Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@aycakayca1

SÜRPRİZ BÖLÜMM

 

ARKADAŞLAR SİZ ZATEN YAPACAĞINIZI BİLİYORSUNUZ. HER BÖLÜMDE OY VE YORUM DEMEYECEĞİM.

 

KEYİFLİ OKUMALAR💚🤎

 

"Hani bir tek Deniz ile konuşmuştun. Utanmıyor musun elin adamı ile kantinde oturup sohbet ederken? Bu kim ulan?

Ulan zor tutuyorum kendimi. Konuşsana.

Bana Ayda konağa geldi diye nutuk çeken, millet bana söz söyler diyen kadın, ona söylenecek sözleri umursamadan elin adamıyla oturmuş sohbet ediyor.

Bana istersen Ayda ile konuş ama bunu ulu orta yapma diyen kadın, herkesin içinde elin adamıyla oturuyor. Bu mu ulan senin adını düşünen halin? Kim ulan o adam? Yoksa sevdiği-"

 

Berva bu cümlenin devamını dinleyemezdi. Zaten şimdiye kadar susması Deniz'in o berbat durumu içindi.

 

"Ağa!"

Hiddetle bağırdıktan sonra tokat sesi salonda yankılanmıştı.

 

Berva, Alaz Ağa'ya vurmuştu.

Hiç kimsenin cesaret edemeyeceği şeyi o bir anlık öfke ile yapmıştı.

 

"Ağzından çıkanı kulağın duysun. Beni sakın başka kadınlarla bir tutma. Değil sen, bütün dünya bir araya gelse namusuma söz söyleyemez. "

 

Söyletmezdi. Yer gök bir araya gelse namusuna laf ettirmezdi.

 

Alaz ise hâlâ tokatın etkisindeydi. Tokat yemeyeli ne kadar olmuştu?

Belki beş yaşından beri...

 

"Sen bana nasıl tokat atarsın lan?"

 

Sinirden gözü dönmüştü. Bu kadın nasıl ona tokat atardı?

Ayrıca eli de bayağı ağırdı.

 

Berva sinirle karışık alayla güldü.

 

"Tokat mı?

Sen bana kendi mezarını kazdırdın ağa, mezarımı. Yetmedi kendi namusunun namusuna söz söylemeye kalktın. Kim bilir o tokat olmasaydı daha ne yapacaktın? "

 

"Kim o zaman ulan o adam? Kim?

Niye yalan söyleyip evden çıkıyorsun?"

 

İkisi de birbirinin sözlerini bitirmesini beklemeden konuşuyordu.

 

"Ağa! Aklını başına devşir. Daha düğünden bir gün sonra sana demedim mi sınavım var diye."der demez Alaz her şeyi anlamıştı ama artık geçti.

 

"Annene sınava mı gidiyorum deseydim? Kimse bilmiyor adam kimse. Nasıl söylerim?

O içerdeki adama gelince. Adı Deniz .Yalan falan söylemedim.

Onunla buluşmadım. Aynı dershanede okuduğumuz için tanışıyoruz ve aynı okulda sınava girdiğimiz için karşılaştık. Yemek yerken benim masama oturdu o kadar."

 

Alaz yavaş yavaş yaptığı hatayı fark ederken Berva ise hali kalmamış şekilde sessizce konuşuyordu.

 

"Utanmıyorum çünkü ben kimseyle buluşmadım. Sana Ayda Hanım ile ilgili söylediğim şeyler hala geçerli. Ben hâlâ üzerime laf getirmiyorum, getirmem."

 

Berva sözlerine biraz ara verdi. Karşısında kendini afallamış bir şekilde dinleyen adama baktı. Kırılmıştı. Gururu, kalbi kırılmıştı. Nasıl sevdiği olduğunu ve onunla buluştuğunu düşünürdü?

 

Alaz ise bu kadına böyle şeyler yakıştırdığı ve böyle sözler sarf ettiği için kendine kızıyordu.

 

Berva biraz nefes alıp sözlerine devam etti. En çok kırıldığı nokta buydu.

 

"Beni başka kadınlarla karıştırma ağa. Hele o sevdiğin kadınla hiç karıştırma. Ben sen değilim evlendiğim halde hâlâ beni seven biriyle bile isteye konuşayım. Ya da o sevdiğin kadın değilim, evli olduğu halde başka adamların arkasında koşayım.

Yalan yok. O içerdeki adam beni seviyor. Yani sevdiğini söylüyor ama ben bir gün bile onun olduğu ortama isteyerek girmedim. O yanıma gelince de biraz oturup kalkmak için bir bahane buldum her zaman. Dediğim gibi, ben sen değilim beni seven biriyle bile isteye konuşayım."

 

Berva kırılmıştı ve kırıldığı kadar kıracak, can yakacaktı. Bunu fiziksel olarak yapmasa da sözleriyle karşısındaki adamın canını yakacaktı.

 

"Ama sana da biraz hak veriyorum aslında."dediği gibi Alaz ona anlamayan gözlerle baktı.

 

"Etrafında artık ne kadar öyle kadın varsa. Kaç tane Ayda Hanım'a benzeyen kadın varsa; evli adamların peşinden koşan kaç kadın varsa, gördüğün herkesi o kadınlardan sanıyorsun. Ama sakın, ben onlara benzemem. O kadınlara benzemem. Evli adamın arkasından koşan Ayda'ya benzemem."

 

Bilerek Ayda'nın ismini kullanıyordu. Karşsındaki adamın canını kırıldığı kadar yakmak için.

 

"Bir daha bana öyle bir yakıştırma yapma.

Sakın.

Bir daha duyarsam benim kimlere neler yakıştıracağımı görürsün. Emin ol aklın hayalin almaz yaptığım yakıştırmaları."

 

Alaz, Ayda için kullandığı kelimelere öfkelense de, karşısındaki kadının ne kadar kırıldığını görüyordü. İçini boşaltmak hakkıydı. Bu cümleleri kullanmakta haklıydı.

 

Ama bir şeyi unutuyordu. Ayda için kullandığı cümlelerde de haklıydı.

 

"Bana söyleyeceğin ve yakıştıracağın şeyler bittiyse; kolumu sıkmak istemiyorsan ya da beni bir kere daha itmeyeceksen, bağırmaların bittiyse eve gitmek istiyorum."

 

Berva onun cevap vermediğini görünce"Yarın da sınavım var. Eve gitmem gerek duymuyor musun?"dedi.

 

Onun hala cevap vermediğini görünce hemen dışarı doğru yürüdü."Burada kalmak istiyorsan kalabilirsin. Arabanın anahtarı üzerinde zaten. Ben gidiyorum."

 

Berva arabaya binince Alaz da arkasından araca bindi ama onu şoför koltuğundan indirmedi. Sinirini atmasını istiyordu.

 

Berva aracı sürmeye başladı ve asfalt yola çıkınca hız sınırını aştı. O sinirli bir şekilde araba sürünce hız yapardı. Alaz bu kadar hızlı sürdüğüne şaşırmıştı.

 

"Dur kadın yavaş sür kaza yapacağız."

 

"Korktun mu Alaz Ağa?"

 

Alaz bu sözden sonra bir daha konuşmadı. Ne sinir bozucu bir kadındı.

 

Araba git gide hızlanıyordu. Karşıdan ilk önce başka bir aracın farı göründü. Daha sonra aracın kendisi. Koca bir kamyonet onlara doğru geliyordu.

 

Kamyonetle karşı karşıya kalmadan önce duydukları tek şey kulak ağırtan bir korna sesi oldu.

 

Alaz gördüğü şey karşısında şoke olmuştu. Neler olmuştu az önce?

Bir kamyonet onların üzerine doğru geliyordu ama Berva son anda yaptığı manevra ile aracın yan tarafına geçmişti. Saniyelik bir şey bile değildi ki bu.

 

"Ne oldu Alaz Ağa, korktun mu?"

 

Ah. Alaz bu söze öyle sinirleniyordu ki. Ölmekten korksa Mardin'in Ağası olmasına rağmen gece tek başına bir kadınla çiftlik evine gelmezdi değil mi? Düşmanı çoktu sonuçta.

 

Evet korumaları göndermiş ve hatta Orhan'ı arayıp o kadını hemen evden göndermesini söylemişti. Aksi halde katil olabilirdi.

 

"Deli kadın. Delisin ulan sen. Öldürecek misin bizi?"

 

"Kötüler çabuk ölmez ağa, merak etme."

 

Ağa diyordu. Ağam demiyordu. İyelik eki kullanmıyordu. Ya Alaz Ağa ya da ağa diyordu.

 

"Bu sebep bile seninle aynı araca binmeme yeterli değil."

 

"Espri yapamıyorsun ağa.

Hem ben zorla mı sana dedim arabaya bin diye. Oradan buraya beni zorla getiren sensin. Sonra arabaya binen yine sensin."

 

"Acaba kimse konuşmakta seni yener mi?" diye mırıldandı içinden ama Berva duymuştu.

 

"Haksızlığa uğradığım ya da ortada haksızlık olan hiçbir konuda kimse beni konuşarak yenemez."dedi.

Laf mı soktu o?

 

"Tamam uzatma artık, bir yanlış anlaşılma olmuş işte."

 

"Uzatma?

Uzatıyor muyum ağa? Bana kurduğun cümlelerin farkında değil misin yoksa?"

 

"Farkındayım, ve yanlış anladığımı söylüyorum. Uzatmasan mı kadın?"

 

"Ama özür dilemiyorsun."

 

"Sür kadın sür. Beni sinirlendirme."

 

"Alaz Ağa sürüyorum ya. Hem daha ortada boş kalmış bir mezar var. Düşündüğün şeyi yapmadığıma göre şimdi ne yapacaksın?"

 

Alaz bu soruya bir cevap veremedi. Şimdi ne dese bugün ona yaptıklarının yerini tutardı?

 

"Sen söyle. Bir hata yaptım kabul, o mezar fikri biraz ağır oldu ama kork istedim. Korkmadın. Sen söyle ne yapayım?"

 

Berva buruk bir şekilde ona baktı. Alaz bu bakışlarda onca şey gördü, onca acı duydu ama hiçbirinin nedenini bilemedi.

 

"Bir değil ağa, bu eve geldiğimden beridir hata üstüne hata yapıyorsun. Varsın ben bunu da alttan alayım sorun yok.

 

Senden kendine bir ceza vermeni istemiyorum ama o mezar hep orada ve açık kalsın.

Belki güçsüz görüyorsun, belki zayıf sanıyorsun ama sandığın gibi değilim. Bir mezardan korkacak yaşı çoktan geçtim."

 

Alaz buna da bir cevap veremedi. Berva susmasını evet olarak anlamış olacak ki o da konuşmadı.

 

Berva ne kadar güçlü olabilir ki?

 

.............................

 

Konağa geldiklerinde herkes çoktan uyumuştu. Korumalar aracı garaja koyana kadar onlar çoktan odalarına gelmişlerdi bile. Berva hemen üzerini değiştirip koltuğa yatağını hazırlayıp uzandı. Alaz ise önce hafif bir duş almıştı.

 

Berva dayanamıyordu artık ama dışardan da sağlam görünmesi gerekiyordu.

Yıkılmak yasaktı.

Güçsüzlük ve zayıflık yasaktı.

Ağlamak yasaktı.

 

Ve üstüne hayatının tamamı zorluklarla geçiyordu.

 

Yorulması normal değil miydi?

 

Alaz bornozuyla odaya gelince Berva hemen kafasını battaniyenin altına koydu. Alaz onun bu hareketine yüzünü buruşturdu ve giyinme odasına gidip bir eşofman altı giydi. Üstü tamamen çıplaktı. Berva giyinme odasından çıktığını anlayınca yüzünü açtı ama gördüğü görüntü ile ağzından küçük bir çığlık kaçırdı.

 

Alaz kızın çığlığını duyunca küçük bir küfür mırıldandı. Yüksek sese tahammülü yoktu.

 

" Kaç kere diyeceğim sana bu odada ben de varım ona göre davran diye?"

 

Alaz gülse mi sinirlense mi bilemiyordu. Bu kız gerçekten söz dinlemiyordu. Kaç kere benim odam dese de kız onun dediklerini umursamıyordu.

 

"Ben de sana daha önce benimle ilgili hiçbir şeye karışma demiştim sanki."

 

"Ne halin varsa gör Hödük Ağa."

 

Alaz duyduğu sıfat ile sinirle ayağı kalktı. Onun kalkması ile Berva da kalktı. Alaz'ın yüzüne bakıyor, gözü çıplak tenine değmesin diye direniyordu.

 

"Ne dedin sen?"

 

"B-bir.......bir şey demedim."

 

"Dedin, dedin. Hödük Ağa gibi bir şey dedin."

 

"Yoo demedim."

 

"Ulan şansını zorluyorsun kadın. Dua et uykum var." dedi ve yatağa tekrar uzandı.

 

Uykusu vardı belki ama karşılık vermemesinin asıl nedeni bugün kıza yaşattıklarıydı.

Farkındaydı. Bir şey olmamış, etkilenmemiş gibi görünmeye çalışıyordu ama Alaz bugün onu ne kadar yıprattığını görmüştü.

 

Galiba yeşil gözlü cesur kız gerçekten güçlüydü. Çünkü acıyı saklamak, yaşamaktan daha can yakıcıydı.

 

Peki neden saklıyordu ki?

Bugün o mezar başında ağlasa ne olacaktı?

Neden korksa bile asiliğiyle bunu saklıyordu?

Alaz Ağa sorularına cevap alamıyordu.

 

"Duaymış, sanki ne yapacak."

 

"Uyu kadın. Yaptıklarımı görürsün sonra. Adını Gurursuz Hanımağa diye bütün Mardin'e yayarım."

 

Berva'nın aniden değişen yüz şekli Alaz'ın gözünden kaçmasa da bilmiyormuş gibi davrandı.

 

Peki dedi Alaz Ağa kendi kendine.

Ben koskoca Alaz Ağa, nasıl olur da bir söze inanıp bunları bu kadına yaptım?

Aklım nerdeydi benim?

 

Ama bu sorulara da cevap bulamamıştı ve bulamadığı her cevapta daha çok sinirleniyordu.

Ve bu siniri de en iyi Berva'dan çıkarıyordu.

 

...............

 

Sabah olunca yine herkes erkenden kalktı. Berva dünki gibi sade bir şeyler giyip aşağı indi ama bugün nasıl bir bahane bulacağını bilmiyordu. Zaten dünki olaydan sonra nasıl kafasını toparlayıp o sınava gireceğini de bilmiyordu.

 

Sınava girmesine gerek var mıydı?

Yoktu...

 

Şimdi bu sınava girmese avukat olamayacak mıydı?

Olacaktı.

 

Ama o yine de bu sınava girip kendini kanıtlamak istiyordu. Hem de ilerde insanlar torpil var demesin diye bu sınava girmeliydi.

 

Kahvaltı sofrasına yaklaşırken artık Melek'i görmekten sıkıldığını fark etmişti. Kadın bir türlü gitmeyi becerememişti. Artı olarak canını da fazlasıyla sıkıyordu.

 

Alaz Ağa merdivenden inip Melek'i görünce adımlarını hızlandırıp onun masasının yanında durdu.

 

"Kalk! Orhan buraya gel!"

 

Herkes şaşkınlık içinde etrafa bakarken Kadir Ağa oğlunun neden birden böyle olduğuna anlam veremiyordu. Berva ise öylece izliyordu. Hak etmişti ama artık bu ceza için çok geçti.

 

"Alaz ne oluyor?"

 

"Kes sesini. Orhan, ben geldiğimde bu kadın evde olmayacak demedim mi? Ne diye bir gece fazla kalıyor burada?"

 

Kimse Alaz'ın neden böyle söylediğini anlamazken şaşkınlıkları katlanıyordu. Birden böyle olmasına bir anlam verememişlerdi.

 

"Alaz sen ne diyorsun? Neden böyle yapıy-"

 

"Kes sesini. Ağa diyeceksin. Alaz Ağa diyeceksin, haddini bil.

Orhan cevap ver."

 

"Alaz Ağam, biz dün dediğiniz şeyleri aynen Melek Hanım'a ilettik fakat kendileri sizin böyle bir şey söylemediginizi iddia edip gitmek istemedi."

 

Alaz adeta gözlerinden ateş atıyordu. Son kez ona kalk dediği zaman Melek ayağı kalktı ve ağlayarak odasına çıktı.

 

Ve Berva bir şey fark etmişti ki Alaz Ağa sinirlense bile ona kötü davranmamıştı. Halbuki en ufak şeyde onun kolunu sıkıyordu.

 

"Alaz Ağa, ne demek bu?

Misafire neden öyle davrandın?"

 

Bu konşan Efsun Hanım değildi Kadir Ağa da değildi. Berat da değildi.

 

Berva ilk kez ailesinin önünde Alaz Ağa'dan hesap soruyordu.

Alaz Ağa da buna şaşırdığı kadar sinirlenmişti.

 

"Seni ilgilendiren bir konu değil, karışma."

 

Berva sinirle ona bakarken gözleriyle adeta ben her şeyi biliyorum diyordu ama ailesinin yanında söyleyip söylememek arasında tereddütte kaldı ve söylememeyi seçti.

 

Babası ve annesi ise onun kararını sorgulamamışlardı çünkü Alaz Ağa zaten hesap vermezdi. Sadece sakinleştiğinde neden yaptığını sorarlardı o kadar.

 

Herkesin kahvaltısı zehir olunca erkekler işe gitmek için ayağı kalktığında"Hazırlan işimiz var."demişti Alaz.

 

Berva kime dediğini duymamış, üstüne alınmamıştı. Efsun Hanım bu sefer ona döndü ve"Kızım kocan sana diyor."dedi. Berva şaşkın bir şekilde baksa da sınav için olduğunu anladı ve hemen gidip giriş belgesini ve diğer ihtiyacı olan her şeyi alıp geldi.

 

Alaz bunu ona mecburmuş gibi hissediyordu. Kıza o kadar ağır laf söyledi ve mezar kazdırdı. Tabii ki mecburdu. Ama Berva yine de nezaketen araca binince teşekkür etmişti.

 

Yollar hızla akıp giderken Berva aklına gelen şey ile Alaz'a döndü. Sorup sormamakta tereddütte kalmıştı ama çok merak ediyordu. Bu merak duygusu bütün vücudunu etkisi altına aldığında artık sormaya mecburmuş gibi hissediyordu.

 

"Çok mu beğendin? Ne diye yarım saattir beni dikizliyorsun?"

 

Berva o kadar dalmıştı ki Adam'ın sesiyle irkildi. Sonra adamın sözleri anlam kazanmaya başladığında kaşlarını çattı. Onu mu beğenmişti?

Tamam, kara kaşlı, kara gözlü,uzun boylu, geniş vücutlu, heybetli ve yakışıklı olabilirdi ama Berva ona o gözle hiç bakmamıştı ki beğensin.

 

"Yok sen benim tipim değilsin. Ben Deniz'i düşünüyorum."

 

Berva'nın bu cümlesi ile Alaz sinirden direksiyonu sıktı. Öyle sert sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Ama cümle de yanlış anlaşılmaya çok müsait bir cümleydi.

 

Peki Alaz neye sinirlenmişti bu kadar?

Onun tipi olmamasına mı? Deniz'i düşünmesine mi?

 

Berva kurduğu cümlenin yanlış anlaşılmaya ne kadar müsait olduğunu anlayınca cümleyi telaşla toparladı.

"Şey......yani ben onun o halini görünce merak ettim. Of anlasana işte durumunu merak ettim. Ne yaptınız ona? Bıraktınız mı onu?"

 

Alaz bu kadının bir adam için bu kadar endişe etmesine sinirleniyordu. Kıskanıyor muydu? Hayır

İnsan sevdiğini kıskanırdı ama Alaz ondan nefret ediyordu.

O sadece onun karısı olduğu sürece başka erkekleri düşünsün istemiyordu.

 

"Düşünme."

 

"Neden? Zaten haksız yere dövdünüz, bir de ne yapacağınızı düşünmeme mi izin vermiyorsun.

Ne yaptınız ona? Onun bir suçu yok, bırakın."

 

"Bana emir verme kadın. Nasıl onun bir suçu yok? Hepsi o adam yanına geldi diye değil miydi."

 

"Evet onun bir suçu yok. O adam yanıma geldi diye olmadı olanlar. Hepsi senin yargısız infazın yüzünden. Bir kere gelip sorsaydın bana o kim diye, ben de kim olduğunu söylerdim. Bana niye yalan söyledin diye soracağına, neden okula gittin diye sorsaydın verirdim sana cevabını.

Ama yok değil mi? Ben kimim ki. Ben bu eve geldim geleli itip kaktığın kadınım. Kim bana sorarak bir şey yapar ki?

 

Üstelik senin akraban dururken benim sözlerimin ne anlamı var değil mi?

Başlatma şimdi onun suçu bunun suçuna Alaz Ağa, hepsi senin suçun."

 

"Ne akrabasından bahsediyorsun, ne saçmalıyorsun sen?"

 

Alaz bu kadının bir şeyler bildiğini anlamıştı ama ne kadar bildiğini bilmiyordu.

 

"Melek gelip sana Berva bir arkadaşıyla buluşacak, erkek olduğunu düşünüyorum. Yok seviyormuş, yok özlemiş, yok özlem giderecekmiş dediği zaman ona inandığın içindi bütün bu olanlar. Bütün suçlu sensin!"

 

Alaz bu kadarını bildiğini tahmin etmemişti. Şimdi ne dese de haksız olan o çıkacaktı.

 

"Neden sabah ona bir şey demedin? Dediğine göre çok güçlüymüşsün ya, neden haddini bildirmedin?"

 

"Onun bir suçu yok ki. Bu bana atılan ilk iftira değil, bu yüzden artık pek üzülmüyorum. Sen inanmayacaktın ama kalkıp bunun için de seni suçlayamam. Ben sana her şeyi anlattıktan sonra bile telefon kayıtlarımı dinleten sen, neden güvenesin ki?

Bana güvenmediğin için neden sana hesap sorayım ki?"

 

Alaz bu kadar şeyi bildiğine hayret ediyordu. Hadi konuşmaları bir şekilde duydu, ya telefonunu kontrol ettirdiğini nerden biliyordu?

 

Evet Alaz kontrol ettirmişti ve Berva o gün babası ve abileri dışında kimseyle konuşmamıştı.

 

"Nerden biliyorsun kontrol ettirdiğimi?"

 

Berva hafif güldü. Bu beni çok hafife alıyorsun demekti.

 

" Güçlü olduğumu söylememe rağmen beni ciddiye almayan sensin Alaz Ağa. Gücümü fazla hafife alıyorsun.

Ayrıca konuyu değiştirdiğini sanma, bana bir cevap borçlusun."

 

 

Bu net bir cevap değildi ve Alaz da irdelemedi. Zaten okula gelmişlerdi bile.

 

Haklıydı. Yargısız infaz yapılmıştı. Küçük bir açıklama hakkıydı.

 

Alaz ise onun emirvari konuşmasından dolayı daha çok sinirlenmişti ama onu sinirlendiren bir diğer konu ise bu kadının haklı olmasıydı. O da biliyordu Berva'nın haklı olduğunu.

Alaz şirkete gelip bir kaç işini halledip tekrar okula gitti. Berva'yı okuldan alması gerekiyordu. Başka koruma gönderip aldırabilirdi ama o koruma konaktaki diğer insanlara Berva'nın okula gittiğini söyleyebilirdi. Orhan'ın başka işleri vardı ve geriye bir tek o kalıyordu.

 

Okulun kapısına geldiğinde Berva da okuldan çıkıyordu. Sınavı iyi geçse gerek gülümseyerek geliyordu ama Alaz Ağa o tarafa bakmadığı için bunu göremiyordu.

 

Berva onu görür görmez araca bindi ama onunla konuşmadı. Alaz da onunla konuşmamıştı. Sınavının nasıl geçtiğini bile sormamıştı. Merak etmiyordu.

 

Berva daha fazla dayanamadı. Deniz konusu yüzünden sınavının ilk yarım saatini huzursuz bir şekilde geçirmişti ama sonra kendini teskin edip sınavına devam etmişti. Şimdi onu görünce yine merakı baş göstermişti.

 

"Sorumun cevabını alabilir miyim?"

 

"Aferin, işte böyle. Bir daha emirvari konuşmazsan ve ben sana cevap vermek istiyorsam bütün sorularına elbette cevap alabilirsin."

 

Berva gözlerini devirmişti. Ne ukala adam diye geçirdi içinden.

 

"Sorunun cevabına gelirsek...

Serbest bıraktım onu merak etme öldürmedim. Gördüğünden daha fazlasını yapmadım. Sanırım bu kadar cevap sana yeter."

 

Berva cevap vermedi. O cevabını almıştı, Alaz almasa da olurdu. Hep o mu cevapsız bırakacaktı.

 

Yollar bitti. Alaz Berva'yı eve bırakıp tekrar şirkete geçti. Berva ise şimdiden alacağı puanı merak etmeye başlamıştı. Ama puanların açıklanmasına daha bir aydan fazla vardı.

 

Berva eve gelir gelmez kayınvalidesinin yanına geldi. Nereye gittiniz diye sormasını bekliyordu ama kayınvalidesi hiç sormamıştı. Havadan sudan sohbet etmiş ve akşam için yemek hazırlıklarına koyulmuşlardı.

 

Berva yemek yaparken düşündü de bu gün evliliklerinin otuz ikinci günüydü. Koskoca bir ay bitmişti bile. Bu otuz iki gün onun aklında hep kalacaktı çünkü bu otuz iki günden sonra her gün biraz biraz parçalanacaktı. Bazı günler kalbi, bazı günler onuru, bazı günler gurur, bazı günler ise her şeyiyle kırılacaktı.

 

Akşam olmuş ,yemekler yenmiş ve herkes odasına çıkmıştı. Berva yine yatağını hazırlayıp uyumuştu. Bugün uyumadan önce ne konuşmuş, ne de tartışmışlardı.

 

Ertesi sabah uyandığında yine saatin çok erken olduğunu gördü. Kalkıp biraz etrafı toparladı ve kahvaltı hazırlamak için aşağı indi. Daha yardımcılar bile mutfakta yokken o neredeyse kahvaltılık her şeyi hazırlamıştı. İlerleyen bir saatin ardından Sevgi mutfağa girmiş ve onu görünce"Oo günaydın hanımağam. Niye zahmet ettin?"demişti neşesi yerinde olan sesiyle.

 

Berva ise onun hanımağam demesine takılmıştı. Tam ağzını açmıştı ki Sevgi"Tamam tamam hanımağam demem ama sen benden bir yaş büyüksün, abla dememi de istemiyorsun. Ben de sana Berva diye seslenemiyorum. Ne yapayım?"

 

"Sen bana Berva de, ben sanki bana abla demişsin gibi düşünürüm. Sen benim kardeşimsin bundan sonra."

 

"O nasıl olacak ki? Nasıl sana Berva derim?"

 

"Dersin, dersin. İtiraz kabul etmiyorum. Sen benim kardeşimsin."

 

Sevgi aynı zamanda hazırlıklara yardım ediyordu.

 

"Nasıl bu kadar kısa sürede bana alışıp güvendin de beni kardeşin olarak gördün?"

 

Sevgi bu soruyu gülerek sormuştu ama Berva bir noktaya takılmıştı:Güven

O kimseye güvenmezdi ki. Güven problemi vardı. Sadece ailesi ve Yağmur'a güvenirdi. Başka kimseye güvenmezdi.

 

Sevgi'yi kendine yakın hissettiği için kardeşim demişti ama ona 'sana güvenmiyorum' diyemezdi ki.

 

"Ne kısa süresi, koskoca bir ay oldu ya."

 

"Oo, evlendiği günleri de sayarmış."

 

"Saçmalama Sevgi."

 

"Of ne var ya."

 

"Sus, ablaya of denmez."

 

"Tamam tamam ben sofrayı götürüyorum."

 

Sevgi sofrayı büyük salona sermiş ve kahvaltılıkları tek tek taşımıştı. O sırada ailenin üyeleri tek tek sofraya oturmuştu. Son olarak Berva da geldiğinde, Kadir Ağa'nın afiyet olsun demesi ile herkes kahvaltısını yapmaya başlamıştı.

 

Sevgi mutfakta kalan ekmekleri masaya getirip geç getirdiği için özür dilemişti. Efsun Hanım ise"Önemi yok kızım. Hem bu kadar şey hazırladıktan sonra yorulmuşsunuzdur sen ve Ayşe. Ellerinize sağlık."demişti.

 

"Yok hanımım bugün kahvaltıyı hanımağam hazırladı."

 

İşte bu cümle ile Alaz elindeki çatalı sert bir şekilde masaya bırakıp ayağı kalkmıştı. O bu kadının elinden bir şey yemem demişti ama yemişti. Hem de bugün değil, neredeyse her gün.

 

"Ne demek o hazırladı?"deyip Berva'ya dönmüştü.

 

"Sen ne laftan anlamaz bir kadınsın. Ben sana senin elinden bir şey yemeyeceğim demedim mi? Ne diye yapışkan kadınlar gibi istemediğim yerde bitiyorsun? Benim kahvaltımı neden sen hazırlıyorsun? Bir daha bu evdeki hiçbir işe sen karışmayacaksın. Ye,iç ve yat. Senden başka bir şey isteyen olmadı.

Gurursuz kadın."

 

Bütün aile fertleri onları saşkınlıkla izlerken Berat araya girecekti ama Berva onu durdurmuştu. Her ne olursa olsun alttan alacağına söz vermişti ama ailesinin yanında bunu yapamazdı.

 

"Yemeseydin Ağa, zorla yediren yok. Ayrıca kendini o kadar önemli sayma ben sana değil kendime hazırlıyorum kahvaltıyı.

Bu evde istediğim zaman iş yapar istediğim zaman uyurum.

Karşında uşağın yok, bana emir veremezsin."

 

Alaz sinirden burnundan soluyordu. Bu kadın laftan anlamıyordu. Ona senden midem bulanıyor dememiş miydi?

 

Sinirle çaydanlığı tutup avlunun ortasına fırlatınca Berva biraz yansa da ses etmedi. Çok gelmemişti ama canı yanmıştı.

 

"Bir daha benim yediğim, içtiğim ,giydiğim, benim olan ne varsa elini sürmeyeceksin duydun mu?"

 

Berva tam ağzını açmıştı ki Kadir Ağa ile Efsun Hanım aynı anda konuşmuştu.

 

"Alaz Ağa ne yapıyorsun?"

Ve konuşmaya Efsun Hanım devam etmişti.

 

"Bu evde benim koyduğum kurallar geçer Alaz. Ne zamandan beri benim oğlum kadınlara böyle davranıyor?

Yemin olsun bilseydim bir ay içinde bu kızı bu hale getireceksin dava mava dinlemem onu bu eve getirmezdim.

Şimdi git aklını başına topla, bir daha seni bu kıza böyle davranırken görmeyeceğim."

 

Alaz, annesi cümlesini bitirir bitirmez hemen evden ayrıldı fakat arkasında bıraktığı kadının ne kadar kırıldığının farkında değildi. Hoş, ilgilenmiyordu da.

 

Berva ise ona sarf edilen bu cümlelerin ve yapılan hakaretin ardından öylece bakakalmıştı. Gurursuz demişti ona. Gurursuz muydu?

 

Evet dedi içinden. Eğer gurursuz olmasaydım ona bir cevap verirdim dedi.

"Beni gurursuz yaptın ya ağa, Seni Allah'a havale etmekten başka diyecek bir şeyim kalmadı."diye mırıldandı.

Zar zor topladığı aklıyla"Müsade var mı baba?"diye sordu. Kadir Ağa ne kadar yanlız kalmasını istemese de izin verdi.

 

Utanıyordu böyle bir durumun içinde olduğundan. Kayınvalidesi de bir ay içinde ne kadar yıprandığının farkına varmıştı demek.

 

Ve Berva evliliğinden otuz iki gün sonra her gün biraz daha kırılacaktı. Daha başlangıçtı ve hiçbir şey olmamıştı.

 

Berva odasına çıkıp kapıyı kilitledi ve her akşam döktüğü göz yaşından bir tane daha döktü ama sadece bir tane. Fazlası çok can yakardı. Ahı tutarsa eğer, döktüğü her yaş bir yara açardı. Ne demişti?

 

"Allahım, eğer bu göz yaşlarını hakettiysem, bir insanın canını yaktıysam, ahını aldıysam birinin, bu gözyaşları alsın canımı.

Ama eğer hak etmediğim halde bu gözyaşları akarsa gözümden, aktığı kadar acısın yüreğimin acısına neden olanın yüreği. Aktığı kadar yara olsun yüreğinde ve aktığı kadar acı çeksin yüreği."

 

İşte bu Berva'nın ahıydı. O yüzden bir damladan fazla yaş düşürmezdi gözünden. Sadece o kötü günü hatırladığında kendine engel olamazsa çok ağlardı ve evleneceğini öğrendiği zamanlar ağlamıştı ama onun dışında sadece bir damla yaş düşerdi gözünden.

 

Sırf yüreğindeki yaraya neden olanın yüreği çok fazla acımasın diye göz yaşı bile dökmüyordu.

Ne kadar merhametli bir kadındı bu böyle?

 

Odasında oturdu ve sadece bir noktaya odaklanıp durdu. Sevgi gelip onu öğlen yemeğine çağırmıştı ama hala aynı yere bakıp yemek yemeyeceğim deyip onu göndermişti. İkindi vakti kayınvalidesi gelip elini kapıya atmıştı ama kilitli olduğunu görmüştü. Endişeyle hemen onu çağırmıştı ama Berva hâlâ aynı noktaya bakıp ona iyi olduğunu ve biraz yalnız kalmak istediğini söylemişti.

 

Akşama doğru Alaz eve gelince Efsun Hanım, Berva'nın sabahtan beri odadan çıkmadığını ve kapıyı kilitlediğini söylemişti. Zaten her zaman sinirli olan Alaz Ağa yine aynı öfkeyle odanın kapısına gidip hiç açılıp açılmadığına bakmadan tekme savurmuş ve kapıyı kırmıştı. Kapı açıldığında ise Berva hâlâ aynı noktaya odaklanmış bir şekilde oturuyordu.

Ne mi düşünüyordu?

Gurursuzluğunu.

 

Ona ve Alaz Ağa'ya göre gurursuzluktu ama aslında bu onun artık yorgun olduğunu gösteriyordu. Savaşamayacak kadar yorgun. Herkesle savaşırdı ama laftan anlamayan bir ağayla savaşmazdı. Ne derse desin onu her seferinde kıran bir adama daha fazla bir şey söyleyemezdi.

 

Bir insan köşesine çekilmişse, ya hevesi kırılmıştır, ya kalbi ya da hayalleri.

 

Berva'nın hepsi birden kırılmıştı.

 

Alaz Ağa onun bu halini göremeyecek kadar gözünü karartmıştı. Ne onun bu sinesine çekilmiş halini, ne de parçalanmış halini görmüyordu.

 

Hemen Berva'nın kolundan tutup onu kaldırdı ve ona dönmesini sağladı. Ama Berva'nın boş bakan bakışları karşısında şaşırdı. Ağlamamış diye geçirdi içinden. Bilmiyordu ki bu kız ağlarsa neden olanların kıyameti olurdu."

 

"Bana bak, bak bana kadın."

 

Berva adamın kükremesi ile ona baktı, ardından Efsun Hanım bağırma sesini duyup yukarı gelmişti. Kapıyı kırık ve Berva'yı o halde görünce hemen odaya girdi.

 

"Alaz Ağa ne bu hal, bırak kızımın kolunu."

 

"Efsun Hanım çık odadan."

 

"O kızı bırakmayana kadar çıkmıyorum ağa."

 

Berva zar zor topladığı sesi ile konuştu.

 

"Efsun anne sorun yok,

sen aşağı in istersen."

 

Efsun Hanım Berva'yı dinlememişti.

 

"Ne dedim bu sabah ben sana Alaz Ağa? Ya şimdi o kızın kolunu bırak ya da git bugün başka yatacak yer bul."

 

Berva yine araya girip onlara izin vermesini söyleyince Efsun Hanım tereddüt etmişti.

"Ama kızım..."

 

"Gerçekten anne, ben hallederim."

 

Efsun Hanım istemeden de olsa odadan çıkmıştı. Berva Alaz'a dönüp"Ne var ? Bırak kolumu. Ben sana dokunuyor muyum da sen bana her aklına estiğinde dokunuyorsun?

Madem benden miden bulanıyor, elimin değdiği hiçbir şeyi yiyip içmiyorsun, ne diye her fırsatta kolumu tutuyorsun?"dedi.

 

Alaz onun kolunu bırakıp gözlerinin içine baktı ama o yeşiller öyle etkiliyordu ki onu hemen bakışlarını çekti.

 

"Ne diye insanları endişelendiriyorsun? Bu evdekiler senin kölen mi her seferinde seni çağırmak için merdiven çıksınlar?"

 

Sesi mi yumuşamıştı onun?

Evet, evet. Kesinlikle söyleyeceği her şeyden vaz geçmişti.

Efsun Hatun asker gibi kadındı vesselam.

 

"Ben kimse benim kölem demedim, demem. Ben sen değilim kendimi Kaf dağında göreyim. Yorgunum ve dinleniyorum. Bunu onlara söylemiştim. Buraya kadar gelmeleri benim suçum değil."

 

"Her şeye bir bahane bulup kendini haklı çıkarma. Bir daha da bu hareketi tekrarlama."

 

"Bahane bulup kendimi haklı çıkarmıyorum. Ben zaten haklıyım ve bunu sen de biliyorsun. Ayrıca her yorulduğumda dinleneceğim. Yani bu hareketi her yorulduğumda tekrarlayacağım."

 

Alaz'ın sinir olmuş hali onun içini biraz soğutuyordu ama tam anlamıyla kırgınlıkları geçmemişti. Geçmezdi.

Yine de sinirlenmesi ona zevk veriyordu.

 

"Hemen üstüne başına çekidüzen verip aşağı inmiyorsun."

 

"İniyorum ama sen istediğin için değil. Efsun anne ikidir bu odaya geldiği ve beni merak ettiği için."

 

Alaz bu kadına laf yetiştiremeyeceğinin bilincinde odadan çıktı ve hazır olan sofraya oturdu. Beş dakika sonra Berva aynı kıyafetlerle ama hiçbir şey olmamış gibi aşağı inmişti. Sırf o üstüne başına çekidüzen ver dediği için kıyafetlerini değiştirmemişti.

 

Kadir Ağa gelininin bu güçlü halini görünce tebessüm etti ama ona iyi olup olmadığını sormadı. Hatırlatmak istemiyordu.

Unutmuş muydu ki?

 

Yine her günkü gibi yemekler yenmiş, çaylar içilmiş ve herkes uyumak için odasına çıkmıştı.

 

Sabah ilk defa Alaz ile Berva aynı anda uyanmış, aynı anda hazırlanmış ve aynı anda aşağı inmişti. Berva aşağı indiği sırada başı dönmüş, merdivenlerin trabzanlarına tutunmak istemiş ama daha tutamadan yere düşeceğini anlayınca elini en yakındaki yere atmıştı. Alaz Ağa'nın koluna.

 

Alaz Ağa refleksle ona tutunan kolu tutmuş ve dengesini sağlayana kadar bırakmamıştı. Bu kadar yakınlık fazlaydı, kadının kokusu ciğerlerine nüfuz ediyordu. Dengesini sağlayınca onu bırakmış, sadece ikisinin duyacağı bir ses tonuyla"Sakar. Bir insan bu kadar mı beceriksiz olur? Yürümeyi bile bilmiyorsun. Aptal kadın."dedi.

 

" Seni ciddiye almadığımı ne zaman anlayacaksın acaba?"

 

Berva onun söylediklerini ciddiye alsa da tepki vermeyince Alaz daha çok sinirleniyordu. Bu yüzden ona, ciddiye almıyorum demişti.

 

Aşağı dikkatli adımlarla inerken"İtmediğin için teşekkürler Alaz Ağa. Üstündeki ceketi çıkarınca haber et onu da diğeri gibi ya atarım, ya yakarım. Sonuçta istemeden de olsa elim değdi."

 

Berva gülerek söylediği bu sözlerde onu ne kadar sinir ettiğini bilse daha çok yapardı ama Alaz da pek duygularını belli eden biri değildi.

 

"Hasbinallah. Emin ol vaktim olsa üstümü şimdi değiştiririm ama acil toplantım var yoksa sen söylemeden atardım merak etme."

 

"Hiç şüphem yok ağa."

 

"Olmasın da."

 

Berva onun konuşmasını dinleyip kahvaltıya inmişti. Alaz ise hemen evden çıkıp şirkete gitmişti. Toplantısı vardı. Kahvaltıya kalmamıştı.

 

Berva kahvaltısını yapıp yardımcılara yardım etmişti. Kayınvalidesinin çardakta oturduğunu görünce bir fincan kahve yapıp ona götürdü. Gerçekten eli lezzetliydi. Efsun Hanım gelininin yaptığı kahveyi elinden alıp ona karşısına otursun diye bir hareket yaptı. Berva karşısına geçip oturunca nasıl sorsam diye düşündü. Sonuçta soracaktı ve tek seferde cesaretini toplayıp sordu.

 

"Kızım kocanla aranız nasıl?"

 

"Bildiğiniz gibi anne."

 

"Yavrum sana söyleyeceğim şeyleri belki yanlış bulacaksın ama ben yine de söylemek isterim.

Bak kızım, Alaz o kadar kötü biri değil. Evet, acımasızlığı ile nam salmış ama o hiç masum birine acımasızlık etmedi. Aksine merhametlidir benim oğlum. Bir tek sana böyle acımasız davranıyor ama o da istemediği bir evlilik yaptığından dolayı.

O sana öyle davrandıkça ben de kahroluyorum yavrum ama elimden bir şey gelmiyor ki. Ne yapsam ne desem beni olaylardan uzak tutuyor. Ama sana şimdi söyleyeceğim şeyi can kulağı ile dinle.

Sen onu bu güne k

adar alttan aldın. İlişkiler zaten böyle yürür. Biri sinir oldu mu diğeri alttan alır. Ama sakın ola alttan alayım derken kendini ezdirme. Hatta bazı haklı olduğun konuda alttan bile alma. Biraz da o alttan alsın."

Berva bu kadının nasıl Alaz'ın annesi olduğunu arada sorguluyordu. Hiç benzemiyorlardı.

 

"Anne Alaz Ağa merhametli biriyse o yönünü hiç ben görmedim. Evet, haklısın bir tek bana böyle acımasız davranıyor ve evet yine haklısın istemediği bir evlilik yüzünden öyle davranıyor ama tek neden bunlar değil. O bu evliliğin sorumlusu olarak beni görüyor. Nedenini bilmiyorum ama öyle.

Ayrıca anne lütfen ikimizin arasında ne geçerse karışma çünkü senin oğlunla karşı karşıya gelmeni istemem. Seni olaylardan uzak tutuyorsa girme. Demek ki seninle ters düşmek istemiyor. Ben başımın çaresine bakarım anne bu sorun değil. Lütfen sen oğlunla aranı bozma.

Ve bir de anne ben onu bu güne kadar sonradan hayatına dahil oldum diye alttan aldım ama bundan sonra alttan da almam sesimi de çıkarmam. O ne zaman durulursa ben de o zaman onunla insan gibi konuşacağım. Sen merak etme anne."

 

Berva sözünü bitirir bitirmez konağın kapısı açıldı ve içeri Diyar Çetiner girdi. Onu görür görmez sustular ve ona doğru gittiler. Berva ilk önce anne kızın sarılmasını izledi, daha sonra ise o da Diyar'a sarıldı ve beraber içeri geçtiler. Oturur oturmaz Berva direkt"Görümce yengeciğim annem neden gelmedi?"diye sordu. Diyar ise Meryem Hanım'ın bir işi olduğunu ve bir dahaki sefere geleceğini söylemişti.

 

🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️

 

Alaz Ağa sabah erkenden toplantıya girmiş ve yapılması gereken her şeyi eksiksiz şekilde yerine getirmişti. Bir süre sonra odasına girip diğer işlerini halletmiş ve aşiretler ile ilgili olan bir konu için şirketten çıkmıştı. Başına geleceklerden habersizdi.

 

🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️🕳️

 

Berva kayınvalidesi ve yengesi ile birlikte otururken telefonuna bir bildirim geldi. Hemen gelen mesaja baktı. Yine farklı bir numaradan gelmişti. Emrah Şener diye geçirdi içinden. Her seferinde farklı bir numaradan mesaj atıyor ve Berva her seferinde araştırıp o hattın kullanılmadığını öğreniyordu.

 

Berva mesajı açtı. Bir fotoğraf gönderilmişti. Onun okul çıkışı gülümser bir şekilde araca doğru gittiği anın fotoğrafıydı. Mesajın altında yine bir not vardı.

 

"Ben Alaz Ağa seni seviyor diye ilk önce senin canını alacaktım ama kocan ille de beni öldür diye debeleniyor. Korumasız gezmek öyle demek değil mi küçük Ulusoy? Şu an kocan nereye gidiyor bilmiyorum ama bu mesaj sana ulaştığı andan itibaren aracın altına yerleştirdiğim bomba devreye girecek. Yarım saat süresi var bombanın. Bakalım Alaz Ağa'yı ne kadar seviyorsun, Berva Ulusoy.

EMRAH ŞENER.

 

Berva gördükleri karşısında şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi. Hemen su içme bahanesi ile mutfaktan çıktı ve Alaz'ı aradı. Çaldı, çaldı ama açmadı. Tekrar tekrar aradı ama açmadı. Orhan'ı aradı ama o da açmadı. Beş dakika olmuştu mesaj geleli ama o hala hiçbirine ulaşamamıştı.

 

Orhan da onunla beraber gideceği günü bulmuştu.

 

Emrah Şener'i araştırıyordu.

 

Berva hemen kayınvalidesine Alaz'ın onu şirkette beklediğini söyleyip evden çıktı. Kayınvalidesinin söylediklerini duymamıştı bile. Kapıdaki araçlardan birine şoförü ve korumaları beklemeden bindi. Onu takip edeceklerini biliyordu.

 

Aracı çok hızlı sürüyordu ve bir yandan hala birilerine ulaşmaya çalışıyordu. Bir tek Orhan'ın numarası vardı ona yardım edecek. O numarayı da kendisi kaydetmemişti. Herhalde Orhan bir ara halletmişti o işi.

 

Bir süre sonra Orhan telefonunu açtı ve"Yenge"demesine kalmadan Berva konuştu.

 

"Orhan, Alaz Ağa'nın aracında bomba var. Emrah iti yerleştirmiş, onun yanındaysan hemen durdur onu."

 

"Ne diyorsun yenge? Bir dakika. Ben onun yanında değilim, o aşiretler ile ilgili bir konu için gitti ve beni de yeni koruma ayarlamak için gönderdi. Yusuf'u da yanına almadı. Dur ben onu takip eden korumalardan birini arayacağım."

 

Berva telefonu kapatıp son sürat aracı sürmeye devam etti ama nereye gittiğini bile bilmiyordu.

 

Kötü hissediyordu Berva. Onu sevmiyor olabilirdi ama göz göre göre ölüme gitmesine izin veremezdi. Hem koskoca ör- koskoca Alaz Ağa'nın nasıl o bombadan haberi olmazdı?

Bu kadar aklını meşgul eden ne olabilirdi ki?

 

"Ulaşılmıyor. Korumalara ulaşılmıyor. Allah kahretsin tuzak kurmuşlar."

 

"Orhan, onun şu an nereye gittiği biliyor musun."

 

"Aşiretler ile ilgili konular Ahmet Ağa'nın konağında konuşulur ama bilmiyorum. Kahretsin."

 

"Düşün Orhan, bulmalıyız onu."

 

"Yenge merkezden uzakta büyük bir toplantı alanı var. Sadece önemli konular orda konuşulur. Bugün Emrah Şener ile ilgili konuşacaktı. Kesin oraya gitti ama oraya gitmek bir saatlik mesafe."

 

"Sen bana konum at ben gidiyorum. Yetişirim."

 

"Yenge sen dur ben çoktan yola çıktım. Sen kendini tehlikeye atma. Ben onu bulurum."

 

"Koruma! Hemen o konumu at!"

 

Berva telefonu kapatmış ve saate bakmıştı. On dakika olmuştu mesaj geleli. Aracı durdurdu ve konumun gelmesini bekledi. Yanlış bir yere gidiyorsa bile fazla uzaklaşmak istemedi.

 

Acaba şimdi arabada mıydı gerçekten?

Belki de işi çıktığı için arabadan inip başka bir yere gitmiştir.

İnşallah öyledir dedi içinden.

 

Saniyeler içinde konum gelmişti. Şükürler olsun on dakikadır doğru yere sürüyormuş aracı. Hemen hız sınırını aşarak yola devam etti. Aynı zamanda hala onu arıyordu.

 

On beş dakika olmuştu yola çıkalı ve Berva durmadan aracı hızla sürüyordu. Bombanın patlamasına on beş dakika vardı. Tabii eğer gerçekten de varsa.

 

Yirminci dakikada Berva hızından hiç kaybetmeden aracı sürmeye devam ediyordu. İki şey düşünüyordu. Ya Alaz toplantı için çoktan o arabadan inmiş olsun ya da zamanında yetişsin ve onu durdursun.

 

Yirmi beşinci dakikada kan ter içinde kalmış ama hâlâ aynı hızda aracı sürmeye devam ediyordu. Zaten sinirlendiğinde çok hızlı sürüyordu bir de işin ucunda ölüm vardı.

 

Şu an hem sinirli,hem endişeliydi. Siniri bu kadar hız yapmasına rağmen hala ona yetişememesineydi. Endişesi ise Alaz Ağa'nın ölme ihtimalineydi.

 

Yirmi altıncı dakikada artık boğazına bir yumru oturmuşta yutkunamıyor gibi hissediyordu. Oturduğu koltuk bile ona rahatsız geliyordu. Hızından bir saniye bile düşmemiş ama hala yetişememişti. Bir saatlik yolun yarım saatlik bölümünü on beş dakikada gelmişti ama hala bu hız ona yetmiyordu. Sanki daha sert basarsa daha hızlı gidecekmiş gibi neredeyse gaz pedalını yerinden sökecekti ama araç zaten ilk dakikada maksimum hızına çıktığı için ne kadar basarsa bassın fayda etmiyordu. Gidebileceği kadar hızlı gidiyordu.

 

Yirmi yedinci dakikada artık dilinden düşürmediği duaları bırakmıştı. O kadar kaptırmıştı ki kendini bildiği bütün duaları yirmi dakika içinde iki kere bitirmişti. Şimdi ise Allah kahretsin, Allah belanızı versin gibi beddular ediyordu.

 

Ağlamıyordu. O kadar kendini ahına kaptırmıştı ki ağlamıyordu.

 

Aktığı kadar acısın, yüreğimin acısına neden olanın yüreği.

 

Aktığı kadar yara olsun yüreğinde.

 

Yirmi sekizinci dakikada artık umudunu kaybetmişti ama hala aracı aynı hızda sürmeye devam ediyordu. Ona yaşattıkları aklından bir film şeridi gibi geçerken hırsla daha sert basıyordu pedala ama nafile. Araç hep aynı hızda gidiyordu.

 

Gurursuz.

 

Onursuz.

 

Aptal.

 

Sakar.

 

Yapışkan kadın.

 

Ya at ya yak, ne yapıyorsan yap.

 

Haketmişsindir sen.

 

Haketmişsindir.

 

Yapacağımdan şüphen olmasın.

 

Elin adamıyla buluşuyorsun.

 

Haddini bil.

 

Hiçbir şeye karışma.

 

Haketmişsindir.

 

Kim o adam?

 

Haketmişsindir.

 

Anılar zihnini bir bir istila ederken yirmi dokuzuncu dakika olmuştu. Evlendiğinden beri onunla hiç iyi anısı olmadığı bir kere daha tokat gibi yüzüne vuruldu.

 

O anılar arasında kaybolan zihnini yerine getirmeye çalışırken Önde Alaz Ulusoy'un aracı göründü. Son kırk saniye kalmıştı.

 

On saniye boyunca ona biraz daha yaklaşmak için sürdü aracı ve son otuz saniye kala yüksek bir korna sesiyle inletti ortalığı.

 

Alaz Ulusoy korna sesiyle aynadan arkadaki araca bakıp hemen kendi aracını durdurdu. Ama bir şey vardı. Araçtan inmiyordu.

 

Son yirmi beş saniye.

 

Berva onun araçtan hala neden inmediğini anlamıyordu. Beş saniye daha aracı sürüp onunla aynı hizaya geldi ve araçtan indi.

 

Son yirmi saniye.

 

Alaz Ulusoy onun neden geldiğini anlamamıştı ama yüzündeki ifadeden ve ter içinde kalmış suratından bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Arabadan inmedi. İnat etti ama inmedi. Bu inat ona çok pahalıya mal olacaktı.

 

On beş.

 

On.

 

Beş.

 

Yirmi saniye dolduğunda Berva hala araca bakıyordu. O saniyeler dolduğunda araç büyük bir gürültü ile patladı. Berva geri çekilmişti ama onun da aracı diğeri gibi alev almıştı.

 

O korkulu gözlerle hala Alaz'ın oturduğu tarafa bakıyordu. Donmuştu ve gözlerini ordan ayırmıyordu. Bir süre sonra Orhan ve diğer korumalar ile birlikte polis, itfaiye ve ambulans ekipleri olay yerine gelmişti ama çok geçti. Bomba çoktan patlamıştı ve Berva hâl

â onun oturduğu noktaya bakıyordu.

 

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

 

EMEĞİMİN KARŞILIĞINI VEREN HERKES EMEĞİNİN KARŞILIĞINI DAİMA ALSIN İNŞALLAH💚🤎

 

 

Loading...
0%