@ay_yonar
|
Dediği hiçbir şeyi dikkate almayacaktım. Onu daha az görmemin bir yolu varsa o yolu ben kendim döşeyecektim. Beni asansörün önünde o halde bırakıp gittikten hemen sonra James yanıma gelmiş iyi olup olmadığımı sormuştu ama ne ona adam akıllı bir cevap vermiştim ne de kendi sinirlerimi yatıştırabilmiştim. Ona karşı hala öfkeliydim ama bir yandan da içimi kavuran bir merak vardı. Fırat yüzünden on dakika geç kaldığım toplantı odasının önüne geldiğimde girmeden önce kulağıma dolan seslerle tam kapının önünde durdum. Masada hararetle konuşan tek bir kişi vardı ve bu şirketin ekonomi sorumlusu olan adamdı. Adını asla hatırlamıyordum ki önemli olsa hatırlardım. Adamın konuştuğu kişiye baktığımda Atlas'ı gördüm. "Bakın Atlas Bey, doğru diyor olabilirsiniz ama benim de işim bu. Önümde belgeler var benim. Sizin söylediğiniz varsayımlarla bu işi yapamayız." Atlas'ın omuzları gerginlikle kasılmıştı. İçeriye girmek istiyordum ama biraz daha durdum. "Bakın Mustafa Bey," Dedi Atlas da. "Amacım zaten işinize karışmak değil ama size bahsettiğim harcamalardan ufak da olsa kısarsak çalışanlara güzel bir zam yapabiliriz. Biz çalışanlara önem veren bir şirketiz ve bu her şeyden daha önemli." Adının Mustafa olduğunu benim de yeni hatırladığım adam başını inatla iki yana salladı. "Olmaz. Söz konusu bile değil." Adam gözlüğünün düzeltip önündeki kağıtlara baktı. O sırada masanın başında oturan abim adama dönüp, "Neden Atlas'ı dinlemiyoruz? Haklı olabilir." Abim birinin haklı olduğunu söylüyorsa o kişi kesinlikle haklıdır. Bunun bilinciyle adamın vereceği cevabı bekledim. Önce inanamıyormuş gibi güldü. Sonra da, "Meriç Bey işinize karışmak gibi olmasın ama Atlas Bey daha kendi işlerini halledemiyor. Daha üniversite öğrencisi olan bir insan benden daha mı iyi bilecek Allah aşkına? Ben bu işe senelerimi verdim." Sinirlerimin bin kat daha yerinden oynaması için kuzenime bakmam yeterli olmuştu. Kuzenimin sandalyeye gömüldüğünü gördüğüm an kan beynime sıçradı. Abim bir cevap vermek için dudaklarını oynatmıştı ama içeriye ben girdiğimde herkesin bakışları bana döndü. "Çok üzgünüm, geç kaldım." Dudaklarımı kıpırdatarak gülmeye çabaladım. "Mustafa Bey, odaya girmeden önce dediklerinize kulak misafiri oldum." Mustafa Bey gururla duruşunu dikleştirirken başımı Atlas'a çevirdim. "Kuzenimin daha üniversite öğrencisi olması konusunda haklı olabilirsiniz. Ve tabiki de işinize yıllarınızı verdiğiniz konusunda da." Çantamı yavaşça masaya bırakıp avuç içlerimi soğuk zeminine yasladım. Öne doğru eğilip gözlerimi Mustafa denilen adama diktim. Adamın göz bebeklerinin titreştiğini gördüm. "Kuzenimin veya başka birinin bir fikri varsa toplantılar bunun içindir. Size de karşı fikri değerlendirmek düşer. Aşağılamak değil. Buna asla göz yummam. Şimdi Mustafa Bey, önünüzdeki kağıtları toplayın ve toplantı salonunu terk edin." Arkamdaki sandalyeyi çekip oturdum ve bir bacağımı diğerinin üzerine attım. "A-ama Sara Hanım, Ben... Siz ne diyorsunuz?" Abime dönüp, "Meriç Bey?" Dedi ne yapacağını bilemiyormuş gibi. Hayranlık. Beni sen böyle yetiştirdin der gibi tek kaşımı kaldırdım. Abim adama dönüp, "Sara Hanım ne diyorsa benim sözümle birdir Mustafa Bey. Salonu terk ediniz, derhal." Adam sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Hızla kağıtları ve eşyalarını toplayıp ayağa kalktı. "Bu arada Mustafa Bey." Dediğimde durup bana baktı. "Çıkış işlemleriniz için danışmanın yanına gidebilirsiniz. Sizinle çalışmak hiç zevkli değildi. Görüşmemek üzere." Adam resmen on kat daha renk attı. Sandalyesinde kıpırdamadan duran Atlas'a döndüm bu sefer de. Hiç kimse, gerçekten hiç kimse ailemle bu şekilde konuşamazdı. Yeniden sinirlenmeden önce, "Atlas bana bak." Diye seslendim. Zorla da olsa kafasını kaldırıp benimle göz göze geldi. "Neden böyle yapıyorsun? Neden kendine o lafları dedirtiyorsun? Atlas biz bunun için mu günlerce çalışıyoruz? Adamın biri gelsin ve sana demediğini bırakmasın diye mi?" Başımı iki yana salladım. "Bak ablacım seni canımdan çok seviyorum ve her kim seninle öyle konuşursa aynı tepkiyi veririm biliyorsun. Ama biz bunun için uğraşıyoruz ya zaten. Kimse bizimle bu şekilde konuşamasın diye geceleri sabaha karıyoruz." Yutkunup bakışlarını kaçırdı. "Biliyorum abla." Diye mırıldandı. "Amacım bu değildi zaten. Bir anda öyle konuşmaya başlayınca ne yapacağımı bilemedim. Diğer insanlarda vardı zaten. Rezillik çıkmasın diye sustum." Haklı olduğunu biliyordum. Atlas normalde hepimizden daha tez canlı ve daha konuşkandı. Asla susmazdı ve bazen fazla empati yeteneği onu sessiz bir insan yapıyordu. Bunda bir sorun elbette yoktu ama konuşması gereken yerde susarsa her zaman böyle olurdu. Konuşman gereken yerde susarsan bir ömür boyu insanlar konuşurdu. Sesini duyurman lazımdı ki insanlar bağırdığını sanarken aslında senin gölgenin altında fısıldasınlardı. Biz abimle bunu öğrenmiştik ve sıra bunu Atlas ve Belen'e de öğretmekti. Elini çenesine yaslamış hafif bir tebessümle beni izliyordu. Kendi gülümsemem hızla tuzla buz olurken boğazımı temizleyip abime döndüm. "Her neyse kapatalım konuyu. Toplantıya devam edelim." Diğer personeller bir kaç dakika sonra yeniden salona geldiklerinde önümüzdeki bir buçuk saat daha toplantıya devam ettik. Karşımdaki bir numaralı düşmanım olsa bile hakkını yiyemezdim. Bu işin sonunun nereye gittiğini görebiliyordum. Benim düşündüklerimi toplantı bitiminde abim dile getirdi. "Her şey konuşulup kararlaştırıldığına göre Dinçer Şirketiyle ortaklık başlatabiliriz." Abime öfkeden bağırmak istesem de sustum çünkü istatistikler göz önündeydi. Daha iyi olmak istiyorsak bir iş birliği fena bir adım sayılmazdı. Sadece bu iş birliğinin onunla olması kanıma dokunuyordu. Bunu da kadere atıp kafamı boşaltmaya çalıştım. Çünkü ikisi hem birbirine sarılabilecek hem de yumrukların havada uçuşabileceği bir gerginlikle birbirlerine bakıyorlardı. El mahkum ayağa kalktım ve bende onların yanına yürüdüm. Abime elimi uzattığım o an yüzündeki ifadeyi süzdüm ama her zamanki gibi bir şey okuyamadım. Beni Fırat'a yaptığı kadar bekletmeyip hemen elimi tuttu ve sıktı. "İyi işler, bol kazançlar Meriç Bey. Servetiniz kaç milyon daha katlandı? Beni evlatlık alır mısınız?" Dudakları gülümsemek için titrer gibi oldu ama bu saniyelik sürmüştü. Başını sallayıp, "Teşekkür ederim Sara Hanım. Desteğiniz benim için bir onur. . Sizin yüzünüzden yeni bir çalışan araştırıp işe almam gerekiyor ama olsun. Canınız sağ olsun yeter ki. Ayrıca evlatlık istemiyorum, sağ olun." Hiç de alttan olmayan iğneliyici laflarını dinledikten sonra elimi bırakmış ve arkasını dönüp odadan çıkmıştı. Saçlarımı omzumdan geriye atarken, "Dün akşam davetten sonra biri arabama bir şaheser bırakmış." Diye mırıldandı. Elimin hareketi duraksadı. Göz ucuyla ona baktım. "Ne şaheseri?" Diye sordum. Kaşları havalanırken saniye saniye değişen yüz ifadesini izledim. "Ön camda bir çift ayakkabı içeren bir şaheser." Elimle ağzımı örttüm. "Şaka yapıyor olmalısın? Bunu kimin yaptığını bulursan benimle iletişime geçmesini söyler misin? Şahsen tebrik etmem gerek de." Başını iki yana sallayıp dilini damağına vurdu. "Bunu yapan sendin Sara. Bana oyun oynama." Çantamı yeniden masaya bıraktım ve ona doğru yürümeye başladım. "Beni kanıtın olmadığını bir şeyle suçlayamazsın ayrıca banane senin arabandan? Şuan aynı salonda bile durmak istemiyorum seninle." Bu farkındalığı kullanıp, "Tam da bu yüzden gidiyorum." Arkama dönmek istesem de bileğime sarılan sıcak bir elle kaskatı kesildim. Kafamı çevirip beni tutan eline baktım. "Bırak beni, ne yapıyorsun?" Beni dinlemedi. "Aptal bir adam değilim Sara. Sorun arabama bunu yapmış olmanda değil. İstersen tüm aracı sök, banane. Tek bir neden duymak istiyorum senden. Neden benden nefret ediyorsun?" Son cümlesini gerçekten öğrenmek istediği bir gerçekmiş gibi söylemişti. İşin kötü tarafı bakışları cevabı duymak için can atıyordu. Peki ben ne diyecektim? "Cevabını duymadan buradan ikimiz de bir yere gitmiyoruz. Bir daha soruyorum, neden benden nefret ediyorsun?" "Ben," Derken ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi. "Her şeyin sebebi o gün biliyorum. Bunun için döndüm zaten Sara. O günü telafi etmek için." Kolumu hızla elinden çektim. "Hiçbir şey yapamazsın sen bu saatten sonra!" Dedim. "Annemle babamı geri getirebilir misin Fırat?" Dedim. Gözlerini sıkıca yumup geri açtı. Biliyordu. "Getiremezsin değil mi? O yüzden yol yakınken dön buradan sen. Benim yollarım düz bir köprüye çıkmıyor Dinçer. Benim yolumun sonu uçurum. Yıllar önceki itirafım bir cesaret gösterisinden başka bir şey değildi. Sen beni ciddiye almadın. Cesaretimi de duygularımı da kalbime gömdüm. Sende o mezarlığın birisinde yatıyorsun." "Ne önemi var?" Diye bağırdım yeniden. Boğazım acımaya başlamıştı ama konuşacaksak konuşacaktık. Bunu o istemişti. Ona doğru yaklaşıp göğsünden ittirdim. "Onlar geri gelmeyecekse senin yaptıklarının ne önemi var? İstemiyorum hiçbir şeyini. Git hayatımdan! Çıkma artık karşıma ya! İstemiyorum." Ellerimin titrediğini hissettiğim o an geri çekilip hemen yumruk yaptım. Görmesini istemiyordum ama en önemlisi yeni bir krizin başlayacağından korkuyordum. Uzun zamandır bu kadar öfkeli değildim ve duygu boşalmam bir şeyleri tetikleyebilirdi. "Sara ben... Ben geri dönemem." Anlamadığım için ona bakmaya devam ettim. "Ben sana geldim çünkü anladım ki sensiz olmuyor. Yıllar önce bana o itirafı yaptın evet ve ben kahretsin ki bir çocuk gibi davrandım. Karşında yirmi dokuz yaşında bir adam duruyor olabilir ama ben sadece aynaya bakınca aptal bir çocuk görüyorum." Gözleri gözlerime öyle bir baktı ki aldığım nefesim de boğazımda takılı kaldı. Gitmedi ciğerlerime, veremedim rahat bir nefes. "Ben küçük bir kız çocuğunun kalbini çok fena kırdım ve bunu bilmeden yaptım. İzin ver onu yeniden hayata döndüreyim. Bunu yapabilirim Sara. Ömrümü alsa bile bunu senin için yaparım." Çeneme doğru bir yaş akarken hızla sildim ama görmüştü. "Fırat," Diye fısıldadım. "Ben izin versem bile sen kalbime hiç sordun mu hala eskisi gibi kırık mısın? Diye. Çünkü ne ben eski Sara'yım, ne de kalbim eskisi gibi kırık." ✮ Toplantı çıkışında Buket beni yakalamış gün içinde kalan işlerimizi halletmiştik. Her yaptığım işte yüzümün asıklığı Buket'i bana karşı soru yağmuruna tutsa da her seferinde bir şeyimin olmadığını söyleyip onu geçiştirdim. Bana inanmamış olsada o da daha fazla üzerime gelmeme kararı almış olacak ki akşama bara gitme teklifinde bulunmuştu. Bir kaç günün etkisini çözebilecek tek şey belki de alkoldü. Üzerimde mor, straplez mini bir elbise vardı. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yapmış önümdeki kalabalığı izliyordum. VIP locada ben, benim yanımda James ve Buket vardı. Onlar kendi aralarında konuşurken ben elimdeki Crusta kokteyli pipetle karıştırmakla meşguldüm. "Sara iyi olduğuna emin misin?" Dalgın bakışlarımı Buket'e çevirdim. "Hm?" Dedim. Omuzları verdiği nefesle çökerken James'e kısa bir bakış atmıştı. "Diyorum ki iyi olduğuna emin misin? Tüm gün yanımda ruh gibi gezdin ve ben seni böyle görmeye alışkın değilim. Yüzünde renk kalmadı be canım." Elimdeki içkiyi önümüzdeki masaya bıraktım. "İyiyim Buket gerçekten. Sadece bazı elimde olmayan durumlarla başa çıkmak zorunda kaldım." Buket'in gözleri anlayışla parladı. "Ayrıca boşver beni. Volkan'la aran nasıl?" Volkan Buket'in nişanlısıydı ve Buket'le olan görüntülü aramalarından iyi bir adam olduğunu az da olsa biliyordum. "Bu arada seninle o konuyu da konuşmak istiyorum. Buradaki işlerim biter bitmez Amerika'ya dönünce işi bırakabilirsin Buket, bunu biliyorsun. Volkan Türkiye de ve artık siz nişanlısınız. Sizi böyle ayırmaya hakkım yok." Buket sahte bir gücenmişlikle bana baktı. James da anlasın diye İngilizce konuşuyorduk. "Öncelikle sorduğun için teşekkür ederim. Aramız Volkan'la gayet iyi durumda. İş meselesine gelirsek asla bu bir sorun olamaz Sara. Ama bir şeyler düşünmeye çalışacağım haksız da değilsin." Uzanıp elimi tuttu. "Sen benim en yakın arkadaşımsın öyle kolay kurtulamazsın benden." "Karşımdaki Fırat Kaan Dinçer ve ben hayal görmüyorum değil mi? Evet! Bu cidden o! Beynimin içinde Sezen Aksu'dan Seni Yerler çalıyor şuan." Başımı hızla Buket'e çevirirken at kuyruğum omzuma çarpmıştı. "Ne?" Diye hafifçe bağırdım. "Kafayı yemişsin. Ne alakası var?" Buket bana baktı. "Ne mi alakası var? Biraz yakından bak istersen çünkü buraya doğru geliyor." Burayı nerden bildiğini bile bilmiyordum. Şimdi ise varlığı beni tedirgin ediyordu. Locanın önüne kadar gelip arkadaşlarıma başıyla selam verdi. Ona kötü bir bakış atarken o daha çok beni kınıyor gibi bakıyordu. Fırat ayakta kalmaktan yorulmuş gibi kendisini yanıma bıraktı. "Koskoca locada başka yer mi yok?" Derken kendimi James'e doğru kaydırdım. Resmen ikisinin ortasında kalmıştım. Kafasını bana çevirip, "Burası bir farklı rahat." Diye mırıldandı. Aramızdaki şey elektrik kaçağı gibi cızırdamaya başladı. Sonra Buket'in sesini duydum. "Ben dans etmeye gidiyorum. James bana katılır mısın? Birazdan Volkan da gelecek zaten." İkisi yanımızdan saniyeler içinde toz olurken böyle arkadaşlara da küfrettim. Yeniden küfrettim. Hala gülümserken, "Sana özlem değil hasret duyulur." Dedi. O an mekandaki tüm müzik kesildi ve ben sanki tamamen onu dinlemeye programlandım. Ne başka birileri vardı ne de ses. Sadece o ve ben gibiydik. Garson yanımızdan giderken, "Vişne votkayı nerden biliyorsun sen?" Diye sordum. O alkole bayılırdım ve her zaman favorim o olurdu. Ayrıca vişneyi de çok severdim. "Çünkü sevdiğini biliyorum." Dedi. Kolundaki Versace marka saate bakıp, "Ayrıca vişneyi de sevdiğini biliyorum. O yüzden fazla koydurdum. Alkolü biraz düşük olacak ama bu daha iyi. Hatırlıyorum Sara. Seninle ilgili her şeyi hatırlıyorum. Senin çoktan unuttuğun şeyleri bile hala anımsıyorum çünkü bu benim tek nefes alma yolum. Seni hatırlamak böyle hissettiriyor." Kendimi dans pistine atmamak için zor tutuyordum. Deri koltukta yan tarafa kayıp onunla arama mesafe koydum. O da benim gibi yapıp bana doğru kaydı. Daha fazla kayamazdım çünkü koltuğun neredeyse sonunda oturuyordum. "Gelme yanıma. Git diğer tarafta otur." Başını iki yana sallarken içkilerimizi de aynı garson getirip masaya koyup uzaklaşmıştı. İçkimi almak için ayağa kalktım ama garson içkileri Fırat'ın olduğu tarafa koymuştu. Onun önünden geçip masaya doğru eğildim ve alkolü elime aldım. Saçım omzuma doğru düşerken onu düzeltip yerimde doğruldum. "Bakışlarını çek benden!" Dedim sert bir sesle. Hala karşısında ayakta duruyordum ve alkolden bir yudum aldım. "Gözlerini seviyorsan Dinçer, bakışlarını çek. Çünkü onları oymaktan hiç çekinmem." Nedense... Rahatsız edici bir şey vardı ama bunun neden olduğunu anlayamadım. "Seni özledim. Hem de tarif edemediğim kadar çok özledim. Tamam, bana yine bağır, kız. Hatta benden yine nefret et ama gözümün önündeyken bu kadar uzak olma." Ben susunca gözleri bana daha çok bağırdı. Kulaklarımı tıkasam da kalbimi kapatamadım. Gözleri pişmanlık bağırıyordu ama ben sadece kalbimin yeniden kırılacağını görüyordum. Bizim yan yana veya karşı karşıya olmamız bir şeyi değiştirmezdi. Biz her türlü, her şartlar altında yeniden kırılacaktık. "Hayır. Ben artık seni tanıyamıyorum. Sen kendini bana yabancılaştırdın Fırat." Dediğimde başını önüne eğdi. "Bunu bana sen yaptın. Her şeyi düzeltmek mi istiyorsun? Peki." Dedim. Dediğim şey beni bile kendime düşman edecek kadar tehlikeli bir şeydi. Belki kendime çok kızacaktım ama laf insanın ağzından bir kere çıkardı. Eski bize dair özlem. "Madem amacın bu. O zaman beni tanıdığım bu yabancıyı alıştır. Yeniden tanıyalım birbirimizi. Acılarımızla, birbirimize bıraktığımız yaralarla.... En sonunda bakalım biz birbirimizle olabiliyor muyuz diye?" Geriye çekilirken sağ elimi tutup görebileceğim kadar yukarıya kaldırdı. Parmaklarım yumruk yapmaktan bembeyaz kesilmişti. Teker teker parmaklarımı açıp elimi ters çevirdi ve dudaklarını elimin üstüne dayadı. Hafif bir öpücük bırakırken bir yere tutunmam gerektiğini hissettim. Sonrasında baş parmağını öptüğü yere sürttü ve göz kırpıp elimi bıraktı. Onun hiç dokunmadığı viskisi, |
0% |