Yeni Üyelik
4.
Bölüm

2- Fırtınanın Adı Nefret (1)

@ay_yonar

Dünyam başıma mı yıkılmıştı? Yoksa ayaklarımın altından mı kayıp gitmişti?


Ezilmiş miydim? Yoksa takılıp düşmüş müydüm?


Denizin kokusu eskisi gibi nefesimi açmıyor, giderek ciğerlerimi tıkıyordu. Kader miydi onu bana getiren yoksa geçmişin zehirli ısırığı mıydı? Geçmişim desem yanlış demiş olurdum. Bu adam... Bu adamı neydi karşıma çıkaran? Yüzüne bakarken aslında büyüdüğümüzü fark ettim.


Yıllar, hatalar, söylediklerimiz ve ayrılıklarımız bizi büyütmüştü farkında olmadan. O yaşımda kalabilsem, yeniden o yoğun karlı akşam da kalabilsem dünyalar benim olurdu. Bu adamla o akşam hiç konuşmamayı dilerdim. Tüm söylediklerimi geri alabilsem o yaşlarımızda ikimiz de daha mutlu olurduk.


Geçmişteki sahneler bir bir kafamın içinde dönmeye başladı.


Onu orada, o zindanda mahkum etmem gerekiyordu. Orada çürüyüp gitmeye mahkumken neden birden böyle bir farkındalıkla yeniden karşıma çıktı? Nefretim kalbimin derinliklerinde bir yerde yeniden filizlenmeye başlarken korktum. Korkum, nefretimin ne boyutta olduğunu bilmememden kaynaklanıyordu.


"Sen?" Diye yabancı bir fısıltı dudaklarımdan kaçtı. Kendi sesim bile bana yabancıyken bu adam nasıl olmasındı? Geçmişten çıkan bir hayalet şimdi beni izliyor ve kahkahalarca gülüyordu. Hadi bakalım diyordu gülüşlerinin arasından. Şimdi kaç geçmişten Sara. Şimdi kaç bakalım bu adamdan. Kaşları o kadar hafif bir şekilde çatılmıştı ki bir an yanlış gördüğümü sandım ama hareket etmişlerdi.


"Sen nasıl?" Dedim yeniden. Elimi yumruk yaptım. Göğsüne mi vursaydım? Yoksa yüzüne mi? "Ne hakla? Ne hakla karşıma çıkarsın sen?" Dedim. Bakışları darbe yemişçesine irkildi ama nedense buna hazırlıklıymış gibi omuzlarını dikleştirdi. "Sana," Diye mırıldandı benim gibi.


Onunda boğazında bir şeyler düğüm düğüm oluyor muydu? Burnunun direği sızlıyor muydu mesela? Ya da en önemlisi onun da kalbinin en derinliklerinde nefret var mıydı? "Benim sana bir özür borcum var Sara." İsmimi alevler içinde kalmışız gibi söyledi. Sanki benim ismim etrafımızı saran bir alevdi ve o son bir umut için benim ismimi sayıklıyordu.


"Bunun için çıktım karşına. Özür dilemek için." Lafına devam edecekti sanırım ama elimi havaya kaldırdığımda sustu. Parmağımı ona doğrulttum. "Senden." Dedim tane tane. Anlaması lazımdı. "Özür istemiyorum. Senden hiçbir şey istemiyorum. O dava seneler önce bitti gitti beni duydun mu? Kalmadı borcun falan." Son bir bakışı gözlerine atıp yanından serin bir rüzgar gibi geçtim. Elbisem ayaklarımı döverken, "Peki ya kalbimin borcu?"


Durma dedim kendime. Durma Sara, git! Git işte, yürüt şu ayaklarını! Ama durdum. Ona dönmesem de bakışları bendeydi biliyordum. Ona bakmadan sadece başımı sağa çevirdim. Dediklerimi duyması gerekiyordu. "Ne borcun ne de kalbin beni ilgilendiriyor. Bir daha görüşmemek dileğiyle." Son anda ismi dudaklarımdan çıkmak için can atsa da kendimi sıkıp dilimi ısırdım.


Önüme dönüp eteklerimden tuttuğum gibi sarayın içine girdim. Davet her an bitecek gibi dururken burada kalmamın bir anlamı olmadığını fark ettim. James köşeden yanıma geldiğinde, "Eve gidiyorum." Dedim. Beraber saraydan ön tarafa çıkarken arkamdan kimsenin gelmediğine emin oldum. Arabalar sarayın önünde dizilirken kendi lüks arabamı gördüm.


Öfkem boğazımı yakmaya başlamıştı. "Sara iyi misin?" James'in aksanlı sesi kulaklarıma dolduğunda başımı salladım. Arabama doğru adımlarken bir anda yarı yolda durdum. James'te benimle dururken ona dönüp, "Bana," Dedim. İsmini söylemek günahmış gibi geliyordu. "Valeye sorup bana Fırat Kaan Dinçer'in arabasını bulur musun?" Başını sallayıp valeye doğru gitti. Aralarında konuştuktan sonra vale James'e arabayı gösterdi. Bakışlarım arabayı bulurken hızlı adımlarla arabaya yürüdüm.


Vale yanımızdan ayrılıp gözden kaybolurken James'le arabaya bakıyordum. Bizim tasarladığımız bir araba modeli değildi. Bunu anlamıştım ve arabayı hiç beğenmemiştim. "Arabayı neden sordurdun? Fırat kim?" İsmini o kadar komik söylemişti ki sinirli olmasam kahkahalarla gülebilirdim. "Bir düşman." Dedim sakince.


Eğilip ayakkabılarımı çıkarmaya başladım. Çıplak ayaklarım soğuk betona değerken iki elimde de ayakkabıları tutuyordum. "Sara?" Dedi sorarcasına. "Ne yapıyorsun?" James'e cevap vermedim. Ne yaptığımı izleyebilirdi. "Bu içimdeki intikamı söndürmeyecek belki ama bu gecenin acısını çıkaracak." Başımı iki yana salladım. "Asla karşıma çıkmamalıydın Fırat. Asla o zindandan dışarı adım atmamalıydın."


Büyük bir kuvvetle önce bir ayakkabıyı daha sonra da diğerini oldukça pahalı arabanın ön camına geçirdim. Ayakkabıların topukları camda asılı kalırken James'in şok içinde bana baktığını hissedebiliyordum. Arabanın alarmı ötmeye başlarken ellerimi birbirine vurup geri çekildim.


James'e gülümseyerek bakıp, "Arabamı sen sürer misin?" Deyip onu arkamda bıraktım ve arabama doğru yürümeye başladım. Omuzlarımda ki ağırlık bedenime batmaya başlarken o zaman ceketinin benim omuzlarımda kaldığını gördüm. Ellerimle sıkıca kumaşı tutarken içimden sayısız kez sövdüm. Karşıma çıkmaması için yine dua ettim.


Bir daha karşıma çıkarsa... Eh, o zaman da kafasını patlatırdım.


-FIRAT KAAN DİNÇER-


Geçmişe bir özür borcum vardı.


Yaptıklarımı telafi edecek kadar zamana ve güce ancak bu yaşımda ulaşabilmiştim. Geriye dönmemin tek nedeni hatalarımı telafi etmekti.


Ben bir kızın kalbini kırmıştım.


Bu kızın sapsarı saçları ve bana bakan iri mavi gözleri vardı. İsmi Sara'ydı.


Bir zamanlar benim Sara'mdı.


Şimdi o mavi gözlerinde nefret vardı bunu görmüştüm. Kendi gözlerimle görmek her şeye rağmen kendimi hazırlasam da bana bir darbe gibi inmişti. Ben Fırat'tım. Bir iş adamıydım. Ünlü CEO'lardan biri olan Fırat Kaan Dinçer'dim. Oysa bana göre küçük bir çocuktum. Çocukluğum bana hatalar yaptırmıştı.


Düzeltmem yıllarımı da alsa, ömrümü de tüketse buna razı gelecektim.


Varsın ömrümün katili o mavi gözlü kadın olsundu.


Varsın bütün kalan yıllarım benim Sara'ma gitsindi.


Ellerim kumaş pantolonumun ceplerinde karşımdaki olağanüstü bir yaratıcılıkta yapılmış manzarayı izliyordum. Arabamın ön camına iki tane topuklu ayakkabı muntazam bir şekilde geçirilmişti. Kimin yaptığını anlamam için çok da düşünmeme gerek yoktu.


O her zaman az da olsa intikamcı bir insan olmuştu.


Kendi kendime gülüp başımı iki yana salladım.


Vale yanıma koşar adım gelip olayı haber verdiği an zaten kimin yaptığını anlamıştım. Hiç acele etmeden arabanın yanına geldiğimde vale benden özür diliyordu ama sorun kendisi değildi.


Sorun bendim.


Her şeyin sorumlusu da bendim.


Şimdi arabamın yanında tek başıma öylece durup manzaranın tadını çıkarıyordum. Davet dakikalar önce bitmiş, herkes arabama bakışlar atıp ortadan kaybolmuştu.


"Harika bir hoş geldin hediyesi olmuş." Duruşum dikleşirken arkamda kalan adım seslerinin yanıma gelmesini dinledim. Boylarımız hemen hemen aynıydı. Yıllardır böyleydi. Göz ucuyla yan profiline baktım. Yeniden önüme dönerken daha çok sırıttım. Hiç değişmemişti, hem de hiç.


"Hediyelerin en güzeli gibi duruyor." Diye fısıldadım. Boynunu esnetip eliyle kırık cama dokundu. "Pahalıya patlayabilir." Diye mırıldandı. Omuzlarımı silkip, "Onarmak için yeterince param var. Hatta yenisini alacak kadar param da var. Dert ettiğin için teşekkür ederim." Sonunda bana baktığında göz göze geldik.


Yeşil gözleri eski bir dostun bana baktığı gibi bakıyordu.


Ama öfkeyle.


"Yeniden hoş geldin diyelim o zaman Fırat Bey." Dedi. Başımı kabul edercesine salladım. "Eksik olmayın Meriç Ataman." Biraz daha birbirimize bakıp bu durumu sindirmeye çalıştık. Eski bizi düşündüm. Meriç'le yakın arkadaştık, hatta kardeş gibiydik.


Ta ki ben o hatayı kız kardeşine yapana kadar.


Kız kardeşini üzmek bu dünyada Meriç Ataman'a yapılacak en kötü şeydi ve ben tam olarak bunu yapmıştım. Kardeşim dediğim adamla tüm bağlarımız bir gecede kopmuştu. Yaptığım hatayı o dakika anlamıştım ama iş işten çoktan geçmişti.


Şimdi yakın dostumla da aramı düzeltmem gerekiyordu ama bu nispeten daha kolaydı.


En azından öyle olmasını umut etmekten başka çarem yoktu.


"Özledin mi beni?" Diye sorduğumda yanımdan geçip omzuma omzuyla vurdu. Arkamı dönüp arabasına doğru gidişini izledim. "Meriç!" Diye seslendim. Adımları dursa da bana dönmedi. "Geri döndüm, kardeşim. Her şeyi baştan almak için. Onu geri kazanmak için döndüm. Sen de bil, bu benim yeminimdir."


Son kelimenin ardından hızla bana döndü. Alt dudağını dişlerken kaşları oldukça çatıktı. "Geri dönmene sevindim Fırat." Dedi. Gözlerinden samimi olduğunu anlayabiliyordum. "Ama aynı şeyler yine yaşanırsa. Onu yeniden paramparça bir halde kollarıma bırakırsan bu sefer karşında yıllar öncesinin merhametli adamını göremezsin. Bu da benim sana yeminimdir."


Çenemi havaya dikip ona baktım. Bir kaç saniye daha gözlerime bakıp arkasını döndü ve arabaya binip hızla yanımdan uzaklaştı. Derince bir nefesi ciğerlerime çektim.


Kolumdaki saate bakıp gece yarısını çoktan geçtiğimizi fark ettim. Yarın büyük bir gündü ve her şeye hazırdım.


"Hadi Fırat." Dedim kendime. "Yeniden eskisi gibi olacaksın hepsiyle." Uzanıp ayakkabıları camdan çıkardım ve iplerinden tutup arabayı açtım. Kendimi sürücü koltuğuna bırakırken ayakkabıları da yan koltuğa bıraktım. Ayakkabıların ve önümdeki kırık manzaraya bakarken yeniden güldüm ve motorun harlanmasını dinledim.


Loading...
0%