Yeni Üyelik
9.
Bölüm

6- Hayal Katili

@ay_yonar

Kanımda dolaşan serumun zihnime de ulaşmasını çok istiyordum. Kanımın içindeki tüm mikropları kırarken zihnime de aynı şeyi yapsa o kadar güzel olurdu ki...

Telefonum yatağımın üzerinde titrediğinde Buket'in mesaj attığını gördüm. Konuşmaya tıklayıp kilidi kaldırdım ve konuşmaya girdim.

Buket'im: James'i bir kaşık suda boğacağım!

Buket'im: Bana sadece tansiyonun düştüğünü söyledi... SEN KRİZ GEÇİRMİŞSİN SARA?

Buket'im: Yemin ederim gördüğüm ilk fırsatta üzerine atlayacağım!

Ellerim klavyenin üzerinde ritim tutarken kendimi boylu boyunca yatağın serin yüzeyine bıraktım. Saçlarım yatağa dağılırken saten geceliğim karnımı açıkta bırakarak yukarı tırmandı.

Ben: İyiyim Buket, o da seni korkutmamak için demiştir.

Ben: Ayrıca herkes senin telaşlı bir insan olduğunu biliyor ki kesin hastaneyi ayağa kaldırırdın. Evdeyim zaten, dinleniyorum.

Buket'im: Bu bir bahane değil Sara. Yine de haberim olsaydı harika olurdu ve şimdi işlerden kafamı kaldıramıyorum.

Buket'im: Akşam kesin geleceğim ama aklım sende bunu bil. Yat dinlen ayrıca ne kadar bahtsız bedevi bir insansın? Daha geleli 1 hafta olacak????

Ben: Sağol Buket ya, sen ve moral verici cümlelerin de olmasa asla hayatta kalamam.

Buket'im: Ne demek canım bu benim yakın arkadaş olma görevlerimden birisi. Ayrıca bende seni seviyorum :)

Yüzümde ki gülümseme ile bir kaç dakika daha diğer şeylerden konuşurken bu yazışma iş dünyasına kayınca konuşmayı kesip dinlenmem gerektiğini söyledim. Buket beni dopdolu bir zihinle baş başa bırakıp kendi işlerini halletmeye döndü. Evde tektim ve ısrarlarıma rağmen hiç kimse beni dinlemiyordu.

Belen ve Atlas okulda, abim şirkette James ise Amerika'da ki işlerle uğraşıyordu. James'e yardım teklifinde bulunsam da beni sertçe geri çevirmiş ve dinlenmem gerektiğini özellikle söylemişti. Fazlasıyla tedirgin olması gözümden kaçmazken beni ilk defa öyle gördüğünü sonradan hatırladım. Bunun için mutlaka beni köşeye sıkıştırıp soru yağmuruna tutacaktı.

Tüm gün evde ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ama bir anda mutfağa çekilme hissine engel olamadım. Küçüklüğümden beri annemin yardımıyla mutfağa o kadar bağımlı olmuştum ki kimse beni engelleme namına bir şey yapmaya kalkışmamıştı. Her hafta sonu bir tatlı günüm olurdu ve her zaman farklı tarifler yapmaya özen gösterirdim.

Kendimi mutfağın girişinde bulduğumda içeride evin hizmetlisini gördüm. Bana dönüp bakan yaşlı kadın gülümsedi, "Sara Hanım, bir arzunuz mu vardı?" Başımı iki yana salladım. "Teşekür ederim ben kendi başıma öyle bir kaç şey yapacaktım. Ayrıca Sara diyebilirsiniz." Dedim. Kadının çok naif bir yüzü vardı. Başında kırmızı yazması bana memleketimi hatırlattı. "Peki Sara'cım. Sende bana Nuray Teyze de o zaman."

Başımı sallayıp kocaman gülümsedim. "Tamamdır Nuray Teyze, nerelisin sen? Başındaki yazma çok yakışmış." Eliyle yazmasına dokunup kahkaha attı. "Ay kızım bu yaşımda utandırdın beni. O senin güzelliğindendir, maşallah sana. Ordu'luyum ben." Kendimi Amerikan mutfak tarzındaki tezgahın önünde duran yuvarlak sandalyelere bıraktım. Çenemi iki elime yaslarken Nuray Teyzeyle muhabbet etmeye devam ettim. "Ordu mu? Oraya gitmiştim ama çok küçüktüm. Güzel yer cidden bizim memleket gibisi var mı?" Nuray Teyze ellerini beline yasladı. "Doğru ya, sizde Samsun tarafındansınız."

Kaşlarım çatılırken Nuray Teyzeye merakla baktım. "Evet de sen nerden biliyorsun Nuray abla?" Ellerini giydiği mutfak önlüğü silip, "Abinle muhabbet ederiz hep kızım, o anlattı bana da." Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açılırken bir an yanlış duyduğumu sandım. "Abim?" Dedim. "Benim abim? Meriç Ataman olan?" Nuray Teyze anlamamış gibi, "Evet kızım abin, Meriç işte. Ne oldu canım?" Omuzlarının silkip şaşkınlığı üzerimden atmaya çalıştım. "Abim pek... Biriyle oturup bir şeyini paylaşan bir insan değildi ondan şaşırdım. Ama bu harika bir şey, benim yokluğumda birisi onunlaymış." Sonlara doğru kısılan sesimle birlikte bakışlarımı kaçırdım.

"Ahh kızım her akşam ikimize de birer kahve yapar ön bahçede otururduk abinle. O bana anlatırdı bazı şeyleri ben ona her şeyimi. Abin beni çok iyi tanır o yüzden." Yeniden güldü ama sonradan gülüşünü sildi. "Ayrıca senin yerini kimse dolduramaz canım. Ona seni soruyordum ama bilerek sorularımdan kaçıyordu. Bende çok sorgulamadım ama o kaçtığı zamanlar hep gözlerinde hüzün görüyordum. Çok üzülüyordu kızım. Bak otuzuna girecek o adam var ya aha böyle," Deyip eliyle belinin yanını işaret etti. "Tam da bu kadar boyu olan bir çocuk gibi oluyordu. Vallahi onu öyle gördükçe konuşamıyor, boğazım düğümleniyordu. Abin seni çok seviyor kızım bırakma onu bir daha. Belli ki bir tek sen kalmışsın onun için."

Elimle tırnağımın kenarını kazımaya başladım. "Bilerek yapmadım ki Nuray Teyze," Diye mırıldandım. "Benimde elimde olmayan sebepler vardı." Başındaki çemberi ve yazmayı düzeltti. "Öyle diyorsan öyledir kızım. Hangimizin derdi yok ki şu dünyada? Mühim olan kalpler kırılmasın yavrum, gerisi önemli değil. Her şey hallolur." Başını ağır ağır salladı ve derin bir nefes aldı.

"Zaten şu dünyada bir ölümün geri dönüşü olmaz."

Yüreğime taş gibi sert ve ağır bir şey oturunca gözlerimin yandığını hissettim. "Öyledir tabi Nuray abla." Derken sesim çatlamış, boğazım düğüm düğüm olmuştu. "Ah kızım, benim bey bu dünyadan göçeli on küsür sene olacak ama bir kere bile beni kırdığını bilmem. Ha bu demek değil ki kavga etmiyoruz ya da tartışmıyoruz, yapıyoruz kızım. Biz de çok kavga edip birbirimizi üzdük hatta benim bey," Derken tezgaha doğru yaklaşıp bana bir sır veriyormuş gibi sessiz sessiz konuştu. "Bir keresinde evi terk etmişti, gerçi ben kovmuştum onu ama yediremiyor kendisine ben gittim senden diyordu hep bana."

Nuray Teyze güldüğünde bende burukça ona gülümsedim. O kadar tatlı bir kadındı ki iki dakikada hem duygulanıp hem de yüzümü güldürüyordu. "Üzülüyorsundur vefat etti diye değil mi abla?" Sorduğum soru belki de saçmaydı ama yine de sormuş bulundum. "Üzülmez olur muyum kızım?" Dedi. O ses tonunda dokunsam ağlayacak bir kadın, üflesem her yeri tozu dumana katacak bir özlem duygusu vardı. "O kadar kavga eder tartışırdık belki ama anlıyorsun bu dünyadan göçüp gidince onun da kıymetini. Kavgaymış, kalp kırmakmış, özür dilemekmiş, hepsi bir yalan oluyor be yavrum. Önemli olan kanlı canlı bir şekilde karşında olması. Sonrası hep bir şekilde oluyor zaten."

Yapma dedim kendi kendime. Kaymasın aklın ona, düşünme onu Sara! Ama olmadı. Aklımın bir köşesi Fırat'a doğru çekilirken engel olamadım. Nuray ablanın dediği gibi her şey hallolur muydu emin değildim ama bir anlık bir zehir kalbime doğru yayıldı.

Ya ölürsek?

O zehir gitgide büyüyordu ama gözlerimi kırpıştırıp uzaklaşmaya çalıştım. "Aaa kızım bak az kalsın unutuyordum." Nuray abla ellerini birbirine vurup arkasına döndü ve tezgahın arkasında dolanıp yere doğru eğildi. Geriye kalktığında elinde bir çiçek buketi vardı.

Mavi gül dolu bir buket.

"Sen yukarıda dinlenirken bir kargocu çocuk geldi ve bunu sana vermemi istedi. Bende rahatsız etmeyeyim diye buraya koydum. Al bakalım." Deyip buketi bana uzattı. Bir bukete bir de Nuray Teyzeye bakıyordum. "Kızım alsana ne suratıma bakıyorsun?" Elime tutuşturduğu gül demetini hızla kapıp kucağıma doğru çektim.

"Ay ne kadar da güzelmiş," Sonrasında gözlerime baktı. "Aynı boncuk gözlerin gibi masmaviler." Başımı eğip kucağımda duran güllere bakarken kenarında bir not asılı olduğunu fark ettim. Buketi tezgaha bırakıp gerginlikten terleyen ellerimle beyaz küçük zarfa uzanıp içinden notu aldım. "Ay not mu varmış? Hiç görmedim ya ben." Diyen Nuray ablayı aldırmadan notu okudum.

"Tek bir gülün yeterli olmayacağını düşünüp biraz daha gönderdim. Atıyor musun bilmiyorum ama umarım atmıyorsundur. Çok güzeller Sara, tıpkı senin gibi."

Altında notun devamı vardı ama sanki son anda akla gelinip yazılmış gibi aceleci bir metindi.

"Bu sefer lütfen ben seni yeniden görene kadar kendine dikkat et."

F. K. D.

Üç tane harfi yan yana görene kadar aslında kimden geldiğini anlamıştım ama o harfleri gördüğümde içimdeki daraltı daha da büyüdü. Fırat bana bunu yaşatıyordu. İçim daralıyordu ama bu rahatsızlıktan değildi, aksine onun varlığı ve kendini her seferinde gösterişi içime yetmiyordu. Daralıyordum ve bir nefes almak uğruna ne zaman bir yere çıksam karşımda yine onu buluyordum.

"Abla ben tatlı yapacağım da mutfağı bana bırakır mısın?" Nuray abla başını salladı ve önlüğünü çıkardı. "Tabi yavrum bende diğer işlere bakayım." Tezgahın etrafından dolanıp Nuray Teyzeden önlüğü aldım. Tam giyecekken, "O buketi ne yapacaksın yavrum? Koyayım mı suya? Kurumasın yazıktır, günahtır. Çok da güzeller maşallah. Ayrıca mavi güllerin anlamını biliyor musun?"

"Hayır abla," Dediğimde bilmiş bilmiş gülümsedi. "Bak kimin gönderdiğini bilmiyorum ama seni özlemiş belli kızım. Mavi güller hasreti, özlemi, sevgiyi yansıtır."

Nuray ablanın dedikleri bir kulağından girip diğerinden çıkmazken kafamın içinde dönmeye başladı. "Öyle miymiş? Anlamı yani?" Nuray abla başını sallayıp koluma iki kere hafifçe dokundu. "Hayırdır kızım sevdiğin biri mi var? Meriç bana hiç de demedi ama."

"Yok!" Dedim birden bire. Nuray abla şaşırıp yerinde sıçradı. "Yok yani Nuray abla ne sevdiği? Arkadaşım yollamış, muhtemelen çiçeğin anlamını bile bilmiyor." Gergince gülümseyip arkamı döndüm. "Tamam kızım öyle diyorsan öyledir. Hadi kolay gelsin sana ben yukarıdayım hemen." Ellerimi gözlerime bastırıp seslice ofladım ve yeniden çiçeklere dönüp buketi elime aldım.

Mutfaktaki çöpün yanına kadar gidip kapağı açtım ve tam atacağım sırada durdum. Beyaz not zarfın içinden bana bakıyordu ve üç harfi yine yan yana görüyordum.

"At Sara," Dedim kendime. "Atsana hadi!" Buketi biraz daha aşağı indirdim ama... Atamadım.

"Atma Sara! Yüzüne vurursun belki, kalsın kenarda." Buketi yeniden tezgaha bırakıp önlüğümü arkadan bağladım. Saçlarımı da tepeden dağınık bir topuz yapıp malzemeleri hazırlamaya başladım.

Güzel bir cheesecake yapacaktım.

Buket akşam bize geldiğinde ikimize de birer tabak limonlu cheesecake yanına da soğuk kahve yapıp arka bahçeye çıktık. Havuzun kenarında şezlonglara oturup ikimiz de elimizdeki tabaklarda duran tatlılara gömülmüştük. Havuzun mavi ışığı yüzlerimize vuruyor, havada tatlı bir esinti duruyordu. "Ellerine sağlık Sara, bayıldım. Tarifini bir ara atta bende denerim." Buket'e ağzım dolu olduğu için başımı sallayıp cevap verdim. Lokmam biterken, "Annemin tarifiydi." Diye mırıldandım. "O da çok güzel yapardı. El lezzetine hayrandım."

Buket elindeki tabağı kenara koyup, "Yaa, ne güzel." Diye mırıldandı. "Onlarla tanışmak isterdim. Gerçekten aileni merak ediyordum." Omuzlarımı silkmek kalbimi hiç bu kadar kırmamıştı. "Keşke Buket," Dedim. "Ama abimi tanı. O var ve tüm ailem o." Burukça gülümsedi ve, "Tamam öyle olsun." Dedi. Sonrasında aklına bir şey gelmiş gibi, "Aa Sara bak ne diyeceğim sana," elini havada sallayıp bacağıma vurdu. Oysa ki onu zaten dinliyordum. Kendi kendime gülüp onu dinlemeye devam ettim.

"Ya Volkan hafta sonuna muhteşem bir plan hazırladığını söylüyor," Kahkaha atıp başını geriye attı. "Gerçi bunu en son dediğinde paraşütle uçurumdan atlamıştık. Korkmuyor değilim yani." Buket ve Volkan hayatımda gördüğüm en deli dolu çiftti. Tencere kapak birbirini bulan iki deliydi. "Kısacası bir şeyler planlıyor ama bana dedi ki bir kaç arkadaşımı da çağıracağım, bende dedim ki e bende çağırayım. Ne dersin? Eğer kendini iyi hissediyorsan bir şeyler yapalım mı hafta sonu?"

Tabağımda duran son dilimi yiyip, "Bilemedim şuan, ne yapacağız ki?" Ellerini havaya kaldırıp, "Bilmiyorum ki, bana da söylemiyor. Sürpriz diyor o kadar." Belirsizlikten nefret ederdim ve şuan bilmediğim bir hafta sonu etkinliğine gitmeyi düşünüyordum. Yine de Buket'in gözlerindeki merakı ve heyecanı kırmak istemedim. "Peki, gideriz." Buket ellerini birbirine çarptı ve gülümsedi. "Harika! James zaten geliyor. Bu arada sanırım benden kaçıyor ona bir sürü tehdit mesajı atmış olabilirim."

İkimiz de aynı anda gülüp kahvelerimizi içmeye devam ettik.

Ertesi gün hafta sonunun başlangıcıydı ve biz sürpriz olan o etkinliğe hazırlanıyorduk. Buket'ten rahat bir şeyler giymem konusunda ufak bir mesaj almıştım. Bende üzerime bir sweatshirt ve altıma da bol paça bir pantolon giydim. Montunu üzerime çekerken kışın yavaş yavaş geldiğini iliklerimde hissediyordum.

Kış beni her zaman daha mutlu ediyordu.

Sadece telefonumu ve arabamın anahtarını alıp evden çıktım ve garaja doğru ilerledim. Büyük beyaz kapının önünde James beni bekliyordu. Dudaklarının arasındaki sigarayı alıp elini havaya kaldırarak selam verdi. "Naber?" Dedi. Ellerimi montunun cebine soktum. "İyiyim, sen neredeydin tüm gün?" Gözlerini devirirken bende üzerini inceledim. Altında siyah bir pantolon üzerinde de aynı renk gömlek vardı. James'i çok nadir rahat kıyafetler içinde görüyordum ve sürekli takım elbiselerle olması beni aşırı rahatsız ederken onun nasıl rahat olduğunu bir türlü çözemiyordum.

"İşler Sara Hanım, başka ne olabilir?" Diye sordu. Yüzümü buruşturup göğsüne yumruğumu geçirdim. "Çok konuşma James, gidiyoruz hadi." Avcumun içindeki anahtarı ona verip garaja girdim. İleride duran SUV aracına doğru yürürken James sürücü koltuğuna geçti ve kalan yolu kısa müzikler eşliğinde geçirdik. Buket'in bana attığı konum ormanlık alanı kapsıyordu. Nereye gittiğimizi asla bilmiyordum ta ki arazinin girişinde kocaman asılı tabelayı görene kadar.

Poligon.

Harika!

"Aman ne güzel!" Derken kemerini çözüp araçtan indim. "Ben ve poligon ayrılmaz ikiliyiz zaten. Ben her gün poligon oynarım ya. Aferin Volkan, aferin!" Volkan'a olan tüm bakış açım saniye saniye değişiyordu. Ben önde James arkamda araziye doğru girdiğimizde az ileride bekleyen Buket'i gördüm. Söylenmemi duymuş olacak ki bize doğru dönüp el salladı. "Geldiniz sonunda!" Derken bana sarılmıştı. Yanında Buket'ten biraz uzun, esmer bir adam vardı.

Volkan.

"Merhaba Sara, Volkan ben." Deyip elini uzattı. Volkan'ı tabiki de görmüştüm ama karşımda ilk kez görüyordum. Hoş bir yüzü ve yapılı bir vücudu vardı. Buket'le çok yakıştıkları gerçeği içimi kıpır kıpır etti. "Memnun oldum Volkan. Lütfen bir daha bana belirsiz bir sürpriz yapmayın tamam mı?" Derken hem ona hem de Buket'e baktım. İkisi de aynı anda gülüp başlarını salladılar. "Benim de arkadaşlar gelsin, o zaman geçeriz oyuna."

Montunu çıkarırken onlara arkamı döndüm. Kalın sweatshirtüm yüzünden kolum içinde sıkışıp kalmıştı. Ben onunla uğraşırken Volkan'ın sesini duydum. "Oh şükür geldiniz. Kardeşim hoşgeldin!" Sonunda çıkardığım montumu James'e uzattım ama o donuk bir şekilde montumu alarak karşısına bakıyordu. Yüzümde ki gülümseme ile Buket'lere doğru döndüm.

Gülümsemem yüzümde asılı kaldı.

"Ehh yok artık ama!"

Karşımda duran Fırat bana bakıyordu. Herkesin gözü bana dönerken Volkan, "Siz tanışıyor musunuz?" Diye sordu. Fırat'ın yanında bir başka adam daha vardı. O da Fırat'tan biraz kısa, esmer ve yapılı bir tipti. "Hayır tanışmıyoruz," Dedim. "Tanımıyorum ben, tanımak da istemiyorum. Tanışmayacağız biz, tanışmadık hiç."

"Motorun soğusun!" Diyen Buket şok içinde bana bakıyordu. Onu umursamayıp omuz silktim ve Fırat'ın sesini duydum. "Çok yakından tanıyorum merak etmeyin." Dedi. Sinirle ona bakıp dişlerimi birbirine bastırdım. Buradan çekip gitmek isteyen tarafım çığlık atsa da ayaklarım asla hareket etmiyordu. "Aa çok güzel o zaman, denk gelişe bak." Diyen Volkan Fırat'a dönüp omzuna vurdu. "Özledim be kardeşim! Bıraktın askeriyeyi bizi de unuttun."

Askeriye mi?

Tek kaşım merakla havaya kalkarken Fırat'tan bakışlarımı çektim. "Öyle oldu maalesef." Diyen Fırat sonrasında sessizliğe gömüldü. Benim merak ettiğim onlarca sorudan birini Buket dile getirdi. "Siz nasıl tanıştınız? Sevgilim senin en yakın arkadaşın Fırat Kaan Dinçer mi?" Buket'in sesinden hayranlıkla şok karışımı bir ton duyuluyordu.

Kendisinin Sara Ataman'la arkadaş olduğunu unutuyordu ama!

Öldürücü bakışlarımı Buket'e doğrulttum ama o nişanlısından bir cevap bekliyordu. "Ya bölümler farklıydı ama Fırat'la askeriye de tanıştık evet. Bir nevi komutanım benim. Rütbeli bir askerdi, tabi bırakmasaydı."

"Neden bıraktınız Fırat Bey?" Diye soran Buket son derece konuya ilgili gibi duruyordu. Yakıcı bakışları kendi bedenimde hissettim ama o tarafa dönmedim. Göz ucuyla bile bakmadım. "Benim... Birinin yanına dönmem gerekiyordu. Bir seçim yapmam lazımdı ve bende yaptım."

Ortama sağır edici bir sessizlik çöktü.

Ne askeriyesi? Diye sormak istedim. Fırat asker falan değildi, iş adamıydı. Neden bıraktın? Diye de sormak istedim. Onlarca sorumun zamanı gelecekti. Sabırla o anı bekliyordum.

"Arif sen nasılsın be oğlum?" Dedi Volkan. Volkan dedim içimden. Oha Volkan! Yuh Volkan! Herkesi nasıl tanıyabiliyorsun ve bu tanıdığın neden Fırat olmak zorunda Volkan! Diye de devam ettim.

"İyiyim abi, aynı." Arif olduğunu öğrendiğim o adam Fırat'ın yanından ayrılmıyor gibi bir hali vardı. O da mı askerdi?

Olabilirdi.

"Güzel güzel. Özletmeyin kendinizi buluşalım yine böyle. Evleniyorum Fırat, daha darısı başına diye kafanı şişirmem lazım."

Fırat'la göz göze geldik.

İçimden kendime sayısız kez küfredip ona bakmaya devam ettim. "Dur bakalım Volkan, belki gerek bile kalmaz kafamı şişirmeye." Diye mırıldandı. Yüzünde hafif bir gülümseme izi bulunurken gözleri benim gözlerimdeydi. "Bak bunlar çok iddialı laflar Fırat, hatırlatırım bir gün." Deyip güldü.

"Yeter!" Diye çıkıştım. "Sonra siz sonra konuşur şey edersiniz, biz gidelim oyunu oynayalım." Herkesi arkamda bırakıp yürümeye başlarken Buket dibimde bitiverdi. Kulağıma eğilerek, "Nişanlımdan hayatımın şokunu yedim şuan Sara! Ayrıca ikiniz iyi misiniz? Yüksek voltajda elektrik yemiş gibi bir haliniz var. Ve en önemli soru, birbirinizi nereden tanıyorsunuz? Bak bir şeyler saklıyorsun."

"Buket," Diye mırıldandım istemsizce. "Söz anlatacağım, vallahi bak. Şimdi işimize bakalım biz." Buket başını sallayıp koluma girerken kolumu eliyle okşadı ve bana destek verircesine gülümsedi.

Bir kaç dakika sonra herkes siyah kıyafet giymiş ve ellerinde boya dolu olan silahlar tutuyordu. Silah kolumla aynı boydaydı! Oysa erkeklerin elinde son derece müthiş duruyordu. Hepsine tek tek bakıp en son Fırat'ta kala kaldım. Bana değil silahına bakıp onu kontrol ediyordu. Bir an onu askeri bir üniforma içinde hayal ettim ve bu nefesimin kesilmesine neden oldu.

O ve asker olmak.

Üniforma içinde.

Elinde böyle bir silah ve kolunda Türk Bayrağı.

"Herkes hazır mı?" Buket'in sesi çığ gibi ortamıza düşerken irkilerek silahı daha sıkı kavradım. Hepimiz onaylayan mırıltılar çıkardık. "Güzel, takımları söylüyorum. Ben, e doğal olarak nişanlım ve en yakın arkadaşım." Seke seke Buket'in yanına gittim.

"Geriye kalanlar da başının çaresine baksın işte." Başımı iki yana sallayıp güldüm. "Ben bunlarla aynı takımda olmak istemiyorum." James sertçe Buket'e bakıyordu. Bana bakmasını istesem de hiç bakmadı. James bir şeyler demesem bile olanları göremeyecek kadar kör bir insan değildi. Bir şeyleri kafasında kurup kendince bir varsayım yapıyor olmalıydı.

"İnsan yemiyorum, sadece bir oyun." Fırat'ın İngilizce aksanı ile James'e itafen konuşması hepimizin ona bakmasına neden oldu. James ona doğru bir adım attı. "Seni-" Ellerimi havaya kaldırıp, "Tamam! Kesin şunu!" Dedim. "James sadece bir tur, bir şey yok. Hadi oynayalım." Dedim. James ve Fırat arasındaki gerginlik daha fazla büyümeden yok olup gitmişti. Herkes takımıyla araziye indi ve etrafa dağıldı.

Bizim takım mavi diğer takım turuncu renkti. Vurulanlar direkt çıkacaktı ama asıl amacımız karşı tarafın bayrağını almaktı.

Ağaçların arasında ilerlerken az ötemde giden Volkan'ı gördüm. Yanına Buket'i çekip sağa doğru döndüler ve ben orada tek kaldım. Silahımı son kez kontrol edip ağaçlar arasında ilerlemeye başladım.

Derken arkamda bir çıtırtı yükseldi.

Olduğum yerde durup hemen yanımdaki ağacın arkasına saklandım. Adım sesleri git gide daha da yaklaşıyordu ve o kişiyi vurmak için silahımı hazırladım. Derin bir nefes alırken ağacın arkasından fırlayıp silahı gelen kişiye doğrulttum.

Fırat

Silahı indirmeden ona doğrulttuğumda olduğu yerde durdu ve kendi silahını indirdi. "Ne işin var burada?" Diye sordum. Ciddi misin? Der gibi bana baktı. "Oyun oynuyoruz ya Sara, sizi bulmam gerekiyor hani?" Dedi. Silahı indirmeden ona doğru yaklaştım. "Öldün şuan, çık oyundan." Dedim. Kafasını eğip üzerine baktı. "Hala oyundayım beni vurmadın. Yani aslında tam kalbimden vurdun ama o oyunda sayılmıyor sanırım?" Sonrasında gülümseyip yüzüme baktı.

"Üzerime alınmıyorum boşuna uğraşma." Dedim. "Demek askerdin ha?" Silahı indirdim ve elimi belime yasladım. "Sen ve askerlik. Hiç düşünemiyorum. Neden Fırat?" Bunu gerçekten merak ediyordum. Gözlerine baktığımda oraya yavaş yavaş bulaşan hüzünle karışık diğer duyguları gördüm. Bir çok şeyi aynı anda yaşıyordu.

"Çok uzun hikayesi var Sara ve detayını beni dinlemek istediğinde anlatacağım. Bunun hayalini hep kuruyorum inan bana. Yine de kısaca özetleyecek olursam hatalarımı fark ettiğim o an ve bunu düzeltmek için düşündüğüm her dakikadan sonra işin içinden çıkamadım. Ölecek gibi oldum Sara, öleceğim sandım. Yine de benim sana dönmem gerekiyordu çünkü anladım ki senin içinde olmadığın bir dünya bana günahtı."

Biraz duraksayıp ciğerlerine çokça bir nefes çekti. Yemin ederim... Bunu bende yapmak istedim ama olmadı. Sessizce onu dinliyordum.

"Bu dünyadan göçüp gidemezdim çünkü dediğim gibi sana dönmem gerekiyordu... Bende askere yazıldım Sara. Başka bir yolum yoktu benim." Başımı iki yana sallayıp geriye doğru adım atmaya başladım. "Çok yoruldum." Dedim. "Çok yoruldum ben bu bahaneleri dinlemekten. Dönseydin Fırat! Neden erkenden dönmedin ki?"

"Sara," Dedi o da. "Bak arkada tümsek var dikkat et." Bakışları ben ve arkamda bir yerde gidip geliyordu. "Dönmedin sen, dönmedin Fırat. Gittin öylece! Beni arkanda bırakıp bir korkak gibi çekip gittin!" Bana doğru atıldı ama elimi kaldırıp onu durdurdum. "Sara bak bir şey olacak, dikkat et." Onu dinleyemiyordum çünkü kalbim daha çok kırılıyordu. "O zaman dönmedin şimdi hiç gelme Fırat. Lütfen gelme." Sesim yalvarır gibi çıkmıştı.

O an ayağım göremediğim bir şeye takıldı ve geriye sendelerken ufak bir çığlık attım. Sırtımın üzerine düşeceğimi sansam da gözlerimi hızla kapatıp yavaşça ama sert bir yere çarptım. Benden farklı bir ses acıyla inlerken gözlerimi hızla açtım. Fırat altımda boylu boyunca uzanıyordu ve kolları da bedenime sarılıydı. "Siktir!" Diye küfrettiğinde göğsüne vurdum. "Küfretme, terbiyesiz!"

Eski Sara içimden hiçbir zaman gidememişti.

Gözlerini açıp bana baktı. "Ciddi değilsindir umarım? Sırtım yere çarptı ve nefesim kesildi. Yine de sen küfretmeme mi takıldın?" Saçlarım yüzüne doğru dökülmüş ikimizin arasındaki mesafe ilk defa bu kadar kısalmıştı. "Beter ol Fırat." Dedim. "Parçalansın sırtın, nefessiz kal, konuşama bir daha, kahrol ya!" Yüzü her cümlemle beraber renk attı. "O nasıl beddua insafsız?" Diye mırıldandı. "İnsan düşmanına demez."

"Yo dedim," dedim. "Sen düşmanım olduğun için çok da güzel dedim vallahi." Diye de ekledim.

"De Safir, de." Dedi o da. "Bir tek sen de bir kelime bir şey dersem ne olayım. Yeterki bana bir şeyler de sen." Saçlarımı eliyle alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Sara," diye fısıldadı. "Saçlarına dokunmayı çok özledim. Şu gözlerine," Derken yutkundu. "Bu kadar yakından bakmayı deli gibi özledim. Senelerdir hastayım sanki ve tek ilacım sensin. Sen de kendini mahrum bırakma benden. Bencillikse bencillik anasını satayım ne yapabilirim? Ben cidden kahrolayım bence de."

"Ol!" Dedim. "Ne halin varsa gör, gidiyorum ben." Üzerinden kalkacağım sırada beni tekrardan göğsüne çekip elini kafamın arasına bastırıp yanağımı göğsüne yasladı. Kolları belime sıkıca dolandı. "Ne yapıyorsu-"

"Sessiz ol." Diye fısıldadı. O an adım sesleri duyup sessizliğe gömüldüm. Kulağımda sadece Fırat'ın düzensiz atan kalp ritimleri ve aynı şekilde aldığı soluklar vardı. "Buradan duydum çığlık sesini, burada biri var kesin." Arif'in sesini duyduğumda yanağımı yakalanma korkusuyla daha çok Fırat'ın göğsüne bastırdım. Onun da kolları beni iyice sardı.

Nefesimi tuttum.

"Komutanım?" Dedi Arif. "Burada mısınız?" Ne benden ne de Fırat'tan ses çıkıyordu. İkimiz de Arif'in adım seslerini dinlemekle meşguldük. "Ulan deliriyorum sanırım, garipten sesler duyuyorum." Arif'in sesinin yanında başka bir homurdanma daha duydum. James de burada olmalıydı.

Biz geriye düştüğümüz için tepenin aşağısında kalmıştık ve onlar hemen üstümüzdeydi. Ağaçlar ve yerlere düşen yapraklar bizi az da olsa gizliyordu.

"Yürü James kardeş, gidelim aşağıya bakalım." Bir an gülmemek için yanağımı sertçe ısırdım. James muhtemelen hiçbir şey anlamıyordu çünkü Arif sürekli Türkçe konuşuyordu. Adım sesleri git gide uzaklaşırken Fırat'ın göğsünden kafamı kaldırdım. "Gittiler." Dedim.

"Hm? Ne?" Gözleri dalmış, başka bir şey düşünüyor gibi bana bakıyordu.

"Dedim ki gittiler." Ne kolları beni bıraktı ve ne de gözleri benden ayrıldı. "Gittiler mi?" Fısıltısı soğuk havaya karışırken bedenimi titretti. "Hiç fark etmedim, bence gitmemişlerdir. Bakayım," Deyip kafasını kaldırdı ama buradan kimseyi zaten göremezdi. "Aa gitmemişler, bak az ileride duruyorlar. Kalkarsan kesin görürler benden demesi."

Yüzümü buruşturup göğsüne sertçe vurdum. "Fırsatçı, düzenbaz, adi adam seni! Gözüme gözükme!" Sonra Fırat'ı şaşırtan pat sesi ağaçların arasında yankılandı. Yüzüme zafer kazandığımı belli ettiğim bir gülümseme yerleştirdim.

"İşte seni şimdi vurdum Fırat, üzgünüm sen kaybetmeye hep mahkumsun. Ben ise her daim kazanırım."

Ayağa kalktığımda tam göğsünün orada boya lekesini gördüm. Silahımı omzuma atıp arkamı ona dönmeden önce son kez yüzündeki şaşkınlık ve...

Hayranlık duygusuna baktım.

Sırtımı yatak başlığına yaslayıp gece lambasının tavamda yarattığı gölgeleri izledim. Ben küçükken bu tavanda gece olunca parlayan yıldızlar asılıydı. Sonrasında çok sıkılmış ve onları babama çıkarttırmıştım.

Oysa ki ben yıldızları çok severdim.

Çıkarttığımız için sonradan çok pişman olsam da bir daha asla takmadım. Çok istedim ama yapamadım. Bir şeyden seve seve vazgeçmek bazen çok acı verici olabiliyordu. Ben Fırat'tan severek vazgeçmiştim. O beni sevmişti ama benden geçmişti de...

Ellerimin arasında duran mor günlüğe bakıp titrek bir nefes eşliğinde yine rastgele bir sayfayı açtım. Açılan sayfada yazılı tarihi gördüğümde çeneme doğru bir yaş aktı.

15/12/2014

Sevgili günlük,

Bugün Fırat'ın doğum günü! Ona abimle harika bir sürpriz hazırladık ve ben çok heyecanlıyım. Bu hediyeyi seveceğini düşünüyorum ama...

Ya sevmezse?

Abim bana seveceğini söyledi ve ben abime koşulsuz güveniyorum. On altı yaşında olmam bir şeyi değiştirmez, o benim abim. Bu arada Fırat'a bir araba yarışı izleyebileceği biletlerden aldık.

O bunu çok seviyor, bayılıyor hatta. En büyük hayali bir gün araçlarla yarışabilmek. Bunu bana sır olarak söylemişti ama ben buraya yazmak istiyorum günlük. Fırat çok çalışıyor ve bazı sınavlara, testlere ailesinden gizli giriyor. Sanırım ileride bir yarışçı olabilir.

Ve sanırım abime daha söylemedi. Her neyse yine yazmaya geleceğim, hoşçakal!

Parmak uçlarım sayfanın üzerinde titriyordu. Çeneme yaşlar akarken hıçkırmaya başladım. Fırat'ın en büyük hayali buydu. O normal bir insan gibi hiçbir zaman hayal kurmamıştı zaten. Ne bir doktor, ne avukat ne de bir mühendis olmak istiyordu.

O bir profesyonel yarışçı olmak istiyordu ve bunu bana her zaman söylüyordu. Kalbimin içimde yeniden binlerce parçaya bölündüğünü hissettim.

Hayallerim vardı Sara.

O çocuk o hayallere kandı da seni bırakıp gitti.

Fırat beni hayalleri uğruna bırakmıştı. O zamanlar bencildim ve bir hiç uğruna deli gibi benimle kalmasını istiyordum. Bir yanım hala bencil ve keşke yine de yanımda kalsaydı diyorum.

Ama o benimle kalmadı.

Benim hayalim olan adam, kendi hayalleri uğruna beni bırakıp gitmişti.

Loading...
0%