@avery_fonce
|
Gece çökmüş, evdeki ışıklar loşlaşmıştı. İkiz çocuklar, Jack ve Emma, yaramazca gülerek yataklarına koştular. Battaniyelerinin altına girip kıkırdarken anneleri Alice gülümseyerek odaya girdi. Küçük kız, Emma, sabırsızca seslendi: "Anne, bugün ki masal o doktor hakkında olsun! Geçen gece tamamlayamamıştın!" Jack hemen itiraz etti, yüzü korkuyla doluydu. "Ama o çok korkunç, anne!" Emma kardeşiyle dalga geçerek güldü, "Korkak!" Alice, ikisini de susturdu ve teklifi kabul etti. "Tamam, tamam. Ama sessizce dinleyin." Annesi, sandalyeye oturup masalı anlatmaya başladı. "Bir varmış, bir yokmuş. Çok uzun zaman önce, Emberheart adında bir doktor varmış. Bu doktor, kurbanlarını kaçırmadan önce onlara bir seçim hakkı sunarmış. Kurbanlarını bulduğunda, ilk önce onların rüyasında karşılarına çıkarmış. Rüyalarında onlara ne yapacağını gösterirmiş. Eğer kurban, rüyayı ciddiye alır ve üstünde durursa, rüya gerçekleşmezmiş ve kurban kaçmayı başarırmış. Ama eğer kurban rüyayı umursamazsa, bir gün mutlaka o rüya gerçekleşirmiş." Jack titreyerek annesinin eteğine sarıldı, "Rüyalar gerçek olabilir mi, anne?" Alice nazikçe oğlunun saçlarını okşadı, "Bu sadece bir masal, Jack. Şimdi, dinlemeye devam et." "Emberheart, çocukların ve gençlerin karşısına her yerde çıkabilirmiş. Eğer kurban bir okuldaysa, koridorlarda ya da bilinmeyen bir yerde Emberheart’ı ve onun laboratuvarını görürmüş. Bu, her yer için geçerliymiş." Emma heyecanla annesine bakarak, "Sonra ne olurmuş, anne?" Alice, masalını sürdürdü. "Emberheart, laboratuvara gelen gençleri ve çocukları hemen öldürmezmiş. Onlarla biraz oyun oynarmış. Bu oyunlar öyle ilginçmiş ki, herkes oynamak istermiş. Oyunları kazananlara birer şeker verirmiş ve kimse kendini o şekeri yemekten alıkoyamazmış." Jack korkuyla yorganın altına daha fazla saklandı, "Şeker mi? Ama o zaman ne olur?" Alice gözlerini hafifçe kapatarak devam etti, "Emberheart, kurbanları ile laboratuvarı ve bilinmeyen çevreyi gezdirirken, kurbanlar sanrılar görmeye başlarmış. Yedikleri şeker, onların en derin arzularını, günahlarını ve en çok istedikleri şeyi gösterirmiş, o şey kötü olsa bile. Kurbanlar, arzularını gördükten sonra kendilerini kaybederlermiş ve arzularının odasına girerlermiş." Emma hayretle, "Sonra ne olurmuş?" "Sanrılar bittiğinde," diye devam etti Alice, "Emberheart onlarla istediğini yapma hakkına sahip olurmuş." Emma gözlerini kocaman açmıştı, "Çok korkunç, anne!" Alice, masalı bitirirken çocuklarına baktı. "Evet, çok korkunç. Ama hatırlayın, bu sadece bir masal." Çocuklar sessizce düşündüler. Alice, iki çocuğunu da öptü ve iyi geceler dileyerek odadan çıktı. Odaya karanlık çöktüğünde, Emma ve Jack birbirlerine sokularak uyumaya çalıştılar. Emma, bir süre sessiz kaldıktan sonra, kardeşine dönerek sordu, "Sence o gerçek mi?" Jack kaşlarını çatıp, "Kim?" diye cevap verdi. "Doktor Emberheart," diye fısıldadı Emma, gözleri karanlıkta parlıyordu. "Gerçek mi acaba?" Jack hafifçe ürperdi, ama düşüncelere daldı. "Bilmiyorum," dedi. "Ama asıl merak ettiğim şey, onun elinden kaçabilen olmuş mu?" Emma'nın gözleri daha da büyüdü. "Kaçabilen var mıdır ki?" diye sordu. "Annem öyle bir şey anlatmadı." Jack, yatağının köşesine çekilip yorganı daha sıkı sarındı. "Belki de kaçanları anlatmak istememiştir. Ya da kimse kaçamamıştır," dedi korkuyla. Emma, kardeşine yaklaştı ve onun elini tuttu. "Belki bir gün öğreniriz," dedi sessizce. "Ama umarım o gün hiç gelmez." İkizler, bu düşüncelerle birbirlerine sarılarak uyumaya çalıştılar. Odanın karanlığı, anne masalının etkisiyle daha da yoğunlaşmıştı. Her küçük ses, her gölge, onları daha da tetikte tutuyordu. Gerçekten var mıydı bu doktor? Kaçabilen olmuş muydu? Bu sorular zihnlerinde dolanırken, sonunda yorgun düşüp derin bir uykuya daldılar. ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ Avery, okulun resim odasında yalnız başına tuvale bir şeyler çiziyordu. Bu oda genellikle boş olurdu, çünkü okulda sanatla ilgilenen çok az kişi vardı. Her fırça darbesiyle biraz daha rahatladığını hissediyordu; son zamanlarda yaşadığı olaylardan sonra bu, kendisini en iyi hissettiği anlardandı. Resim çizerken aklına sürekli o adam geliyordu. Evde resim yapmaya çalıştığında da, kalemi ve fırçaları istemsizce onu çiziyordu. Avery, belki de adamın görünüşünün korkutucu olsa da aynı zamanda güzel olduğu için böyle düşündüğünü ve istemsizce onu çizdiğini sandı. Fakat derinlerde bir yerde, bunun nedeninin çok daha farklı ve karanlık olduğunu hissediyordu. İç çekti ve tuvaline baktı. Yine o adamı çizmişti, oysa aklında başka bir şey çizme hedefi vardı. Tuvaldeki karanlık figür, Avery'e soğuk soğuk bakıyordu. Avery, fırçasını bırakıp biraz geriye çekildi ve çizimi inceledi. Yüz hatları, o gün gördüğü kadar netti. Adamın siyah gözleri ve uzun siyah saçları, tuvalde hayat bulmuş gibiydi. Avery, sanki o adamın gözlerinin içine bakıyormuş gibi hissetti. İçinde bir ürperti yükseldi, ama bu ürpertiye bir anlam veremiyordu. Adamın yüzündeki ifadenin, resimde bile, ona meydan okurcasına bakması Avery'i huzursuz etti. Neden sürekli bu adamı çiziyordu? Bu takıntının arkasında ne vardı? Avery, düşüncelerine dalmışken, odanın kapısının hafifçe açıldığını duydu. Başını çevirdiğinde Emris'in içeri girdiğini gördü. Emris'in yüzünde her zamanki sıcak gülümsemesi vardı, ama gözlerinde ise bir endişe. Avery, Emris’in yüzündeki ifadeyi fark ederek sordu, "Sorun ne?" Emris, bir an duraksadı. Yüzündeki endişe daha belirgin hale geldi. "Avery, senin için endişeleniyorum," dedi dürüstçe. "Bu adam... bu takıntı... Seni huzursuz ediyor ve seni başka bir yere çekiyor gibi görünüyor." Avery, derin bir nefes aldı ve resme tekrar baktı. "Biliyorum," dedi sessizce. "Ama anlamıyorum, Emris. Neden sürekli onu çiziyorum? Neden bu kadar etkisinde kalıyorum?" Emris, Avery'nin yanında oturdu ve hafifçe elini tuttu. "Bazen zihnimiz, anlamlandıramadığımız şeyleri çözmeye çalışır," dedi yumuşak bir sesle. "Belki de bu adam, senin için sadece bir sembol. Belki de yaşadığın korku ve belirsizliklerin bir yansıması." Avery, Emris'in gözlerine baktı ve bir an için içindeki karanlık düşünceler hafifledi. "Belki de," dedi düşünceli bir şekilde. "Ama onu görmek... onu hissetmek... Bu gerçek. Çok gerçek." Emris, Avery'nin elini sıkıca tutarak, "Her ne olursa olsun, yalnız değilsin," dedi. "Biz bu durumu birlikte atlatacağız. Eğer bu adamla yüzleşmek gerekiyorsa, bunu birlikte yaparız." Avery, Emris'in kararlılığına minnettar bir şekilde baktı. "Teşekkür ederim," dedi içtenlikle. "Gerçekten teşekkür ederim, Emris." Emris, hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Her zaman yanındayım, Avery. Şimdi, biraz dışarı çıkalım mı? Belki temiz hava, düşüncelerini dağıtmana yardımcı olur." Avery, gülümseyerek başını salladı ve ayağa kalktı. "Evet, iyi bir fikir," dedi. "Biraz temiz hava gerçekten iyi gelir." Emris'in yardımıyla resim odasından çıktılar ve dışarıya, gün ışığının ve taze havanın onları karşıladığı yere adım attılar. Avery, derin bir nefes alarak, içindeki karanlık düşüncelerin bir an için hafiflediğini hissetti. Ama yine de, zihninin bir köşesinde o adamın soğuk bakışları hâlâ onu izliyordu. İkisi beraber yürürken Emris'in aklına söylemeyi unuttuğu bir şey geldi. "Bu arada, sınıf öğretmeni birkaç gün içinde yapılacak üniversite gezisi için planlamalarda seni istiyor. Bu işlerde çok iyi olduğunu biliyor." Sırıttı ve ekledi, "Birileri öğretmenlerinin favorisi." Avery, dirseğiyle onu iterek gülümseyip, "Kes şunu," dedi. Emris gülerek onun saçını bozdu ve ekledi, "Sen böyle gülmeyeli çok oldu." Avery, gülümsemesini sürdürerek, "Sanırım, gerçekten bu geziyi dört gözle bekliyorum," dedi. "Bir süreliğine başka şeylerle meşgul olmak iyi olacak." Emris, Avery'nin bu olumlu tepkisinden memnun kaldı. "Kesinlikle," dedi. "Bu gezi seni biraz olsun rahatlatacaktır. Hem belki yeni bir şeyler keşfederiz." Avery, Emris'in yanında yürürken bir an için gerçekten huzur bulduğunu hissetti. Arkadaşının desteği ve yanında olması ona güç veriyordu. Üniversite gezisiyle ilgili düşünceler, zihnindeki karanlık gölgeleri biraz olsun dağıtmıştı. Ama yine de, o adamın soğuk bakışları hâlâ aklının bir köşesinde bekliyordu, her an yeniden ortaya çıkmaya hazır. ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ ☽☾ Karanlık ve iç karartıcı laboratuvar, şekilsiz gölgelerle doluydu. Çeşit çeşit maddeler, ilaçlar, aletler, kan izleri ve tuhaf sıvılar tezgâhların üzerine dağılmıştı. Laboratuvarı aydınlatan tek şey, her an patlayacakmış gibi yanıp sönen floresan lambalardı. Bu ışık altında her şey daha da korkutucu bir hâl alıyordu. Laboratuvarda duyulan tek sesler, cam parkeye değen ayakların yankısı ve kıyafetlerin birbirine sürtünmesiyle çıkan hışırtılardı. Arkada ise hafifçe "Shape of Lies" çalıyordu, müziğin tınıları ortamı daha da tüyler ürpertici bir hale getiriyordu. Müzik ne kadar hızlanırsa, adam ve kadının hareketleri daha da hızlanıyor, cam parkede dönerek dans ediyorlardı. Adam, her hareketinde karanlığın ve kaosun ritmine uyum sağlıyordu. Fakat kadında bir sorun vardı. Eskiden insan olan, şimdi ise bir kukla vücuduna sokulmuş olan bu varlık, her adımında eski yaşamından tamamen kopmuştu. Gözlerinde ne duygu ne de bir his vardı. Gözleri boş, yüzü ifadesizdi. Ölü bir şeydi, sadece bir kabuktan ibaretti. Kuklanın kolları ve bacakları, Emberheart'ın yönlendirmesiyle ahenkle hareket ediyordu. Onun ustaca hareketleriyle dansın her adımını eksiksiz yapıyordu. Emberheart, kukla ile dans ederken hiçbir şeyi umursamıyordu. Kendini melodiye kaptırmıştı. Kolları zarif hareketlerle kuklayı kavrayıp yönlendirirken, yüzünde bir gülümseme belirdi. Kuklanın soğuk, cansız bedenine rağmen, bu dans onun için bir tür kaçıştı. Melodinin hızlanmasıyla birlikte hareketleri daha da tutkulu, daha da yoğun hale geldi. Floresan lambaların titrek ışığı altında dans eden iki figür, bir an için karanlık bir masaldan fırlamış gibiydi. Her dönüşlerinde, her adımda gölgeler bir şekil değiştiriyor, laboratuvarın her köşesinde yeni bir hikâye yazılıyordu. Kuklanın boş gözlerinde hiçbir şey yoktu; ne korku, ne umut, ne de yaşam belirtisi. Fakat Emberheart'ın gözlerinde, derin bir tatmin ve garip bir haz vardı. Müziğin ritmi doruk noktasına ulaştığında, Emberheart kuklanın ellerini bıraktı ve bir adım geri çekildi. Kukla, yönlendirici olmadan bir an için sendeledi, sonra durdu. Emberheart, ellerini hafifçe çırparak memnuniyetle izledi. Bu dans onun için sadece bir gösteri değildi; aynı zamanda kontrolün ve gücün sembolüydü. "Ne kadar güzeldi, değil mi?" diye mırıldandı kendi kendine, gözlerini kuklanın boş gözlerine dikerek. "Seninle dans etmek, her zaman olduğu gibi büyüleyici." Kuklanın ifadesiz yüzü, hiçbir yanıt vermedi. Ancak Emberheart için bu yeterliydi. Kendi yaratımıyla dans etmenin keyfi, hiçbir şeyle kıyaslanamazdı. Ve bu karanlık laboratuvarda, hiçbir şey onun bu anı yaşamasına engel olamazdı. Ve bir anda, gözlerini devirdi. Sıkılmıştı. Kuklanın ifadesiz yüzüne bir kez daha baktığında, içinde bir rahatsızlık hissetti. Artık bu dans ona tatmin getirmiyordu. Kuklanın saçından tuttu ve onu yere fırlattı. Kukla sert bir şekilde yere çarparken, laboratuvarda yankılanan gürültü Emberheart'ı rahatsız etmedi. İç çekti ve bir adım geri attı, gözleri tekrar laboratuvarın karanlık köşelerine kaydı. "Bu kadar sıkıcı olmamalı," diye mırıldandı kendi kendine. "Daha fazlasını istiyorum, daha fazlasını hak ediyorum." Emberheart, laboratuvarın diğer tarafına yöneldi. Her adımı kararlılıkla atarken, aklında yeni planlar belirmeye başlamıştı. Daha önce kimsenin cesaret edemediği deneyler, daha önce kimsenin ulaşamadığı bilgiler... Tüm bunlar onun ellerinde şekillenmek zorundaydı. Karanlık, titrek ışıkların altında kaybolan figürü, laboratuvarın soğuk duvarlarında yankılanan müziğin ritmiyle birlikte ilerledi. Emberheart'ın zihninde yeni hedefler belirirken, kuklanın cansız bedeni yerde hareketsiz yatıyordu. Ancak bu, onun için sadece bir başlangıçtı. Her yeni deney, her yeni kurban, ona aradığı heyecanı getirecekti... |
0% |