Yeni Üyelik
11.
Bölüm

8- Acı Kasırga

@ay_yonar

Toplantı salonuna adım attığım an karşımda Çağatay’ı bulmuştum. O da beni gördüğü anda yüzünde oluşan şaşkınlık bana son derece saçma gelmişti. Onu da neredeyse iki senedir görmüyordum ki bunu isteyen bendim.

Bana kazık attıktan sonra bir daha karşıma çıkmamasını istemiştim. Öyle de yapmıştı.

Şimdi ise asla tahmin edemeyeceğim kişiyle yani Fırat’la karşı karşıya gelmişlerdi ve ikisinin arasında bana göre anlamsız ama ikisine göre oldukça tehlikeli bir gerilim olmuştu. Çağatay’ın tüm amacının eğlence olduğunu biliyordum ama Fırat ne yapmaya çalışıyordu bunu daha çözemedim.

Bakışlarım ikisi arasında mekik dokurken Çağatay’ın az önce dedikleri beynimin içinde dönmeye başladı.

Eski nişanlım Sara.

Bunu söylemesi başlı başına bir problem iken yüzünde anlamsız bir gurur ve çok bir marifetmiş gibi söylemesi kanıma dokundu. “Yalnız Çağatay,” dediğimde herkesin bakışı bana döndü. Sandalyemde rahatça geriye yaslanıp bacağımı diğerinin üzerine attım. Elimle masanın etrafında oturan insanları gösterip, “Beni bu masada oturan hiç kimse senin eski nişanlın olarak tanımıyor. Benim bir adım var hem de tüm dünyaya duyurduğum bir ad. Ben kendimi herkese Sara Ataman olarak tanıttıysam sen ne hakla böyle konuşarak beni küçük düşürürsün?”

Odada sessizlik oluşurken Çağatay’ın yüzündeki ifade saniye saniye değişti. Bana kazık attığı günden beri onu da sevmiyordum ama Fırat’la yan yana koysam Çağatay bir hiçti. Bana yaptığını çoktan unutmuştum ama Fırat’ın emdiği süt daha burnundan gelmemişti.

“Sadece soy adımı söylesem bile beni tanıyan insan sayısı bine katlanır, sen kim olduğunu sanıyorsun? Laflarına dikkat et ve bir daha bu çok bir marifetmiş gibi insanlara anlatma. Ne de olsa ilişkimizi bitiren şeyin senin bana attığın kazık olduğunu bilmiyorlar.” Gözlerimi kocaman açıp elimle ağzımı örttüm. “Ahh bak sen şu işe! Artık öğrendiler.” Çağatay’a göz kırpıp önüme döndüm. “Ee? Toplantıya başlamak için neyi bekliyoruz? Sedef Hanım istatistikleri her iki şirket içinde karşılaştırma biçiminde gösterir misiniz?”

Şirketin analiz müdürüne verdiğim talimatla toplantıyı başlatıp konuya bir sünger çektim. Asla böyle bir saçmalığa tahammül edemezdim. Çağatay madem yeniden karşıma çıkmıştı bunları tahmin etmesi gerekirdi. Ayrıca bozulan ve gitgide somurtan yüz ifadesinden benimle konuşmak isteyeceğini biliyordum.

Kucağımda duran telefon titrerken Sedef Hanım’ın sesi arka planda kaldı. Abimden gelen mesajı açtım.

Meriç: Ortalığı kızıştırma, insanlara malzeme veriyorsun.

Masanın karşısında oturan Meriç’le göz göze geldim.

Ben: İnsanları çok da umursamıyorum abi.

Ben: Ayrıca bana öğrettiğin gibi cevap verilmesi gereken insanlara cevabını veriyorum.

Abim mesajı görmüş ama cevap yazmamıştı. Kafamı kaldırıp ona baktığımda bana göz kırptı. Benimle her şekilde gurur duyduğunu biliyordum ve bu insanların saçma sapan düşüncelerinden daha değerliydi.

O, benim için her zaman daha değerliydi.

Yüzümde küçük bir gülümseme ile hala planları anlatan Sedef Hanım’a bakmak için dönsem de Fırat’la göz göze geldim. Bakışları dudaklarımda var olan küçük gülümsemeye takılı kalırken şu an neler düşündüğünü merak ettim. Yüzündeki ifade ve bakışları olsun şu an toplantı salonunda değil gibi duruyordu. Kafası bambaşka yerdeydi ve bunu görebilmeyi çok isterdim.

Bakışlarımı ondan çekerken bu sefer sağ kulağının hemen altında duran ize gözlerim takıldı. O izin hala onda var olduğunu bilmiyordum ve bir an nefesimi tuttum. Tırnak uçlarım anın verdiği hisle karıncalandı.

Anı çok ucu açık olsa da yine de hatırlıyordum.

“Ebe!” Abim bana dokunup arkasını dönerek koşmaya başladı. Yine ebe olmanın verdiği öfkeyle onun arkasından koşmaya başladım. “Abi!” diye bağırıyordum ama o benden kaçmaya devam ediyordu. “Hızlı koşuyorsun! Beni bekle!” Beni beklemedi ve koşmaya devam etti. O, az ileride Yasemin teyze ile oturan anneme doğru koşmaya devam ederken ben o kadar yorulmuştum ki sonunda durup çimenlere çöktüm ve oturup ağlamaya başladım.

Beş yaşındaydım.

Birinin gölgesini hemen yanı başıma hissettiğimde ellerimle gözlerimi silip kafamı kaldırdım ve Fırat’ın bana merakla bakan gözlerine baktım. Annem az ileride duruyor, arkasına saklanan abimle bana bakıyordu. Fırat yanıma diz çöktüğünde annem önemli bir şey olmadığını anlamış olacak ki yanıma gelmeden bizi izlemeye devam etti. “Sara neden ağlıyorsun?” Dokuz yaşındaki Fırat en azından daha tatlı ve sempatikti.

İşaret parmağımla annemin yanında duran Meriç’i gösterdim. “Abim beni ebe yapıp koşmaya başladı ama onu yakalayamıyorum.” Yüzüm gözüm ağlamaktan kızarmıştı. Fırat önce abime sonra yeniden bana baktı. “Sen beni ebe yap Sara, ben onu yakalarım.” Ayağa kalkıp yumruklarını beline yasladı ve bacaklarını biraz açıp, “Hiç merak etme sen, o iş bende.” Bir yumruğunu öne uzatıp abime doğru koşmaya başladı.

“Meriç!” diye bağırarak abime koşuyordu. “Ebe benim, yakalayacağım seni!” Abim çığlık atarak annemin arkasından ayrılıp bahçemizde koşmaya başladı. Abimle Fırat etrafımda bir oraya bir buraya koşarken, “Kızım.” Diyen babamın hafif sesini duydum. İşten yeni gelmiş olmalıydı ki üzerinde lacivert bir takım elbise vardı. Babamı görünce yeniden ağlamaya başladım ve kollarımı ona uzattım. Yere doğru eğilip beni hemen kucağına aldı ve gözlerimi sildi. “Ağlama bir tanem. Abin seni hiçbir zaman üzmez, biliyorsun. O tahmin edememiştir senin hızlı koşamayacağını.”

Kafamı aşağı yukarı sallayıp kafamı babamın omzuna yasladım. Beni hafifçe kucağında sallarken bahçede bir çığlık koptu. Babamla aynı anda çığlığın geldiği yöne baktığımızda Fırat’ın yüzüstü yerde yattığını gördüm. Babam yanımda, “Fırat!” deyip hızlı hızlı yürümeye başlarken yandan annemin ve Yasemin teyzenin de geldiğini gördüm. Yasemin teyze ağlayan Fırat’a doğru eğilmiş korkuyla yüzüne bakıyordu. “Oğlum, bir yerine bir şey mi oldu?” Meriç de endişeyle Fırat’ın yanına çökmüş ona bakıyordu.

Yasemin teyze Fırat’ın kulağının alt tarafının kanadığını görünce korkuyla oğlunu kucağına alıp ayağa kalktı. Apar topar hastaneye gittiğimizde doktorlar kesici bir şeyin üzerine düşmüş olabileceğini söylemişlerdi. O zamanlarda babam evimizin havuzunu yeniliyordu ve etraf inşaat alanına dönmüştü. Fırat’ın kulağını arkasına birkaç dikiş atılmıştı.

Şimdi ise görüyordum ki o iz hala bir emanet gibi onun bedenine kazılı duruyordu. Fazlasıyla büyük olmasa da yine de belirgin bir izdi. Büyüyünce geçer demişlerdi ama geçmemişti. Gerçekten de büyüyünce hiçbir şey geçmiyordu ve izi hala kazılı bir şekilde duruyordu ve bu hem beden hem de ruh için geçerliydi.


Yarasına baktığımı anlayınca merakla bana baktı ama başımı çevirip önüme döndüm. Daha fazla bir şey sansın istemiyordum çünkü ona umut vermemem gerekiyordu. Her şeyin düzeleceğine ya da eskisi gibi olacağımıza fazlasıyla inanıyordu. Eski Sara'dan izler taşıyan ben, görüyordum ki Fırat da eski kendisini hala yaşatıyordu.


Fırat'ın deli dolu kişiliği, düşünceleri ve umudu hala kendisini koruyordu. Yüzümde oluşturduğum gülümseme hayal kırıklığı eşliğinde tamamen yok oldu. Kendimi ve onu özlüyordum ama özlediğim eski bizdi. Nefretimin ve öfkemin yanında bu özlem o kadar küçük kalıyordu ki korkmuyor değildim.


Yere düşünce küçük Sara'nın dizlerine yara bandı yapıştıran Fırat'ı özlüyordum, doğum gününde en sevdiği araba koleksiyonunu ona hediye alan Sara'yı özlüyordum. Burnumun direği o özlem duygusuyla titreyip gözlerimin bulanıklaştığını anladığımda boğazımı hafifçe temizleyip birkaç kere yutkundum ve bu hissi üzerimden atmaya çalıştım. Sanırım benim eskiyi özlemek gibi bir lüksüm yoktu. Ne de olsa asla eski biz olamayacak, biz denilen üç harf, tek heceli o şeye geri dönemeyecektik.


Bu farkındalık kalbimi göğüs kafesimin içinde anlamsız bir acı kasırgasına teslim etti.


Yine de her şeye rağmen tüm bu düşünceleri kafamdan silip toplantıya odaklandım ve bitene kadar da böyle devam ettim. Benim hayatım buydu. Toplantılar, davetler, insanlar hiç eksik olmazdı ama yine de Amerika'da ki ortamımı da özlüyordum. Acaba birkaç günlüğüne gitse miydim?


Bunu sonradan düşünmek için beynimde bir kenara ittim ve olduğum ana geri döndüm. Toplantı bitmiş, salonun çıkışında abimi bekliyordum. Kolumdaki saate baktığımda öğleni çoktan geride bıraktığımızı fark ettim ki burada gerçekten zaman kavramım kalmamıştı. Kapı açılma sesine dönüp abimi görmek istesem de bana gelen Çağatay'a karşı yüzümü buruşturmamak için çok çaba sarf ettim.


Yanıma geldiğinde bana gülümsedi. "Koskoca iki senenin sonunda yeniden karşımdasın Mia Ataman. Seni görmek ne güzel." Başımı omzuma doğru yatırıp onu baştan aşağı süzdüm. "Görüyorum ki koskoca iki sene senden bir şey götürmemiş Çağatay. Hala eski geri kafalılığın duruyor." Karşımda gözlerini devirip eliyle saçlarını geriye taradı. "Senin de keskin dilinde hiç kayıp yok maşallah. Bana laf sokarken çok da güzel işlevini görüyor." Omuzlarımı hafifçe silktim.


"İşine gelirse canım. Benim böyle biri olduğumu biliyorsun." Başını biliyorum der gibi salladı. "Bak ne diyeceğim. Senle kötü ayrıldık ve aptallık ettim biliyorum. Akşama veya ne zaman müsait olursan o zaman bir yemek yiyelim. En azından kendimi sana açıklamak istiyorum." Ellerini ceplerine sokup benden cevap beklercesine yüzüme bakmaya başladı. Dudaklarımı oynattığım anda salonun kapısı yeniden açıldı ve dışarıya abimle Fırat çıktı.


İkisi de bizi gördüğünde konuşmaları bölündü ve bize bakmaya başladılar. Fırat'la göz göze geldik. Yeniden Çağatay'a dönüp, "Aslında bu akşam işim yok, müsaidim." Çağatay bakışlarını kısıp önce bana sonra dönüp Fırat'a baktı. Ardından dilini damağına vurup bana doğru bir adım attı ve sol tarafıma doğru eğildi. Dışarıdan oldukça yakın görünüyor olmalıydık ama Çağatay açıyı çok iyi ayarlayıp bana uzak duruyordu.


"Çok tehlikelisin Mia." Diye fısıldadı. "Ve ben hala bu yönünü seviyorum." Geriye ekilip bana göz kırptı. Abimle Fırat duymasın diye onlara sırtımı döndüm. "Anca seversin zaten Çağatay," Dedim sertçe. "Elde edemezsin. Bunun hayalini bile kuramazsın sen."


Benim sert ifademe rağmen attığı kahkaha koridorda yankılandı ve ben dönüp abime baktım. Sonra da bakışlarım Fırat’a kaydı. Çenesi öfkeden olsa gerek oldukça gerilmişti ve bu ifadesini eski de olsa biliyordum. O kadar sinirliydi ki yanında yumruk yaptığı elini açıp kapatıyordu. Sinirlenince hep bunu yapardı.


Onu öfkelendirmek içime belli belirsiz bir haz doldurdu. Yüzümde oluşan silik tebessüm ile hepsine arkamı dönüp oradan uzaklaştım. Ben koridorda ilerlerken karşıdan Arif geliyordu. Beni gördüğünde önümde durup başıyla selam verdi.


"Sara Hanım, merhaba." Dediğinde, "Merhaba Arif." Dedim. "Dışarıda basın sizi bekliyor. Haber vermeye geldim." Arif, Fırat'ın yanında olmasına rağmen onu birazcık sevmiş olabilirdim. İyi bir adama benziyordu. "Teşekkür ederim Arif." Diyerek yanından geçtim ve şirketten çıkmaya hazırlandım. Şirketin önünde oluşan kalabalık basın beni şok etmeye yetmişti. Herkes büyük bir heyecanla bizi bekliyor olmalıydı. Ben holde beklerken James karşıdan gelip yanıma doğru yürüdü. "Hoş geldin, neredeydin?" Diye sordum.


Başını iki yana sallayıp, "Hiç sorma Sara. Tüm gün Buket ile uğraştım.

Düğünü için tüm seçenekleri bana sorup duruyor. Ayrıca araba olayını o değil de ben gördüğüm için saçlarımı yolmakla tehdit etti." Küçük bir kıkırtı dudaklarımdan firar ederken James'in hemen ensesinde biten uzun saçlarına baktım.


Ona gerçekten yakışıyordu ve bildim bileli uzun saçları vardı. "Dikkat etmeni öneririm. Genel de dediğini yapan bir insandır." Başını salladı. "Ne yazık ki biliyorum." Derken homurdanmaya benzer sesler çıkarmıştı.


"Sara," Abimin sesine döndüğümde yanında Fırat'la bana doğru geldiklerini fark ettim. Fırat'ın yüzünde ki ifade hala kaya gibi sertti ve bu beni daha da keyiflediriyordu. "Efendim abicim?" Dedim tatlı bir sesle. Abim elini sırtıma yaslayıp, "Hadi dışarı çıkalım. Duyurmamız gereken bir ortaklık var." Ortaklık derken göz ucuyla Fırat'a bakmıştı ama bunu görmeyen Fırat pür dikkat beni izliyordu.


Onunla göz göze gelmekten kaçınıp abimle yan yana yürümeye başladık.

Şirketin kapılarından çıkar çıkmaz kamera flaşları patlamaya ve gazetecilerin sorular bir bir üzerimize yağmaya başladı. "Arkadaşlar," Diyen abim herkesi az da olsa susturmuştu. Dimdik duran bedeni ve bir iş adamına göre sert bir çelikten olan yüzü herkesin ona bakmasına neden oluyordu.


Ben abimin hemen yanındayken Fırat da benim yanıma gelmişti. İkisinin ortasında durmak tuhaf hissettiriyordu. Abim yeniden konuşmaya başlarken Fırat'ın kolu omzuma değdi. Ondan yarım adım uzaklaşsam da yeniden bana yaklaşıp dibime girdi. Kimsenin göremeyeceğinden emin olduğum an kolunu çimdikledim ama herhangi bir tepki bile göstermedi. Daha da hareket edemezdim çünkü abime de zaten iyice yaklaşmıştım. Bedeninin var ettiği sıcaklık tüm sinir hücrelerimi acıyla uyarıyordu.


"Bugün sorularınızı yanıtlamayacağız çünkü daha önemli bir konumuz var. Bugün Ataman Ailesi olarak Dinçer şirketiyle bir ortaklık başlatmaya karar verdik. Tüm basına duyurumuzdur, teşekkür ederiz."


Ve koskoca bir oyun şimdi başlıyordu.



"Nazın, sitemin belli değil! Ben senin neyinim anlayamadım!" Atlas kollarını iki yanda sallayıp arabesk bir moda bürünmüş oturma odasında geziniyordu. "Sevda ateşin aynı değil, ilk defa üşüyorum kollarında!" Sonlara doğru sesini yükseltti ve bir anda sustu. Sonradan omuzlarını öne doğru sallayıp, "Kim bu gözlerindeki yabancı! Yaralar beni yüreğimden! Hani ben olacaktım yalancı, başının tacı!"


Şakaklarıma masaj yaparak Atlas'ı ve telefonundan açığı İbrahim Tatlıses'in sesini dinledim. Ellerini havada sallayıp omuzlarını hareket ettirmeye devam ediyordu. Salona giren Belen'e yalvaran gözlerle baktığımda Belen olduğu yerde durdu. "Ne yapıyor bu?" Diye bana sordu. Omuzlarımı silkip koltukta duran yastığı yüzüme bastırdım ama ses bir gram bile azalmadı. "Belen! Gel lan yanıma, gel gel eşlik et bana."


Yastığı yüzümden çekip ayağa kalktım ve dayanamayıp telefonunu kapattım. Atlas oynattığı omuzlarını çökertti ve oflayarak, "Niye kapattın şimdi abla?" Diye sordu. "Yeter Atlas, içim dışım İbrahim Tatlıses oldu. Başım ağrıyor artık." Atlas yanıma gelip telefonunu benden aldı ve cebine koydu. "iki eğlendirmiyorsunuz ya." Diye mırıldandı.


Belen yanımıza gelip koltuğa oturdu ve bacak bacak üstüne attı. "Senin eğlence anlayışın İbrahim Tatlıses mi Atlas?" Atlas da koltuğa oturup kollarını iki yana açarak geriye yaslandı. Herkes otururken bende oturdum ve yastığı kucağıma koydum.


"Ne alaka? Dilime dolandı şarkı bugün."

"Aynen, kesin öyledir." Diyen Belen'e kötü kötü bakan Atlas'ın bacağını ayağımla dürttüm. Ayaklarımda sarı ve çiçekli bir çorap vardı. "Okul nasıl gidiyor?" Diye sordum. Atlas başını da geriye yatırmış ve gözlerini yummuştu. "Güzel ya fena değil. Üniversite işte ne bekliyorsun ki? Her gün aynı tas aynı hamam." Başımı koltuğa yaslayıp Atlas'ın yan profilini inceledim. Kıvırcık sayılmasa da yine de dalgalı bir saç tipi vardı. Gözleri aynı saçları gibi tatlı bir kahveydi ve yüzünde çok dikkatli bakınca fark edilen çiller vardı.


Belen'le ikiz olmalarına rağmen aslında farklı çok yönleri vardı. Belen düz saçlıydı ve çilleri yoktu ama yine de kardeşine benzer yüz tipi ve gözleri vardı. İkisine de sahip olduğum için kendimi çok şanslı hissediyordum. Bir süre sonra kapı çaldığında Nuray Teyze mutfaktan çıktı ve, "Ben bakarım çocuklar!" Diye seslendi.


Birkaç dakika sonra arkamda boylu boyunca bir gölge uzandı. Arkamı döndüğümde abimin geldiğini gördüm. Üzerinde takım elbisesi vardı ve siyah kaban kolunda asil duruyordu. Oturduğumuz koltuğun yanına gelip arkadan uzandı ve saçlarıma öpücük kondurdu. İçim sıcacık olurken ona gülümsedim. Belen’in saçlarını karıştırırken Atlas'a bakmıştı.


"Nasılsınız? Hepiniz toplanmışsınız böyle." Atlas baş parmağını havaya kaldırıp, "Perfect bebeğim! Sen nasılsın?" Abimin arkamda havaya bıraktığı nefesi duydum. "Sağ ol Atlas, seni gördüm daha iyi oldum." Atlas'ın yüzüne büyük bir sırıtma yayıldı.


"Herkes hayran bana." Deyip Belen'le bana baktı. "Görüyorsunuz değil mi? Görün görün." Belen'le birbirimize bakıp karşılıklı güldük. "Sara ofise gelir misin?" Abime başımı sallayıp ayağa kalktım ve koltuğun etrafından dönerken, "Ofis, ofis değil bildiğin FBI bürosu! Tüm gizli işler o odada." Abimin peşinden giderken arkamı dönüp Atlas'a orta parmak çektim. "FBI'dan tanıdıklarım var Atlas, dikkat et de Amerika seni ters kelepçe yapmasın!" Atlas'ın gözleri irileşirken cevap olarak işaret parmağını kaldırmış ve kafasını onaylar biçimde sallamıştı.


Yeniden önüme döndüğümde ofise girdim ve kapıyı arkamdan kapattım. Abim kabanını masasının önünde duran sandalyelerin birine bırakıp bana döndü. "Yasemin Teyze ve Ayhan Amca bizi onlara yemeğe davet ediyorlar." Yanağımın içini ısırıp ileri geri sallanmaya başladım. Bunun olacağını bekliyordum neden şimdi şaşırmış hissediyordum?

"Benim sorunum Fırat'la abi, annesi ve babası bu dünyada değer verdiğim insanlardan. Üzerimizde o kadar emekleri ve o kadar yaşanmışlıklar varken onları yok sayamam. Evet biliyorum her şey tuhaf olacak belki ama gitmesek bu bizim ayıbımız olur." Abimin gözlerinden bana katıldığını açık açık görebiliyordum ve bunu dile getirmesine gerek yoktu.


"Benim için bir önemi yok Sara. Evet Fırat da doğal olarak orada olacak ama benim meselem bambaşka. Umrumda değil kısacası." Başını salladı ve gömleğinin kol düğmelerini çözdü. Ardından bu ona yetmiyormuş gibi kravatını da çıkarıp kabanının üzerine koydu. "Sakin olur musun lütfen."

Diye fısıldarken elinin ayağına dolandığını görememişti ama ben fark etmiştim.


Kafasının içinde dönüp duran düşünceler hastalığı ile çakışıp onu çaresiz bir duruma sokuyordu. "Sakinim ben." Dedi ama boynunu esnetişi bile gerginliğini gözler önüne seriyordu.


"Abi," Deyip ona yaklaştım ve ellerimi göğsüne yasladım. "Sakinleş, nefes al." Elimin altında atan kalbi hızlanmıştı. Gözlerini kapatıp nefes almaya basladı. Meriç’in yanında olamasam bile bir gün geri döneceğimi biliyordum ve sürekli araştırma yaparak bu nefes egzersizlerini, ona neyin iyi geleceğini veya bu hastalığı taşıyanların neler yapabileceği gibi bir sürü makale okumuştum.


"Nefes alıp vermeye devam et, güzel. Şimdi kafandaki her şeyi sustur." Kaşlarını çattığında nefesleri artık daha da düzenliydi. "Oraya gideceğiz ve hiçbir sorun çıkmayacak. Fırat yok, kimse yok. Sadece sen varsın, iyi olacaksın." Sesim titreyince susmak zorunda kaldım. Ona yardımcı olsam bile bu şekilde görünce kendimi çok çaresiz hissediyordum.


Tüm gücüyle ayakta durabilen Sara Ataman zaafı olan abisinin bu haline paramparça oluyordu.


"İyisin," Dedim ve ellerimi göğsünden çekip kendi gözlerimi sildim. Kirpiklerimin ıslandığını o vakte kadar fark etmemiştim. Birkaç saniye kadar daha gözlerini sıkı sıkıya yumdu. Ona bu zamanı tanırken neler düşündüğünü merak ettim. Sonrasında gözlerini açtı ve başını yukarı aşağı salladı. "İyiyim." Dedi.


"İyisin." Dediğimde beni kollarına çekti. "Teşekkür ederim." Diye fısıldayışı gözlerimi yeniden doldurdu. "Özür dilerim abi. Ben çok özür dilerim. Ben senin gibi değilim, senin kadar güçlü değilim Meriç. Senden bunu alamadığım için çok üzgünüm." Yanaklarım yeniden ıslanırken abimin göğsündeydim ve onun saçlarımı okşamasına izin verdim.


Bana hiçbir şey demedi. Üzgün olmamam için tesellide bulunmadı veya suçu bana yıkmadı. Sadece sustu ve saçlarımı okşadı. Bunun için bile minnettardım. "Nuray abla dedi ki birlikte hep kahve içermişsiniz. Sohbet muhabbet edermişsiniz ama konu bana gelince hep susarmışsın. Sustuğun için de özür dilerim Meriç. Ben hiç susma isterdim."


Parmak uçlarımla gözlerimi sildim ama yerine yenileri gelmeleri çok kısa sürdü. "Ben yokken ne yaptın Meriç? Ben senin günlüğündüm abi, ben yanında değilken sen nerelere yazdın içindekileri?"


"Sara," İsmim ve verdiği nefes birbirine karışmış, bir fısıltı gibi çıkmıştı. Daha çok şey söylesin ya da en azından cümlesine devam etsin istedim ama etmedi. Sadece ismimi söyledi ve susmaya devam etti. Özür dilerim abi, kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim. "Ben," Dedim ve kollarından uzaklaştım. "Ben odama çıkıyorum, yorgunum."


Hızla arkamı dönüp ofisten çıktım ve koşar adım üst kata, odama gittim. Kaçıyordum çünkü suçlusu bendim. O her daim yanımda olmuş, beni sarıp sarmalamışken ben ona sadece hastalık bulaştırmıştım.


Anne ben neden böyleyim? Baba?


Yorganımın altına girdim ve üzerimi komple örtüp saklandım. Sanki burada saklanırsam kimseye bir zararım dokunmazdı. Ellerimle yüzümü örtüp iyice karanlığa gömüldüm ve hıçkırıklarımla baş başa kaldım.


Babacım? Babacım ben abimi üzüyorum.

Anne... Anne oğlun çok hasta ve benim yüzümden.


Nefes alamıyordum. Nefes alamıyordum.


Kendimle mücadele verirken gözlerim yanıyordu. Bir süre sonra yatağın bir kısmının çöktüğünü hissettim. "Sara," Dedi abim. "Yorganın altına saklanma. Çık oradan hadi." Oysa ki yorganımın altı beni tüm dünyadan uzak tutacakmış gibi hissettiriyordu. Abimi dinleyip yorganın sadece kafamı örttüğü kısmı açtım ve çenemin altında topladım.


Ona bakmak için gözlerimi sildim ve temiz havayı içime, iyice derinlere doğru çektim. "Neden kendini suçlu duruma düşürüyorsun sen?" Diye sordu. Omuzlarımı silkerken yeniden gözlerim doldu ve dudaklarımı büzdüm. Hafifçe dudakları yukarı tırmandı.


Sara bak, abini yine de her şeye rağmen gülümsettin sen.


"Gözümde hala yedi sekiz yaşlarında bir çocuksun Sara. Hiç büyümedin kardeşim ve hiç de büyümeyeceksin. Bu hastalık ya da her şey benim hayatımda olan şeyler ve bununla bırak ben başa çıkayım. Sen kendini benden daha çok hırpalıyorsun ve ben bunu istemiyorum."


"Çünkü seni her şeyden çok seviyorum!" Diye yakındım. "Tabi ki de senden çok hırpalayacağım kendimi."


"Buraya gel," Deyip kollarını açtı ve yorganın altında girip kolları arasına bir kez daha girdim. Yeniden saçlarımı okşadı ve onun omuzlarına tutunurken en güçlü şeye tutunduğumu biliyordum. "Seni seviyorum Sara, her şeyden çok abicim. Kendimden bile çok seviyorken seni, böyle görünce tuhaf oluyorum. Lütfen bunu bir daha yapma çünkü ben iyiyim. Gerçekten iyiyim ve bununla yaşamayı ögrendim."


"Burada yatar mısın? Küçüklüğümüzde olduğu gibi. Hani birimiz üzgünken hep diğerinin yanında yatardı yaşımız kaç olursa olsun. Yine yapalım mı öyle? Uyumak zorunda değilsin sadece... Kalsan olur mu abi?" Saçlarımdan öptü ve başını salladı.


"Peki olur, nasıl hayır diyebilirim ki?" Elimin tersiyle gözlerimi silip yorganın altına girmeden önce ayağa kalkıp aynanın önüne gittim ve günlüklerimin olduğu çekmeceyi açtım. Orayı karıştırırken tüm sayfaları boş olan bir defter buldum ve bir tane de kalem alıp yeniden yatağa döndüm. Defteri açıp bacaklarıma yaslarken abim sırtını yastıklara yaslamış deftere ne yapacağıma bakıyordu.


En sonunda titrek bir nefes alp kalemi oynattım.


1 Eylül 2022

Sevgili günlük,

Annem ve babam yanımda değil ama abim hala burada, hemen yan başımda. Sevdiklerimin de... Bazıları yok, bazıları hiç olmayacak belki ya da bazılarını çok seveceğim bunu şu an bilmiyorum.

Hayatım karmaşık ve çıkmaz değil sadece yeni başlıyor ve ne yapacağımı bilmiyorum. Ama bir yolunu bulacağımı biliyorum.


Ben iyiyim, gerçekten öyleyim.

Başka bir tarihte daha güzel şeyler yazmak umuduyla... Yıldızlar hala gökyüzünde.


Defteri kapatıp kalemimle birlikte komodinin üzerine koydum. "Daha iyi hissediyor musun?" Diye soran abime döndüm. Ona gülümseyip başımı salladım.


"Güzel, şimdi uyku vakti. Güzel rüyalar gör kardeşim." Ben başımı yastığa koyup yorganı üzerime çekerken eli saçlarıma karıştı. En azından ben uykuya dalan kadar bir eli hep saçlarımdaydı ve gözleri tavandaydı.


Tavanıma yıldızlar yeniden asmayı düşündüm ama bunu daha hak etmiyordum.


Loading...
0%