@ay_yonar
|
- SARA MİA ATAMAN- Kendimi yorgun argın odama attığımda tüm gecenin bir kabus olmasını diledim. Gerçekten kötü bir şey mi yapmıştım? Onun tekrardan karşıma çıkmasın için ancak olağanüstü derecede kötülükte bir şey yapmam lazımdı ki cezam onu yeniden görmek olsundu. Ama hayır. "Neden şimdi?" Kendi sesimi duyan kulaklarım bir cevap bekledi ama odada yalnız başımaydım. "Neden hiçbir şey olmamış gibi? Neden yeniden... Kalbimi kıracakmış gibi karşıma çıktın?" Keşke birileri bu dile getirdiğim soruları yanıtlasaydı. Seslice nefesimi verirken üzerimdeki elbiseden kurtulup duşa girdim ve hızlı bir duşun ardından rahat bir kaç kıyafet giydim. Odamdan çıkıp merdivenleri inerken Atlas'la Belen'i atışırken buldum. Abim ise yorgun gözlerle ikisini izliyordu. "Ben sana davet boyunca yanımdan ayrılma demedim mi Belen? Kafamı ne zaman çevirsem başka bir insanın ki özellikle bu insanlar erkek oluyor ve sen onların yanında bitiyorsun ya!" Atlas öfkeli duruyordu ama niyeti ikizini korkutmak değil, korumaktı. O her zaman korumacı bir kardeş olmuştu ve bu bana çok yakından tanıdığım başka bir kardeşi hatırlatıyordu. Göz ucuyla abime baktığımda çoktan merdivenleri yarılamıştım. Kalan merdivenleri inmeden ahşap zemine oturdum. Çenemi ellerime yaslayıp bacaklarımı da kendime çektim. "Atlas saçmalıyorsun ve yine abimmiş gibi davranıyorsun. Yeterince büyüdüm ve neyin ne olduğunu bilecek kadar zekam var çok şükür. Lütfen sus artık." Belen de Atlas kadar gergin duruyordu ama yüzünde yorgunlukta görüyordum. Atlas kardeşinin bozulduğunu anlamış olacak ki eliyle yüzünü sıvazlayıp bir adım daha ona yaklaştı. "O anlamda demek istemediğimi biliyorsun Belen. Bu büyük bir davetti ve yanımda, gözümün önünde olsan hiç de fena olmazdı." Belen'den bir cevap gelmeyince serçe parmağını ona uzattı. "Küsme bana. Gel barışalım. Bak barışırsak benden bir kaç dakika önce doğduğunu kabul edeceğim." Belen ona baktığında, "Sadece bir hafta." Diye uyardı Atlas. Belen başını iki yana sallarken o da serçe parmağını uzatıp Atlas'la parmaklarımı birleştirdiler. "Güzel. Hadi dinlenmeye gidelim." Dediğinde kolunu kardeşinin omzuna sardı. Önce Meriç'e sonra bana bakıp elini salladı. "İyi geceler herkese." Deyip gözden kayboldular. Onların odaları alt katta ve karşılıklıydı. Malikanenin bulunduğu konum yüksekte kalıyordu ve önümüzde nefes kesici İstanbul'un ışık manzarası vardı. Yan tarafımızdan havuzun mavi ışığı yüzümüze vuruyordu. Cümlem biter bitmez, "Sakın." Dedi. Gözlerini öfkeyle bana dikmiş dik dik bakıyordu. "Bir daha ağzından o kelimeyi duyarsam çok kötü kavga ederiz Sara." Dedi. Yutkunurken bakışlarımı kaçırdım. "Lafın gelişiydi." Diye mırıldandım. Annem ve babam vefat ettikten sonra abim benden daha çok etkilenmişti. Hatta bir sürü tedavi görmüş ve bunun sonuncunda her ne kadar dikkatli de olsa takıntılı bir insana dönüşmüştü. Abimde Obsesif kompulsif bozukluk vardı. Annemle babamın trafik kazasının ardından bir süre kriz bile geçirmişti. Ondan maalesef bunu alamamıştım. Ben ise alaycı ve kısık bir kahkaha attım. "Hatalarını mı? Bunu sana o mu dedi abi? Hatalarını da, kendisini de alsın ve siktir olup gitsin!" Küfür ettiğimde yine yüzünü buruşturmuştu ama sakin kalamıyordum. Her şey koca bir şakadan ibaretmiş gibi dururken benden sakin kalmam bekleniyordu. "Ne onu görmek istiyorum, ne de seninle iş yapmasını istiyorum. İptal et her şeyi abi! Ben geldim ki amacım da buydu zaten. Merak etme biz kendi başımıza yaparız." Abim başını iki yana salladı. "Bu sefer değil Sara. Bu sefer kendi başımıza bu işin altından kalkamayacağız. Türkiye'de ki piyasayı bilmiyorsun. Son bir kaç senede tüm dengeler alt üst oldu. Buna göz yumamam. Bize lazım. O bize lazım." Ona inanmayarak baktım. "Ondan en az benim kadar nefret ettiğini sanıyordum?" Cümlemi soru sorarcasına bitirmiştim. "Sen nefret ediyorsun Sara. Ben eskisi kadar hoşlanmıyorum diyelim. Ve mantıklı bir adam olduğum için tüm ihtimalleri düşünüp onunla bu iş yoluna çıktım. Zorundaydım. Fikrimi değiştirmeyeceğim." Ellerim iki yanımda yumruk olurken fark ettim ki sinirimi hiç ama hiç atamamıştım. "Mantık mı kaldı sence?" Dedim hayretle. "Abi sen yanımdaydın. Ben senin yanına koşup ağladım. Sen beni sardın kollarına ya!" Diye bağırdım. Gecenin tüm gerginliğini abime kusuyordum. "Unuttun mu Meriç Ataman? Biz birbirimize bir söz verdik. Sözünden dönüyor musun sen?" Yanağımın içini dişledim ve kendimi sıktım. "Her şey benim yüzümden oldu. Annemle babam da benim yüzümden öldü." Bize aracın taklalar attığını ve yol kenarındaki bariyerlere çarparak durduğunu söylemişlerdi. İkisi de olay yerinde vefat etmiş, geriye abimle beni bırakmışlardı. Ben on dokuzdum. Abim yirmi üç. Kendimi yeniden depresyonda bulmamak için o kadar çok uğraşmıştım ki abim her an intihar etmemem için yanı başımda geziyordu. O sırada o da kendi dertleriyle uğraşıyor ikimizi de ayakta tutmaya çabalıyordu. Kısmen başarısız olmuştu çünkü ben o depresyon sürecine teslim olmuştum. Yine de pes etmedi. İkimiz de en güçlü şirketlerin yöneticisiydik ve kendi adımız gittiğimiz her yerde büyük yankılar uyandırıyordu. "Benim Fırat'la gram işim kalmadı." En büyük günahı beni arkasında bırakıp giden o işlememiş miydi? ✮ Ertesi sabah biraz daha iyiydim. Her açıdan hem de. Daha az sinirli ve gergindim ki bu benim açımdan iyiydi. Üzerimde marka bir takım vardı. Saçlarımı krem rengi ceketimden kurtarıp sırtıma doğru bıraktım. Rujumu da aynaya doğru eğilip sürdükten sonra belki sonradan tazelerim diye çantama atıp odamdan çıktım. Kahvaltıyı yapalı yarım saat oluyordu ve abimle ikimiz masadaydık. Atlas'la Belen'i sorduğumda okulda olduklarını söyledi. İki de üniversitesi üçüncü sınıf öğrencisiydi. Belen hukuk öğrencisi Atlas ise işletme öğrencisiydi. Merdivenleri inerken James koridordan çıkıp yanıma geldi. Baş selamı verip, "Günaydın." Dedi. "Yine ve yine çok şıksınız Meriç Bey." Deyip kıkırdadım. Yine üzerinde lacivert ve marka bir takım elbise vardı. Saçından gömleğine kadar kusursuzdu. Aslında bu biraz da OKB' den kaynaklanıyordu. Güneş gözlüğünü takmış yüzüme bakıyordu. "Pekala. Sorun yok." Deyip yanından geçtim. O kendi arabasına giderken bende kendi arabama doğru gittim. Kırmızı arabama bir bakış daha attım. Tasarımda ambleme kadar her şeyi baştan yenilemiştim. Orijinal amblem bana göz alıcı şekilde baksa da yeri biraz daha üstteydi. Eski yerine ise daha farklı korumalıklar ekleyip arabayı spor arabaya çevirmiştim. "Sadece beni kıskanıyorsun." Dedim. Gözlerini devirdiğini hissedebiliyordum. "Seni kıskanmıyorum Sara. Ayrıca benim zaten bir bebeğim var." Ahh... Evet haklıydı. James'in de gördüğümde ağzımın beş karış açık kaldığı harika bir motosikleti vardı. Defalarca kez ona tasarımını değiştirmek için teklif götürsem de her seferinde inatla kabul etmiyordu. Topuklu ayakkabılarımın bayıldığım sesi eşliğinde kapıyı açıp kendimi koltuğa bıraktım ve yol boyunca telefonumla ilgilendim. İstanbul'un trafiğine yakalandıktan hemen sonra telefonuma bir çağrı düştü. "Efendim canım?" Dediğimde nefes alışlarını duyabiliyordum. Bir yere koşuyor olmalıydı. "Ülkeye dün gelmişsin ve ben bunu haber sitelerinden öğreniyorum. Ayrıca buradaki şirketiniz harika ve sanırım kayboldum. Ne zaman geliyorsun?" Buket hem yakın arkadaşım ve de kişisel asistanımdı. Benimle beraber o da senelerdir Amerika'daydı ve daha bir kaç ay önce nişanlanmıştı. "Alışkanlıklarımı kolay değiştiren bir insan değilim Sara ve sen beni yepyeni bir işe sürükledin. O yüzden hemen gelsen çok iyi olur." Deyip telefonu kapattı. Sanırım Buket'in de maaşından kesinti yapmalıydım. "Siz çalışanlarım olarak sınırları çok aşmaya başladınız ve benim buna müdahale etmem gerek." James tabi ki de telefonda konuştuğum kişinin Buket olduğunu anlamıştı. Bu adam... Ne kadar da küstahtı! Göz ucuyla James'e baktım. "Kesinlikle kovuldun." Beni ciddiye almadan kahkaha atmıştı ve bu abartıyla gözlerimi devirmeme neden oldu. James ve Buket'i seviyordum. İkisi de kafa dengi ve son derece mükemmel insanlardı. Şirketin önüne geldiğimde ofladım. "Gazeteciler mi? Ciddi olamazsın." Kendi kendime mırıldanıp James'in arabadan inişini ve benim tarafıma gelmesini izledim. Gazeteciler arabaya doğru gelirken çantamı alıp araçtan indim. Yüzümde flaşlar patlıyor her bir ağızdan sorular yağıyordu. Bunlar neden buradaydı? James gazetecileri uzaklaştırmaya çalışırken hiçbir soruya cevap vermedim. Hızla merdivenleri çıkıp şirkete girdiğimde klimaların soğukluğu yüzüme vurdu. "Nereden çıktı bunlar? Sadece şirkete geldim." James'in bakışları bilmediğini gösteriyordu. "Sara," Dedi o ses. Bir daha ne duymak ne de görmek istediğim o kişi ismimi söyledi. Ona dönmedim ama duruşumu istemsizce dikleştirdim. Tabi ya! Ah abi... Yanıma gelirken önce adım seslerini duydum, sonra da parfümünün kokusu içimi yaktı. Çözemediğim bir kokusu vardı ve bu alnımı kırıştırdı. Yanımdan geçip tam karşımda durdu. Daha gözlerine bakmamıştım ve şu an göğsüyle bakışıyordum. Yanımdaki James'e elimle işaret verip bizi bırakmasını istedim. James uzaklaşana kadar konuşmadım ama araya mesafe koyunca öfkeli bakışlarımı onun gözlerine diktim. "Ne arıyorsun burada?" Diye diklendim. Halbuki sorunun cevabını gayet de biliyordum. "Çok isterdim biliyor musun? O güne geri dönmeyi çok isterdim." Biri boğazımı sıkıyormuş gibi hissettim. "Kapat çeneni!" Diye hırladım. "O gün bir hataydı. Bitti ve gitti. Hiçbir anlamı yok artık." Derin bir nefes aldı. "Sence bitti ve gitti mi Sara?" İsmim yeniden onun dudaklarından farklı dökülüyordu ve bu sinirimi daha çok bozuyordu. "Bitmiş ve gitmiş olsa ben senden gidebilir miydim? Sen beni bitirebilir miydin?" "Gittin?" Dedim büyük bir şaşkınlıkla. "Tam da bunu yaptın ve gittin Fırat." Yanağımın içini öfkeyle ısırdım. "Bitirdim." Dedim kararlılıkla. "Bittin bende. Sen artık zihnimde çürümeye mahkum bir adamsın. Hapsettim seni soğuk zindana, zincirledim sana ait her şeyi. Yoksun artık. Sana aksini düşündüren nedir?" Dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Eğer beni bitirmiş olsaydın karşımda dikiliyor olmazdın. Benim tanıdığım Sara çoktan yanımdan çekip giderdi. Sen söyle o zaman, neden hala buradasın, tam karşımdasın?" Başımı iki yana salladım. "Yine ve yine saçmalıyorsun. Ne halin varsa gör." Deyip yanından geçip asansöre doğru gittim. Ama söylediği şeyler durmama neden oldu ve aklım aynı senaryoyu yaşadığımız davet gecesine gitti. Dedikleri omurgamdan aşağı bir ürperti gönderirken yeniden yanıma gelmişti. Omzum koluna değecek kadar yakınımda durup öne doğru eğildi ve asansör düğmesine bastı. "Ve Sara şunu da bil ki ben boşuna geri dönmedim. Kafama koyduğumu yapan bir adamım ve günün sonunda haklı çıkacağımı biliyorsun." Asansörün gelmesine iki kat vardı. "Haklı çıktığını görmektense gözlerimi oyarım daha iyi. Ayrıca karakterine göre çok büyük laflar ediyorsun Dinçer." Dedim. "Önce aynada baktığın adamı tanı sen. Sonra haklı olup olmadığını gün sonunda tartışırız. Tabi seninle konuşmayı kendime layık görürsem." Asansör önümüzde durdu ve kapılar açıldı. O sırada yanımda hafif bir gülme sesi duydum. "Pençelerini gizli tut Sara. Yoksa çok kan kaybederim. Ölmemi istemezsin değil mi?" Deyip asansöre bindi. Bana dönerken elleri hala ceplerindeydi. "Senden nefret ediyorum." Diye mırıldandım. |
0% |