Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@aycakayca1

Arkadaslar, Yine on gün olmadan bölüm atıyorum. Sizden ricam destek olmanız. Oy veren herkese teşekkür ediyorum ama sizden bir ricam da var.

 

Lütfen satır aralarına da

yorum yapar mısınız🤎💚

 

Kesitleri tiktok ve instagram aycakayca.1 hesabından paylaşıyorum

 

Buraya bir destek yorumu alabilir miyim?

 

Anlaştıysak okumaya başlayabiliriz.

 

Berva'nın kalbi göğsüne sığmıyordu. Tanımadığı bir adamla az sonra evliliklerine karar verilecekti. Korku hat safhadaydı onun için. Kalbi korkudan kafese kapatılmış bir kuş gibi çırpınıyordu.

 

Tek fark, bir kuş kafes açıldığında kurtulabilirdi ama Berva, o kafes açık olduğu halde çıkamıyordu.

 

Çaresizdi.

Elinden gelse şu dakika kaçıp giderdi ama değildi işte. Son zamanlarda olanlar hiçbir şekilde onun kontrolü dahilinde olmuyordu.

 

Konağın kapısı ihtişamına yakışır şekilde açılınca herkesin gözü oraya kaydı. Kapıdan içeri sırası ile Kadir Ağa, Efsun Hanım, Diyar, Berat ve son olarak da Alaz Ulusoy girdi. Onlar kararlarını verdikten sonra diğer akrabaların da bazıları gelecekti. Sonuçta bu dava hepsinin arasındaydı.

 

Yekta Ağa onlarla birlikte başka bir ağanın gelmemesini yadırgamadı çünkü onlar da kim ne derse desin yanlarında başka birini istememişlerdi.

 

Bu sorunu kendi aralarında konuşarak halledeceklerdi. Sonuçta çocuklar onlarındı, yanan ciğer de onlarındı.

 

Diğer aşiret büyükleri olabilecek herhangi bir sorun için gelmek istemişlerdi ama Kadir Ağa ve Yekta Ağa kesin bir dille reddetmişti. Onlar "Biz buradayken sorun çıkmaz, ki zaten konu kesin oluncaya kadar diğer akrabalar çağırılmayacak." deyince diğer ağalar da kabul etmişti.

 

Bu davanın Yekta Ağa ve Kadir Ağa'nın ailesi arasında olacak akrabalık ile bitmesinin nedeni: Çetiner aşiretinden Hazar ile Ulusoy aşiretinden Adar'ın kavga etmesiydi. Ulusoy aşiretinde bekar olan en büyük kişi Alaz olduğu için evlenecek kişi de oydu. Eğer Ulusoy aşiretinde bekar olan başka büyük biri olsaydı evlilik onunla olurdu.

 

Çetinerler kendilerine yakışır şekilde misafirlerini ağırladılar. Berva hepsine sadece başı ile selam verip hoşgeldiniz demişti. Alaz Ağa'ya ise sadece hoşgeldiniz demişti. Alaz Ağa ise kafasını sallayıp içeri girdi, bir hoşbuldumu bile çok görmüştü.

 

"Buyurun, sofra hazır olana kadar avluya geçelim."demişti Yekta Ağa. Her ne kadar bu aşiretin ağası Mirhan Çetiner olsa bile babası buradayken ona saygısızlık yapıp konuşmazdı. Alaz da öyle. O da ağa olmasına rağmen babasına saygı duyardı ama bir farkla, Alaz her zaman babasının fikri farklı bile olsa o fikri babasına kabul ettirip kendi dediğini yapardı.

 

Herkes avluya geçince iki aile arasında nasılsınız, iyimisiniz muhabbeti geçti. İki aşiret bu güne kadar toplantılarda dahi konuşmamıştı. Herkes ayrı ayrı fikrini belirtmişti bu güne kadar. İlk defa karşı karşıya oturup konuştukları için biraz gerginlerdi. Sonuçta kan davalı olan iki aileydi onlar.

 

Berva, Diyar'ın gözündeki korkuyu görebiliyordu. Korku gözlerinde somut bir hal almıştı. Gözle görülebilir, elle tutulabilir olmuştu ve onu sadece Berva anlayabiliyordu.

 

"Ağam sofra hazır."diyen Hacer Hanım'ın sesi ile Yekta Ağa"Buyurun sofraya geçelim."deyip ayaklanmıştı. Sofranın bir başına Yekta Ağa, diğer başına Kadir Ağa oturmuştu. Mirhan burada da saygısını gösterip yerini Kadir Ağa'ya vermişti. İki aile de şimdi karşılıklı oturmuştu.

 

Meryem Hanım'ın karşısına Efsun Hanım, Hazar'ın karşısına Diyar, Berva'nın karşısına Alaz, Mirhan'ın yanına eşi Zeynep, karşısına ise Berat ,Zeynep'in karşısına ise Yağmur oturmuştu. Yemekte kimse konuşmamıştı, herkes biraz sonra çok hararetli bir konuşma olacağını biliyordu.

 

Herkes yemeğini yedikten sonra Yekta Ağa nerede oturmak istediklerini sorunca Kadir Ağa avluda oturmak istediklerini söyledi. Bunun üzerine Yekta Ağa misafirleri ile avluya geçmişti. Normal bir misafirlik değildi. Bugün dört kişinin de hayatını etkileyecek bir kararda fikirlerini soracaklardı. Sanki bilmiyormuş gibi.

 

Bir süre sonra çaylar ve yanında tatlı tuzlu karışık atıştırmalıklar gelmişti. Kadir Ağa'nın söze girmesi ile gerginlik biraz daha arttı.

 

"Yekta Ağa, artık bizi çağırmanın nedenini konuşalım mı?"

Aslında iki taraf da biliyordu nedeni ama konuşma bir şekilde başlamalıydı.

 

"Kadir Ağa konuyu sen de bilirsin, gençler gereksiz yere tartışıp kavga çıkarmışlar. Bu durum güzel bir şey değil. Biz kan davası nedeniyle yıllardır sizlerle haşır neşir olmayız ki sizler de öyle. Büyüklerimizin yaptığı hatayı düzeltmeyip bu günlere taşımak da bizim hatamız."

 

Buna katılıyordu Alaz Ağa. On bir yıl önce bu dava bitirilmeliydi. Bundan sonra olacak hiçbir şeyin sorumlusu o değildi.

 

Yekta Ağa konuşmanın sonunun nereye gideceğini bildiği için ağır ağır konuşuyordu. Sanki zaman kazanırsa canı daha az yanacaktı.

Kadir Ağa ise aynı şekilde hiç konuşmadan dinliyordu. Hak veriyordu da.

Diğerleri ise aynı gerginlikle dinliyordu söylenenleri.

 

"Keşke elimizden gelse de bu durumu aşiret kendi arasında bir barışla halletse ama artık iş büyüdü ve genç yaşlı demeden herkes ilk fırsatta barış olsa bile atağa geçecek. Bu nedenledir ki aşiret büyükleri akrabalığı teklif etmişler, biz de sizi buraya hem kararınızı öğrenmek hem de kararımızı açıklamak için davet ettik."dedi Yekta Ağa.

 

Kararı iki taraf da çok iyi biliyordu ve hatta bu kararı kesin şekilde bilen iki kişi vardı bu ortamda: Berva ve Alaz.

 

"Kadir Ağa ben kızımı tanımadığım bir eve gelin vermek istemem. Bu yüzden kararı kızıma bıraktım. Kızım benim başımı eğmedi ve sırf bu kan davası bitsin diye bu evliliği kabul ettiğini söyledi. Oğlum zaten kavgaya dahil biri olduğu için konuşmaya hakkı bile olduğunu düşünmüyor, kardeşinin durumundan kendini sorumlu tutuyor ve eğer Diyar kızımız kabul ederse bu evlilik oğlumun da kabulü."dedi Yekta Ağa tekrardan.

 

Bu konuşma onu oldukça zorluyordu çünkü kızı onun bir tanecik kızıydı. Kızına çok düşkündü. Yekta Ağa'nın bu yaştaki kızının başını okşayıp onu dizinde yatırmışlığı bile vardı.

 

Kadir Ağa derin bir nefes alıp konuşmaya başladı."Yekta Ağa, ben de kızımın sevmediği, istemediği biriyle evlenmesini istemem. Benim kızım da tıpkı Berva kızımız gibi kan davası olmasın diye bu evliliği kabul etti. Berva kızımız da kabul ettiyse, oğlum Alaz Ağa da kabul etmiştir."

 

Berva ve Diyar tüm bu konuşmaları bir yabancıymış gibi dinliyorlardı. Ellerinde olsa ikisi de yeter artık diye bağıracaktı. Olmuyordu ama, hiçbir şey inadına inadına yolunda gitmiyordu.

 

Yekta Ağa ve Kadir Ağa'nın aynı anda çocuklarına dönüp gözleri ile fikirlerini sorması ile dördü birden kafasını sallamıştı. Bunun üzerine Kadir Ağa ve Yekta Ağa"O halde hayırlı olsun."dediler sıkkın bir nefes eşliğinde.

 

Canları yanıyordu ve bunun bir çaresi yoktu. Çocukları istemedikleri bir evlilik yapıyordu. Bundan sonra ise onlara mutlu olmaları için dua etmek kalıyordu.

 

Yekta Ağa ve Mirhan, Hazar'a iyi bir eş olma konusunda yardımcı olacakları için onların bu konudaki endişesi Kadir Ağa kadar fazla değildi.

 

Kadir Ağa Alaz'ın yapacağı hiçbir şeye engel olamazdı. Bu yüzden endişe içinde soluyordu.

 

Kadınlar verilen karardan ne kadar mutlu olmasa da, ne kadar gözyaşı dökse de yapacak bir şey yoktu.

 

Diyar, Yağmur ve Zeynep gözyaşı dökerken Berva boğazındaki yumru ile onlara bakıyordu. Onların bu halini Hazar, Berat ve Mirhan çaresizce izliyor, Alaz ise sadece Berva'ya sinirli bir şekilde bakıyordu.

 

Birkaç saniye sonra Berva'nın da gözünden akan tek damla yaş onun için beklendikti fakat ikincisi akınca hemen elinin tersiyle silip kendini gülmeye zorladı. Onun bu yaptığını ve yaparken de canının ne kadar yandığını bir tek Alaz Ağa gördü.

 

Bir damla yaş mı bu kadar canını yakıyordu. Öyleyse daha çok yanacaktı.

 

Berva üzerindeki bakışlara daha fazla dayanamayıp Diyar'a ve Zeynep'e kaş göz hareketleri ile onu takip etmelerini söyledi ve Yağmur'u da yanına alıp mutfağa doğru yürüdü. Her adımda sanki kalbi eziliyormuş gibi hissediyordu. Hem sinirli hem de üzgündü. Diyar'ın ise ondan bir farkı yoktu.

 

Dörtlünün mutfağa geçmesi ile konağın büyük kapısı tekrar açıldı. Şimdi artık Yekta Ağa'nın ve Kadir Ağa'nın bütün erkek kardeşleri ve yeğenleri Çetiner konağındaydı. İlk defa kan davalı olan bu iki aşiret tek çatı altında toplanmıştı ve birazdan barış imzalayacaklardı.

 

Berva'nın üç amcası daha vardı.

 

Serdar Çetiner ,Ali Çetiner ve en küçük amcası Aziz Çetiner'di.

 

Alaz'ın da üç amcası vardı.

 

Ahmet Ulusoy ,Mustafa Ulusoy ve Hebun Ulusoy'du

 

Serdar Çetiner'in oğulları Ömer, Ali Asaf ve Osman

Ali Çetiner'in oğulları Bawer, Baran ve Mehmet

Aziz Çetiner'in oğulları Boran ve Zınar gelmişti.

 

Ahmet Ulusoy'un oğulları Fırat, Adar ve Kani

Mustafa Ulusoy'un oğulları Kenan ve Kemal

Hebun Ulusoy'un oğlu Affan gelmişti.

 

Hepsi beraber geçip avluya oturdu. Yekta Ağa bu güne özel yardımcı getirmişti. Hemen herkese aç olup olmadıkları sorulmadan yemek hazırlandı fakat hiç biri yemediğinden yemekler yarın ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere toplandı.

 

Gelen herkesin karşısına çay ve atıştırmalık bırakılıyordu. Efsun Hanım ve Meryem Hanım mutfağa kızlarının yanına geçmişti. Onlarla Hatice Hanım ve Hacer Hanım ilgileniyordu. Dışardaki erkeklerle ise gelen erkek yardımcılar ilgileniyordu.

 

Kadınlar içeride çekingen bir şekilde muhabbet ederken Berva ve Diyar hiç konuşmuyordu. İki aşiretin de kadınları gelmemişti çünkü olası bir şeyde onlara zarar gelmesi, durumu dönülmez bir yola sokabilirdi.

 

Efsun Hanım ara ara Berva'ya bakıyor güzelliği karşısında Maşallah demeden edemiyordu. Tabii aynı şey Diyar için de geçerliydi. Zira Meryem Hanım da kaçamak bakışlarla Diyar'ı süzüyordu.

 

Berva bu bakışların farkındaydı ve onlardan kaçmak için

odasından telefonunu alacağını söyleyip mutfaktan çıktı. Birden çarptığı kişi ile dengesini kaybetti ama düşmedi. Çarptığı kişi Alaz Ağa'ydı ve onu tutmaya bile çalışmamıştı.

 

Berva düşmemişti ama çarptığı kişiye de tutunamadı. Zaten çarptığı kişinin geri çekildiğini görmüştü.

 

Alaz Ağa sanki hiçbir şey olmamış gibi zoraki bir soru sordu sert bir şekilde.

 

"Lavabo ne tarafta?"

 

Sesinin sertliği karşısında Berva ürperdi. Neden böyle yaptığını anlamıyordu ama o da onun kadar sert bir şekilde "Soldaki ikinci kapı."deyip merdivenlere doğru yürüdü. Tabii kolunun tutulması ile pek başarılı olamadı.

 

"Ne yapıyorsun, bıraksana kolumu! "dese bile Alaz Ağa bırakmıyordu. Berva acıyan kolunu onun ellerinden kurtarmak için birkaç defa uğraşsa da fayda etmiyordu.

 

Bu adamın koluyla alıp veremediği neydi?

 

"Bir daha bana sesini yükseltme!"

 

Berva biri görür korkusuyla başını sallamıştı ama farklı bir zamanda farklı bir yerde olsaydı tartışma çıkarabilirdi.

 

"Bugün yaptığın şeyin hesabını da vereceksin Çetiner kızı. Benim olana zarar vermek ne demekmiş göreceksin."

 

Arabaya yaptıklarından bahsediyordu. Berva da bu yüzden hemen elinden kurtulmaya çalışıyordu ya. Amacı Alaz Ağa hatırlamadan çekip gitmekti.

 

Berva'nın verecek çok cevabı vardı ama bir gören olur da yanlış anlar diye cevap vermedi. Zaten Alaz Ağa da ondan bir cevap beklemiyordu. Söyleyeceklerini söyleyip kolunu bırakıp gitmişti. Onun gitmesi ile Berva da telefonunu alıp tekrar mutfağa geçti. Bir daha da onu görmemek için çıkmazdı.

 

Alaz avluya dönünce babasının konuşmaya başladığını duydu. Sözü babasına verip çıkmıştı zaten oradan. Ne olursa olsun evlilik konusunda konuşmaktan kaçınacaktı. Babalar bu günler için vardı.

 

Ailesinin katilinin torunu ile evlenmesi bile onun için azaptı.

 

"Herkesin önünde söylüyorum ve yarın da ben ve Yekta Ağa diğer aşiret büyüklerine söyleyeceğiz. Biz akraba olmayı kabul ediyoruz ve bu kan davasını burada sonlandırmak istiyoruz. Bu günden sonra Çetiner ve Ulusoy aşireti arasındaki dava bitmiştir. Kim yanlış bir harekette bulunursa gözünün yaşına bakılmayacağını bilsin. Yakında düğün olacak, belki de iki ailenin de kanını taşıyan çocuklar olacak. Bundan böyle kimse kin gütmeye, düşmanlık beslemeye devam etmesin."

 

Kadir Ağa iyi konuşmuştu hoş konuşmuştu ama bu çocuk meselesini duyan dört kişi bundan memnun değildi. Daha evlilik yoktu ve ailelerinin karşısında çocuktan bahsediliyordu.

 

"Kadir Ağa haklıdır, biz akrabalığı kabul ettik ve bu kan davasını burada bitirmek istiyoruz. Sizler de buradayken söylemek isterim ki yarın her iki aşiret ve diğer aşiretleri çağırıp barış yemeği vereceğiz. Bundan sonra ne benden ne karşı aileden kimse kimseye düşman gözüyle bakmayacak. Bakan olursa onu Mardin'den sürerim."

 

Yekta Ağa da kendi ailesine durumu güzel bir şekilde açıklamıştı.

 

"Yemeği iki aşiretin ortak kararı ile meydandaki büyük alanda vereceğiz."

 

Her iki taraftan onay anlamında mırıltılar dökülünce tatlılar gelmeye başladı. Tatlılar yavaş yavaş bitince Kadir Ağa "Biz artık kalkalım Yekta Ağa, daha aşiretlere haber salıp yarınki alanı kontrol ettireceğiz."dedi.

 

"Bizim aşiretten de bir kaç kişiye söyleriz beraber düzenlesinler."

 

Kadir Ağa başını sallayıp ayağa kalktı. Her iki ailedeki herkes tek tek tokalaşıp bu barışı tebrik etti. Daha sonra tek tek konaktan çıktılar. Diyar ve Efsun Hanım da Meryem Hanım, Berva ve Yağmur ile vedalaşınca hep beraber konaktan ayrıldılar.

 

Onlar gittikten sonra Yağmur da izin isteyip konaktan ayrılmıştı. Berva ne kadar kal dese bile kabul etmeyip eve gitmişti.

 

Berva kimseye hiçbir şey söylemeden odasına çıkmıştı. Ne babası ne annesi ne de abileri böylece çekip gitmesine bir şey diyemedi çünkü yaşadıkları kolay şeyler değildi.

 

Berva bugün hiçbir şey yapmamasına rağmen oldukça yorulmuştu. Üstelik bu yorgunluk sadece bedenen değildi. İçinde bir yer artık sürekli ona uyuması gerektiğini söylüyordu. Canını yakan her şey ona bir ninni gibi gelip uykusunu getiriyordu. Umuyordu ki bir gün bir yerlerde hiç uyanmamak üzere uyuyacaktı.

 

Bu ninni onu hiç uyanmayacak kadar derin uyutamaz mıydı?

 

Odasına çıkar çıkmaz hemen banyoya girip soğuk bir duş aldı. Yoksa yine düşüncelere boğulabilirdi. Banyodan çıktıktan sonra hemen üstünü giyinip saçını kurutmadan yatağa uzandı. İçinden bir şey yapmak gelmiyordu.

 

Zaten o her şeye hastalanan bir kız değildi. Hatta pek fazla soğuk almadan yada çok fazla üzgün ve stresli olmasa hasta bile olmuyordu. Saçını kurutmaması ona zarar vermezdi.

 

Kafasını yastığa koyar koymaz düşünceler aklına sirayet etti. Onun, Diyar'ın, Alaz'ın ve Hazar'ın yaşadıkları hiç kolay şeyler değildi.

 

Kaç gün daha geçerse bu duruma alışırlardı?

 

Kaç gün sonra bu acılar dinerdi?

 

Bu acıların dinmesinin tek yolu vardı, o da bu kaderi kabullenmekti. Madem bu evliliği kabul ettiler, beraber bu evliliği yaşanır hale getireceklerdi. Diyar ve Hazar belki başlarda sadece yabancılık çekeceklerdi ama Berva, Alaz'ın sinirinden nasibini oldukça sert bir şekilde alacaktı ve bu evliliği Alaz zor bir hale getirecekti.

 

.......

 

Alaz eve gider gitmez hemen terasa çıkıp bir sigara yakmıştı. Aklına her yeşil gözlü cesur kız geldiğinde siniri katlanarak artıyordu. Şimdi aklında Ayda vardı, ne de olsa onu yolun yarısında bırakmıştı ve kız kendini kullanılmış hissediyordu.

 

Ayda'nın şirketteki işini başka bir bölüme almıştı. Bundan sonra onun dosyalarıyla Ayda ilgilenmeyecekti.

 

Ne olursa olsun evleniyordu. Ayda ile yakın olması yanlıştı.

 

O sevdiğini düşündüğü kızdan ayrılmıştı ve bunun kinini Berva'ya atıyordu.

 

Efsun Hanım ve Meryem Hanım da kızları için üzülüyorlardı. Oğulları başının çaresine bakardı ama kızları tamamen el oğlunun merhametine kalmıştı. Her iki anne de uyumadan önce kızlarının saçını okşayıp odalarından çıkmışlardı.

 

Yarınların güzel olması umudu ile...

 

Berva sabah kalkınca hemen üstünü giyinip banyoda işini halledip aşağı indi. Tahmin ettiği gibi babası ve abileri evde değildi. Aşiret ağalarını bugünki yemeğe davet etmek için çıkmış olmalılardı.

Mutfakta sadece Hacer Teyze, Hatice abla, Meryem Sultan ve Zeynep vardı. O da hemen onların yanına gitti. "Günaydın Meryem Sultan ve bu evin diğer kadınları. Babam ve abilerim nerede?"dedi.

Meryem Hanım"Kızım baban ve abilerin sabah erkenden ağalara haber vermek için çıktı. Ondan sonra da meydana ağaları karşılamaya gidecekler."dedi. Yemek öğlen vakti olacaktı ve ağalara haber verir vermez iki taraf da meydanda buluşacaktı.

 

Bugün günlerden cumartesi olduğu için Berva dershaneye gitmemişti. Aslında şimdi o toplantıda olup neler olduğunu görmek isterdi ama kendini o kadar dinç hissetmiyordu. Berva çok isterse yapmayacağı şey yoktu ve istese o aşiret toplantısına katılabileceğini biliyordu. Babası ve abileri daima arkasındaydı çünkü.

 

"Tamam Meryem Sultan. Ben kahvaltı yapmayacağım, Rüzgar beni bekliyor yolda bir şeyler yerim."

 

Mutfaktan çıkarken annesinin arkasından deli kız diye söylenmesini duymadan ahırdan babasının doğum gününde aldığı atı alıp konaktan çıktı.

 

•°•

 

İki aile yemek yiyilecek meydanda misafirlerinin gelmesini bekliyordu. Alaz Ağa Hazar'a öfkeli bakışlar gönderiyordu ve Hazar bunun farkındaydı ama o da onu haklı buluyordu. Kendisi bile kendine kızgındı. Aslında biliyordu suçlu karşı taraftı ama o da kavgaya engel olabilirdi, tabii kısa süre içinde aşiretlerin geri kalanı gelmeseydi.

 

Suçlu Hazar olsa bile, ki o değil, Berva'nın bu kavgada herhangi bir rolü yoktu ama Alaz Ağa ona Hazar'dan bile daha öfkeliydi. Haksızdı, yanlış yapıyordu, farkında değildi ama farkına varınca çok geç olacaktı.

 

Kadir Ağa ve Yekta Ağa yan yana durmuş konuşuyordu. Onlar da bu kan davası yüzünden bu güne kadar aşiret toplantıları hariç konuşmamışlardı. Onlar bu kan davasında suçlu olan taraflar bile değildi, dedelerinin arasında olan bir davaydı ama o dava en son iki aşiretten de birer kişinin ölmesi ile durulmuşt ve bu güne kadar süregelmişti.

 

Berva böyle düşünüp saçma buluyordu. Neden en son iki aileden de birer kişi ölmesine rağmen bu dava sonlanmamıştı?

 

Bunun cevabını kimse veremezdi.

 

Mirhan Ağa babasının yanında durmuş Berat ile konuşmalarını dinliyordu. Sadece Hazar ve Alaz onlardan uzak bir yere gitmişti ama bu da ağalar gelene kadar geçerli oldu.

 

Bir süre sonra ağaların gelmesi ve yemek için kurulan binlerce kişilik masalara oturmaları ile yemek servisi başladı. Yekta Ağa Kadir Ağa'ya bakıp ikisi de ayağı kalktı ve boğazını temizledi. Onların bu hareketi ile ağaların ve onlarla birlikte gelenlerin gözleri onları buldu.

 

Kadir Ağa konuşmaya başladı ve"Ağalar bundan bir kaç gün önceki kavgayı bilirsiniz, bu kavgadan sonra Ahmet Ağa her iki tarafın akraba olmasını teklif etmişti. Biz de bu kararı düşündük ve akrabalık teklifini kabul ettik. Bugün de buraya bu kan davasının bittiğini herkese duyurmak için sizleri çağırdık. Yakın zamanda da iki aşiret arasında bir akrabalık olacaktır."dedi ve sözü Yekta Ağa'ya bıraktı.

 

"Biz kararımızı verdik, evlatlarımıza sorduk onlar da kabul etti. Şimdi diyeceğimiz tek bir şey vardır. Hayırlı uğurlu olsun."

 

Orada bulunan ağalardan yaşlı olan biri sözü ele alıp"Ama bu barışın duyurulması için ilk önce akraba olunması gerekiyordu. Gerekirse söz yapılacağı gün bütün ağaları söze davet edip orada duyururdunuz. Şimdi bir sorun çıkarsa bütün bu çabalar boşa gitmiş olur."dedi.

 

"Merak etmeyesin Sozdar Ağa, biz sizi söze de davet ederiz ama sözden önce iki aile birbirine gidip gelecek o yüzden bu barışı duyurmamız gerekiyordu. Hadi afiyet olsun."

 

Yekta Ağa'nın sözlerini mantıklı bulacaklar ki kimseden başka bir itiraz sesi yükselmedi.

Herkes hayırlı olsun deyip yemeklerini yemişti, sonra küçük bir konuşmadan sonra ağalar tek tek tebrik edip geri gitmişti. Geriye sadece iki aile kalmıştı.

 

"Yekta Ağa buraya yakın bizim küçük bir bahçemiz var istersen biraz gidip orada konuşalım."

 

Kadir Ağa'nın aradaki soğukluğu kapatmaya çalıştığı bariz bir şekilde belli oluyordu ve Yekta Ağa'nın da ondan kalır yanı yoktu.

 

Yekta Ağa'nın onaylaması ile iki aile adamın dediğinin aksine oldukça büyük , her tarafı yeşillik ve bazı yerlerinde oturmak için alan bulunan bir bahçeye gelmişti. Geniş kamelyalardan birine oturup konuşmaya başladılar. Bu zaman aralığında söz,nişan ve düğün tarihi konuşuldu ve bu tarihler alınırken Alaz ile Hazar'a danışıldı. Kızlara kimse bir şey sormamıştı bu konuda. Tabii eve gidip bu tarih size de uyar mı derlerdi ama kızların zaten kabul edeceğini biliyorlardı.

 

Ama orda bulunan öyle bir kişi vardı ki, kızını başının üzerinde taşıyan, onu diğer çocuklarından ayırmayan ve her daim onun yanında olacağına dair söz veren bir baba. Yekta Çetiner. Kaş göz hareketleri ile Mirhan Ağa'ya kızını aramasını ve bu tarihleri kabul edip etmediğini sormasını istemişti. Berva'dan gelen onay ile bu sefer Alaz Ağa kardeşini arayıp onay almıştı. Böylece söz, nişan ve düğün tarihi belli olmuştu.

 

İki farklı adam, iki farklı sıfat ile, birbirinden haberleri olmaksızın biri kızının diğeri kardeşinin tercihini merak etmişti. Hiç şüphesiz Kadir Ağa da kızını seven biriydi ama Alaz Ağa kardeşini sınırsız bir sevgi ile seviyordu ve tırnağına taş değmesine izin vermezdi.

 

Kardeşleri onun kırmızı çizgisiydi...

 

Kan davasını sonlandırdıklarını bütün herkese söyledikleri için düğün tarihi yakın bir zaman olmalıydı. Bunun için üç gün sonra söz, sözden bir hafta sonra nişan ve nişandan iki hafta sonra da düğün için karar kılmışlardı.

 

İki kız da tarihleri bu kadar erken beklemiyordu ve içleri kan ağlaya ağlaya kabul etmişlerdi. Berva'nın sınavına iki ay kadar bir süre kalmıştı ve tarihlere bakılırsa düğünden bir ay sonra sınavı vardı. Başvurusunu çoktan yapmıştı ve kesinlikle o sınava girecekti ama ilerdeki kocasının buna izin verip vermeyeceğini bilmiyordu.

 

İki aile de evine dönünce yorgun bir şekilde oturup aileleri ile konuştular. Yemek öğlen vaktiydi ve sonrasında da tarihleri konuşmak derken akşam olmuştu. Herkes yemeğini yiyip erkenden odasına çıktı ama bu gece de uyku bazılarına haramdı. İki anne evlatlarına ,abiler kardeşlerine, kızlar kendi haline , babalar da ailelerinin bu haline yanıyordu. Yine hepsi düşünceli bir şekilde zehirden beter bir uykuya çekilmişti.

 

•°•

 

Sabah olunca iki aile de söz için hazırlıklara başlamıştı. İki gün sonra Ulusoy konağında iki çift için söz kesilecekti. Kadir Ulusoy sözün kendi konağında olmasını istemişti ve Yekta Ağa bunu zor da olsa kabul etmişti. Kına da Çetiner konağında olacaktı. Nişan ve düğün de zaten salonda olacaktı.

 

İKİ GÜN SONRA

 

21 Nisan 2022

 

Bugün iki aile arasında söz kesilecekti. Bütün ağalar davetliydi ve Berva sabah erken kalkıp Yağmur ile beraber Ulusoy konağına gitmişti. Ne de olsa bu söz onundu ve misafirler onun da misafiriydi. Bir işin ucundan tutmak için gidiyordu ama biliyordu, zaten o kadar yardımcı vardı ki ona iş yapmak düşmezdi bile.

 

Yekta Ağa yardımcı göndermek istemişti ama Kadir Ağa onu reddetmişti. O yeteri kadar yardımcı ayarlamıştı söz için. Alaz ve Hazar da hala şirkette işler ile uğraşıyorlardı. Öğlen vakti çıkıp kuaföre gidip ordan da konağa giderlerdi, öyle düşünüyorlardı.

 

Berva, şoförü Ahmet abi ile birlikte Ulusoy konağına gelmişti. Yardım için geldiğini söylese de Efsun Hanım onları Diyar'ın odasına göndermişti. Diyar ile beraber öğlene kadar sohbet ettikten sonra Yağmur'un zorlaması ile iki kız da kalkıp giyinmişti. Çetiner ailesi de gelmişti ki zaten ağalar da yavaş yavaş konağa geliyordu ve Alaz Ağa ile Hazar da gelip başka odalara geçmişlerdi giyinmek için.

 

Diyar açık yeşil bir elbise hafif bir makyaj ve krem rengi bir topuklu ayakkabı giymişti. Elbisenin üst kısmı tamamen tülle kaplanmıştı ve uç kısımları yeri süpürüyordu. Zarif elbise içinde göz alıcı duruyordu.

 

Hazar ise gri renk bir takım giymişti.

Her ne kadar ısrar etseler bile asla o gri takımın içine açık yeşil bir mendil takmamıştı. Zaten Diyar da ona bununla ilgili herhangi bir şey söylememişti.

 

Berva ise beyaz bir elbise beğenmişti ama nikah elbisesi gibi durduğu için ruh hali gibi siyah bir elbise ve sade bir makyaj yapmıştı. Pırlanta küpeler biraz uzun olduğu için kolye tercih etmemişti. V yaka elbiseden biraz fazla açık kalan boynunu sorun etmiyordu.

 

Onun da elbisesinin uç kısmı yeri süpürüyordu ve kolları tamamen tüllerden oluşuyordu. Siyah, bir insana ne kadar kasvet veriyorsa Berva şu an o kadar iç açıcı bir güzellikte görünüyordu.

Alaz ise siyah bir takım elbise giymişti. Siyah gömlek, siyah kravat ve siyah cep mendili ile gayet yakışıklı görünüyordu.

 

Alaz Ağa'nın ve Hazar'ın da onlara katılması ile kız isteme başladı. Önce kızlar kahve yapıp getirmişti. Diyar kahveye tuz katmazken Berva her baharattan biraz koymuştu. O gün ona bağırmasının hıncını alacaktı. Hazar kahveyi içerken yüzünü hiç buruşturmadığı için Alaz da kahvesini direk içti ama boğazındaki yanma hissi kendini iki-üç saniye sonra gösterdi.

 

Sanki her gün acı kahve içiyormuş gibi tepkisiz bir şekilde önüne bakıyordu. Hatta Berva bir an kahveleri karıştırdığını bile düşünmüştü.

 

Berva'ya arada attığı sinirli bakışları kimse görmüyor ama Berva kesinlikle onları hissediyordu.

 

Bu bakışlar açıkta kalan boynuna kayınca daha da sinir doluyordu.

Küçücük bir dekolte bile dikkatini çekmeye yetiyordu.

 

Önce Diyar istendi ve daha sonra Berva istendi. İkisi de kabul edince hayırlı olsun sözleri ile yüzük takmak için herkes ayaklandı. Yüzük tepsisini Yağmur tutuyordu ve Ahmet Ağa yüzükleri kesecekti. Evet kızların çok kız kuzeni vardı ama Yağmur çok hevesli olduğu için Diyar da bir sorun görmemişti.

 

Yağmur tepsiye koyulan birkaç deste parayı görünce şok olmuştu ama sonuçta bugün Mardin'in ağası ve tanınmış ağalardan birinin oğlu evleniyordu. Bu yüzden şaşkınlığı bir kenara bıraktı.

 

Sadece damat yakınları değil her ağa tek tek gelip tepsiye koydukları paralar ile ağalarının ne kadar değerli olduğunu göstermeye çalışıyordu. Ve bu paralar hayal edilmeyecek kadar fazlaydı.

 

Çetiner aşireti de kendi ağaları için aynı şeyi yapınca Mirhan Ağa bu da gülüm için diyerek tepsiye üç tane araba anahtarı bırakmıştı. Kardeşinin kendisi için ne denli değerli olduğunu tekrar herkese göstermişti.

 

Görülmüş şey değildi. Genelde söz tepsisine parayı damat tarafı koyardı ama bu sefer Mirhan Ağa kız tarafı olarak üç adet araba anahtarı koymuştu. Arabaların fiyatları ise oldukça dudak uçuklatıcıydı.

 

Ve bu daha hiçbir şeydi. Mardin'in en büyük iki aşireti akraba oluyordu. Hem de çifte düğünle.

 

Aynı şeyi Alaz Ağa da yapınca ortada sanki bir rekabet varmış gibi görünüyordu fakat Alaz Ağa farklı düşünüyordu. E şimdi bu kadın bu kadar milletin karşısında yüceltiliyorsa onun kardeşinin ne eksiği vardı?

 

Hem iki villa ve iki arabanın lafı olmazdı!

Evet, Alaz Ağa da tepsiye iki villa tapusu ve iki araba anahtarı bırakmıştı.

 

Yağmur tepsideki servete şaşkınlıkla bakarken bunları nasıl kabul edeceğini bilmiyordu. Burada resmen hayatı boyunca çalışmasa ona yetecek kadar mal, mülk ve para vardı.

 

Bir de ne Diyar'ın ne de Berva'nın kuzenleri bu tepsidekilerden hak iddia etmemişti.

Zengin adamın hali başka oluyordu tabii.

 

Neyse bunları ne yapacağını nişandan sonra Berva ile konuşurdu.

 

Günün geri kalanında yüzükler kesildi, herkes barışı kutladı, tebrikler edildi ve evlerine dağıldılar. Berva , Alaz'ın sinirli olduğunu bildiği için ondan uzakta durdu. Çetiner ailesinin de evlerine gelmesi ile herkes odasına çekildi. Herkesin bugünki yorgunluğu üzerinden atması gerekiyordu, daha bir hafta sonraki nişan için hazırlık yapacaklardı.

 

*****

 

Her gecenin bir sabahı vardır, bu doğru ama her sabah ferahlık getirir mi, sanmıyorum. Uyandığımdan beri yatağımda dönüp duruyordum. Hiç kalkasım yoktu. Gecem ayrı felaket gündüzüm ayrı cehennemdi.

 

Sabahtan beri düşündüğüm şeyin geri dönüşü yoktu ki zaten kendi isteğimle kabul etmiştim ve geri dönme gibi bir düşüncem olsa bile buna cesaretim yoktu.

Ben zaten kendim ölmüşken ailemi de aynı ateşe atmanın manası yoktu.

 

Bugün günlerden Pazar'dı. Erken uyanmıştım.Dershane yoktu ve dinlenmem gerekiyordu çünkü kafamın içinde davul çalıyordu. Üstelik iki gün sonra zorlu bir alışveriş beni bekliyordu. Keza Diyar'ı da öyle.

 

O alışverişe gitmek istemiyordum. Başımı ağırtacak hiçbir şeye tahammülüm yoktu.

 

Kalkıp bir duş aldım. Bu kadar oturmaktan bana bir fayda yoktu. Sıcak suyun altında vücudum mayışırken aniden soğuk suyu açmamla her zamanki gibi bir ürperti geldi ama vücudumun dinç görünmesi için bunu yapıyordum. Yoksa kimsenin karşısında gevşek bir ruh haliyle güçlü duramazdım.

 

Rahat bir şeyler giyip aynanın karşısına geçtim ama dün gece buraya bıraktığım yüzüğü görmem ile gerçekler tokat gibi yüzüme çarparken sanki gerçekleri yeni idrak ediyor gibiydim ve bu gerçekler tekrar canımı sıkmaya başlamıştı. Yüzüğü çekmeceye bırakıp saçımı taradım ve odada bulunan koltuklardan birine oturdum.

 

Yüzüğü takmak istemiyordum. Takıp da kendime bu eziyeti yapamazdım.

 

Yüzüğü takmayarak hata yaptığımı biliyordum ve fakat elimde değildi. İstemediğim bir evliliğin söz yüzüğünü parmağıma takamazdım. Zira onu görünce bir söze, kendime verdiğim kaç sözü çiğnediğimi hatırlıyordum.

 

Bugün odadan çıkmayı hiç istemiyordum ama Hatice ablanın dördüncü kez gelmesi ile annemin vazgeçmeyeceğini anladım ve aşağı indim. Tabii inmem ile kalabalık bir ortamla göz göze gelmem bir oldu. Hadi ama, bu kadarını da beklemiyordum. Hepsi bu günü mü bulmuştu gelecek?

 

Dün söze anne tarafından çok kişi gelmemişti bu yüzden bugün tebrik etmeye gelmişlerdi. Baba tarafından yengelerim ve kız kuzenlerim de buradaydı. Teyzelerimin ellerini öpüp kuzenlerime sarıldım ve daha sonra aynı şeyi yengelerim ve diğer kuzenlerime de yaptım. Dayılarımın eşlerini merak etmiştim ki annem onların yarın geleceklerini söyledi. Neyse, özlemiştim ama bir günde bu kadar misafiri kaldıramazdım

 

Teyzemin kızı gelip sağ elimin yüzük parmağını gösterip göz kırptı. Yüzüğün neden parmağımda olmadığını soruyordu ama ona sus işareti yaparak geçiştirdim. Bu kuzenimi çok seviyordum. Diğerlerini de seviyordum ama bu kuzenimi bir farklı seviyordum.

 

"Keçe senin alyansın da yok tektaşın da, yoksa sözlün sana almadı mı?"dedi.

 

Dalga geçer gibi yüzüme yüzüme gülüp sormasa olmuyordu sanki.

 

"Vallaha senin gibi altın meraklısına adam kuyumcuyu alsa yok demezdin, ne diye takmadın yüzüğünü?"

 

Dalga geçtiğini bilmesem severek sözlendiğimi düşünüyor derdim ama bunun deli hallerine alışmıştım.

 

"Dalga geçmesene deli Kübra, ben alyans istedim, zaten tektaşı da iki gün sonraki alışverişte alacaklar ama alyans parmağımı sıkıyor o yüzden çıkardım."

 

Gülen yüzünün nedeni beni güldürmekti ama ne yaparsa yapsın içimden gülmek gelmiyordu.

 

"He yav he, sanki ben tanımıyorum seni. Parmağın kangren olsa bile sen altını çıkarır mısın?"

 

"Asıl sen géj misin? Benim her modelden altınım varken bir yüzüğün yokluğunu hissetmiyorum. Gören de sözlüm sensin sanacak."

 

"Sus kız biliyorum gözün bendeydi ama olmaz. Amca oğluma sözüm var."

 

Kübra'nın kuzeni onu seviyordu ama kübra yüz vermiyordu. Gerçi ben de akraba evliliği taraftarı değildim ama adamın sevgisi gözlerinden okunuyordu. Kübra da inadına ona abi diyordu.

 

"Aha şimdi gidip Afran abiye söylüyorum onu kabul ettiğini. Ay çok mutlu olacak çok."

 

Yerimden ışık hızı ile kalkarken Afran abinin buralarda olduğunu biliyordum. Kesin erkeklerin olduğu odadaydı. Çünkü Kübra buradaysa o hayatta gitmezdi.

 

"Otur şuraya Allah'ın cezası pis kadın. Başıma musallat etme şunu. Zaten arabadan içeri girene kadar, saçı uzun değil mi, soyu bizim değil mi, alırsam ben alırım, emmim kızı değil mi, diye diye beni aileme rezil etti. Gidip saçımı kesecem o olacak."

 

Kendimi tutamadan kahkaha atınca etraftakilerin gözleri bize döndü ama ben onları umursamadım. Bu kız ikinci Yağmur gibiydi.

 

Of of gerzek Yağmur'un da yengesinin doğum yapası tutmuştu.

 

Hayır yani bir gün daha tutamıyor muydu içinde!

 

Biz Kübra ile sohbetimize devam ederken vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştım bile.

Öğlen yemeği, çay, kahve, atıştırmalık derken saat akşam olmuştu. Misafirler tek tek gidince ben de odama çıktım. Annemin arkamdan ayağı kalktığını ama daha sonra kendini zor tutarak oturduğunu görünce içim acıdı. Yanıma gelmek istiyor ama yalnız kalmak istediğimi bildiği için gelmiyordu.

 

Ertesi gün dayılarım ve yengelerimin gelmesi beni çok mutlu etmişti. Dayılarımı çok seviyordum. Öyle ki anne, baba ve abilerimden sonra dayılarım geliyordu.

 

Tabii insan sevdiği insanlarla olunca vakit çabucak geçiyordu. Akşam olmuş ve onlar da gitmişti. Ben tekrar odama çıkarken annem en azından bugün dayılarımın zoruyla yemek yediğimi bildiği için bana karışmadı. Yoksa hayatta izin vermezdi.

.....

Sabah alarmın sesiyle uyandım Bugün nişan alışverişi vardı. Çok heyecanlı olduğum için erken saate alarm kurmuştum!

Hayır ben bu alarmı kimin kurduğunu bile bilmiyordum. Tabii gözlerimi açtıktan sonra bana sırıtarak bakan bir adet Yağmur ve Kübra görünce kaç günün sinirini onlardan çıkaracağımı anladım.

 

"Kalk kız, sanki benim nişanım. Sabahtan beri ha uyandı ha uyanacak diyoruz da yetti ama. Çabuk kalkıp hazırlan hadi."

 

Sabah sabah sese tahammülüm yoktu.

 

"Başlayacağım ama size de nişanınıza da ha! Kalk git çok istiyorsan sen alışveriş yap. Ben uykumu almadan şuradan şuraya adım atmıyorum."

 

Sesimin şu an vızıltıdan farkı yoktu. Daha uykumu alamamıştım bile.

 

"Aa, asıl ben başlayacağım sana da uykuna da. Kalk yoksa seni saçından tutar kaldırırım."

 

Evet, kalkmazsam bunu yapacağını biliyordum ama ben asla saçlarıma dokunmasına müsaade edemezdim.

 

Yataktan kalkıp banyoya giderken söylenmeyi de ihmal etmiyordum.

 

"Aferin, böyle adam ol, yola gel."

 

"İnşallah alışverişi Afran basar da gelip başında ,alırsam ben alırım emmim kızı değil mi der, sen de ikinci kere rezil olursun. Hem de gelip iç çamaşırcıda dantelli iç çamaşırlarının yanında söyler belki biraz yüzün kızarır. Yağmur, çırté sen de buna uyuyorsun iki günde saattın beni. Kuna teji rabu ha."

 

Ben banyoya girdikten sonra içerde ikisinin sesleri geliyordu ama tabi en baskın olanı Kübra'nın,tövbe de, diye haykırmakarıydı. Dua benim değil mi, etmeyecektim.

 

Nişana dört gün vardı aceleleri neydi anlamıyorum. Alt tarafı bir elbise, abiye bir şey yani ne vardı bunda?

 

Sonunda ikisinin de sesi kesilince banyodan çıkıp dolaptan aldığım pantolon ve tişörtü giyip saçımı at kuyruğu topladım. Makyaj yapmadan aşağı indim. Alışveriş için özenecek bir kişi değildim. Hele ki istemediğim bir alışveriş ise hiç özenmezdim. Zaten alışverişte nişan elbisesi deneyeceğim için rahat giyip çıkarabilecek bir şey giymem gerekiyordu.

 

Herkes giydiğim şeylere çok kızsa da bence çok yakışmıştı. Elimde olsa pantolon değil eşofman giyip giderdim. Böyle de rahatıma düşkündüm.

 

Onlar ne dese de kararımdan dönmeyeceğimi anlayınca kahvaltı yapıp evden çıktık. Hazar abim bizi götürüyordu çünkü onlar Diyar ile beraber kıyafet bakacaktı.

Acaba ağa bozuntusu gelir miydi ki?

Sorduğum soruya bak. Tabii ki gelmezdi.

 

Buluşma yerine gelince arabadan indik ama Ulusoylar bizden önce gelmişti. Diyar da benim gibi pantolon ve tişört giymişti, o da yanında Ahmet amcasının kızı Ecrin'i getirmişti.

 

Ve ben şok. Alaz Ağa da gelmişti.

Onunla göz göze gelince gözünü hiç çekmedi. Kara hareler saf nefret ile bakıyordu. Beni görünce sanki daha çok sinirleniyordu. Tabii eminim gözümü hiç çekmeden bakmam da onu deli ediyordu. E ben de bunu bildiğim için korksam bile gözümü çekmiyordum.

 

Efsun Hanım ve Meryem Sultan içeriye doğru gidince bizler de onları takip ederek içeri girdik.

İlk olarak bir abiye mağazasına girip bizim için abiye bakacaktık. Ecrin ve Yağmur hiç beklemeden abiyelere yönelip seçmeye başladılar. Kübra ise hâlâ tövbe de deyip duruyordu. Bu böyle giderse bu kız bir daha çamaşırcıya giremezdi.

 

"Kızım sen salak mısın? Nişanda çamaşırcıya gidildiği nerede görülmüş? O düğünde oluyor. Sen de artık bir rahatla da beni de germe."

 

Aydınlanmış gibi yüzü ışıldarken tam bir şey söyleyecekti ki kulağımın dibindeki sesle olduğum yere çivilendim. Ne olur duymamış olsun, ne olur?

 

"Benim müstakbel karım iç çamaşırı almak istiyorsa mağazaları buraya dökerim. Her renginden ve tamamen dantelli. Ama favorim gece mavisi. Benim de zevklerim önemli, sonuçta onları ben göreceğim."

 

Gece mavisi derken geceye çok vurgu yapmıştı. Gecelerden alıp vermediği nedir anlamadım.

Konuşurken ılık nefesi boynuma değip aklımı karıştırırken söylediklerini idrak edemiyordum. Ama idrak ettiğimde ise artık verecek cevabı kendimde bulamıyordum. Fakat biliyordum utanmamı bekliyordu ve bundan zevk almayı planlıyordu.

 

"Tabii, sen istediğin renkleri söyle ben o renklerin her çeşidini alacağım. Gece mavisi bile. Üstelik tamamen dantelli."

 

O gece mavisi derken geceye o kadar vurgu yapmıştı ki ben de bu ihtiyacı hissetmiştim. Allah'tan utanınca yüzüm falan kızarmıyordu.

 

Sanırım utanmadığımı görünce şaşırdı ama o da benim gibi duygularını belli etmek istemiyordu demek. Çünkü dikkatle bakmasam anlamayacaktım.

 

Fakat bir sorun vardı. Onun bu kadar insan içinde arkamdan bana bu kadar yakın olması doğru değildi. Ve abim görürse yerin yedi kat dibi benim için tek çareydi.

 

" Yatak odası takımı alınca çarşaflarla aynı renk alırsın. Her çarşafa bir çamaşır."

 

Konuşurken dibime girmişti ve neredeyse vücutlarımız birbirine değecekti. Cümleleri benim utancımı katlarken konuşmasının sonunda göz kırpması söyleyeceğim her şeyi bana unutturmuştu.

 

Zira Yağmur da bilirdi ki benim düşeceğim tek hareket birinin göz kırpmasıydı.

 

O benden uzaklaşınca anca kendime gelebildim. Galiba bana bu kadar yakın olmaya zor dayanmıştı çünkü tekrar eski sinirli haline geri dönmüştü. Beni utandıramamanın sinirini yaşıyordu belki de.

 

Bilse ki utancımdan yerin dibine girecektim çok mutlu olurdu.

 

Kendime gelmek için şöyle bir etrafıma baktım ve Diyar'ın da benim gibi sadece etrafa baktığını gördüm. Elbiselerle ilgilenmediği çok belli oluyordu.

 

Hazar abi Diyar'ın yanına gelip

"Sen de baksana"dedi. Kendini suçlu hissediyordu,bu yüzden kıza iyi davranmaya çalışıyordu. Diyar hafifçe başını sallayıp Ecrin'in yanına gitmişti. Daha fazla Hazar ile yakın olmak istemiyordu.

 

Hazar abim bu sefer benim yanıma gelince

"Güzelim sen neden bakmıyorsun?"diye sordu.

 

"Benim yerime Yağmur bakıyor abi."

Hazar abim beni zorlamak istemediği için kafasını sallayıp geri çekildi. Zaten gözlerinde belliydi ne kadar üzüldüğü.

 

Onun suçu değil biliyorum. Bunu ona her fırsatta söylüyorum ama hâlâ kendini suçluyor. Bu böyle devam ederse onunla ciddi bir konuşma yapmam gerekecekti.

 

Aradan geçen iki saatte Diyar altı, ben dört abiye denemiştim. Sonunda dayanamayıp mağazaya girdiğim ilk an gördüğüm abiyeyi hiç denemeden bedenine bakıp aldım.

 

Bu kadar saat alışverişte kalmam bir mucizeydi. Hayır, alışveriş seviyorum ama düğün alışverişi hiç benlik değilmiş. Çok sıkılıyordum buralarda.

 

Diyar , Ecrin'in getirdiği mavi bir abiyeyi aldı. Mağazadan çıktığımızda erkekler için takım elbise satan bir mağazaya girip bir saat içinde alışverişlerini tamamlamalarını bekledik. Allah'tan onlar da bizim kadar çok beklememişti.

 

Bizim alışverişimiz saatler sürerken onların alışverişi yalnızca bir, bir buçuk saat sürmüştü.

 

Alaz Ağa koyu gri bir takım almıştı çünkü benim abiyem de gri renkti. Hazar abim ise koyu mavi bir takım almıştı. Alaz Ağa nasıl kendi isteğiyle benimle uyumlu giyindi bilmiyorum ama Hazar abimin bilerek yaptığı belliydi.

 

İşimiz bitip mağazadan çıktığımızda yemek yemek için bir restorana gittik. Efsun Hanım ve Meryem Sultan abiye mağazasından çıktıkları gibi gitmişlerdi çünkü geriye takım elbise ve yüzükler kalıyordu. Yoruldukları için bunları tek başımıza halledebileceğimizi söyleyip göndermiştik. Zaten bizim istediğimiz olsun diye pek bir şeye karıştıkları da yoktu.

 

Hep beraber yemek yiyip yol üstünde bir kuyumcuya gittik. Alaz Ağa ve Hazar abim kendi kuyumcuları için direttikleri için yol üstünde bulunan bir kuyumcuya girmiştik. Alaz Ağa dediğini yapan biriydi ama o da çabuk bitmesi için kabul etmişti.

İkimiz de sözde takılan yüzükleri nişanda da takacağımızı, sadece ek olarak tektaş alacağımızı söylemiştik. Onlar da bu isteğimizi geri çevirmemişti. Ben de buna şaşırıyordum, bu adam bugün bizim dediğimize karışmamıştı fakat biliyordum ki bunları kardeşi için yapıyordu.

 

Alışveriş bitip herkes evine dönünce yorgunluktan bitap düşüp uyumuştum.

 

NİŞAN GÜNÜ

 

28 Nisan 2022

 

Bugün nişan günüydü ve nişan için elli bin kişilik bir salon ayarlanmıştı. Ben ve Diyar kuaförde saç ve makyajlarımızı yapmış Alaz ve Hazar'ın gelmesini bekliyorduk.

 

On dakika sonra Hazar ve Alaz farklı araçlarla gelip kuaförün önünde durdu. Kuaföre yüklü bir miktar para verip Diyar abisini ben abimin aracına binip salona doğru yol aldık.

 

Nişan salonundan içeri girip çiftler için hazırlanan yere geçtiğimizde nişanın da en az söz kadar kalabalık olduğunu gördüm. İçim daralıyordu. Burada böyle oturmak ve insanları izlemek de canımı sıkıyordu.

 

Çoğu misafir halay çekiyordu. Her ne kadar bizim de oynamamızı isteseler de oynamıyorduk.

 

Bir çok ilden ağalar gelmişti ve durmadan tebrikler ard arda geliyordu. Diyarbakır, Mardin, Urfa, Antep, Siirt, Şırnak, Hakkari ve birçok şehirden ağalar gelmişti. Bu nişanın bu kadar kalabalık olmasının sebebi sanırım Mardin'in en büyük iki aşiretinin akraba olması ve bir kan davasının bitmesiydi.

 

Bir halay bitip diğeri başlıyordu. Artık sıkıldığımı hissetmiştim. Şükür ki sonunda yüzüklerin takılması için anons edildi.

Bu sefer makas kesmiyor falan yaptırmayacaktık çünkü kulağımıza gelen bilgiye göre her aşiret lideri sırf yüzük kesimi için birer araba hediye edecekti. Bu hediyeleri hayatta kabul etmezdim.

 

Sanırım abim yeni bir akım başlatmıştı.

Neden tepsiye üç araba anahtarı koymuştu ki?

 

Üstelik Yağmur onları korkudan bizim evde saklıyordu. Çalınırsa canım arkadaşım ahirete tek gidiş biletle uğurlanacaktı.

Bir de arada durup durup Alaz Ağa'nın anahtarlarını tepsiye bıraktığı villaları merak ediyordu.

Kız yarım saatte zengin olmuştu.

 

Yüzükler kesildikten sonra dayanamayan amca ve dayılarımız, ki bu iki taraf için geçerliydi, yanlarında getirdikleri deste deste paraları üzerimize atarken Yağmur'un hâlâ aç gözlerle yere baktığını gördüm. Hayır bu kız kesin doymazdı.

 

Bu paralar sadece benim hakkım olsaydı onları şu an sadece ihtiyaç sahiplerine dağıtırdım ama benim tek değildi. Küçük çocuklar etrafta koşuşturup paraları toplarken bu kadar paranın onlar için fazla olduğunu biliyordum.

 

"Yenge sanırım sen de benim düşündüğümü düşünüyorsun."

 

"Sen ne düşünüyorsun ki?"

 

"Diyorum ki bunları ihtiyaç sahiplerine mi versek? Onlar uzaktan bizi izliyor ama gururları gelip bunları toplamaya el vermiyor."

 

Ben daha cevap vermeden Alaz Ağa bir adamı çağırıp etraftaki bütün paraları toplayıp yarısını salon sahibine yarısını da yarın, bugün buraya gelen ihtiyaç sahibi ailelere vermesini söyledi.

 

Acımasız Ağa kardeşi için iyilik yapıyordu. Ya da ben onun günahına giriyordum.

 

Bilmiyorum herkes tarfından acımasız olarak anılan bu adam gözlerimin için bu kadar nefretle bakarken bile sanki o gözlerin derinliğinde birkaç merhamet kırıntısı vardı. Ve anladığım kadarıyla o merhamet anca Diyar'a kadar vardı. Bana ise saf acı, nefret ve öfke.

 

Yüzükler takıldıktan sonra daha biz oturmadan dans şarkısı çalınca neye uğradığımı şaşırdım. Alan dans için boşaltılırken ben daha bir kere bile temas etmediğim ama kendisinin zorla kolumu koparma suretiyle temas ettiği o günden başka asla temas etmediğim adamla şimdi nasıl dans edeceğimi düşünüyordum.

 

Ve ben teması asla sevmezdim.

 

Alaz Ağa sırıtarak bize bakan esmer bir adama sinirle bakarken şarkıyı onun açtırdığını anladım.

 

"Ulan Fıraz, siktir git ilk önce bu şarkıyı kapat, sonra da beni uğraştırmadan kendi kendi bir yerden at."

 

Adının Fıraz olduğunu öğrendiğim adam yerinden ayrılmıyorken Orhan Bey de gülerek bu tarafa bakıyordu.

 

"Boşuna bekleme Çetiner kızı, seni dansa kaldırmayacağım."

 

Teması sevmesem de bu kadar insanın içinde bunu sesli bir şekilde söylemesi beni üzmüştü. Söylediklerini sadece Fıraz Bey ve Orhan Bey duymuştu. Ve yine onun arkadaşı olan iki yakışıklı ve genç ağa."

 

Sinir üzüntüye baskın gelince burada olay çıkarmamak için kendi yerime oturmaya gidiyordum ki abim ve Diyar'ın dans ettiğini görünce mutlu olmuştum.

 

Alaz Ağa benimle, nişanlısıyla, dans etmemişti ama benim abim onun kardeşini bu kadar insanın içinde aşağılamayıp dans etmişti.

 

"Üzülme Çetiner kızı, arabama yaptıklarına say."

Benimle dalga geçiyordu. Yüzündeki tebessüm ağzının ortasına bir tane çakma isteği getirse de bunu yapamayacağımı biliyordum.

 

"Ben niye üzülecekmişim? Millet Berva Çetiner, Alaz Ağa'yla dans etmeye tenezzül etmiyor diyecek. Sonuçta arkasını dönüp giden benim. Seninle dans etmek istemeyen benim, ağa!"

 

Bunu söylemem ile sinirle bana doğru gelmesi bir oldu. Az önceki iki genç ağa gülerek bize bakıyordu. Onlara dönüp "Hayırdır, sirkte maymun mu oynuyor?"demek istesem de diyemedim. Çünkü Alaz Ağa beni bedenine yapıştırıp dans etmeye zorluyordu.

 

Teması sevmiyordum, hele ki bu istemediğim bir şekilde oluyorsa.

 

"Çek o elini yoksa kırarım ağa! Bana dokunma."

 

Kendimi tüm gücümle ondan çekip iki adım geri çıktım. Sessiz konuştuğum için kimse duymamıştı ama Alaz Ağa bile bu yaptığıma şaşırmış gibi görünüyordu.

 

" Bu sefer arabanı patlatmamı istemiyorsan bana dokunma. Bir arabanın peşine düşecek kadar mı fakirsin?"

 

Ben sinirle onunla konuşurken Yağmur dahil herkesin hâlâ dans ettiğini biliyordum. Bu yüzden kimse bizi duyamazdı.

 

" Benim sadece Mardin'deki servetim senin tüm aşiretini satın alır Çetiner kızı. Ve bu daha hiçbir şey."

 

Zengin olduğunu tabii ki biliyordum ama aşiretime satılık diyecek hakkı nerden bulduğunu bilmiyordum. Kan yavaş yavaş beynime sıçrarken kendimi artık zor tutuyordum.

 

"Beliki, ama aşiretim satılık olsaydı... Kendi aşiretinle mi karıştırdın bilmiyorum ama benim aşiretim paraya tamah etmez."

 

Başka bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki az önce gördüğüm iki ağa gelip onu götürünce susmak zorunda kaldı.

 

Bu ağaların hepsi mi yakışıklıydı ya?

Az önce gelen iki ağa kesinlikle yakışıklıydı. Bugün buradan kızlar onları kapmadan giderlerse iyi olurdu.

 

Tartıştığımızı bildikleri için gelmişlerdi ve bu benim açımdan utanç vericiydi. Bir insan neden nişan günü nişanlısıyla kavga etsin yav?

 

Ama iyi ki de götürmüşlerdi çünkü son söylediklerimden sonra gözünde bariz bir ateş vardı.

 

Misafirlerin tek tek tebrik edip gitmesi ile salonda sadece iki aşiret kalmıştı. Bizim de arabalara binmemiz ile herkes evine gidecekti ama sorun şu ki kim kiminle gidecekti?

 

Beni onlar mı götürecekti yoksa ailem mi?

 

"Alaz Ağa Berva kızımızı evine bıraksın, Hazar oğlum da Diyar'ı. Daha sonra herkes evine gider."

 

Efsun Hanım bu çözümü sununca Alaz Ağa dahil kimse buna karşı çıkmadı ama ben az önceki yaptığını unutmamıştım.

 

O binmem için aracını sinirle gösterirken iki ağa, Fıraz ve Orhan Beyler oradayken sesimi biraz alçaltıp " Boşuna sevinme Ulusoy ağası, seninle gelmeyeceğim."dedim ve kimi nasıl ikna ettim bilmiyorum ama sonunda herkes Kendi ailesiyle eve gitmişti

 

Onun o andaki şaşırmış ama bir o kadar sinirli ifadesi hafızamdan silinmezken keyifle eve gidiyordum.

 

Bir gün daha böyle bitmişti.

İki hafta sonra düğün vardı ve kasvet beni şimdiden sarmıştı. Üstelik bir hafta sonra çeyiz alışverişi de vardı.

 

Ooff of.

 

Sabah uyandığımda başımı yastıktan kaldıramayacak kadar yorgundum. Şimdi kalkıp soğuk bir duş alsam canımın acısı geçerdi belki ama kıpırdayacak takatim yoktu. İki hafta sonra on dokuz yaşında evli bir kadın olacaktım ve bunun bilincinde olmak beni ruhen çok yoruyordu. Bu hiç adil değildi.

 

Bir hafta sonra düğün alışverişine çıkılacaktı. Ben alt tarafı iki abiye iki takım aldığımız alışverişte bu kadar yorulmuşken koskoca düğün alışverişinde ne hale geleceğimi hayal edemiyordum.

 

Oflayarak yataktan çıkarken sabır çekiyordum. Zar zor kalktığım yatağımdan ayaklarımı yere vurarak banyoya girerken dün gece duş almama rağmen hala saçlarımın yapış yapış olduğunu hissediyordum.

 

Ilık bir duş alıp bütün vücudumun temiz olduğuna kanaat getirince bornozumu giyinip odama geldim. Banyoda giyinmeyi sevmiyordum. Belki çocukça gelecek ama giyindiğim o sürede izlenmiş gibi hissediyordum.

 

Evet yıkanırken değil, giyinirken!

 

Beni hiç sıkmayacak bir tişört ve eşofman altı giyip makyaj masasına geldim. Gün içinde makyaj yapmayı sevmezdim. Daha doğrusu ben bakımla ilgili hiçbir şey sevmezdim. Varsa yoksa duş almak.

 

Tabii arada Yağmur'un zorla kuaföre falan götürmelerini saymıyordum.

 

Aynadan gözlerimin yeşilinin solduğunu görünce kendimi ne kadar yıprattığımı fark ediyordum. Yüzüme gerçekliğininden şüphe edilmeyecek ama aslında gerçek olmayan bir gülümseme yerleştirdiğimde bile gözlerimin içi gülmüyordu.

 

Hadi ama, kimi kandırıyorum ben?

Bu gözler en son ne zaman gülmüştü ki?

 

Saçlarımı taradığım zaman parmağımdaki yüzükleri görmezden gelmek istesem de yapamıyordum. Artık söz yüzüğünün yanında nişan yüzüğü de vardı.

 

Onları parmaklarımdan çıkarıp kenara koydum. Çekmeceyi açıp içine koyarken ne kadar yanlış olduğunu bilsem de engel olamıyordum.

 

Bu yüzükleri takmak istemiyordum.

 

Aşağı indiğimde annem ve yengem salonda oturmuş konuşuyorlardı. Yengem hamileliğinin altıncı ayını bitirmeye yaklaşmıştı ve karnı iyice ortaya çıkmıştı.

 

Annemin gösterdiği yere otururken "Günaydın."deyip sesimi mutlu çıkarmaya çalışıyordum.

 

Annemin günaydın dedikten sonra derin nefes alması konuşacağı anlamına geliyordu. Dinlediğimi görünce hal hatır sorduktan sonra komuşmaya başladı.

 

"Kızım biliyorsun biz senin için birkaç parça çeyiz hazırlamıştık ama sen okuyacağım dediğin için çok bir şey yapamadık. Düğün alışverişine çıkmadan çeyiz alışverişini halletmeliyiz. Hem daha damat bohçası yapacağız ve tabii gelinimiz için de bir şeyler yapmamız gerekiyor."

 

Tamam. Zaten sizin kararlarınızla hareket ediyordum. Bunu da yapsam ölemezdim.

 

Kafamı onaylar anlamda salladım. İkisi de hemen kabul ettiğime şaşırsa da mutlu da olmuşlardı.

 

"Kızım bugün ve yarın gidemeyiz misafirler gelip gidiyor, zaten biraz sonra gelmeye başlarlar. Üç gün sonra beraber çeyiz alışverişine çıkarız."

 

Ahh, buna da tamam.

 

Hanife Teyze'nin girmesi ve kahvaltı hazır demesi ile kahvaltıya inmiştik. Babam ve abimerim erken gitmişti herhalde şirkete.

 

•°•

 

Bu üç gün misafirlerin gidip gelmesi ile geçmişti ve bugün çeyiz alışverişine çıkmıştık. Meryem Sultan patikten şala bir çeyizde olması gereken her şeyi almıştı, hatta bana aldığı her şeyden Diyar için de almıştı. Alaz Ağa için hazırladığı damat bohçasını ve Diyar için hazırladığı gelin bohçasını Ulusoy konağına göndermiştik. Tabii karşılığında Ulusoy konağından da hem Hazar abim hem benim için bohça gelmişti.

 

Alışveriş boyunca yanlarında sadece küçük bir çocuk gibi ses etmeden durmuştum. Benim yapacağım bir şey yoktu zaten.

 

•°•

 

Bugün her iki aile de düğün alışverişi için erken kalkmıştı ve şimdi bir gelinlik mağazasındaydık. İlk önce gelinlik işini halletmek istemiştik. Benimle birlikte Kübra gelmişti çünkü Yağmur'un yengesi doğum yaptığı için ve çocuğu bir canavar olduğu için gelememişti. Diyar ile de Ecrin gelmişti.

 

Alaz Ağa mağazadaki hiçbir şey ile ilgilenmiyordu. Müstakbel karısının ne aldığı umrunda bile değildi. Hoş sanki alacağım gelinlik benim umrumdaydı da!

 

Yaklaşık üç saatin ardından Diyar ve ben gelinlikleri almıştık. Tabii Diyar'ın yerine Ecrin, benim yerime Kübra seçmişti ama ben kendi zevkime göre seçmiş olsam bu kadar beğenirdim.

 

Fakat ikisi de bulunduğumuz gelinlikçide güzel kına elbiselerinin olmadığını iddia edince gelinlikçiden çıkıp kına elbisesi satan bir yere gelmiştik. Orada da yaklaşık iki saat bekleyip bindallıları almıştık. Sıra erkeklere gelmeden bir yerde yemek yiyip daha sonra erkekler için takım elbise satan bir mağazaya gelmiştik. Her ikisi de hem kına hem düğün için takım elbiselerini aynı mağazadan almışlardı ve bu sadece bir buçuk saat sürmüştü.

 

Erkeklerin işi bitince o mağazadan çıkıp başka mağazaya gelmiştik. Geldiğimiz yeri görünce içeri girmek istememiştim çünkü bir iç çamaşırcıya gelmiştik.

 

Alaz Ağa sinsice sırıtıp yanıma gelince bu sefer de nişan günü yaptıklarım için benden intikam alacağını biliyordum.

 

"Hadi ama seni mi bekleyeceğiz?" Sırıtıyordu.

 

Direnemeyeceğimi anlayınca mağazadan içeri girmiştim ama hiçbir şeye bakamıyordum.

Baktığım her çamaşırda nişan alışverişinde söyledikleri aklıma geliyordu. Yüzüme sırıtarak baktığında bu sırıtmanın ne kadar gerçekçi olmadığını bilsem de onun da aklına o günün geldiğini biliyordum.

İşin kötü tarafı ben iç çamaşırı çok seviyordum. Evet ne yapabilirdim yani?

Allah'tan annem ve kuzenim benim yerime seçiyordu.

 

Onlar iç çamaşırı seçerken ben yerimde oturup hiçbir şeye dokunmadığım için Alaz Ağa istediğini alamamıştı.

 

Annemler arada gelip kalkmam için ısrar edince çaktırmadan kalkıp kalkmayacağıma bakıyordu ve ilk defa gözümde bu kadar komik duruyordu.

 

Ama bir sorun vardı. Deminden beri gözümün takılı kaldığı ve almazsam gece rüyama girecek bir gecelik bana gülümsüyordu. Her ne kadar evlendikten sonra bunları değil de pijama giyip uyuyacağımı bilsem de o benim olmalıydı fakat ne annem ne de Kübra onu almıyorlardı.

 

Buradaki işler bitmeye başlayınca kasaya doğru giderken kimsenin artık onu almayacağına emin olduğum için daha sonra gelip almaya karar verdim.

 

Ama başka bir kadının gelip sorması ve sadece bir tane kaldığını söylemeleri beni o geceliği almaya itiyordu.

 

Ben de ona doğru yürüyüp aldım.

 

"Hanımefendi bu gecelik size olmaz, hem rengi de size uygun değil. Bence arkaya doğru bakarsanız size uygun olanları bulursunuz."

 

Mağaza çalışanları kim olduğumu bilmiyordu çünkü kendimi çoğu zaman saklıyordum ama herhalde Alaz Ağa ile beraber geldiğim için bana ses etmiyorlardı.

 

"Ne demek istiyorsun sen, ben kilolu muyum da olmayacakmış?"

 

Kadın geceliği denemeden alacağını söyleyince onu durdurmanın bir yolunu bulmam gerektiğini biliyordum. Kasaya doğru giderken önünü kesip durdurdum.

 

"Hayır, hayır yanlış anlamayın lütfen. Benim demek istediğim siz çok fit duruyorsunuz ve bence bunun rengi çok kötü olduğu için size yakışmaz. Sizin gibi esmer güzeli bir kadın bence daha iyilerine layıktır."

 

Kadın gaza gelmiş olacak ki elindekini elime tutuşturup arkaya doğru gitti. Ben de tam kasaya gidip bunu araya sıkıştıracaktım ki Alaz Ağa'yı görünce ikinci rezilliği yaşayacağımı anladım.

 

"Bak bu gecelikler de çok güzel. İlla ben o rengi istedim diye onu almak zorunda değilsin. Ama dersen ki kocamın zevki benim için önemli, orası ayrı."

 

Ve ben daha yeni elimdeki geceliğin renginin onun istediği renk olduğunu hatırlıyordum.

Gece mavisi.

Çığlık atasım vardı.

 

Ona hiç cevap vermeden elimdekini kasaya bıraktım. Şimdi o adam bunu o istedi diye aldığımı düşünecekti. Ama ben çok utanıyordum ya.

 

Günün geri kalanında yatak odası için gerekli olan birkaç parça bir şey ve birkaç parça elbise almıştık. Yeni yatak ve giysi dolabı almamıştık çünkü hem Hazar'ın hem de Alaz Ağa'nın yatakları zaten çift kişilikmiş. Sadece yeni nevresim takımları alınmıştı.

 

Annelerimiz bize ne kadar ısrar etse de içimizden gelmediği için bakmıyorduk.

 

Geriye altın alma kalmıştı ve yine geçen seferki gibi bir sorun olmasın diye önceden belirlenen bir kuyumcuya gelmiştik. İçeri girer girmez kuyumcu hemen ceketinin düğmelerini ilikleyip hoşgeldiniz ağam demişti. O da aynı şekilde karşılık verince Hazar'a da hoşgeldin deyip hemen hazırlanan altınları tezgaha çıkarmışt.

 

Diyar sadece birkaç parça altın isterken ben gözüme kestirdiğim bütün altınları aldım ve bizim isteğimiz dışında her birimize Urfa akıtması, Madonna kolyesi, tabut bilezik, otuz adet Diyarbakır hasırı,Trabzon seti,Hint seti, on tane ağır yüzük, gelin tacı, iki buçuk metre Halep zinciri, altın kemer ve üç tane farklı set alınmıştı. Sayarken yorulurdu insan ama ben halimden memnundum çünkü altın takmayı çok severdim ki zaten bir çok altın takım da vardı.

 

Yalnız şu an o iki buçuk metrelik zinciri görünce bir dizi aklıma gelmişti. Dizide şöyle bir sahne vardı.

 

Ma keççawe şéré, huné wé lî hewşé gırédın.

 

Ve bu istemeden de aklıma gelip beni güldürüyordu.

 

"Dışarı çıkın!"

Alaz Ağa'nın sert bir tonda söyledikleri bende tepki yaratmazken içerdeki herkes irkilmişti. Bizler ne olduğunu anlamasak bile içerden çıkıyorduk ki bana sen bekle deyince işinin benimle olduğunu anladım. Ama şimdi onunla burada tek başıma ne yapacaktım ki?

 

Annem ve abim kararsız kalmıştı ama onları gözlerimle onaylayıp çıkardım. Abim onun üzerine yürüyecekti ki bunun yanlış olduğunu adeta gözlerimle ona anlattım. Biz zaten bunun için evleniyorduk.

 

Kapı kapanınca"Kapı açık kalsın." desem de beni dinlemeyip "Yüzüklerin nerde?"diye sorunca takmayı unuttuğumu anladım. Ev içinde takmamam dışarıda da takmayacağım anlamına gelmiyordu çünkü.

 

Kapıya doğru adım atıp açacaktım ki"Nereye gidiyorsun lan, soru soruyorum sana."diye sorunca vazgeçtim. Her ihtimale karşı abim kapıda olduğu ve ön taraf tamamen cam olduğu için ters tepki veremiyordum.

 

"Özür dilerim, onları ev içinde takmıyorum ve unutmuşum ama gerçekten bilerek yaptığım bir şey değildi. Şimdi lütfen şu kapıyı açıp konuşmaya devam edebilir miyiz?"

 

Özür dilememin nedeni parmağında benim yüzüğümü taşımasıydı ve ben takmamıştım ama o takmıştı.

 

Gözlerimde ne gördü bilmiyorum ama kapıyı açıp onları çağırdı. Kahretsin! Duygularım belli mi oluyordu?

 

Olmaması lazımdı. Kimse bu duyguları okyamazken o asla okuyamazdı.

 

Herkes istediği şeyleri alınca, ki ben bütün aşirete yetecek kadar altın almıştım, kuyumcudan çıkmıştık.

 

Alışverişler bitince herkes evine gelip diğer günler kına ve düğün için hazırlık yapmıştık.

 

KINA GÜNÜ

 

"Ay Berva çok güzel olmuşsun."

Bütün kuzenlerimin aynı anda aynı şeyi söylemesi ile aynaya dönüp kendime baktım. Gerçekten de güzel olmuştum ve üstelik bu bindallıyı kendi isteğimle almamıştım bile.

 

Koyu kırmızı ve üzerinde şerit şeklinde taşlar olan kaftan benim için yaratılmış gibiydi.

 

Bir süre sonra kapının açılması ile Diyar da hazırlanmış bir şekilde içeri girdi. Kına Çetiner konağında olacağı için Diyar hazırlanmak için buraya gelmişti. Herkes Diyar'ı da çok beğenmişti. Yeşil, taşlı bir bindallı giymişti

 

Kızların hepsinin dışarı çıkması ile Diyar ve ben odada yalnız kalmıştık ama bu yalnızlık kısa sürdü çünkü odaya Hazar abim ile Alaz Ağa gelmişti. Hazar abim Diyar'a öyle bir baktı ki etkilendiği her halinden belli oluyordu.

 

Alaz Ağa da boş boş bakıyordu işte.

 

Biz ikimiz yan yana durup aşağı inerken diğer çift el ele iniyordu. Şarkılar ve zılgıtlar eşliğinde aşağı indiğimizde hazırlanan yere gelince onlar konaktan çıktılar. Erkekler de Ulusoy konağında eğlence hazırlamıştı.

 

Kına gecesine gelen bütün kadınlar halayda baş gösteriyorlardı. Ben halay çekmeyi hatta başka danslar etmeyi çok seviyordum ama şimdi hiç havamda değildim.

 

Birkaç saat sonra kına yakılmak için bizi ortaya aldılar ve kına şarkısı açıldı. Bu hüzünlü şarkıda daha fazla dayanamayınca gözümden bir damla yaş akmıştı. Zaten annemin ağladığını görmek bana iyi gelmiyorken bu hiç iyi olmamıştı.

 

Yağmur başımın ucunda "Kına şimdi yakılacak Fıraz, ona göre."deyince bu Fıraz'ın nişandaki Fıraz olduğuna emindim. Çünkü tanıdığım başka Fıraz yoktu.

 

Kınalar yakılmıştı ve elimizi açmak için her birimizin eline kayınvalidelerimiz birer bilezik takmıştı. Kına merasimi bitince dışarıdan gelen davul sesleri içerideki şarkının durmasına neden olmuştu.

 

Alaz Ağa ve Hazar Çetiner konaktan içeri girerken diğer erkekler de onlardan sonra geliyordu.

 

Damatlar kınayı basmıştı.

Kınayı basmıştı.

 

Herkes onlara şaşkın bir şekilde bakıyordu. Fıraz hemen Alaz ve Hazar'ı bizim yanımıza oturtup kına yakılmasını bekledi.

Erkeklere de kına yakılınca çok şükür ayağı kalkmıştım. Ayaklarım uyuşmuştu.

 

Fıraz mikrofonu eline alıp"Evet, genç çiftlerimizi halaya alıyoruz."deyince ilk önce uyuşmuş ayağıma daha sonra da beni bu ayakla halaya kaldıran Fıraz'a içimden küfürler ediyordum. Adam ne benim ne Alaz Ağa'nın kötü bakışlarını umursamıyordu.

 

Fıraz mendili eline alıp Alaz Ağa'nın elini tuttu ve halayın başına geçtiler. Onların halaya girmesi ile bütün kadınlar ve erkekler halaya girmişti ve görsel bir şölen sunuyorlardı.

 

Ben onlar gitmişken kaçarım umuduyla yerime oturmuştum. Hiç havamda değildim.

 

Fıraz, Alaz, Orhan ve nişandaki iki ağa başta olmak üzere bütün genç ağalar öyle bir halay çekiyordu ki insanın kalkıp oynayası geliyordu. Hele ki halayın sonlarına doğru ayrı ayrı halay çeken iki aşiretin erkekleri el ele girip halaya devam edince halay başı olmamak için zor duruyordum.

 

Kızlar erkeklere aç kedi gibi iştahla bakarken Zeynep yengemin, abimi halaydan çıkarması da kaçınılmaz sondu tabii ki.

 

Gece boyu herkes halay çekmişti ve artık dağılma vakti gelmişti. Hazar yine kendi eşini evine bırakmıştı ama ben zaten kendi evimde olduğum için herkes görüşürüz deyip gitmişti.

 

Kübra eve gidip elbisesini alıp bir saate döneceğini söyleyince şöyle bir kaftanımla salınayım da endamım yürüsün diye onu dış kapıya doğru götürdüm. Kendi arabamın anahtarını ona verip bir şoför ayarlayıp gitmesini bekledim.

 

O sırada konağın yan tarafından gelen seslere kulak kabartınca bunların Alaz Ağa ve Fıraz olduğunu anladım. Dinlemek hoş bir şey değildi ama ben meraklı bir insandım.

 

"Ulan hani kına erken bitmişti de biz kızları eve bırakmaya gidiyorduk. Zaten sorun bende ki evde olan birini eve bırakmak için geliyorum."

 

Bu cümleden sonra Fıraz hafifçe bir kahkaha atıp "Alaz kendi kınanı bastın kötü mü oldu? Hem ne yapacaktın o kadar erkeğin içinde müstakbel karın buradayken. Ayrıca ayıp ettin, gidip kızı odasına kadar çıkarabilirdin." deyince acaba dinlemesen mi diye düşündüm ama içimdeki şeytan buna müsaade etmiyordu.

 

Gerçekten erkeklerin sohbetinin sonundan korkuyordum.

 

"Ulan bana bir daha o kelimeyi kullanma!"

 

Karın dediği için mi bunu yapıyordu? Benimle evlenecek olmak onu bu denli rahatsız ediyorsa evlenmeseydi. Sanki zorla tutup kolundan evlenmişim gibi...

 

"Alaz sana bir şey diyeyim mi?"

 

"Beni sinirlendirecek bir şey ise seni öldürürüm."

 

"Sen bu kıza çok fena aşık olacaksın. Oğlum yenge bi içim su."

 

Hiç mütevazı olamayacağım Fıraz ama evet öyleyim. Bugün kaftanın renginden mi bilinmez üzerimde başka bir güzellik vardı sanki.

 

"Fıraz sen ölmek istiyorsun bence. Ulan ben on dokuz yaşındaki küçücük kıza mı aşık olacağım. Bugün yeteri kadar boş yaptın daha fazla konuşursan kendi mezarını kaz."

 

Aa deliye bak. On dokuz yaşındaki küçücük kız ile evleniyor ama ona aşık olmuyor. Ağa bozuntusu ne olacak. Sanki ben onun aşkından ölüyormuşum gibi.

 

"Bak ben sana söylüyorum sen bu küçük dediğin kıza aşık olacaksın. Kıza olan bakışlarını görüyorum gözlerinle ateş saçıyorsun resmen. Yanlış bir şey yapma ve unutma bu kız da seninle isteyerek evlenmiyor."

 

Alaz, Fıraz'a hiçbir şey söylemeden arkasını döndü ve arabaya binmeden önce de "Bugün yaptıklarını unutmadım hesabını vereceksin."dedi. Fıraz ise arkasından fısıltılı bir şekilde"Bugünün yarını da var Alaz Ulusoy, sen asıl yarınki sürprizleri bekle."dedi.

 

Bunların neyi konuştuğunu bilmediğim ve konuşma bittiği için eve girdim.

 

DÜĞÜN

 

13 Mayıs 2022

 

Uyandığımda yine son günlerde olduğu gibi çok yorgundum. Göz kapaklarım kendiliğinden kapanıyor, beş dakika daha dedikçe yarım saat uyukluyordum. Ama şunu biliyordum ki biri beni uyandırmaya gelmeden uyanmam gerekiyordu. Sonra beni sinir ediyorlardı.

 

hemen banyoya girip duş aldım ve bornozumu giyip odama girdim. Odaya girer girmez odada bekleyen Yağmur ve yengemi gördüm. Ayrıca yanlarında tanımadığım ama kuaför oldukları belli olan bir kaç kız vardı.

 

"Oo gelin hanım erkenden uyanmış bakıyorum."

 

Yengemin söylediklerine cevap vermezken asıl merak ettiğim soruyu onu kenara çekip sordum.

 

"Yengeciğim şimdi senden mantıklı bir açıklama bekliyorum. Bu kadınların benim odamda ne işi var. Belki ben odamda çıplak geziyorum olamaz mı?"

 

"Sus kız! Çıplakmış. Bilmiyor muyum seni ben. Bu eve geldiğimden beri ne zaman çıplak dolaştın sanki? Görmesem kendi vücudundan nefret ediyor derim o kadar. Hadi yengeciğim şimdi duş aldığına göre üzerine bir sabahlık giy ve gel, ben misafirlerimize bir kahve ikram edene kadar sen de odanda kahvaltını yaparsın."

 

Doğru söylüyordu. Bu yüzden ikiletmeden hemen giyinme odasına geçip bir sabahlık giydim, odaya gelince Hatice ablanın bana kahvaltı getirdiğini gördüm. Hiç acıkmamış olmama rağmen oturup bir şeyler atıştırdım çünkü bugün çok yoğun geçeceği için acıkabilirdim.

 

Yazardan

 

İki konakta da hazırlıklar sürüyordu. İki gelinin de makyajları ve saçı yapılmış gelinlikleri giyilmişti. Aldıkları birkaç altını da takmışlardı fakat bu kadarı bile ağır olduğu için Berva iyice sıkılmıştı.

 

Alaz Ağa konağında hazırlanmıştı ve şimdi davul zurna eşliğinde Hazar, gelinini almaya geliyordu. Alaz kardeşinin odasına annesi, babası ve kardeşi Berat ile birlikte girmişti. Onlardan önce diğer yakın akrabaları Diyar ile vedalaşmıştı zaten, şimdi ise en zor anlardan biriydi. Gelin annesine sarılmış içli bir şekilde ağlıyordu, bir kızın annesine vedası odada bulunan herkesi üzüyordu. Efsun Hanım "Gözümün nuru."diye ağlıyordu, onu teselli edecek tek söz ağzından dökülmüyordu.

 

Annesinden zorlukla ayrılıp babasına sarıldı ve babasının kolları arasında gözyaşı dökmeye devam etti. Berat ablasının ağlamalarına dayanamayıp onu babasının kucağından çekip gözyaşlarını sildi fakat her seferinde yeni yaşlar akıyordu. Berat uzun bir süre ablasına sarıldı, o da ağlıyordu. Bu odada bir tek Alaz ağlamıyordu. O da erkek adam ağlamaz diyenlerdendi.

 

Alaz kardeşine sarılıp onun gözyaşlarını sildi.

"Unutma delalamın senin yanında abin kardeşin ve baban var, tırnağın taşa değerse ilk arayacağın kişi ben olayım .Sakın ola kendini hiçbir zaman yanlız hissetme, senin abin her zaman arkanda ve sana zarar verecek olanı yaşatmaz."

 

Diyar duydukları ile daha fazla ağladı. Biliyordu, abisi yapardı.

 

Alaz elindeki kuşağı üç kez bağlayıp Diyar'ı aşağı indirmişti. Hazar Çetiner bütün yakışıklılığıyla avluda eşini bekliyordu. Merdivenlerde beyazlar içinde inen kızın masumluğunu görünce kendi kendine bir söz verdi. Bu kızı hiç üzmeyecek, onu hep koruyacaktı.

 

Alaz Ulusoy Hazar Çetiner'in karşısında durduğunda"Ben sana sadece kardeşimi değil her şeyimi emanet ediyorum, emanetine iyi bak çünkü benim kardeşim tek bir şikayetle bana gelirse sonu hiç iyi olmaz."dedi sert sesiyle.

 

Hazar ciğerlerini havayla doldurup"Merak etme Alaz Ağam kardeşin önce Allah'a sonra bana emanettir. Ona gözüm gibi bakacağımdan şüphen olmasın."dedi ve müstakbel eşini alıp meydana doğru yola çıktı.

 

Düğün salonda olacaktı ama Alaz Ulusoy müstakbel karısını alıp meydana gelecek ordan salona geçeceklerdi.

 

Çetiner konağında Berva odasında Yağmur ile beraber oturmuş olacakları bekliyordu. Bir süre sonra kapı açıldı ve Hazar içeri girdi. "Gülüm"dedi ve bir kaç adımda yanına gelip sarıldı."çok güzel olmuşsun."

 

"Teşekkür ederim abi."dedi ve abisinin omzunda ağladı. Yağmur ise sadece makyajı düşünüyordu. Bir kaç dakikalık bir sarılmanın ardından Hazar ondan ayrıldı.

 

"Gülüm ben Diyar'ı almaya gidiyorum zaten meydana gideceğiz. Şimdi bana bir söz ver, kendini asla ezdirmeyeceksin. Benim yüzü-"

 

"Tamam abi. Zaten ben kendimi ne zaman ezdirdim ki? Ayrıca bir daha benim yüzümden dersen o yüzünü tırmalar ve bir daha seninle konuşmam."

 

Hazar gözyaşı dökerken kardeşini onayladı ve bir kere daha sarılıp eşini almak için odadan çıktı.

 

Yaklaşık yarım saat sonra kapı açıldı ve içeri Mirhan Ağa, Zeynep, Meryem Sultan ve Yekta Ağa girdi. Bu ayrılık Yekta Ağa'yı çok zorlayacaktı çünkü o kızını çok seviyordu.

 

Berva içeri girenleri görür görmez ağlamaya başlamıştı. Tabii Yağmur, Zeynep ve Meryem Hanım da öyle. İlk önce babasına sarıldı.

 

"Berva'm, kızım, anam. Sakın kendini yanlız hissetme senin arkanda kapı gibi baban var. Senin saçının teline zarar gelsin ben hissederim ama sen yinede bana söyle olur mu? Babandan hiçbir şey saklama çünkü baban sana ömrünü feda etmeye hazır."dedi ve kızının saçlarını ve alnını öptü.

 

Berva duyduğu cümlelerle daha çok ağladı. Babasından ayrılıp yengesine sonra da annesine sarıldı. Annesi ağlamaktan kızına bir şey söylememişti ama Berva zaten biliyordu hep yanında olacaklarını.

 

Berva annesinden ayrılıp Mirhan abisinin kollarına girdi. Onu bu güne kadar babasından sonra en çok koruyan adam Mirhan'dı.

 

"Abim, ben senin yanındayım bunu bil yeter. Ayağına taş değse hesabını sorarım ama sen sessiz kalırsan ve abinden saklarsan seni karıncalara yem ederim."dedi.

 

Berva'yı güldürmek istiyordu çünkü Berva küçükken karıncalardan çok korkardı. O da bunu kullanıp onu güldürmeye çalışıyordu.

 

Artık davul sesleri uzaktan geliyordu ve herkes vaktin geldiğini anlamıştı. Mirhan eline aldığı kırmızı kuşağı kardeşinin beline üç kere sarıp kardeşini koluna takıp merdivenlerin başına geçti. Aşağıda Alaz Ulusoy bütün ihtişamı ve karizması ile duruyordu. Gerçekten yakışıklı bir adamdı.

 

Berva görmese bile Fıraz günün ilk sürprizini yapmış ve konağa gelirken davul zurnanın yanında Alaz Ağa'nın bütün arkadaşlarının eline meşale verip gelin almaya gelmişti. Onun gelin alması bile ihtişamlı olmuştu. Çünkü normal değildi. Normalde on on beş kişi meşaleyle giriş yaparken şimdi neredeyse aşiretin bütün genç erkekleri ellerinde meşale tutuyordu.

 

Mirhan Çetiner kardeşi ile beraber Alaz Ağa'nın karşısında durup"Kardeşim, gözümün bebeği sana emanettir. Onu korumak bundan böyle sana düşer. Olur da kardeşimin bir of dediğini duyayım barış marış düşünmem alırım kardeşimi Alaz Ağam."dedi.

 

Alaz cevap vermek zorunda olduğunu düşündüğü için"Emanetin emanetimdir."dedi ve eşini alıp meydana doğru gitti.

 

Yüzlerce araç büyük meydanda durmuştu. Şimdi iki aşiret birleşmiş ve konvoy halinde salona doğru gidiyorlardı. Nihayet salona yetişince misafirler salona girdi ve iki çift kendilerine ait olan odada giriş vaktini bekliyordu.

 

İçerden zılgıt ve halay sesleri yükseliyordu. İki halay bitince ilk çiftin anons edilmesi ile Alaz ile Berva yan yana odadan çıktı ve çıkmaları ile giriş şarkısı çalmaya başladı ama ikili çalan şarkıyı duyunca şaşırdı. Fıraz ikinci şovu yapmıştı. Salonda Gewrê (Kumralım) şarkısı çalıyordu.

 

Gewrê gewra mın

Destê xwe bıde destê mın

 

Gewrê gewra min

Ez te nebînim bê hal im

 

Ax gulê gulê dil neda min

Gewra min, gewra min

 

Wer ba min gewra min

Wer ba min gewra min

 

Tu neyê ez dinal im

Tu neyê ez bê hal im

 

Ax dilê min şewitî îşev dîsa dorate digerim

 

Gewrê gewra min

Destê xwe bide destê min

 

Gewrê gewra min

Ez te bibînim dil şad im

 

Gewrê gewra min

Ez te nebînim bê hal im

 

Ax keça dînê îşev dîsa li dorate digerim

 

Gewrê gewra min

Li dorate digerim

 

Gewrê gewra min

Êdî ez tu nikarim

 

TÜRKÇESİ

 

Kumral, kumralım

Ellerini ellerime ver

 

Kumral,kumralım

Seni görmesem halsiz kalırım

 

Ah gülüm gülüm bana gönül vermedi

Kumral, kumralım

 

Yanıma gel kumralım

Yanıma gel kumralım

 

Sen gelmesen inlerim

Sen gelmesen halsiz kalırım

 

Ah gönlüm yandı bu gece yine etrafında dolaşırım

 

Kumral, kumralım

Ellerini ellerime ver

 

Kumral, kumralım

Seni gördüğümde mutlu olurum

 

Kumral, kumralım

Seni görmesem halsiz kalırım

 

Ah kız bu gece yine etrafında dolaşırım

 

Kumral, kumralım

Etrafında dolaşırım

 

Kumral, kumralım

Artık yapamıyorum

 

Herkes şarkının ritmine uyup ellerinde mendilleri ile giriş yapan çifti karşılıyordu. Böyle bir giriş böyle bir ihtişam kimse beklemiyordu. Alaz Ulusoy yine Fıraz'a ölümcül bakışlar atıyordu ama Fıraz bugün daha çok eğlenecekti.

 

Genç çift onlar için hazırlanan yere geçince bu sefer ikinci çiftin anons edilmesi ile Diyar ile Hazar giriş yaptı. Fıraz onlara da sürpriz yapmıştı. Şimdi başka bir şarkı çalıyordu. Şerin u çav reşamın ( şirin ve siyah gözlüm)

Aslında acıklı bir şarkı olmasaydı "oy oy esmere" şarkısını seç

ecekti ama bu da olurdu.

 

Şêrîn û Çav reşa min

Gelek delal û dîlber

Yareb çi şox û şenge

Delal û rind û nûber

 

Çend gewhere û diran zêr

Şekir ji dev dibarî

Cavê reş û kil kirî

lê xuya diki poz bilinde

 

Yarê te ez ceger xwîn

Te ez dîn kirim kirim dîn

Miftî ezim di eşqêd

Ka rabe bikuj bi xencer

TÜRKÇESİ

 

Şirin ve siyah gözlüm

Çok güzel ve çekici

Yarab, ne güzel bir rüya

Güzel taze ve yeni

 

Birkaç mücevher ve altın dişler

Ağzından şeker damlıyordu

Siyah ve sürmeli gözleri ile

Havalı görünüyordu

 

Yarim ciğerim kanıyor

Sen beni deli ettin

Aşkın anahtarı benim

Kalk ve bir hançerle öldür

 

Onları da ellerinde mendille coşkulu bir şekilde karşlamışlardı. Bu çift de böyle bir giriş beklemiyordu ama onlar ilk çift kadar huzursuz olmamışlardı. Fıraz yapacağını yapmıştı. Kumral Berva'ya Gewrê, esmer Diyar'a çav reşamın şarkısını giriş şarkısı olarak seçmişti. Tabii oradakiler bu şarkıları Fıraz'ın seçtiğini bilmiyordu.

 

İki çift te Reyhani oynamak için pistte duruyordu. Herkes bu oyunu biliyordu ama Berva dans etmeyi çok sevdiği için herkes biraz sonra ona hayran kalacaktı. Berva ve Alaz'a kalsa oynamazlardı ama bu Mardin'e ait bir oyundu ve genelde her gelin ve damat oynardı. Bu yüzden onlar da oynayacaklardı.

 

Şarkının çalınması ile iki çift de karşılıklı elleri iki yanda açık bir şekilde salınmaya başlamışlardı. Karşılıklı dönerek oynadıktan sonra gelinler ve damatlar aynı anda oynayarak yere çömeldi ve kızlar yerde salınırken erkekler onları alkışlıyordu. Herkesin gözü Berva ile Alaz'ın üzerindeydi. İkisi de herkesi etkileyecek kadar güzel oynuyorlardı.

 

Karşılıklı salınarak ayağa kalktıktan sonra karşı karşıya tekrar salındılar ve bu sefer Alaz oynayarak yere çömeldi ve Berva etrafında dönerek oynamaya devam etti. Alaz elini önce yere vurup ardından göğsüne, dudaklarına ve alınan götürdü ve elinin tersini Berva'ya doğru iki kez salladı. Bu hareket ile herkes ıslık çalıp alkış tuttu.

 

Alaz oynayarak ayağı kalktıktan sonra bu sefer Berva yere oynayarak çömeldi ve yerde oynamaya devam ederken Alaz onun etrafında birkaç tur döndü.

 

Berva ayağı kalkıp sırtını Alaz'ın göğsüne yasladı ve bir süre öyle oynadıktan sonra şarkı bitmişti. Onlar hâlâ o halde iken birden yukarıdan güller yağmaya başladı iki çiftin de üzerine. Tabii ki yine Fıraz'ın fikriydi.

 

Alaz, Fıraz'ı öldürmeyi aklına not etmişti bile.

 

Alkış ve zılgıt sesleri her yeri inletirken nikah memuru'nun gelmesi ile iki çift nikah masasına geçip oturdu. Nikah memurunun da gelmesi ile nikah başlamıştı.

 

İlk önce Diyar ile Hazar'ın nikahı kıyılacaktı. Onların şahidi Zeynep ve Diyarın Mustafa amcasının oğlu Kenan Ulusoy olacaktı.

 

"Gelin Hanım adınız soy adınız"

 

"Diyar Ulusoy"

 

"Damat Bey sizin adınız soyadınız "

 

"Hazar Çetiner "

 

"Evlenmek için Belediyemize başvurmuşsunuz ve yapılan kontroller dahilinde evliliğinizde bir engel olmadığı görülüyor. Şimdi şahitler huzurunda tekrar soruyorum, siz Diyar Ulusoy Hanımefendi, hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan kendi özgür iradenizle, iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta Hazar Çetiner Beyefendi ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

 

Diyar yapacak başka bir şeyin olmadığı bilincinde"Evet."dedi. Ardından büyük bir alkış tufanı...

 

"Siz Hazar Çetiner Beyefendi hiç kimsenin etkisi altında kalmadan ,iyi günde kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta Diyar Ulusoy Hanımefendi ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

 

"Evet"dedi ve ardından tekrar bir alkış tufanı.

 

Aynı sorular Alaz ve Berva'ya da sorulmuştu ve ikisi de aynı cevapları vermişti.Onların şahidi ise Yağmur ve Alaz'ın Ahmet amcasının oğlu Fırat'tı.

 

Siz Berva Çetiner, kendi iradenizle ,hastalıkta ve sağlıkta Alaz Ulusoyla evlenmeyi kabul ediyor musunuz?

 

"Evet."

 

Siz Alaz Ulusoy, kendi iradenizle, hastalıkta ve sağlıkta, Berva Çetinerle evlenmeyi kabul ediyor musunuz?

 

"Evet .?

 

Nikah memuru sizi karı koca ilan ediyorum dedikten sonra iki çift ve şahitler imzalarını atmış ve evlilik cüzdanlarını almışlardı. Erkekler ceketlerinin iç cebine koymuştu bu evliliğin belgesini.

 

13 Mayıs Berva için bir kabusun başlangıcı olacaktı.

 

Nikah memurunun gitmesi ile iki çift yerlerine geçmek için ayağı kalkmıştı ama tam o esnada bir halay çalmaya başladı. Alaz'ın Ağa arkadaşları Mervan Gürman ve Ferman Soykan ellerinde mendiller ile ona doğru gidiyorlardı. Tabii Hazar'ın da arkadaşları ona doğru gidiyorlardı.

 

Mervan Gürman elindeki mendili Alaz'a verip onu halayın başına aldı, Berva ise yerine geçip oturmuştu. Alaz, Mervan, Ferman, Fıraz, Orhan, Berat ve diğer ağalar el ele tutmuş halay çekiyorlardı. Fıraz ve Orhan, ağa değildi ama onlar da en yakın arkadaşlarını düğünde yanlız bırakmazdı.

 

Diğer tarafta ise Çetiner ailesi, ağalar ve o ailenin erkekleri halay çekiyordu.

 

Fıraz halaydan çıkıp Berva'nın yanına geldi ve "Hadi yenge hanım sıra sende."dedi. Berva daha bir şey anlamadan elinde mendil ile pistin ortasında duruyordu.

 

Mervan ile Ferman, Alaz'ı halaydan çıkarıp iki eline mendil verip Berva'nın karşısına getirdiler ve şimdi ikisi de halaya ayak uydurmuş karşılıklı bir şekilde oynuyorlardı. Ortaya kadar gelip oynamamak olmazdı.

 

Berva ellerindeki mendili sallayıp oynuyordu ve Alaz karşısında ellerini iki yana açmış mendilleri titreterek oynuyordu.

 

Mervan Ağa tekrar Alaz'ın elini tutup onu halayın başına aldı ama Fıraz Berva'nın elini tutup bu sefer onu Başa geçirdi. Berva, Alaz, Mervan, Ferman, Fıraz, Berat, Orhan ve daha birçok kişi halayda kendini gösteriyordu.

 

Berva başta elinde mendille halay çekiyor ve herkesi kendine hayran bırakıyordu. Oynamak istemediği için ve bu kadarın yeterli olduğunu düşündüğü için halaydan çıkıp kendi yerine doğru ilerledi. Tabii arkasından Alaz da çıkmıştı.

 

"Neden piste gelip oynadın?"

Alaz sinirli bir şekilde az önce olanları sorguluyordu. Berva ise aynı sinirle"Kendi isteğimle gelmedim, istemediğim bir düğünde oynayacak değildim, arkadaşın Fıraz beni getirdi."dedi.

 

Alaz aynı sinirle yerine oturup Fıraz'ı öldürmek için farklı işkence yöntemleri geliştiriyordu. Tabii düğünden sonra onu yakalarsa.

 

Halay durunca bu kez dans şarkısı çaldı ve yeni çiftler ile bütün evli olanlar ayağa kalkıp dans etti. Alaz ile Berva bu işkencenin ne zaman biteceğini sorguluyorlardı. Ama daha çok işleri vardı çünkü dans biter bitmez takı töreni başlamıştı.

 

Herkes tek tek takılarını takıyordu. Bir aileye takan diğerine de takıyordu çünkü hem kız hem oğlan onlarındı. Berva ve Diyar takılan takıların altından kalkamıyordu. Takılan altınlar üçer sandığa koyulmuştu ama hala salonun yarısı takmamıştı bile.

 

Efsun Hanım birer altın kemer, Kadir Ağa ikişer set, Yekta Ağa Hint işi ikişer kolye, Meryem Hanım onar burma bilezik ve ikişer halhal kızları ve gelinlerine takmışlardı. Oğulları ve damatlarına ise her biri birer saat takmıştı.

 

Mirhan Ağa da gelinlere ve damatlara ayrı ayrı hediye takmıştı. Berat ise Hazar'a bir saat takıp Alaz'ın karşısına geçip "Abi ben onlar kadar zengin değilim üstünü sen tamamlarsın, bu ikiniz için, tek tek takamam"deyip bir çeyrek altın takmıştı. Diyar'a ise altın kolye takmıştı.

 

Mervan Gürman Alaz'ın yanına gelip"Hayırlı olsun kardeşim, hayırlı olsun yenge."deyip 2,5 m halep zinciri, üç set ve bir tabut bilezik takmıştı.

 

Berva bu adamı görünce dünki iki ağadan biri olduğunu anlamıştı.

 

Ferman Soykan ise gelip hayırlı olsun dedikten sonra Alaz'ın belindeki silahın yanına bir silah daha bırakıp "Yenge Hanım kullanmayı biliyormuş, şimdi gelinlikle olduğu için ona vermedim sen sonra verirsin."demişti. Hem Alaz hem Berva bu hediye karşısında şaşırmıştı.

 

Tabii koskoca Ferman Soykan bir silahla yetinmezdi.

 

"Yenge arabanı Ulusoy konağının garaj, pardon galerisine bıraktırdım, güle güle kullan."

 

Berva nazik bir şekilde gülümseyip teşekkür etmişti.

 

Fıraz ve Orhan da takılarını taktıktan sonra takı töreni bitmişti. Daha onlar yerlerine geçmeden birkaç kişi elinde bir çelenkle gelmişti. Çelenkin üzerinde "Mutluluklar. " yazıyordu ve getiren kişiler bu çelengin Şener holdingten geldiğini söylemişti. Çelengin üzerindeki notta "Özellikle Berva Hanım'a mutluluklar çünkü çok lazım olacak."yazıyordu. Berva ve Alaz bu yazıyı fark etmişti. Berva anlam verememişti ama Alaz çok iyi anlamıştı. Emrah Şener'i bulması gerekiyordu.

 

Düğün halay ile devam ediyordu ve herkes coşmuş gibi halay çekiyordu. Nihayet düğün bitince herkes evlerine gitmek için harekete geçti ama dışarıya çıkmaları ile bu sefer Yağmur'un sürprizi ile karşılaştılar. Ona Fıraz da yardım etmişti.

 

Düğün arabasının arkasında onlarca araba süslenmiş ve her birinin üzerinde yazılar yazıyordu. Berva yazıları görünce kendini tutamayıp hafif bir kahkaha attı.

 

"Son görülme 13 Mayıs."

 

"Dünya O'ydu O'da Alaz'ın oldu."

 

"Son durak."

 

Ve daha bir çok yazı arabalara yazılmıştı.

 

Bundan sonrası Alaz ile Berva'yı anlatacak

 

Herkes arabalara binince konvoy şeklinde konağa doğru yol aldılar. Berva tuhaf hissediyordu çünkü hiç tanımadığı bir evde tanımadığı kişilerle yaşayacaktı.

 

Arabadan inince eline verilen testiyi yere vurup kırdı ve bir parmak bal yedi. Zılgıtlar eşliğinde konağa girip alt kattaki bir odada abdest aldı çünkü dini nikah kıyılacaktı.

 

Mehir olarak ne istediği sorulunca " Talak hakkı istiyorum ve bu nikahı bir şartla kabul ediyorum. Değil başka kadın, bunu aklından bile geçirirse nikah ben boşamadan düşer."

 

Bu cümleye odadakiler şaşırmıştı ama dinen böyle bir şey istemeye hakkı vardı.

 

Alaz Ağa kabul ediyorum deyip üç konak, düğünde takılan takılar ve birkaç farklı yerdeki arazilerin tapusunu vermesi ile de şoke olmuştu, o hiçbir şey istemiyordu. Sadece talak hakkı ve şartının yerine getirilmesini istiyordu. Üçer kere kabul ettim dedikten sonra artık Allah katında da evli olmuşlardı.

 

Odadan çıkınca Alaz"Orhan araba hazır mı?"dedi. Berva bir şey anlamıyordu. Alaz ona dönüp"Ev kalabalık olur ,bir hafta çiftlikte kalalım."demişti. Berva en azından gideceğimiz yeri söylüyor dedi içinden.

 

Orhan'ın "Hazır abi."demesi ile yola çıkmışlardı bile. Orhan onun hem sağ kolu hem de Fıraz kadar yakın arkadaşıydı. Güvendiği birini konağa birini şirkete yerleştirmişti. Annesi itiraz etse bile kalabalığı sevmediği için çiftlikte kalacaktı.

 

BÖLÜMÜ NASIL BULD

UNUZ?

 

BEĞENMEYİ VE OY VERMEYİ UNUTMAYIN LÜTFEN

 

Emeğimin karşılığını veren herkes emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💚🤎

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%