Yeni Üyelik
10.
Bölüm

7- Mevsimlerden Cesaret

@ay_yonar

Amerika'dan farklı bir yerde, kendi ülkemin topraklarında bir sabaha uyanmak artık monoton bir hale gelmişti. Uyanalı yarım saatten fazla olsa da kendimde yataktan çıkma gücü bulamadığım için dakikalardır çarşafların arasında kayboluyordum. Takip ettiğim kanallardan bir kaç video izlemiş, sosyal medya hesabımın düzenlemesini yapmış ve sponsorluklarımı yeniden elden geçirmiştim.

En son olarak beş dakika önce bir fotoğraf atmıştım ve saniyeler içinde gelen yorumları okuyordum. O sırada bildirim paneline WhatsApp üzerinden bir mesaj düştü. Mesaja girip baktığımda kendimi bir grupta buldum.

Atlas, sizi "Work Work Work!" Adlı gruba ekledi.

Yüzümde tatsız bir gülümseme oluşurken ilk mesaj tabiki de grubu kuran Atlas'tan geldi.

Atlas: Bıktım sizin bu şirketten!

Atlas: Ne toplantısı bitiyor ne dedikodusu! Şirketten çıkacağım diye üç tane dedikodu yapan grup tarafından yolum kesildi, gasp edildim.

Ben grupta kimilerinin olduğuna bakarken Belen yazmıştı. Grupta herkes vardı.

Belen: O dedikoduları da sen başlatmıyorsan benim de adım Belen değil.

Belen: Ayrıca sizin şirket derken? Sen bizim aileden değilsin sanırım?

Atlas uzun uzun bir şeyler yazdı ama sonrasında attığı kısacık mesaja kahkaha attım.

Atlas: Hebele Hübele

Atlas: Sen yokken bu ailede ben vardım Belen Hanım. Senden bir dakika önce doğduğum için bu piyasa benden sorulur.

Atlas: Meriç abi neden görüldü atıyorsun abi? Abi? Abi? Abimmm.

Meriç: Senin boş boğazlığına yetişemiyorum, o yüzden yazmıyorum. Çok mu gerekliydi bu grup? Telefon bildirimden geçilmeyecek şimdi.

Meriç: Ayrıca bir tane kırmızı bildirim görürsem yakarım motorunu Atlas! Beni gıcık ediyor o görüntü ve ben takıntılı bir insanım.

Meriç'in bu kadar ufak bir şeyden bile rahatsız olduğunu görünce tüm keyfim kaçtı ve yüzümde var olan gülümseme hızla kayboldu.

Ben: Size de günaydın?

Ortamı biraz dağıtmak için mesaj yazmaya karar verdim.

Atlas: Günaydın ailenin GURURU!

Belen: Sende ODUNU!

Atlas: Herkes bana oynuyor bu evde... Ah, anamla babam da memlekette koruyacak insan da yok beni...

"Atlas" kişisi gruptan ayrıldı.

Belen: Uğraşamıyorum ben artık ikizimle, yeter hayat!

Meriç: Eğer onu gruba alırsan doğum günündeki motoru unut Belen.

Belen: Kimi abi? Kimden bahsediyoruz?

Meriç: Aferin

Gözlerimi devirdikten sonra son mesajları ekran görüntüsü alıp Atlas'a attım. Anında mesajı görürken bir sürü küfür yazmaya başladı. Ardından bana teşekkür edip ikizini aileden reddetme süreçlerini araştıracağını söyledi. Ortalığı karıştırmaya kuzenler arasında bayılıyordum. Belen sonrasında başımın etini yiyecek olsa da buna değerdi.

Telefonun ekranını kilitleyip yatağın kenarına koydum ve sonunda kalkıp banyoya doğru ilerledim. Kişisel bakımımı yaptıktan sonra güzel ve olabildiğince uzun sıcacık bir duş aldım. Tüm sinirlerim ve kaslarım anında gevşemiş, yumuşacık olmuştum. Banyoyu buhar altında bırakıp odaya girdiğimde telefonumun sağır edici sesi odada yankılanıyordu. Bu bildirim sesiydi ama o kadar sıklıkla bildirim geliyordu ki sanki telefonum çalıyor gibi duruyordu.

Üzerimde duran bornozla telefonumu elime alıp bildirimlere baktığımda midem taklalar attı. Sıcak suyun etkisiyle yumuşayan kaslarım şimdi yeniden gerilmişti. Bildirim beni paylaştığım fotoğrafın yorumlar kısmına yönlendirdiğinde başımın döndüğünü hissettim.

Fırat kendi hesabından fotoğrafı beğenmişti.

Üstelik yorum bile yapmıştı.

Çok takipçili ve onaylı hesap olduğu için ben sabitlemesem bile yorum en üstte görünüyordu. Herkesin gördüğü yorumda sadece iki nokta ve parantezli bir gülücük vardı.

"Mal!" Diye bağırdım bir anda. "Gerizekalı seni! Aptal ne yapıyorsun sen?" Fırat'ın yorumuna insanlarda kendi yorumlarını eklemeye başlamıştı ve git gide gerilen her bir zerremden midem bulanmaya başlamıştı. Sosyal medyadaki magazin sayfalarına girdiğimde haber olduğumu gördüm. Ünlü iş adamının küçük mesajı! Diğer bütün magazin hesaplarına da tek tek baktım.

Küçük gülücüğün sırrı ne?

Birbirlerini tanıyorlar mı? Yoksa daha fazlası mı var?

Gözlerimi sıkıca yumup telefonu elimden bıraktım ve üzerimi hızla değiştirdim. Siyah bir tulum altına da yine aynı renk kırmızı taban topuklu ayakkabılarımı geçirip saçlarımı da tepeden at kuyruğu yaptım. Bir an önce şirkete gitmem gerekiyordu. Abim görmüş müydü? Hafif bir makyajın ardından malikaneden ayrılıp spor arabama bindim ve yola çıktım. Önce Buket'i aradım ve tek seferde açtı.

"Seni gebertmek üzereyim!" Çığlığı tüm arabada yankılanırken yüzümü buruşturdum. "Ne oluyor Sara? Magazin siteleri yıkılıyor siz ne yapıyorsunuz?"

"Buket," Dedim ve biraz daha gaza yüklendim. "Şirkete geliyorum. Her şeyi anlatacağım."

Ellerim montumun ceplerinde. yüzümün yarısı boynuma sarılı atkının içine hapsolmuştu. İstanbul'da saatler öncesinde kar yağışı başlamış, resmen fırtınaya dönüşmüştü. Gözlerim sokağın her iki ucuna da bakıp duruyordu.

Onu bekliyordum.

İçimdeki heyecan gitgide büyüyordu ve ben asla durduramıyordum. Elimi göğsüme yaslayıp hızla atan kalbime rağmen düzenli bir şekilde nefes almaya çalıştım. Bu akşam söyleyecektim. Kaçmak, saklanmak veya lafı dolandırmak yoktu. Direkt ona söyleyecektim. Bedenim soğuktan mı yoksa heyecandan mı titriyor emin olamadım ama sol tarafıma baktığımda karşıdan gelen siyah bir silüet gördüm.

Git gide bana yaklaşan gölge oydu. Atkının altında sakladığım gülümsemem yavaşça büyüdü. O da ellerini cebinden çıkarıp nefesini avcuna bıraktı ve birbirine sürttü. "Sara," Dedi tam dibimde biterken. "Güzelim gerçekten bu soğukta mı beni çağırdın? Hadi ben neyse de sen hasta olursan abin öldürür beni biliyorsun değil mi? Elli saat başımın etini yer neden kardeşime iyi bakmadın diye." Kendi dediğine sırıtıp kollarını bana doladı.

Boyum ondan kısa olduğu için kafamı kaldırıp bakmak zorunda kaldım. "Söyle bakalım neymiş bu hayati derecede önemli mesele?" Elime göğsüne vurup, "Ya Fırat!" Dedim. "Önemli bir şey olmadığını söylesem gelmemek için kırk takla atacaktın." Başını sallayıp, "Doğru." Dedi. Kolları o kadar sıcaktı ki bir an oradan hiç çıkmamayı diledim. "Ama yine de hemen söyle de evimize gidelim. Hasta olmanı hiç istemem sonra yüzü gözü kızarık, sümüklü bir şey oluyorsun."

Başımı geriye atıp kahkaha attım. "Kendinden bahsediyor olabilir misin acaba? Senin bünyen hep hassas olmuştur. En ufak şeye hastalanırsın sen Fırat Bey." Yüzünü buruşturup beni taklit etti. "Fırat, tamam söylüyorum." Burnuma bir öpücük kondurup, "Seni dinliyorum." Dedi. Her sözüne her hareketine içim eriyordu. "Ben," Diye mırıldandım. Akşamın karanlığında nasıl olur da gözleri parlardı? Sokak lambasının turuncu ışığı ikimize vuruyor, diğer her şeyi karanlığa gömüyordu.

Dolandırma Sara, söyle sara, hadisene...

"Ben... Ben senden hoşlanıyorum. Yani seni seviyorum. Bir arkadaş olarak değil hem de bir aşık olarak seviyorum." Nefesimi tutup bakışlarımı gözlerine diktim. Gözleri yavaşça kısıldı ve sanki o da nefesini tutmuştu. "Sara?" Dedi sorarcasına ve sonrasında kolları benden ayrıldı.

Hayır! Hayır! Hayır!

Çekme kollarını benden...

"Bak biliyorum ani oldu ve şaşırmakta haklısın ama-"

"Sara," Dedi yeniden. "Efendim?" Acıyla inleyerek çıkan sesim sokakta kaybolup gitti. "Sen... Sen ciddisin?" Cevap vermedim ama gözlerime uzun uzun bakması yeterliydi. Öyle de yaptı ve cevabını aldı. Ciddiydim. "Sara ben... Bilmiyorum. Ben de sana başka bir şey diyecektim ama bu... Sara ben gidiyorum." Bedenim yumruklanmış gibi yerimde sendeledim. "Ne?" Dedim. "Nereye Fırat?" Bakışlarını uzağa taşıdı ama dayanamayıp yine bana baktı.

"Testlerden ve sınavlardan geçtim. Gidiyorum Sara, bir tek sana söylediğim hayalimi gerçekleştirmeye." Doğru ya... Fırat ben onu bildim bileli profesyonel bir araba yarışçısı olmak için hazırlanıyordu. Onun en büyük hayali buydu ve şimdi bunu başarması için önünde tek bir adım vardı.

Benim itirafım.

"Ben, tebrik ederim." Diye mırıldandım. "Sara bak, gidiyorum ve senden uzak bir ilişki veya beni beklemeni isteyemem. Bu bencillik olur ve bunu yapamam. Beni anlıyorsun değil mi?" Başımı salladım ama çeneme doğru akan yaşa engel olamadım. "Tabi, tabi anlıyorum. Saçmaydı zaten." Kısık bir kahkaha attım. Önce onu sonra kendimi gösterip, "Sen ve ben? Saçmaydı zaten, biz çocukluk arkadaşıyız. Saçmalık!" Elleri kolumu yakaladığında hıçkırdım. "Sara bana bak, hadi yüzüme bak." Ona baktım ama görünüşüm bulanıktı. "Öyle demek istemedim. Aptallık ya da saçmalık değil ama,"

"Olmaz değil mi?" Dedim. Yerinde irkilirken geriye bir kaç adım attı. Başımı salladım ve ellerini kolumdan ittirdim. "Haklısın neden olsun ki? Sen yirmi iki yaşındasın ve hayallerin var, ben ise on sekiz yaşında daha çocuğum. Haklısın, ailemiz ve abim var." Kollarımı bedenime sardım. "Umarım hayallerin gerçekleşir." Biraz daha atkıma gömülüp içime içime ağladım. İçim üşüyordu ama o bunu görmüyordu. Beni saran kolları da yoktu üstelik.

"Sara," Dedi. "Ben özür dilerim. Böyle olsun istemedim." Yanıma gelip yüzümü avuçları arasına aldı. "Döndüğümde seni burada bulur muyum? Başkasına aşık olup gitme sakın." Yaptığı şaka yüreğimi daha çok acıttı. "Abine bu akşam gideceğimi söyleyeceğim. Şimdi onun yanına gidiyorum sen de eve git." Ellerini yüzümden çekip alnımdan öptü ve bana gülümseyip arkasını döndü.

Geldiği yönde geri giderken, "Fırat!" Diye seslendim. Adımları durup bana döndü. "Peki sen beni seviyor musun?" Arkadaş olarak değil Fırat. Beni, seni sevdiğim gibi seviyor musun? Gözlerim ve ima ettiğim şey bas bas bunu bağırıyordu. Ama o bundan kaçarak bir başka cevap verdi.

"Sara, ben seni kendimden bile çok seviyorum." Dedi. "Ben seni ölene kadar da seveceğim. Bana kızsan da, küssen de, nefret etsen de ben seni hep seveceğim." Gözlerimden yaşlar daha hızlı bir şekilde akmaya başladı. O ise arkasını dönüp gitti.

Geceyi ve sabahı ayırt edemediğimiz o günlerde eğlenen, birbirimiz olmadan bir adım atmaya cesaret edemeyen Sara ve Fırat değildik artık. Biz, birbirimizin hayatına çelme takan, birbirimize günah olmaya başlayan iki yabancıdan başka bir şey değildik.

O arkasını dönüp gittiğinde beni silmişti.

Ben ise onun var olduğu tüm ihtimalleri ve tüm dünyayı.

Anlattığım her şeyi bölmeden dinleyen Buket karşımda şok içinde bana bakıyordu. Ona abimle onu çocukluktan beri tanıdığımızı da dahil her şeyi anlatmıştım. "Vay anasını!" Derken elimle uzanıp açık kalan çenesini örttüm. "Bana bir dakika ver, sindirmem lazım." Ona istediği zamanı verirken şirketin terasında biraz daha nefes almaya çalıştım. Açık havada olmamız benim nefes aldığımı göstermezdi. Hele Buket'e anlatmak için yedi yılı hatırlamak beni içten içe yeniden tüketmişti.

Bunu Buket'e çaktırmadan yok etmeye çalıştım. "Her şeyi şimdi anladım. Onun sana bakışları olsun, senin verdiğin tepkiler olsun. Sara... gerçekten çok üzgünüm." Elimi tutup avuçları arasına aldı ve dostane tavırla sıktı. "Ne diyeceğimi bile tam olarak bilemiyorum. Hele senin yaşadığın şeyleri anlamak... Nefesim kesildi resmen seni dinlerken." Bakışları o anlayışlı halinden yavaşça öfkeli bir kadına dönüştü. "Şu an ise gidip kafasına bir vazo geçirmek istiyorum. Fırat Kaan Dinçer'e olan hayranlığım an itibariyle bitmiştir." Başını iki yana salladı.

"Volkan'ı arayıp arkadaşlığını kesmesini söyleyeceğim." Buket telefonuna uzanırken onu yakalayıp durdurdum. "Saçmalama Buket. Banane ikisinin arkadaşlığından? O kadar da değil, kim ne yapıyorsa yapsın." Beni dinleyip telefonunu kucağına koydu. "Tamam ama yine de hala kafasına vazo geçirmek istiyorum." Kahkaha attım. "Eğer için soğuyacaksa onu gördüğüm ilk akşam arabasının ön camına topuklu ayakkabılarımı geçirdiğimi söyleyebilirim." Buket eliyle ağzını örtüp gülmeye başladı.

"Şaka yapıyorsun?" Dediğinde başımı sallayıp reddettim. "Yüzde yüz yaşanmış olay. Görgü tanığı da James." Buket inleyip, "Hayır olamaz! O anı benim görmem lazımdı, İngiliz sürümlü Barış Arduç değil!" Boğulmayla karışık öksürük gibi çıkan gülme sesim Buket'i daha da güldürdü. Gözlerindeki hayali yaşları silerken, "Yeter, işimin başına dönüyorum ben." Ayağa kalkıp yanımdan giderken ona el salladım.

"Ya Sara," Dedim kendi kendime. "Görüyor musun bak herkes aynı şeyi düşünüyor. Sen en iyisini yapıyorsun kızım! Bu yoldan devam et sen. Onun da şeytan görsün yüzünü." Oturduğum sandalyenin arkasından önce birinin uzun gölgesini hissettim ve sonra o gölge kulağımın dibinde konuşup, "Sara." Dedi. Korkudan yerimden sıçrarken ufak bir çığlık attım.

Hızla arkamı döndüğümde Fırat'ı gülümserken buldum. "Ne yapıyorsun be sen? Ödüm koptu burada." Elimi kalbime yasladım ve soluklanmak için hareket etmeyi kestim. "Amacım korkutmak değildi, kusura bakma." Nedense pek inandırıcı gelmiyordu çünkü sırıtması her geçen saniye daha da büyüyordu.

Çocuk gibiydi.

"Gülme!" Dedim sıkılı dişlerimin arasından. Dilini damağına vurup ellerimi sandalyemin arkasına yasladı ve yüzüme doğru eğildi. Kafamı geriye çekip ona baktım. "Demek şeytan görsün yüzümü ha?" Bakışları tüm yüzümü ele geçirmiş her bir noktamda oyalanarak bunun keyfini çıkarıyordu. "Demek duydun, doğru duymuşsun o zaman. Aynen öyle dedim." Ben konuşurken dudaklarımı izliyordu. "Üzgünüm Sara ama şeytan olamayacak kadar güzelsin ve şansa bak ki yüzüme bakan her seferinde sen oluyorsun."

Ayağa kalkıp aramızdaki mesafeyi baya bir açtım. "He Fırat, he. Sen kendi hayal dünyanda yaşamaya devam et. Zaten oradan hiç çıkmadın." Bir kaç saniye sonra yaptığım hatayı fark ederek gözlerimi yumup içimden küfür ettim. Gözlerimi geri açtığımda Fırat gözlerindeki anlamadığım bir bakışla bana bakıyordu. "He Fırat, he mi?" Bu soruyu kendisine sormuş gibi bir hale bürünmüştü. Kendime yine küfrettim. "O şeyden oldu, alışkanlık. Her neyse konu bu değil." Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Neden fotoğrafımı beğendin? Ve neden yorum yaptın? Herkes bunu konuşuyor farkında mısın sen?"

Üzerindeki takım elbise lacivert renkteydi ve ellerini pantolonun cebine sokarken geniş omuzları sanki on kat daha büyüdü. "Elbette farkındayım Sara. Seni zor duruma sokacak bir şey yapmam. Ayrıca bugün ortaklığı basına duyuruyoruz bende önden ipucu vermek istedim." Omuzlarını silkip bana göz kırptı. "Ayrıca," Derken yine sırıtmaya başlamıştı. "Fotoğrafını beğendiğimi söylemek istiyorum. Sanırım ekran görüntüsü alıp duvar kağıdım yapacağım." Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. "Sapık seni!" Dediğimde gür ve kalın kahkahası terasta yankılandı.

"Cidden sapıklık bu. Manyak, psikopat herif seni!"

"Sen ne dersen de o fotoğraf benimle kalıyor."

"Fırat!" Deyip sinirle ona doğru atıldım. "Aptal mısın sen? Sil şu fotoğrafı. Hayret bir şey ya!" Başını iki yana salladı. Ban doğru bir kaç adım atıp, "Yok, silemem. Yokmuş benim telefonumun silme tuşu." Ellerimi havada sallayıp, "Ne halin varsa gör." Dedim. "Seninle uğraşmak bir zaman kaybı ve benim zamanım çok kıymetli. Gidiyorum ben." Deyip arkamı döndüm ve şirketin içine girdim.

Şirketin o soğuk havası yüzüme çarparken ne ara bana yetişti bilmiyorum ama hemen yanı başımda durdu. "Eğer benimle uğraşırken zamanın gidiyor diye endişe ediyorsan etme Sara. Sırf bana bak diye senin için zaman bile yaratırım." Ters ters ona baktığımda gülüp yanımdan uzaklaştı. Ben sırtına bakarken yanından geçtiği insanlar direkt onun yüzüne bakıyordu.

"Pislik herif!" Diye mırıldandım. "Nefret ediyorum senden."

FIRAT KAAN DİNÇER

Kadınların baskıcı psikolojileri biraz korkutucu olabiliyordu ve bunu deneyimleyeli sadece beş dakika olmuştu. Sara'nın asistanı Buket her an nefesimi kesecekmiş gibi bana bakarken ben elimde tuttuğum dosyaları inceledim. Gözlerim dosyada yazan cümlelerde gezinirken, "Planlama bitmiş bulunuyor. Basını toplayabilirsiniz duyurma vakti geldi." Karşı taraftan herhangi bir onay sesi gelmeyince kafamı kaldırıp Buket'e baktım. "Bir sorun mu var Buket Hanım?"

Elindeki tableti kapatıp göğsüne yasladı ve diğer elinde tuttuğu kalemle beni gösterdi. "Anlamıyorum nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz? Karışmak belki haddime değil ama Sara benim en yakın arkadaşım. Hatta ondan da öte birisi benim için ve bana her şeyi anlattı. Merak ediyorum Fırat Bey nasıl yapabildiniz?"

Şimdi o bakışların nedenini anlıyordum.

Sandalyemde geriye yaslanıp dosyayı masama bıraktım. Son aşamaları normalde Meriç veya Sara ile konuşmam lazımdı ama ikisi de gelmeyi tercih etmemişlerdi. Kapıyı çalan Buket olduğunda bir şeyler olacağını önceden sezmiştim ama bunu tahmin etmiyordum. "Anlaşılan Sara sana anlatmış." Dediğimde başını sallayıp onayladı. "Düşüncelerin için teşekkür ederim Buket ama ikimizin arasında ki mesele seni ilgilendirmez. Sana bir açıklama yapma zorunluluğum yok."

Buket'in karşımda yüzü buruştu ve başını umutsuzlukla iki yana salladı. "Sizi ilk gördüğümde harika bir insan olduğunuzu düşünmüştüm ama görüyorum ki her meyve sepetinin içinden çürük de çıkarmış." Cümlelerini iyi ve dikkatli seçip onları güzelce kullanabiliyordu. Ne yazık ki bana işleyen bir durum yoktu.

Meriç ve Sara hariç kimse canımı yakamazdı. Bunlar da onların artık en doğal hakkı falan gibi bir şeydi.

"Haklısın Buket, gerçekten. Çürük meyveler ayıklanmalı doğru ama ben çürük meyve değilim. Hakkımda istediğini düşünebilirsin ama benimle bu şekilde konuşmana bir daha izin vermem. Ben sınırımı biliyorsam bence sende bilmelisin." Çenemi havaya dikip Buket ile göz göze geldim. Sıktığı dişlerinin arasından tıslarcasına, "Sara'nın sizden nefret etmesinin nedenini çok iyi anlıyorum Fırat Bey. Keşke kafanızda vazo kırsam."

Kaşlarım yaşadığım şaşkınlık duygusuyla havaya kalktı.

"Teşekkür ederim ama ben almayayım." Tekrardan önümdeki dosyalara gömüldüğümde Buket de topuklu ayakkabılarının sesi eşliğinde odamdan çıktı. Kapının sert sesi sesli bir nefesi odaya bırakmama neden oldu. Sara'nın Buket'e anlatması aslında beklediğim bir durumda ama Buket'in az önceki tepkileri kendimi yeniden suçluluk dolu bir havuzda bulmama ve boğulup gitmeme neden oldu.

Gerçekten acınası bir durumda olan acınası bir heriftim.

Elimde tuttuğum dosyadaki cümlelere bakıyordum ama tek bir kelime bile dakikalardır beynime girmiyordu. Sanki tüm algılarım kapanmış ve boş boş etrafa bakan birisiydim. Kendime çektirdiğim bu acıya son veren şey Arif'in odaya girmesi oldu. Bana başıyla selam verirken kapıyı ardından kapatmıştı.

"Merhaba komutanım." Dedi. Parmaklarımı şakaklarıma yaslayıp masaya doğru eğildim. "Arif biz ne konuştuk?"

"Pardon komutanım, alışkanlık." Bugün verdiğim ikinci sesli nefesti ve sonunda nefesim kalmayacaktı. "Toplantı beş dakikaya başlayacak ve misafirleriniz geldi. Onu haber vermeye gelmiştim." Başımı sallayıp ayağa kalktım ve masanın üzerinde duran bir kaç dosya ile telefonumu elime aldım. Sara ile terasta yaptığımız fotoğraf tartışması aklıma geldiğinde yüzümde hafif bir gülümseme oluştu. Fotoğraf elbette bende duruyordu ama duvar kağıdı falan yapmayacaktım.

Yine de bana kızması ve istemeden de olsa eski alışkanlıklarının hiç değişmemesi içimde duran umudu daha da körüklüyordu. Bunun bilinciyle birlikte, "Sağol Arif, hadi gidelim." Dedim ve odadan çıkıp toplantı salonuna yöneldim. Meriç ve Sara'nın toplantıya gelmesi gerekiyordu ve umarım gelirlerdi. Gerçekten önemli olması yanıma gelmemelerini anlayışla karşılardım.

Kimi kandırıyordum ki?

İkisinin de benden uzak durması kalbimi öyle bir acıtıyordu ki bir çocuk gibi bağırarak ağlamak istiyordum. Ben, Fırat Kaan Dinçer ağlamak istiyordu.

"Fırat Bey, Arsen şirketinin yöneticisini bir kaç gün önce değiştirmişlerdi haberiniz var değil mi?" Arif'in sesi tüm düşüncelerimi dağıtırken bana komutanım demediği için onu tebrik etmeyi kafamın bir köşesine not ettim. "Evet biliyorum. Çağatay Arsen geçti yönetici olarak değil mi?" Arif hemen yanı başımda yürüyordu. Başını sallayıp, "Evet doğru. Bizimle toplantı yapmayı seçen ve bunu erkene alan oymuş."

Arsen şirketi benim ve Meriç'in şuan ki rakibi olan şirketti. Zirvedeki şirket oydu ve bizim ortaklık amacımız tam olarak bunu kapsıyordu. Eski yöneticiyi yakından tanısam da Çağatay Arsen benim için bile çok yeni birisiydi. Toplantıdan sonra geniş çaplı bir araştırma yapmam gerekiyordu. Toplantı salonun önüne geldiğimizde kapıyı ittirip içeriye girdim ve Sara ile Meriç'in geldiğini fark ettim. Rahatlama duygusu omuzlarımı gevşetmeye yetmişti.

Odaya girdiğimde herkes ayağa kalktı ve selamlaşmak için beni beklediler. Bana doğru gelen ilk kişi Çağatay olduğunu tahmin ettiğim adamdı. "Fırat Bey, sonunda yüz yüze tanıştık." Uzattığı eli tutup sıktım ve, "Bende memnun oldum. Hoş geldiniz." Masada Çağatay'ın ekibinden de insanlar vardı. Sonrasında Meriç'e döndüm ve elimi uzattım. Bir kaç saniye kadar beni bekletse de elimi tutup sıktı. "Hoş geldiniz." Dediğimde bana sadece başını sallamıştı.

Sonrasında Sara'nın elini tuttum ve ona sadece sırıttım. Bana gözlerini devirip elimi sertçe bırakmıştı.

"Geldiğiniz için teşekkürler arkadaşlar." Kalan ekibe de böylelikle selam vermiş oldum. Masanın başına ben karşıma da Çağatay oturmuştu. "Açıkçası şirketin başına yeni geçtim ama tek yenilik yapan ben değilmişim. Ortaklığınız hayırlı olsun Fırat ve Meriç Bey." Bakışlarım Meriç'e kaydı ama o da bana bakıyordu. "Biz daha basına haber vermemiştik, siz nasıl öğrendiniz?" Diye sordum. Çağatay ceketinin yakasını düzeltip, "Etrafta dedikodu yapan çok insan var Fırat Bey ve yerin kulağı vardır." Hiç de samimi olmayan bir gülüşle güldüm.

Demek ki o kulakları kesmem gerekecekti.

"Her neyse yeniden tebrikler." Gözleri bu sefer Sara'nın üzerine çekildi. Kaşlarım yavaş yavaş çatılırken Sara anlamadığım bir tepkiyle Çağatay'ı izliyordu. "Yerinizde olmayı çok isterdim Fırat Bey. Sara ile çalışmak eminim zevkli bir şey olacaktır. Eski nişanlım son derece eğlenceli bir insandı."

Toplantı salonundaki sıcaklık bir anda eksilere düşerken benim bedenimin alevler içinde kaldığını hissettim. Sara olduğu yerde gerilirken Meriç sandalyesinde geriye yaslanmış başını iki yana sallıyordu.

"Anlamadım?" Diye mırıldandım.

Çağatay çenesini dikip büyük bir gururla, "Sara benim eski nişanlımdı Fırat Bey." Dedi. "Haberinizin olmaması ne büyük bir kayıp." Çağatay ve benim bakışlarımın arasında bir şeyler kırıldı. Kanımda ise benden habersiz zehir dolaşmaya başladı.

Kıskançlık?

Öfke.

Loading...
0%