@avery_fonce
|
Albert Krallığı kurulurken, bu krallığın temelleri dört güçlü ailenin yardımıyla atılmıştı. O zamanların Kralı I. Albert, bu dört aileyi ödüllendirmek için onlara geniş topraklar bağışlamış ve krallığı dört bölgeye ayırmıştı. Bu dört bölge, yıllar içinde "Dört Büyük Dükalık" olarak anılmaya başlamıştı.
‧͙⁺˚*・༓☾ ☽༓・*˚⁺
İşin garip yanı ise, bu dört dükalık Albert Krallığı'nın vücut bulmuş halleriydi. Bir dükalık iyiliği savunurken, bir diğeri güzelliği temsil ediyordu. Bir başka dükalık bilimi ve ilimi yüceltirken, son dükalık şeytanın satranç tahtasıydı.
Fónce Dükalığı.
Kötülüğü temsil eden bu dükalık, zalimliğin ve karanlığın yuvasıydı. Fónce Dükalığı'nda yaşayan hiç kimse iyi değildi; hepsi kötülük için yaratılmıştı. Bu dükalıkta işlenen suçların sayısı o kadar çoktu ki, dört büyük aileden biri oldukları için her türlü suçları örtbas ediliyordu. Taciz, tecavüz, yasadışı büyü, cinayet, şiddet, işkence, vahşi hayvan besleme, hırsızlık, hakaret, soygun, kölelik, vergi kaçakçılığı... Bilinmeyen suçların, kana susamış varislerin ve çocuklarına gram sevgi göstermeyen bir babanın hüküm sürdüğü bu dükalık, karanlığın derinliklerinde yaşıyordu. Evet, benim babam şu anki Fónce Dük'ü.
Benim babam, sadece tahtını korumak için her şeyi bir oyun olarak gören bir canavardı. Beş karısı ve dokuz çocuğu vardı, hepsi de onun gibi acımasız, vahşi, kalpsiz ve duygusuzdu. O adam, asla ama asla çocuklarını düşünmemiş, sadece kendi ününü korumaya çalışmış biriydi. Hayatımdan beklediğim sevgiyi bana vermemiş, beni harcamıştı. Bana hep "Onlara layık bir Fónce olmadığımı" söylerdi.
Kardeş diyorum ama aramızdaki tek bağ, babamızın kanıydı.
Fónce Dükalığı'nın diğer üç dükalıktan birkaç önemli farkı vardı. Bu farklardan biri, Fónce varislerine çok küçük yaşta başlayan ve uzun yıllar süren eğitimleriydi. Bu eğitimler, "nasıl oturulup kalkılır" ya da "nasıl çatal bıçak kullanılır" gibi şeylerle alakalı değildi. Bu eğitimlerde "nasıl savaşılır, nasıl zehirli hayvanlar eğitilir, nasıl katliam yapılır" gibi korkunç bilgiler öğretilirdi. Bu eğitimler hem zor hem de vahşiceydi. Baştan sona kadar bu eğitimleri sevmemiştim. Ama sesli bir şekilde bu eğitimlere karşı çıksaydım, sonum ikizim gibi olurdu. Evet, bir ikizim vardı ve o bu eğitimlere karşı çıktığı için ailemizin gelecek Dük'ü - en büyük abim, yani babamdan sonra Fónce'un Dük'ü olacak kişi - ikizimi benim ve annemin önünde bir darbe ile öldürmüştü. İkizim benden çok farklı biriydi. Cesur ve mutluydu. Benim gibi pısırık değildi. O harikaydı.
*ₓ˚. ୭ ˚○◦˚.˚◦○˚ ୧ .˚ₓ
Eski yatağıma doğru ilerledim ve kendimi tozlu, yıpranmış yatağa attım. Vücudum yorgunluktan bitap düşmüştü ve her şeyden pes etmek istiyordum. İşe yaramazlığım yüzünden bu eski kuleye sürgün edilmiştim ve asla çıkamıyordum. Güneşi o kadar özlemiştim ki, görsem deliler gibi çığlık atacağımı biliyordum.
Ve elimden hiçbir şey gelmiyordu. Geçmişte asla karşı çıkmamıştım, sürgün kararım verildiğinde ise sadece bakmıştım. Belki biraz karşı çıksaydım, bir şeyler olur muydu? Bu hayatı yaşar mıydım?
Yana doğru döndüm. Derin bir nefes aldım. Eğer eskiden sahip olduğum bilgileri korkusuzca kullansaydım şu an nerede olurdum? Belki de acımasız bir Fónce olurdum? Ya da Fónce'u kendi elimle yok etmiş ve huzurlu bir şekilde yaşıyor olurdum.
Ellerime baktım. Kurumuş, çatlamış ve solmuş ellerime. Ve ardından buraya ilk geldiğim gün babamın bana verdiği bıçağa.
"Kendini öldürürsen her şey daha iyi olacaktır. Sonuçta annen gibi işe yaramazsın."
Bileğimden akan kan, bilincimi bulandırıyor, nefes almamı zorlaştırıyordu. Dünya gitgide kararıyordu. Herkes ölürken anılarını göreceğini söylerdi. Ama ne bir anı görüyordum ne de beni mutlu edecek bir şey. Kendi yalnızlığımda ölüyordum ve boşluğa düşüp duruyordum.
Belki, en azından sadece bir kez... Bir kez "Seni seviyorum" deseydi, böyle olur muydu sonum?
Genç hanım, bileğindeki kesik yatağı kan gölüne çevirirken gözlerini yumdu... |
0% |