Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1 - Geçmişten Bir Kuple (1)

@ay_yonar

'Hayat koşmayı bırakıp yürüyenlere acımaz' derler. Yolun ortasında yorulursunuz, pes etmenin sınırına gelirsiniz ama bir şekilde devam etmek zorunda kalırsınız. Eğer durursanız ve yürümeye devam ederseniz hep kaybeden olursunuz.


Okuduğum bir kitapta büyükbabası küçük bir kız çocuğuna diyordu buna benzer cümleler.


"Güzel torunum," Diyordu. "Sadece koş. Durmadan koş. Hayat duranlara karşı hiç merhametli değil."


Küçüklükten beri bana aşılanan bu düşüncelerle yirmi beş yaşıma kadar gelmiş, hala bunu etrafımdaki insanlara da aşılamaya hedeflemiş o kişiydim.


Ve tüm dünyaya.


Uçağın camından masmavi gözüken havada ara ara gördüğüm bulutlar eşliğinde elimdeki tabletten haberlere bakıyordum. Gündemin yoğunluğuna ilk başta oldukça şaşırsam da bir çok haberin boş haber olduğunu fark ettiğim an gözlerimi devirip uçak koltuğuna oturmuştum.


Ünlü şarkıcı son şarkısıyla müzik listelerinde bir numaraya oturdu! Habere hızla baktıktan sonra ekranı kaydırdım. Son zamana damga vuran moda trendini şimdi de ünlü oyuncular deniyor! Bu haberi de geçtim. İşte kameralara yakalanan o gizemli çift! Gözlerimi devirirken haber sitesinden çıkıp ekranı kapattım. Tableti yan taraftaki koltuğa koyarken sağımdan geçen bir gölge tam karşımdaki koltuğa oturdu.


Özel uçakta saçma haberler dışında bu adamla oturmak bin kat daha iyiydi. Elindeki şampanya bardaklarından birini bana uzattığında İngiliz aksanı ile karışmış sesini duydum. "Neye bakıyorsun öyle?" Dedi. Ona cevap vermeden önce Türkçe öğretme işini bir kere daha düşündüm.


Düşüncelerimin arasında gelip giderken İngilizce konuşarak cevapladım. "Sıkıcı haberler, her zamanki gibi." Derken bana gülmüştü.


Kolundaki saati bir kez çevirip saate baktı ve ardından gözlerime. "Türkiye'ye inmemize bir saatten az kaldı. Karşılamaya gelen olacak değil mi?" Şampanyadan bir yudum aldıktan sonra bardağımla kendisini gösterdim. "Sen benim korumam değil misin? Beni sen eve götüreceksin sanıyordum?" Başını geriye atıp hoş bir kahkaha attı. "Hadi ama Sara," Dedi. "Anlamamış gibi yapma. Sen zeki bir kadınsın ayrıca arkadaşımsın." Dedi.


Bende onu taklit ederek, "Hadi ama James!" Abartıyla konuşmama başını iki yana sallayarak ve şampanyasını tek yudumda bitirerek katılmıştı. "Tabi ki de birilerinin geleceğini biliyorsun." Geniş omuzlarını silktikten sonra, "Ben işini garantiye almayı seven bir adamım, biliyorsun. Ayrıca senin korumanım, sormam lazım."


Ben kıkırdarken o iri bedenini çoktan ayağa kaldırmış uçağın arka tarafına doğru yürümeye başlamıştı. "Maaşından kesinti yapacağım! Benimle böyle konuşamazsın!" Diye bağırdım. Cevap olarak sadece kapı kapanma sesini duydum. Bu bir hafta içinde Türkiye'ye döneceğim diye o kadar koşuşturma içindeydim ki benimle beraber tıpkı tüm ekip gibi James de yorgundu.


Otuzlu yaşlarının başında olan adam son dört senedir benimleydi ve gerçekten hakkını ödeyemediğim sayılı insanlardan biri olurdu. Bir diğeri ise...


Telefonum çalmaya başlarken bacak bacak üstüne atıp çantamdan telefonumu çıkardım ve arayan kişinin kim olduğuna baktım.


İşte hakkını asla ödeyemeyeceğim bir diğer insan arıyordu.


Abim.


"Efendim Meriç?" Araba sesi duyduğumda gözlerim yine denk geldiğim bembeyaz bulutlardaydı. "Ne kadar kaldı gelmene?" Diye sordu. Az önce James'in dediğini hatırlayıp, "Bir saatten az." Dedim. "Bir sorun mu var?" Ses tonu her zaman kalın ve sertti ama bu sefer biraz da sinirli geliyordu. "İptal edilmesi unutulan bir toplantım var. Seni karşılayamayacağım sorun olur mu? Ama çok sevdiğim kuzenlerimiz orada olacak." Kurduğu sevgi sözcüklerini söylerken gözlerini devirdiğini hayal edebiliyordum.


Hatta kusursuz ve oldukça pahalı kravatını gevşetmiş bile olabilirdi.


"Böyle dediğini duysalar çok üzülürler abi, biliyorsun. Ayrıca sorun değil senin gelmene bile gerek yok demiştim. Kendim evin yolunu bulabilirim biliyorsun değil mi?" Ben olsam bu dediğime gülerdim ama o gülmedi. Gülmeyle pek... Arası yoktu.


"Senin için sorun yoksa benim için de yoktur. Eve tabi ki de geleceğini biliyorum Sara. Ve son olarak bunu o ikisinin yüzüne de defalarca söyledim. Hiç kırılmıyorlar." Başımı iki yana sallarken tırnağımdaki oje desenine bir bakış atım. "Birazcık normal insanlar gibi insancıl duygular gösterir misin abi?" Her zaman böyle bir adam olması benim sorunum değildi. Ama bazen iki gülümsese dünyalar bizim olacaktı.


"Yeterince duygu gösteriyorum Sara, emin ol." Refleks olarak başımı salladım. "Tabi, kesin öyledir. Somurtmak ve insanları öldürecek gibi bakman dışında değil mi? Ha bir de üç numaralı tiksinerek bakma bakışın var." Karşı taraftan sesli verdiği nefesini duyduğumda ters bir şey diyeceğini sansam da benimde şaşırdığım yumuşak sesiyle birlikte, "Ben istediğime duygularımı gösteririm Sara beni tanıyorsun. Ve şu an bunu yapabileceğim bir tek sen varsın."


Yüzümde manidar bir gülümseme oluşurken konuşmaya devam etti. "Madem çok istiyorsun, artık yanıma gel de o çok sevdiğin duygulardan biri olan gülümsememi sana göstereyim küçük kardeşim."


"Bir gün sen gülümserken ifşanı alıp tüm haber sitelerine yayacağım ve haber başlığı olarak da 'Hey bakın! Meriç Ataman da duygularını gösteriyor!' diyeceğim." Dedim. Kahkahasını duymasam da yüzünde oluşan hareketliliği buradan hissedebiliyordum. "Hiç değişmemişsin." Diye mırıldandı. Güldüm. "Unuttun mu yoksa Meriç Ataman? Biz hiç değişmeyiz. Değiştiririz."


Bir kaç konu hakkında daha konuştuktan sonra aramayı kapatıp kalan saate baktım ve arka odalardan kendi odama gidip toparlanmaya başladım. Dakikalar sonra özlediğim o topraklara seneler sonra yeniden adım atacaktım.


Heyecanla karışık merak duygusu tüm bedenimi baştan aşağı sararken kendi kendime, "Hadi bakalım Sara." Dedim. "Bu sınırlar içerisinde Mia değil, Sara'sın. Sadece Sara Ataman'sın. Mia değilsin."


Kendime defalarca yaptığım bu hatırlatma sonunda aklım dün akşama gitti.


Hatırlamak bir kere daha bedenimi titretirken bu nefes alışımı da etkiledi. O rüya... O rüyayı senelerdir görmüyordum.


Aslında sorun rüya da değildi. Rüyanın içinde benimle birlikte olan kişiydi. Neden bu zaman da yeniden zihnimin soğuk hapishanesinden çıkmıştı bunu bilmiyordum.


Bildiğim tek şey o kişi... Rüyamda gördüğüm ve bunu istemediğim o adam, o hapishaneye mahkumdu.


Zihnimin en kuytu ve karanlık, en hatırlamak istemediğim yerinde yaşamaya mahkumdu.


Peki ya sabah uyandığımda neden kalbim ritmini şaşırmış bir şekilde atıyordu?



Özel uçağın kapıları ardına kadar açıldığında çantamı elime almış James'i bekliyordum. Telefondaki aramasını sonlandırıp bana doğru yürüdü ve başını sallayıp hazır olduğunu belli etti. Sarı ve dümdüz saçlarımı geriye doğru attıktan hemen sonra James'in arkasından merdivenleri inmeye başladım. Hemen karşımızda duran siyah arabaya doğru ilerlerken önünde duran iki silüeti çoktan tanımıştım. James yanımda yürürken, "Bunlar kuzenlerin mi?" Diye sordu.


"Aynen öyle." Dedikten hemen sonra havaalanında bir ses yükseldi. Bu ses Atlas'tan başkasına ait değildi. Üzerinde polo yaka lacivert bir tişört ve altında krem rengi bir pantolon vardı. Omuzlarına bir hırka atılmış, kollarını iki yana açarak bana bakıyordu. "İşte karşınızda BWLW!" Diye bağırıp ellerini bana doğrulttu ve devam etti. "Business woman leading the world!"


Dünyaya yön veren iş kadını


Tam karşısında durduğumda James de ne dediğini anlamıştı. Başını iki yana sallarken çantamı tutması için ona uzattım ve hızla Atlas'ın kollarının arasına girdim. Benden küçük bir kuzen olmasına rağmen nasıl bu kadar büyüktü hiçbir zaman anlam verememiş ve bunu sürekli dile getirmiştim. Aslında ailemizin genlerinde vardı. Abim de oldukça kalıplı bir adamdı.


Ve babam da...


Erkeksi parfümü burnuma dolarken elleriyle sırtımı sıvazlayıp geriye çekildi. "Hoş geldin ablaların bir tanesi. Çok özledim seni." Geriye yatırıp yapılmış saçlarını bozmak içimden gelmediğinden koluna hafifçe vurdum. "Bende seni çok özledim ailemizin tek sorun çıkaran çocuğu." Yalandan gücenmiş gibi bana baktığında ondan çektiğim bakışlarımı diğer kuzenime çektim.


Atlas'ın ikizi Belen.


Tatlı ve yumuşak kahverengi gözleriyle bana bakarken onu kollarıma çeken bendim. Kolları bedenime sarılıp kafasını omzuma yasladı. "Belen'im, güzelim nasılsın? Çok özledim." Ailede erkeklerden daha çok Belen'le iyi anlaşıyor gibiydim. Kendimin dört yaş küçüğünü yetiştiriyormuşum gibi hissetsem de bunu hiçbir zaman sorun etmemiştik.


"Ablam," Dedi büyük bir özlemle geriye çekilirken. "Bende seni çok özledim. Sonunda geldin."


Gülümsedim ve geriye bir kaç adım atıp James'ten çantamı geri alıp onları tanıştırdım ama fark ettim ki Atlas çoktan James'e odaklanmıştı. "Atlas ve Belen, bu korumam James. James bunlar da kuzenlerim." James ikisiyle de tokalaşıp İngilizce, "Tanıştığıma memnun oldum." Dedi. Atlas, James'in elini bıraktıktan sonra, "Bende memnun oldum. İyi anlaşırız gibi duruyor." İkisi de İngilizce konuşurken James Atlas'ın son dediğine gülümsemekle yetinmişti.


"Hadi arabaya binelim." Aracın kapısının önündeki adam bizim için büyük kapıyı açtığında dördümüze de yetecek yer vardı. İçeriye girip oturduğumda yanıma James yerleşti. Tam karşımızdaki koltuklara da Atlas ve Belen otururken araba çoktan pistte dolaşmaya başlamıştı. Ben dışarıyı izlerken Atlas'ın bana seslenmesiyle ona doğru döndüm.


"Meriç abim gelecekti ama toplantıya gitmek zorunda kaldı." Başımı ağır ağır salladım. "İnmeden önce onunla konuştum. Biliyorum canım." Koltukta geriye yaslandıktan sonra pantolonunda ki hayali tozu eliyle silkeledi. "Son zamanlarda buradaki şirkette işler çok yoğun. Hatta akşama bir davet verilecek biliyorsun." Yeniden Atlas'ı başımla onayladım. James muhabbeti anlamamış gibi bana bakıyordu. Gerçekten ona Türkçe öğretmeliydim.


Davete gelecek olursam İstanbul'un şaheseri Beylerbeyi Sarayı'nda bir program hazırlamıştık. Abime göre herkes orada olmalı ve şirketin bir basamak daha yukarı çıkması için herkesle görüşüp bir ortaklık için şirket arayacaktı.


Ama basına verdiğimiz haber benim gelişimi kutlamak için yapılan bir davet olduğuydu.


Aslında o kadar da önemli bir insan değildim.


Belen telefonuyla oynarken bir anda, "Yuh!" Diye bağırdı. Herkesin bakışı ona döndüğünde gözlerini kırpıştırıp, "Özür dilerim ama," Bana dönüp telefonu yüzüme doğrulttu. Telefona kısa bir bakış atıp Belen'in gözlerine baktım. O da telefonu kendisine çevirdi. "Her hareketin olay biliyorum abla ama daha Türkiye'ye ayak basmadan gündemde olmana ne demeli? Herkes senin gelişini kutluyor ve basına iyi haber çıkacak gibi duruyor."


Tamam belki de o kadar önemli bir insandım.


"Sen bir de akşam ki davette gör." Diyen Atlas kıkırdadı. "Herkes bu daveti bekliyor. Bilinen tüm basın mensupları orada olacak." James'e dönüp olayı kısaca özetledim. Elindeki telefonuna döndüğünde Amerika'da ki işlerle ilgilendiğini biliyordum.


Oradaki şirketi bir süreliğine bırakıp Türkiye'ye gelmiştim. Bakalım dönüşüm ne zaman olacaktı? Yeniden Atlas'a dönüp, "Başka kimler olacak?" Diye sordum ama cevabını bilmiyor gibi bir hali vardı. "Meriç Ataman kimlere davetiye gönderdiyse onlar orada olacak." Deyip saçlarını geriye taradı. Eve gidilen yolun geri kalanı boyunca herkes kendi işine gömülmüştü.


Evin tanıdık yoluna girdikten sonra camdan dışarıya baktım. Sıra sıra dizilen bir sürü ağaç yolu yeşillendirmiş, harika bir manzara sunuyordu. Büyük kapılar önünde dururken ağır demir kapılar ileriye doğru kayarak açıldı ve işte Ataman Malikanesi tam karşımdaydı. Araç durduktan sonra kapıyı açan şoföre teşekkür edip eve doğru yürümeye başladım.


Diğerleri de arkamdan eve girerken tertemiz kokuyu içime çektim. Burayı, evimi o kadar özlemiştim ki gözlerim doldu. Ara sıra gelsem de eve uğramayı çok sevmiyordum. En son burada yediğimiz yemek bile onlar gitmeden önceki akşamdı.


Annem ve babam öylece bir kazada bu hayattan gittiklerinden beri evime gelmemiştim.


Vatanımın toprakları bile bana uzaklaşmıştı.


On dokuz yaşında ülkeyi terk edip Amerika'ya taşındım ve o günden beridir abimle bana bırakılan şirketlerin başındaydık. Kaderin acımasız cilvesi abim ve beni ayakta tutmayı başarmıştı. Abime duygularını göstermek hakkında yaptığım zırvalıklar aslında benim de kendime olan konuşmam gibi bir şeydi. Aslında bende en az abim gibi duygulardan somutlanmış bir insandım.


Çünkü annem ve babam onları da yanlarında alıp gitmişlerdi.


Sırtıma dokunan elle irkilip yeniden durduğum salona döndüm. Belen önüme geçip endişeli gözlerle beni izledi. "Abla iyi misin? Dikmişsin masmavi gözlerini karşıya. Korktum vallahi." Dudağımı gülümsemeye ikna edip zorlukla Belen'e, "İyiyim canım, endişe etme. Sadece eskileri düşünüyordum." Başını sallayıp eliyle üst katı gösterdi. "Odan hiç değişmedi aynı yerde. Koruman için de," Derken beğeniyle bizim konuşmamızı anlamayan ama bakışları bizde olan James'i süzdü. "Bir oda hazırlattık."


Kolunu çimdiklediğimde oflayıp bana baktı. "O adam otuz bir yaşında Belen, hiç kriterlerine uymuyor ablacım." Deyip yanından geçtim. "Ben o anlamda bakmadım bir kere!" Diye bağırmasına rağmen Atlas'ı gördüğünde suspus oldu. Atlas anlamayan gözlerle kardeşine bakıyordu. "Neye bakmadın?" Diye sorup kardeşini köşeye sıkıştırırken ben merdivenlere yönelip üst kata çıktım.


Merdivenlerin bitiminde odalara bir bakış atıp hatıralarımda kalan odayı elimle James'e gösterdim. "Orası misafir odalarından biri. Muhtemelen sana orayı hazırladılar." Başını sallayıp odasına doğru yürüdü. İsmini seslendiğimde omzunun üzerinden bana döndü. "Akşam ki davete şık hazırlan." Dedim. Gözlerini devirip odasının kapısını açtı ve gözden kaybolmadan önce, "Ben her zaman şık bir adamım. Sen kendine bak." Demişti.


Gerçekten maaşından kesinti yapmalıydım.


Başımı iki yana sallarken odama doğru yürüdüm. Kapının tokmağına attığım elim titreyince geçmişe dönmek istemedim. Şu an sarsılmanın ne yeri ne de zamanıydı. Göğsümü kabartacak kadar derin bir nefes alıp tokmağı çevirdim ve odama girdim.


Kapı açık pencereden esen rüzgarın etkisiyle ben dokunmadan ardımda tok bir sesle kapandı. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Odam... Tıpkı bıraktığım gibiydi. Her şey altı sene önceki gibiydi ama tertemiz olduklarını biliyordum. Abim... Hiçbir şeye dokundurtmamış gibi duruyordu. Sanki benim odam bozulursa tüm her şeyi kaybedecektik. Ben onun yanında yokken abim bu odayla yokluğumu kendince avutmuş olabilirdi.


Çünkü bilirdim ki bana abi olan o adam dünya da tanıdığım en merhametli adamdı.


Bunu yapardı. Bana olan anılara dokunmadan beni bu koskocaman evde yaşatırdı. Sanırım bunu çok iyi yapmıştı. Yüzümde buruk bir gülümseme eşliğinde odanın ortasına doğru yürüdüm. Yatağım sanki altı sene önce kalkıp düzelttiğim gibi duruyordu. Yastıklarım dimdik başlığa dayanmış bana bakıyordu.


Krem rengine bürünmüş yatağımı özlemiştim. Sağ tarafımda duran giyinme dolabıma döndüğümde kendi kendime güldüm. Dolabıma gençliğimin en deli zamanlarında astığım şarkıcı posterleri duruyordu. Bazı posterler moda ile ilgiliydi.


Şimdi o moda posterlerinde benim fotoğraflarım vardı.


Ellerim posterlerde gezinirken pespembe dolabıma biraz daha bakıp pencerenin önünde duran beyaz aynalığa doğru yürüdüm. Önündeki dolabım gibi pembe pufa oturduğumda aynada kendi yansımamla karşı karşıya kaldım.


Çeneme doğru bir yaş aktı.


O kadar özlemiştim ki saatlerce ağlayabileceğimi biliyordum. Anne ve babamı da özlemiştim.


Aynanın önü boştu ama çekmecesini açtığımda tüm günlüklerimi orada gördüm. Küçük bir kahkaha atıp mor ve kalplerle dolu günlüğü elime aldım. Kenarında ki kildi açıp rastgele bir sayfayı açıp okumaya başladım.


24/07/2007


Bodrum


Sevgili günlük,


Bugün tatil için Bodrum'a geldik ama ben hiç sevmedim burayı. Çok sıcak ve aldığım dondurmalar hemen eriyor. Abim kendi dondurmalarını bana verse de onlar da eriyor. Ayrıca son bir şey, abim bana su şakaları yapıyor ama ben ona bağırıp kızıyorum çünkü saçlarım bozuluyor.


Tarihler dokuz yaşında olduğumu gösteriyordu ve bu beni daha da gülümsetti. Çocukken her şey mükemmeldi. Başka bir sayfaya geçip o tarihe baktım. Yine dokuzuncu yaşımdı ama farklı bir gündü.


03/12/2007


Uludağ


Sevgili günlük,


Bursa çok güzel bir yermiş. Babamla uzunca bir süre kartopu savaşı yaptık ama ben öksürmeye başlayınca beni hemen otele geri götürdü. Ben sıcak bir duş alırken otel odasına ağlayarak biri girdi. Abim ağlıyordu sevgili günlük ve bu beni çok üzdü.


Meriç o zamanlar on üç yaşındaydı.


Annemin anlattığına göre buz pateni yaparken biriyle çarpışmış ve buza çok kötü düşmüş. Dizleri kan içindeydi. Çok korktum ama hemen yanına gidip dizlerini üflediğimde artık ağlamıyordu ve o gece bir daha ağlamasın diye beraber uyuduk. Abimi çok seviyorum günlük. O benim tek aşkım! Tabi babamdan sonra.


Meriç bunları okusa bana delirmişim gibi bakardı ama küçükken bunu ona da söylüyordum. Sürekli peşinde tek aşkım sensin abi! Diye koşuyordum. Bana bazen sinir olsa da kendisi de inkar etmiyordu. Sanırım beni kıskanan bir abim vardı ve onun tek aşkı olmak onu iyi hissettiriyordu.


Günlüğü kapatıp çekmeceye koyduğumda ağladığımı bile fark etmemiştim. Ellerimin tersiyle gözlerimi silip başka bir günlük aldım. Bu günlük ise deri kaplamalı ve simsiyahtı. Rastgele bir sayfa açıp okumaya başladım ama bedenimin kaskatı kesilmesini hesap edemedim.


Günlük on sekizinci yaşıma aitti ve yazdığım günü tüm ayrıntılarıyla hatırlıyordum.


15/11/2016


Sevgili günlük,


Kış mevsimindeyiz hava çok soğuk ve dışarıda kar yağıyor.


Ama benim kalbim daha çok üşüyor.


Beni reddetti ve öylece yağan karın altında arkasını dönüp gitti.


Ondan nefret ediyorum.


Son üç kelimenin altını yırtarcasına karalamıştım. Günlüğü büyük bir gürültüyle kapatıp neredeyse fırlatırcasına çekmeceye atıp geri kapattım. Son günlerde onunla ilgili bu tesadüfler artmıştı. Önce rüya sonra da bu günlük.... Bütün bunlar sadece ona olan nefretimi yeniden gün yüzüne çıkarıyordu.


Bakışlarımı pencereden dışarıya çevirirken kararan havayı izledim. Rüzgarla beraber ağaçlar dans ediyordu. "Başka bir tesadüf olmaz." Diye mırıldandım. Bunca zamandır nefretimin diri olması belki de onu görmediğimden kaynaklanıyordu. Ama o yedi sene önce beni bırakıp gittiğinden beri onu göremeyen gözlerim daha da görmezdi.


"Senden hala nefret ediyorum." Mırıltımın açık pencereden dışarıya çıktığını hissettim.


Loading...
0%