Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm: Yeniden Canlanış

@avery_fonce

Karanlıkta uçuyor gibi hissediyorum. Sanki bedenim havada süzülüyor, tekrar tekrar yere düşüp yine süzülüyor. Bir sonsuzlukta hapsedilmiş gibiyim. Ayak sesleri, konuşmalar, fısıltılar... Hepsini duyuyorum.

 

Karanlıkta olduğum halde kapalı gözlerimde ışığı hissettim. Gözlerimi açmak istemiyordum, göreceğim şey beni o kadar korkutuyordu ki sonsuza kadar bu karanlıkta kalabilirdim.

 

"Ah.. çocuk, uyan artık."

 

Dur, ne?

 

Gözlerimi yavaşça açtım. Pespembe bir odadaydım. Etraf pembe tonları ve altın rengiyle harmanlanmıştı. Kocaman penceremden sarı sarı Güneş ışıkları süzülüyor, odayı aydınlatıyordu. Yerde her yeri kaplayan pembe desenli bir halı vardı. Küçük, narin pembe/beyaz oyuncak evler, oyuncak ayılar, çiçekler odayı süslüyor, göz acıtacak kadar parlak kılıyordu.

 

Kafamı çevirdim ve olduğum yatağa baktım. Pembe ve beyaz çarşaflardan oluşuyor, yumuşacık yastıklarla donatılmıştı. Penceremin orada bana sinir ve kibirle bakan korkunç bir hizmetçi duruyordu. Bu hizmetçiyi tanıyordum. Küçüklüğümde, benden sorumlu olan hizmetçi buydu.

 

Hafifçe ayağa kalktım. Yataktan inmek benim için çok zor oldu. Nedense yatak çok büyüktü, hatta her şey çok büyüktü. Ellerimi kaldırıp yüzümü kaplayan saçları çekmeye çalıştım. Bir an olduğum yerde kalakaldım. Bunun gerçekliği beni korkuttu. Ellerim küçücüktü. Aynı 10 yaşındaki bir çocuk gibiydiler. Bu odayı biliyordum, benim küçükken kullandığım odaydı. Hemen kocaman altın aynaya koştum. Kendimi görmem lazımdı.

 

İpek gibi beyaz saçlarım, yakut gibi parlayan kıpkırmızı gözlerim ve soluk tenim birbiriyle ne kadar tezat olsa da bir o kadar da güzel gözüküyordu ki ben bile kendimi tanıyamamıştım. Küçük tatlı bedenim bir çocuğa ait olsa da genç bir Hanımı andırıyor, biri beni görse, sanki bir oyuncak bebeğe bakıyor gibi hissederdi muhtemelen.

 

Çünkü ben öyle hissediyordum.

 

Bu benim küçüklüğümdü. En son küçükken bu kadar güzel olduğumu hatırlıyordum. O kuleye sürgün edildikten sonra dalgalı saçım sertleşmiş, güzelim rengini soluk, cansız bir gri almış, gözlerim ise parlaklığını yitirmişti. Tenim hakkında konuşmaya hiç gerek yok.

 

Ama şu an düşünebileceğimden daha güzeldim. Uzun parlak ve beyaz kirpiklerim adeta kırmızı gözümle dans ediyor, saçlarım geceliğimle şarkı söylüyordu.

 

Aman Tanrım, ne oldu bana?

 

Ve kocaman bir çığlık attım.

✧・゚: *✧・゚:*    *:・゚✧*:・゚✧

 

"Hey, duydun mu?"

 

"Neyi?"

 

"Küçük Hanım Avery, haftalardır kütüphaneden çıkmıyor. Neredeyse 1 ay oldu."

 

"Bunda ne sorun var ki?"

 

"Sorun kitap okuması değil. Sorun okuduğu kitaplar."

 

"Ee, nasıl kitaplar okuyormuş?"

 

"Geçmişe dönmekle, yeniden canlanmakla ilgili kitaplar. Genç bir Hanım böyle kitaplar okumamalı. Kimse böyle şeyler okuyan bir Hanımla evlenmek istemez. Evlenemezse Fónce'u hayal kırıklığına uğratır."

 

"Ah.. Tanrı bizimle olsun ve Leydiye asıl görevini hatırlatsın..."

 

✧・゚: *✧・゚:*    *:・゚✧*:・゚✧

 

Avery Fónce, 10 yaşındaki bedenine döndüğünden beri kendini kütüphaneye kapatmış, olduğu durumla ilgili araştırmalar yapmıştı. Ve sonunda kütüphaneden çıkmaya karar vermişti. Ama onu gören tüm hizmetçiler onun değiştiğini...

 

Sanki gerçek bir Leydi olduğunu düşünmüştü.

 

Binada dedikodular çoğaldıkça çoğalıyor, Küçük Hanımın delirdiğini söyleyenler artıyordu.

 

✧・゚: *✧・゚:*    *:・゚✧*:・゚✧

 

"Hanımım, çayınızı getirdim..."

 

"Gel."

 

Ürkek hizmetçi odaya bir tepsiyle çay bardağı, çay ve küçük atıştırmalıklar getirmişti.

 

"Çıkabilirsin."

 

Hizmetçi kafasını sallayarak odadan çıktı. Avery odada yalnız olduğunu kararlaştırınca bir düzine defter, kalem ve not çıkardı.

 

Bu notlar onun hedefinin planıydı.

 

"Şimdi... Bir düşünelim. 3 ay önce 10. yaşıma geri döndüm ve bu ne kitaplarda ne de herhangi bir yerde mantıklı karşılanıyor. Ayrıca bu kitaplarda geçmişe dönmekle ilgili soruların "Büyücülere" sorulması gerektiği yazıyor. Yani şu an elim kolum bağlı. Bu yaşımda herhangi bir Büyücüyle iletişim kuramam ve bu demek oluyor ki geçmişe dönmemle ilgili sorular biraz beklemeli..."

 

Defterleri ve notları dengeli bir şekilde sıraya koydum. Hepsini teker teker göz atmam ve planı değerlendirmem lazımdı.

 

Burada ki en büyük sorun, benim geleceği ve sonumun nasıl biteceğini bilmemdi.

 

Ve burada ki iyi şey ise, geleceğimi ve sonumu bildiğim için bunu değiştirebileceğimdi.

 

Eğer doğru hatırlıyorsam bundan 1 yıl sonra en büyük abim bir görevden gelecek ve babamla konuşacak. Bu konuşmada benim ismim geçecek ve beni kuleye sürgün edilme fikri ortaya koyulacak.

 

Bu demek oluyor ki geleceği değiştirmem için 1 yılım var. 1 yıl içinde geleceği değiştirmeli, babamın gözüne girmeli ve sonra gerisini düşünmeliyim. Ama babamın gözüne girmek kolay değil. Babamla ayrı saraylarda yaşıyoruz. Babamın olduğu sarayda en iyi çocukları, askerleri, hizmetçileri ve onun adamları vardı. Ve benim olduğum sarayda ise sadece Annem ve ben varım. Peki birbirimize bu kadar uzakken nasıl onun gözüne girecektim?

 

Tabii ki de dedikodularla.

 

Hizmetçiler sarayın içinde yaşayan canlı hayaletler gibi. Herkes ne yapıyor ne ediyor biliyorlar ve bunu kendi aralarında dedikoduya çeviriyor, bu dedikoduları dinliyenler başkalarına anlatıyor, ve evin en yüksek rütbeli kişisine kadar gidiyor. Tek yapmam gereken şey ise iyi bir dedikodu bulmak.

 

Peki onu nasıl yapacağım?

 

Bu kolay değildi . Ama geleceğimi ve gelecekte olacak şeyleri bildiğim için bunları kullanabilirdim. Bunun üzerine geçmiş ve şimdiki bilgilerimle geleceğimin ilk 8 yıllık planını oluşturdum.

 

Benim olduğum sarayda harika yetenekli askerler olmasa da askerler vardı. Bu askerler her gün akşama kadar arka bahçede idman yapıyorlar. Şu an öğlen olduğundan hâlâ idmanda olmalılar.

 

O askerlerin içinde ileride harika bir komutan olacak biri var. Şu an 15 yaşında. Benim amacım onu kendime saklamak. Eğer yanımda onun gibi iyi bir asker olursa olası bir durumda babam - belki kardeşlerim - beni öldürmeye çalışırsa beni koruyacak biri olacaktı.

 

Küçükken sessizce sadece idmanları izlediğim için bir kaç şeyde biliyordum. Bu bilgiler gelecekte öğrenilecekti, ve ben ise şimdiden biliyorum. Bu bilgileri onlara erkenden öğretebilirdim. Ayrıca şu an vücudum sağlıklı. Bana hâlâ iyi bakılıyor.

 

Planımı yine gözden geçirdim. İyice her şeyi yerine oturttuktan sonra bahçeye çıkmak için hazırlandım. Bahçeye gitmeden önce 3 sepet aldım. İçini tatlılarla süsledim. Taşımak için bir hizmetçi çağırdım.

 

Bahçeye çıktığımda, ilk işim gölgelik bir yer aramak oldu. Güzel, yaşlı bir ağacın gölgesine geçtiğimde, sepetleri yere bıraktırdım ve aradığım kişiyi gözlerimle taramaya başladım.

 

Ve oradaydı.

 

Erick Kabbel, 15 yaşındaki genç bir şövalye. Saçları sararmış ve terle sırılsıklam olmuştu, mavi gözleri ise hem heyecan hem de yorgunlukla parlıyordu. Şu an, elindeki kılıçla yaptığı hareketler, neredeyse komik bir şekilde hatalıydı. Kılıcı savuruşu, duruşu, hatta kılıcı tutma şekli bile yetersizdi. Bu gerçekten o muydu diye düşünmeden edemedim.

 

"Erick!" diye seslendi biri, sesi bahçenin geniş alanında yankılandı. "Sonra biraz benimle idman yapar mısın?"

 

Erick, ter içinde kalmış yüzüyle hızla diğer şövalyeye doğru yürüdü. "Ah, tabii! Hemen geliyorum!" dedi, yüzünde belirsiz bir umut ifadesiyle.

 

Kendimi biraz abartarak, yüksek sesle konuştum. "Böyle beceriksiz şövalyeler ile aynı binada yaşadığım için utanıyorum." Sesim herkesin dikkatini çekti ve bakışlar üzerimde toplandı. Herkes, onlardan on kat küçük bir kızın böyle konuşmasını şaşkınlıkla izliyordu.

 

Erick, gergin bir şekilde başını eğdi. "Ah, Hanımım, bana mı dediniz?"

 

"Evet sana dedim," dedim sert bir tonla. "O kılıç tutma da ne? Daha kılıcı doğru düzgün bir şekilde tutamayan biri nasıl Fónce'u koruyacak? Bana bunun güvencesini verebilecek misin?"

 

Erick, şaşkın ve üzgün bir şekilde kalakaldı. "Özür dilerim-"

 

"Dileme," dedim keskin bir şekilde. Şaşkın bakışlar arasında, herkesin ağzı açık kaldı. Bu, Hanımlarının daha önce böyle bir davranış sergilemediği bir durumdu. Bu anı herkes hafızasına kazıyordu.

 

"Kollar ve başlar yukarı. Bir ayağın arkaya diğeri de çok öne olmayacak şekilde öne. Sırtın dik, ellerin sıkı." dedim, talimatlarımı net ve kesin bir şekilde ilettim.

 

"Anlamadım Leydim..?" Erick, kafası karışmış bir şekilde sordu.

 

"Dediğimi duymadın mı? Dediklerimi yap. Hatta hepiniz yapın. Hepinizin kılıç sanatında hatalar var. Ben sizin Hanımınızım. Bu zamana kadar sizinle ilgilenemedim. Bunun için özür dilerim ve şimdi ise sorumluluğumu yerine getirme vakti."

 

Klasik bir soylu kadın olarak, halktan biri önünde eğilmek, kendini küçültmek anlamına gelirdi. Ancak bu şövalyelerin ve benim de desteğe ihtiyacım vardı. Onların yeteneklerini geliştirmek, bana bir avantaj sağlayacaktı.

 

"Ben elimden geldiğince sizi çalıştıracağım. Ama lütfen siz de dediklerimi yapın ve sözümü ikiletmeyin. Size emanetim sonuçta."

 

Gülümsedim, bu durumun hem onlara hem de bana fayda sağlayacağını biliyordum. Tüm askerler bir an için sessizliğe büründü, havada gerilim hissettim.

 

Tam bu sırada, bir asker önümde eğildi, ardından diğeri eğildi, ve hepsi teker teker eğilmeye başladı. Yaklaşık 50 asker, önümde diz çökerek eğilmişti.

 

"Lütfen bizi eğitin Hanımım!" dediler hep bir ağızdan, seslerinde samimi bir istek vardı.

 

Bu an, benim için bir dönüm noktasıydı. Her şey planladığım gibi gidiyordu, ve artık hedefime bir adım daha yaklaşmıştım.

 

Loading...
0%