@avery_fonce
|
Avery’nin gözleri yavaşça açıldı. Başında zonklayan bir ağrı vardı, adeta içinden çıkmak isteyen bir yaratık gibi. Gözlerini kırpıştırdı ve odasının tavanına odaklandı. Gözlerini biraz daha açık tutmayı başarınca, başını sola çevirip yanında uykuya dalmış olan Emris’i gördü. Sandalyede oturmuş, başı göğsüne düşmüştü. Görüntüsü bir an için Avery’nin içinde bir sıcaklık oluşturdu. Ama bu sıcaklık, aniden soğuk ve karanlık bir dalga tarafından yutuldu. Geçen günün anıları birer birer zihnine hücum etti. Dar sokak, korkunç yaşlı kadın, kan kokusu... Ve o adam. Uzun siyah saçları ve gözleri boş bir hiçlik olan o adam. Avery'nin kalbi hızla çarpmaya başladı, nefes almakta zorlanıyordu. O anın korkusu tekrar içini sarıyordu. Adamın parmaklarının çenesinde bıraktığı iz hala hissedilir gibiydi. "Bu olmamalıydı," demişti adam. "Beklediğim çocuk sen değildin." Bu sözler, sanki bir lanet gibi beyninde yankılanıyordu. Avery’nin zihninde beliren görüntüler ve sesler, onu geri çekiyordu. O kapalı, karanlık odaya geri dönüyordu. Karanlığın içinde, kapının gürültüyle kapanışı ve adamın soğuk sesi… Avery'nin elleri titremeye başladı. "Şeker adam... şeker adam çocuğu aldı," diye mırıldanmıştı yaşlı kadın. Bu cümle, zihninde yankılanan bir marş gibi tekrarlanıyordu. Avery, başını yastıktan kaldırarak etrafına bakındı. Odanın tanıdık görüntüsü bile ona güven vermiyordu. Her şeyin üzerinde bir gölge gibi duran o karanlık anılar, onu bırakmıyordu. Emris’in derin nefes alış verişlerini duydu, yanında onun varlığı bir nebze olsun rahatlatıcıydı. Ama içindeki korku, kalbinin derinliklerinde büyüyen bir ur gibi yayılıyordu. O adam, gerçekten de var mıydı? Yoksa kafasının içindeki hastalık mı ona bu oyunları oynuyordu? Emris hafifçe kıpırdandı, uykusunda mırıldandı. Avery, titreyen elleriyle battaniyeyi sıkıca tuttu. Her şeyin gerçek olduğuna inanmak istemiyordu. Belki de hepsi sadece bir kabustu. Ama çenesinde hissettiği o baskı, gerçek olduğunu haykırıyordu. Emris uyandığında ona ne diyecekti? Gerçekten orada bir adam olduğunu mu yoksa tüm bunların sadece bir hayal olduğunu mu söyleyecekti? Avery, zihninde dönen bu karanlık düşüncelerle baş etmeye çalışırken, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Bu korkutucu gerçeklikten nasıl kaçacağını bilemiyordu. Avery, sırtını yatağın duvarına yaslayarak oturdu. Başındaki ağrı hala geçmemişti, sanki beyninin içi kaynıyordu. Şakaklarını ovarak biraz olsun rahatlamaya çalıştı. Ama zihnindeki karanlık düşünceler onu rahat bırakmıyordu. O adamın görüntüsü, yaşlı kadının mırıldanmaları, kapının aniden kapanışı... Tüm bu görüntüler adeta bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Emris, hafifçe kıpırdandı ve gözlerini açtı. İlk başta nerede olduğunu anlamamış gibi etrafına baktı, sonra Avery’nin uyanık olduğunu gördü. Yorgun ve endişeli bir ifadeyle ona doğru eğildi. "Avery, nasıl hissediyorsun?" diye sordu, sesi hafifçe titriyordu. Avery, derin bir nefes aldı ve gözlerini yere dikti. "İyiyim," dedi ama sesindeki titreme onu ele veriyordu. "Sadece... sadece her şey çok gerçekti." Emris, sandalyeden kalkarak yatağın yanına oturdu. Avery’nin ellerini tuttu ve sıkıca kavradı. "Neler olduğunu anlatabilir misin? O adam kimdi?" Avery, gözlerini kapatarak başını duvara yasladı. "Bilmiyorum," dedi, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. "Sadece... oradaydı. Siyah saçları ve boş gözleriyle. Bana 'Beklediğim çocuk sen değildin,' dedi." Emris’in yüzü karardı. "Ne demek bu? Kimi bekliyordu?" Avery, titreyerek başını salladı. "Bilmiyorum, Emris. Her şey çok karışık. O yaşlı kadın da oradaydı. 'Şeker adam çocuğu aldı' diye tekrarlayıp duruyordu." Emris, Avery'nin ellerini daha sıkı kavradı. "Bu, şizofreni ataklarından biri olabilir mi?" diye sordu, ama sesinde şüphe ve korku vardı. Avery, gözlerini açarak ona baktı. "Belki de öyledir," dedi ama bu sözler ona bile inandırıcı gelmiyordu. "Ama her şey o kadar gerçekti ki. O adamın soğuk ellerini çenemde hissettim. Kokusu, sesi... hepsi çok gerçekti." Emris, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. "Avery, ne olursa olsun, senin yanındayım. Bu durumu birlikte atlatacağız. Ama seni böyle görmek... çok zor." Avery, gözyaşlarını tutmaya çalışarak başını eğdi. "Sadece neyin gerçek, neyin hayal olduğunu bilmiyorum artık, Emris. Kafamın içindeki sesler beni çıldırtıyor." Emris, onu kollarıyla sararak sıkıca kucakladı. "Her şey düzelecek, Avery. Ne olursa olsun, birlikteyiz. Bunu unutma." Avery, Emris’in kollarında biraz olsun rahatladı ama içindeki korku ve belirsizlik onu hala esir almıştı. O adamın kim olduğunu ve neden orada olduğunu öğrenmek zorundaydı. Ama bu cevaplar, onu daha karanlık bir yere götürecekse, buna hazır mıydı? Kafasında bu sorularla boğuşurken, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Ne olursa olsun, bu kâbustan uyanmak zorundaydı. Tam o sırada, kapı açıldı ve içeriye yirmili yaşlarının ortalarında gözüken, ciddi ve soğuk bakışlı bir polis girdi. Üniforması düzgün ve otoriter bir hava taşıyordu. Avery'e doğru ilerledi ve gözlerini onun üzerine dikti. "Hanımefendi, sizinle konuşmalıyız," dedi, sesi keskin ve buyurgandı. Avery, ne olduğunu anlamaya çalışarak kafa karışıklığıyla Emris'e baktı. Emris'in yüzünde suçluluk ve endişe karışımı bir ifade vardı. Bakışlarını kaçırarak konuşmaya başladı. "Dün seni o odada gördüğümde, arkamdan Abigail de gelmişti. Ben seni sakinleştirmeye çalışırken, 'şeker adam çocuğu kaçırdı' gibi korkunç şeyler mırıldandın... Abigail sinirlendi, kardeşini kaçırma olayında senin de rol oynadığını düşünüyor," dedi, sesi kısık ve muhtaçtı. Avery'nin gözleri büyüdü, kalbi hızla atmaya başladı. "Ama ben... ben sadece bir rüya gördüm," diye mırıldandı, sesi titriyordu. "Ben kimseyi kaçırmadım." Polis, ciddiyetini koruyarak başını salladı. "Bu durumu aydınlatmak için sizinle bazı sorular sormamız gerekiyor. Lütfen bizimle işbirliği yapın," dedi, gözlerini Avery'nin gözlerinden ayırmadan. Avery, çaresizlik içinde Emris'e baktı. Emris, ona destek olmak için elini tuttu ama bu, Avery'nin içindeki korkuyu yatıştırmak için yeterli değildi. Her şeyin bu kadar karmaşık ve korkutucu hale gelmesi, onu daha da umutsuzluğa sürüklüyordu. Kendi akıl sağlığından bile şüphe etmeye başlamıştı. Polis, Avery'nin başıyla onayladığını görünce, "Lütfen beni takip edin," dedi ve kapıya yöneldi. Avery, derin bir nefes alarak Emris'in elini bıraktı ve polisin peşinden gitmeye başladı. Arkasında kalan Emris'in gözleri dolmuştu, ama ne yapacağını bilemiyordu. Avery, odadan çıkarken zihninde dolaşan korkunç düşüncelerle boğuşuyordu. Gerçekten ne olmuştu? O karanlık figür kimdi? Ve bu olayların merkezinde kendisini nasıl bulmuştu? Tüm bu soruların cevabını bulmak için, şimdi polise her şeyi anlatmak zorundaydı. Ama gerçeği bilmek, ona daha büyük bir kâbus yaşatacak mıydı? Polis, Avery'i evlerinin oturma odasına yönlendirdi ve koltuğa oturmasını işaret etti. Avery, endişeli bir şekilde oturdu ve sözlerine hemen başladı, "Bakın, ben şizofreni hastasıyım. O an çok korkmuştum—neler olduğunu bilmiyordum—" Polis kızın sözünü sertçe kesti, "Size daha soru bile sormadım. Hemen kendinizi niye savunmaya aldınız?" dedi, bakışlarını Avery'nin üzerine dikerek. Avery, polisin sert çıkışı karşısında irkildi. Gözleri dolmuştu ve içindeki panik, dışarıya taşmaya başlamıştı. "Sadece, neler olduğunu açıklamak istedim," dedi, sesi titrek ve kırılgandı. Polis, derin bir nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı. "Tamam. Öncelikle, dün gece ne olduğunu ve o odada ne yaptığınızı anlatmanızı istiyorum. Her detayı," dedi, not defterini çıkararak. Avery, derin bir nefes aldı ve kendini toparlamaya çalışarak konuşmaya başladı. "Dün gece, festival alanında David'i arıyorduk. Bir ara, dar bir sokağa girdim ve... ve o an her şey bulanıklaştı. İçeride bir figür gördüm, korkutucu bir adam. Bana yaklaşıyordu ve ben kaçmaya çalıştım ama kapı kapandı. Sonra Emris geldi ve beni buldu," dedi, gözleri korku doluydu. Polis, dikkatle dinliyordu. "Bu figür hakkında daha fazla bilgi verebilir misin? Ne yapıyordu? Ne söyledi?" diye sordu. Avery, hatırlamaya çalışarak gözlerini kapattı. "Uzun siyah saçları vardı ve gözleri... gözleri boştu. Bana 'beklediğim çocuk sen değildin' dedi. Çok korkmuştum. Her şey o kadar gerçekçiydi ki... sonra Emris geldi ve her şey kayboldu," diye anlattı, sesi titrek ve kırılgandı. Polis, notlarını alarak başını salladı. "Peki, bu 'şeker adam' meselesi nedir? Neden böyle bir şey söylediniz?" diye sordu. Avery, derin bir nefes aldı ve gözlerini Emris'e çevirdi. "O yaşlı kadın... sokakta oturan yaşlı kadın 'şeker adam çocuğu aldı' diye mırıldanıyordu. O anda her şey o kadar gerçekçiydi ki, ben de söyledim," dedi, sesi kırılgan ve çaresizdi. Polis, Avery'nin ifadesini dikkatle dinledi ve notlarını tamamladı. "Peki, bu figürü daha önce hiç gördünüz mü? Tanıdık biri miydi?" diye sordu. Avery, başını iki yana salladı. "Hayır, onu daha önce hiç görmedim. Ama rüyalarımda... belki rüyalarımda görmüş olabilirim. Her şey o kadar karışık ki," dedi, gözleri dolmuştu. Polis, Avery'nin ifadelerini not aldıktan sonra, "Tamam, şimdilik bu kadar. Başka sorularımız olursa sizi tekrar arayabiliriz. Şimdi dinlenin ve kendinize iyi bakın," dedi ve odadan çıktı. Avery, Emris'e döndü ve gözleri dolu dolu, "Sana inanmıyorlar. Hiç kimse bana inanmıyor," dedi, sesi kırılgandı. Emris, ona sıkıca sarıldı ve "Ben sana inanıyorum. Birlikte bunu çözeceğiz," dedi, Avery'yi teselli etmeye çalışarak. Avery, Emris'in desteğiyle biraz olsun rahatladı ama içinde hala büyük bir korku ve belirsizlik vardı. Her şeyin bu kadar karmaşık ve korkutucu olması, onu daha da umutsuzluğa sürüklüyordu. Kendi akıl sağlığından bile şüphe etmeye başlamıştı. Ama Emris'in yanında olması, ona biraz olsun güç veriyordu. "Sen dinlen, ben senin için kahve yapacağım." Dedi Emris ve mutfağa gitti. Avery, Emris'in mutfağa gitmesiyle birlikte yalnız kaldı. Kalbi hala hızlı hızlı çarpıyordu. Emris'in yaptığı kahvenin kokusu evi doldururken, pencereden dışarıya baktı ve polisin telefonla konuştuğunu gördü. Merakla, sessizce kapıya yaklaştı ve kulağını kapıya dayadı. "Çattık. Kadın deli. Boş boş şeyler hakkında konuşuyor. Bence yine hastaneye yatırılsın da bitsin," dedi polis telefondaki kişiye, sesi soğuk ve sabırsızdı. Avery'nin içi buz kesti. Kalbi daha hızlı çarpmaya başladı, panik ve öfke karışımı duygular içinde boğuluyordu. Kendini savunmaya çalışmak bir yana, kimsenin ona inanmadığını, onu sadece bir "deli" olarak gördüklerini hissetti. Gözleri doldu ve nefesi kesildi. Tam bu sırada Emris, elinde iki kahve fincanıyla mutfaktan çıktı. Avery'nin yüzündeki ifadeyi görünce duraksadı. "Avery, ne oldu? İyi misin?" diye sordu, ona doğru yaklaşarak. Avery, gözlerindeki yaşları silmeye çalışarak derin bir nefes aldı. "Emris, polisler bana inanmıyor. Beni yine hastaneye yatırmak istiyorlar," dedi, sesi titrek ve çaresizdi. Emris, kaşlarını çatarak Avery'nin yanına oturdu. "Onlara inanma. Senin aklında bir sorun yok. Yaşadıkların gerçek ve ben sana inanıyorum. Birlikte bunu çözeceğiz," dedi, Avery'nin elini tutarak ona güven vermeye çalıştı. Avery, Emris'in elini sıkıca tutarak derin bir nefes aldı. "Peki ne yapacağız? Onlara nasıl gerçekleri anlatabiliriz?" diye sordu, gözlerindeki kararlılık parlıyordu. Emris, düşünceli bir şekilde başını salladı. "Bir yolunu bulacağız. Belki daha fazla kanıt toplamalıyız ya da başka birini bulmalıyız. Ama seni yalnız bırakmayacağım, Avery," dedi, gözlerinde kararlılıkla. Avery, Emris'in bu sözleriyle biraz olsun rahatladı. Her şeyin üstesinden gelebileceklerini düşündü, en azından Emris'in desteğiyle. Ama içinde hala büyük bir korku ve belirsizlik vardı. Geleceğin ne getireceğini bilmiyordu ama Emris'in yanında olması, ona güç veriyordu. Avery, Emris'in sözleriyle biraz rahatlamış olsa da, kafasındaki şüpheleri bir türlü silemiyordu. Belki de Emris de ona yalan söylüyordu? Belki herkes onun delirdiğini düşünüyordu. Bu düşünceler zihninde dönerken, Emris'in yüzündeki samimiyeti ve kararlılığı izledi. Ona gerçekten güvenebilir miydi? Avery, hafifçe iç çekerek başını salladı. "Belki de haklısındır," dedi ama içinde hala bir parça tereddüt vardı. Emris'in gözlerinin içine baktı, sanki onun gerçek niyetlerini okumaya çalışıyordu. Ama Emris'in bakışları değişmedi, hala aynı sıcaklık ve kararlılıkla ona bakıyordu. Emris, Avery'nin elini sıkarak, "Sana yalan söylemem, Avery. Bu durumda sana en çok ihtiyacı olan kişi benim," dedi. "Seni bu durumda yalnız bırakmayacağım." Avery, gözlerindeki yaşları silerek derin bir nefes aldı. "Tamam," dedi, sesi hala titrek ama biraz daha kararlı. "Bana yardım edeceğini umuyorum, Emris." Emris başını salladı. "Sana yardım edeceğim, Avery. Bu işin peşini bırakmayacağız," dedi ve elindeki kahve fincanını ona uzattı. "Şimdi biraz dinlen ve sakinleş. Daha sonra ne yapacağımızı konuşuruz." Avery, kahve fincanını alarak derin bir nefes daha aldı. Kafasındaki şüpheler hala var olsa da, Emris'in yanında olması ona biraz olsun güç veriyordu. Ama içindeki ses, her zaman tetikte olmasını söylüyordu. Kafasında hala çok fazla soru vardı ve bu soruların cevaplarını bulmadan rahatlayamayacaktı. Bu sırada dışarıdan gelen polis sesi, Avery'nin dikkatini dağıttı. Polisler hala evin etrafında dolanıyorlardı ve Avery, onların ona ne yapacaklarını merak ediyordu. Emris'e güvenmeye karar vermiş olsa da, içindeki şüpheler hala dinmemişti. Her an her şey değişebilirdi ve buna hazırlıklı olmalıydı. ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ Emberheart, soğuk ve steril laboratuvarın karanlık köşelerinde yankılanan adımlarıyla, metal bir tezgahın yanında durdu. Üzerinde sıralanmış, parlak cam şişelerin ve keskin tıbbi aletlerin arasında, çocuğa doğru döndü. Beyaz maskesi yüzünü gizliyordu, sadece gözlerindeki donuk bakışlar görünüyordu. Yatağa bağlı, ağlamaktan gözleri şişmiş David'e baktı. Adam, defterini eline aldı ve soğukkanlılıkla notlarını okudu. "David, 10 yaşında, 1 haftadır burada. Ana işkence, su." Sesi, laboratuvarın soğuk havasında yankılanırken, defteri bir kenara bırakıp şırınga ve şişeyi aldı. David'in korku dolu bakışları, adamın her hareketini takip ediyordu. Emberheart, şırıngayı sıvı ile doldururken, yavaşça konuşmaya başladı. "Ablanı gördüm..." Bu sözler, David'in ağlamasına neden oldu. Çocuğun yaşları, yüzünü ıslatırken, Emberheart sadece iç çekti. Acıma duygusu ona tamamen yabancıydı. "Eğer seni mutlu edecekse, seni arkadaşları ile aramaya çalışıyor..." dediğinde, yüzü bir an için ekşidi. O gün odada bulunan kızı hatırladı, bu düşünce hoşuna gitmemişti. Şırıngayı hazırlarken, çocuğa bakmaya devam etti. "En azından hâlâ sana değer verenler var," diye mırıldandı, sesi hafif bir alayla karışık. Şırıngayı çocuğun koluna yaklaştırdı, ama bir an durakladı. O kızın yüzü yine aklına gelmişti. Gözlerinde bir anlık sinir parıltısı belirdi. "Sinirimi bozuyorsunuz," diye homurdandı ve öfkeyle şırıngayı çocuğun koluna soktu. David'in çığlıkları, laboratuvarın duvarlarında yankılandı. Emberheart, çocuk acı içinde kıvranırken, yüzündeki maskenin ardında en ufak bir duygu belirtisi göstermedi. Çığlıklar kesilene kadar orada durdu, ardından sessizce odadan çıktı, arkasında sadece David'in acı dolu inlemelerini bırakarak.
|
0% |