Yeni Üyelik
8.
Bölüm

5- Mavi Gül

@ay_yonar

Bugün Fırat'ın şirketinde olan toplantıya gitmedim. Evde karşılaşmamızın ardından yakınında bulunmak istemedim. Beni bir şekilde dönüp dolaştırıp aynı yere getiriyordu. Kalbimde yarattığı kısır döngü hep nefretimde son buluyordu. Kızgınlığım, kırgınlığım hep onu gösteriyordu. Biraz nefes alabileceğim, derdimi birilerine anlatabileceğim yere gitmeye kara verdim.


Botlarımın altında ezilen kuru toprak ve ağaç yaprakları ruhumu acıtıyordu. Bir kere bile bu yere gelmemiş ben, şimdi buraya mahkum olmuştum. Bildiğim yöne doğru yürüdüğümde bir kere daha olduğum yerin varlığı kafama dank etti.


Anne ve babamın mezarındaydım.


Bir yanımı bunun için suçluyordum çünkü yurt dışında oluğum için çok sık gelememiştim. Kendimi hep suçlu ve üzgün hissettim. Sanki onların mezarlarına gelecek yüzüm yoktu. Ama buraya kadardı çünkü onları çok özlemiştim. Yüreğimdeki sızı mezarlara yaklaştıkça daha da arttı. Yan yana duran iki mezarın önünde durup krem rengi kabanıma daha da sarıldım. Rüzgar önüme bir kaç saç tutamını getirirken onları elimle çektim.


"Merhaba anne, merhaba baba. Ben geldim, Sara'nız geldi." Zorlukla yutkunurken mezarların üzerindeki tazecik çiçeklere baktım. Tek bir ot bile yoktu ki muhtemelen abimin işiydi. "Bu kadar geç geldiğim için... Özür dilerim." Çok rahat konuşamıyordum çünkü boğazıma bir şeyler batıyordu. Batan şeyler suçluluktu.


"Sizi çok özledim. Neredesiniz?" Cevabını bile bile sorduğum sorular daha çok ağrıma gitti. Yedi senedir bu sorunun cevabını biliyordum ve yedi senedir kimse bir şey demiyordu. "Bir süre burada olacağım ve bulabildiğim her fırsatta geleceğim, söz." Babamın mezarına baktım.


Agâh Ataman


"Baba," Dedim. "Bana öğrettiğin gibi bir hayat yaşıyorum. Her daim güçlü ve yıkılmaz. Umarım benimle gurur duyuyorsundur, ben seninle hep gurur duydum. Teşekkür ederim." Babam yıkılmaz bir dağdı benim için. Duruşu, bakışı, üzerime titreyişi... O gidince benim yaslandığım dağ yıkıldı, ben altında kaldım.


Titrek bir nefesle beraber anneme döndüm.


Beste Ataman


Bir diğer adıyla Sofia Taisiya.


Annem Rus kökenli bir Türktü. Babamla bir düğünde tanışıp birbirlerine aşık olmuşlardı ve böylelikle ailemiz oluşmuştu. O çok güzel bir kadındı ve hep ona benzediğim söylenirdi. Saçlarımı ve gözlerimi annemden almıştım, Meriç'te babamdan. Hatta benim ve Meriç'in ikinci ismi annemin isteği üzerine gelmişti.


Mia ve Lenard


"Anne ben geldim. Meriç benle gelemedi üzgünüm, işlerle çok meşgul ama mutlaka gelecektir. Dayanamadım ve ilk ben geleyim dedim. Çok özledim anne, çok özledim." Çeneme doğru bir yaş aktı. Ne kalbim ne de gözlerim dayanabiliyordu. Artık onların olmayışı zoruma gitmeye başlamıştı. On sekizinci yaşımdan sonrası benim için yoktu ve asla da olmayacaktı. Ben her daim on sekizimde kalacaktım.


On sekizimde acım ve ben kalmıştım.


On sekizim acı kalmıştı.


"Her neyse ben... Ben sonra yeniden geleceğim şimdi gitmem lazım çünkü... Çünkü nefes alamıyorum özür dilerim." Ellerim titremeye ve gözümün önünde ışıklar yanıp sönmeye başlamıştı. Bunu biliyordum. Bunu biliyordum lanet olsun ki biliyordum.


Krizin ilk belirtileriydi.


İlaçlarım yoktu.


Yoktu.


Mezarlığın çıkışına doğru yürürken uzakta James'i gördüm. Onunla beraber gelmiştik ve beni beklemesini söylemiştim. Adımlarım sarsak bir hale bürünürken ona seslendim. Gözleri endişeyle beni bulmuş bana doğru geliyordu. "Hastane," Deyip kollarına yapıştım. "İlaçlarım yok James, hastaneye gidelim." Küfür ettiğini duyarken beni kollarımdan tutup arabaya bindirdi. Bu durumumdan haberi yoktu ve korktuğunu hissettim. Kendimi koltuğa bırakırken ellerimi yumruk yapıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama olmadı.


Gözlerimden yaşlar boşalırken, "Anne," Diye fısıldadım. James çoktan araca binip bizi yola çıkarmıştı. Biraz fazla gaza basıyordu ve anlamadığım şeyler fısıldıyordu. "Baba," Dedim yeniden. İkisine de ihtiyacım vardı. Onlarsız bir hayatım yoktu ve asla olmayacaktı. Onları çok özlemiştim.


"Sizi çok özledim. Size ihtiyacım var lütfen geri dönün."


Titrememi kontrol edemezken en sonunda yorgun bir şekilde bilincim tamamen kapandı.


FIRAT KAAN DİNÇER


"Pekala önümüzdeki üç ayın programı bu yönde. Her şey belli olduğuna göre sorusu olan?" Oluşturduğum ekibe tek tek baktım. Hepsi anlamış görüyordu ama içlerinden biri el kaldırdı. El kaldıran kişi tasarımcılardan biriydi ve işinde iyi insanlardan biriydi.


Zaten kötü olsa benim şirketimde işi olmazdı.


"Fırat Bey bir sorum olacak." Devam etmesi için başımla işaret verdim. "Programda sadece araçlar vardı. Daha öncesinde yaptığımız işleri bırakıyor muyuz?" Başımı iki yana salladım. Elime hemen karşımda oturan Meriç'i gösterdim. O da pür dikkat beni dinliyordu. "Tabi ki de hayır ama Ataman şirketi ile yaptığımız ortaklık ve zirveye oturma planı bu yönde." Gözlerim Meriç geldikten sonra Sara'yı da aradı ama o gelmemişti. Toplantı bitene kadar bir umut gelmesini beklesem de o kapı hiç çalmadı.


Beni yine kendisine hasret bırakmıştı ve şimdi onsuz bir gün daha geçiyordu. "Önce bu planı hayata geçirip hedefimize ulaşalım, sonrasında kalan işleri hallederiz zaten. Ama bu demek değil ki sadece araçlara yöneleceğiz, kenarda küçük bir ekip daha kurulacak ve onlarda sizin bahsettiğiniz diğer tasarım işleriyle ilgilenecekler." Soruyu soran adam başını sallayıp teşekkür etti. "Başka soru yoksa toplantı bitmiştir. Teşekkür ederim."


Tüm ekip toparlanıp toplantı salonundan çıktıktan sonra Meriç'le tek kaldım. "Ee Ataman, memnun musun?" Oturduğu yerden dik dik bana baktı. "Şu anlık sorun görmüyorum Dinçer." Dedi o da benim gibi. Sandalyeme oturup ona baktım. "Sana ne oldu Meriç?" Dedim. "Böyle birisi değildin sen. Benim tanıdığım Meriç kaya gibi sert bir adam değildi." Yüzündeki ifade saniye saniye değişti. Ben kardeşimi tanırdım ve şu an gözlerine bulaşan kırgınlığı da tanıyordum.


"Bunu soran sen misin Fırat?" Derken ses tonu azalmıştı. Diyeceği şeyleri çoktan anladım ve buna kendimi hazırlamaya çabaladım. Başarısız olacağımı bile bile hem de. "Ailem parçalandı lan benim," Dedi. "Annemle babam öldü, kardeşim uzaklaştı lan benden. Mahvoldum, o kadar mahvoldum ki tedavi görmediğim doktor kalmadı. Bir şey aradım, hep bir umut aradım ama yoktu. Sen yoktun Fırat. Kardeşim yoktu benim yanımda."


Meriç'in bir insanı vurması, ağır yaralı bırakıp kan kaybından öldürmesi için bir silaha ihtiyacı yoktu.


Meriç Ataman birini öldürecekse bunu cümleleriyle çok iyi yapardı.


"Ben seni Sara'dan ayırmadım. Yediğimiz içtiğimiz birdi bizim, kardeşim bildim seni." Boynunu esnetirken yutkundum. "Kime neyi anlatıyorsam." Deyip sustu. "Meriç," Diye fısıldadım. "Bunların hiçbiri olsun istemezdim. İkinize bunu yapmak istemezdim. Çok suçum var, çok kırdığım kalp var. Biliyorum, biliyorum kardeşim. Özür de diler-"


"Kes lan!" Diye bağırıp ayağa kalktı ve ellerini masaya vurdu. "Kapat çeneni seni burada gebertirim. Ne özrü lan! Ne özründen bahsediyorsun sen? Sara'ya yaptıklarını bir kenara koyup seni yeniden kardeşim olarak görmeye çalışsam yine olmaz. Beni de kırdın sen." Sinirle başını iki yana sallarken başımı eğdim.


"Benim de böyle başım eğildi lan! Kardeşim kollarımda bayılırken benimde böyle başım eğildi! Sara o haldeyken üstüne bir de kaza oldu biz iyice parçalandık. Birini aradım Fırat! Yanımda seni, kardeşim gibi gördüğüm o adamı aradım ama sen yoktun! İnsan kardeşine kazık atar mı? Onu bırakıp gider mi lan? İki cihan bir araya gelse bizim dostluğumuz bozulmazdı diyorduk. İki cihana gerek yokmuş Kaan, sen tek başına yetiyormuşsun. Bir zamanlar ailemdendin ama şimdi yedi kat elsin sen!"


"Meriç," Dedim. "Lütfen sus." Ellerini masadan çekip sırtını dikleştirdi. "Ne oldu Fırat?" Dedi o da. "Dediklerim ağrına mı gitti? Kaldıramıyor musun yoksa? Bunlar daha iyi günlerin senin." Gözlerimiz arasında çatırdayan bir elektrik vardı. Birimiz o akıma kapılıp gidecektik ve bu sadece an meselesiydi. Meriç'in benle olan işi daha bitmemişti bunu onda görebiliyordum.


"Her bir gün," Dedi. "Sara'ya çektirdiğin her bir acılı günün intikamını senden alacağım Fırat. Bunu sana yapacağım." Bir şeyler demek istesem de telefonu çalınca susmak zorunda kaldım.


Zaten ne diyebilirdim?


Meriç'in yerinde ben olsam kendimi çoktan öldürürdüm.


Gerçi... Bende çok yaşıyor değildim ya.


"Buyurun benim," Telefon konuşmasını dinlemeye başladım. "Evet abisiyim ben, sorun nedir?" Meriç'le aynı anda kaşlarımız çatıldı. "Ne? Ne hastanesi? Hemen geliyorum." Ayağa fırlarken Meriç telefonunu cebine koydu. Masanın etrafından dolaşıp onu yakaladım. "Ne oldu? Meriç, Sara'ya bir şey mi oldu? Ne hastanesi?" Yüzünde oluşan büyük endişeyi izledim. "O," Dedi. "Kriz geçirmiş, hastaneye kaldırmışlar." Arkasını dönüp salondan çıktığında onu takip edip bende çıktım.


"Sen nereye geliyorsun?" Deyip olduğu yerde durdu. "Ne demek nereye geliyorum? Sara hastanede ve bana nereye geliyorsun diye mi soruyorsun?" İçimde oluşan endişe git gide artıyordu ve Meriç koridorun ortasında durduğu her saniye nefesim daralıyordu. "Gurursuz musun lan sen? Dediğim onca şeyden sonra hala ne yüzle yanımızda olabiliyorsun?"


"Siktir git Meriç!" Derken sesim yükselmişti. "Ne gururundan bahsediyorsun? Sikerim gururunu yok bende! Ne yüz var ne gurur oldu mu? Ne dediğinde umurumda değil benim. İntikam için gebertecek misin? Ne sikim istiyorsan onu yap ama şu an çeneni kapat ve gelmeme bir şey deme."


Parmağını bana doğrultup üstüme yürüdü. "Senin gelmişini geçmişini sikip atacağım Fırat ama şimdi değil. Senden daha fazla değer verdiğim başka bir insan varken değil. Seninle sonra görüşeceğim." Beni baştan aşağı süzüp yanımdan çekip gitti.


İstediğini yapabilirdi, bir şey demezdim.


Ama bazı şeyler ağır gelirdi ve Meriç'in dedikleri bana hep ağır gelecekti.


Bir gün onunla barışsak bile eski biz olmayacaktık. Yeniden kardeş olur muyduk bunu bilmiyordum ama Meriç Ataman'da her daim yaralı olacaktım. Bunun bilinciyle çıktığım bu yolda meğersem hiç hazır değilmişim bunu ona bakınca gördüm. Meriç birini nereden vuracağını bilen bir insandı ve bunu bende deniyordu. Başarıyordu çünkü dedikleri içime oturmuştu.


Meriç Ataman benim her daim kardeşim olacaktı ama ben onun sadece yarası olacaktım.


Bir zamanlar kardeşi olan ben, şimdi ona yedi kat el olmuştum.



Hastane koridorları bir bir arkamda kalırken önümde dimdik bir şekilde yürüyen Meriç'in sırtına bakıyordum. Arka arkaya kendi arabamızla hastaneye gelirken beni beklemek namına bir şey yapmadan hastaneye dalmıştı. Sorun bu değildi, olsundu.


Hastaneye gelmeden fark ettim ki Kenan'ın çalıştığı hastaneye gelmiştik. Gelmeden hemen önce erkek kardeşimi arayıp haber vermiştim. Sara'ya hemen bakacağını söyleyip telefonu kapatmıştı. Meriç bir kaç adım sonra dururken sağ tarafında ki bir odaya girdi. Arkasından bende ilerlerken kapı eşiğinde kala kaldım.


Sara'nın kolunda serum takılıydı ve abisine sarılıyordu. Omuzlarının sarsılmasında ağladığını anladım. Kalbimdeki boşluk git gide büyürken nefes alamadığımı hissettim. Meriç delisi olduğum sarı saçlarını okşarken bunu benim yapamayacağım aklıma geldi. Öfkeyle yumruk yaptığım ellerimi bacaklarıma bastırdım. Eskisi gibi onun saçlarına dokunamayacaktım ve bu beni ölümden daha çok korkutan şeydi. Meriç ona, "Beni neden beklemedin?" Diye sordu. "Beraber giderdik abim, beni niye beklemedin?"


Sara burnunu çekip gözlerini sildi. "Abi çok özlemiştim, bekleyemedim. Sonra birden kötüleştim ben, James oradaydı beni o getirdi." James denilen adam ise odanın bir köşesinde kolları göğsünde birleşik bir şekilde duruyordu.


Gözlerini de bana dikmişti.


Meriç ona teşekkür etmek için döndüğünde bakışlarını takip edip kapı eşiğinde duran beni gördü. Onun beni görmesi Sara'nın da bana dönmesine neden oldu. Artık herkesin gözleri benim üzerimdeydi. Meriç bir şey demese bile son konuşmamızın izini taşıyan siniri gözlerinde hala duruyordu. Boğazımı temizleyip içeriye doğru bir adım attım.


"Ben," Diye mırıldandım ama hiçbirini yüzüne bakamıyordum. "Ben Meriç'in yanındaydım oradan duydum hastanede olduğunu." Sara ile göz göze geldiğim o an bin parçaya ayrıldım. Gözleri ağlamaktan kızarmış kirpik uçları ıslak bir şekilde birbirine yapışmıştı. Kolundaki serumu gördükçe sanki o iğneler benim vücuduma batıyordu. "İyi misin? Bir yerine bir şey oldu mu?"


Cevap vermesini beklemeden bakışlarım tepeden tırnağa onu süzdü. Görünürde bir şey yoktu ama önemli olan görünen kısım değildi bunu biliyordum. Bunu kendimden biliyordum ve iğrenç bir duygu olduğunu çoktan tatmıştım. "İyiyim," Buydu. Sadece iyi olduğunu söylüyordu ama değildi. Ve ben bunu bile bile elini bile tutamıyordum. Başımı salladım. Bir şeyler daha demek istiyordum ama odadaki gerginlik tüm söylemek istediklerimi yutuyordu. İmdadıma odaya giren erkek kardeşim yetişti.


Kenan beyaz önlüğü ile odaya girerken önce bana gülümsedi. Sonra bakışları Sara'ya döndü. "Geçmiş olsun Sara. Seni yeniden görmek harika." Sara ona yorgunca gülümsedi. "Nasılsın Kenan?" Dedi. Kardeşim omuzlarını silkip, "Ne olsun aynı, iş güç sürekli. Sen nasılsın?"


"Gördüğün gibi," Deyip eliyle kendini gösterdi. "Hastanelik oluyorum bende işte." Kenan gülüp masanın ucundaki dosyadan bir kaç şeye baktı. "Vallahi abim burada olduğunu söyleyince korktum." Sara ile göz göze geldiğimde yutkunup bakışlarımı kaçırdım ama o bana bakmaya devam ediyordu. "Neyse ki hemşire arkadaşlardan durumunun iyi olduğunu öğrendim. Ufak bir krizmiş ama öyküne baktığımda senin için bir tavsiyede bulunayım. Öncesinde depresyonun ağır basamaklarına çıkmışsın ve ilaçlar kullanmışsın."


Kenan'ın her dediği cümlede kaşlarım git gide çatılıyordu. Ne depresyonundan bahsediyordu? Kaza ile ilgili miydi?


"En yakın zamanda konuyla alakalı bir doktora görünsen iyi olur. Belki de yeniden ilaçlara başlaman gerekebilir." Sara'nın yanına yürüyüp serumuna baktı. "Serumun yarım saate biter. Geçmiş olsun." Sara ona hafifçe gülümsedi. "Seni gördüğüme sevindim Kenan." Diye de ekledi.


"Bende öyle Sara, görüşmek üzere." Meriç'e bir baş selamı verip odadan çıktı. Kardeşimin arkasından bende çıkıp, "Kenan!" Diye seslendim. Koridorda durup bana döndü. "Efendim abi?" Dedi. "Ne depresyonu? Sen biliyor musun? Bir şey yazıyor muydu dosyada?" Başını iki yana salladı. "Detaylı bir bilgi olmaz dosyalarda ama depresyonun boyutu biraz ileri seviyeydi. İlaçlar da öyle. Yeniden başlaması gerekebilir, en azından düşük seviyedeki ilaçlarla."


Elimi omzuna koyup sıktım. "Sağol kardeşim, sen nasılsın?" Başını aşağı eğip, "Ne olsun be abi, aynı işte. Ne zaman eve gelirsin? Bir oturup ailecek yemek yiyelim. Hem bak Sara da gelmiş, onları da çağırırız." Elimi geri çektim. "Gelirim merak etme, anneme selam söyle." Deyip arkamı döndüm. Sara konusuna hiç değinmemem Kenan'ı şaşırtmış olacak ki adımı seslenip beni durdurdu. Omzumun üzerinden ona döndüm. "Ne oldu size böyle? Neyiniz var ikinizinde?"


"Kalp kırıklığımız," Diye mırıldandım. "Kalp kırıklığımız var kardeşim, sonra konuşuruz." Kenan'ın cevap vermesini beklemeden yeniden odaya girdim. Meriç ayağa kalkıp karşımda durdu. "Geldin, gördün şimdi gidebilirsin Fırat. Geldiğin kapıdan geri çık." Meriç'in arkasından James de hareketlenirken sıkıntılı bir nefes bıraktım. "Hadisene Fırat! Sana bunu bile yapmayacaktım ama... Ama işte."


"Abi," Dedi Sara. "Lütfen susun, başım çatlıyor zaten." Sonrasında bana baktı. Çenesini havaya dikerken, "Bırak kalsın. Bir şeyler diyecek belli ki. Ben onu gönderirim sonra, merak etme." Meriç kardeşine dönüp uzun bir süre onun yüzüne baktı. "Sen nasıl istersen," Dedi. "Kapının önünde olacağım. Bir şey olursa seslenmen yeterli." Bilerek omzuma vurup dışarıya çıkarken geriye sendeledim.


Onun arkasından James de çıktı ve ben odada onunla baş başa kaldım.


Sara'nın yatağının yanına doğru gittiğimde her adımımı izlediğini gördüm. Elimle ayak uçlarını gösterip, "Oturabilir miyim?" Diye sordum. Sadece başını sallayıp oturabileceğimi söyledi. Kendimi yatağın ucuna bırakırken istemeden yeniden tüm vücudunu inceledim. Herhangi bir darbe almamıştı ama bunu bilmek içimi rahatlatmıyordu.


"Ne depresyonu?" Diye sordum. "Kazadan sonra mı böyle oldu?" İlk başta o kadar uzun süre sustu ki hiç anlatmayacak sandım ama beni şaşırıp konuşmaya başladı. "Kazanın çok büyük etkisi var ama bununla başlamadı. Seninle başladı Fırat." Kafamı hızla kaldırıp, "Ne?" Diye sordum.


Benle ne ilgisi vardı?


Yastığını düzeltip sırtını yasladı. Ellerini kucağında birleştirmiş onlarla oynuyordu. "O günden sonra," Derken sesi titredi. Ellerim kendime duyduğum öfkeyle yatağın beyaz çarşafını kavradı. "Kendimi bir süre toplayamadım. Çok... Kötü hissediyordum ama depresyonluk bir süreç değildi. Daha kendime gelemeden annemle babamın kazası haberini aldım." Çenesine doğu akan göz yaşına doğru uzanmak istesem de kendimi son anda tuttum. Ona dokunmak sanki daha çok parçalayacaktı.


"O kazayı atlatamadım. Ağır depresyon sürecine girdim ve tedaviler ilaçlardan geçiyordu onları kullanmaya böyle başladım. İki sene öncesine kadar iyiydim, kontrolüm vardı ama bugün mezara gittiğimde bazı şeyler yeniden tetiklenmiş olacak ki kontrolü kaybettim. İlaçlarım da yoktu doğal olarak." Böyle bir şeyden haberim yoktu.


Ben onun sağlığını da etkilemiştim.


Gözlerim yine seruma takılı kaldı. "Ben," Diye fısıldadım. "Özür dilerim. Biliyorum sıkıldın özürlerimi duymaktan ama haberim yoktu Sara. Sağlığını tehdit edecek kadar kötü olduğundan haberim yoktu." Gözlerini son kez eliyle silip, "Haberin olsa ne olacaktı?" Diye sordu. "Geri mi gelecektin? Benden özür mü dileyecektin? Ayaklarıma mı kapanacaktın? Olan oldu Fırat. Ben o sürece girdim, ilaçlar kullandım ve şimdi hafif de olsa yeniden başlayacağım. Ama sana bir teşekkür borcum var biliyor musun?"


Öne doğru eğilip gözleriyle ruhumu delik deşik etti. "Bana o zaman gösterdiğin o muamele olsun, kazadan sonra tedavi görmem olsun beni bugüne kadar taşıdı. Şimdi karşında güçlü bir kadın duruyor. Beni böyle biri yaptığın için teşekkür ederim, asla unutmayacağım." Zorlukla yutkundum. "Ben aynı şekilde hayatıma devam mı ettim sanıyorsun?" Başımı iki yana salladım. "Devam edemedim Sara. Olmadı biliyor musun? Hata yaptığımı Meriç ve sen benle iletişimi kesince anladım ama geri döndüğümde ne sen, ne de o vardı."


"Ama olsun. Yeniden karşınıza çıktığım da her şeyi göze alarak çıktım ben." Yavaşça ayağa kalktım ve gözlerinin içine baktım. "Her ne olursa olsun Sara. İster benden nefret et, istersen bir ömür boyu yüzüme bakma. Gel, kır, vur, dök eyvallah, sesim çıkmaz. Ancak şunu da bil ki başlangıç ve bitiş noktam sensin. Sonum da sen olacaksın."


Hiçbir şey yapamamam çok canımı yakıyordu. Ona sarılmak, yüzünü ellerimin arasına almak ve saçlarını okşamak istiyordum ama hiçbirini yapamıyordum. Ceketimin iç cebinden bir tane mavi gül çıkardım ve parmaklarımın arasında çevirip durdum.


"Çok sevdiğim gözlerin kadar güzel olmasa da," Deyip eğildim ve kucağına bıraktım. "Bunu sana vermek istedim. Hoşçakal Safir." Deyip arkamı döndüm ve odadan çıktım. Karşı sandalyelerde Meriç oturuyordu ve koridora çıkınca göz göze geldik. Başımı eğip, "Geçmiş olsun." Dedim. Ardından hastaneden çıkmak için koridora döndüm.


SARA MİA ATAMAN


Gözlerimi dakikalardır kucağımda duran mavi gülden alamıyordum. Benim hastanede olduğumu öğrenip abimle beraber gelmişti ve nasıl olduğuma bakmıştı. Abim odaya girer girmez yüz ifadesinden ve Fırat'a kurduğu cümlelerden bir şeyler olduğunu zaten anlamıştım ama sorma fırsatı bulamadan Fırat'ın kapı eşiğinde durduğunu görmüştüm.


O ise... Kucağıma bir tane mavi gül bırakıp gitmişti.


Çok sevdiğim gözlerin kadar güzel olmasa da...


Kurduğu cümleler, yaptığı davranışlar aklımı tepe taklak ediyordu. Ben ne kadar uzak durmaya kalkışsam o hep yanı başımda bitiyordu. Hep böyle mi olacaktı? Başka yolu yok muydu? Yakınlarım da olması bana acı veriyordu ama bir yandan da merak uyandırıcıydı.


İçimde bana düşman olan kısım seneler insanı değiştirir dedi. Doğru olabilir miydi bilmiyordum çünkü ben değişmemiştim.


En azından bana göre.


Gülü elime alıp parmaklarımın arasında döndürdüm. Dikeni yoktu bu yüzden elime batmıyordu. Bana vermeden önce ceketinin cebinden çıkarmıştı. Orada gülün ne işi vardı?


"Allah'ım!" Diye bir ses duyduğumda oturduğum yerde sıçradım. Odanın kapısı bir anda açılırken kapının girişinde takım elbisesiyle duran Atlas'ı gördüm. Eliyle gözlerini silip odanın içine girdi. "Allah'ım bu gözlerim! Bu fani gözlerim canım ablamı bu halde mi görecekti?" Ellerini havaya kaldırıp yalandan ağlama numarası yaptı. O sırada onun arkasından Belen içeriye girdi. İkizine tuhaf tuhaf bakıyordu.


"Ey yüce rabbim! Benim canımı al ama ablamı alma!" Belen onu omzundan itirip sendelemesine neden oldu. "Allah'ım nolur al şunun canını da bu millet kafa dinlesin." Atlas ellerini beline koyup yanıma gelen Belen'e baktı. "Ulan gören de kırk senelik düşmanım sanacak. Kan bağını geçtim aynı anda doğduk lan biz." Belen onu umursamayıp kollarını bana doladı ve sırtımı sıvazladı. "Abla nasılsın? Haberi alınca hemen okuldan çıkıp geldik. Ne oldu bir anda?"


Odadaki sandalyeyi yatağın yanına çekip oturdu. "Bir şeyim yok güzelim. Ufak bir kriz gibi bir şeydi ama şimdi iyiyim." Belen eliyle saçlarımı okşadı ve bana gülümsedi. "Ablamın maşallahı var canım. Şuna bak, yemiş serumu kendine gelmiş." Atlas'a gülmeye başladım. "Ayrıca bunlar hep nazar, nazar." Deyip bana göz kırptı. "Şu güzelliğe, şu zekaya, şu genlere nazar değmesin de gelsin bana mı değsin yani?"


Elimi kalbime koyup, "Ne güzel laflar bunlar Atlas, teşekkür ederim. Sana da nazar değmesin lazımsın bize."


"Zaten ben bu ailede hep lazımlık olan kişi olayım." Yüzünü buruşturup, "Bu çok yanlış anlaşıldı ya, olmadı." Dedi. Daha çok gülüp kafamı yastığa koydum. "Ben bu ailede hep aranan insanım zaten." Ellerini beline koyup çenesini ovuşturdu. "Yok bu daha da yanlış anlaşıldı."


"Atlas," Diyen Belen'e göz ucuyla baktım. "Bu Türkçe sana fazla gelmiyor mu ya? Git bir TDK görsün seni. Beynine biraz daha kelime eklensin." Atlas yüzünü buruşturup Belen'i taklit etti. İkisi eğlence kaynağım olan insanlardı ve buna bayılıyordum. Tüm dertlerimi unutturan bu iki kardeş hayatımın en önemli parçasıydı.


"Kavga etmeyin benim için." Deyip gözlerimi kapattım. "Yeterince derdimiz var abla, dikkatimizi sana veremiyiz sus lütfen." Gözümü açıp Belen'e baktım. Atlas ise kardeşine bakıp, "Bıktım şu saçma sapan videoları taklit etmenden ya! Avukat olunca da şey dersin, 'Yasa hükmün gereğince bu infaz gayrı meşru müdafaa ve hattı hümayundur ya! Ne yaptığınızı sanıyorsunuz ben onun avukatıyım!"


Bir kahkaha patlatırken Atlas da benimle gülmeye başladı. "Çok mu komik Atlas?" Diyen Belen'e sadece gülüyorduk. "Ayrıca bana diyene bak, sen nerden biliyorsun o videoyu? İzliyorsun sende işte!" Atlas elini havada sallayıp, "Ne izleyeceğim saçma sapan videoları be! Sen açıyorsun ve sürekli izlemenden bende ezberledim artık. Ayrıca benim keşfet ful Fenerbahçe videoları ile dolu. Senin gibi boş beleş şeyler mi izliyorum ben?"


Belen saçlarını geriye savurup, "Aman gören de yıldız futbolcu sanacak. Gerçi bir farkın yok." Belen'e bakıp, "Niye öyle dedin ki?" Diye sordum. Belen oflayıp, "Ya abla, Allah aşkına bu o kadar fanatik bir Fenerbahçe'li ki telefonun zil sesi Fenerbahçe'nin yüzüncü yıl müziği ya!" Daha çok gülmeye başladığımda bir yandan çıkmasın diye serumu tutuyordum. "Ne var kızım? Ayrıca Fenerbahçe'li olmak bir ayrıcalıktır. Sen ne anlarsın pis insan! Daha takım bile tutmuyorsun."


"Ne alakası var? Kes sesini be!" Diye çemkirdi Belen. "Ben sana kaç senedir şampiyon olamadınız diyor muyum?" Atlas iki elini de kalbine koyup yatağımın ucuna kendisini bıraktı. "Doktor!" Diye bağırdı bir anda. "Doktor! Hemşire! Ebe! Sarı serum getirin bana! Bu çok ağırdı, ölüyorum!"


"Ebe ne alaka Atlas?" Diye sordum. Belen yandan lafa atlayıp, "Soktuğum lafları doğurtturacak." Dedi. Atlas hızla doğrulup işaret parmağıyla Belen'i gösterip bana şikayet etmeye başladı. "Bak görüyorsun dimi abla? Çok terbiyesiz bir şey oldu bu iyice. İdam! İdam!" Diye bağırmaya başladı. Ayağımın ucuyla Atlas'ı dürtüp, "Sus be manyak!" Dedim. Atlas susarken içeriye abim ve James girdi. İkisinin de elinde birer bardak kahve vardı.


"İyi misin Sara? Nasıl oldun?" Abime başımı sallayıp, "İyiyim iyiyim merak etme. Belen ve Atlas serumdan daha ilaç gibi geldi." Belen bana tatlı tatlı gülümserken Atlas elini havada sallayıp, "Salak ya!" Dedi. "Şapşal şapşal konuşma." Elimle ağzımı örtüp kahkahamı bastırdım. "Onu görüyorum zaten." Diyen abim gözlerini Atlas'a dikmişti. Atlas yutkunup ayağa kalktı ve James'in yanına geçti. Kolunu onun omzuna atmak istedi ama hem boy farkı olsun hem de James'in kalıplı bir insan oluşu olsun buna izin vermedi.


"Abla James beni de Meriç Ataman'a karşı koruyabilir mi?" Diye sordu. Başımı iki yana salladım. "Maalesef, o sadece bana çalışıyor." Atlas sonrasında İngilizce konuşup, "James seni Fenerbahçe'li yapacağım." Dedi. James'in kaşları havaya kalkarken, "Neden?" Diye sordu. "Çünkü herkes bir gün Fenerbahçe'li olacak." Atlas sanki çok mantıklı bir açıklama yapıyormuş gibi son derece ciddi görünüyordu. "Teşekkür ederim ama ben istemiyorum."


Atlas bana bakıp Türkçe bir şekilde, "Naz yapıyor ya." Dedi. Sonrasında yeniden İngilizce konuşarak, "Nereliydin sen?" Diye sordu. James, "İngilizim." Dedikten sonra Atlas yeniden Türkçe'ye geçip, "Ne İngiliz mi? Duygularımı sömürge ettiğine şaşırmamalıydım." Dedi. Belen oflayıp elini yüzüyle örttü. Sanki yok olmak istiyor gibi bir hali vardı.


"Sorun yok James, elbet başka ortak noktamız çıkar." Diyen Atlas onun omzuna vurup sırtını duvara yasladı ve ellerini ceplerine soktu. "Ahh ahh," Dedi sonrasında. "Kimse beni hak etmiyor bu dünyada." Gözlerimi devirdim.


Aslında bunu herkes aynı anda yapmıştı.


"Neyse Atlas orada ağlaya dursun, ne zaman gideceğiz?" Diye sordum. Serumum biteli çok oluyordu. "Hemşirelerden biriyle konuştum. Birazdan gelirler, sonrasında taburcu olursun zaten. Kenan bir sorun olmadığını söyledi." Başımı salladığımda odaya bir hemşire girdi ve gülümseyerek bana yöneldi. O damar yolunu çıkarırken herkes odadan çıkmıştı.


Ben ise ayağa kalkıp kabanımı üzerime geçirdim ve çarşafın altına sakladığım mavi gülü alıp cebime koydum.


Bunu neden yaptığımı bile bilmiyordum üstelik.


Loading...
0%