle hiç konuşmuyorken bile nasıl benim için böyle önemli bir karar alabilirsin!" diye babasına patladı. Kelimeleri, içindeki acıyı ve kırgınlığı dışarı fırlatır gibi savurdu.

"İyiliğini istiyorum!" diye kükredi babası. Sesindeki sertlik, odanın duvarlarına çarparak yankılandı. Avery, bu bağırış karşısında irkildi, titredi. Elleriyle yorganı sıktı, parmak eklemleri bembeyaz oldu; sanki o an kendisini koruyacak bir kalkan arıyordu. İçinde büyüyen çaresizlik, boğazını sıkan bir düğüm haline gelmişti. Her şey daha da kötüleşiyordu ve bunun nereye varacağını kestiremiyordu.

Babasının yüzündeki sert ifade, zamanla yumuşadı; kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. "Gidiyorsun dedim," dedi, bu cümle sanki bir sondu.

"Belki... belki..." Avery mırıldandı, sesi titrek ve belirsizdi. Gözleri dolmuştu, ama içindeki duygular onu daha da öfkelendiriyordu. "Belki başkalarından değil de, kendin kendi kızına destek verseydin... durumum bu kadar kötü olmazdı..." Cümlesi, içindeki kırgınlığı dile getiren bir fırtına gibi patladı. Babası, bu sözlerin ağırlığıyla aniden sarsıldı; gerçekleri duymak, ona nasıl bir etki yapacağını düşünmeden edemedi.

Babasının uyarıcı tonu odanın sessizliğini bozdu. "Avery," dedi, sesi keskin ve ciddi. Kız, yutkundu; gözleri dolmuş, kalbi kırık bir halde, çaresizlik içinde babasına bakıyordu. Babasının böyle davranmasından, onu anlamadığını düşündüğünden nefret ediyordu. İçinde biriken öfke, kalbini daha da ağırlaştırıyordu. O an, aralarındaki mesafenin ne kadar derin olduğunu bir kez daha hissetti.

Avery, yutkunarak "Ne zaman... gidiyorum?" diye mırıldandı. Babası, kesin bir ses tonuyla yanıtladı: "Bacakların iyileşir iyileşmez gidiyorsun. Ne kadar erken, o kadar iyi." Bu cümle, Avery’nin içinde bir şeylerin kırılmasına neden oldu. Babası, düşüncelerini toparlayıp ayağa kalktı ve odadan çıktı. Kapı kapanırken, ardında bıraktığı sessizlik, içindeki boşluğu daha da derinleştirdi.

Odadan çıkarken, içeri Rayne girdi. Gözleri hemen Avery'e kaydı, ardından odanın genel havasını taradı. Anlamıştı; ortam gerilmişti. "Haberleri aldın galiba?" diye sordu, sesi rahat ama meraklıydı. Avery, gözlerini kaçırarak, "Evet," diye onayladı. Kısa ama net bir cevap, içindeki karmaşanın dışa vurumuydu. Rayne, Avery'nin sessizliğini daha fazla sorgulamadan yanına oturdu, onunla konuşmak için uygun anı beklemeye başladı.

Rayne iç çekti, ardından sesini yumuşatmaya çalıştı. "Kız kardeşim, işinde iyi olan bir psikiyatristtir. Ona güvenebilirsin, Avery."

Avery, bu cümleye karşı koymakta kararlıydı. "Zorla yaptırılan bir şeye karşı ne kadar güvende hissedebilirim?" diye sordu, sesinde bir tedirginlik vardı. Kalbi, kaygı ve öfkenin karmaşasıyla çarpıyordu. Rayne, onun endişesini anladığını belli eden bir bakışla yanıt vermek için hazırlık yaptı.

Rayne, yutkundu. "O iyi bir doktor," dedi, ama bu sözlerin ağırlığını hafifletmeye yetmedi.

Avery, gözlerini yere dikip devam etti. "Sorun da o. Benim doktorluk bir halim yok."

Rayne, ona bir şans daha vermek için direndi. "Baban sadece iyiliğini istiyor."

Avery, bu cümleye karşı derin bir hüzünle fısıldadı, "İsteseydi, beni severdi." Sözleri, içindeki acının bir yansımasıydı; o an, babasının sıcaklığı yerine hissettiği boşluk daha da derinleşti.

Rayne, Avery'nin son sözlerini duyduğunda içindeki acı bir anda yoğunlaştı. Kapıya yöneldi, yüzünde bir kararlılık vardı ama kalbinde bir sızı hissediyordu. "Seni yalnız bırakayım," diye mırıldandı ve odadan çıktı. Kapı kapanırken, içindeki duygularla baş başa kalan Avery, kendini daha da kaybolmuş hissetti.

Avery, karanlık kalbinde, soğuk ve derin sularda boğulduğunu hissetti. O an, kendisini gerçekten iyi hissetmediğini kabul etti; bu, inkar edilemeyecek bir gerçekti. Hastaydı. İçindeki korku ve yalnızlık, onu daha da derinlere çekiyordu. Bu duygularla yüzleşmek zorundaydı, ama nasıl?

 

 

 

 

Loading...
0%