Yeni Üyelik
7.
Bölüm

4- Fotoğraf Karesi

@ay_yonar

"Dinçer Şirketinin CEO'su Fırat Kaan Dinçer." Kucağımdaki bilgisayardan gelen e-mailleri kontrol ederken bir yandan da fazla meraklı arkadaşım olan Buket'i dinliyordum. Fırat beni sersemlemiş bir şekilde arkasında bırakırken Buket ve James'i de alıp oradan çıkmıştım. Sonradan aklımın bir köşesine Volkan'ın da geleceği düşerken bunu Buket'e sordum. O da bana gelmeyeceğini, kendisinin yanına gideceğini söylemişti.


Şimdi ise bizim malikânede, oturma odasında oturuyorduk. Ben işlerimi hallederken asistanım sosyal medyalarda geziyordu. Bunun tam tersi olması gerekmiyor muydu?


"Yirmi dokuz yaşında," Evet. Fırat abimle aynı yaştaydı. Hatta seneler öncesinde arkadaş olmasının sebebi de buydu. Gerçi ailelerimize kadar birbirimizi tanıyorduk ama Fırat ve Meriç bambaşka bir boyuttu. "1.95 boyunda,"


"On beş aralıkta doğmuş ve bir erkek kardeşi var. Burada kardeşinin de doktor olduğu yazıyor." Ellerim klavye üzerinde duraksadı. Kenan Dinçer. Erkek kardeşini tanıyordum. Benden iki yaş büyüktü ama o Fırat'tan çok farklıydı. Hatırladığım kadarını göz önüne getirdim. Fırat gibi hiçbir zaman dışa dönük olmamıştı. Abim, ben ve Fırat takılırken çok nadir yanımızda oluyordu. Fırat gibi eğlenmiyor, daha çok kendisiyle kalmayı seviyordu.


Fırat gibi gülümsemiyordu, onun gibi bakmıyordu, onun gibi dokunmuyordu.


Bunlar neden şu an aklımdaydı?


"Tasarım şirketleri sıralamasında Türkiye de ikinci sırada. Siz üçüncüydünüz değil mi?" Buket'e bakıp başımı onaylayarak aşağı doğru eğdim. "İş birliği yapmanızın bir nedeni de bu mu?" Olabilirdi tabi. İki şirket birleşip zirveye oturma fikri çok cazip geliyordu. "Olabilir. Abim ve onun aklından geçenleri kimse bilemez."


Buket'in bakışları şüpheci bir hal aldı. "Sen onu nereden tanıyorsun ki?" Derken aşırı büyük pot kırdığımı hissettim. Abim hariç kimse Fırat'la aramda olanları bilmiyordu. "Tanımıyorum zaten." Diye kıvırdım hızla. "Aynı toplantılara girip çıkıyoruz. Böyle bir fikir yürüttüm sadece." Buket bir kaç saniye daha yüzüme bakıp elindeki telefona döndü. "Hmm," Diye mırıldandı saniyeler sonra.


"Bir ilişkisi yokmuş. Senelerdir tek bir magazin haberine bile düşmemiş. Bu çok tuhaf gerçekten. Onun gibi bir adam için... Garip." Buket'ten kaçırdığım bakışlarımı bilgisayarıma diktim. "Ne olmuş ilişkisi yoksa? Ayrıca bu adamı gözünde çok büyütüyorsun sen." Kıkırdağını duydum. "Nasıl büyütmeyeyim Allah aşkına? Adam mükemmelliğin vücut bulmuş hali."


"Hah!" Deyip güldüm. "Eminim öyledir." Aman ne mükemmel bir insandı! Yaşadıklarımızı başka biri bilse bana sarılır, Fırat'ın da yüzüne tükürürdü. "Ne bu kıskançlık Sara? Senden daha iyi diye mi böyle davranıyorsun?" Buket'e sinirle baktım. Aslında benle oyun oynadığını gözlerinde görebiliyordum. Beni kızdırmak hep hoşuna gitmişti. "Ne kıskanacağım ben onu? Ayrıca benden daha mı iyi?" Elimi havada salladım. "Güldürme beni Buket. Kimse benden daha iyi olamaz. Hele o, asla!"


Buket ellerini havaya kaldırıp, "Teslim oluyorum. Pekala haklısın." Dedi. İkimizde birbirimize bakıp güldük. "Sanırım bu adamı seninle shipledim." Yanımdaki yastığın birini alıp Buket'e doğru fırlattım. "Kapat çeneni Buket!" Sesim salonda yankılanırken girişte abimi gördüm. Bana dünyanın en garip şeyiymişim gibi bakıyordu.


Bu onun normal bakışıydı.


"Merhaba Meriç Bey." Buket utanarak yerine sinerken ona ters ters baktım. Hem benden büyüktü hem de bir çocuk gibiydi. Abim sadece başını salladı. "Sara ofise gelsene biraz." Kendisi salondan çıkarken Buket karşı koltuktan fısıldadı. "Çok gizli işler konuşuyor musunuz? Hep merak etmişimdir." Ayağa kalkıp ayıcıklı panduflarımı giydim. Pembe renkliydiler ve gözlerinden dudaklarına kadar tıpkı bir ayıcığa benziyordu. "Aynen Buket." Dedim.


"Dünyayı falan nasıl bombalasak diye de krokilerimiz var. Kasanın şifresi de bir, iki, üç, dört." Az önce ona fırlattığım yastığı bana doğru atarken koşarak son anda salondan çıktım. Yastığın kolona çarpma sesini duyduğumda kahkaha attım. Abimin alt kattaki ofisine gittim ve aralık olan kapıdan bedenimi odanın içine doğru attım. Ofis ne şaşırtıcıdır ki aynı iş yerindekine benziyordu.


Siyah ve gri


Kısacası abim.


"Ne kadar da... İç açıcı renkler bunlar ya." Abim elindeki telefonunu masaya bırakacakken duraksayıp alttan bana bir bakış attı. "Bakma öyle renk seçiminin çok iyi olduğunu bilmiyordum." Gözlerini devirdiğini saniyelik olsa da görebilmiştim. Üzerimdeki ve ayağımdaki pembeliklerle bu odada resmen bir şeker dünyası gibi duruyordum. "Sara, otursana abicim. Başım döndü şu renklerden." Gidip onun masasının hemen karşısında duran kanepeye boylu boyunca yattım. "Seni dinliyorum." Dedim.


"Biraz ciddi mi olsan Sara?" Ona baktığımda dik dik bana bakıyordu. Aslında içim biraz huzursuzdu çünkü hastalığını tetikliyor olabilirdim ama bunu bana söylerdi. O yüzden biraz da olsa rahattım ve bunun bilinciyle, "Bugün gayet de ciddiydim ben. Lütfen bırak da bari evde kendim olayım." Diye isyan ettim. Benle daha fazla uğraşmak istemediğinden sanırım sessiz kalmayı tercih etti. Üzerinde bir takım elbise vardı ve o takım hiç rahat durmuyordu. Göz altlarında hafif mor dalgalar vardı bu da bir kaç gündür uyumadığını gösteriyordu.


Bende bazen gece yarısı onun evde dolaşan adımlarını, bazen de yaptığı telefon görüşmelerini duyuyordum. Bu genç yaşında kendisini bitirmesinden o kadar korkuyordum ki eğer ona da bir şey olursa...


Eğer o da beni bırakıp giderse tutunacağım tek bir dal kalmazdı.


Gözlerimin dolduğunu görünüşümün bulanıklaştığından anlarken burnumu çekip odayı incelemeye başladım. Başka bir yaşam amacı bulamama düşüncesi aklıma yer edinmişti ama içimdeki kötü taraf tanıdığın biri daha var diye fısıldadı. Onu susturmadan hemen önce de seni tanıyan biri diye ekledi.


"Eee," Diyerek tüm sesleri bir anda susturdum. "Ne konuşacağız?" Kanepede ona doğru dönüp ellerimi yanağımın altında birleştirdim. "Abartıldığı kadar önemli değil. Her neyse... Bugün o kovduğun adamı biraz araştırayım dedim." Aşırı merak etsem de duruşumu hiç bozmadım. Zaten bir anda uyku da bastırmıştı. Esneyip abimi dinlemeye devam ettim. "Ne olmuş?" Baş parmağı düşünceli bir şekilde dudağında gezindi.


"Adamın geçmişi pek de iç açıcı değil. Gözümden nasıl kaçtı bilmiyorum, adamın pek sağlam belgeleri yok." Eliyle yüzünü sıvazlarken sıkıntılı bir nefes bıraktı. "Gözümden kaçmamalıydı. Daha dikkatli olmalıydım." Gözlerim kapanmak üzereydi. "Abi," Diye fısıldadım. "Abicim, canım. Gitme kendi üstüne bu kadar." Yeniden esnerken gözlerimi de kapattım. Daha fazla dayanamıyordum ama abimin bana gülümseyerek baktığını biliyordum.


"Sende bir insansın tıpkı herkes gibi. Hataların olabilir, gözünden kaçmıştır sorun değil. Sen her zaman en iyisini yapıyorsun zaten." Yeniden esnedim. "Yıpratma kendini, beni de üzüyorsun." Bir kaç dakika boyunca bir nefes alış bile duymadım. Tek duyduğum kendi kalbimin sesiydi sanki. Sonra birinin gölgesini üzerimde hissettim. "Sara," Dedi abim. "Hadi kalk. Burada rahat edemezsin odana çık."


Kendimi kaldıracak gücüm de abime cevap verecek mecalim de yoktu. "Rahat burası. Çok yorgunum kalkamam." Zorla da olsa konuşmayı başarmıştım. Sonra abimin kolları beni sardı ve kucağına aldı. Elimle ceketine tutundum. "Hatırlıyor musun bilmiyorum ama küçükken hiç yürümek istemezdin. Seni ya babam taşırdı kucağında ya da ben." Zihnim uykuyla gerçeklik arasında gidip geliyordu ve araya abimin dedikleri de giriyordu. Her şeyi film gibi izliyordum.


"Sırtımda gezmeyi çok severdin. Gün sonunda belim ağrısa da bende seni taşımayı çok severdim. Hiçbir zaman sırtıma yük olmadın küçük kardeşim. Benim en değerli varlığım hep sendin." Sırtım yumuşak yatakla birleşirken iyice uykuya teslim olmaya başlamıştım. "Abi," Diye mırıldandım. "Seni çok seviyorum."


Sonrasında kapı kapandı ve ben kendimi sonsuz güven duygusuyla uykuya teslim ettim.


-FIRAT KAAN DİNÇER-


O zaman beni tanıdığım bu yabancıya alıştır.


Kafamın içinde durmadan dönen o cümle Sara'nın iki dudağı arasından bir çırpıda çıkmıştı.


Tanıdığım yabancıya alıştır.


Bunu düşüneceğim hiç aklıma gelmezdi ama onun için bir yabancı bile olmak bana bir adım da olsa ileriye götürmüş gibi hissettiyordu. Sara'yı ve onun inatçı kişiliğini kan grubum kadar iyi biliyordum ve bu umudumu içten içe körelten şeydi. Yine de bana barda söylediği o sözler hala beni ve umudumu ayakta tutuyordu.


Söylemesine asla gerek yoktu çünkü biliyordum. Masmavi gözlerinde gördüğüm şey her ne kadar korku ve şüphe olsa da içten içe o da merak ediyordu.


Merakımıza yenik düşersek neler olurdu aklım hayalim almazdı.


Gece çoktan İstanbul'a çökmüş, ara sokaktan çıkıp arabama doğru ilerlerken arkamda bir kaç kıpırtı duydum. Olduğum yerde dururken omzumun üzerinden sokak lambalarının aydınlattığı sokağa baktım.


Boştu.


Dudaklarımın arasındaki sigaramdan son bir nefes çekip yere düşmesine izin verdim. Ayakkabımın ucuyla ezdiğim izmariti gerimde bırakırken aynı sesleri yine duydum.


Bu sefer komple bedenimi arkama çevirirken yeniden sokağın boş olduğunu gördüm. O an da yan tarafımdan bir gölge geçti ve oraya doğru atıldım. Bir apartmanın duvarına ellerimin arasındaki bedeni çarpıp kolumla duvara mıhladım. Diğer kolumu adamın boynuna yaslarken acı içinde kollarımın arasında inledi.


Sonunda karanlıktan seçemediğim yüzünü gördüm. "Arif?" Dedim. Yüzü kıpkırmızı kesilirken boynuna baskı uyguladığım koluma vurup boğuk bir sesle, "K-komutanım, bırakın beni." Bir kaç adım geriye çekilip rahatça nefes alışını izledim. Ellerimi belime yerleştirip Arif'e baktım. "Oğlum manyak mısın sen? Neden arkamdan gaspçı gibi geliyorsun? Ya bir şey yapsaydım sana?"


Yerinde doğrulup boynunu ve kollarını esnetti. Daha sonrasında ceketini düzeltip başıyla selam verdi. "Hiç sorun değil komutanım, sizden gelecek her şeye razıyım." Tek kaşımı havaya kaldırdım. "Arif bir şey soracağım." Deyip ona doğru yürüdüm ve elimi omzuna koyup sıktım. "Acaba çıktığımız görevlerin birisinde biz seni başka bir Arif'le falan mı karıştırdık? İş yerinde başka yanımda bambaşka bir adamsın lan."


Daha sonrasında elimi omzundan çektim ve kaldırımdan inip az ilerideki arabama doğru yürümeye devam ettim. Arif de arkamdan geliyordu. "Siz yanlış bir izlenime kapılmış olabilir misiniz? Ben her zaman ki Arif'im soyadım da Bela."


Başımı sallarken cebimden arabanın anahtarını çıkardım. "Aynen öyle Arif. Senin sen olduğunu soyadından anlıyorum zaten. Soyadına yakışır bir kişiliğin var çünkü senin." Arabayı uzaktan açıp ışıklarının yolu aydınlatmasını keyifle izledim. Yeni tasarımdaki arabalara biraz farklı bir modelde ışık ekletiyordum.


İlk deneyen de bendim.


"İltifat için teşekkür ederim komutanım." Arabanın yanına gelip ona döndüm. "Arif, öyle seslenmene gerek yok. Artık asker değilim biliyorsun." Başını salladı ama daha sonrasında, "Biliyorum komutanım ama ağız alışkanlığı. Yine de alışmaya çalışacağım." Sonrasında arabaya baktı. Uzun uzun inceledi ve en sonunda elini çenesine yaslayıp arabanın etrafında bir tur attı. Kollarımı göğsümde birleştirip kapıya yaslandım.


"Komutanım," Derken ona bakmıştım ama bakışımı görmemişti. "Arabanız yeni mi? Bunu da siz mi tasarladınız?"


"Evet, ben tasarladım."


"Komutanım kaç para bu?" Güldüm. "Daha satışa açılmadı, bilmiyoruz." Başını ağır ağır salladı. "Ben, benim bebekten vazgeçemiyorum ki anasını satayım. Benle de mezara gider o araba." Sonrasında bana baktı, "Ama komutanım siz anlarsınız benim de arabam harika değil mi?"


Arif'in arabası ona aile büyüklerinden miras kalan bir klasik Cadillac arabaydı. Arabaya benim bile şaşırdığım derecede harika bakmışlardı. Kırmızı rengi metrelerce öteden bile kendini belli ediyordu. Bir kaç kere binme şansım olmuştu ve bir tane bende bulup koleksiyona eklemiştim.


Koleksiyonumun eşsiz bir parçasıydı.


"Arabanı beğendiğimi sana zaten söylemiştim." Diye mırıldandım. "Biliyorum komutanım, teşekkür ederim." Kolundaki saate baktı. "Evinize mi geçeceksiniz? Gelebilirim isterseniz?" Başımı iki yana sallayıp kapıdan kendimi ittirerek uzaklaştım. "Gerek yok. Evine git de dinlen sen. Yarın şirkette görüşürüz."


"Tamam komutanım." Dedi.


Porsche'nin kapısını açarken Arif'in seslenmesiyle elim kapıda duraksadı. "Komutanım, uğruna geri döndüğünüz o kadınla aranız iyi mi? Düzelttiniz mi yani?" Yüzümde manidar bir gülümseme oluşmasını keyifle bekledim. "Bilmiyorum," Diye mırıldandım. "Yine de her namaz kılışında benim için de dua et Arif." Dedim. Bana gülümserken, "Emredersiniz komutanım. Allah yardımcınız olsun." Dedi.


Eyvallah dercesine kafamı sallayıp arabaya bindim. Arif arkasını dönmüş geldiğimiz yöne doğru yürüyordu. Sırtına bakarken tekrardan gülümsedim. Arabayı yola döndürüp Arif'in yanından hızla geçtim ve kendimi İstanbul sokaklarına bıraktım. Bir elim direksiyonda diğer elim sakallarımın arasındaydı.


Arif askerden bir dostumdu. Ben askerliği bırakınca o da benimle gelmeyi seçti. Aslında o hala askeriyeye bağlıydı ama onu işe aldıktan sonra bağı tamamen kopmuştu.


O günden bu yana yanımdaydı ve bu gidişle hep de olacaktı.


Sarı ışıkların altından hızla bir bir geçerken saatin gece yarısını aştığını gördüm. Bu saatten sonra gidilecek tek bir yer vardı ve bende oraya sürmeye başladım.


Yarım saat dolmadan garajın önündeydim. Uzaktan kumandayla sürgülü kapıyı açıp içeriye sürdüm. Arabadan indim ve rahat bir nefes bırakabildim. Düşünüyordum da nasıl olacaktı? En büyük sorunun onun karşısına çıkmak olduğunu düşünürdüm ama hiç de öyle değildi.


Asıl sorun onunla göz göze gelmekti.


Göz göze geldiğimde öleceğimi düşündüm. Hayır... Bakışındaki öfkeden değildi ölme düşüncem,


Gözlerinin güzelliğindendi.


Çölde susuz kalsam ve sadece gözlerini görsem kurtulduğumu düşünürdüm.


Garajın ışıklarını açıp tek tek yanmalarını izledim. Tüm garaj aydınlanırken önümdeki arabalara baktım. Yirmiden fazla araba vardı.


Koleksiyonum.


Ceketimi çıkarıp duvardaki askılığa astım. Gömleğimin kollarını kıvırıp bir kaç alet edavatı alıp kendim uğraştığım arabaya doğru yürüdüm. Bu arabayı bulduğumda pek iyi durumda değildi. Eskiydi ve elden geçmesi gerekiyordu.


Bende bu görevi üstlendim.


Düşüncelerim her zamanki gibi Sara'ya kayarken elim havada duraksadı. Düşündüm ve düşündükçe işin içinden hiç çıkamadım. Daha da derine battım. Battıkça nefes alamadım, boğuldum.


Önümdeki bir kaç düğmeyi de çözdüm.


Getirdiğim aletlerden birini seçip motora doğru eğildim. Bir kaç parçasını sıktım, kablolarını birbirine bağladım ve ellerim siyaha bulanana kadar motorla uğraştım. Ellerim gibi içimde kararıyordu. Kendine güvenen bir adamdım ama bazı anlar içimdeki şüphe cesaretimi yerle bir ediyordu.


Ya onu yeniden kazanamazsam?


Ya hiç birlikte olmadan yeniden ayrılırsak?


"Hay sikeyim böyle işi ya!" Elimde ne varsa hepsini gelişi güzel fırlattım. Çıkan tok sese bir erkek sesi eklendi. "Fazlasıyla sinirli birisi olmuşsun." Arkamı dönüp gelen kişiye baktım.


Meriç Ataman.


"Beni unutmuşsun Ataman. Ben hep sinirli bir insandım." Üzerindeki kabanı çıkarıp benim ceketimin yanına astı. Ellerini rahat bir şekilde ceplerine sokup tüm arabalarıma baka baka yanıma kadar yürüdü. "Unutmadım," Diye fısıldadı. "Ben hiçbir şeyi unutmam." Bu cümlenin altında binlerce söylenecek söz duruyordu ama ikimiz de konuşmadık.


"Buraya nereden buldun?" Diye sordum. O zaman bana bakıp üstümü başımı inceledi. Omuzları gerilirken bir kaç adım geriye doğru gitti. Kaşlarımı çatıp ona dik dik baktım. "Neden ölümcül hastalık taşıyormuşum gibi bakıyorsun?" Daha da gerilirken ters bir şey olduğunu anladım. Boynunu esnetti ama hiç rahat durmuyordu.


"Sen iyi misin? Meriç?" Cevap vermeyince ona doğru yürüdüm ama beni durdurup, "Dur, orada kal. Gelme Fırat git üstünü başını temizle." Üzerime ve ellerime baktım. Birazcık yağ ve bolca toz olmuştum. "Meriç toz sadece-"


"Kaan!" Dedi sertçe.


"Git temizlen gel." Ellerimi havaya kaldırıp garajdaki ofise, oradan da lavaboya girip üstümü başımı temizleyip Meriç'in yanına geri geldim. "Temizledim." Başını salladı ve yutkunup bakışlarını benden uzağa taşıdı. "Bu kadar temizlik bağımlısı olduğunu bilmiyordum." Diye mırıldandım. Arkamdaki arabaya yalandım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. "Temizlikle alakası yok." Dedi. Bir sonraki söyleyeceği şeyi iyice düşünüp kendi kafasında tarttı. Ben onu izlerken sonunda, "Hastalıktan," Diye mırıldandı.


"OKB yüzünden."


Ne?


"Ne dedin? Ne zamandan beri? Nasıl Meriç?" Beni anlıyor muydu bilmiyordum ama o an gerçekten endişelendim. "Kazadan sonra," Dedi. "Travma sonrası yapıştı kaldı üstüme. Seni öyle görünce," Cümlesini ben bitirdim. "Tetikledi?" Başını salladı ve yutkundu.


"Tamam ya, sorun yok. Bende temizlik bağımlısı falan olduğunu sandım. Hatırlarsan önceden bu kadar titiz değildin." Dudakları gülmek için kıpırdadı ama sadece bu kadardı. "Değildik." Diye düzeltti beni. "En çok sen pasaklıydın. Annelerimiz kızacak diye Sara bir benim bir de senin peşinde koşardı." Gülümsemem yüzümde asılı kaldı ve Meriç'le göz göze geldim. "Hatırlıyor musun?" Diye sordu.


Arabadan ayrılıp yeniden anahtarlardan birini elime alıp motora doğru eğildim. "Asla unutmam. Onunla ilgili hiçbir şeyi unutmam." En ince ayrıntısına kadar hatırladığım o anı gözümün önüne geldi. Kablolardan birini sıkarken dudaklarım yukarıya kıvrıldı.


"Abi! Abi neredesiniz?" Sara'nın sesini uzaktan duyuyordum ama Meriç'le aramda duran topa odaklanmıştım. "Üç golü en son atan bir sonraki araba yarışlarına bilet alır." Meriç gülerek ellerini birbirine sürttü ve, "Kaybetmeye hazır ol Kaan." Dedi. Kafasına vurup dikkatini dağıttım ve topu önünde ayağımla alıp öndeki kaleye doğru koşmaya başladım. "Lan!" Diye bağırıp arkamdan koşmaya başladı. Kaleyle aramdaki mesafeyi git gide kısaltırken göz ucuyla bahçenin kenarında Sara'nın rüzgarda uçuşan sarı saçlarını gördüm.


Bir anda önümdeki top giderken yerimde durup geriye döndüm. "Lan Meriç! Hile yaptın lan!" Bu sefer arkasından koşan bendim ama ben yetişemeden kaleme golü attı. "Dikkatin dağılmasın Fırat!" Diye bağırdı kalenin oradan. Ellerimi belime koyup soluklandım. "Dikkatim falan dağılmadı benim. Sen hile yaptın." Başını sallarken bana doğru geliyordu. "Aynen kardeşim," Deyip omzuma vurdu. "Ağlayacaksan oynamayalım be kanka. Al biletleri bitsin mesele."


Omzuma koyduğu elini ittirdim. "Rüyanda bile göremezsin. Daha bire sıfır Meriç Bey, maç daha bitmedi." Yüzünü buruşturup benim taklidimi yaptı. "Abi!" Sara yanımıza gelirken ikimiz de ona baktık. "Bitirin şu futbolu. Annemler kızacak terlediniz diye." Yüzünü aynı abisi gibi buruşturup, "Ayrıca duş alın." Dedi. Küçük boyu ve irice bakan mavi gözleri vardı. "Bir şey olmaz abim, ufak bir maç kaldı zaten. Kazanıp geliyorum." Meriç arkasını dönüp topu almaya giderken, "Aynen Meriç!" Diye bağırdım. "Bende Fatih Terim'im zaten."


Meriç orta parmak çekip, "Fatih Terim'e laf söyleme lan dümbük!" Bende hareket çekerken koluma vuran elle, "Ahh!" Dedim. Sara bana kötü kötü bakıyordu. "Ne yapıyorsun be kızım? Kırdın kolumu." Elindeki havluyu bana doğru attı. Havada yakalayıp bir havluya bir de ona baktım. "Sil elini yüzünü Fırat. Yasemin teyze kızacak." Yüzümü ve ensemi sildim.


"Ne zaman bitecek maçınız? Canım sıkılıyor Fırat." Dudaklarını büzmüş tatlı tatlı bana bakıyordu. On dört yaşında olsa da böyle yapınca daha küçük gözüküyordu. "Arkadaşlarınla buluşsana. Bizimle ne yapacaksın sen?" Havluyu sinirle elimden alıp omzuna attı. "İstemiyorum arkadaşlarımı. Sizinle daha çok eğleniyorum ben. Hadi biz bir şeyler yapalım." Yüzüme karşı kocaman gülümseyip bana doğru yaklaştı. "Olur mu Fırat? Bir şeyler yapalım beraber. Lütfen!"


Ellerini birleştirip çenesinin altına yasladı. "Sara," Diye fısıldadım ama gerisi gelmedi. "Abim, ne oldu?" Meriç yanımıza gelirken boğazımı temizledim. "Abi birlikte bir şeyler yapalım mı? Çok canım sıkılıyor benim evde." Meriç kardeşinin saçlarını karıştırıp güldü. Onunla beraber Sara da gülerken istemsizce gülüşünü izledim.


"Ne yapacağız peki? Ayrıca bitmemiş maçımız var." Abisinin de koluna vurup, "Başlarım maçınıza!" Diye bağırdı. "Her gün zaten bu bahçenin içinde bir oraya bir buraya," Derken kollarıyla yönleri gösteriyordu. Gülümsedim.


"Topun peşinde koşuyorsunuz. Hiç anlamıyorum sizi ben. Bir kere de beni alsanız ya yanınıza! Zaten Atlas ve Belen de hiç gelmiyor buraya." Meriç'e dönüp baktığımda o da bana bakıyordu. "Emir büyük yerden geldi Kaan." Dedi. "Maçı erteliyoruz." Yumruğumu omzuna geçirdim. "Bir kere de kardeşinin istediğini yapma be oğlum." Deyip yanında geçtim ve eve doğru yürümeye başladım.


Bir anda sırtıma atlayan bedenle neredeyse düşüyordum. Sara'yı bacaklarından tuttuğumda o da boynuma sarıldı. "Ne diyorsun sen Fırat? Öldüreyim mi seni? He? He?" Boğazımı sıkmaya başlarken bacağını çimdikledim. "Bırak beni!" Dedim. "Meriç, kurtar lan!" Meriç ikimizi de gülerek izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Sara boğazımı bırakırken, "Benim abim o, tabiki de ne dersem yapar. Ayrıca sende farkında olmadan her istediğimi yapıyorsun."


Bu durumdan son derece memnun duruyordu.


Onu sıkı sıkıya tutarken kolları iyice bana dolanmıştı. "Mecburen yapıyorum çakma sarışın. Yapmasam kafamı kırarsın." Kafamı ısırırken yeniden acı içinde bağırdım. "Çakma sarışın değilim ben." Dedi. "Sara!" Derken Meriç karnıma vurup, "Kardeşime sesini yükseltme." Dedi.


"Ataman'lar tarafından şiddet görüyorum." Derken ben hariç ikisi de gülmüştü. Sara'nın bedeni sırtımda gülmekten titrerken bende keyifleniyordum. Onun enerjisi ve gülüşü bana da aynı şeyleri hissettiriyordu. "Sırtımdan inecek misin?" Diye sordum. Çenesini omzuma yaslarken benimle göz göze geldi. "İnmek istemiyorum. Sırtına tırmanmayı seviyorum." Dudaklarını yeniden büzerken sırıttım. "Güçlü oluşumdan etkileniyorsun bence. Başka bir açıklaması olamaz."


Meriç kendisini koltuğa bırakıp bizi izlemeye başladı. "He Fırat he, ölüyorum sen diye. Hayranım gücüne, ne demezsin." Eliyle çenemi tutup iki yana salladı. "Oyy oyy tipe bak, tam dövmelik." Meriç kahkaha atarken ona ters ters baktım. "Atarım seni sırtımdan bak!" Dedikten sonra arkamdan uzanıp yanağımdan öptü.


"He Fırat he," Dedi yeniden. "Atarsın. Kıyamazsın ki sen bana. Seviyorsun beni." Başımı salladım. "Aynen Sara, bende sen diye ölüyorum." Meriç'e döndüm. "Kız kardeşin bana hayran bilmem farkında mısın?" Meriç başını koltuğa yaslayıp bize baktı. "E sende ona hayransın ya." Dedikten sonra benim gözlerim büyüdü, Sara da kahkaha attı. "Abim her zaman benim tarafımı tutar Fırat, üzgünüm." Deyip yeniden güldü.


"Yeter! Atıyorum seni sırtımdan." Bacaklarını daha çok bana dolayıp, "Hayır! Hayır! Abi fotoğrafımızı çeksene." Dedi. Meriç telefonunu çıkarıp kamerayı bize doğrulttu. "Fırat gülsene!"


"Hiç komik bir şey yok şuan gülemiyorum."


"O zaman sende en sevdiğin şeyi düşün ve onu hayal edip gülümse."


Sara arkamdan kameraya bakıp gülümsedi. O an zihnimdeki tüm düşünceler sıfırlanmıştı sanki ve benim de gülümsemem için sadece onun gülüşüne bakmam yeterliydi.


Bende gülümseyip kameraya baktım ve bir anı Meriç'in telefonunda yer edindi. Biliyordum ki Sara o fotoğrafı çıkartıp odasına asacaktı. Bir fotoğraf albümü vardı ve o albüm üçümüzün yüzlerce fotoğrafını barındırıyordu. Ayrıca odasının bir duvarı fotoğraflarla kaynıyordu. Günlük tutmayı seviyordu ve bazı sayfalara fotoğraf yapıştırıyordu. Bunları yaparken bazen ben yanında oluyordum ve onu izlemek geçirdiğim en güzel dakikalara ev sahipliği yapıyordu.


"Fotoğraflar," Diye mırıldandım ve omzumun üzerinden Meriç'e baktım. "Odasında duruyor mu? Saklıyor mu hala?" Meriç uzun uzun bana baktı. Vereceğim tepkiyi mi merak ediyordu yoksa kendisi ne dese onu mu bilemiyordu emin olamadım. "Bir tane bile fotoğraf yok, Fırat. Çöpe mi attı, yaktı mı, yırttı mı bilmiyorum. Tek bildiğim hiçbir anıyı artık duvarlara asmıyor."


Elimdeki anahtarı bırakıp başımı önüme eğdim. "Benim yüzümden." Diye fısıldadım. "Ehh, en azından kendini biliyorsun Dinçer," Dedi. "Sara'yı küstürdüklerin listesine bir şey daha eklendi. Bakalım bu liste ne kadar uzayacak. Bunu sana kendini kötü hisset diye söylemiyorum." Dedikten sonra ona baktım.


"Kendini bok gibi hisset diye söylüyorum." Dedi.


En azından seneler Meriç'in mizah anlayışından bir şey kaybettirmemişti.


-SARA MİA ATAMAN-


Elimdeki dosyalara saatlerdir incelemiş, analizlerini teker teker çıkarmış ve ekibimle işleri temize çekmiştik. Şirketi -ne yazık ki Fırat'la yaptığımız anlaşma sonucunda- bir adım daha ileriye taşıyıp zirveye otutturma fikrimizi hayata geçiriyorduk. Çok yorulacaktık ama buna değecekti.


Biz bir kaç senedir burada değildik. Bu işe senelerimizi hem biz hem de ailemiz vermişti.


Şirketler aile büyüklerimizden yadigâr kalan en kıymetli şeylerdi. Abimle sırf bu yüzden bile bu işe girip devam ettirmek boynumuzun borcu haline gelmişti. Bundan mutluydum çünkü harika işlere imza atmıştık ve buna devam edeceğimizi biliyorduk. "Sara, öğleden önce bir toplantı, öğleden sonra bir gazeteye vereceğin röportaj ve markalardan gelen paketlerin denemesi var. İstersen programı biraz hafifletebilirim?" Elimdeki kalemi dudaklarıma vurup biraz düşündüm.


"Hayır kalsın Buket. Sonrasında daha fazla iş birikiyor. Günü gününe hepsini yapalım. Ayrıca oraya ek olarak çocuklara yaptığımız yardımları arttırır mısın? İsimsiz olacak yardım bu arada. Ha bir de toplantı kiminle?" Elindeki tabletten bir kaç şeye bakıp, "Toplantı Fırat Bey'in şirketinde olacak. Onların ekibiyle de oturup bir plan program yapmak için toplantı ayarlanmış. Ekipler oluşturulacak ve ortaklık projesi her iki şirket için de temel program olarak gözükecek." Telefonumdan saate bakıp ters bir şekilde masaya koydum.


"Toplantı saat kaçta?" Bu sefer de kolundaki saate bakmıştı. "İki saat var." Diye mırıldandı. "Toplantıya kadar boşum yani. Bu harika, izin ver biraz ailemle vakit geçireyim." Buket gülümseyerek başını salladı. O kendi işine yeniden gömülürken ben evden çıkıp Atlas'ı bulacağım yere doğru yürüdüm. Bugün hem o hem de Belen okula gitmemişti. Sabahtan beri evde olmamasının sebebi ise karşımdaki garajda yatıyordu.


Garaja gidip onu motorunun yanında buldum. Üzerinde beyaz bir tişört, altında da siyah bir eşofman vardı. Elinde bir bezle motoru iyice temizliyordu. "Kış geldi Atlas Bey. Üşümüyor musunuz siz?" Atlas kafasını kaldırıp benimle göz göze gelince sırıttı. "Oo Sara Hanım. Sonunda işten kafanızı kaldırabilmişsiniz." Ona doğru yürüyüp elimi motorunda gezdirdim. "Daha yeni başlıyoruz ki. Çok işimiz var."


Sonrasında gülüp ekledim. "Ama tabi siz ikinizi bu işin dışında tutuyoruz. Gidip okulunuzla ilgilenin. Bazen keşke öğrenci olarak kalsam diyorum." Elindeki bezi bırakıp ayağa kalktı ve elini birbirine çarptı.


Benden küçük olmasına rağmen nasıl benden uzun olabiliyordu anlamıyordum. Kahverengi saçları alnına düşmüştü. Saçları ile aynı renk gözleri tatlı bir çikolata gibiydi. "Bu dediğine asla inanmam abla. Öğrenci olmak leş bir şey. Okul bitse de şirkete atılsam diye bakıyorum." Başımı geriye atıp kahkaha attım. "Vay, Atlas Bey. Gözlerimi yaşartıyorsunuz bu çalışma azminizle. Çok sevindim gerçekten." Uzanıp saçlarını karıştırdım.


"Ne zaman istersen senin için bir yer var tabi ki de. Yine de senin ve kız kardeşinin önceliği okul. Bırak biz şirket işlerini halledelim. Ayrıca çok da zevkli işler değil yani. Bir de şu ortaklık meselesi çıktı." Gözlerimi devirip içimdeki kusma isteğini bastırdım. "Abla cidden bu arada. Doğru değil mi? Fırat abi ile anlaşma yapmışsınız. Senelerdir görmüyordum onu. Özlemişim vallahi."


"Pardon?" Dedim. "Özleme Atlas. Özleme şu herifi ya! Ben hariç herkes mi sever bir adamı?" Ani yükselişim Atlas'ı da korkutmuş olmalı ki bir kaç adım geriye kaçtı. "Abla ben ne bileyim? Eskiden ayrılmaz ikiliydiniz siz. Böyle çok yakındınız ya harikaydı vallah-"


"Atlas!" Diye bağırdım. Garajın içinden kaçıp dışarıya çıktı. Geri geri yürürken üzerine doğru gidiyordum. "Bitti ya! Geride kaldı o günler. Ne eskiyi açıp duruyorsun sen şimdi?" Ellerini havaya kaldırdı. "Abla ya, ne güzel günlerdi niye öyle diyorsun? Ben çok seviyorum Fırat abiyi vallahi."


"Gebertirim seni! Sevme ya sevme! Ne Fırat'mış arkadaş herkes hayran!"


"Herkesin hayran olması konusunda haklısın." Sesin geldiği yöne çevirdiğim kafamı kırmak istedim. "Aa iyi insan lafın üstüne. Bak abla, Fırat abim geldi." Atlas onun yanına gidip kucaklaşırken ikisi de gülümsüyordu. "Neyse ben içeriye gidip üstümü başımı temizleyeyim. Sonra görüşürüz değil mi Fırat abi?" Fırat başını salladı ama gözleri bendeydi. "Tabi ki görüşürüz Atlas. Uzun bir süre burada, sizin yanınızdayım." Atlas yanımızdan giderken ellerimi belime yasladım.


"Uzun bir süre falan burada değilsin sen. Neden çocuğa yalan söylüyorsun? Gerçi bende kime diyorsam." Alaycı bir kıkırtı dudaklarımdan döküldü. "Yalan söylemekte üstüne yoktu senin, unutmuşum." Gözlerini kısıp ellerini siyah kumaş pantolonun ceplerine soktu ve bana doğru yürümeye başladı. Onu incelemek için saniyelerim varken simsiyah bir takımın içinde olduğunu gördüm.


"Yalan söylemiyorum Sara." Diye mırıldandı sakince. Onun sakin sesi benim ayarlarımı bozuyordu. Ben bu kadar agresif ve gerginken o her daim sakindi. Sakinliğinin bir şekilde bana da uğraması içimden saydırmama sebep oluyordu. "Gerçekten uzun bir süre burada, sizin yanınızdayım." Biraz duraksayıp, "Aslında sizin de değil, senin yanındayım. Anlamamakta ısrar ediyorsun ama olsun. Ben defalarca anlatmaktan asla yorulmam hem sonuç olarak seninle konuşmuş olurum."


Gülümsedi.


"Gerçekten çok cazip geliyor. Seninle saatlerce konuşmak mı? Hem de gözlerinin tam karşısında? Bu harika bir şey." Başını yana doğru eğdi. "Ayrıca gerçekten herkes beni seviyor. Sende sevsene beni, belki hoşuna gider?" Kusuyormuş gibi yüzümü buruşturdum. "Allah'ım düşmanıma göstermesin. Seni sevmek mi?" Yeniden yüzümü buruşturdum. "Seni sevmeyi sana bile nasip etmesin yani. Öyle kötü bir şey."


Gözlerini hafifçe kıstı. "Aşk olsun Sara. Kırıyorsun kalbimi." Dibine kadar girip göğsünü parmağımla dürttüm. "Kırdığın kalbime say, Dinçer. En iyi sen bilirsin kalp kırmayı." Geri çekilip eve gidecektim ama parmağımı tutup tüm elimi avcunun içine aldı. Daha sonrasında kalbine koyup, "Safir," Dedi. "Yapma böyle. Bak paramparçayız görmüyor musun? Senden bir şans istedim belli ki zor yollardan geçeceğiz. En azından sende yardım etsen? Daha çok parçalanmak yerine toparlanmaya çalışsak bu sefer?"


Elimi bilerek çekmedim.


"Ben çok çabaladım Fırat. Daha önceden de dedim sana biliyorsun. Ben senin gözünün önündeydim ama sen beni görmedin. Şimdi sorumlusu ben mi oluyorum yani?" Başını iki yana sertçe sallayıp reddetti. "Öyle demedim. Onu demedim ben Sara."


"Ne dediysen dedin!" Sert çıkan sesim ikimizi de dumura uğrattı. "Beni ilgilendirmez artık hiçbir şeyin!" Elimi çektim.


Onun eli bir süre havada asılı kaldıktan sonra güçsüzce yan tarafına düştü.


Bir zamanlar asla birbirinden ayrılmayan ikili olarak ona yabancı kaldığımı tam bu an hissettim. Onun sırtına çıkardım, sarılırdım, öperdim, kokusunu içime çekerdim ve hepsini doyasıya yapardım. Şimdi ise ondan uzak durmam gerekiyordu. Elime dokunması, benimle göz göze gelmesi bile günah gibi geliyordu.


"Sara, ben... Ben seni göremedim. Gözümün önündeydin, kokun burnumun dibindeydi. Neden bu kadar dibimdeyken uzaktın sen bana? Neden böyle olduk biz seninle?" Kollarımı kendi bedenime sardım. "Senin yüzünden." Diye fısıldadım. Varlığı artık başımı döndürmeye başlamıştı. Tehlike sinyalleri kafamın içinde ötüyordu ama kulaklarımı tıkıyordum. "Hepsi senin yüzünden. Ben bir şey yapmadım sen yaptın."


"Yaptım, kafamı sikeyim ki hepsini de ben yaptım!" Bağırarak ettiği küfrüyle gözlerimi sıkıca yumdum. "Yine de bu geç kalmaların bedelini çok ödedim ben. Yeminim olsun artık bir dakika daha geç kalmayacağım. Bu sefer değil, bu sefer olmayacak."


Gözlerim yumuluydu ama bana doğru gelmiş olacak ki onu yakınlarda bir yerlerde hissediyordum. Ama sadece bu kadardı, sadece burada olduğunu biliyordum. Ne dokundu ne de başka bir şey yaptı.


"Şimdi gidiyorum ama senden değil. Birkaç saate görüşürüz Sara. Ben seni yeniden görene kadar çok özlediğim insana, yani kendine güzel bak."


Önce o yakınlığı sonra da adımları benden uzaklaştı. Gözlerimi hiç açmadım, çünkü onunla şu an göz göze gelmek istemiyordum. "Sara," Diye fısıldadım kendi kendime. "Gitti. Bir şey yok aç gözünü."


Gözlerimi açtım ve koskoca bahçede benden başka kimse olmadığını fark ettim.


Gitmişti ama benden değildi.


Ama yine de gitmişti.


"Sara," Dedim yeniden. "Vur kendini yoksa daha çok vurulacaksın sen. Çok canın yanacak senin."


Loading...
0%