Yeni Üyelik
6.
Bölüm

3- Fısıldayan Gözler

@ay_yonar

Dediği hiçbir şeyi dikkate almayacaktım.


Bana her baktığında kafamı başka bir yöne çevirecektim.


Bulunduğu ortamda ben olmayacaktım.


Onu daha az görmemin bir yolu varsa o yolu ben kendim döşeyecektim. Beni asansörün önünde o halde bırakıp gittikten hemen sonra James yanıma gelmiş iyi olup olmadığımı sormuştu ama ne ona adam akıllı bir cevap vermiştim ne de kendi sinirlerimi yatıştırabilmiştim.


Ona karşı hala öfkeliydim ama bir yandan da içimi kavuran bir merak vardı.


Karşısına geçip aklımdaki her şeyi sormak istiyordum ki bunu yapacaktım da ama şu an değildi. Şu an işime odaklanmam lazımdı ve o benim aklımı oldukça meşgul ediyordu. Başımı iki yana sallayıp toplantı salonunun olduğu koridora döndüm. Şirkette artık benim de olmam yanından geçtiğim herkesin dönüp bana bakmasına neden oluyordu. Çoktan bir dedikodu fırtınası başlayan şirketi gördüğüm de yüreğimde bir özlem duygusu titreşti. Kendi şirketimi özlemiş olabilirdim.


Fırat yüzünden on dakika geç kaldığım toplantı odasının önüne geldiğimde girmeden önce kulağıma dolan seslerle tam kapının önünde durdum. Masada hararetle konuşan tek bir kişi vardı ve bu şirketin ekonomi sorumlusu olan adamdı. Adını asla hatırlamıyordum ki önemli olsa hatırlardım. Adamın konuştuğu kişiye baktığımda Atlas'ı gördüm.


Onun toplantıya katılacağından haberim yoktu.


"Bakın Atlas Bey, doğru diyor olabilirsiniz ama benim de işim bu. Önümde belgeler var benim. Sizin söylediğiniz varsayımlarla bu işi yapamayız." Atlas'ın omuzları gerginlikle kasılmıştı. İçeriye girmek istiyordum ama biraz daha durdum. "Bakın Mustafa Bey," Dedi Atlas da. "Amacım zaten işinize karışmak değil ama size bahsettiğim harcamalardan ufak da olsa kısarsak çalışanlara güzel bir zam yapabiliriz. Biz çalışanlara önem veren bir şirketiz ve bu her şeyden daha önemli."


Adının Mustafa olduğunu benim de yeni hatırladığım adam başını inatla iki yana salladı. "Olmaz. Söz konusu bile değil." Adam gözlüğünün düzeltip önündeki kağıtlara baktı. O sırada masanın başında oturan abim adama dönüp, "Neden Atlas'ı dinlemiyoruz? Haklı olabilir." Abim birinin haklı olduğunu söylüyorsa o kişi kesinlikle haklıdır. Bunun bilinciyle adamın vereceği cevabı bekledim. Önce inanamıyormuş gibi güldü. Sonra da, "Meriç Bey işinize karışmak gibi olmasın ama Atlas Bey daha kendi işlerini halledemiyor. Daha üniversite öğrencisi olan bir insan benden daha mı iyi bilecek Allah aşkına? Ben bu işe senelerimi verdim."


Sinirlerimin bin kat daha yerinden oynaması için kuzenime bakmam yeterli olmuştu. Kuzenimin sandalyeye gömüldüğünü gördüğüm an kan beynime sıçradı. Abim bir cevap vermek için dudaklarını oynatmıştı ama içeriye ben girdiğimde herkesin bakışları bana döndü.


Şansa bakın ki Fırat da buradaydı ve o da bana bakıyordu. Gözlerimi bir daha asla ona çevirmeden tek odağım olan Mustafa Bey'e baktım.


"Çok üzgünüm, geç kaldım." Dudaklarımı kıpırdatarak gülmeye çabaladım. "Mustafa Bey, odaya girmeden önce dediklerinize kulak misafiri oldum." Mustafa Bey gururla duruşunu dikleştirirken başımı Atlas'a çevirdim. "Kuzenimin daha üniversite öğrencisi olması konusunda haklı olabilirsiniz. Ve tabiki de işinize yıllarınızı verdiğiniz konusunda da." Çantamı yavaşça masaya bırakıp avuç içlerimi soğuk zeminine yasladım. Öne doğru eğilip gözlerimi Mustafa denilen adama diktim.


"Ama şu bir gerçek ki Atlas benim kuzenim. Yani bu demek oluyor ki ailemden biri." Herkes pür dikkat bana bakıyordu. "Ve hiç kimse benim ailemden biriyle böyle konuşamaz."


Adamın göz bebeklerinin titreştiğini gördüm. "Kuzenimin veya başka birinin bir fikri varsa toplantılar bunun içindir. Size de karşı fikri değerlendirmek düşer. Aşağılamak değil. Buna asla göz yummam. Şimdi Mustafa Bey, önünüzdeki kağıtları toplayın ve toplantı salonunu terk edin." Arkamdaki sandalyeyi çekip oturdum ve bir bacağımı diğerinin üzerine attım. "A-ama Sara Hanım, Ben... Siz ne diyorsunuz?" Abime dönüp, "Meriç Bey?" Dedi ne yapacağını bilemiyormuş gibi.


Abim gözlerini bana dikmiş daha öncesinde bildiğim bir duyguyla bakıyordu.


Hayranlık.


Beni sen böyle yetiştirdin der gibi tek kaşımı kaldırdım. Abim adama dönüp, "Sara Hanım ne diyorsa benim sözümle birdir Mustafa Bey. Salonu terk ediniz, derhal." Adam sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Hızla kağıtları ve eşyalarını toplayıp ayağa kalktı. "Bu arada Mustafa Bey." Dediğimde durup bana baktı. "Çıkış işlemleriniz için danışmanın yanına gidebilirsiniz. Sizinle çalışmak hiç zevkli değildi. Görüşmemek üzere."


Adam resmen on kat daha renk attı.


Bir fırtına gibi odadan çıkarken kolumdaki saate baktım. "Toplantı beş dakika sonra kaldığı yerden devam edecek. Bizi yalnız bırakın." Dediğimde şirketin diğer üç personeli eşyalarını toplayıp salondan çıktı. Salonda ben, abim, Atlas ve...


"Sende çık." Dedim ona ama sandalyesinde geriye yaslanıp gözlerini bana dikti. "Hiç çıkasım yok." Diye mırıldandı. Dişlerimi birbirine bastırıp ona laf atacaktım ki abim araya girdi. "Yeter, kesin şunu." Dediğinde son bir ters bakışımla ona baktım. Kalmak istiyorsa kalsındı.


Sandalyesinde kıpırdamadan duran Atlas'a döndüm bu sefer de. Hiç kimse, gerçekten hiç kimse ailemle bu şekilde konuşamazdı. Yeniden sinirlenmeden önce, "Atlas bana bak." Diye seslendim. Zorla da olsa kafasını kaldırıp benimle göz göze geldi. "Neden böyle yapıyorsun? Neden kendine o lafları dedirtiyorsun? Atlas biz bunun için mu günlerce çalışıyoruz? Adamın biri gelsin ve sana demediğini bırakmasın diye mi?" Başımı iki yana salladım.


"Bak ablacım seni canımdan çok seviyorum ve her kim seninle öyle konuşursa aynı tepkiyi veririm biliyorsun. Ama biz bunun için uğraşıyoruz ya zaten. Kimse bizimle bu şekilde konuşamasın diye geceleri sabaha karıyoruz." Yutkunup bakışlarını kaçırdı. "Biliyorum abla." Diye mırıldandı. "Amacım bu değildi zaten. Bir anda öyle konuşmaya başlayınca ne yapacağımı bilemedim. Diğer insanlarda vardı zaten. Rezillik çıkmasın diye sustum."


Haklı olduğunu biliyordum. Atlas normalde hepimizden daha tez canlı ve daha konuşkandı. Asla susmazdı ve bazen fazla empati yeteneği onu sessiz bir insan yapıyordu. Bunda bir sorun elbette yoktu ama konuşması gereken yerde susarsa her zaman böyle olurdu.


Konuşman gereken yerde susarsan bir ömür boyu insanlar konuşurdu. Sesini duyurman lazımdı ki insanlar bağırdığını sanarken aslında senin gölgenin altında fısıldasınlardı.


Biz abimle bunu öğrenmiştik ve sıra bunu Atlas ve Belen'e de öğretmekti.


"Abla lütfen annem karşımdaymış gibi bakma bana." Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Ne dediğini duyamadım Atlas? Ben Derya ablam gibi mi bakıyorum? Hiç de bile." Atlas yüzünü buruşturup gülmeye başladı. Keyfinin yerine geldiğini görmek beni de gülümsetti ve o zaman onunla göz göze geldim.


Elini çenesine yaslamış hafif bir tebessümle beni izliyordu. Kendi gülümsemem hızla tuzla buz olurken boğazımı temizleyip abime döndüm. "Her neyse kapatalım konuyu. Toplantıya devam edelim." Diğer personeller bir kaç dakika sonra yeniden salona geldiklerinde önümüzdeki bir buçuk saat daha toplantıya devam ettik.


Şaşırtıcı bir şekilde benden çok konuşan o oluyordu ve söylediği cümleler, ortaya attığı fikirler bunu sesli itiraf etmesem de fena değildi.


Karşımdaki bir numaralı düşmanım olsa bile hakkını yiyemezdim.


Şansa bakın ki karşımdaki zaten bir numaralı düşmanımdı.


Bu işin sonunun nereye gittiğini görebiliyordum. Benim düşündüklerimi toplantı bitiminde abim dile getirdi. "Her şey konuşulup kararlaştırıldığına göre Dinçer Şirketiyle ortaklık başlatabiliriz."


Abime öfkeden bağırmak istesem de sustum çünkü istatistikler göz önündeydi. Daha iyi olmak istiyorsak bir iş birliği fena bir adım sayılmazdı. Sadece bu iş birliğinin onunla olması kanıma dokunuyordu. Bunu da kadere atıp kafamı boşaltmaya çalıştım.


Kağıtlar imzalandı ve toplantı bitti. Odada bu sefer kalan ben, abim ve Fırat'tı. Odadaki sıcaklık birden eksilere düştü. Önce Fırat sonrasında abim ayağa kalkarken ikisini izlemekle meşguldüm.


Çünkü ikisi hem birbirine sarılabilecek hem de yumrukların havada uçuşabileceği bir gerginlikle birbirlerine bakıyorlardı.


Fırat abime elini uzattı. "Güzel işti. Umarım böyle de gider." Diye mırıldandı. Abim önce Fırat'a sonra da eline baktı. En sonunda o da elini tutup sıktığında sağlam bir tokalaşma yapmış gibi duruyorlardı. Sinema filminde gibi hissediyordum.


"Umarım dediğin gibi olur Fırat." Dedikten sonra elleri ayrıldı ve ikisi de bana döndü.


Harika!


El mahkum ayağa kalktım ve bende onların yanına yürüdüm. Abime elimi uzattığım o an yüzündeki ifadeyi süzdüm ama her zamanki gibi bir şey okuyamadım. Beni Fırat'a yaptığı kadar bekletmeyip hemen elimi tuttu ve sıktı. "İyi işler, bol kazançlar Meriç Bey. Servetiniz kaç milyon daha katlandı? Beni evlatlık alır mısınız?" Dudakları gülümsemek için titrer gibi oldu ama bu saniyelik sürmüştü. Başını sallayıp, "Teşekkür ederim Sara Hanım. Desteğiniz benim için bir onur. . Sizin yüzünüzden yeni bir çalışan araştırıp işe almam gerekiyor ama olsun. Canınız sağ olsun yeter ki. Ayrıca evlatlık istemiyorum, sağ olun."


Hiç de alttan olmayan iğneliyici laflarını dinledikten sonra elimi bırakmış ve arkasını dönüp odadan çıkmıştı.


Bende gitmek için hareketlendiğimde başka birinin varlığını az kalsın unutuyordum. O da buradaydı ve salonun büyük olması çok da umrumuzda değil gibiydi. Sanki duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Topuklu ayakkabılarımın üzerinde ona doğru döndüm. "Seninle el sıkışmayacağım." Dedim. Masadaki çantama uzanıp ceketimi düzelttim.


Saçlarımı omzumdan geriye atarken, "Dün akşam davetten sonra biri arabama bir şaheser bırakmış." Diye mırıldandı. Elimin hareketi duraksadı. Göz ucuyla ona baktım. "Ne şaheseri?" Diye sordum. Kaşları havalanırken saniye saniye değişen yüz ifadesini izledim. "Ön camda bir çift ayakkabı içeren bir şaheser." Elimle ağzımı örttüm. "Şaka yapıyor olmalısın? Bunu kimin yaptığını bulursan benimle iletişime geçmesini söyler misin? Şahsen tebrik etmem gerek de."


Başını iki yana sallayıp dilini damağına vurdu. "Bunu yapan sendin Sara. Bana oyun oynama." Çantamı yeniden masaya bıraktım ve ona doğru yürümeye başladım. "Beni kanıtın olmadığını bir şeyle suçlayamazsın ayrıca banane senin arabandan? Şuan aynı salonda bile durmak istemiyorum seninle." Bu farkındalığı kullanıp, "Tam da bu yüzden gidiyorum."


Arkama dönmek istesem de bileğime sarılan sıcak bir elle kaskatı kesildim. Kafamı çevirip beni tutan eline baktım. "Bırak beni, ne yapıyorsun?" Beni dinlemedi. "Aptal bir adam değilim Sara. Sorun arabama bunu yapmış olmanda değil. İstersen tüm aracı sök, banane. Tek bir neden duymak istiyorum senden. Neden benden nefret ediyorsun?"


Son cümlesini gerçekten öğrenmek istediği bir gerçekmiş gibi söylemişti. İşin kötü tarafı bakışları cevabı duymak için can atıyordu. Peki ben ne diyecektim?


"Bırak kolumu Fırat. Bana böyle dokunamazsın sen!" Sesim son derece sert çıktığında kolumu hala bırakmamıştı. Tutuşu canımı yakmıyordu ama beni olduğum yere mıhlıyordu.


Bakışları da öyleydi.


"Cevabını duymadan buradan ikimiz de bir yere gitmiyoruz. Bir daha soruyorum, neden benden nefret ediyorsun?"


Burnumdan öfkeyle soludum.


"Ben kendimden nefret ediyorum!" Diye bağırdım en sonunda. "Başıma gelen her şey benim yüzümden oldu. Dizlerimi kanatacak kadar yere düştüm ben ve hepsi benim suçumdu. Sonra bir gün oturdum ve düşündüm Fırat. Oturdum ve asıl sorunun sen olduğunu anladım. Beni arkanda bırakıp gittiğin o gün var ya, işte ben o gün senden nefret ettim çünkü kendimden nefret ediyordum. Sen, kendimi bana nefretle doldurdun!"


"Ben," Derken ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi. "Her şeyin sebebi o gün biliyorum. Bunun için döndüm zaten Sara. O günü telafi etmek için." Kolumu hızla elinden çektim. "Hiçbir şey yapamazsın sen bu saatten sonra!" Dedim. "Annemle babamı geri getirebilir misin Fırat?" Dedim. Gözlerini sıkıca yumup geri açtı. Biliyordu.


O da her şeyi biliyordu.


"Getiremezsin değil mi? O yüzden yol yakınken dön buradan sen. Benim yollarım düz bir köprüye çıkmıyor Dinçer. Benim yolumun sonu uçurum. Yıllar önceki itirafım bir cesaret gösterisinden başka bir şey değildi. Sen beni ciddiye almadın. Cesaretimi de duygularımı da kalbime gömdüm. Sende o mezarlığın birisinde yatıyorsun."


"Çok yanılıyorsun Sara." Dedi o da. "Evet belki onları senin için geri getiremem ama diğer her şeyi çözebilirim. Bunu yapacağım da zaten."


"Ne önemi var?" Diye bağırdım yeniden. Boğazım acımaya başlamıştı ama konuşacaksak konuşacaktık. Bunu o istemişti. Ona doğru yaklaşıp göğsünden ittirdim.


Geriye sendeledi.


"Onlar geri gelmeyecekse senin yaptıklarının ne önemi var? İstemiyorum hiçbir şeyini. Git hayatımdan! Çıkma artık karşıma ya! İstemiyorum."


Ellerimin titrediğini hissettiğim o an geri çekilip hemen yumruk yaptım. Görmesini istemiyordum ama en önemlisi yeni bir krizin başlayacağından korkuyordum. Uzun zamandır bu kadar öfkeli değildim ve duygu boşalmam bir şeyleri tetikleyebilirdi.


Onun önünde kriz geçirmeyecektim.


"Sara ben... Ben geri dönemem." Anlamadığım için ona bakmaya devam ettim. "Ben sana geldim çünkü anladım ki sensiz olmuyor. Yıllar önce bana o itirafı yaptın evet ve ben kahretsin ki bir çocuk gibi davrandım. Karşında yirmi dokuz yaşında bir adam duruyor olabilir ama ben sadece aynaya bakınca aptal bir çocuk görüyorum."


Gözleri gözlerime öyle bir baktı ki aldığım nefesim de boğazımda takılı kaldı. Gitmedi ciğerlerime, veremedim rahat bir nefes.


"Sen bana beni sevdiğini söyledin ben de dedim ki olmaz öyle şey. Olmazdı tabi Sara, nasıl olsundu? Sen en yakın arkadaşımın kız kardeşiydin. Bunu da siktir ettim, Meriç falan umrumda değil benim. Ama dediğim gibi çocuktum." Sertçe yutkunurken aynı şeyi bende yapmak istedim. "Hayallerim vardı Sara. O çocuk o hayallere kandı da seni bırakıp gitti. Bu bir mazaret değil. Hatamın farkındayım. Ama yapamayacağım bir şey varsa o da zamanı geri alabilmektir. Özür dilerim Sara. Özür dilerim Safir."


Bana doğru bir adım atmasına izin verdim. Nedenini bile bilmiyordum.


"Ben küçük bir kız çocuğunun kalbini çok fena kırdım ve bunu bilmeden yaptım. İzin ver onu yeniden hayata döndüreyim. Bunu yapabilirim Sara. Ömrümü alsa bile bunu senin için yaparım."


Çeneme doğru bir yaş akarken hızla sildim ama görmüştü. "Fırat," Diye fısıldadım. "Ben izin versem bile sen kalbime hiç sordun mu hala eskisi gibi kırık mısın? Diye. Çünkü ne ben eski Sara'yım, ne de kalbim eskisi gibi kırık."


"Biz yedi sene önce yok olduk Fırat. Şimdi bul bulabilirsen bizi."


Çantamı da alıp onu salonda bırakarak hızla odadan çıktım. Kendimi asansöre atana kadar sıksam da kapılar kapandığı an içimdeki her şey bir çırpıda gözlerimden aktı.



Toplantı çıkışında Buket beni yakalamış gün içinde kalan işlerimizi halletmiştik. Her yaptığım işte yüzümün asıklığı Buket'i bana karşı soru yağmuruna tutsa da her seferinde bir şeyimin olmadığını söyleyip onu geçiştirdim.


Bana inanmamış olsada o da daha fazla üzerime gelmeme kararı almış olacak ki akşama bara gitme teklifinde bulunmuştu. Bir kaç günün etkisini çözebilecek tek şey belki de alkoldü. Üzerimde mor, straplez mini bir elbise vardı. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapmış önümdeki kalabalığı izliyordum. VIP locada ben, benim yanımda James ve Buket vardı. Onlar kendi aralarında konuşurken ben elimdeki Crusta kokteyli pipetle karıştırmakla meşguldüm.


Müzikler başımı ağrıtmayacak şiddetteydi ve bu bir barda en sevdiğim şeydi.


"Sara iyi olduğuna emin misin?" Dalgın bakışlarımı Buket'e çevirdim. "Hm?" Dedim. Omuzları verdiği nefesle çökerken James'e kısa bir bakış atmıştı. "Diyorum ki iyi olduğuna emin misin? Tüm gün yanımda ruh gibi gezdin ve ben seni böyle görmeye alışkın değilim. Yüzünde renk kalmadı be canım."


Elimdeki içkiyi önümüzdeki masaya bıraktım. "İyiyim Buket gerçekten. Sadece bazı elimde olmayan durumlarla başa çıkmak zorunda kaldım." Buket'in gözleri anlayışla parladı. "Ayrıca boşver beni. Volkan'la aran nasıl?" Volkan Buket'in nişanlısıydı ve Buket'le olan görüntülü aramalarından iyi bir adam olduğunu az da olsa biliyordum. "Bu arada seninle o konuyu da konuşmak istiyorum. Buradaki işlerim biter bitmez Amerika'ya dönünce işi bırakabilirsin Buket, bunu biliyorsun. Volkan Türkiye de ve artık siz nişanlısınız. Sizi böyle ayırmaya hakkım yok."


Buket sahte bir gücenmişlikle bana baktı. James da anlasın diye İngilizce konuşuyorduk. "Öncelikle sorduğun için teşekkür ederim. Aramız Volkan'la gayet iyi durumda. İş meselesine gelirsek asla bu bir sorun olamaz Sara. Ama bir şeyler düşünmeye çalışacağım haksız da değilsin." Uzanıp elimi tuttu. "Sen benim en yakın arkadaşımsın öyle kolay kurtulamazsın benden."


Güldüğümde elimi de geri çekmiştim. Kendimi daha da keyifli hissederken alkolü yeniden elime alıp bir kaç yudum içtim. Boğazımdan aşağı inen alkol bu gecenin açılışını yapmıştı. "Şaka yapıyor olmalısın? Bu o mu?" Buket'e baktım. "Ne oldu?" Diye sorarken parmağını kalabalığın arasına doğrulttu. Oraya başımı çevirirken dudaklarım bir parça aralandı.


"Karşımdaki Fırat Kaan Dinçer ve ben hayal görmüyorum değil mi? Evet! Bu cidden o! Beynimin içinde Sezen Aksu'dan Seni Yerler çalıyor şuan." Başımı hızla Buket'e çevirirken at kuyruğum omzuma çarpmıştı. "Ne?" Diye hafifçe bağırdım. "Kafayı yemişsin. Ne alakası var?" Buket bana baktı. "Ne mi alakası var? Biraz yakından bak istersen çünkü buraya doğru geliyor."


James de yanımda kıpırdanmaya başlarken bir bana bir Fırat'a bakıyordu. Başımı yeniden olduğu tarafa çevirdiğimde göz göze geldik. Üzerinde beyaz bir gömlek altında da siyah bir kumaş pantolonundan başka bir şey yoktu.


Burayı nerden bildiğini bile bilmiyordum. Şimdi ise varlığı beni tedirgin ediyordu. Locanın önüne kadar gelip arkadaşlarıma başıyla selam verdi.


"İstersen onu gönderebilirim." James yanı başımdan benimle konuşurken gözlerim hala onun üzerindeydi. "Gerek yok. O kadar da önemli birisi değil." Beni duyduğunu biliyordum çünkü Buket de beni duymuştu ve kocaman açılmış gözleriyle bana bakıyordu. Ne demek önemli birisi değil? Derken dudakları sessizce oynamıştı. Omuz silkip sırtımı deri koltuğa yasladım. "Müsadenizle oturabilir miyim?"


Buket'le aynı anda, "Evet,"


"Hayır." Diye mırıldandık.


Ona kötü bir bakış atarken o daha çok beni kınıyor gibi bakıyordu. Fırat ayakta kalmaktan yorulmuş gibi kendisini yanıma bıraktı. "Koskoca locada başka yer mi yok?" Derken kendimi James'e doğru kaydırdım. Resmen ikisinin ortasında kalmıştım. Kafasını bana çevirip, "Burası bir farklı rahat." Diye mırıldandı. Aramızdaki şey elektrik kaçağı gibi cızırdamaya başladı. Sonra Buket'in sesini duydum. "Ben dans etmeye gidiyorum. James bana katılır mısın? Birazdan Volkan da gelecek zaten." İkisi yanımızdan saniyeler içinde toz olurken böyle arkadaşlara da küfrettim.


"Burada ne işin var?" Diye sordum. Sabah ki konuşmamız acı verici bir şekilde yeniden zihnime dolmaya başladı. Alkolden ardı ardına bir kaç yudum aldım. "Mekan yeni açılmış. Duyunca geldim." Dedi. Bir de bu mesele vardı. Buket bizi buraya sırf yeni açılmış diye getirmişti.


Yeniden küfrettim.


Tabi ki de hepsi zihnimde dönüp duran şeylerdi.


"Kesin öyledir." Diye mırıldandım. "Ne o? Çok mu özlem duydun bana karşı?" Yüzümde alaycı bir tebessüm vardı ama o benim aksime küçük bir gülümseme ile bana bakıyordu.


Kolunu arkama doğru atıp koltuğun başına yasladı. Yanlış mı hissetmiştim bilmiyordum ama parmaklarını omzuma değmiş gibi algılamıştım. Alkol diye fısıldadı zihnim. Alkol Sara.


Hala gülümserken, "Sana özlem değil hasret duyulur." Dedi. O an mekandaki tüm müzik kesildi ve ben sanki tamamen onu dinlemeye programlandım. Ne başka birileri vardı ne de ses. Sadece o ve ben gibiydik.


"Sarı saçına, mavi gözüne hasret kaldım ben Safir. Bunun ne demek olduğunu bilmiyorsun, hiç de bilemeyeceksin." Kirpiklerim ağır ağır kırpıştı. Gözlerimi o an onunkilerden çekmek istedim ama yapamadım. Beni yine ve yeniden kendine kilitlemişti. Nefes almayı unuttum sanki. O an ne diyeceğimi bilemiyordum ve imdadıma yetişen şey garson olmuştu. "Ne içersiniz?" Diye Fırat'a sorarken Fırat benden genç adama dönüp, "Viski. Hanımefendiye de bir tane vişne votka. Vişnesi fazla olsun."


Bunu... Nereden biliyordu?


Garson yanımızdan giderken, "Vişne votkayı nerden biliyorsun sen?" Diye sordum. O alkole bayılırdım ve her zaman favorim o olurdu. Ayrıca vişneyi de çok severdim. "Çünkü sevdiğini biliyorum." Dedi. Kolundaki Versace marka saate bakıp, "Ayrıca vişneyi de sevdiğini biliyorum. O yüzden fazla koydurdum. Alkolü biraz düşük olacak ama bu daha iyi. Hatırlıyorum Sara. Seninle ilgili her şeyi hatırlıyorum. Senin çoktan unuttuğun şeyleri bile hala anımsıyorum çünkü bu benim tek nefes alma yolum. Seni hatırlamak böyle hissettiriyor."


Kendimi dans pistine atmamak için zor tutuyordum. Deri koltukta yan tarafa kayıp onunla arama mesafe koydum. O da benim gibi yapıp bana doğru kaydı.


Yeniden kaydığımda o da kaymıştı.


Daha fazla kayamazdım çünkü koltuğun neredeyse sonunda oturuyordum. "Gelme yanıma. Git diğer tarafta otur." Başını iki yana sallarken içkilerimizi de aynı garson getirip masaya koyup uzaklaşmıştı. İçkimi almak için ayağa kalktım ama garson içkileri Fırat'ın olduğu tarafa koymuştu. Onun önünden geçip masaya doğru eğildim ve alkolü elime aldım. Saçım omzuma doğru düşerken onu düzeltip yerimde doğruldum.


Her hareketimi dikkatle inceliyordu.


"Bakışlarını çek benden!" Dedim sert bir sesle. Hala karşısında ayakta duruyordum ve alkolden bir yudum aldım. "Gözlerini seviyorsan Dinçer, bakışlarını çek. Çünkü onları oymaktan hiç çekinmem."


O da ayağa kalktığında bir kaç adım geriledim ama masaya değen bacaklarımla duraksadım. O da olduğu yerde durdu.


"Senden tek bir şey istiyorum. Gözlerime bakar mısın? Seninle konuşmayı denedim ama anladım ki böyle halledemeyeceğiz. En azından gözlerime bir şans ver. Bırak onlar sana her şeyi anlatsın. Sana ne kader hasret kaldığımı onlardan dinle bir de."


Başımı iki yana salladım. O da hafifçe yana eğdi. "Sara," Diye fısıldadı yeniden. "Safir," dedi sonrasında da. Sanki ismim çok boş kalıyordu ve bana taktığı o ismi seviyordu. "Bana öyle seslenme." Dedim.


Nedense... Rahatsız edici bir şey vardı ama bunun neden olduğunu anlayamadım. "Seni özledim. Hem de tarif edemediğim kadar çok özledim. Tamam, bana yine bağır, kız. Hatta benden yine nefret et ama gözümün önündeyken bu kadar uzak olma."


"Fırat ben," Yutkundum. "Ben zaten senin gözünün önündeydim. Sen beni görmedin ya da görmek istemedin bilmiyorum. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi bunu benden isteyemezsin sen. Buna hakkın yok senin." Gözlerine baktım bir süre ve anladım ki konuşan artık dudaklarımız değil gözlerimizdi. Sustum.


Ben susunca gözleri bana daha çok bağırdı. Kulaklarımı tıkasam da kalbimi kapatamadım. Gözleri pişmanlık bağırıyordu ama ben sadece kalbimin yeniden kırılacağını görüyordum.


Ve biliyordum ki haklıydım.


Bizim yan yana veya karşı karşıya olmamız bir şeyi değiştirmezdi. Biz her türlü, her şartlar altında yeniden kırılacaktık.


"Yapamam Fırat." Dedim en sonunda. "Bak ben... Ben her şeyimi kaybettim. Ben kendimi kaybettim ya. Başka bir şeyi kaldıramam. Senden gelen başka bir darbeyi kaldıramam ben. Ve biliyorum ki senden bana daha çok darbe gelecek."


"Yapmam!" Dedi inatla. Bu neyin inadıydı onu da anlamadım. Bıraksa olmaz mıydı? Beni bırakıp gitse olmaz mıydı? Gerçekten eskisi gibi acıtmazdı artık. "Sara yapmam. Bunu sana bilerek asla yapmam. Bunu sende çok iyi biliyorsun. Beni biliyorsun, tanıyorsun Sara. Sen beni herkesten iyi tanıyorsun."


"Hayır. Ben artık seni tanıyamıyorum. Sen kendini bana yabancılaştırdın Fırat." Dediğimde başını önüne eğdi. "Bunu bana sen yaptın. Her şeyi düzeltmek mi istiyorsun? Peki." Dedim. Dediğim şey beni bile kendime düşman edecek kadar tehlikeli bir şeydi. Belki kendime çok kızacaktım ama laf insanın ağzından bir kere çıkardı.


Yine de başını hevesle kaldırıp yüzüme bakışı... Nefretimin yanında başka bir şeyi de körüklediğini hissettim.


Özlem.


Eski bize dair özlem.


Eskiye dair özlem.


"Madem amacın bu. O zaman beni tanıdığım bu yabancıyı alıştır. Yeniden tanıyalım birbirimizi. Acılarımızla, birbirimize bıraktığımız yaralarla.... En sonunda bakalım biz birbirimizle olabiliyor muyuz diye?"


"Eskisi gibi olmayacak her şey. Ben daha çok çaba sarf edeceğim." Söylediklerini sanki kendisine hatırlatmak için söylüyordu. Aramızda mesafe olsa da yüzünü bana doğru yaklaştırdı. Nefes bile almadan ona bakmayı sürdürdüm.


"Sara," Diye fısıldarken, "Biz zaten birbirimizle olacağız. Bunun başka bir ihtimali yok. Eğer varsa da o ihtimali yok ederim. Dediğimi yapacak güçte bir adamım ve bunu gayet de biliyorsun. Hoşça kal Safir, görüşmek dileğiyle. Çok özletme kendini, hemen yeniden çık karşıma herhangi bir yerde."


Geriye çekilirken sağ elimi tutup görebileceğim kadar yukarıya kaldırdı. Parmaklarım yumruk yapmaktan bembeyaz kesilmişti. Teker teker parmaklarımı açıp elimi ters çevirdi ve dudaklarını elimin üstüne dayadı. Hafif bir öpücük bırakırken bir yere tutunmam gerektiğini hissettim.


Sonrasında baş parmağını öptüğü yere sürttü ve göz kırpıp elimi bıraktı.


Arkasını dönüp locadan çıkarken beni sırtıyla baş başa bıraktı. Mekandan çıkana kadar da öylece arkasından baktım. En sonunda ciğerlerime yeniden nefes dolarken masadaki iki alkolle göz göze geldim.


Onun hiç dokunmadığı viskisi,


Benim bitirmek üzere olduğum vişne votkam.


Tercihim onun sert viskisinden yana olurken tüm alkolü tekte boğazımdan aşağı gönderdim.


Loading...
0%