Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Bölüm

@avery_fonce

Avery, kendini toparlamaya çalışırken, koridorun sonundaki kapıya yaslanmış adamı gördü. Üzerinde klasik doktor kıyafeti ve siyah bir ceket vardı. Siyah saçları yanlarından su gibi akıyordu. Hafifçe gülümsüyordu ama Avery bu gülümsemenin sahte olduğunu biliyordu.


Üç kız, adamı görünce bir an için şüpheye düştüler fakat yüzünü gördüklerinde hoş bir hisse kapılmadan edemediler. Grubun başı olan Alya, öne çıkarak cesurca, "Kimsin?" diye sordu.


Adam, sessizce kıkırdadı ve iki kolunu göğsünde birleştirdi.


Avery, adamı tanımıştı. Kalbi çıkacak gibi hissediyordu. Bu, o adamdı. Fakat diğer kızlar, adamı normal karşılıyorlardı. Onun tehlikesinin farkında değillerdi.


"Ben mi?" dedi adam, kıkırdamasını sürdüren bir sesle. "Sadece buralarda dolaşan biriyim. Yeni yüzler görmek her zaman hoşuma gider."


Alya, kaşlarını çatıp adama bir adım daha yaklaştı. "Bu üniversitenin çalışanı mısın? Bize burada ne yaptığını söyle."


Emberheart'ın gülümsemesi genişledi. "Hayır, ben çalışan değilim. Ama burada olup bitenlerle yakından ilgileniyorum diyelim."


Avery, titreyen sesiyle araya girdi. "Biz... sadece gezintiye çıkmıştık. Kimseye zarar vermek istemiyoruz.


Emberheart, bakışlarını Avery'ye çevirdiğinde gözlerindeki soğukluğu hissetti. "Zarar vermek mi? Ah, hayır. Zarar vermek benim doğamda yoktur. Ama bazen... küçük oyunlar oynamayı severim."


Alya, Jonie ve Rei birbirlerine baktılar, ne yapacaklarını bilemeden. Avery'nin kalbi ise hızla atıyordu. Bu adamın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordu. Şimdi yapmaları gereken tek şey, dikkatli olmak ve bu adamın tuzağına düşmemekti.


Alya cesur bir sesle, "Bizimle oyun oynamaya niyetin yok, değil mi?" diye sordu.


Emberheart'ın gözleri parladı. "Kim bilir? Belki de sadece bir konuşma yaparız. Haydi, sohbet edelim."


Kızlar, hayatlarında böyle bir adamla karşılaşmadıkları için teklifi kabul ettiler.


Rei, "Tamam, hadi sohbet edelim," dedi ve teklifi kabul etti. Diğer kızlar, aralarında kıkırdarken adam araya girdi.


"Herkes kabul etmeden olmaz," dedi ve gözlerini Avery'ye dikti. Avery, diğer kızların da bakışlarını üzerinde hissedince gerginleşti. Kızlardan biri Avery'yi tersledi."Avery, niye put gibi duruyorsun? Eğlencemize karışmayacaksın, değil mi?"


Avery ağzını açtı, "Ben—" fakat diğer kız onu hemen kesti.


"Gerçekten mi?" diye alaycı bir tonda sordu Jonie. "Biraz cesur ol. Eğlenceyi bozma."


Jonie’nin alaycı gülümsemesi, Avery'nin içindeki endişeyi daha da artırıyordu. Diğer kızlar, adama karşı ilgilerini belli ederken, Avery kendini yalnız ve çaresiz hissetti. Bir şekilde, kızlardan biri onun yaralı elini sertçe kavrayarak onu gruba dahil etti. Avery, çaresizce gözlerini açtı, ama karşı çıkma şansı kalmamıştı.


Adam, sessizce gülümsedi ve elini bir kapıya doğru yönlendirdi. "O kapının ardında daha rahat olabilirsiniz," dedi. Sesinde bir tehdit ve alaycılık karışımı vardı, ama ne kadar gülümseyen bir yüzle söylese de, Avery'nin kalbinde bir soğukluk yarattı.


Avery, elinin acısını hissederek kapıya doğru yürüdü. Gözleri, kapının ardındaki karanlıkla dolu, bilinmeyen bir yerin korkunç görünüşüne odaklandı. Kızlar, cesur ve kaygısız görünseler de, Avery içinde büyük bir korku taşıyordu. Burada ne olduğunu bilmeden, kendilerini tehlikeye atıyorlardı.


Odanın içi rutubetten dolayı karanlık ve dar bir atmosfer oluşturuyordu. Duvarlardan sarkan eski duvar kağıtları, lekelerle kaplanmış ve dökülüyordu. Yerdeki koltuklar, yırtık ve kirliydi, üzerlerinde lekeler ve pas izleri vardı. Kötü bir koku yayılıyordu; çürümüş şeylerin kokusu, havayı sıkı sıkıya sarhoş etmişti. Sinekler, odanın dört bir yanına konmuş, hiç bitmeyen bir uğultu yaratıyordu.


Avery, burnunu kapatarak, odayı gözleriyle taradı. Kızların bu ortamdan etkileneceklerini, tehlikenin farkına varacaklarını umuyordu. Ancak Rei, karşısındaki dehşet verici manzaraya aldırmadan, odada koşmaya başlamıştı. Heyecanla odanın köşelerini keşfeden Rei’nin sesi, ortamın korkutuculuğunu biraz olsun hafifletiyordu. Diğer kızlar da onun arkasından gelerek, kirli koltuklara oturdular ve etrafa merakla baktılar.


Avery, bu anı gerçek dışı bir kabus gibi yaşarken, adamın sakin tavrı onu daha da huzursuz ediyordu. Emberheart, Avery'nin yanında durmadan, gülümseyerek kızların yanına oturdu. Gözleri, Avery’nin şok içinde kalan yüzüne bakmadan, tamamen odanın içindeki kızlara odaklandı. Avery, bu kayıtsız ve tehlikeli durum karşısında şok geçiriyordu; ne yapacağını bilemeden, sadece gözlerini devirdi ve içsel korkusunu derinleştirdi.


Kızlar, odanın köşelerinde rahatça otururken, Emberheart aralarına katıldı. Gülümsemesi, odanın karanlık atmosferine rağmen parlak ve cazipti; ancak Avery’nin gözleri, bu gülümsemenin ardındaki gerçekliği görebiliyordu.


Rei, hevesle konuşmaya başladı. "Bu yer gerçekten ilginç. Burası eski ve çürümüş ama bir şekilde kendine has bir havası var. Siz ne zamandır buradasınız?"


Emberheart, hafifçe eğilerek, Rei'ye baktı. Gözleri, yavaşça ve alaycı bir şekilde parlıyordu. "Ah, burası çok eski. Zamanın içinden geçen birçok hikaye var burada. Fakat eski olduğu halde de güzelliğini kaybetmedi."


Jonie, başını sallayarak, heyecanla konuştu. "Bu kadar uzun süredir burada olduğunuza göre, birçok sır biliyorsunuzdur. Bizimle paylaşmak ister misiniz? Bu yerin geçmişi hakkında daha fazlasını duymak isterim."


Emberheart, Jonie'nin ilgisini ve hayranlığını gördü. Yüzündeki gülümseme, daha geniş ve hafif sinirli bir ifade aldı. "Elbette, ama bazı sırlar, keşfetmeniz için bırakılmıştır. Sizi buraya getiren bir kader var mı? Bunu öğrenmek sizin için daha iyi olacak."


Avery, odanın köşesinde, korku ve endişe içinde dururken, Emberheart'ın sözlerine dikkatle kulak verdi. Kızların rahat tavırları, onun tehlikeli olduğunu anlamalarını engelliyordu. Emberheart'ın her kelimesi, onları daha da etkiliyor ve meraklarını arttırıyordu.


Rei, merakla sordu, "Kader mi? Ne demek istiyorsunuz?"


Emberheart, yavaşça başını eğdi ve gülümseyerek yanıtladı. "Her şey bir neden için olur. Burada olmak, sizin için bir keşif yolculuğu. Belki de bazı şeyler, göründüğü gibi değil."


Kızlar, onun sözlerinin etkisi altında kaldı. Yüzlerindeki heyecan, bu konuşmanın daha da devam etmesini istedi. Her biri, Emberheart'ın söyledikleriyle büyülenmiş gibiydi, ancak Avery, adamın gözlerindeki derin karanlığı ve yalanları hissedebiliyordu. Emberheart'ın konuşmalarındaki alaycı ton ve yüzündeki sahte gülümseme, Avery’nin içindeki korkuyu daha da derinleştiriyordu.


Avery, gözlerini sıktı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini Emberheart'tan ayırmadan, odanın köşesinde, tehlikenin nasıl gelişeceğini düşünerek sessiz kaldı.


Alya, Avery’nin köşede kalmış hüzünlü tavrını fark etti ve dirseğiyle onu dürttü. "Avery, her ortamda sıkıcı olduğunu biliyorum ama burada bizi kötü gösteriyorsun. Biraz eğlenceli ol kızım."


Diğer kızlar, Alya’nın alaycı sözleriyle birlikte kahkahalara boğuldular. Rei ve Jonie’nin gülüşleri, odanın karanlık köşelerinde yankılandı, bu da atmosferi biraz daha gergin hale getirdi.


Emberheart, Alya’nın sözlerine dikkatle baktı. Avery’nin yüzündeki gerginliği gözden kaçırmadı. Gözleri, soğuk ve sinsi bir şekilde parlıyordu; Avery bu bakışta keskin bir alay ve kötücüllük sezebiliyordu. Emberheart’ın yüzündeki klasik, huzur veren gülümseme, Avery’nin kalbini daha da sıkıştırıyordu. Gülümseme, bir yıkımın sadece başlangıcı gibi görünüyordu.


Avery, Alya ve diğer kızların gülüşleri arasında, Emberheart’ın alaycı bakışlarıyla daha da rahatsız oldu. Gözlerini sıkıca kapadı ve derin bir nefes aldı. İçinde yükselen korku, bu tehlikeli oyunun nasıl sona ereceğini bilmeden, karanlık odada yalnız kalmanın verdiği umutsuzlukla birleşti.


Rei, adama yaklaşarak gözlerini merakla kısarak sordu, "Peki, ya senin yaşın nedir? Genç görünüyorsun ama doktors benziyorsun, belki de tecrüben vardır."


Emberheart, Rei’nin sorusunu duyar duymaz ince bir gülümseme belirdi yüzünde. Başını hafifçe eğerek, yumuşak ama alaycı bir tonla yanıtladı: "Yaş, çoğu zaman sadece bir sayıdan ibarettir. Beni yaşım değil, deneyimlerim tanımlar. Şimdi, sizler eğleniyorsunuz, bu benim için yeterli."


Rei’nin gözleri, Emberheart’ın yanıtındaki belirsizliği çözmeye çalışarak titredi. Diğer kızlar, Emberheart’ın cevabına hemen kayıtsız kalıp sohbetlerine geri dönerken, Avery onun alaycı tavırlarını anlamaya çalışıyordu. Gözleri, Emberheart’ın her hareketinde gizli bir tehlike arıyordu.


Avery, derin bir nefes alarak cesaretini topladı ve sesini yükselterek, "Kızlar, artık gitsek mi?" dedi. Sesindeki titreme ve endişe, her cümlede daha belirgin hale geliyordu. "Burası.. gerçekten rahat hissettirmiyor."


Kızlar, Avery’nin çağrısını biraz duymazlıktan gelir gibi göründüler. Rei, Emberheart’a dönerek, "Avery hep böyle, sıkıcı ve her şeyden korkar. Seninle konuşmak çok eğlenceli, inan bize." dedi, ama sesinde gerçek bir ilgi ya da anlayış yoktu.


Emberheart, Avery’nin gözlerindeki endişeyi dikkatle izledi. Hafifçe gülümseyerek, "Siz hala burada çok eğlenceli vakit geçiriyorsunuz," dedi. "Ama eğer gitmek isterseniz, size yardımcı olmaktan memnuniyet duyarım."


Kızlar, Emberheart’ın bu açıklamasına gülerek karşılık verdi. Alya, Avery’e dönüp alaycı bir şekilde, "Hadi, oyun bozancılık yapma, eğlenmeliyiz. Burası her şeyden çok daha ilginç," dedi.


Avery’nin kalbi hızla çarpıyordu. Kızlar, Emberheart’ın karanlık atmosferini fark edemiyor gibi görünüyordu. Onun gerçek niyetlerinden habersizlerdi. Avery’nin endişesi, adım adım büyüyen bir korkuya dönüşüyordu.


O anda, Emberheart elini cebine soktu

Cebinden çıkardığı dört pembe şekeri dikkatle avucunda tuttu. Şekerler, hafifçe parlıyor ve yumuşak bir şekilde ışığı yansıtıyordu. Renkleri, neşeli bir cazibe taşıyordu ama Avery bu şekerlerin gerçekte ne anlama geldiğini biliyordu.


"Tamam," dedi Emberheart, ellerindeki şekerleri herkese göstermek için havaya kaldırarak. "Zamanı geldi." Sesinde soğuk bir titreme vardı.


Avery, şekeri gördüğünde kalbi hızla atmaya başladı. Aniden korku ve panik içinde sendeledi. "Bence gitmeliyiz," dedi, titreyen bir sesle. “Bu yer... burada çok tehlikeli olabilir.”


Alya, Avery’nin endişesini umursamadan, Emberheart’ın avuçlarındaki şekerleri dikkatle inceledi. "Çok lezzetli duruyor, şeker, değil mi?" diye gülerek sordu, diğerlerinin dikkatini çekerek.


Kızlar, Alya'nın sözleri üzerine şaşkınlıkla şekerlere baktılar. Emberheart’ın yüzündeki soğuk gülümseme, şekerlerin arkasındaki gerçek niyeti saklamaya çalışıyor gibiydi.


Rei, şekerlerden birini avuçlamak için uzandı ve "Gerçekten de şekerler tatlı görünüyor," dedi, neşeli bir şekilde. Emberheart, memnun bir ifadeyle onlara baktı.


Avery, dehşet içinde, şekerleri elinden almalarını izledi. Kalbi, her an patlayacakmış gibi atıyordu. Kızların bu tehlikeli oyunun farkında olmadığını anlamıştı, ama kendi güvenliğini sağlamak için ne yapabileceğini düşünüyordu.


Emberheart, yüzünde sahte bir üzüntü ifadesiyle, şekerleri avuçlarında tutarak dikkatlice inceledi. "Buraya gelen herkese olan özel hediyem. Tam da dört tane kalmıştı. Yemezseniz beni üzersiniz," dedi, tonunda sanki gerçekten üzülüyormuş gibi bir hava vardı.


Kızlar, Emberheart’ın sözleri üzerine kendilerini kötü hissettiler ve şekerlere yöneldiler. Alya, şekerlerden birini alırken, Rei ve Jonie de ona katıldılar.


Avery, bu anı daha fazla izleyemedi ve umutsuz bir çığlıkla araya girdi. "Yemeyin şunları!" dedi, sesi titriyordu. Kızlara endişeyle bakarak, "Görmüyor musunuz? Burası dökülüyor! Bambaşka bir yerdeyiz!" diyerek etrafı işaret etti.


Ellerini sallarcasına hareket ettirerek, terli ve korkmuş bir şekilde, "Önceki odadaki fotoğrafları görmediniz mi? Abigail'in kardeşi David de vardı!! Neden anlamıyorsunuz?" diye bağırdı.


Kızlar, Avery’nin sözlerini şaşkınlıkla dinledi ama hâlâ şekerlere odaklanmış gibiydiler. Emberheart, Avery’nin çığlığını dikkatle dinlerken, hafif bir gülümseme belirdi. Şekerleri, ellerinde sanki bir oyun parçası gibi tutuyordu.


Avery’nin panik içindeki hali, Emberheart’ın yüzündeki sahte üzüntüyü daha da vurguluyordu. Kızlar, Avery’nin korkulu bakışlarına aldırmadan, şekerlerin tatlarını merak ederek yavaşça ağzına atmaya başladılar.


Avery, umutsuzca sendeledi. Adamın elinde kalan tek şeker, Avery’nin gözleri önünde parlıyordu. Şeker, tüm odanın karanlığına karşı bir ışık gibi görünüyordu. Emberheart, hafifçe somurttu ve diğer kızlara bakarak, "Galiba arkadaşınız benden hoşlanmıyor," dedi, şekere bakarak.


Sesindeki soğukluk ve alaycılık, Avery’nin kalbini daha da sıkıştırdı. Emberheart’ın gözleri, şekerin üzerindeki parıltıyı dikkatle izliyordu. Kızlar, bir an için şekerle Avery’nin gözleri arasındaki gerilimi fark etti. Ancak, şekerin cazibesi ağır bastı ve dikkatlerini yeniden Emberheart’a çevirdiler.


Kızlardan biri, ayağa kalktı ve Avery'ye sert bir bakış attı. Yüzünde sinirli bir ifade vardı. "Eğlencemizi bozmak zorunda mısın?" diye bağırdı. Sesi, odadaki rutubetli havada yankılandı, diğerlerinin dikkatini çekti.


Emberheart, sessizce kıkırdadı ve Avery’nin üzerine sinmiş olan umutsuzluğu gözlemleyerek, kısık bir sesle konuştu, "Sanırım arkadaşınız biraz yorgun duruyor. Onu biraz rahatsız etmeyi bırakıp, sadece eğlenmeye odaklanalım."


Alya, kükreyerek adama yaklaştı, elindeki şekeri avucunda sıktı. Emberheart'ın gülümsemesi, Alya'nın bu kararlı hareketi karşısında daha da belirsizleşti. Alya, Avery'ye doğru yürüdü ve sertçe saçından tutarak şekeri onun ağzına koydu. Avery, çaresizlik içinde öksürdü, boğazı yanıyordu. Gözleri yaşlarla dolmuş, boğulacak gibi hissediyordu.


Şekeri yuttuktan sonra kendini toparlamaya çalışan Avery, hafifçe sendeledi. Alya, onun bu halini fırsat bilerek, ona güçlü bir tokat attı. Avery'nin yanağı acıyla kızardı. Alya, hiddetle konuştu, "Herkesin hayatını mahvediyorsun. İlk Abigail, şimdi de biz."


Emberheart, Alya'nın öfkesine bakarak tek kaşını kaldırarak gülümsedi, bu karışık ve tehlikeli oyunun tadını çıkarıyormuş gibi görünüyordu. Diğer kızlar ise şekerin etkisiyle gözlerinde bir sis bulutu belirmeye başlamıştı.


Kızlar, şekerin etkisiyle adeta birer deliye dönüşmüşlerdi. Alya, odanın içinde etrafında para arıyormuş gibi koşuyor, kahkahalar atıyordu. Rei, "Erkek!" diye bağırıyor, çevresindeki her şeyi erkek olarak adlandırıyordu. Jonie ise, "Ün!" diyerek, ün peşinde koşuyormuş gibi hareket ediyordu.


Avery, gözlerini sıkıca kapatıp açtığında, kendini bambaşka bir odada buldu. Oda, dar ve boş bir alandı; ortada camlarla ayrılmış başka bir bölüm vardı. İçinde garip makineler bulunuyordu, ancak Avery bunları tanıyamıyordu. Gözleri yaşla dolmuş, bu korkunç manzaranın anlamını kavramaya çalışıyordu. Kızlar neden böyle davranıyordu?


Emberheart, elini açıp parmaklarını sayarak konuştu. "İlk kız, Alya, parayı seviyor." Bir parmağını kapadı. "İkinci kız, Rei, erkek derdinde." Diğer parmağını kapadı. "Üçüncü kız, Jonie, ün istiyor." Son parmağını da kapadı. Ses tonu, hafifçe tınılan bir iğrenmeyle doluydu. "Avery.." Adam, Avery'ye bakarken, gözlerinde bir merak ışığı belirdi. Kaşlarını çattı, sanki onun için bir anlam bulmaya çalışıyordu.


"Ne yani, bana bu kızın hiç bir arzusu olmayan boş bir kabuk olduğunu mu söylüyorsun?" Emberheart, sanki kendi kendine konuşuyordu. Avery, bu sözler karşısında irkildi, tüm vücudu titredi. Emberheart’ın bu sözleri, içinde bir korku ve umutsuzluk kıvılcımı yarattı. O, bu acımasız adamın ne yapacağını, ne planladığını bilemediği için, sadece korku içinde titreyerek bekledi.


Avery, adım adım Emberheart’a yaklaşıp, cesaretini toplamaya çalıştı. Kalbi hızla çarpıyordu, adeta göğsünden fırlayacak gibiydi. Gözleri yaşla dolmuş, titreyen elleriyle yere tutunarak kendini ayakta tutmaya çalışıyordu. Emberheart’ın karanlık, soğuk ve donuk gözleri, onun içindeki korku ve umutsuzluğu derinleştiriyordu.


Adam, ellerini arkasında kavuşturmuş, çıldırmış üç kızı izliyordu. Alya, paraya ulaşmaya çalışırken gözleri irileşmiş, paraları eline geçirememenin öfkesini içinde taşıyordu. Rei, kendi kendine erkeklerle ilgili konuşuyor, gözleri her yeni objeyi bir erkek olarak değerlendirmeye başlamıştı. Jonie ise, etrafında dönerken sürekli olarak ün ve tanınma peşinde koşuyor, adeta görünmeyen bir kalabalığın alkışlarına kapılmış gibiydi.


Odanın kokusu bozulmuş etler ve yosunlarla doluydu. Eski ve rutubetli duvarlar, yer yer dökülmüş ve kararmıştı. Sinekler, tavanda ve köşelerde cirit atıyor, ortamın iğrençliğini daha da artırıyordu. Avery, burnunu kapatarak bu kötü kokudan kaçınmaya çalıştı ama şekerlerin etkisiyle odanın içinde yankılanan gülüşler, sesleri ve delirmenin getirdiği kaos, onun korkusunu daha da derinleştiriyordu.


Gözyaşları, Avery’nin gözlerinden süzülürken, korku içinde titriyor ve kelimeler boğazında düğümleniyordu. Sonunda cesaretini topladı ve, “Onlara ne yaptın!” diye bağırdı. Sesi, odanın karanlık köşelerine yayıldı, ama Emberheart, bu çığlığa hiç aldırmadan, dikkatini kızlardan ayırmadı.


Adamın soğuk bakışları, Avery'nin içindeki korkunun ve çaresizliğin üzerine daha fazla baskı yapıyordu. Gözleri, Emberheart’ın yüzünde yalnızca bir eğlence aracı olarak gördüğü bu durumu anlamaya çalışıyordu. Elleri arkasında birleşmiş, kasvetli bir duruş sergileyen Emberheart, adeta Avery’nin içindeki umudu yok etmek için var olmuş gibiydi.


Avery, çığlığının ve ağlamasının ne kadar anlamsız olduğunu biliyordu. Her bir kelime, adeta karanlık bir kuyuya atılmış gibi, Emberheart’ın ilgisini çekmiyordu. O, bir yanda kıvranan ve gerçeklikten kopmuş üç kızı izlerken, Avery’nin ümitsizliği ve çaresizliği sadece onun daha fazla eğlenmesi için bir bahaneydi. Avery, gözlerinin karardığını hissetti, kalbi ve ruhu adeta bir darbe almış gibi hissediyordu. Emberheart’ın acımasız gülümsemesi, onun tüm dünyasını sarsarak, umudunu tüketiyordu.

Avery, gözyaşları içinde adama yaklaşıp, onun yakasını sıkıca tuttu. Kalbi küt küt atıyor, nefesi boğazında düğümlenmişti. Emberheart’ın donuk ve umursamaz bakışları, Avery’nin içinde biriken korku ve çaresizliği daha da derinleştiriyordu. Adamın gözleri, Avery’nin bu acıklı hali karşısında hiçbir değişiklik göstermeden, soğuk ve sabırlı bir şekilde parlıyordu.


“Onlara ne yaptın, dedim!!” Avery’nin sesi titriyordu, elleriyle adamın yakasını sarsarak, kendini ve diğerlerini kurtarmak için son bir çaba sarf ediyordu. Ancak, sarsılan sadece Avery’nin duygularıydı. Emberheart’ın duruşunda en küçük bir değişiklik bile olmamıştı. Gözyaşları, Avery’nin yüzünden düşüyor, tüylerini diken diken eden bir sessizlik ortamı oluşturuyordu.


Avery, kendini toparlamaya çalışarak, acı içinde fısıldadı. “Benden ne istiyorsun…?” Kelimeler, dudaklarından zorla çıkıyordu, umutsuzluk ve çaresizlik içinde boğulmuştu.


Emberheart, Avery’nin bu sözlerini duyduğunda tek kaşını kaldırdı. Yüzünde bir tiksinti ifadesi belirdi, adeta Avery’nin varlığını küçümseyen bir bakışla ona baktı. Avery’nin ellerini, soğuk ve metalik bir dokunuşla, yakasından ayırdı.


“Ne mi istiyorum?” Emberheart, soğuk ve keskin bir ses tonuyla konuştu. “Senin gibi bir şey, benim zerremde bile değil.” Adamın sesindeki acımasızlık, Avery’nin içinde daha da derin bir boşluk yaratıyordu. Emberheart’ın bu sözleri, onun tüm umutlarını ve cesaretini silip süpürmüş, içindeki koca bir boşluk bırakmıştı. Avery, çaresizliğin ve umutsuzluğun en derin noktasında kalmış, adeta ruhunun tüm enerjisini tüketmişti.


Avery, gözleri yaşla dolu, adama dönüp çaresizlikle bağırdı. “Neler oluyor—onlara ne yapıyorsun?” Sesi, korku ve öfkeyle titriyordu. Emberheart, sanki Avery’nin varlığını umursamıyormuş gibi, ellerini arkasında birleştirip soğukkanlılıkla duruyordu.


Kızlar, birer birer makinaların olduğu cam odaya girmeye başladılar. Hâlâ şekerin etkisindeymiş gibi görünüyorlardı, adeta bilinçsiz bir şekilde hareket ediyorlardı. Avery, onların her adımını izleyerek, odanın içine girmelerini korkuyla izledi.


Cam kapılar, Emberheart’ın bir parmak çıtlatmasıyla aniden kapandı. Kapıların kapanma sesi, Avery’nin kalbini sıkıştırdı, adeta ona kasvetli bir sonun sinyallerini verdi. Kızlar, cam odanın içindeki makineleri fark ettiklerinde, bir rüyadan uyanmış gibi paniklediler. Çığlıklar ve korku dolu bağırışlar yükseldi. Sesleri, Avery’nin kulaklarında bir çığ gibi patladı, her biri onun içindeki korkuyu daha da derinleştirdi.


Avery, gözlerini adama çevirdi. “Neler oluyor! Çıkar onları!” diye bağırdı, sesi artık yalvaran bir tonla titriyordu. Kalbi, adeta boğazında patlayacak gibi atıyor, her şey hızla kontrolden çıkıyordu. Emberheart, Avery’nin bu acıklı haline karşılık sadece soğuk bir gülümseme takındı, gözleri hâlâ umursamaz bir şekilde parlıyordu. Avery, cam kapıların ardında kızların korku içindeki halleriyle baş başa kalmıştı, çaresizlik içinde çırpınıyordu.


Bir anda, makinalardan çıkan gaz, odanın içinde ince bir bulut oluşturmaya başladı. Avery, paniğe kapılmış bir şekilde kapalı cama koştu ve kırmak için yumruğunu vurmaya başladı. Her vuruşu, odanın içindeki sessizliği daha da rahatsız edici bir hale getiriyordu. Gaz, beyaz bir örtü gibi her şeyi sarhoş ederken, Avery'nin kalbi hızla atıyor, göğsü titriyordu.


Kızların çığlıkları, aniden odanın her köşesini doldurdu. Avery, Jonie'ye baktığında, ilk başta onun derisinin kızardığını gördü. Ancak, derisi sadece kızarmıyordu; adeta eriyordu. Jonie'nin derisi, sıcak bir mum gibi yavaş yavaş akıyor, etrafındaki kasvetli aydınlıkta ince ince dökülüyordu. Avery'nin gözleri bu sahneyi kavrayamadı, dehşet içinde çığlık attı.


Yumruğunu cama sertçe vurarak, camın kırılmasını umuyordu. Yumruğundan akan kanlar, titreyen ellerinin kenarlarına damladı. Camın sert yüzeyine karşı vuruşları, ona sadece acı getirdi. Kızların çığlıkları, odanın içindeki her bir köşeyi işgal ederken, Avery'nin gözleri bu iğrenç manzarayı görmekten kaçınamadı. Jonie'nin derisi tamamen eridi, etleri çıplak kemiklere dönüştü. Avery, bu vahşet karşısında daha fazla dayanamadı. Çığlıkları, odanın dört bir yanını kaplayan acı dolu yankılarla birleşti.


Rei'nin, cam odanın karşısında, Avery'nin tam önünde olduğunu fark etti. Avery'nin gözleri, Rei'nin derisinin erimesini ve kemiklerinin açığa çıkmasını ürkerek izledi. Rei'nin gözü, gözyaşları gibi yere düştü. Avery'nin çığlığı bitmedi. Rei'nin ağzı eridi, dişleri düştü. Diğer kızların kemikleri, etlerin ve organların altından görünmeye başladı. Avery'nin çığlıkları, odanın duvarlarına çarpan sarsıcı bir yankı gibi yayıldı.


Avery, kendini kontrol edemez hale geldi. Yere yığıldı, gözlerini kaçırarak dehşet içinde titredi. Cam oda, kan, et ve organ dolu bir cehennem gibi görünüyordu. Avery, mide bulantısı içinde öğürdü, acıyla çığlık atıyordu. Canı, bu kâbusu yaşarken ağır bir acı hissediyordu. Kızların çığlıkları, şiddetli bir şekilde odanın içinde yankılanmaya devam etti.


Gaz en sonunda bittiğinde, Avery, dehşet içinde cam odaya baktı. Kızların bedenleri, et ve organlarla dolmuş, geriye sadece kemiklerin bazı kısımları kalmıştı. Avery'nin çığlıkları, artık duyulmaz bir hıçkırığa dönüştü. Eliyle gözlerini kapadı, titreyerek. Bu kabustan uyanmak istiyordu. Üç kız, onun önünde, canlı canlı erimişti. Avery, bu travmanın etkisinden kurtulamadı, her şey onun gözleri önünde parçalanmış ve yok olmuştu.


Avery, yerde sürünerek, sırtını duvara yasladı. Elleriyle yüzünü kapatmaya çalıştı, ama bu sadece acısını daha da derinleştirdi. Hıçkırarak ağlıyordu, kalbi göğsünde çırpınıyor gibiydi. Ellerinden kanlar oluk oluk akıyor, bu kanlar yüzüne ve saçına bulaşıyordu. Her nefes alış verişi düzensiz ve zorlama gibiydi; derin bir nefes almak neredeyse imkansızdı.


Kan, duvarın kenarında birikiyordu, Avery'nin titreyen vücudu üzerine damlıyordu. Her hıçkırık, acısını daha da büyütüyordu. Kalp krizi geçiriyor gibi hissetti. Gözlerinden yaşlar akarken, kafası dönüyordu ve etrafındaki her şey bulanıklaşıyordu. Kızların çığlıkları, hala kulaklarında yankılanıyordu, bu vahşet dolu görüntü her an gözlerinin önündeydi.


Avery'nin nefes alış verişleri daha da hızlandı, göğsü inip çıkıyordu, ama bu hareketler yeterince derin ve düzenli değildi. Vücudu, yaşadığı travmanın etkisiyle sarsılıyordu. Kanlı elleriyle yüzünü kapatmaya devam etti, ama artık gözyaşları ve kan birbirine karışmıştı. Her şey üst üste biniyor, acı ve korku içinde kayboluyordu.


☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾  ☽☾ 

Avery, odanın köşesinde otururken, kaç saattir aynı pozisyonda kaldığını anlamakta güçlük çekiyordu. Gözleri kapanmış, yüzünü kanlı elleriyle kapamıştı. Nefes alış verişleri çok sessizdi, ama kalbi hâlâ yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Kan akışı yavaşlamıştı, ama göz yaşları sessizce dökülmeye devam etti. Adam odada değildi; Avery, ne zamandır yalnız olduğunu ya da kızların eriyen bedenlerinin hala burada olup olmadığını bilmiyordu.


Her şey gerçek mi, yoksa bir yalan mıydı? Bu düşünceler kafasında dolanıyordu. Saçı dağılmış, üstü kan ve ter içinde kalmıştı. Gözlerini açıp bakmaya cesaret edemiyordu. Odanın karanlığı, gözyaşlarının ve kanın yarattığı kargaşanın içinde, her şey bulanık ve anlamsız hale gelmişti. Avery'nin zihni, bu dehşet verici gerçeklikten kaçmanın yolunu bulamıyordu, sadece çaresizce titreyerek ve ağlayarak bu kabusun içinde kaybolmuştu.


Kapı, ağır bir gıcırtı ile açıldığında, Avery hiçbir tepki vermedi. Uyuşmuş ve tamamen tükenmiş haldeydi. O an, odadaki sessizlik ve dehşet, üzerine çökmüş gibi görünüyordu.


Adam içeri girdi, gözleri erimiş bedenleri taradı. Bir an durakladı, ardından elindeki deftere not aldı. "Düşündüğümden daha kısa sürdü," dedi, sesi soğuk ve kesin bir şekilde yankılandı. Avery'i fark ettiğinde, tek kaşını kaldırarak ona bakıp, umursamaz bir sesle sordu, "Hâlâ burada mısın?"


Adamın sesi, uzaklardan gelen dalgalar gibi Avery'nin kulağına ulaşıyordu, ama ne tepki verdi ne de cevap verdi. Gözleri, tamamen boş ve korkunç bir boşluk içinde donmuş, sanki varlık ve yokluk arasında bir yerde asılı kalmış gibiydi.


Adam, Avery'nin verdiği tepkisizlikten memnuniyetsiz bir şekilde sinirli bir nefes verdi. Kızın yere çöküp bacaklarını kendine çekmiş, korkudan titreyen bedeniyle alay eder gibi gözlerini devirdi. Avery'nin sessizliği ve çaresizliği onu daha da rahatsız ediyordu.


Adam, cam odanın kapısını açtı ve içeri girdi. Soğuk bir tavırla, etrafa bakarken konuştu. "Eğer deneğim olmak istiyorsan, senin gibi sıkıcı denekler ilgimi çekmiyor," dedi, sesinde bir miktar küçümseme vardı.


Kızların organlarını ve kemiklerini toplarken, Avery'nin gözleri, ne olduğunu anlamadan sadece boş bir şekilde odanın köşesine bakıyordu. Adam, işini bitirirken Avery'yi umursamadan, gergin ve acımasız bir şekilde hareket ediyordu.


Adam, organ ve kemikleri bir torbaya koyduktan sonra, gözleri Avery'ye kaydı. Sakin ama keskin adımlarla onun yanına yürüdü. Avery, yerden kafasını kaldırmadı, sadece bacaklarını çekmişti.


Adam, başında durdu ve onu inceleyerek, soğuk bir şekilde konuştu. "Eğer bir seçim yapmazsan, kararını ben vereceğim."


Sesi, adeta bir yargıç gibi ağır ve etkileyiciydi. Avery’nin gözleri, elindeki torbaya ve etrafa baktı, ama bir tepki veremedi. Sanki gözünde ki ışık gitmişti. Adamın gölgesi, duvara düşerken, Avery’nin içindeki korku ve umutsuzluk daha da derinleşti.


Adam, iç çekerek Avery’nin kanlı kolunu tuttu ve çekti. Avery, bu sert hareketle dizlerinin üstüne düştü, sanki vücudundaki tüm irade ve güç çekilmiş gibi görünüyordu. Adam, Avery’nin hareketsiz kaldığını görünce, sabırsızca konuştu:


“Senin için zamanım yok. Ayağa kalk."


Sesi, bir emri yerine getirmeye zorlayan bir ton taşıyordu. Avery, gözyaşları ve kan içinde, cesaretini toplamakta zorlanarak, ağır adımlarla doğrulmaya çalıştı. Adamın soğuk bakışları, onu daha da küçültüyor ve daha fazla korku yaratıyordu.


Avery’nin gözleri, adeta boş ve donmuş bir ifadeyle, hiçbir şey hissetmiyormuş gibi bakıyordu. Yüzünde hiç bir tepki yoktu. Adam, kızı süzerek bu manzarayı izledi. Avery, bir adım atmaya çalıştı, ama yeniden yere yığıldı. Adam, sabırsız ve öfkeli bir şekilde sessizce bir küfür mırıldandı. Ve odadan çıktı.


Odanın kapısı tekrar açıldı ve adam, elinde tekerlekli sandalye ile geri döndü. Sandalyeyi Avery'nin önüne sürerken, ona yaklaştı ve kızı sertçe tutarak sandalyeye oturttu. Avery, bir oyuncak bebek gibi, başı yana düşmüş ve tamamen boş bir şekilde sandalyeye oturdu. Adam, bu durumu umursamadan, başını hafifçe eğerek kıza baktı, gözleri soğuk ve kayıtsızdı.


Adam, Avery'nin bozuk ve umursamaz hâline bakarak soğuk bir ses tonuyla konuştu:


"Senin gibilere dokunmak midemi bulandırıyor. Ama seni buradan çıkarmak zorundayım. Biraz bekle."


Avery, bu sözleri işitmesine rağmen, gözlerini bile kıpırdatmadan boş bir şekilde sandalyede oturdu. Adam, derin bir nefes aldıktan sonra tekerlekli sandalyeyi hareket ettirmeye başladı.


Kız, ne kadar süre tekerlekli sandalyede kaldığını bilmiyordu ama bir süre sonra zar zor ağzını açıp sordu. "Neden?" Diye fısıldadı.


Adam, Avery'nin bu zayıf fısıldayan sesi duyduğunda bir an duraksadı. Yavaşça dönüp kıza baktı. Gözlerinde, soğuk bir merak ve gizem vardı.


"Neden mi?" diye tekrar sordu, sesinde alaycı bir ton vardı. "Çünkü benim deneylerim, sadece benim anlayabileceğim şeyler. Senin gibilerz vereceğim nedenleri anlayamazlar."


Adam, yine hareket etmeye başlayarak, Avery'yi dikkatle inceledi. "Sana nedenini anlatmam gerekirse, cidden zorunda değilim."


Adam, son bir kez Avery'nin gözlerine bakarak, soğuk bir şekilde ona baktı. "Şanslısın, senin gibi işe yaramayan insanlarla ilgilenmiyorum."


Avery, çığlık çığlığa ağlayarak sandalyeden kurtulmaya çalıştı. Kollarını çırpıyor, bacaklarını sarsıyordu. Adam, sinirle iç geçirdi ve Avery'yi sandalyeye sıkıca bağladı. Avery'nin saçları önüne düşmüş, yüzü kan ve yaşlarla ıslanmıştı.


Avery, gözyaşları arasında boğulurken, "Onları öldürdün!!! Onları yaktın!!!" diye bağırdı. Sesindeki acı ve öfke, her kelimenin içinde yankılanıyordu.


Adam, sabırla Avery'yi izledi. "Evet," dedi soğuk bir sesle, "Ve bunun bir amacı var. Korku, acı, her şey bir sınav. Güçlü olanlar, bu dünyada hayatta kalacak."


Avery'nin gözyaşları, saçlarının arasından süzülürken, Adam'ın yüzünde tiksinti dolu bir gülümseme belirdi. "Bir gün, belki sen de bunu anlayacaksın," dedi. "Ama şimdi..." Hareket etmeyi kesti. Avery'i, bir aynanın önüne bıraktı. Onun saçını arkadan çekti ve yüzlerini aynada görmesini sağladı. "Bunun için daha çok zayıfsın."


Adam, kızın şakağına vurdu ve Avery, son sözlerini duydu.


"İyi uykular." Dedi adam. Kızın gözleri karardı. Her yer duman oldu...

 

Loading...
0%