@avery_fonce
|
Avery’nin rahatsız edici rüyasının üstünden bir hafta geçmişti ve anısı zihninin arka planında kaybolmuştu. Öğle güneşi okulun pencerelerinden içeri sızarak koridorda uzun gölgeler oluşturuyordu. Avery koridorda yürüyor, adımları fayans zeminde yumuşakça yankılanarak sınıfına doğru ilerliyordu. Okul, öğrencilerin her zamanki sohbet ve kahkahalarıyla çalkalanıyordu, okul hayatı sanki normal akışına devam ediyordu. Avery köşeyi döndüğünde, en yakın (veya tek arkadaşı) arkadaşı Emris’i bir dolaba yaslanmış halde gördü. Kıvırcık kahverengi saçları ve yeşil gözleriyle her zamanki gibi dikkat çekiyordu ama bugün onda farklı bir şey vardı. Genellikle canlı olan duruşu, bugün gergin, neredeyse kaygılı bir ifadeyle yer değiştirmişti. Omuzları düşmüştü ve gözleri koridorda bir şey ya da birini arıyormuş gibi hızla etrafta dolanıyordu. Avery adımlarını hızlandırdı, ona yaklaşırken içindeki endişe büyüdü. Avery, Emris'in yanına hızla yaklaştı ve ona dikkatle baktı. "Emris, iyi misin? Sorun nedir?" diye sordu, sesinde hafif bir endişe vardı. Emris, derin bir nefes alarak Avery'ye döndü. "Abigail aradı," dedi, sesi titriyordu. "Beni koridor B1'e çağırdı ama sesi çok kötüydü, huzursuzdu. Sanki bir şeyler ters gitmiş gibi." Avery, arkadaşının omzuna hafifçe dokunarak onu rahatlatmaya çalıştı. "Endişelenme," dedi kararlılıkla. "Benim sınıfım da orada, beraber gidelim." Emris, Avery'nin bu teklifine minnettar bir ifadeyle baktı ve rahatlamış bir şekilde başını salladı. İkisi birlikte koridor B1'e doğru yürümeye başladılar. Avery ve Emris'in arkadaşlığı, zamanın eskitemediği, aksine güçlendirdiği bir bağdı. Küçüklüklerinden beri birbirlerinin yanındaydılar. Avery, evinin önündeki bahçede çiçekleri çizerken küçük Emris onu fark etmiş, Avery'nin etrafında dolanarak onun dikkatini çekmeye çalışmıştı. Avery ise ondan uzak durmuştu. Ancak Emris, pes etmemişti ve o sıralar şu anki gibi ısrarcıydı. Her gün bahçeye gelip Avery'ye gülümser, ona yeni resimler yapması için çiçekler getirirdi. Bu tatlı ısrar sonunda Avery'nin de ilgisini çekmiş ve ikisi arkadaş olmuşlardı. Zamanla, aralarındaki bağ daha da güçlenmişti. Avery, hastaneye yattığında bile Emris onu asla yalnız bırakmamıştı. En kötü anlarında yanında olmuş, onun elini tutarak destek vermişti. Emris'in bu sadakati, Avery'nin kalbinde derin bir yer edinmişti. Her ne kadar farklı olsalar da, bu farklılıkları onları daha da yakınlaştırmıştı. Emris, çevresindeki insanlar tarafından sevilir ve takdir edilirdi. Canlı, neşeli ve arkadaş canlısıydı. Herkes onun etrafında olmak isterdi. Avery ise tam tersiydi. İnsanlar onu bir ucube olarak görür, ondan uzak dururlardı. Ancak bu durum, Emris ve Avery'nin arkadaşlığını etkilemezdi. Onlar, birbirlerinin yanında olmaktan mutluydular. Koridorda yan yana yürürken, onlara yönelen onaylamayan bakışlara aldırış etmeden gülerek, eğlenerek ilerlerlerdi. İkisi birlikte yürürken, koridorun sonunda Abigail'i görmek için adımlarını hızlandırdılar. Emris'in endişesi hâlâ yüzünden okunuyordu, ancak Avery'nin yanında olması onu biraz olsun rahatlatmıştı. Bu iki arkadaş, her ne olursa olsun birbirlerinin yanında olmaktan vazgeçmeyen, birbirlerine olan sevgileri ve bağlılıklarıyla içleri ısıtan bir dostluk örneğiydiler. Avery ve Emris koridorda ilerlerken, uzakta, etrafı iki kişi tarafından sarılmış bir figür gördüler. Ivy ve Larron, sanki Abigail'i sakinleştirmeye çalışıyor gibiydiler. Emris, durumu fark eder etmez Abigail'e doğru koştu, Avery ise hafif arkasında kalarak olanları duyabiliyordu. Emris, Abigail'in yanına varır varmaz endişeyle sordu, "Abigail, ne oldu?" Abigail gözyaşları içinde konuşmaya başladı, "Artık daha fazla içimde tutamıyorum. Bir hafta önce, küçük kardeşim David kayboldu. Onu o kadar çok özlüyorum ki...Artık bunu saklayamıyorum. Onu bulmak istiyorum, Emris. Onu geri getirmek istiyorum!" Bu sözleri duyan Avery, olduğu yerde donakaldı. David... Rüyasındaki David miydi bu? Bir anda, haftalardır zihninin derinliklerine gömdüğü o rüya aklına geldi. O korkunç rüya, gerçek olabilir miydi? Başından geçen her şey sadece hastalığının bir yan etkisi değil miydi? Avery'nin zihni bulanıklaştı. Rüya, o korkunç detaylarıyla geri döndü: David'in neşeli yüzü, arkadaşlarıyla oynarken duyduğu mutluluk ve sonra o karanlık sokak... O adam... David'in gözlerindeki korku... Hepsi bir anda gözlerinin önüne geldi. Kendi kendine 'Bu sadece bir rüyaydı, değil mi?' diye mırıldandı. Ama kalbinin derinliklerinde, bunun bir rüya olmaktan daha fazlası olduğunu hissediyordu. Gerçekliğin ve kabusun ince çizgisinde, korku ve endişe içinde bocalıyordu. Avery'nin düşünceleri karanlık bir girdaba dönüşmüştü. Zihninde yankılanan sesler, onun delirdiğini haykırıyordu. 'Bu, hastalığın bir belirtisi olmalı,' diye düşündü. Şizofreni, ona oyun oynuyordu, değil mi? Ancak, David'in kaybolduğu gerçeği, bu düşünceleri daha da karanlık bir hale getiriyordu. Belki de bu rüya, bir uyarıydı. Belki de gerçeklerle yüzleşme zamanının geldiğini ima ediyordu. Avery, bu düşüncelerle boğuşurken, Emris ve Abigail'in sesi, onu gerçek dünyaya geri çekti. Ancak, kalbinde bir yerlerde, David'in başına gelenlerin rüyasında gördüklerinden daha da korkunç olabileceğini hissediyordu. Ve bu düşünce, onu derin bir çaresizlik ve korku içinde bıraktı. Emris, Abigail'i sakinleştirmeye çalışırken, yumuşak bir sesle sordu, "David nerede kayboldu, Abigail? O gün ne oldu?" Abigail, gözyaşlarını silmeye çalışarak, titrek bir sesle festivali anlattı. "O gün bir festival vardı. David arkadaşlarıyla oynamaya gitmişti. Sonra, arkadaşları ona bakmaya çalışırken, onun birden ortadan kaybolduğunu söylediler. Bir daha da geri dönmedi. Her yerde aradık ama sanki yer yarıldı, içine girdi." Avery'nin içi endişeyle doldu. Kalbi hızla atmaya başladı. Her şey rüyasındaki gibi ilerliyordu. O korkunç, karanlık rüyada gördükleri gerçeğe mi dönüşüyordu? Bu düşünce, zihnini karanlık bir örtü gibi sardı, onu boğuyordu. Avery'nin düşünceleri, gölgeler gibi etrafını sardı. İçindeki umutsuzluk, derin ve karanlıktı. David'in kaybolduğu gerçeği, zihninde yankılanan bir çığlık gibiydi. Korku, karanlık bir el gibi ruhunu kavrıyordu. Her nefes alışında, bu elin sıkıca kapanışını hissediyordu. 'Bu gerçek olamaz,' diye düşündü Avery. Ama her geçen saniye, gerçeğin ağırlığı omuzlarına daha fazla çöküyordu. David'in kaybolduğu festival, rüyasındaki festivalle aynıydı. O adamın sesi, David'in yüzündeki korku... Hepsi gerçek miydi? Yoksa zihni ona oyun mu oynuyordu? Umutsuzluk, içini karanlık bir nehir gibi kapladı. Zihnindeki karanlık düşünceler, gölgeli eller gibi onu sıkıca kavradı. Kaçacak yeri yoktu. David'in başına gelenlerin sorumluluğunu hissetti, sanki onu kurtarabilecek tek kişi kendisiymiş gibi. Ama nasıl? O sadece bir rüyaydı, değil mi? Yoksa kaderin acımasız bir oyunu mu? Avery, düşüncelerinin içinde kayboldu. Zihnindeki gölgeler, onu daha da derinlere çekiyordu. Her şey karanlık ve belirsizdi. Ve bu belirsizlik, onu korku ve çaresizlik içinde hissettiriyordu. Ivy, Abigail'in sırtını sıvazlayarak, nazik bir sesle sordu, "Okuldan sonra festival yerine gidip orayı incelemek ister misin? Belki orada bir ipucu bulabiliriz." Larron, hemen konuya girerek, "Evet, beraber ararsak belki bir şey bulabiliriz," dedi. Sesinde bir umut kırıntısı vardı, fakat Avery, bu umudun arkasında yatan umutsuzluğu hissedebiliyordu. Emris ise kararlı bir sesle, "Okuldan sonra hep birlikte arayabiliriz. Birlikte daha güçlü oluruz," dedi. Onun bu kararlılığı, Abigail'e biraz olsun güven vermiş gibi görünüyordu. Avery, bu konuşmaları dinlerken içindeki karanlık, gölgeli eller onu daha da sıkı sarıyordu. İçindeki şey, arkadaşlarının umut dolu sözleriyle biraz olsun hafiflese de, aklındaki karanlık düşünceler hâlâ oradaydı. Ancak arkadaşlarının kararlılığı, bu çığlığın sesini biraz olsun bastırıyordu. Birlikte aramak, belki de onun için de bir umut ışığı olabilirdi. Avery, derin bir nefes alarak kendini toplamaya çalıştı. Kısık bir sesle, "Ben de sizinle arayacağım," dedi. Sözleri, grup içinde bir an sessizlik yarattı. Diğerleri ona garip bir bakış attı; Emris dışında, kimse Avery'yi bir arkadaş olarak görmüyordu. Ivy, gözlerini ona dikip, sesindeki soğuklukla, "Neden aramak istiyorsun?" diye sordu. Gözlerinde bir tür sorgulayıcı ve hafif alaycı bir bakış vardı. Avery, biraz tereddütle, "Daha fazla kişi olursak, bir şeyler bulma olasılığımız artar," diye yanıtladı. Sesindeki titreme, düşüncelerinin derinliğini yansıtıyordu. Abigail, Avery'nin bu teklifiyle pek ilgilenmese de, erkek kardeşinin bulunma umudunu göz önünde bulundurarak, "Tamam," dedi. Sesinde bir miktar mecburiyet ve kararlılık vardı. "Daha fazla yardım iyidir." Avery, onların bu karışık tepkilerine rağmen, içindeki umuda sıkıca tutunmaya çalıştı. İçsel karanlıkla mücadele ederken, en azından David için bir adım atabilmenin verdiği hafif bir rahatlama hissini yaşadı. Zil çaldı ve Abigail dahil de diğer öğrenciler, sınıflarına gitmek üzere dağılmaya başladılar. Emris, Avery’nin yanına yaklaşıp, merakla, "Neden böyle bir şey teklif ettin?" diye sordu. Avery, hafif bir gülümsemeyle, "Soramam mı?" diye karşılık verdi. Emris, kendini hemen toparlayarak, "Hayır, çoğunlukla böyle şeylere... Katılmazsın diye demek istemiştim," diye mırıldandı. Sesindeki tereddüt, ne söyleyeceğini bilmeden konuşmanın getirdiği rahatsızlığı yansıtıyordu. Avery, yere bakarak, derin bir sessizlik içinde kaldı. Ardından, yavaşça ve kararlı bir şekilde, "Belki bir şeyleri değiştirme vaktidir," dedi. Sözleri, yavaşça ama emin bir şekilde havada asılı kaldı. Emris, bir şey ekleyecek durumda değildi. Avery, yanından geçip sınıfa doğru yola çıktı. Kalbinin içinde, hem umudu hem de korkuyu bir arada taşıyan bu sözlerle, yavaş adımlarla, belirsizliğin içine doğru ilerledi. ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ Okul çıkışında gençler, festivalin yapıldığı alana vardılar. Festivale kıyasla, burası oldukça sıradan görünüyordu. Festivalin neşesi ve renkli atmosferi yerini, klasik bir günlük hayata bırakmıştı. Çevrede yaşayanlar, alışılmış rutinlerine devam ediyorlardı. Birkaç çocuk top oynuyor, bazı anneler ve kadınlar sohbet ediyor ve dedikodu yapıyordu. Gençler meydana geçtiğinde, Abigail üzgün bir şekilde meydanın ortasında bulunan fıskiyenin etrafındaki tuğlalara oturdu. Yüzü, ağlamaklı bir ifade taşıyordu; gözleri, gergin bir boşlukla doluydu. Emris, hemen onun yanına oturdu ve sırtını nazikçe sıvazladı. Abigail’in başı eğik, gözleri fıskiyenin suyun üzerinde kayarken, sesinin titremesi, içindeki acıyı daha da derinleştiriyordu. Emris, onun yanında sessizce durarak, desteğini ve sıcaklığını hissettirmeye çalıştı. Çevredeki insanların gündelik sohbetleri, Abigail’in yaşadığı derin üzüntüyü gölgede bırakmaya yetmiyordu. Arkadaşları, Abigail'in moralini düzeltmeye çalıştı. Emris, yumuşak bir sesle, "Her şey yoluna girecek," dedi. Bu sırada Ivy ve Larron da destek vermek için yanlarına geldiler. Ivy, Abigail'in omzuna nazikçe dokunarak, "Birlikte her şeyi çözebiliriz. Senin yanındayız," dedi. Larron, bir adım öne çıkarak, "Bu işi birlikte halledeceğiz." diye ekledi. Abigail'in gözleri, arkadaşlarının içten destekleriyle biraz olsun parlamıştı. Ancak üzgün görünümü, hala derin bir boşluk hissini taşıyordu. Arkadaşlarının ona moral vermek için gösterdiği çaba, yüzündeki ifadenin yumuşamasına yetmese de, içindeki acının biraz hafiflediğini hissettiriyordu. Emris, Abigail'in yanında otururken, "Hadi, birlikte her şeyi çözelim," dedi ve iyimser bir gülümseme sundu. Diğerleri de bu iyimserliği paylaşarak, Abigail'in yanında olduklarını hissettirmeye çalıştı. Onların desteği, Abigail'in karamsar düşüncelerine bir nebze olsun ışık tutuyordu, ama bulacakları çözüme olan umutları hala kırılgan bir ip üzerindeydi. Abigail bir nefes verdi ve ayağa kalktı. Yüzü, daha önceki üzgün ve dağınık halinden sıyrılarak, kararlı ve ciddi bir ifadeye büründü. "Tamam, hafif ipuçları arayalım," dedi. Tehlike ihtimaline karşı, herkesin iki kişilik gruplara ayrılmasına karar verildi. Ivy ve Larron, kendilerini yan yana buldu ve birlikte aramaya başladılar. Emris, Avery’nin yanına giderek onunla takım olmak istedi. Ancak, Avery’nin bakışları, düşünceli ve kararlıydı. Gözleri, Abigail’i işaret ederken, dudakları hafifçe kıvrıldı. Bu, Emris’e onun bu durumda yalnız kalmasını istemediğini net bir şekilde belirtiyordu. Emris, önce karşı çıkmak istedi ama Avery’nin kararlı tavrı karşısında sessiz kaldı. Başını sallayarak, Abigail’in yanına gitmek zorunda kaldı. Avery’nin yüzü, Abigail'in yalnız kalmayacağı düşüncesiyle hafifçe aydınlandı. Abigail’in kendisini daha az yalnız hissetmesini sağlayan bu küçük ama anlamlı destek, onun üzerindeki yükü biraz hafifletmişti. Emris, Abigail’in yanına geçtiğinde, Avery onları gözlemlerken yüzündeki ifadeye dikkat etti. Abigail, Emris’in yardımıyla daha rahatlamış görünüyordu, ve Avery, yalnız kalmanın getireceği olasılıkları göze alarak bu durumu benimsemişti. İçinde bir rahatlama hissi vardı, ama aynı zamanda kendini daha dikkatli ve tetikte hissetti. Şimdi, tek başına bu arayışa devam ederken, her an dikkatli ve hazırlıklı olması gerektiğini biliyordu. IVY & LARRON Ivy ve Larron, meydanın ortalarına doğru ilerlerken, çevreyi dikkatle taradılar. Festivale kıyasla burası oldukça sıradan ve sakin görünüyordu; birkaç çocuk top oynuyor, bazı anneler ise sohbet ediyorlardı. Ivy, Larron’la birlikte meydanın etrafını dolaşarak insanlara David’i tanıyan biri olup olmadığını sormaya başladı. Küçük top oynayan çocukların yanına yaklaşıp, "Bir hafta önce burada oynayan küçük bir çocuk gördünüz mü? Arkadaşımın kardeşi David diye biri," diye sordular. Çocuklar, yüzlerinde anlamış gibi bir ifade olmadan başlarını salladılar ve “Hayır, görmedik,” dediler. Ivy’nin gözleri, bu cevaptan memnuniyetsiz bir şekilde daraldı. Larron ise, sabırsızlıkla şakaklarını ovuşturdu. “Boşuna uğraşıyoruz,” dedi, sesindeki umutsuzluk her zamankinden daha belirgindi. “Bu işin sonu pek iyi gözükmüyor.” Ivy, Larron’ın bu karamsar sözlerini duyunca, yüzünü ekşiterek etrafa bakmaya devam etti. Meydandaki her şey, sıradan ve alışıldık görünüyordu, ama bu sıradanlık, içindeki gerilimi ve belirsizliği daha da artırıyordu. Her an, her köşe başında bir ipucu bulma umuduyla yürüyen ikili, bu sıradan ortamda gölgeler gibi dolaşıyor, umutlarını kaybetmemek için kendilerini zorluyorlardı. EMRIS & ABIGAIL Emris ve Abigail, meydanın kenarındaki dar bir yolda yürürken, aralarındaki sessizlik zaman zaman bozuluyordu. Abigail, Emris’in yanında yürürken hafifçe utanıyor, onunla ilgilenirken kalbinin ısındığını hissediyordu. Emris ise, Abigail’in üzgün haline rağmen yanında olmaktan mutluydu ve ona moral vermeye çalışıyordu. Biraz ilerlediklerinde, yaşlı bir kadın onlara doğru yaklaştı. Kadın, meraklı gözlerle ikisini süzdü ve “Burada gençler pek olmaz,” dedi. Abigail, kadının bu sözlerinden cesaret alarak, endişeyle yaşlı kadına durumunu anlattı. Yaşlı kadın dikkatle dinledi, ardından derin bir nefes aldı. “Kardeşinle ilgili yardım edemem, ama…” Cebinden özenle sakladığı bir gül çıkardı ve Abigail’e uzattı. “Erkek arkadaşın senin yanında, bu yüzden moralini bozma,” dedi, Emris’i işaret ederek. Abigail ve Emris bir anda kızardılar, utançla birbirlerine baktılar. “O- o benim erkek arkadaşım değil,” diye geveledi Abigail, ellerini sallayarak durumu düzeltmeye çalıştı. Emris de benzer bir telaşla, “Biz sadece çok yakın arkadaşız,” dedi, gözleri yerdeydi. Yaşlı kadın, gülümseyerek başını salladı ve yavaş adımlarla uzaklaştı. Abigail, elindeki güle bakarak derin bir nefes aldı. “Yanımda olduğun için teşekkür ederim, Emris,” dedi, sesi hala utangaçtı ama içinde bir minnettarlık taşıyordu. Emris de ona nazikçe gülümseyerek cevap verdi. “Her zaman, Abigail. Senin için buradayım.” İkisi de bu yanlış anlaşılmanın ardından, içlerinde oluşan sıcaklıkla yollarına devam ettiler, aralarındaki bağın bir kez daha ne kadar güçlü olduğunu fark ederek. AVERY Avery, arkadaşlarının ayrıldığı iki gruba baktı ve olduğu yerde durdu. Kafasındaki düşünceler yoğunlaştı. Sonra, meydandaki çeşmeye doğru yürüdü ve taşların üzerine oturdu. Gözlerini kapattı, bir haftadır aklında dolanan rüyayı hatırlamaya çalıştı. O korkunç rüyayı anımsarken, vücudunu bir ürperti sardı. Hafifçe nefes aldı ve ayağa kalktı. İlk başta festivalin merkezine doğru yürüdü ve etrafa dikkatlice baktı. Her şey olağandı. İç çekti, diğerleri elinden gelenin en iyisini yaparken kendisinin bir katkıda bulunamaması moralini bozdu. Gözlerini başka bir yöne çevirdiğinde, etrafın canlı ve sakin havasına tamamen zıtlaşan dar bir sokak fark etti. Bu sokak ona çok tanıdık geldi ama bir türlü çıkaramadı. Nedense, buranın diğer yerlerden çok farklı olduğunu düşündüğü için sokağa doğru ilerlemeye karar verdi. Sokağa adım attığında, atmosfer tamamen değişti. Etraf kirliydi ve duvarlarda eski çizimler yer alıyordu. Sinekler etrafta uçuşuyor, çöp kokusu havayı dolduruyordu. Her adımıyla sokak daha da karanlık ve ürkütücü bir hale geliyordu. Avery, etrafını dikkatle incelerken, sokağın sessizliğinde yankılanan kendi nefes alışlarını duyabiliyordu. Bu ürpertici atmosferde adımlarını hızlandırdı, bilinmeyen bir çekim gücü onu ileriye doğru itiyordu. Duvarlardaki çizimler, onun dikkatini çekti. Eski ve solmuş çizimler, grotesk yüzler ve korkunç sahneler tasvir ediyordu. Avery, her bir çizime bakarken, sanki bu sahnelerin bir parçası oluyormuş gibi hissetti. Bir an için, çizimlerin hareket ettiğini sandı. Gözlerini kırpıştırdı, kendine gelmeye çalıştı. Kalbi hızla çarpmaya başladı, korkunun pençesinde kıvranıyordu. Ancak, içindeki bir ses ona devam etmesini söylüyordu. Sokağın derinliklerine doğru ilerledikçe, hava daha da ağırlaştı. Nemli ve boğucu bir atmosfer, nefes almayı zorlaştırıyordu. Avery, zihnindeki korkunç rüyanın detaylarını yeniden hatırlamaya çalıştı. O rüya, bu sokakta yaşanmış gibi hissettirdi. Bir anda, uzakta bir gölge belirdi. Avery, bu gölgeyi gördüğünde kalbi duracak gibi oldu. Gölgeler arasında bir hareketlilik vardı, sanki biri onu izliyormuş gibi. Geri çekilmek istedi ama ayakları onu ileriye doğru itiyordu. Bu dar sokak, onu bilinmeyen bir tehlikeye doğru sürüklüyordu. Adımlarını hızlandırdı, gölgelerin arasında bir figür belirginleşmeye başladı. Gözleri büyüdü, kalbi delicesine çarpmaya başladı. Bu sokak, ona David’in kaybolduğu o karanlık geceyi hatırlatıyordu. İçindeki korku büyüdü, ancak geri çekilmek yerine, sokakta ilerlemeye devam etti. Bu ürkütücü atmosferde, gerçeği bulmak için cesaretini topladı ve adımlarını sıklaştırdı. Her adım, onu bilinmeyen bir sona doğru götürüyordu. Gölgelerin arasında beliren figür, ona doğru yaklaşıyordu. Avery, korkusunu yenmeye çalışarak adımlarını hızlandırdı. Bu korkunç sokakta, gerçeği bulmaya kararlıydı. Avery, cesaretini toplayıp figüre doğru koştu ve elini uzattı. Gözlerini kapatıp açtığında, sokakta sadece kendisi vardı. Titredi. Şizofreni yine onu ele geçiriyor gibi hissetti. Sokakta ilerlerken, sokağın sonuna geldi. Sokağın sonunda, solda bir kapı vardı. Avery, sanki beyni bir şeyler hatırlamaya çalışıyor fakat bir türlü hatırlayamıyormuş gibi şakaklarını ovdu. O sırada kapının biraz daha gerisinde, yaşlı bir kadın oturuyordu. Titriyordu. Avery ona doğru yürüdü. "İyi misiniz?" diye sordu. Kadın, bir şeyler mırıldanıyordu. Avery, kadını duyamadığı için bir dizinin üstüne çömeldi ve öne eğildi. Kadın, hızlı ve nefes nefese birkaç kelime tekrarlıyordu. "Şeker adam çocuğu aldı... şeker adam çocuğu aldı... şeker adam çocuğu aldı..." Avery, içinde bir gerginlik hissetti. Kadının omzuna dokundu ve sordu, "Hanımefendi, iyi misiniz?" Kadının kafasını kaldırdığı an Avery'e bağırdı, "Şeker adam arkanda!!" Avery kadının sesiyle irkildi, dizi sersemleyip hafifçe yere düştü. Korkuyla arkasını döndüğünde arkasında hiç bir şey yoktu. Hemen önüne döndüğünde ise, kadın yoktu. Avery kadının sesiyle irkildi, dizi sersemleyip hafifçe yere düştü. Korkuyla arkasını döndüğünde arkasında hiç bir şey yoktu. Hemen önüne döndüğünde ise, kadın yoktu. Şaşkınlık ve korku içinde ayağa kalktı, bir an ne yapacağını bilemedi. Kadının mırıldandığı kelimeler zihninde yankılanıyordu. "Şeker adam... çocuğu aldı..." Bu sözler, David'in kaybolmasıyla ilgili olabilir miydi? Avery'nin kalbi hızla çarpmaya başladı. Kafası karışmıştı, korkmuştu, ama bir yandan da bu garip ipucunu takip etme kararlılığı içindeydi. Sokağın sonunda duran kapıya bir kez daha baktı. İçinde bir şeylerin hatırlanmaya çalıştığını hissetti, ama bu belirsiz ve rahatsız edici bir histi. Titreyen elleriyle kapıya doğru ilerledi, kalbi güm güm atıyordu. Kapıya dokunmadan önce derin bir nefes aldı ve zihnindeki sesleri susturmaya çalıştı. Kapıyı hafifçe araladığında, içeriden gelen soğuk hava yüzüne çarptı. Karanlık ve belirsiz bir alan onu bekliyordu. Avery, kendini toparlamaya çalışarak içeriye adım attı. Bu bilinmezliğin içine doğru yürüdü, içindeki korku ve merakla yüzleşerek. EMRIS & ABIGAIL İki genç yürürken, kadınların konuşmalarına kulak misafiri oldular. "O sokakta deli bir kadın var, elinde bıçak ve diğer kesici aletler taşıyor," dedi bir kadın diğerine. "Evet, geçen gün birini bıçakladı, değil mi?" diye sordu diğeri. Emris, bu ürpertici bilgileri duyar duymaz kadınlara doğru ilerledi. "Bu yaşlı kadın ve sokak hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz?" diye sordu, sesi ciddi ve endişeliydi. Kadınlar birbirlerine bakarak omuz silkti. "O sokakta çok fazla korkunç şeyler olduğu söyleniyor. En iyisi gitmemek. Seri katiller var deniliyor," dedi kadınlardan biri. Emris'in kalbi hızla çarpmaya başladı. Gözleri endişeyle büyüdü. Abigail ile yürürken Avery'nin bir sokağa girdiğini görmüştü. Hemen arkasına döndü ve Avery'nin gittiği sokağa doğru koşmaya başladı. Fakat Abigail onu tuttu. "Ne oldu?" diye sordu Abigail endişeyle. Emris'in gözleri panikle büyüdü. "Avery'nin başı dertte olabilir," dedi aceleyle. "Sen burada kal, ben ona bakacağım." Abigail, Emris'in yüzündeki korkuyu gördü ve sessizce başını salladı. Emris, Abigail'i orada bırakarak hızla sokağa doğru koştu. Adımları, kalbindeki endişeyi yansıtıyordu. Sokağa girerken, zihnindeki tüm olumsuz düşünceleri bir kenara itmeye çalıştı. Ama içindeki korku, adımlarını hızlandırıyordu... |
0% |