@ay_yonar
|
'Hayat koşmayı bırakıp yürüyenlere acımaz' derler. Yolun ortasında yorulursunuz, pes etmenin sınırına gelirsiniz ama bir şekilde devam etmek zorunda kalırsınız. Eğer durursanız ve yürümeye devam ederseniz hep kaybeden olursunuz. "Güzel torunum," Diyordu. "Sadece koş. Durmadan koş. Hayat duranlara karşı hiç merhametli değil." Ve tüm dünyaya. Uçağın camından masmavi gözüken havada ara ara gördüğüm bulutlar eşliğinde elimdeki tabletten haberlere bakıyordum. Gündemin yoğunluğuna ilk başta oldukça şaşırsam da bir çok haberin boş haber olduğunu fark ettiğim an gözlerimi devirip uçak koltuğuna oturmuştum. Ünlü şarkıcı son şarkısıyla müzik listelerinde bir numaraya oturdu! Habere hızla baktıktan sonra ekranı kaydırdım. Son zamana damga vuran moda trendini şimdi de ünlü oyuncular deniyor! Bu haberi de geçtim. İşte kameralara yakalanan o gizemli çift! Gözlerimi devirirken haber sitesinden çıkıp ekranı kapattım. Tableti yan taraftaki koltuğa koyarken sağımdan geçen bir gölge tam karşımdaki koltuğa oturdu. Özel uçakta saçma haberler dışında bu adamla oturmak bin kat daha iyiydi. Elindeki şampanya bardaklarından birini bana uzattığında İngiliz aksanı ile karışmış sesini duydum. "Neye bakıyorsun öyle?" Dedi. Ona cevap vermeden önce Türkçe öğretme işini bir kere daha düşündüm. Düşüncelerimin arasında gelip giderken İngilizce konuşarak cevapladım. "Sıkıcı haberler, her zamanki gibi." Derken bana gülmüştü. Kolundaki saati bir kez çevirip saate baktı ve ardından gözlerime. "Türkiye'ye inmemize bir saatten az kaldı. Karşılamaya gelen olacak değil mi?" Şampanyadan bir yudum aldıktan sonra bardağımla kendisini gösterdim. "Sen benim korumam değil misin? Beni sen eve götüreceksin sanıyordum?" Başını geriye atıp hoş bir kahkaha attı. "Hadi ama Sara," Dedi. "Anlamamış gibi yapma. Sen zeki bir kadınsın ayrıca arkadaşımsın." Dedi. Bende onu taklit ederek, "Hadi ama James!" Abartıyla konuşmama başını iki yana sallayarak ve şampanyasını tek yudumda bitirerek katılmıştı. "Tabi ki de birilerinin geleceğini biliyorsun." Geniş omuzlarını silktikten sonra, "Ben işini garantiye almayı seven bir adamım, biliyorsun. Ayrıca senin korumanım, sormam lazım." Ben kıkırdarken o iri bedenini çoktan ayağa kaldırmış uçağın arka tarafına doğru yürümeye başlamıştı. "Maaşından kesinti yapacağım! Benimle böyle konuşamazsın!" Diye bağırdım. Cevap olarak sadece kapı kapanma sesini duydum. Bu bir hafta içinde Türkiye'ye döneceğim diye o kadar koşuşturma içindeydim ki benimle beraber tıpkı tüm ekip gibi James de yorgundu. Otuzlu yaşlarının başında olan adam son dört senedir benimleydi ve gerçekten hakkını ödeyemediğim sayılı insanlardan biri olurdu. Bir diğeri ise... Telefonum çalmaya başlarken bacak bacak üstüne atıp çantamdan telefonumu çıkardım ve arayan kişinin kim olduğuna baktım. Abim. "Efendim Meriç?" Araba sesi duyduğumda gözlerim yine denk geldiğim bembeyaz bulutlardaydı. "Ne kadar kaldı gelmene?" Diye sordu. Az önce James'in dediğini hatırlayıp, "Bir saatten az." Dedim. "Bir sorun mu var?" Ses tonu her zaman kalın ve sertti ama bu sefer biraz da sinirli geliyordu. "İptal edilmesi unutulan bir toplantım var. Seni karşılayamayacağım sorun olur mu? Ama çok sevdiğim kuzenlerimiz orada olacak." Kurduğu sevgi sözcüklerini söylerken gözlerini devirdiğini hayal edebiliyordum. "Böyle dediğini duysalar çok üzülürler abi, biliyorsun. Ayrıca sorun değil senin gelmene bile gerek yok demiştim. Kendim evin yolunu bulabilirim biliyorsun değil mi?" Ben olsam bu dediğime gülerdim ama o gülmedi. Gülmeyle pek... Arası yoktu. "Senin için sorun yoksa benim için de yoktur. Eve tabi ki de geleceğini biliyorum Sara. Ve son olarak bunu o ikisinin yüzüne de defalarca söyledim. Hiç kırılmıyorlar." Başımı iki yana sallarken tırnağımdaki oje desenine bir bakış atım. "Birazcık normal insanlar gibi insancıl duygular gösterir misin abi?" Her zaman böyle bir adam olması benim sorunum değildi. Ama bazen iki gülümsese dünyalar bizim olacaktı. "Yeterince duygu gösteriyorum Sara, emin ol." Refleks olarak başımı salladım. "Tabi, kesin öyledir. Somurtmak ve insanları öldürecek gibi bakman dışında değil mi? Ha bir de üç numaralı tiksinerek bakma bakışın var." Karşı taraftan sesli verdiği nefesini duyduğumda ters bir şey diyeceğini sansam da benimde şaşırdığım yumuşak sesiyle birlikte, "Ben istediğime duygularımı gösteririm Sara beni tanıyorsun. Ve şu an bunu yapabileceğim bir tek sen varsın." "Bir gün sen gülümserken ifşanı alıp tüm haber sitelerine yayacağım ve haber başlığı olarak da 'Hey bakın! Meriç Ataman da duygularını gösteriyor!' diyeceğim." Dedim. Kahkahasını duymasam da yüzünde oluşan hareketliliği buradan hissedebiliyordum. "Hiç değişmemişsin." Diye mırıldandı. Güldüm. "Unuttun mu yoksa Meriç Ataman? Biz hiç değişmeyiz. Değiştiririz." Bir kaç konu hakkında daha konuştuktan sonra aramayı kapatıp kalan saate baktım ve arka odalardan kendi odama gidip toparlanmaya başladım. Dakikalar sonra özlediğim o topraklara seneler sonra yeniden adım atacaktım. Heyecanla karışık merak duygusu tüm bedenimi baştan aşağı sararken kendi kendime, "Hadi bakalım Sara." Dedim. "Bu sınırlar içerisinde Mia değil, Sara'sın. Sadece Sara Ataman'sın. Mia değilsin." Kendime defalarca yaptığım bu hatırlatma sonunda aklım dün akşama gitti. Aslında sorun rüya da değildi. Rüyanın içinde benimle birlikte olan kişiydi. Neden bu zaman da yeniden zihnimin soğuk hapishanesinden çıkmıştı bunu bilmiyordum. ✮ Özel uçağın kapıları ardına kadar açıldığında çantamı elime almış James'i bekliyordum. Telefondaki aramasını sonlandırıp bana doğru yürüdü ve başını sallayıp hazır olduğunu belli etti. Sarı ve dümdüz saçlarımı geriye doğru attıktan hemen sonra James'in arkasından merdivenleri inmeye başladım. Hemen karşımızda duran siyah arabaya doğru ilerlerken önünde duran iki silüeti çoktan tanımıştım. James yanımda yürürken, "Bunlar kuzenlerin mi?" Diye sordu. "Aynen öyle." Dedikten hemen sonra havaalanında bir ses yükseldi. Bu ses Atlas'tan başkasına ait değildi. Üzerinde polo yaka lacivert bir tişört ve altında krem rengi bir pantolon vardı. Omuzlarına bir hırka atılmış, kollarını iki yana açarak bana bakıyordu. "İşte karşınızda BWLW!" Diye bağırıp ellerini bana doğrulttu ve devam etti. "Business woman leading the world!" Dünyaya yön veren iş kadını Tam karşısında durduğumda James de ne dediğini anlamıştı. Başını iki yana sallarken çantamı tutması için ona uzattım ve hızla Atlas'ın kollarının arasına girdim. Benden küçük bir kuzen olmasına rağmen nasıl bu kadar büyüktü hiçbir zaman anlam verememiş ve bunu sürekli dile getirmiştim. Aslında ailemizin genlerinde vardı. Abim de oldukça kalıplı bir adamdı. Ve babam da... Tatlı ve yumuşak kahverengi gözleriyle bana bakarken onu kollarıma çeken bendim. Kolları bedenime sarılıp kafasını omzuma yasladı. "Belen'im, güzelim nasılsın? Çok özledim." Ailede erkeklerden daha çok Belen'le iyi anlaşıyor gibiydim. Kendimin dört yaş küçüğünü yetiştiriyormuşum gibi hissetsem de bunu hiçbir zaman sorun etmemiştik. Gülümsedim ve geriye bir kaç adım atıp James'ten çantamı geri alıp onları tanıştırdım ama fark ettim ki Atlas çoktan James'e odaklanmıştı. "Atlas ve Belen, bu korumam James. James bunlar da kuzenlerim." James ikisiyle de tokalaşıp İngilizce, "Tanıştığıma memnun oldum." Dedi. Atlas, James'in elini bıraktıktan sonra, "Bende memnun oldum. İyi anlaşırız gibi duruyor." İkisi de İngilizce konuşurken James Atlas'ın son dediğine gülümsemekle yetinmişti. "Hadi arabaya binelim." Aracın kapısının önündeki adam bizim için büyük kapıyı açtığında dördümüze de yetecek yer vardı. İçeriye girip oturduğumda yanıma James yerleşti. Tam karşımızdaki koltuklara da Atlas ve Belen otururken araba çoktan pistte dolaşmaya başlamıştı. Ben dışarıyı izlerken Atlas'ın bana seslenmesiyle ona doğru döndüm. "Meriç abim gelecekti ama toplantıya gitmek zorunda kaldı." Başımı ağır ağır salladım. "İnmeden önce onunla konuştum. Biliyorum canım." Koltukta geriye yaslandıktan sonra pantolonunda ki hayali tozu eliyle silkeledi. "Son zamanlarda buradaki şirkette işler çok yoğun. Hatta akşama bir davet verilecek biliyorsun." Yeniden Atlas'ı başımla onayladım. James muhabbeti anlamamış gibi bana bakıyordu. Gerçekten ona Türkçe öğretmeliydim. Davete gelecek olursam İstanbul'un şaheseri Beylerbeyi Sarayı'nda bir program hazırlamıştık. Abime göre herkes orada olmalı ve şirketin bir basamak daha yukarı çıkması için herkesle görüşüp bir ortaklık için şirket arayacaktı. Aslında o kadar da önemli bir insan değildim. Tamam belki de o kadar önemli bir insandım. Oradaki şirketi bir süreliğine bırakıp Türkiye'ye gelmiştim. Bakalım dönüşüm ne zaman olacaktı? Yeniden Atlas'a dönüp, "Başka kimler olacak?" Diye sordum ama cevabını bilmiyor gibi bir hali vardı. "Meriç Ataman kimlere davetiye gönderdiyse onlar orada olacak." Deyip saçlarını geriye taradı. Eve gidilen yolun geri kalanı boyunca herkes kendi işine gömülmüştü. Evin tanıdık yoluna girdikten sonra camdan dışarıya baktım. Sıra sıra dizilen bir sürü ağaç yolu yeşillendirmiş, harika bir manzara sunuyordu. Büyük kapılar önünde dururken ağır demir kapılar ileriye doğru kayarak açıldı ve işte Ataman Malikanesi tam karşımdaydı. Araç durduktan sonra kapıyı açan şoföre teşekkür edip eve doğru yürümeye başladım. Annem ve babam öylece bir kazada bu hayattan gittiklerinden beri evime gelmemiştim. Çünkü annem ve babam onları da yanlarında alıp gitmişlerdi. Kolunu çimdiklediğimde oflayıp bana baktı. "O adam otuz bir yaşında Belen, hiç kriterlerine uymuyor ablacım." Deyip yanından geçtim. "Ben o anlamda bakmadım bir kere!" Diye bağırmasına rağmen Atlas'ı gördüğünde suspus oldu. Atlas anlamayan gözlerle kardeşine bakıyordu. "Neye bakmadın?" Diye sorup kardeşini köşeye sıkıştırırken ben merdivenlere yönelip üst kata çıktım. Merdivenlerin bitiminde odalara bir bakış atıp hatıralarımda kalan odayı elimle James'e gösterdim. "Orası misafir odalarından biri. Muhtemelen sana orayı hazırladılar." Başını sallayıp odasına doğru yürüdü. İsmini seslendiğimde omzunun üzerinden bana döndü. "Akşam ki davete şık hazırlan." Dedim. Gözlerini devirip odasının kapısını açtı ve gözden kaybolmadan önce, "Ben her zaman şık bir adamım. Sen kendine bak." Demişti. Gerçekten maaşından kesinti yapmalıydım. Kapı açık pencereden esen rüzgarın etkisiyle ben dokunmadan ardımda tok bir sesle kapandı. Gözlerimin dolduğunu hissettim. Odam... Tıpkı bıraktığım gibiydi. Her şey altı sene önceki gibiydi ama tertemiz olduklarını biliyordum. Abim... Hiçbir şeye dokundurtmamış gibi duruyordu. Sanki benim odam bozulursa tüm her şeyi kaybedecektik. Ben onun yanında yokken abim bu odayla yokluğumu kendince avutmuş olabilirdi. Bunu yapardı. Bana olan anılara dokunmadan beni bu koskocaman evde yaşatırdı. Sanırım bunu çok iyi yapmıştı. Yüzümde buruk bir gülümseme eşliğinde odanın ortasına doğru yürüdüm. Yatağım sanki altı sene önce kalkıp düzelttiğim gibi duruyordu. Yastıklarım dimdik başlığa dayanmış bana bakıyordu. Krem rengine bürünmüş yatağımı özlemiştim. Sağ tarafımda duran giyinme dolabıma döndüğümde kendi kendime güldüm. Dolabıma gençliğimin en deli zamanlarında astığım şarkıcı posterleri duruyordu. Bazı posterler moda ile ilgiliydi. Çeneme doğru bir yaş aktı. 24/07/2007 Tarihler dokuz yaşında olduğumu gösteriyordu ve bu beni daha da gülümsetti. Çocukken her şey mükemmeldi. Başka bir sayfaya geçip o tarihe baktım. Yine dokuzuncu yaşımdı ama farklı bir gündü. 03/12/2007 Meriç o zamanlar on üç yaşındaydı. Annemin anlattığına göre buz pateni yaparken biriyle çarpışmış ve buza çok kötü düşmüş. Dizleri kan içindeydi. Çok korktum ama hemen yanına gidip dizlerini üflediğimde artık ağlamıyordu ve o gece bir daha ağlamasın diye beraber uyuduk. Abimi çok seviyorum günlük. O benim tek aşkım! Tabi babamdan sonra. Meriç bunları okusa bana delirmişim gibi bakardı ama küçükken bunu ona da söylüyordum. Sürekli peşinde tek aşkım sensin abi! Diye koşuyordum. Bana bazen sinir olsa da kendisi de inkar etmiyordu. Sanırım beni kıskanan bir abim vardı ve onun tek aşkı olmak onu iyi hissettiriyordu. Günlük on sekizinci yaşıma aitti ve yazdığım günü tüm ayrıntılarıyla hatırlıyordum. 15/11/2016 Son üç kelimenin altını yırtarcasına karalamıştım. Günlüğü büyük bir gürültüyle kapatıp neredeyse fırlatırcasına çekmeceye atıp geri kapattım. Son günlerde onunla ilgili bu tesadüfler artmıştı. Önce rüya sonra da bu günlük.... Bütün bunlar sadece ona olan nefretimi yeniden gün yüzüne çıkarıyordu. Bakışlarımı pencereden dışarıya çevirirken kararan havayı izledim. Rüzgarla beraber ağaçlar dans ediyordu. "Başka bir tesadüf olmaz." Diye mırıldandım. Bunca zamandır nefretimin diri olması belki de onu görmediğimden kaynaklanıyordu. Ama o yedi sene önce beni bırakıp gittiğinden beri onu göremeyen gözlerim daha da görmezdi. |
0% |