@aycakayca1
|
Yepyeni bir bölümle geldim. Umarım seversiniz.
Başlamadan önce buraya bir emoji alabilir miyim lütfen?
Hazırsak başlayalım o zaman.
ALAZ'DAN
4 Nisan 2020 Cumartesi|Mardin
Telefon çalıyor ancak ben gözlerimi bile açamıyordum. O kadar erken bir saat de değildi. Gece saat dörtte uyumamın bir etkisi olmalıydı. Günlerdir şirkette olan mühim bir mesele geceleri bile bana uyku uyutmuyordu.
Telefon susmadan çalmaya devam ederken şu anda rahatsızlık veren sesine küfrettim. Gece çok geç uyumuştum ve saat daha sabahın altısıydı. Beklemeden telefonu açtım. Arayan hem en yakın arkadaşım hem kardeşim hem de şirkette benden sonraki en yetkili kişiydi. Önemli bir şey olmuş olabilirdi.
"Efendim Fıraz."
Birkaç saniye sessiz kalınca önemli bir konu olduğunu anladım. Fıraz konuşmadan önce birkaç saniye bekliyorsa ya sinirleneceğim bir şey olmuştur ya da gerçekten çok kötü bir şey olmuştur.
Derin bir soluk aldım. Bakalım sıradaki şey neydi?
"Alaz, tahmin ettiğimiz gibi köstebek şirkete girmiş. Rakamlarla oynanıyor. Güvenliği sırf bu adam için esnettik, elimizden geleni yapıyoruz ama bu güvenli olmayabilir."
Tam da tahmin ettiğim gibi şirkete girmek isteyen bir köstebek vardı. Tahmin etmesi zor değildi çünkü günlerdir güvenlik sisteminde bir açık aranıyordu. Kim bilebilirdi ki o köstebek benim iznimle içeriye girmişti?
Güvenliği bilerek esnetip şirkete sızmak isteyen o kişinin işini kolaylaştırmıştık. Çünkü sahibini yakalamak için köstebeği elimizde olmalıydı.
Çünkü Alaz Ağa haftalardır aradığı adamı bulamıyordu. Bu bana hakaretti ama eminim onu saklayan kişi burnunu dışarı çıkarmasına izin vermiyordu. Yoksa benim o adamı bulmam yarım saatimi almazdı. Onun karşısında güç ve üstünlük benimdi.
Bu gücümün birazı soyadımdan geliyordu. Ulusoy aşiretinin ağası, yirmi yedi yaşında neredeyse bütün Mardin'e hükmeden Alaz Ağa.
Gücümün geri kalanı ise tamamen kendi emeklerim sonucunda ortaya çıkmıştı. Bir ilin ağalığını yapmak kolay değildi.
"Tamam Fıraz, sen o şerefsiz her kimse odana al, ben geliyorum. Ama sakın bildiğimizi anlamasın."
"Abi sen gelme, zaten gece geç çıkmışsın şirketten. Ben bakarım icabına."
Aslında Fıraz güzel konuştururdu ama beni o adama yaklaştıracak bir ipucunu bile kaçırmamam gerekiyordu.
"Hayır Fıraz bekle beni, ben konuşacağım onunla."
Fıraz tamam deyip telefonu kapatınca hazırlanmaya başladım. Saat daha erken olduğu için sadece yardımcılar ve korumalar uyanıktı. Hiç vakit kaybetmeden şoförüm Yusuf'un benim için açtığı kapıdan arabaya binip evden çıktım.
Yol hergün gittiğim yoldu ama ben biraz fazla sabırsızdım. Bu yüzden dakikalar geçmek bilmiyordu. Aylardır aradığım şerefsizin adamı elimdeydi ve ona biraz daha yaklaşmıştım. Bunun hırsı ile bir an önce şirkete gitmek istiyordum.
Ben daha o adama neler yapacağımı düşünürken sarsılan araç ile birinin arkadan aracımıza çarptığını anladım.
Tam da zamanıydı!
Neyse ki bugünki araç o kadar da sevdiğim bir araba değildi.
Arkadaki aracın şoförü inip Yusuf ile bir şeyler konuşmaya başladı fakat benim bu kadar bekleyecek zamanım yoktu. İşim uzun, sinirliyim ve sinirlenince agresifleşiyordum. Zamanım yok. Şirketimde şerefsizin teki köstebeklik yapıyor, ben ise burada durmuş üç beş kuruşun hesabının yapılmasını bekliyordum.
Arabadan inip çarpan aracın şoförüyle konuştum.
"Kardeşim acelem var, paraya ihtiyacım yok, yetişmem gereken toplantım var." Toplantı. Yoktu.
Kabul, biraz kaba konuşmuştum ama özür dileyecek değildim. Saniyeler geçtikçe geriliyordum. Şerefsiz Emrah Şener'in yerini bulmam an meselesiyken uğraştığım şeyler sinirimi daha çok bozuyordu.
Arkadaki aracın açılan kapısı dikkatimi çekti. Tahminimce yirmi yaşında ya var ya yok bir kız indi arabadan. Kumral saçları, yeşil gözleri vardı ama bunların yanında benim dikkatimi çeken diğer nokta üç adamın içine nasıl rahatlıkla girdiği ve üstelik bir ağanın karşısında nasıl durabildiğiydi.
Aslında bence bir kadın istediği yerde dururdu da hâlâ bazı yaşlılarımız bunu anlamak istemiyordu. Hâlâ anlamadığım nokta ise acımasızlığı ile bilinen Alaz Ağa'nın karşısına nasıl çıktığıydı. Kesinlikle kibirden söylemiyorudum. Sadece bütün Mardin beni böyle anarken ve benden korkarken bir kızın benim karşımda cesurca durması beni saşırtıyordu.
"Ağam kusura bakmayın bir kazadır oldu, suçlu biziz, dikkatsizliğimize denk geldi ama siz de biraz kibar mı olsanız?"
Sinirle ona döndüm. Ne yani bu kız bana kaba mı demeye çalışıyordu? Bu cesaret nereden geliyordu? Beni tanıyor muydu bu kız?
Plakaları bile ona sert davranmam için yeterli bir sebepken benden kibarlık bekliyordu. Düşmanından kibarlık bekleyecek kadar kin gütmeyi bilmiyor olamazdı.
Birine benziyordu. Kumral saçları ve asi duruşu birine benziyordu. Yeşil gözlerini saymazsak tıpkı ona benziyordu.
Arjen Agir'e benziyordu. Onun kopyası karşımda gibiydi.
Şoförü kendi bedeni ile kızın bedeninin yarısını örterken kız tek bir dokunuşu ile buna ihtiyacı olmadığını belli ederek adamın kenara geçmesini sağladı. Böyle şoförü olduğu için şanslıydı, her an başına gelecek bir şeyde onu koruyabilirdi ama bu kız da korunmaya muhtaç bir kız gibi durmuyordu.
Cesaretine hayran kalmıştım, bir çok insanın yapamadığını yapıp bir ağanın karşısında konuşmuştu. Üstelik bunu kendine adam diyen ve herhangi bir aşiretin başına ağa olmuş soysuzlar bile yapamıyordu. Cesaretliydi, cesurdu.
"Dua et kadınsın ve dua edin acelem var. Yusuf şirketi ara ben otele geçeceğim, diğer araba on dakika içerisinde otelde olsun."
Yusuf'un ne dediğini dinlemeden korumalardan birinin aracına binip oradan ayrıldım.
Aslında kadın olması benim için bir sorun değildi. Sadece konuşmamdan korkacak mı yoksa cesaretini koruyacak mı denemek istedim ama beni şaşırttı çünkü sinirli sesimden hiç etkilenmemişti. Peki ben neden onu denemeye çalışmıştım?
Sanırım artık deliriyordum.
Fazla göze batmayalım diye şehir içinde yanımda çok fazla korumayla gezmiyordum fakat böyle zamanlar için lazım oluyordu. Yolum yakınken oteldeki işlerimi de halledip oradan şirkete geçmeyi düşünüyordum.
***
Şirkete girince selam verip kafalarını öne eğen herkesi sadece kafamı sallayarak cevapladım ve hızlı adımlarla odama çıktım.
Odama girer girmez görüş alanıma ilk Fıraz girdi. Daha sonra ise köstebek olacak o şerefsiz. Adam neden burada olduğunu bilmeden korku ile etrafına bakarken tam konuya girecektim ki kapı tıklatıldı ve ben gel demeden açıldı. Bunu bu şirkette yapan iki kişi vardı. Biri buradayken diğerini tahmin etmek pek zor değildi.
Ayda Çelik.
Sarışın, uzun boylu, güzel sayılabilecek bir kızdı. Aslında diğer kızlardan pek bir farkı olmasa da şimdiye kadar bir ilişki yaşarsam onunla yaşamak isteyeceğim bir kadındı. Hem gösterdiği ilgi ve değer hem de sevgisinden ötürü.
Hakkında bu kadar bilgi sahibi olmamın nedeni ise bana karşı ilgisi olduğunu bilmemdi. Şirketteki diğer kadınların yüzlerine bile bakmıyordum fakat Ayda hem benimle çalıştığı için hem de bana ilgisi olduğunu bildiğim için dikkatimi çeken bir kadındı.
Hatta daha fazlası, konuşurken bazen çok yakın davranıyordu ve ben buna engel olmuyordum. Çünkü artık bir ailem olsun istiyordum.
"Alaz Bey, sizinle bir dosya hakkında konuşmamız gerek. İhale için hazırlanan dosyalarda bir sorun var."
Bazen sadece ismimle hitap ederken bazen Alaz Bey diyordu.
Ayda dosyalarda bir problem olduğunu söyleyince önümdeki adamın rengi git gide morarmaya başladı. İyi, daha çok moraracaktı.
"Ayda, biz seninle bu konuyu daha sonra baş başa konuşalım."
Baş başa konuşacağımızı duyunca gözlerinde bariz bir şaşkınlık oluştu. Daha sonra saklamaya çalışmadığı gülümsemesi ile kafasını sallayıp odadan çıktı.
Fıraz neler oluyor der gibi kafasını sallayınca daha sonra konuşuruz gibi bir hareket yaptım. Şaşırmıştı çünkü Aydaya ilgili ve güleç davranıyordum. Ayrıca Fıraz, Ayda'dan hoşlanmıyordu ve şu an ona böyle davranmamı sevimsiz karşılıyordu.
Asıl meseleye dönmek için odadaki adama baktım. Zayıf değildi ama kırılacak gibi bir hali vardı.
"Şener holding, öyle mi Erdem?"
Direkt konuya girmem Fıraz'ın hoşuna giderken Erdem'in yüzündeki şaşkınlık ve korku artmıştı.
"A-nlamadım efendim."
Sinirlenmiştim. Salak herif kendini çok zeki sanıyordu. "Anlatırız koçum merak etme. Fıraz, arkadaşı bu gece depoda misafir edelim."
Kimseye taviz verecek kadar boş vaktim yoktu.
"Tamam ederiz, misafirperverliğimiz dillere destandır zaten."
Erdem'in gözündeki korkuyu okuyabiliyordum. Onun gibi adamlar bizim gibi adamlar için hayatını tehlikeye atabilecek kadar salaktı.
Kısa süre sonra yalvarmaya başladı ama ben, Fıraz onu odadan çıkarana kadar yerimden kımıldamadım.
O odadan çıktıktan sonra dosyalar ile ilgili konuşmak için Ayda'yı çağırdım. Köstebeğin oynadığı rakamlarla ilgili konuşacaktı muhakkak.
Yüzündeki gülümseme ile kapıyı hiç çalmadan içeri girip direkt karşımda oturdu. Elindeki dosyayı masaya bırakırken bile yaptığı hareketler bir şeyleri belli ediyordu. Sanırım benim de artık bir şeyleri belli etmem gerekiyordu.
Ayda ile yarım saat kadar dosya üzerine konuştuktan sonra akşama kadar işlerimi halledip bir sorundan daha kurtulmak için depoya doğru yol aldım. Birinin bu Şener holdingin sahibi Emrah Şener'e haddini bildirmesi gerekiyordu artık.
Depoya geldiğimde Emre sandalyede bağlı ve baygın bir şekilde oturuyordu. Hiçbir yerinde darbe izi olmaması çok iyiydi. Zaten olsaydı Fıraz sela'sını okutmalıydı. En sevmediğim şeydi yaralı birini dövmek.
Depodaki adamlara uyandırın anlamında kafa işareti yaptığımda biri elindeki sıcak su ile dolu olan kovayı Emre'nin başından aşağı doğru döktü. Koca adamın bağırışları depoda yankılanırken bundan zevk almanın psikopatça olduğunu biliyordum.
Şerefsiz uyandığında ilk önce nerede olduğunu anlamadı, biraz kıpırdandıktan sonra bağlı olduğunu anlayınca kaşlarını çattı. Gözlerini açıp etrafa bakınca beni görüp tekrar korkmaya başladı.
"Evet Emre efendi, anlat bakalım."
Henüz gözünü tam açmamış, başını dik tutacak kadar uyanmamıştı.
"Neyi? Ben bir şey bilmiyorum."
Yeni uyandığı için olsa gerek sersem sersem konuşuyordu. Tabii ki hemen anlatacak değildi ama o uzattıkça benim avucum daha çok kaşınıyordu.
"Fıraz baksana sanki bu bir şey bilmiyor, onu serbest bırakalım."
"Abi bence bu çok şey biliyor ve eminim sen onu serbest bırakırsan yarım saate kalmaz ölüsü bulunur."
Tabii ki çok şey biliyordu. Ben de Şener holdingin bu işte bir parmağı olduğunu biliyordum ama bunu o itiraf etsin istiyorum.
"Tabii ki çok şey biliyor ve ben onu serbest bırakırsam yaşıyor vaziyette serbest bırakmam. Yani Fıraz yanlış biliyorsun, ben onu serbest bıraktıktan yarım saat sonra değil yarım saat önce ölmüş olacak. Ama kendine bir iyilik yapıp kimin adamı olduğunu söylerse işler değişir."
Adam korkmuş gibiydi ki biz de zaten onu korkutmak için yapıyorduk. Ben her gün adam öldüren biri değildim ki zaten ben hiç kimseyi şimdiye kadar öldürmemiştim.
Yani, kendi ellerimle öldürmemiştim.
Ama benim ellerimde ölen bir adam olmuştu.
Hiçbir hastalığı yokken üstelik.
"Tamam tamam, anlatacağım. Lütfen, yeter ki bana bir şey yapmayın."
Köstebek yola gelmişti. Bu kadardı işte. Bulduktan sonra konuşturmak en basit olanıydı.
"Güzel. Konuş ulan ne bekliyorsun!"
Fıraz bağırınca adam daha çok korkuyordu çünkü Fıraz her şeye sinirlenebilen bir adamdı. Sonlara doğru sesi sinirli çıksa da "Güzel..." derkenki ses tonu gayet neşeli çıkmıştı.
"Şener, Emrah Şener."
Bilmediğim bir şey değildi. Bu gereksiz herif nereden gelip bana bulaştı lan?
"Nedenini bilmiyorum. İlk başta sadece şirketle ilgili bilgi elde etmek için beni sizin şirketinize yerleştirmek istedi ama son bir aydır benden, şirkete girer girmez üzerinde çalıştığınız dosyadaki rakamları değiştirmemi istiyordu."
Salakça. Rakamlarla oynandığını anlamayacağımı mı sandı? Belki de bilerek anlamamı sağladı. Aklınca ne kadar güçlü olduğunu, şirketime adam yerleştirecek kadar akıllı olduğunu kanıtlamaya çalışmıştı belki.
Ya da buna teşebbüs edecek kadar ahmaktı...
"Oğlum sen salak mısın? Ne diye onun sözüne güvenip köstebeklik yapıyorsun gerizekalı?"
Fıraz coşmuştu. Sinirli hali de hiç çekilmiyordu. Emre ise artık fazlasıyla korkuyordu.
"Ben sadece para ile tutulmuş bir emir kuluyum, bana verilen emir neyse onu yerine getirmek için her şeyi yaparım".
Salak herif.
"İyi bok yedin it herif. Fıraz, bu adamı paketleyip Emrah Şener'in şirketine teslim edin. Şirketinden haber alması daha kısa sürer, ayrıca ona bir not iletin, bir daha Alaz Ulusoy'a kafa tutarsa sonunu kendi hazırlasın ben karışmam."dedim ve oradan ayrıldım.
Bu işten de kurtulmuştum ama Emrah denen adamlıktan nasibini almamış şerefsiz her an her şeyi yapabilirdi. Bu yüzden çok dikkatli olmalıydım.
***
Ertesi sabah uyandığımda şirkete gitmek için hazırlandım, dışarıya çıktığımda her zamanki gibi herkes sofranın başında oturuyordu. Bu böyleydi işte, herkes sofraya oturmadan yemek yenmezdi. Arada işlerden dolayı bu kural olmayan ezberi ben bozuyordum. Tabii karşılığında Efsun Hatun'dan ayarı yiyorduk.
Ben sofraya yaklaşıp günaydın deyip her zamanki yerime oturunca Kadir Ağa'nın afiyet olsun demesiyle herkes kahvaltıya başlamıştı. Bugün herkes çok sessizdi. Normalde de sofrada pek konuşmazdık ama en azından iki muhabbet ederdik. Sonuçta birbirimizi tam kadro gördüğümüz tek yer şu sofraydı.
Berat ve Diyar birbirine her zamanki gibi sataşırken Diyar'ı kollarımın arasına alıp Berat'a kızdım.
"Ben üvey miyim Alaz Ağa? Öyle olsun, al kardeşin sana mübarek olsun. Benim canım anam var."deyip anneme sarıldığında çocuk gibi göründüğünün farkında değildi.
"Kıskanabilirsin kardeşim, Alaz Ağa'nın yanına bu kadar yaklaşan tek kadın benim. Tabii ki yerim ayrı olacak."
Diyar'ın bu söylediklerini duyduğumda saçını öpüp doyduktan sora yavaştan kalkacaktım ki babam annemin konuşması ile sessizliğin nedenini anladım.
"Evet kızım, bu gidişle abin böyle sap gibi kalacak. Yaşı ilerliyor, kimse onu almayacak da."diyen Efsun Hatun'a, Kadir Ağa da Ekim edince bugün bu kurtlar sofrasında kalacağımı anladım. Bugün laf yeme sırası benimdi.
"Oğlum aşiret artık haber bekler. Senin gönlünde biri yoksa anan baksın ailemize yakışır bir kız bulsun. Ha eğer senin gönlünde biri varsa bekletmeden gidip adını koyalım. Aşiret artık Alaz Ağa'nın mürüvvetini görmek istiyor."
Yine aynı konu, aynı tantana. Her hafta yapılan rutin konuşma yapıldığına göre artık kalkma vakti gelmişti. Babam ve annem konuşurken bir şeyi unutuyordu. Bu aşiret kim? Ulusoy aşireti. Aşiret ağası kim? Alaz Ulusoy. Fakat bunu bir türlü onlara anlatamıyordum.
"Daha erken baba. Kaç sefer söyleyeceğim bilmiyorum ama aşiret beni değil ben aşireti yönetiyorum. Benim evlilik kararımı benden başka kimse veremez."
Onların aşiret ne der diye düşünmesi yüzünden ben hayatımı mahvedemezdim. İstemediğim bir kadınla asla evlenmem.
"Oğlum ne erkeni, ben torun sevmek istiyorum."
Torun da aynı bekliyor anne!
Efsun Hatun işin içine torun muhabbetini de koyunca kardeşlerim Berat ve Diyar gülmeye başladılar. Onları susturmak için göz ucuyla bakmak yeterliydi ama Efsun Hatun maalesef ki o bakışlardan etkilenmiyordu.
"Yirmi yedi yaşında, otuza merdiven dayadı. Millet onun yaşında torun seviyor, dediğine bak. Erkenmiş."
Diyar ve Berat'ın kendi aralarında konuşmalarına artık alışmıştım. Neyse ki yüzüme söyleme cesareti göstermiyorlardı.
"Efsun Hatun, işim var yoksa seninle seve seve konuşurduk ama geç kalıyorum."
Buradan acilen kurtulmanın tek yolu buydu. Yoksa bu akşama bekar çıkmam şüpheliydi. Efsun Hatun yine başlamadan hemen gitmeliydim.
Berat'a dönüp ensesine bir tane vurdum. "Oğlum sen de yeter kaytardın. Gel şirkette bir işin ucundan da sen tut artık."
Sanki vurmamışım da iltifat etmiştim gibi sırıtıyordu.
"Tamam abi ya, biraz gezdik gözünüze battı."
Ona yine ters ters baktım ve her ne hikmetse yine sustu. Vurmamdan değil de bakmamdan korkuyordu.
"Dört dönüm bostan, yan gel yat Berat Ağa. Abime yardım edeceksin. Git çalış ve bana harcamam için bol bol para getir. Yeter gezip durdun o soytarılar ile."
"Ablam falan demem kulağını ısırırım Diyar, ben senin kölen miyim?"
Kadir Ağa sofrada bu tür eğlenceli tartışmalar olduğuna müdahale etmek yerine günlük geçmeyi tercih ettiği için rahat rahat laf atıyorlardı birbirine.
"Vallaha Bero, günü geldiğinde senin aldığın maaşın aynısını şirkette senden yüzde bir fazla olan hissem ile aldığımda gel bunu bir daha söyle."
"Al işte, Abi acaba neden o yüzde otuz dört benim değil de onun? Niye ikimize otuz üç ona otuz dört?"
Ablası ile yarışa giriyordu. Ben de buna sinirlenip ensesine bir kere daha vurdum. Çok patavatsızdı bu çocuk. Kime çektiyse artık? Bana çekmediği belliydi.
Bunları sonra bile düşünmemeye karar verdim çünkü anneme acelem olduğunu söylediğim için hemen gitmem gerekiyordu. Yoksa ikinci bir soru yağmuruna tutulabilirdim. Ya da çok istediği o torunu vermem için biraz daha zorlayabilirdi.
Ceketimi aldıktan sonra kapıda hazır bekleyen arabaya doğru gittim. Yusuf kapıyı açınca bindim ve binmemele bahçedeki diğer aracı gördüm. Dün kaza yaptığımız arabaydı.
Tamir edilmişti. Bir gün bile sürmemişti tamiri. Karşı taraf kanlılarımızdı ve Yusuf hasarı üstlenmek istediklerini söylemişti. Güzel düşünce ama hâlâ beni tanımadıklarını düşünüyordum. Zira benim birinden para almam, hele ki düşmanımdan almam görülecek şey değildi.
Peki ben neden şu an yeşil gözlü cesur kızı düşünüyordum? Evet gerçekten deliriyordum.
Yusuf'a hiçbir şey söylemeden arabadan inip diğer arabaya bindim. Hiçbir nedeni yoktu. Sadece bugün buna binmek istemiştim.
Şirkete geldiğimde direkt olarak kendimi işe verdim. Bir sürü dosya vardı. İşler her geçen gün artıyordu ve ben bunun önüne geçemiyordum. Yurt dışında farklı ülkelerdeki şirketlerin dosyaları da birikmişti. Artık Berat'ın da şirkete gelmesi gerekiyordu.
Onu sıkmak istemiyordum ama işler böyle giderse burada sabahlamak zorunda kalacaktım. Bu yüzden bu sabah bu konuyu ona açmıştım. Diğer ülkelerdeki şirketlere yetişmekten burayı boşluyordum.
Masama oturup dosyalara baktıktan kısa süre sonra kapı çaldı ama ben gel demeden açıldı. Ayda olduğunu anladım çünkü bir tek o ve Fıraz ben gel demeden gelirdi. Fıraz böyle kibar çalmayacağına göre gelen kişi Ayda'ydı.
"Günaydın, sana kahve yaptım."
Ona tebessüm edince şaşkınlığını gizleyemedi. Şaşırması normaldi çünkü çok az insan benim güldüğümü görürdü. Gerçi henüz o da görmüş değildi. Teşekkür mahiyetinde öylesine bir tebessümdü.
"Geç otur, sana da kahve söyleyeyim. Beraber içip çalışırız."
Böylece ilk adım benden gelmişti. Şaşırmıştı ama aynı zamanda mutluydu da. Hemen karşıdaki koltuğa oturup eline bir dosya alıp çalışmaya başladı. Ben de ona bir kahve söyleyip çalışmaya devam ettim. Bugün tam da bu anda hayatım ile ilgili çok önemli bir karar vermiştim. Umarım buna pişman olmazdım.
Bugüne kadar hiçbir kadına yan gözle bakmadım, hiçbir zaman evlilik düşünmedim ama Ayda bu şirkete geleli ve bana ilgili davranmaya başlayalı ben de biri tarafından ilgi görmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlamıştım.
Tüm bunların üzerine aşiretin artık evlenmem gerektiğini söylemesi, annem ve babamın da bu yönde baskılar kurması belki de beni ona daha çok yakınlaştırmıştı.
Ayda'ya olduğundan daha samimi davranıyordum ve bu oldukça hoşuna gidiyor gibiydi. Zaten onun da bana karşı çok önceden hisleri olduğunu biliyordum.
Ayda tam karşımda oturmuş hem dosyalarla ilgileniyor hem de konu açıp benimle konuşmaya çalışıyordu. Buradan bile bana ilgisi olduğu anlaşılıyordu. Ben de ona artık samimi davranmam gerektiği için sorularına cevap veriyordum.
Çalışmamızın üzerinden bir saat geçmişti ki birden odamın kapısı açıldı ve Fıraz içeri girdi. Gerçekten bu oda dingonun ahırı olmuştu.
"Oğlum anladım ben gel demeden içeri dalıyordun ama en azından o zaman kapıyı çalıyordun. Kapıyı çalmayı da mı unuttun gerizekalı?"
Sondaki çıkışıma Ayda yüksek sesli güldü. Bu sevmediğim bir davranıştı. Gereksiz konulara fazla tepki vermek hiç hoşlandığım bir şey değildi ama herkesin tepkileri farklıdır diye takmadım. Tabii ki gülebilirdi ama bu kadar kahkaha atacak bir şey yoktu ki. Fıraz şaşırmıştı. Öyle ki ona attığım lafa bile karşılık vermemişti. Ayda'nın burada olduğuna şaşırmamıştı, daha çok benim karşımda rahat bir şekilde oturup kahkaha atmasına şaşırmıştı, çünkü işi gereği zaten bazen dosyalara beraber bakabiliyorduk.
Kaş göz hareketleri ile burada neler olduğunu sordu ama ona omuz silkerek cevap verdim. Sanırım bu ilişkiye kendimden önce Fıraz'ı ikna etmeliydim. Sanki o benim kocamdı.
"Abi, dosya ile ilgili problemi çözdük ve rakamları düzelttik. Şimdi dosyayı ihale sahiplerine gönderelim mi?"
Gereksiz bir ihalenin beni bu kadar meşgul edeceğini hiç tahmin etmemiştim.
"Onlar zaten toplantıya gelmeyecek mi? Ne diye dosyayı gönderiyoruz? Geldiklerinde bakarlar zaten."
Bir hafta sonra ihale sahipleriyle bir toplantımız vardı.
Bu ihale çok önemliydi çünkü Emrah Şener ihaleyi kaybetmemiz için elinden geleni yapıyordu ve bunu saklandığı o delikte yapıyordu. Normalde olsa ihaleye katılmak yerine ihaleyi istediğimi söylesem zaten kazanırdım ama bu adamı bu kadar aramama rağmen bulamıyordum ve ihale için ortaya çıkacağına neredeyse emindim.
Bu yüzden aramalara biraz ara vermiştim. İhale günü aramaları hızlandıracaktım.
"Abi ihale sahipleri bir sorun çıktığını ve toplantıya gelemeyeceklerini söylediler."
"Fıraz!"
Ayda verdiğim tepkiden korkmuştu. Böyle bir tepki beklemiyordu. Şu an kimin korkup korkmadığı umrumda değildi. Sadece benim haberim olmadan bu toplantının nasıl iptal edildiği ile ilgileniyordum.
"Ben bu toplantının iptali için herhangi bir özür almadım. Benim haberim yok Fıraz!"
Evet, ihale onların da olsa toplantının iptali için benim iznimi almaları gerekiyordu. Ellerinde olsa benim gibi birini ihalesiz kabul ederlerdi ama ben ihaleye katılacağımı kesinkez bildirmiştim.
"Sakin ol abi ben sorun olmaz dedim. Zaten anca rakamları düzelttik. Benim haberim var yani sorun yok."
Fıraz'ın haberi varsa sorun yoktu. Ben ya da o fark etmezdi
Aklım bana bu sorunun altında başka bir şey olduğunu söylüyordu ama neyse.
"Dosyayı bugün göndermeyin, toplantıyı yapacağımız tarihte gönderelim."
Tabii ki bu dosyayı göndermeyebilirdim ama bu sorunun altından da Emrah Şener çıkacak gibi geliyordu. İhaleden önce rakamı öğrenmek için bu sorunu çıkartmıştı ki ihaleden önce dosyada yazan her şeyi öğrensin.
"Tamam abi." Fıraz'ın burada işi bitmişti ama hâlâ başımda beklemeye devam ediyordu. İşin bokunu iyice çıkartmıştı.
"Ne bekliyorsun oğlum?" Sabrımın azaldığı sesimden belliydi.
"Hiç abi, ne yaptığınıza bakıyorum."dedi ima ile dolu bir sırıtmayla
"Oğlum bi siktir git, tepemin tasını attırma!"
Kahkaha atarak odadan ayrıldı. Şerefsiz beni bağırtmayı ve sinir etmeyi çok iyi biliyordu.
5 GÜN SONRA
11 Nisan 2022
Sabah şirkete gitmek için arabaya bindim. Bugün arabada bakmam gereken dosyalar olmadığı için biraz kafa dinlemeye karar verdim. Buna bu günlerde çok ihtiyacım olacaktı. İhale yaklaşıyordu.
Uzun süredir kendime dinlenme fırsatı vermediğim için sıkıntı içinde ofladım.
Aklımı düşünceler ile doldurmaya hazırlanıyordum ki birden bir hafta önce aracıma çarpan kişi aklımda geldi.
Bunun nedeni arabaları çok sevmem mi bilmiyorum ama hâlâ o kızın gözlerinin aklımda olması beni deli ediyordu. İlk defa gördüğüm bir kızın gözleri her seferinde neden aklıma geliyor, bilmiyorum.
Yeşil gözlü cesur kızın gözleri neden her an aklımdaydı?
Belki de buradaki kızların genelinden farklı olmasından kaynaklanıyordu. Duruşu, tavrı ve cesareti ile buradaki çoğu erkekten bile daha yiğitti.
Ama bunlar gelip benim aklıma girmesi için yeterli bir neden değildi.
Çok şükür ben bu düşüncelerden kendimi deli çıkarmadan şirketten aradılar. Yoksa kesin sonundan delirecektim
"Alaz Bey, bugün ihale sahipleri ile toplantı ayarladığınız gün. Acaba dosyayı ihale sahiplerine bugün gönderelim mi?"
Bu kişi ya şirkette acemiydi ya da benim bu ihaleye ne kadar önem verdiğimi bildiği için bana soruyordu. Bu konular benim ilgilendiğim mevzular mıydı?
"Fıraz Bey şirkette değil mi?"
Bu konularla o ilgileniyordu ama nedense sorular bana geliyordu. Gidip onu bir güzel sövmenin vakti gelmişti.
"Hayır efendim, Fıraz Bey daha şirkete gelmedi. Telefonlarımıza da cevap vermeyince biz de sizi aradık."
Nerede ki bu adam? Toplantı günü geç mi gelecekti? Hiç huyu değil oysa.
"Evet, dosyayı gönderebilirsiniz."
Şirkete geldiğimde insanların selamları eşliğinde odama geçtim. Toplantı salonu çoktan hazırlanmış olmalıydı. Fıraz'ı arayıp neden gelmediğini öğrenmem gerekiyordu.
Masanın üzerinde yine yığınla dosya vardı. Berat'ın artık gerçekten yardıma gelmesi gerekiyordu. Bu Emrah Şener artık sıkmaya başlamıştı. Şerefsiz yüzünden artık dosyalara yetişemiyordum.
Fıraz telefonumu açmayınca her zaman açık olan, açık olmak zorunda olan telefonunu arayacaktım ki Ayda kapıyı çalıp odaya girdi. Son zamanlarda aradaki mesafeyi kapatmaya çalıştığımın farkındaydı ve bu gayet de hoşuna gidiyordu.
"Günaydın. Nasılsın bakalım?"
"Günaydın, iyiyim, sen nasılsın?"
Sadece sohbeti devam ettirmek için cevap vermiştim. Yoksa iyi olduğum falan yoktu. Başımda bir sürü iş vardı. Asıl garip olan da buydu. O benim artık kız arkadaşımdı ve benim ona nasıl olduğumu söylemem gerekmez miydi?
Ayakta biraz fazla kıpırdıyordu. Söylemek istediği bir şey vardı ama ben şu an çok önemli bir işin ortasındaydım fakat sormadan gitmeyeceğini bildiğim için sormaya karar verdim.
"Bir şey mi söyleyeceksin?" Sorumla birlikte başını öne eğdi. Sanırım utanıyordu. Sarı saçları yandan yüzünü kapatmış görüş açımda sadece küçük burnu ve biçimli dudakları vardı.
Güzel kızdı vesselam. Her erkeğin belki de onunla olmak isteyeceği türden bir kızdı. Ama ben bu güne kadar bir kere bile ona o gözle bakmamıştım.
Gözlerinin rengi maviydi. Yeşil gözlü cesur kızın gözleri kadar güzel değil...
Ne düşünüyordum ben? Bu kız benim aklıma yine nereden geldi ki?
"Şey........şey..." Onun konuşmaya çalışması ile kendime geldim. Bu iş artık canımı sıkmaya başlamıştı. Sürekli aklıma geldiği için bile gidip o kızdan hesap sorabilirdim.
Tanımadığım, görmediğim biri nasıl oluyorsa hiçbir şey yapmadan sinirlerimi bozuyordu.
"Alaz biliyorsun son zamanlarda biz biraz fazla yakın olmaya başladık. Iıı.. ben şey diyecektim. Of anla işte ya!"
Şu hali biraz hoşuma gitmedi değil aslında. Karşımda kelimeler ağzından çıkmıyordu. Utanıyordu belli ki ama yine hareketleri biraz fazla yapmacık duruyordu.
Yok yok kesin bunun karakteri böyleydi. Ne yapalım biz de böyle kabul edecektik.
"Ayda şimdi işlerim var, bunlarla uğraşamam daha sonra konuşalım bunları."
Gerçekten şimdi toplantım vardı ve ben uğraşamazdım.
"Alaz bu sonraya bırakılacak bir konu değil benim emin olmam lazım . Alaz biz neyiz? Yani sen eskisi gibi değilsin, bana eskisi gibi davranmıyorsun. Ben boş yere umutlanmak istemiyorum."
Ben işim var dememe rağmen konuşmaya devam etmesi sinirlerimi bozuyordu ama cevap vermeden de susmayacağını biliyordum.
"Ne olmamızı isterdin?"demem ile birlikte kafasını tekrar öne eğdi. "Ben senin kız arkadaşım olmanı istiyorum, sen ne istiyorsun?"dedim.
Belki fazla acemiydim ama benden bu kadardı. Romantiklik bekliyorsa çok yanılıyordu.
O da böyle bir şey beklemiyor olacak ki bir kaç saniye gelip boynuma sarıldı. Sanırım bu kabul ediyorum demekti.
"Çıkma teklifini kabul ediyorum."
Ne çıkma teklifi? Ben çıkma teklifi falan etmemiştim. Neyse girdik bir işin içine Allah ne verdiyse artık...
Bir kaç saniye bana sarılı kaldıktan sonra yerine geçip oturdu. Benim ona sarılmamamı dert etmemişti. İyi en azından arada bana sarılmadın diye trip atmazdı.
Oturması ile birlikte kapı açıldı. İçeriye babam ve Berat girmişti. Onların girmesi ile birlikte Ayda odadan çıktı. İkisi de telaşlıydı. Zaten babamın destursuz gelmesi bir şeylerin yolunda olmadığını gösteriyordu.
"Ne oldu baba, neden telaşlısınız?"
"Oğlum bizim aşiretimizden ve kan davalımız olan Çetiner aşiretinden birkaç kişi kavga etmiş. Aşiret büyükleri toplanıyor gitmemiz gerek."
Babamın telaşı işin ciddiyetini gösteriyordu. Umarım büyük bir şey değildi. Yoksa bu her iki aşiret için de hiç iyi olmazdı.
Şirketten hızla çıkıp toplanma yerine sürdüm. Herkes Mardin'in saygın büyüklerinden biri olan Ahmet Ağa'nın evinde toplanmıştı. Kavga başlar başlamaz haber geldiği için zamanında gelmiştik fakat diğer aşiret büyükleri olmasa çok daha kötü sonuçlar olacaktı.
Ahmet Ağa'nın evine gidince herkesin orada olduğunu gördüm. Kanlılarımız da tabii.
Belki kan davası vardı ama bu güne kadar hiç aramızda böyle şeyler olmamıştı. Toplantılarda bile herkes kendi kararını söyler karşı tarafa karışmazdı. Yani bu normal bir düşmanlık değildi. Aslına bakılırsa bu düşmanlık bile değildi.
Benim geldiğimi gören herkes genç yaşlı fark etmeden saygılarını sunarken ortaya kadar gelip Ahmet Ağa'nın karşısında durdum. Evet düşmanlarımız bile selam vermişti.
Ahmet Ağa onun karşında durmamla konuşmaya başlayınca dikkatimi tamamen ona verdim. Benden çok yaşlı olsa da otorite için karşılarında biraz fazla sert durmaya mecburdum.
"Ağam Çetinerlerden Hazar Çetiner ve Ulusoylardan Adar Ulusoy arasında tartışma çıkmıştır. İşin içine silah girince ortalık kızışmış ama büyükler olayın pek fazla büyümesine müsaade etmemiştir. Silahın kimin olduğu da kurşunu kimin sıktığı da belli değildir. Sıkan kişi kurşunu saklamış olabilir."
Bir bu eksikti. Kuzenim Adar yaşı ne kadar küçük olsa da nefret dolu gözlerle etrafa bakıyordu. Pek fazla hırpalanmamıştı. Hazar Çetiner ondan birkaç yaş büyük ve daha kalıplıydı. Anlaşılan Hazar pek kavga taraftarı değildi çünkü eğer gerçekten dövseydi Adar'ı hastanelik edebilirdi.
Ahmet Ağa tekrar konuşmaya başlayınca onlardan gözümü çekip tekrar Ahmet Ağa'ya döndüm.
"Ağam bilirsiniz bu iki aşiret kanlı olan aşirettir ve bu kavga bu kan davasını daha kötü hale getirecek."
Bu sözden sonrasını tahmin ediyordum ama Ahmet Ağa bile bunun devamını getiremiyordu.
Başka bir ağa "Peki bu konuda ne önerirsin Ahmet Ağa, bir fikrin var mı?" deyince Ahmet Ağa çekine çekine konuştu.
"Benim fikrim iki kanlı aşiretin bu kan davasını bitirmesi yönündedir. Tabii kararı verecek kişi Alaz Ağa'mdır fakat tek çare budur. İki aşiret akraba olmadığı sürece bu dava devam edecek. Kimse evladını davaya kurban etmek istemez lakin bu sadece benim istememle olmaz."
Akraba olmak demek iki aşiretin birbirinden kız alıp vermesi demekti ve ben kardeşimi tanımadığım bir eve körü körüne gelin edecek değildim.
"Böyle bir şey olmayacak!" "Böyle bir şey olmayacak!"
İki taraf da aynı cevabı vermişti. Benimle birlikte Mirhan Ağa da aynı şeyi söylemişti. İki taraf da kızlarını vermek ve istenmeyen bir evlilik yapmak istemiyordu ki haklılardı da. Kim boktan bir kavga için kızını veya oğlunu tehlikeye atardı?
Hem Adar daha küçüktü. Kız kardeşim Diyar'dan bile daha küçüktü. Berat ile yaşıttı hemen hemen sanırım.
Ve bu durumda Ulusoy aşiretinin en büyük bekar erkeği evlenecekti. Alaz Ulusoy. Yani ben.
Bu kesinlikle kabul edilir değildi
Saatlerce dil döktü ağalar fakat son kararın benim olduğu herkes tarafından biliniyordu. İşte kimse bilmiyordu ki asıl karar Diyar'ındı. Ben kabul etmeyecektim ama etsem bile Diyar kabul etmeden bu iş olmazdı.
Tabii Mirhan Ağa'nın kardeşi de kabul etmese bu evlilik olamazdı. Benimki kardeşse onunki de kardeşti.
Ve gözümden kaçmayan bir şey vardı. Mirhan Çetiner'in kız kardeşi her kimse en az Diyar kadar seviliyordu. Yekta Ağa'nın kızı için buraları ateşe vermediği kalmıştı. Mirhan Ağa ise ucunda kardeşinin hayatının olduğu bir karara bırak evet demeyi, ağaların ağzını açmasına müsaade etmiyordu.
Sanırım bu aile sandığım kadar kötü değildi
"Bu bir teklifti. Şimdi iki aşiret biraz düşünsün sonra arasında anlaşsın. Fakat bundan başka da bir çıkar yol yoktur. Başka yol davadır, ölümdür ."
Ahmet Ağa'nın sözlerinden sonra herkesi dağıtmış ve ben de arabayı sinirli bir şekilde eve doğru sürmüştüm.
Eve gelince herkes susup benim tepkimi bekliyordu çünkü kimse bu kadar sakin kalmama alışık değildi. Evet bu sakin halimdi. Fakat ben onların tahmin ettiği kadar sert çıkışmadım çünü Diyar daha bir şey bilmeden korksun istemezdim.
"Baba, ben ne o aileden kız alırım ne de Diyar'ı o aileden birine veririm. Ne olursa olsun bu düğün olmayacak."
Daha söyleyecek çok şey vardı belki ama hiç biri benim ağzımdan çıkmıyordu. Tek bildiğim bu düğün olmamalıydı.
"İyi diyorsun hoş diyorsun da ne yapalım o zaman? Bana bak Alaz Ağa, ben çocuklarımı toprağa vermek için yetiştirmedim. Eğer başka çıkar yol bulamıyorsan bu teklifi kabul edeceksiniz."
İlk defa bana bu kadar sesini yükseltiyordu. Babaydı, içi yanıyordu.
"Kadir Ağa, Diyar'ı..."
"Ne Diyar ne? Ben evlatlarımı ateşe atmak ister miyim? Ama ölmelerindense yaşamalarını tercih ederim Alaz Ağa. Beni evlatlarımla sınayacak bir karar vermeyesin!"
Daha fazla konuşmadım. O evliliği kabul etmeyecektim ama eğer evlenmezsem Berat'ın ve babamın hayatı tehlikeye girerdi. Kendimi saymıyordum zaten.
Allah bilir benden nefret eden kaç kişi dava adı altında pusu kuracaktı.
Akşam sofraya oturunca babam diğerlerine her şeyi anlatmıştı. Efsun Hatun büyük bir feryatla ağlamış daha sonra bayılmıştı.
Diyar'ın hali ise sinirimi katlayan diğer sebepti. Sadece bir noktaya bakıyor, haberi alalı gözünü oradan ayırmadan gözyaşı döküyordu. Yanında olmam gerekiyordu, sakinleştirmem gerekiyordu ama daha ben sindirememiştim olanları.
"Diyar hadi abicim odana çık ben geliyorum." dememle irkildi. O gerçekten iyi değildi. Dediklerimi anlayınca kafasını sallayıp odasına çıktı. Bir süre sonra ben de odasına çıktım, yatakta uzanmış ağlıyordu. Hemen yanına gidip oturdum ve onu kollarımın altına çektim. Dışarıdakilere ne kadar sert olsam da annem ve Diyar'a karşı hiçbir zaman sert olmamıştım.
"Abici_"
Konuşmama izin vermeden, sözümü kesip konuştu.
"Kabul ediyorum abi, evliliği kabul ediyorum. Ben sizin hayatınızı tehlikeye atamam."
Beni büyük bir yükün altında bırakıp sustu.
"Abiciğim sen istemediğin bir şey yapmak zorunda değilsin, buna izin vermem."
"Abi ben istiyorum, yani kabul ediyorum. Lütfen, ben sizin hayatınızı tehlikeye atamam."
İstiyorum derken utanmıştı ama yinede cümlesini tamamladı. İstemediğini biliyordum fakat sabahtan beri yapacak tek şey bulamamıştım. Tek çıkar yol buydu. Para bile teklif etmeyi düşünmüştüm ama parayla olsa bile illa birilerinin evlenmesi ve her iki ailenin kanının bir akması gerekiyordu. Aynı kandan olmadığı sürece ilk fırsatta yine bir şeyler çıkacaktı.
O istedikten sonra bana bir şey düşmezdi ki. O kabul ettiyse ben de kabul edecektim. O bu cesareti gösterdiyse benim itiraz etmeye hakkım yoktu.
Nasıl olacak, nasıl yapacağım bilmiyorum ama bildiğim gerçekler göğsümdeki acıyı saf nefrete dönüştürmüştü bile. Bu kan davası uğruna ölen son kişi bizden biri olmamalıydı. Dedelerimiz birbirini öldürdükten sonra bu dava devam etmemeliydi. Öyle olsaydı Alaz Ulusoy da evlendiği kıza cehennem olmazdı.
**
Dün gece o lanet kararı onaylayacağımızı Diyar ile konuştuktan sonra bu sabah ailedeki herkese kahvaltıda söylemiştim. Diyar hiçbir şey olmamış gibi davranıp benim sinirime sinir ekliyordu. Ağlayıp bağırıp çağırsa, gelip bana dert yansa belki biraz bu sinirim geçerdi fakat o böyle oldukça sakinleşmek söz konusu bile olamazdı.
Kararımızı açıklamamızın üzerinden henüz birkaç saat geçmişti ama ben karşı tarafın cevabını merak ediyordum çünkü onlar da bu evlilik olmasın diye baya dil dökmüşlerdi.
Yekta Ağa bir yana, oğlu Mirhan Ağa bir yana bu iş olmasın diye uğraşıp duruyorlardı. Son aldığım bilgilere göre tıpkı benim gibi barış için para teklif etmişlerdi fakat onlar da benim aldığım cevabı almışlardı.
'Para kalıcı bir çözüm değil. İki ailenin de kanının karışması gereklidir.'
Kanınız batsın!
"Orhan bana bu aileyi ve evleneceğim kızı araştır."
Fıraz'dan ayırmadığım Orhan'ı arayıp aileyi ve evleneceğim kızı araştırmasını istedim. Orhan bu işlerde oldukça iyiydi. Benim adamlarım da iyiydi ama Orhan kadarı daha görülmemişti.
"Hayırdır Alaz Ağa, şimdiden merak etmeye başlamışsın. Görmeden aşık mı oldun?"
"Lan sizi bana sırayla mı verdiler? Dediğimi yap Orhan, fazla konuşup sinirlerimi bozma. Sinirim bozulursa sikerim belanı."
Dalga geçme fırsatı buldular, bırakmazlar artık.
Düşünceler aklımı esir almıştı. Bundan sonra olacakları düşünüyordum.
Orhan birkaç saat içinde bilgileri bulurdu. Acaba nasıl biriydi? Onu daha tanımadan içimde ona karşı anlamlandıramadığım bir öfke oluşmuştu. Sanki tüm bunların sorumlusu oymuş gibi ona bedel ödetmek istiyordum. Bu evlilikte onun da canı yanacaktı.
Daha kabul edip etmediğini bilmiyordum ama onu evleneceğim kız diye tanımlıyordum. Onun hakkında elimdeki tek bilgi Çetiner aşiretinin tek kızı olmasıydı. İşin gücün yok gel bir de şımarık bir kadının derdini çek.
Acaba kaç yaşındaydı? Yaşlımıdır ki? Hazar'dan büyük mü küçük mü acaba?
Her ş eyi geçtim, benim sevdiğim bir kadın vardı. Bu olayı Ayda'ya henüz anlatmamıştım. Vereceği tepkiyi tahmin edebiliyordum ama o da başka bir yol olmadığını bilmeliydi. Başka bir kadın ile evlenmek üzereyken onunla hâlâ bir ilişki için konuşuyor olmak şerefli bir davranış değildi. Kafamı toplamak için Fıraz, Ferman Ağa ve Mervan Ağa'yı rahat içebileceğimiz bir mekana çağırdım. Orhan istediğim şeyleri bulduktan sonra gelecekti.
***
"Ne yapacaksın Alaz, kesin kararlı mısın?"
Defalarca sorsalar yine aynı cevabı vereceğimi biliyorlardı çünkü kardeşlerimi tehlikeye atacak herhangi bir şeyi yapamayacağımı çok iyi biliyorlardı.
"Siz söyleyin Mervan, yapacak başka bir şey var mı?"
Urfa'nın ağası Mervan da, Diyarbakır'ın ağası Ferman da en az benim kadar başka bir yol olmadığını biliyorlardı.
"Hayırlısı buymuş demek ki. Kızın hakkında ne biliyorsun Alaz? Seni ve bütün bu çekilmezliğini kaldırabilecek biri mi?"
Masadaki kadehi tek seferde başıma dikip sorduğu soruya kendim bir cevap bulmak istedim ama bulamadım.
"Bilmiyorum."
"Ağamız kızı araştırmaya başlamış bile."
Ne Orhan'ın ne de diğerlerinin imalarını kaldıramazdım.
"Orhan canına susamış olabilirsin ama susuzluğunu ben dindirmeyeyim koçum."
Diyecek pek bir şey olmadığı için herkes içip bana bakıyordu.
"Yenge hanımın ailesi onu gizliyor, hakkında pek fazla bilgi bulamadım. Sadece ismini biliyoruz. Adı Berva ve hafta sonları hariç her sabah ........dershanesine gidiyor."
Düşmanlar ulaşmasın diye aldıkları önlemlerden biriydi. Biz de Diyar'ın bilgilerini saklıyorduk. Anlaşılan Berva Çetiner sevilen bir kızdı.
"Lan ne dershanesi! Alaz, küçük bir kızla evlenmediğine emin misin? Öyle bir şey varsa sikerim belanı."
"Yavaş sik piç! Ben de bilmiyorum kaç yaşında olduğunu. Küçük de olabilir büyük de."
Zaten merak ettiğim de yaşıydı. Sonuçta bu sınava on yedi yaşındakiler de yetmiş yedi yaşındakiler de girebiliyordu. Tek bildiğim Mirhan Ağa'dan küçük olduğuydu.
"Karar açıklandıktan sonra ne yapacaksınız? Onlar kabul etmese ne olacak?"
"Kabul etmeme gibi bir şansları yok çünkü çıkacak kanın haddi hesabı yok."
Ben ya da Berat bir şey yapmasak da aşiretin içinde herhangi biri kesin kan dökecekti. Her yerde şerefsiz insan muhakkak vardı.
Telefon çalınca açıp masaya bıraktım. Kadir Ağa konuşurken ses diğerlerine de gidecekti.
"Hayırdır Kadir Ağa."
"Hayır mı şer mi bilmem Alaz Ağa. Yekta Çetiner aradı, yarın için bizi yemeğe davet ediyorlar."
Sanırım onlar da kararlarını vermişti ama ben ne yapıp edip o kararı yarın akşamdan önce öğrenmeliydim. Gerçi eve çağırdıklarına göre yüksek ihtimal kabul etmişlerdi ama bir ihtimal farklı bir seçenek daha vardı.
Hepsi kulaklarını dört açmış babamın söyleyeceği şeyleri bekliyorlardı.
"Ne yapacağız Yekta Ağa gidecek miyiz?"diyen Efsun Hatunu'n sesini duydum.
"Tabii ki gideceğiz Efsun Hanım. Zaten onlar aramasaydı ben yarın sabah arayacaktım."
"Sen kararını vermişsin Kadir Ağa, davet etmişlerse icabet etmek gerekir. Hazırlansın herkes, yarın gideriz."
Telefonu kapattığımda hepsinin meraklı bakışları üzerime çıktı ama bende de bir cevap olmadığı için son kadehi içip kalktım.
Ne yapıp edip kararı öğrenmeliydim. Eğer karar olumsuz ise yarınki yemeğe gitmeyecektim.
"Hayde kalkın Beyler. Bu gece konakta misafirsiniz."
Hep beraber mekandan çıkıp konağa geçtik. Saat geç olduğu için direkt odalarına geçmişlerdi.
Telefonu kurcalarken bu günün salı olduğunu gördüm ve hemen güzel bir plan yaptım. Bunun için de hemen Orhan'ı aradım. O kız yarın dershaneye gidecekti.
****
Sabah uyandığımda hemen giyinip Yusuf'un hazır beklettiği arabaya bindim ve yola çıktım. Orhan çoktan konuştuğumuz yere adamlar ile beraber gitmişti. Ben de zaman kaybetmeden oraya doğru yola çıktım.
Orhanların beklediği yere gelince arabadan inip Orhan'ın yanına gittim.
"Her şey tamam mı?"
"Tamam Abi. " Bir arabanın yaklaşması ile ben hemen kendi aracıma binip beklemeye başladım. Plakalar bile bize ait olanlar değildi.
Berva Hanım'ın bulunduğu araç bize doğru gelince adamlar etrafını sardı. Sekiz adam araca doğru gidince yaklaşık beş dakika araçta beklediler. Dört adam şoföre silah doğrultunca bu fikri onlara Orhan'ın verdiğini anladım. Bazen böyle salak olabiliyordu. Ulan araçta bir kadın var ne diye korkutuyorsun? Zaten etraftaki adamlardan korkmuş olabilirdi. Kim olsa korkardı da.
Bunu düşününce aklıma o cesur kız geldi, acaba o korkar mıydı? Tabii ki korkardı. Bir adamın karşısında durmak ve beş araba adamın karşısında durmak aynı şey değildi. Neyse neden durduk yere yeşil gözlü cesur kız aklıma geldi ki? Hemen şimdiki zamana odaklanma gerekiyordu. Biraz sonra bu arabadan inecek olan kadına odaklanma gerekiyordu. Ben hala kadının yaşını merak ediyordum. Evet, takmıştım.
Acaba nasıl biriydi? Gözüm sürekli biraz sonra arabadan inecek olan kadının oturduğu tarafa kayıyordu. Gerçi o çıkmazdı, belki şoförü çıkardı. Ya da Mirhan Ağa'ya çoktan haber gitmişti.
Hiç beklemediğim bir anda kapı bir hışım açıldı. Ben hala yüzünü göremiyordum çünkü arkası dönüktü.
Kadın bana doğru dönünce gerçekliğini bir an sorguladım. Yanlış araba mıydı? Ama yok plaka Çetinerlerin plakasıydı.
O kızdı. Yeşil gözlü cesur kız. Ben,ben hala inanamıyordum. Bu nasıl olur?
Ben şaşkınca kadına bakarken elindeki silahı görmem ile şaşkınlığım on kat arttı. Hemen usta bir şekilde silahı üç kez havaya doğru ateş edip konuşmaya başladı. Her yönden Mardin gibi kadındı.
E Mardin gibi adama Mardin gibi kadın yakışır...
Ne diyordum ben? İyice kafayı yiyordum galiba.
Kadın konuştuktan sonra da hiç zaman kaybetmeden arabaya bindi. Tüm bunlar beş dakikada olup biterken ben zar zor şaşkınlığımı atmıştım ama git gide sinirim artıyordu çünkü ben bu kadınla evlenecektim.
Kadında bir problem yoktu ben sadece evleneceğim için ona karşı bu kadar sinirliydim.
Arabaya binmesi ile Orhan araca yaklaştı ve Yeşil gözlü cesur kıza bir şey söyledi. Biraz daha konuştuktan sonra kız arabadan indi ve Orhan ile birlikte benim aracıma doğru yaklaştı.
Yeşil gözlü cesur kız cehennemine ilk adımı atmıştı.
****
BERVA'DAN
Arabadan inmem ile kapıyı tekrar kapatmam kaç saniye içinde oldu bilmiyorum. Tek bildiğim şey şu an çok sinirli olduğumdu. Kim buna nasıl cüret ederdi ki? Kim Yekta Ağa'nın kızına bunu yapabilirdi?
Adamlara doğru dönünce hemen havaya doğru üç el ateş ettim. Belki onlar bu kadar çokken bunu yapmamam gerekiyordu ama sinirime hakim olamıyordum.
"Kimsiniz siz, kimin adamısınız?" Hiçbirinden ses çıkmıyordu. Madem durup yüzüme bakacaklardı ne diye yolu kesmişlerdi sanki?
"Çekilin yolumdan, gidin derdiniz kiminle ise onunla halledin."dedim ama sanki beni duymuyorlardı. "Kime diyorum ben? Şimdi ben bu arabaya binip, cehennem olup okuluma gideceğim ve siz de yolu açacaksınız."dedim ve arabama bindim. Arabaya binmem ile esmer, uzun boylu bir adam yanıma yaklaştı. "Yenge ben Orhan, amacımız seni korkutmak değildi. Abim diğer araçta seni bekliyor."
Salak mı bu adam, ben korkmuş gibi mi duruyordum? Hayır yani korksaydım araçtan inmezdim.
Bir dakika bir dakika. Ne? Yenge mi?
"Ne yengesi be hem siz kimsiniz ve senin abin kim?" Ne saçmalıyordu bu adam? Sabah sabah delilerle muhattap olmanın zamanı değildi.
"Yenge abim seni araçta bekliyor." Başka cümle bilmezmisin sen be adam? "Hayır, Berva Hanım sizinle gelmiyor. Derhal yolu açın!"
Ahmet abi kendisine doğrultulan silahları umursamadan konuşuyordu ama tetikte olduğunu biliyordum. Sonuçta inmeden önce ona beni koruması gerektiğini söylemiştim.
"İndirin silahları, duymadınız mı beni? Siz kim oluyorsunuz da benim yanımdaki adama silah doğrultuyorsunuz!"
Onlar silahları indirmeyince elim telefona gitti ama asla aramayacaktım. Bir an aramayı düşünmüştüm belki ama aramayacaktım.
"Yenge tamam kimseyi aramana gerek yok sana zarar vermeyiz. Ona da kimseyi aramama ve araçtan inmeme şartı ile zarar vermeyiz ama artık şu sikti... Pardon yenge. Artık şu arabaya gelir misin!"
Soru sormuyordu, gel diyordu.
"Tamam, indirin silahları. Ayrıca siz zaten bu adama zarar veremezsiniz."deyip araçtan indim. Onlar da silahları indirdiler.
"Bu silahların yol kapatmaların hesabını çok kötü sorarım ama ben sizden."
Sanki kırk yıllık dostumla konuşur gibi konuşuyordum. Korkmuyordum.
"Yenge vallaha abimin planı."
Hasbinallah, Allah'ım sabır.
"Kim senin abin ,ayrıca bana yenge demeyi kes!"derken araca yaklaşmıştık. Aracın kapısı açılınca içindeki kişiyi görmemle birkaç saniye öylece durdum. Artık korkabilirdim galiba.
Ne yani bütün bunları planlayan Alaz Ulusoy muydu? Kahretsin nasıl anlamam? Hem adam bana yenge diyordu. Yoksa o da mı evliliği kabul etmişti?
Hay yengeniz batsın.
Aklımda türlü sorular varken araca bindim. O adamı görünce şaşkınlığım yerini sinir ve korkuya bırakıyordu. Nasıl yapar, bunu nasıl düşünür?
Gerçi o acımasız ağa değil mi, her şeyi yapar. Korkacağımı da mı hiç düşünmedi?
Dik omuzlarımı hiç düşürmeden tam karşısına oturdum. Araç hâlâ hareket etmemişti. Birkaç saniye dikkatle bana bakınca ben de inat olsun diye gözlerine bakmaya başladım ama iki saniye bakamadan gözlerimi yüzünün herhangi bir yerine çevirdim. Kara gözlerindeki öfkeye bakacak cesaretim yoktu.
Sanki ondan çok önemli bir şeyini almışım gibi bakıyordu.
Bu kadar erkeğin içinde kalacak cesaretim hiç yoktu ama bu Mardin'in ağasıydı. O yüzden korkmam gereken bir şey yoktu.
"Konuşmamız lazım."dedi, beni süzme işi bittikten sonra. O da mı sinirliydi? Hem benim önümü silahlı adamlarla kesip hem de o mu sinirleniyordu? Bakalım derdi neydi ağamızın.
"Tamam konuşalım da bu şekilde mi?" Sesim biraz sert çıkmıştı. Sırf konuşmak için böyle bir yol denemesine gerek yoktu. İnsan gibi gelip konuşabilir miyiz dese daha mı kötüydü?
Bana cevap vermeden yüzüme bakıyordu. Tamam dedim ama nasıl konuşacağımı bilmiyordum. O bana böyle bakarsa ben korkudan konuşamazdım ki.
Kafasını sallamasıyla araç hareket etmeye başladı. Burada konuşmayacak mıydık?
O kadar uzun boylu değildi. Tanımadığım adamla nereye gidiyordum ben? "Nereye gidiyoruz?"
"Güvenli bir yere." Kısa kesmişti. Tok bir sesi vardı ve konuşurken sert konuştuğu için karşısında korkmamak adına içten içe kendimi cesaretlendiriyordum.
Ne kadar kararlıyım ama. Az önce gitmeyeceğim diyen ben değilmişim gibi sessiz kaldım.
Zaten arabanın içinde bir daha konuşmamıştık.
Ben bu adamla nasıl ve ne konuşacağım? O bana öyle bakarsa ben korkudan konuşamam ki. Kaza günü bi anlık öfke ile sert tepki vermiştim ama artık onun kocam olacağını da biliyordum. Adamları bana yenge diyordu sonuçta! Güya güçlü duracağım diyordum ama bu adamın karşısında nasıl güçlü duracağımı da bilmiyordum. Acaba helvamı kavurmaya başlasalar mı?
Korku insana en fazla ne yaptırırdı bilmiyorum ama sinir korkunun önüne geçince insanın gözünün hiçbir şeyi görmediğini biliyordum. İşte ben de öyle bir andaydım. Korkum çok ama sinirim daha çoktu. Tabii bu sinirin Alaz Ağa karşısında ne kadar aktif kalacağını bilmiyordum.
Ben sinirden ağlayacak kıvama gelirken Alaz Ağa patlayacak bomba gibiydi. Tamam korkumu belli etmeyecektim ama ne kadar yapabiliridim bunu?
Gerçi bundan daha çok korktuğum zamanlarım olmuştu. Sanırım cesaretli durmayı başarabilecektim. Sonuçta cesaretimin nedeni de korkularımdı.
Alaz Ağa karşımda oturmuştu ama asla bana bakmıyordu. Bu kadar mı nefret etmişti benden? İnsan tanımadığı birinden neden nefret etsin? Belki benimle evlenmek zorunda kaldığı için nefret ediyordu ama ben de onunla aynı durumdaydım. Yapacak bir şey yoktu.
Ama bana sanki katiliyim gibi bakıyordu.
Galiba kaza gününün de bu nefrette payı büyüktü çünkü bir insanın bir insana bu şekilde davranması için ortada ciddi bir düşmanlık olmalıydı.
Hah! Düşmanlık da vardı.
Ne düşünüyordu böyle? Pür dikkat dışarı bakıyor ve gözündeki hırstan bir parça bile kaybetmiyordu. Ben ise her geçen dakika korkuma korku ekliyordum.
İnşallah benimle evlenmek için buralarda bir yerlerde öldürüp de kurda kuşa yem etmezdi.
Vallaha bu sıcakta ölemezdim.
Soğukta da ölemezdim.
Zaten suda hiç ölemezdim.
Hele hele ateşte asla ölemezdim.
Sanırım ben ölmekten değil ölme şeklimden korkuyordum. En çok korktuğum da su ve ateşti.
Kesinlikle bana tercih sunmalıydı. Ölümüm de konforlu olmalıydı.
Dıştan güzel görünen bir mekanın karşısında durduğumuzda en azından güzel bir yerde öleceğimi düşündüm. Sonuçta böyle bir yer sıcak olamazdı. İllaki klima vardır.
Belki de deli taklidi yapıp kaçmalıydım
Pekala, ben yine saçmalamaya başlamıştım.
Bu mekan sanırım boştu ve bir restorandı. Restoranı kapatmıştı.
"İn!"
Emredersiniz Alaz hazretleri! Bu kadar da kaba olunmaz ama ya. Benim yerimden kalkmadığımı görünce "Sağır mısın, neden inmiyorsun, insene!"diye sessiz ama döver gibi, hatta söver gibi konuştu.
Benim inadım yine tutmuştu, rica etmeden inmeyecektim. "Biraz düzgün konuşmayı öğrensen ve rica edersen inerim."dedim gözlerine bakmadan. Gözlerine bakacak cesaretim yok ama arabadan inmeyecek inadım vardı. Rica etmediği sürece inmeyecektim. Yani kendi isteğimle inmeyecektim.
Konuşmam ile birlikte kolumu sert bir şekilde tutup beni dışarı çekmesini tabii ki beklemiyordum. Bir anlık afallama ile ona karşı bir tepki vermedim ama ne yaptığını ve canımı yaktığını anlayınca kolumu sert bir şekilde ellerinden çektim. O kadar güçlü tutuyordu ki kolumu kurtaramadım. Kurtarmak bir yana artık kolum daha çok acıyordu. Ağzımdan canımın yandığına dair bir ah nidası döküldü ama yine de kolumu bırakmadı. Sanırım moraracaktı. Benim vücudum en ufak şeyde kızarıp morarabiliyordu.
"Bırak kolumu."dedim. Sanki duymuyordu, ne kadar konuşsam da fayda etmiyordu. Eli bir kıskaç gibi kolumu tutmuş bırakmıyordu.
Sonunda restorandan içeri girince kolumu bıraktı. Refleksle elim hemen koluma gitti ama ağrıdan dokunamıyordum. Yazdım bunu bir kenara, intikamım ağır olurdu.
"Otur"dedi. Emir vermezse ölürmüş gibi bir havası vardı. Ne olurdu bir kere rica ederse sanki? Benimle emirvari konuşulmasından nefret ediyordum.
Masada tam oturduğum yerin karşısına oturdu. Bilerek mi yapıyordu? Gözlerine bakamıyorum be adam, o kömür karası gözler dipsiz bir kuyuya benziyor ve ben her baktığımda o kuyuya düşeceğimi hissediyordum.
İnşallah ayağım falan takılıp da düşmezdim. Mazallah bunun gözlerindeki kuyuda asit falan vardır, erimek istemezdim.
"Neden beni buraya getirdin, amacın ne?" Evet sabah yürek yemiştim. "Sana arabada da söyledim, konuşmamız gerek."
Kasıntı herif. Burada hiç rahat değildim. Sanki oturduğum masada diken var da kıçıma batıyordu. Buna rağmen ona diklenmekten vazgeçmedim. Demiştim, benim korkum cesaretimi besliyordu.
"Konuşmamız gerek demek benim aracımın önünü silahlı adamlarla kesebileceğin anlamına gelmiyor ve benim kolumu kıracakmış gibi sert tutup buraya getirebileceğin anlamına da gelmiyor."
Bağırıyordum ve öldürseler susmazdım.
"Ben öyle istedim, öyle yaptım. Kolun için de, sana dokunmak beni de mutlu etmiyor. Sen zorladın, bir şeyi bir kerede yapsaydın böyle bir durumla karşılaşmazdın."
Nasıl hem bu kadar rahat hem bu kadar kasıntı hem de sinirli olabiliyordu? Dışarıdan bakan, çok rahat, derdi ama benim üzerimdeki etkisi öyle değildi işte. "Sen öyle istedin diy_"dememe fırsat bırakmadan sözümü kesti. "Bırak artık şu konuyu da asıl meseleye gelelim. Evliliği kabul ettin mi?" Bu çok ani oldu ama, sözümü kesmesine bile takılamamıştım.
Şimdi ne demeliydim bilmiyorum ama sanırım zaten öğreneceği bir şeyi saklamak mantıksızdı.
"Bunu neden merak ediyorsun ki? Zaten karar birkaç güne açıklanır."
Babam dün gece insanları yemeğe davet etmişti ve ben hâlâ birkaç gün diye diretiyordum. Bazen ben bile kendine şaşırıyorum doğrusu.
"Kabul edersen kiminle evleneceğini sanıyorsun sen? Bana soru sorup durma. Sadece sorduğum sorulara cevap ver!"
Yüksek ve sert sesi beni korkutuyordu ama gözleri kadar değil. Bana emir vermesi hoşuma gitmese de bir kereye mahsus onu alttan alabilirdim. Yoksa benim sadece sorduklarına cevap vereceğimi sanıyorsa yanılıyordu.
"Evet. Ya sen, yani siz?" Sesim biraz titrek çıkmıştı çünkü evlenmek istemiyordum. Fakat korktuğumu düşünmesin diye başımı dikleştirip ona baktım.
" Biz de kabul ettik. Dün akşam baban aramış, bu akşam konağınıza davetliyiz."
Az önce bağırarak konuşan o değilmiş gibi sessiz konuşuyordu ama sesindeki sertlikten gram eksilmemişti.
"Biliyorum." O da kabul etmişti işte. Sanırım bu akşam düğün ile ilgili konuşurlardı.
Amma abarttın ha. Daha kabul edip etmediğiniz konuşulacak
İç sesime hak verdim. Tamam biraz abartmış olabilirim ama ne yapayım yani evlenmek istemiyorum ve bu akşam evlenmek istediğimi açıklayacağım. Ne ironi ama.
Konuşma biter bitmez içerde olduklarını ayak seslerinden anladığım garsonlar kahvaltılıkları getirmeye başladı. Galiba konuşmanın bitmesini bekliyorlardı. Sofraya sadece göz ucuyla baktım, bir şey yiyecek değildim. " Ben bir şey yemek istemiyorum." Daha yeni evden çıktım ve dershanede bir şeyler atıştırmak daha güzeldi. En azından arkadaşlar ile beraber yerdim bu Hödük Ağa ile değil.
Garson ek olarak bir şey isteyip istemediğimizi sorunca ben cevap vermedim. Ondan sonra zaten hiçbir yere bakmadım öylece masada oturdum. Ne yani, konuşma bitti diye gidecek değildim. Beni buraya o getirdi o götürecekti.
Masaya baktığımda bir sürü kahvaltılık yiyecek vardı. Birkaç çeşit peynir, neredeyse her çeşit zeytin, reçel, tereyağı, bal ,sucuk, salam, kaymak ve daha bir çok saymayı unuttuğum kahvaltılık. Bunların hep sini o mu yiyecekti? Halbuki çok iyi bir vücudu vardı. Uzun boy, geniş omuzlar, heybetli vücut... Allah bazılarına gani gani veriyordu.
Masadaki menemen iştah açıcı görünse de pek sıcak bakmadım. Bu kadar zengin sofraya portakal suyu gelir sanmıştım ama çok şükür çay içmişti. En azından bu zevki güzeldi. Garsonun bana da bir servis açtığını gördüğümde kaşlarım çatıldı. Ben yemek istemediğimi söylemiştim ama o bana da servis açtırmıştı. Bu bir emrivakiydi ama iyi niyetten mi yoksa bana inat olsun diye mi yaptı bilmiyordum. Kahvaltılıklar iştah açıcıydı ama bir kere yemeyeceğimi söylemiştim, o yüzden yemeyecektim.
O yemek yediği sürece ben de onu dikizledim. Siyah saçları düzenli değil dağınıktı,onunla neredeyse aynı renk gözleri sadece yemeğine odaklanmıştı. Kaşları çatık, burnu düzgündü ve büyük değildi. Dudakları hafif dolgun ve biçimliydi. Yirmi beş yaşlarında görünüyordu. Kısacası yakışıklıydı vesselam.
Ben gözlerimi mekana çevirince o da gözlerini yemeğinden kaldırmıştı. Tam zamanında çekmiştim gözlerimi yoksa onu izlediğimi fark ederdi ve ben bu rezillikle uzun süre yaşayamazdım. Çabuk yesene be adam geç kalıyorum diye söylendim içimden. Allah'tan iç sesimi duymuyordu yoksa ben bu siniri nereye kusacaktım?
Yemek yemeyi bitirince bir süre sessiz kalıp o da beni izledi, ben sadece yere bakıyordum ama bana baktığını biliyordum. Bir süre sonra"Orhan, Berva Hanım'ı şoförünün yanına bırakın."dedi. Artık bu adamın kabalığına alıştım galiba. Ona bir şey demeden yerimden kalktım.
Orhan"Tamam abi."deyip peşimden geldi. Geldiğimiz araca doğru giderken"Yenge bu taraftan."deyip beni başka araca yönlendirdi. Yenge ne ya,h er söylediğinde bi tuhaf oluyorum, evleneceğimi hatırlıyorum ya.
Ama buradan gitmeden önce bir şey yapmalıydım. Kolumun intikamını alacaktım ve bunu nasıl yapacağımı çok iyi biliyordum.
Alaz Ağa'nın araba aşkını bilmeyen yoktu. Her hafta neredeyse başka arabayla gidip geliyordu.
"Yenge deme bana!"dedim. Ona da sinirliydim. Neymiş, yongo korkmo sono zoror vermeyiz. Ulan bu kolumun hali ne o zaman? Sözünü tutmayan insanları da sevmiyordum. "Yenge bana neden kızıyorsun, ben ne yaptım ki?"dedi.
Hah bir de şöyle kırk yıllık dostum gibi konuşmuyor mu."Sen hiç konuşma. Hani bana zarar vermeyecektiniz? Dua et beni geri götüreceksin yoksa seni burda pataklardım." deyince diğer araca doğru gitmek için eliyle reverans yaptı.
"Yenge kusura bakma ben abimin böyle yapacağını bilmiyordum ki." Haklıydı, patronu bana zarar verirken o ne yapabilirdi ki?
"Orhan Bey anahtarınızı alabilir miyim?" Anlam veremedi herhalde. Yüzüme alık alık bakıyordu.
"Ne için yenge?"
"Uff amma soru sordun ha. Neyse benim de anahtarım var, sanki bir tek senin anahtarın var."
Nispet yapar gibi nahtarımı sağ elime aldım ve yerdeki büyük denecek bir taşı da sol elime aldım. Sağ elimi sol elimden daha iyi kullansam da sol elimle de idare edebilirdim.
Arabaya yaklaşınca korumalar neden olduğunu anlamasa da engel olmuyorlardı. Sıkıysa olsunlardı. Yengeleriydim ben onların!
"Yenge o arabayla gitmiyoruz."
Orhan'ı hiç dinlemeden arabaya iyice yaklaşıp ilk olarak anahtarı arabaya yaslayıp küçük bir çizik attım. Alarmlar çalarken korumalar şaşkınlıkla beni izleyip engellemek isteseler bile dokunamıyorlardı.
Arabanın etrafında birkaç tur atıp her tarafını iyice çizdikten sonra elime aldığım taşı sert bir şekilde ön cama doğru savurdum. Cam saniyesinde tuzla buz olurken ben Orhan'a dönüp "Artık gidebiliriz." dedim.
"Yenge çabuk arabaya geç yoksa seni ben bile kurtaramam."
Bunu bildiğim için aceleyle gösterdiği arabaya doğru yürüdüm ve binmeden önce restorandan çıkan Alaz Ağa'ya doğru "Bu kolumu sıktığın içindi. Bir dahaki sefere daha kötüsünü yaparım Ağa." deyip hızla arabaya bindim.
"Ulan kadın ulan kadın. Orhan dur!" "Orhan durma."
Alaz Ağa koşar adım bize doğru gelince Allah'tan Orhan benim dediğimi yapıp arabayı sürmeye başladı yoksa cenaze namazım öğlen namazına müteakiben kılınacaktı.
Alaz Ağa'nın arabalara zaafı vardı.
"Yenge daha evlenmeden bu adamı böyle deli edeceksen işimiz yaş. Ben seni her seferinde böyle kurtaramam."
Şuna bak ya, adam resmen benimle dalga geçiyordu. Üstelik sırıtıyordu.
"Ne kurtarması be, ben korksaydım zaten yapmazdım."
Gülüşü yüzünde yayılırken alaylı halini bozmadan devam etti.
"He he zaten iki saniyede arabaya binen bendim."
Zorlamasa kahkaha atacaktı adam. Bu kadar komik ne vardı ki?
"Sendin tabii, arabayı ben sürmüyorum ya. Sen sürmesen ben de gidemezdim."
Altıma edecek kadar korkmuştum, bu verdiğim çaba neydi?
"Ben de onu diyorum ya yenge. Ben seni kurtardım işte."
O bana hızla laf yetiştirmeye devam edince ben sustum. Konuşsam adam bana askerlik anılarını anlatacak gibiydi. Tabii yaptıysa.
"Orhan Bey, Alaz Ağa sana bir şey yapmaz değil mi?"
"Yok yok ben sağ koluyum onun, bana zarar veremez merak etme." Kafamı sallamakla yetindim. İçim biraz rahatlamıştı ama hâlâ ona bir şey yapar diye korkmuyor değildim.
Orhan beni Ahmet abinin yanına, Ahmet abi beni dershaneye bırakmıştı. Ahmet abiyi bugün olanları kimseye söylememesi konusunda uyarmıştım. Önce itiraz etse de sonradan kabul etmişti, çünkü o da biliyordu Alaz Ağa'nın silahlı adamlarla yolumu kesmesi bu evlilik meselesini ortadan kaldırır ve direkt kan davası başlardı.
Dershanenin kantininde oturmuş Yağmur'u bekliyordum. İlk dersi kaçırmıştım ve ikinci dersin bitmesine son beş dakika kalmıştı. Birden önümdeki sandalyenin çekilmesiyle irkildim. Karşımdaki kişiyi görünce gözlerimi devirmeden edemedim. "Oturabilir miyim?"dedi. Oturdun ya zaten salak, daha niye izin istiyorsun?
Bu çocuk ben bu yıl dershaneye başlayalı bana yürüyordu ve onu terslememe rağmen hâlâ benimle konuşmaya çalışıyordu. Sanırım yirmi yaşında ya vardı ya yoktu. "Deniz kalk git şu masadan, benden bulma belanı." Zorluyordu beni, hayır tersim pis ona patlamaktan korkuyordum.
"Berva neden böyle yapıyorsun? Sana karşı olan hislerimi biliyorsun ama bana bir kere bile şans vermedin. Başkası mı var diye soruyorum, yok diyorsun. Öyleyse neden bana bir şans vermiyorsun?"
Şöyle bir baktım da yakışıklı bir çocuktu. İçimden bende neden diye sordum ama tek cevap 'İstemiyorum' oldu. Uzun boyluydu yakışıklıydı siyah saçları vardı ama saçları Alaz Ağa'nın saçları kadar siyah değildi. Alaz Ağa kadar uzun ve heybetli de değildi.
Al işte çok uzun konuşuyor ve benim aklıma asla düşünmeyeceğim, asla ama asla düşünmeyeceğim şeyler sokuyordu. Canımı sıkıyordu. Hayır, sanane, sen kimsin ki, ben seni istemiyorum ve bunun başkasının var olup olmaması ile alakası yoktu. Keyif benim değil mi ?İstemiyorum.
"Sana şimdi dokuz bin yedi yüz elli ikinci kez ve son kez söylüyorum, ben seni istemiyorum. Zorla mı ya?İs-te-mi-yo-rum. Bak heceliyorum bile. Bu güne kadar sürekli seni kırmamak için nazik bir şekilde reddettim ama sen anlamak istemiyorsun, beni sert konuşmaya zorluyorsun. Deniz bırak artık peşimi lütfen, yoksa senin için iyi şeyler olmaz."dedim ve ordan kalktım. Daha fazla durursam sanırım ya ona acıyacaktım ya da onu dövecektim.
Genç çocuk Berva'nın arkasından "Görürsün Berva, seni sevmeyi bırakmayacağım ve kalbini kazanacağım."demişti ama bunu Berva duymamıştı.
Kantinden çıkarken sınıfa doğru yürüdüm. Zil çoktan çalmıştı ama ben Yağmur'u beklemeden hemen sınıfa gittim, kantinde oturmak istemiyorum çünkü Deniz'in vazgeçeceğini zannetmiyordum.
Bugün olanları birine anlatmalıyım ve bu kişi kesinlikle Yağmurdu. Yengeme anlatamam çünkü o çok duygusal,daha abimi bile tamamen affetmiş değildi. Sırf bir şaka için onunla küstü ama abim de biraz fazla ileri gitmişti.
YAZARDAN
Alaz Ağa restorandan çıkınca şirkete doğru yola çıktı. Bu arabanın intikamını çok ağır alacaktı. Hak ettiğini biliyordu çünkü kıza o şekilde dokunmaya hakkı yoktu ama söz konusu o kız olunca yaptıklarını kontrol edemiyordu. Mesuliyet de kabul etmiyordu.
Neticede onun canı yanarken kimse umursamamıştı.
Zaten Orhan'ın canına okuyacaktı.
Tabii sinirin yanında üzerinde şaşkınlık da vardı. Yolda giderken bile hala evleneceği kızın nasıl yeşil gözlü cesur kız olabileceğini düşünüyordu. Artık o kadar da cesur bulmuyordu çünkü kız onun gözüne bile bakamıyordu.
Zaten en başta olması gereken buydu, sonuçta o herkes tarafından kötü olarak bilinen Alaz Ağa'ydı ve bu kızın ondan korkması normal bir şeydi.
Şirkete yaklaştığında bir şey farketti. O daha Ayda'ya evlenmek zorunda olduğunu söylememişti. Hem ona karşı bir şeyler hissetmeye başlamışken onu bırakmak istemiyordu, çünkü yeşil gözlü cesur kıza karşı bir şey hissetmediğini düşünüyordu. O kıza karşı içinde sadece kin ve öfke vardı.
Şu an o kadar dolmuştu ki hem evliliğe hem hoşlandığı kızdan ayrılacağına hem onunla uğraşan Emrah Şener'e hem de şirkette üst üste gelen işlere çok dolmuştu ve bütün bu sinirinin sebebi olarak sadece Berva'yı görüyordu.
Daha bitmemiş hesaplar vardı.
Şirkete geldiğinde direkt odasına gitmişti. Ayda'yı şimdi görmeye hazır değildi. En önemlisi de Ayda'nın nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. Az çok tahmin edebilirdi ama bunu tamamen bilemiyordu.
" Ulan şimdi bu dedeleri ana avrat söveceğim o olacak." Dedeleri şimdi karşısında olsa onları tekrar öldürebilirdi.
"Ne olurdu on bir yıl önce bu davayı bitirseydiniz? Ulan ben ailemin katilleriyle evlenmek zorunda mıyım."
Yaklaşık yarım saat sonra kapı çaldı ve içeri Ayda girdi. "Sevgilim neden geç geldin?"
Nasıl açıklayacaktı? Şimdi mi söyleyecekti yoksa biraz daha mı beklemeliydi bilmiyordu. Ayda git gide daha çok ona yaklaşırken eli ile koltuğu gösterdi. Belki bu akşam başka bir kadın ile evlilik kararı çıkacaktı o yüzden onu kendine yaklaştıramazdı.
Ayda bozulmuştu ama göstermemeye çalışıp koltuğa oturdu."Bir sorun mu var?"dedi.
Sorun bitmiyordu ki.
Ağır adımlarla sandalyesinden kalkıp Ayda'nın karşısındaki koltuğa oturdu. Nasıl söze başlayacağını bilmiyordu ama bunu bugün yapmalıydı. Sonunda cesaretini toplayıp "Ayda ben evleniyorum."dedi. Nasıl söylemişti ,nasıl konuşmuştu bilmiyordu ama söylemişti ve bunu söylerken nasıl bir bilinmezliğin içinde olduğunu asla belli etmemişti.
Zaten Alaz Ulusoy bugüne kadar kimsenin karşısında konuşamayacak duruma gelmemişti.
Ayda duyduğu sözlerle şoke olmuştu. İdrak edemedi, yanlış anlayıp anlamadığını bile bilmiyordu. Sormaya karar verdi,sormaya ve bu saçmalıktan kurtulmaya karar verdi. "N-nasıl, kiminle, yanlış mı duydum? Şaka ise hiç komik değil."dedi ağlamaklı çıkan sesi ile. İşte buna dayanamadı adam,d aha bir hafta bile olmadan bir kadının kalbini bu denli kırdığı için nefret etti kendinden. Bu nefret onun adete tüm hücrelerine yayılmış, onu ele geçirmişti. Kim bilir bu nefretten kaç kişi payını alacaktı.
Berva'nın alacağı kesindi.
"Ayda bak yanlış anlamanı istemem, ben seninle oynamadım. Benim söylediğim ,seni kız arkadışım olarak istediğim, gerçekti ama kan davası için başka biriyle evlenmek zorundayım. Bu durumu daha fazla zorlaştırma, beni anla."dedi adam çaresizce. O, hala Ayda'yı sevdiğini düşünüyordu.
"Ne anlaması be, ne zorlaştırması! Kendin yazmış çizmiş evlenmeye karar vermişsin, şimdi de gelmiş hiçbir şey olmamış gibi bana evleneceğini söylüyorsun.
Kan davası var ise Berat evlenseydi ya da ban hiç umut vermeseydin. Seni asla affetmeyeceğim." Kadın adeta feryat ediyordu. Adam buna dayanamadı, sevdiği kadının kahroluşunu izliyordu ve bu kadının her sözünde yerin dibine giriyordu. "Ayda bak benim için de zor , görmüyor musun? Ailemin katiliyle evlenmek benim için de zulüm. Ama yapacak başka bir şey de yok. Bu böyle olmak zorunda, zorlaştırma artık."
Başka bir şey diyemiyordu ki. Sevdiği kadını teselli bile edemiyordu.
"Anladım ben, sen hâlâ beni seviyorsun. Bu sesinden belli Alaz. Ben seni tanıyorum, ama merak etme ben senin için savaşacağım, sen savaşmasan bile. Buna senin yüreğin yoksa benim var. Ne olursa olsun seni bırakmayacağım."dedi kadın, Hâlâ içinde bir umut vardı.
"Aşiret var Ayda, sen bir şey yapamazsın ama beni anlamana çok sevindim. Sakın yanlış bir şey yapma!"
Ayda kafayı yiyecekti. Bir hafta önce ona çıkma teklifi eden Alaz Ağa şimdi karşısında durmuş ben evleniyorum diyordu.
"Yanlış bir şey yapmayacağım, en azından bana göre."deyip odadan çıktı kadın. Adam kadının tehditlerini duymazdan geldi. O da sevdiği adamdan ayrılmıştı ne de olsa. Şu an benim içim nasıl yanıyorsa onun da yanıyordur diye geçirdi içinden. Ama bunları yanlarına bırakmayacaktı, hiç kimsenin.
ΩΩ
Berva sınıfa geçince Yağmur da sınıftan çıkmak üzereydi. Berva'yı görünce birden durdu
"Berva neden geldin ben geliyordum ya, hem kantinde bir şeyler atıştırırdık. Ayrıca sen neden iki ders geç geliyorsun bakalım? Anlatacağım diye mesaj atmışsın çabuk dökül."
Bu kızın dedikodu hızına yetişilmezdi. Nerede dedikodu varsa illa öğrenecekti. Nefes almadan konuşuyordu.
"Bi dur kızım be, bi nefes al. Sınıfa geldim çünkü Deniz geldi kantine. Yine her zamanki gibi konuştu, ben de geldim. İki ders geç gelmemin nedenini ise bir köşeye geç anlatacağım."
Yağmur hemen boş bir köşeye geçti. Neler olduğunu çok merak ediyordu.
"Anlat hadi."
Berva gözlerini devirdi ve anlatmaya başladı. "Bu sabah okula gelirken birkaç araba silahlı adam önümüzü kesti."demesi ile Yağmur "Ne?"diye güçlü bir çığlık attı. "Bir sus kızım be, biri duyacak. Neyse arabaya binmemi söyleyince ben de bindim, bir de ne göreyim? Bunu yapan kişi Alaz Ulusoy'muş."demesi ile Yağmur bir çığlık daha attı.
"Ya kızım bir sussana. Anlatmam bak vallaha. Neyse benimle konuşmak istiyormuş, evliliği kabul edip etmediğimi sordu. Bende kabul ettiğimi söyledim. Zaten o da kabul etmiş, bu akşam bize yemeğe geliyorlar."diye bir çırpıda anlattı fazla ayrıntıya girmeden.
"Oha kızım ya ben neye şaşıracağımı unuttum. Adamın seni kaçırmasına mı, evliliği kabul etmesine mi yoksa bu akşam size yemeğe gelmesine mi şaşırsam bilemedim."
"Hiç sorma ya, her şey çok hızlı gelişiyor ve ben korkuyorum."
Berva gerçekten çok korkuyordu. Cesur bir kadın olabilirdi ama Alaz Ağa'nın namını da biliyordu. Üstelik tanımadığı bir adamdı ve her iki karşılaşmasında da adamın sert sözleriyle karşılaşmıştı.
"Ya niye korkuyorsun ki? Bak biliyorum istemediğin bir evlilik ama bu iki taraf için de öyle. Boşa kuruntu yapıp durma. Hem ailen senin yanında dahası var mı?" diye onu sakinleştirmeye çalıştı yağmur.
"Yağmur bu akşam bize gelir misin?" Yağmur ayıp ediyorsun der gibi bakıp cümleleriyle de geleceğini onayladı.
"Tabii ki geliyorum. Sen bunu soruyor musun? Sen istemesen bile gelirdim ben zaten."deyip ona sıkıca sarıldı Yağmur. "İyi ki varsın."
"Sen de İyi ki varsın."
Berva ile Yağmur beraber eve gelmişti. Yağmur annesinden izin alıp direkt Berva'ların konağına gelmişti çünkü akşam için onu hazırlamalıydı. Tabii bundan Berva'nın haberi yoktu.
Akşam için bir sürü çeşit yemek hazırdı ve misafirlerin gelmesine az bir zaman kalmıştı. Her iki ailede de heyecan çoktu çünkü iki kan davalı aşiret ilk defa birbirinin evine gidecekti, üstelik evlilik için.
Yağmur, Berva'yı odaya getirmiş ona zorla kıyafet denetiyordu. Berva bu durumdan oldukça sıkılmıştı. "Yağmur ne yapıyorsun ya sanki istemeye geliyorlar, alt tarafı bir akşam yemeği."
"Olsun canım müstakbel kocana güzel görünmelisin."dediği an Berva'nın sert bakışlarıyla karşılaşıp ağzına fermuar işareti yaptı ama elbise denetmekten vazgeçmedi.
Berva yirminci elbiseden sonra artık sadece giyinip soyunuyordu. Ne yaparsa yapsın Yağmur'a söz geçiremiyordu ve artık kendini tamamen ona bırakmıştı. Hiç beklemediği anda aniden yükselen ses ile irkildi."
"İşte bu. Berva çok güzel oldun kızım, adamın dibi düşecek." Yağmur'un dediklerine takmayıp aynaya döndü ama elbise gerçekten de çok güzeldi. Hem sade olduğu için yemek için de uygundu.
Elbisesi mat yeşildi ve gözünü ortaya çıkarıyordu. Çok açık olmadığı için rahatlıkla giyebilirdi.
Dizinin bir karış altında, üstten vücudu saran ama belden aşağısı düz aşağı inen spor elbisenin etek uçları pileliydi. Kolları biraz fazla açıktı ama elbisenin güzelliğinin yanında bu bir kusur bile değildi. Kolları askılı ve askısı kalındı. Altına beyaz bir spor ayakkabı giymişti ve çok güzel duruyordu.
Ama şu an gerçekten çok güzel görünüyordu.
Yağmur Berva'yı makyaj masasına oturtup hafif bir makyaj yaptı. Yeşil gözleri böylece daha çok ortaya çıkmıştı.
Diğer hazırlıkları da tamamlayıp aşağı inmeleriyle gözler onlara döndü.
"Kızım çok güzel olmuşsun, maşallah."
Annesi buruk bir şekilde konuşmuştu çünkü kızının istemediğini biliyordu.
"Teşekkürler Meryem Sultan." Berva annesinin sesindeki durgunluğu anlayınca neşeli bir şekilde konuşmuştu ama ailesinin içi bir türlü rahat olamıyordu.
Bahçede oturacakları için sedirler hazırlanmıştı,her şey tamam görünüyordu. Bir süre sonra kapı çaldı, Berva'nın eli ayağı birbirine dolandı. Ama işte çoğu genç kız gibi onunki heyecandan değildi, korkudandı.
Mirhan Ağa kapıyı açmak için işaret verince konağın büyük kapısı ihtişamına yakışır bir şekilde açıldı.
BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ
OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN
|
0% |