Yeni Üyelik
8.
Bölüm
@aycakayca1

Yine ben yine bölüm.

Göreyim sizi canım okurlarım.

 

Başlayalım❤️‍🔥

 

Kapı içerisi görünecek kadar açılınca Alaz gördükleri ile adeta dehşete düştü.

 

Üç tane iri yarı adam ve her tarafı kanlar içinde kalmış bir Berva Ulusoy. Alaz'ı dehşetten çıkarıp sinir krizi geçirecek raddeye getiren şey ise depodaki bir diğer kişiydi.

 

Emrah Şener.

Saatler önce

 

Berva kayınvalidesi ve yardımcılar ile birlikte otururken telefonu çaldı. Arayan numara kayıtlı değildi ve son zamanlarda telefonuna gelen bütün isimsiz numaralar Emrah Şener'in oluyordu. Bu yüzden Emrah Şener olabilir diye düşündü. Telefonu açmak için oradan ayrıldı ve merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya başladı.

 

Bu sefer olur da bu kişi Emrah Şener çıkarsa acımayacaktı.

 

Merdivenleri çıktığı esnada konağın kapısı açılırken kimin geldiğine bakmak için yönünü o tarafa çevirince Ayda Çelik konaktan içeri girdi ve Berva bu görüntü karşısında adımlarını durdurdu.

 

Bu kadın hâlâ ne cüretle bu eve geliyordu bilmiyordu ama hâlâ böyle bir şeye cesaret edebiliyorsa bu cesareti ona veren biri olmalıydı.

Alaz Ağa!

 

Anlaşılan bu adam onu hâlâ ciddiye almıyordu.

 

Bundan önceki sefer bu kadın evine geldiğinde söylediği sözler yankılandı kulaklarında. Biraz düşündü ama şu an Ayda'dan daha önemli işleri vardı.

Emrah Şener gibi...

 

Berva adımlarını hızlandırıp kimseye görünmeden odasına çıktı. Odasına gelir gelmez hemen Şoför Ahmet'e mesaj attı.

 

Belki şimdi yaptığı her şey Emrah'a yönelikti ama aklı bahçedeki kadındaydı. Düşündükçe çıldırıyordu.

Onu ciddiye almayanlara ne kadar ciddi olduğunu gösterecekti.

 

Ahmet abi, ben biraz sonra bir numarayı arayacağım. O numaranın sinyalinin nereden geldiğini bulur musun?

 

Bu sefer acımayacaktı. Emrah Şener'e çok bile dayanmıştı. Alaz Ağa kapasitesini mi görmek istiyordu, görecekti.

 

Çok geçmeden Ahmet mesaj atmıştı.

 

Tamam Berva.

 

Ahmet cevap verir vermez Berva onu arayan numarayı geri aradı. Konuşmayı biraz uzun tutmalıydı ki arayan kişi gerçekten Emrah Şener ise yerini bulabilsinler.

 

"Alo..."

 

"Vay vay vay, kimler arıyormuş beni."

 

Ukala sesi adeta gel beni öldür diyordu ama onun için sakin kalıp yerini bulmalıydı. Bunu daha sonra zevkle yapıp hem ona hem Alaz Ağa'ya haddini bildirecekti.

 

"Beyefendi sizi ben aramadım. Yani ben aradım ama siz aradınız diye aradım. Kimsiniz acaba, tanıyamadım."

 

Berva onun konuşma şeklinden tahmin ediyordu Emrah olduğunu ama konuşma uzun sürsün diye bilmemezlik ediyordu.

 

Ha bir de şu saf, salak kız rolünü oynamak hiç hoşuna gitmiyordu.

 

Onun gibi zeki birine salaklık, rol olsa bile yakışmıyordu.

Yani kendisi öyle düşünüyordu.

 

"Bak şimdi çok üzüldüm. Sana tehdit mesajları atan kişiyi araştırmaman ne üzücü. Sesimden tanımıyor musun? Gerçi ben seninle daha önce hiç sesli konuşmadım ki."

 

Konuştuktan sonra attığı kahkaha zaten ne cins bir karaktersiz olduğunu gösteriyordu. Zira bu kahkaha kendini güçlü sanıp aslında bir bok olmayı becerememiş insanların yaptığı seviyesiz bir hareketti.

 

"Emrah Şener! Ne istiyorsun bizden?

Beni aramanın amacı ne?

Bu tehdit mesajları da ne demek oluyor?

Arabaya bomba koymak ne demek?

Canına mı susadın sen?"

 

Sinirlenmişti Berva, böyle durumlarda sinirini kontrol altına almakta ustaydı ama hâlâ bahçede olan kadın bütün iradesini yıkıyordu.

 

Evet, Emrah ile konuşmasına rağmen hala Ayda'yı düşünüyordu.

 

"Sakin ol küçük Ulusoy. Ben boş yere tehdit etmem.

Seni aramamın amacı tebrik etmekti. Kocanı kurtarmışsın, helal olsun. Ama başka bir sebebi daha var. Bilmeni isterim ki sıra sende. Sen onu kurtardın ama bakalım o seni kurtarabilecek mi?"

 

Tehdit edebildiğini falan mı sanıyordu. İnsanın bir raconu bir havası olurdu be!

 

"Ne sanıyorsun sen kendini?

Adam öldürmek o kadar kolay mı?"

 

Bir bulayım seni, kolay mı zor mu gösteririm diyordu.

 

"Benim gibi biri için gayet kolay."

 

"Senin gibi.....korkak yani.

Korkaksın sen.

Tehdit ettiğin kişinin karşısına çıkamayacak kadar korkaksın.

Aracına bomba koyduğun kişiden aylardır saklanacak kadar korkaksın.

Şimdi bir de bu korkaklığınla çıkmış sıra sende deyip beni tehdit mi ediyorsun? Ben buna gülerim Şener."

 

Berva artık Emrah Şener'in sinirden aldığı solukları duyuyordu. İşte en sevdiği şey kendini gökte sananlara ayar vermekti.

Bunların başında Alaz Ağa da geliyordu.

 

Tam tekrar konuşacaktı ki Ahmet'ten gelen mesaj ile sustu. Artık uzatmasına gerek yoktu. Sinyalin geldiği yer bulunmuştu.

 

"Korkak mı? Karşıma çıktığın ilk an bu sözlerine pişman olacaksın küçük Ulusoy. İlk önce bana bu sözleri sarf eden dilin ceza çekecek, sonra elin, kolun, ayağın, bacağın. Pişman olacaksın. Bu sıralamayı aklına kazı."

 

Berva'nın yüzündeki ifadeyi görseydi bu sözleri söyleneden önce defalarca düşünürdü.

Berva şu an avına saldırmak üzere olan bir aslan gibiydi.

 

"Emin ol bu sıralamayı aklıma çok iyi kazıdım. Dikkatli ol."

 

"Koru ken-"

 

"Siktir git lan it herif."dedi. Onun konuşmasına müsaade etmeden ve cevap beklemeden telefonu kapattı. Üstün olduğunu göstermeye çalışıyordu.

 

Şu an olduğu yerde sinirden kudurduğunu biliyordu.

 

Telefonu kapatır kapatmaz hemen Ahmet'i geri aradı.

 

"Ahmet abi, beni kimseye göstermeden bu konaktan çıkarman lazım."dedi. Karşıdan gelen tamam cevabı ile telefonu kapattı.

 

"Kapasitemi göstermenin zamanı geldi sanırım."

 

.............

 

Ahmet konağa yaklaşmış ve arka taraftaki korumaları ön tarafta çıkardığı kavgaya doğru yönlendirmişti. Bütün şehrin kameralarına ulaşmak ise Berva'nın işiydi. Bir dakikasını bile almadan halletmişti kameraları.

 

Ahmet, Berva'ya arka taraftan çıkması gerektiğini söylemiş ve onu beklemeye başlamıştı.

 

Berva yanına aldığı abisinin hediyesi olan silahla arka taraftan çıktı. Bu silahı pek kullanmazdı çünkü zaten gideceği yerde cephane hazırdı.

Hemen onu bekleyen araçlardan birine binip yola koyuldu.

 

Berva aracı durdurdu ve onun durması ile arkadaki diğer araçlar da durdu."Ahmet abi, buradan direkt konuma gidelim."

 

Beklemek istemiyordu. Artık onun mesajlarına katlanamıyordu. Zaten bomba olayından sonra iyice nefret etmişti ondan."

 

"Berva olmaz. Seni tehlikeye atamayız. Sen direkt depoya git ben onu sana getiririm."

 

"Ahmet abi biz seninle bir sürü adam kaçırdık, ilk kez yapıyormuşum gibi davranma."

 

Ahmet itiraz edecek gibi olunca"İtiraz istemiyorum!"diye ekledi.

 

Evet daha önce de adam kaçırıp dövmüştü. Abisi ağa olduğundan dolayı düşmanı da vardı. Berva abisine zorluk çıkaran insanları Ahmet ve bazı korumalar yardımı ile kaçırıp depoya kapatıyor, içi soğuyana kadar dövüyor daha sonra ise abisine teslim ediyordu.

 

Tabii abisi adamı o hale getirenin Berva değil de Ahmet olduğunu sanıyordu.

 

"Tamam anladık kocanı patlatmaya çalışmışlar ama sakin mi olsan?

Kocan ölmedi yaşıyor."

 

Berva şaşırmamıştı, bilmesi kadar doğal bir şey yoktu.

 

"Sen nereden biliyorsun diye sormayacağım abi."

 

Ahmet ona ukala bakışlar atarken konuşmaya devam ediyordu.

 

"Tabii ki artık ben de ne olduğunu bileceğim. O arabada bomba olduğu sana gelen mesajla bana da bildirildi unuttun mu?"

 

Ama Berva bunu unutmuştu.

 

" Çok kırıldım be kızım, benden değil de başkasından yardım istemişsin."

 

"E ben onu unutmuşum ki abi. İçinde tehdit barındıran bütün mesajlar sana geliyordu. O zaman daha önce attığı mesajları da biliyordun."

 

Bu böyle bir düzenekti. İçinde tehdit barındıran bütün mesajlar Berva'ya gittiği gibi Ahmet'e de gidiyordu.

 

"Hayır, onlarda herhangi tehdit barındıran kelime yoktu. Bu direkt bomba olduğu için haberim oldu. Ve şunu da söyleyeyim, sen daha oraya yetişmeden Alaz Ağa'yı ben buldum ama senin geldiğini görünce sana bıraktım. Yani onlara değil bana gelmen gerekiyordu."

 

Berva şaşırdıkça şaşırıyordu ama bunları hepsini bilmesine değil, şu an Orhan'ı kıskanmasına şaşırıyordu.

Gerçekten bu erkekler bazen kadınlardan daha kıskanç olabiliyordu.

 

"Özür dilerim abi, o an senin haberinin olacağı aklıma gelmedi."

 

"Haberim olmasa bile ilk beni arayacaksın. Kocanın ne kadar tehlik-"

 

"Biliyorum abi, hepsini biliyorum. Ve yeter tamam kıskanmana gerek yok, seni arayacağım."

 

"Öyle olacak tabii. Yoksa ümmüğünü sıkarım!"

 

"Hiç sanmıyorum ama..."

 

Ahmet artık kendini tutamayıp gülünce Berva da gülmeye başlamıştı. Bunlar işi iyice unutmuşlardı.

 

Onların durduğu yere Mercedes Vito marka bir araba gelince artık her şey hazırdı.

Bu araba cephanelerinin milyonda biri değildi.

Her biri bindikleri arabadan inip gelen araca doğru yaklaştılar.

 

Berva gideceği yerde çatışmaya girip girmeyeceğini bilmiyordu. Onun için herkese çelik yelek giymesini söyledi. Kendisi de çelik yelek giyip silahını eline aldı ve başka bir silahı ise beline yerleştirdi. Bir çakıyı da ayakkabısına yerleştirip yola devam etmelerini söyledi.

 

Bir adam için bu kadarı fazlaydı bile. Cephanesine yazıktı.

 

Tespit ettikleri yere elli metre kala arabayı durdurdular. Evin etrafı korunuyordu ama hiç kimse bu evde bir katilin olduğunu düşünmezdi çünkü tam bir aile evine benziyordu.

 

Evin ön tarafında altı, arka tarafında altı, her iki yanında ikişer ve toplamda on altı koruma vardı. Çatışma çıkacağı belliydi. Hepsi silahlarına önceden susturucu takmıştı.

 

Berva on kişiyi arka tarafa gönderdi ve Ahmet ile beraber beş koruma ile önde kaldılar. On beş adam ve Berva dışarıda bulunan on altı korumayı gözlerine kestirmişlerdi ama içeride kaç kişi olduğunu bilmiyorlardı.

 

Berva üç deyince beşi aynı anda ön taraftaki altı kişiyi kollarından ve bacaklarından vurup silah tutamayacakları bir hale getirdiler. Berva öldürmezdi. Üstelik karşısındakiler sadece korumaydı.

 

Öndeki altı korumanın yere düştüğünü gören yandaki dört adam hemen bağırmaya başlayıp o tarafa doğru ateş ettiler ve silah sesi gelmesi ile arka taraftaki on adam da diğer altı korumayı vurmuştu. Onlar da öldürmemişti.

 

Silah sesini duyan içerideki adamlar dışarı çıkmaya başladı ama onlar dışarıdaki kalan dört kişiyi de etkisiz hale getirmişti.

 

İçeriden çıkan herkes daha onları görmeden kollarından ve bacaklarından vuruluyordu. Berva Ulusoy ve adamları burunlarını dışarı çıkarmalarına izin vermiyordu.

Profesyonelce silah kullanıyor ve kurşunlardan kıvrak hareketler ile kaçıyordu.

 

Bu Berva Çetiner Ulusoy'du. Alelade biri değildi.

 

Artık içeriden gelen adamlar bitince Berva önde olacak şekilde temkinli adımlarla içeri girdiler.

Tabii Ahmet bir abi gibi bir adım arkasında tetikte bekliyordu. Allah var canı gibi seviyordu.

 

Her koridorda odalara bakıyorlardı ve son kata geldiklerinde yatak odası olduğu belli olan bir odada buldular onu.

 

Adam tam ateş edecekken Berva onun silah tutan eline ateş etti ve hızlı adımlarla daha o silahı almadan adamın kollarından tutup onu dışarı çıkardı. Bu çok kolay olmuştu. Adamın zayıflığından değil, Berva'nın tecrübesindendi.

 

Hiçbir adama onu vermiyordu çünkü bu adam direkt onu tehdit etmişti. Ona cezasını kendi elleriyle verecekti.

 

Adamın sadece bir eli yaralı olduğundan direnmeye çalışıyordu ama Berva bu güne kadar bu sporları boşuna yapmamıştı. Ahmet'in ona verdiği silah dersleri, dövüş dersleri ve daha bir çok savunma ile ilgili şeyleri çok iyi bir şekilde öğrenmişti. Hatta boynuz kulağı geçmişti.

 

Küçükken bir daha kötü bir şey yaşamamak için öğrenmişti bunları. Tabii dövüşmeyi ve silah tutmayı abileri de ona öğretiyordu ama profesyonel bir şekilde öğreten kişi Ahmet'ti.

 

Berva onu araca koyup depoya götürdü ve onu sandalyeye bağladı. Puşt herif kan kaybından bayılmıştı. Berva'nın her tarafı onun kanına bulanmıştı.

 

Kanı bile iğrençti.

 

Bayılması daha iyiydi çünkü bu halde bile hâlâ boş tehditler savuruyordu.

 

Saatler akşamüzerini gösterirken Berva oradaki bütün korumaları geri gönderdi. Yalnızca iki koruma, Ahmet ve o kalmıştı.

Baygın adama bakarken şu an evde neler olduğunu düşünüyordu.

 

"Berva Hanım merak etmeyin hâlâ Mardin sınırları içindeler. Her tarafı alt üst etmiş olsalar da Alaz Ağa duyulmasın diye pek fazla adamı sizi aramaya gönderemiyor. Ama her yerde sizi arıyor."

 

Onu arıyordu. Ne için?

Adı için mi yoksa aşiretler ona yapılan saygısızlığı bilmesin diye mi?

 

"Ne merak edeceğim Karan? O adam beni öldürmek için arıyor. Tabii yerse. Benim arkamda dağ gibi Ahmet abim var."

 

"Hah şöyle, o iş biraz sıkar. Neyse sen biraz dinlen uyanır biraz sonra."

 

Berva depodaki sandalyelerden birine oturdu ama hâlâ Alaz Ağa'nın ne yaptığını ne derece sinirlendiğini merak ediyordu.

Keyiflenmişti. İstediği gibi olmasa da sözünün arkasında durup evden çıkmıştı. Aşireti toplamak kalmıştı ama onu da şimdi yapamazdı.

 

Yaklaşık yarım saat sonra Emrah uyanmıştı.

 

"Ne oluyor lan, çözün ellerimi."

 

Berva ağır hareketlerle sandalyesinde kalkıp yine ağır adımlarla karşısında durdu. Ahmet karışmıyordu çünkü şu an kızını izleyen bir babanın gururu vardı onda. Berva'nın yapabileceklerini görmek istiyordu.

 

"Merak etme puşt herif sıralamayı unutmadım, ellerin güvende. Şimdilik."

 

"Sen küçük Ulusoy, kendi sonunu getirdin."

 

Berva sessiz bir şekilde gülüp daha çok yaklaştı ona.

 

"Sonları severim. Bu tür kaçırmacalı olaylarda kazanan ben olurum."

 

Bu sözden sonra Alaz Ulusoy deponun kapısına gelmiş ve içerideki görüntü ile ağzı açık kalmıştı. Her tarafı kanlar içinde kalmıştı Berva'nın. Alaz tam içeri girecekken Emrah konuştu ve o da dinlemeye karar verdi.

 

"Sen mi? Hadi ama küçük Ulusoy, bu korumalar olmadan ne yapabilirsin ki? Kendini çok güçlü sanıyorsun herhalde. Senin bu cesaretliyim ayakların bana sökmez. Adamlarına bak önce. Üç kişiyle adam kaldırmışsın. Be-"

 

"Ben adam kaldırmadım. Hiç bir adam olanı da kaldırmam."

 

Berva demiş miydi bilmiyordu ama ona kafa tutan herkesi sinir etmeyi çok seviyordu. Tıpkı karşısındaki köpeğin şu an sinirden delirmesi gibi.

 

"Kapat ağzını lan, yoksa elimde kalırsın. Bak sana bir fırsat veriyorum. Şimdi beni çözüp serbest bırakırsan cezanda indirim yapabilirim."

 

"Senin o lan diyen ağzını sikmemi istemiyorsan bir daha bu kadına sesini yükseltmezsin."

 

Karan da en az Ahmet kadar heybetli ve korkutucuydu. Berva'nın yeri hepsinde ayrı bir önemliydi.

 

"Karan, bana bırak lütfen."

 

"Emrah iti, bak ben de bu söz üzerine sıralamayı değiştirebilirim."

 

Emrah anlamamış gözlerle bakarken Berva tekrar konuştu.

 

"Çözün şunu."

 

Ahmet sinsi bir şekilde bakış atarken Emrah karşısındaki kişinin bu kadar aptal olmasına alayla baktı. Alaz ve Fıraz ise anlamamış gözlerle bakıyordu. Ne yani, onca aydır aradıkları adamı serbest mi bırakacaktı?

 

"Alaz biz yengenin kaçırıldığını düşünürken o şu iti kaçırmış."

 

Alaz sadece bakmakla yetiniyordu.

 

Biraz sonra olacakları bir tek içerideki üç adam ve Berva biliyordu.

 

Emrah iplerin çözülmesi ile ayağı kalktı. Tam bir adım atıyordu ki Berva karşısında durdu.

 

"Karşındayım puşt herif. Karşına çıktığım ilk an pişman edecektin ya beni, etsene. Bak hiç kimse karışmayacak."

 

Fıraz ve Alaz bir şok daha yaşıyordu.

Doğru mu duymuşlardı.

 

"Fıraz bu kadın yanındaki adamlara güvenip mi bunları söylüyor ?"

 

Alaz ne diyeceğini bilmiyordu ama onun sorduğu soruyu Orhan cevaplamıştı.

 

"Vallaha ben o gün yengemin o adamı dövdüğünü gördüm ya, bu kadın sadece kendine güveniyor Alaz. İzle ve gör."

 

"Ölürsün kadın. Hala erkeklik taslıyorsun."

 

Berva hala ona üstten bakış atıyordu. Boyu her ne kadar ondan kısa olsa da attığını düşünüyordu.

 

"Erkeklik taslayan biri varsa o da sensin. Korkudan, tasmanı tutan sahiplerine sığınıp kapı ardından havlamak da sana yakışır zaten.

Sana demiştim korkaksın diye. Hadi korkma bak onlar karışmayacak."

 

Bu söz ile Emrah hemen yumruğunu onun suratına doğru salladı ama Berva biraz geri gidip yumruktan kurtuldu. Hemen yumruk yaptığı elini ters çevirip arkasına geçti. Bir eli zaten yaralı olduğu için pek kullanamıyordu.

 

Berva arkadan sırtına bir tekme geçirip onun biraz ileri sendelemesini sağladı. Daha sonra karşısına geçip aynı tekmeden bir tane göğsüne geçirdi.

 

Alaz, Fıraz ve Orhan gördüklerine inanamıyorlardı.

 

Orhan biraz kendine gelmiş olacak ki"Abi girelim mi içeri?"diye sordu. Alaz ise biraz bekleyelim cevabını vermişti.

 

Fıraz ise inanamayan gözlerini Alaz'a dikip"Alaz..."diyerek korkuyla sordu. İsmini

gereksiz uzatmıştı.

"Ne var?"

 

"Sen bunun için mi her sabah erken geliyorsun şirkete? Yenge seni dövüyor mu?"

 

Ciddi sorduğu soru karşısında Alaz göz devirerek "Sus Fıraz, sus. Sen kesin küfür özlemişsin."

 

Fıraz ciddi ses tonuyla tekrar sordu.

"Bak eğer şiddet görüyorsan gözünü iki kere kırp."

 

"Fıraz, gözünü kırpamayacak hale gelmemek istiyorsan sus. Yeter siktirtme bana belanı."

 

Fıraz gülerek yönünü tekrar depoya çevirmişti.

 

Berva yere düşen adamı tek eliyle yerden kaldırdı. Daha sonra burnuna bir kafa geçirip tekrar onu yere serdi. Adamın acıdan çıkardığı sesle

r ona zevk veriyordu.

 

"Sıra bendeydi hani pezevenk, karşındayım vursana."

 

"Sen bittin ulan, ölmek için yalvaracaksın."

 

Bu haldeyken hâlâ tehdit etmesi çok komikti.

 

"Buradan bakınca hiç de öyle görünmüyor. Evet ne demiştik?

İlk önce dil ama senin günün sonunda konuşman lazım. Bu yüzden sıralamayı değiştiriyorum."

Berva düştüğü yerden kalkıp yerde oturur vaziyette duran adamın üzerine eğildi ve silah sıktığı elinin parmaklarını tek tek kırmaya başladı. Adamın acı dolu sesi depoda yankılanırken Berva onu izleyen gözleri bir kere daha dehşete düşürmüştü.

 

Bu sefer sol elin parmaklarına gelip onları da tek tek kırdı ve ayağı kalktı.

 

"Abi ben sıkıldım parmak kırmaktan en iyisi direkt sıkmak." Dedi ve silahını alıp iki bacağına birden sıktı. Daha sonra kan kaybından tekrar bayılmasın diye yaraları kan akmayacak kadar sıkı bağladı. Artık ne elini ne ayağını kullanamıyordu.

 

"Bırak beni, sen delirmişsin."

 

"Daha yeni mi anladın?"

 

"Bombanın ahh önüne atlamadan belliydi zaten."

 

O da güçlüydü. Bu kadar acıya dayanmasından belliydi ama maalesef şansına Berva düşmüştü.

 

"Sus zevzek puşt. Şimdi söyle bakalım kim seni saklıyordu?"

 

"Hiç kimse ahhh, ben zaten zen- zenginim kimse beni saklamıyordu."

 

"Yalan söyleme şerefsiz. Seni biri saklamasa bir günde bulunurdun. Sen aylarca saklanıyorsun. Söyle bakalım kim sakladı seni? Ha bu arada bu son uyarım."

 

"Kimse saklamadı beni."

 

Adamın artık sesi kısılmıştı.

 

"Vallaha ben sana son uyarı demiştim. Abi getirir misin?"

 

Emrah ve dışardaki gözler ne istediğini bilmezken üç adam gayet iyi biliyordu. Saniyeler sonra elinde keskin olduğu belli olan bir bıçak ile gelmişti Ahmet.

 

Emrah bıçağa bakınca zorla yutkundu.

 

"Ben seni uyarmıştım. O aklından ne geçiyor bilmiyorum ama bu bıçakla seni bıçaklamayacağım ya da bir yerlerini kesmeyeceğim. Benim daha yaratıcı düşüncelerim var. Bence seni ilk önce şu yaralı deriden arındırmalıyız. Evet evet, derini yüzelim."

 

"Yapma. Hayır. Lütfen."

 

"Hani ben yalvaracaktım ama, olmuyor böyle bak. Sürekli sıramı çalıyorsun. Ben o soruyu bir daha sormayacağım. Sen hakkını kaybettin."

 

Berva bıçağı yavaş yavaş yüzüne yaklaştırmıştı. Alaz ,Fıraz ,Orhan ve diğer adamlar dışarıda gördülerinin gerçek mi hayal mi olduğunu düşünüyorlardı.

 

Peki eğer o adamı öldürecek olsa müdahale ederler miydi?

Sanırım bunun cevabını hiçbiri bilmiyordu.

 

Adamın yüzüne bıçağı değdirdiğinde"Tamam yapma, yapma söyleyeceğim."dedi ama Berva hala bıçağı çekmemişti. Bir daha sormam demişti.

 

"Bozdağ....Adil Reşat Bozdağ."

 

İçerideki ve dışarıdaki herkes duyduğu isim ile şaşırmıştı. Bozdağ aşireti kendi çapında güçlü ama asla Ulusoy aşireti ile aşık atacak seviyede değildi. Zararları da dokunmamıştı onlara. Ne çıkarları vardı acaba?

 

"Amacı ne?

Seni Ulusoy Ağasıyla karşı karşıya getirirken onun eline ne geçecekti?"

 

Emrah artık acıdan gözlerini zor açık tutuyordu.

 

"Bilmiyorum. Bana Ulusoy Ağasının bu kadar güçlü, karısının da psikopat bir manyak olduğunu söylemediler."

 

Fıraz sanki karşısında gerilim filmi varmış gibi izliyordu.

 

"Ya yengeye bir şey yaparsa."

 

Alaz gözü dönmüş bir şekilde Fıraz'a döndü.

 

"O biraz sıkar. Onu da ecdadını da sikerim karıma el uzatırsa."

 

Tam bu esnada Alaz içeri girdi çünkü Berva hiç adam öldürmediği halde öldürecek gibi bakıyordu.

 

Ahmet ve diğer adamlar kapıya doğru silahlarını tutmuş ama gelen kişileri görünce indirmişlerdi. Berva ise hâlâ o tarafa bakmamıştı. Biliyordu kimin geldiğini. Bu heybetli adım sesleri ondan başkasına ait olamazdı.

 

Arkasını dönmeden bıçağı bırakmış, silahı beline yerleştirmiş ve ona dönmüştü. "Al, Emrah Şener artık elinde. Ne yaparsan yap. Onu saklayan kişinin adını da duydun. Benim buradaki işim bu kadardı."

 

Evet Berva her şeyi duyduğunu biliyordu çünkü ilk andan beri kapıda olduğunu biliyordu.

 

Berva depodan çıkacağı esnada Ahmet'in ona kaşıyla gözüyle anlatmak istediklerini anlasa da biraz daha bilgi sahibi olması gerekiyordu. O yüzden Ahmet'e mesaj atması gerektiğini söyledi.

 

Ahmet ona mesaj atınca Berva birkaç saniye mesajı okudu ve tekrar Emrah'a döndü.

 

"O adamın amacı neydi niye yaptırıyordu bilmiyorum ama o bombayı o arabaya yerleştiren de sen değil Reşat şerefsiziydi.

Bomba patlamadan önce Alaz Ağa'yı kurtaracaktı ama ne olduysa sonradan vazgeçti. Belli ki ilk amacı Alaz Ağa'nın gözüne girip ağa olmaktı ama sonra Alaz Ağa'yı öldürüp Mardin'e ağa olmak daha cazip geldi."

 

Son cümlesinden sonra Berat da içeriye girmiş ve anlamaz gözlerle etrafa bakıyordu. Gerçekten neler olduğunu kestiremiyordu.

 

Ahmet gururla gülerken depodaki herkesin odağı Berva'ydı. Alaz ise bu kadar şeyi nasıl bildiğini merak ediyordu.

 

"Ama çok yanlış düşünmüş. Ben böyle bir şeye izin verir miyim?"derken Alaz neredeyse tebessüm edecekti. Ahmet ve Berva bunu fark etmişti.

 

"Alaz Ağa öldükten sonra Mardin Ağası Mirhan Çetiner olacak."

 

İşte bunu ne Ahmet ne Alaz ne de depodaki kimse beklemiyordu. Emrah bile şaşırmıştı.

 

Şakaydı. Zaten daha sırada Berat vardı. O da olmasa Ulusoy damadı Hazar Çetiner sıradaydı.

 

Berva çok sesli olmayan bir kahkaha atıp tekrar arkasını döndü. Depodan çıkmadan önce söyledikleri ise Alaz'ın yüzünde nedensiz tebessüme neden olmuştu.

 

"Ben onu bombaların içinden çıkardım, Adil Reşat Bozdağ gibi bir itin ona dokunmasına müsaade eder miyim sanıyorsun?"

 

Berva depodan çıktığında Alaz arkasından gelmiş ve kolunu tutmuştu. Berva ise sert bir şekilde çekmişti elini. Bu kadar şov yeterdi.

 

"Alıştın iyice ağa. Ne söyleyeceksen uzaktan söyle."

 

Alaz onun kolunu bırakıp bir adım geri attı. Böyle davranmakta haklıydı.

"Nereye gidiyorsun?"

 

"Evime Alaz Ağa, evime."

 

Alaz bir süre yüzüne baktı, daha sonra"Adamlardan biri seni bıraksın."dedi. Berva ise bir adım daha uzaklaşıp"Gerek yok benim adamlarım var, zaten aynı yere gidiyoruz."dedi.

 

Alaz gözlerini kısıp ona baktı. Ne diyordu bu kadın?

 

"Nereye gidiyorsunuz?"

 

"Evime dedim ya. Çetiner konağına."

 

"Senin evin Ulusoy konağı kadın. Beni ikiletme ve eve git."

 

"Benim evim Ulusoy konağı değil. Ne sıfatla oraya gidiyorum, orada kalıyorum ki ben? Ben kendi evime gidiyorum. Demiştim ben sana o kadın o eve gelmesin diye." Dedi alayla bakan gözleri ile.

 

"Gideceksin kadın beni delirtme."

 

Yine emir veriyordu.

 

"Ne sıfatla ağa?"

Berva kararlıydı. Söyletecekti. Bugün ne sıfatla o evde kaldığını söyletecekti.

 

"Hani seninle evli olmam hiçbir şeyi değiştirmiyordu ya, o ev benim değildi ve hiçbir şeye karışmayacaktım ya...

Kusura bakma ben köle değilim Alaz Ağa!"

 

"Hanımağa olarak."

 

Berva duyduğu cümleye gülmek istese de gülemedi.

Bu kadarı yeterli değildi.

Alaz Ağa bir şeyleri kabul etmeliydi.

 

"Ben kendi konağımın da hanımağasıyım. Orada yaparım hanımağalığımı."

 

"Karımsın kadın, karım. Sen Alaz Ulusoy'un eşisin. Berva Ulusoy, senin evin Ulusoy konağı."

 

Alaz'ın sinirli konuşması ona mutlu hissettiriyordu ama Alaz'ın şimdi söylediği şeylerin gerçek düşünceleri olup olmadığını bilmediği için gülemiyordu.

 

Berva amacına ulaştığı için hafifçe sırıttı ama daha sonra yüzü ciddi bir hal aldı ve gözlerini kıstı.

 

"Peki bu Berva Ulusoy bir söz vermişti hatırladın mı? Andım olsun demiştim ağa. O kadın kapının önünden geçmeyecek demiştim. Şimdi ben evime gidiyorum, yarın da aşiretler toplanacak."

 

"Kadın, onun cezasını ben vereceğim. Sen direkt eve gidiyorsun. Ha mesele andının bozulması ise, bozulmadı. Sen bu inatçı halinle sözünü tuttun zaten. Şimdi direkt eve gidiyorsun. İçerideki adamın da, onun da ve senin de cezanı ben vereceğim."

 

Berva kendisine ceza verecek olmasına şaşırdı.

 

"Pardon da neden ben? Ne yaptım yine?"

 

"Bunu konuşacağız, şimdi eve."

 

"Senden korkmuyorum. Şimdi evime giderdim ama sırf verceğin cezayı, neden verdiğini merak ettiğim için senin evine gidiyorum."

 

Berva sözlerini bitirip tam Ulusoylara ait bir araca binecekti ki Yağmur'un araması düştü ekrana. Araca binerken açtı telefonu."Alo..."

 

"Efendim Yağmur."

 

"Kuzum şimdi uzatmayacağım işim var. Yarın evine gelmek istiyorum da müsait misin diye sorayım dedim."

 

"Müsaitim tabii ki."

 

Berva kayınvalidesinin misafire bir şey diyeceğini sanmıyordu, ki dese bile onun misafirine kimse karışamazdı. Zaten az önce kocası o ev senin evin demişti.

 

"Tamam canım yarın görüşürüz."

 

"Görüşürüz."

 

Telefonu kapatıp yola baktı. Acaba Alaz o adama ne yapacak diye düşünüyordu.

 

Alaz ise o araca biner binmez Ahmet'in yanına yaklaştı ve neler olduğunu anlatmasını istedi. Ahmet ise Berva'ya olan sadakatini bir kez daha gösterip hiçbir şey anlatmamıştı. Alaz inanmamıştı ama onun uğraşması gereken başka meseleler vardı.

 

Emrah Şener'in yanına yaklaşıp son kez yüzüne baktı ve yumruk yaptığı eli ile yüzüne vurdu. Tek yumrukta bayıltmıştı onu ama bunun asıl nedeninin Berva olduğunu biliyordu.

 

Adamlara onu kendi deposuna götürmelerini söyledi ve oradan ayrıldı. Şimdiki durağı Bozdağ konağıydı. Gafar Bozdağ ve babası Hasan Bozdağ ile konuşacakları vardı.

 

........................

 

Alaz sabaha karşı eve gelmişti ve geldiği gibi koltukta uyuyan karısını görmüştü. Dün geceki halleri gözünün önüne gelince yine onu ilk gördüğü anlar aklına geldi. Yeşil gözlü cesur kız dedi içinden ve banyoya girip duş aldı. Banyo yaptığı süre boyunca nasıl bu kadar iyi dövüştüğünü merak etti ama bir cevap bulamadı.

Ama hâlâ Berva'nın söylediği kadar güçlü olamayacağına emindi. Çünkü Berva ben güçlüyüm derken normal bir güçten bahsetmiyordu. Gözlerine bakarken ben senden daha tehlikeliyim diyordu ve Alaz bu olmasın diye içten içe dua ediyordu. Ateş ve barut yan yana olamazdı ama Alaz bilmiyordu ki onlar ateş ve fırtınaydı. Ateş Fırtınası'ydı onlar.

 

Normalde olsa Berva'nın uyanması gerekiyordu ama uyanmamıştı. Alaz üstünü giyinip odaya geldi ve artık onu kaldırmaya karar verdi. Artık dün olanların hesabını vermeli diye düşündü. Ama nasıl kaldıracaktı?

 

Koltukta genişçe uyuyan kadın sanki çift kişilik bir yatakta yatıyor gibi rahattı. Kim derdi ki hayatı boyunca zengilik içinde yaşamıştı?

 

Bu manzaraya daha fazla maruz kalmamak için uyandırmaya karar verdi.

 

"Kadın."

 

Berva uyanmıyordu. Başka zaman olsa uyanırdı ama bugün uyanmıyordu. Alaz bir kereden fazla çağırmadı. Baş ucundaki bardağa su doldurup onun üzerine döktü.

 

Berva neredeyse küfrederek uyanacaktı ama kendini tuttu.

"Ne yapıyorsun?"

 

"Bundan sonra tek seferde uyanacaksın yoksa böyle uyandırılırsın."

 

Berva ona ters bir bakış atıp kalktı ve giyinme odasına geçip üzerini giyindi. Odaya gelince Alaz'ın odada olması ile onu rahat bırakmayacağını anladı."Niye işe gitmiyorsun?"

 

Alaz ona bir adım atıp karşısında durdu. En merak ettiği şeyi soracaktı."Onu nasıl buldun?"

 

"Benim de kendime göre var yeteneklerim. Ama sen anlamak için uğraşma, kapasiten yetmez."

 

Alaz sesli bir küfür savurunca Berva kaşlarını çattı ama bu küfürün kendinde olmadığını biliyordu. Ulusoy Ağası bir kadına küfür edecek kadar şerefsiz değildi.

 

"Lan hala unutmadın mı? Allah'tan bi kapasiten yetmez dedik. Neyse benim kapasitem seni ilgilendirmez. Sen söyle bakalım ben varken nasıl böyle işlere kalkışırsın?"

 

"Ben varken derken neyi kast ediyorsun? Sen ayrı ben ayrı. Bu adam direkt arayıp beni tehdit ettiyse bu artık benim meselem oluyor. Neler oluyor ya? Dün Kadir Ağa bugün sen. Ben konaktan istediğim zaman çıkamaz mıyım?"

 

Alaz babasının ismini duyunca kaşlarını çattı. Umuyordu ki ona karışmamış olsun.

 

"Babam bir şey mi dedi?"

 

"Evet. O da tıpkı senin gibi nerelerdeydin falan diye sordu. Efsun anne onu odaya götürmeseydi siniri zor durulurdu."

 

"Neyse ben ona anlatırım. Sen az önce beni aradı dedin. Çetiner kızı, çatlatma adamı da anlat. Akşama kadar seni mi bekleyeceğim."

 

"Bekleme."

 

"Kadın!"

 

"Tamam, tamam of. Dün beni farklı bir numara arayınca ben de ondan şüphelenip numaranın sinyalini takip ettirdim. Zaten tahmin ettiğim gibi i'ydu. Sıra bende miymiş neymiş öyle bir şeyler zırvaladı. Ben de onu evinden alıp depoya götürdüm. Bu kadar."

 

Alaz hala inanamıyordu. Aylardır aradığı adamı bu kadının saatler içinde bulması hiç inandırıcı gelmiyordu ama gözleriyle görmüştü işte. Bir de normal bir şey yapmış gibi anlatmıyor mu...

 

"Peki sen beni çağırmak yerine ne diye başka adamlara haber verip adam kaldırıyorsun? Ben neyim burada? Sana bir ceza vermeliyim ki bir daha benden habersiz iş yapmayasın."

 

Berva çattığı kaşları ile onu dinliyordu. Aralarında üç adım mesafe vardı. Bir adım daha geri gidip ona baktı.

 

"Birincisi Alaz Ağa,ben adam olanı kaldırmam. Adam değilmiş ki kaldırmışım. İkincisi, halledebileceğim bir iş olursa kendim hallederim, sana söylememe gerek yok.

Üçüncüsü ve sonuncusu, ben yanlış bir şey yapmadığım halde bana ceza veremezsin. Korkmuyorum senden ve vereceğin cezadan. Sen asıl ceza vermen gerekenleri düşün."

 

"Haklısın o adam değil ama bir kere daha söylemeyeceğim, benden habersiz bir şey yapmayacaksın. Ayrıca sen yanlış bir şey yaptın. Bana söylemen gerekirken kendi başına işlere kalkıştın bu yüzden cezanı çekeceksin.

Son olarak,merak etme herkes cezasını çekecek. Ayda bile."

 

Berva sinirlenmişti. Bu adam iyice saçmalıyordu artık.

 

"Kusura bakma ağa; bu eve geldiğimden beri bana hakaret eden, senden midem bulanıyor demesine rağmen her fırsatta kolumu koparan, suçsuz sebepsiz yere bana kendi mezarımı kazdıran, bana bu evde hiç muamelesi yapan adama başım sıkışınca gitmem ben. Elhamdülillah arkam sağlam."

 

Bu cümle Alaz'ın içine oturmuş gibiydi. Birazcık içerlemişti.

Ne yani Berva ona sırtını yaslayacak kadar güvenmiyor muydu?

 

"Gerçi en son konağın hanımağası olduğumu söylemişti ama..."

 

Berva omzunu yukarı aşağı sallayarak önemsemediğini belirtti. Tam kapıdan çıkacaktı ki Alaz onu durdurdu.

 

"Nereye."

 

"Kahvaltıya."

 

"Sen cezalısın kahvaltı yapmayacaksın. Direkt arka bahçeye."

 

Berva ilk önce itiraz etmek için ağzını açtı ama sonra ondan korkmadığını göstermek için arka bahçeye gitmek için odadan çıktı. Avludan arka bahçeye geçerken Kadir Ağa onları kahvaltıya çağırdı ama arka bahçede işleri olduğunu söyleyip red ettiler.

 

Arka bahçede durunca Alaz biraz daha ileri gitti ve Berva onu takip etti. Burayı hiç görmemişti. Etrafı çevrili kocaman bir alandı.

Biraz sonra Orhan ve Fıraz da geldi.

 

"Yengem be. Ne yaptın sen öyle?"

 

Evet, Berva artık emindi. Fıraz da en az Orhan kadar şaklabandı.

"Cıvıma Fıraz. Evet, söyleyin bakalım, cezası ne olsun?"

 

Orhan ve Fıraz ona bakıyordu. Tabii ki bu kararı onlar vermeyecekti. Berva onlara bakıp düşündü. Sonra da Alaz'a bakıp konuştu.

 

"Korkmuyorum. Böyle mi korkutacaksın?"

 

Alaz bu kadının cesaretine hayret ediyordu. Onlara dönüp"Ne yapalım sizce? Bence en basit cezadan başlayalım."dedi

 

Fıraz hemen atladı"Abi sen seç sonra yenge bizi döver falan."

 

Berva hayal kırıklığı ile baktı Fıraz'a. Daha sonra Orhan'ın sözleri ile daha çok kırıldı.

 

"Evet abi sen ver cezasını. Biz canımızı yerde bulmadık."

 

Berva bir süre yüzlerine baktı. Nasıl insanlardı bunlar?

 

"Bir dakika,bir dakika." Artık üçü de ona bakıyordu.

 

"Şimdi siz hiçbir suçu olmayan bir kişiyi, sırf Alaz Ağa istedi diye cezalandıracak mısınız?"

 

Bervanın ses tonu öyle duygusuz çıkmıştı ki üç adam da buna şaşırmıştı. Yine Fıraz konuştu.

 

"Yenge sen Alaz'a haber vermeden evden çıkmışsın. Başına bir şey gelebilirdi. Seni uyarmasına rağmen kendi işimi kendim hallederim diyorsun. O da sana ceza vermeyi uygun gördü. Bence haklı da."

 

Berva asla ceza çekmeyi kabul etmezdi ama bu sefer bu adamların dediği onu sinirlendirmişti.

 

"Tamam verin cezamı." Diye bağırdı. Hayretle baktılar ona.

 

"Zavallısınız. Bir kadın sırf sizin dediğinizi yapsın diye onu cezalandıracak kadar zavallısınız.

Zaten kadınların zorla yaşamaya çalıştığı bu zamanda yaptığınız şey çok zavallıca.

Kendi zayıflığınızı bir kadına ceza çektirerek örtbas ediyorsunuz.

Söylesenize, çok mu zorunuza gitti onu sizden önce bulmam?

Bu yüzden mi bu ceza, sizden daha güçlüyüm diye mi?

Baskı bu baskı. Tacizden ne farkı var bunun? Özgürlüğü taciz ediyorsunuz.

Korkmuyorum yanlış anlamayın, benim yüreğim sizin cezalarınızdan korkmayacak kadar tecrübeli ama sizin yüreğiniz bir kadının yapacaklarından korkacak kadar, doğruyu yanlıştan ayırt edemeyecek kadar zayıf.

Gerçekten, zavallısınız."

 

Üç adam hala ona bakıyordu ve Fıraz ile Orhan çoktan utanmıştı bile.

Alaz ise haklı olduğunu bilmesine rağmen bir cezayı hak ettiğini düşünüyordu. Bir daha ondan habersiz bir iş yapmamalıydı. Zaten hayatlarında yeterince aksiyon vardı.

 

"Hadi ne duruyorsunuz? Ne yapmam gerek?"

 

"Şu etrafı çevrili alana gireceksin. Ne bu tavırlar? Böyle yaparak cezadan yırtacağını mı sanıyorsun?"

 

Berva samimi olmayan bir şekilde gülümsedi ve etrafı çevrili alana girdi."Korkmuyorum ağa!" diye bağırdı. Tam orta noktaya geldiği an Alaz hafifçe gülümsedi ve "Salın!" diye bağırdı.

 

Berva daha cezanın ne olduğunu anlamadan duyduğu havlama sesiyle olduğu yerde kalmıştı. Ne hareket edebiliyor ne bağırabiliyordu. Hiçbir tepki veremiyordu.

 

Havlama sesleri onu geçmişe götürmüş ve orda gizli olan gerçekleri ortaya çıkarmıştı. Her havlama sesinde gözünün önüne bir siyah ve bir beyaz köpek geliyordu.

 

Berva onları görmek için arkasını dönünce gerçekten ona doğru hızla koşan bir siyah ve bir beyaz köpek gördü. Yüzüne saniye saniye yerleşen korkuyu kimse göremiyordu.

 

Alaz, Fıraz ve Orhan onun kaçmasını bekliyorlardı ama kız tepki dahi vermiyordu. Gerçekten korkmuyor dediler ama onlar onun gözündeki korkuyu görmemişti.

 

"Oğlum korkmuyor lan."

 

"Yenge de ne cesaretli be."

 

Alaz sadece onları dinliyor ve karşısındaki kadına hayretle bakıyordu. Köpekler eğitimliydi, ona zarar vermezlerdi ama en azından korkup laf dinler diye onu korkutmaya çalışmışlardı.

 

Köpekler Berva'nın yanına gelince daha fazla dizlerinin üzerinde duramadı ve yere bıraktı kendini. O esnada ise Yağmur çoktan konağa girmiş ve onların arka bahçede olduğunu öğrenip Berat ile beraber oraya doğru gidiyordu.

 

Üç adam kızın kendini bırakmasına şaşırmış ama onu oradan çıkarmamışlardı. Sonuçta korksaydı çıkardı değil mi?

 

"Neden yerde oturuyor ki?" Diye sordu Orhan. Fıraz ise cevap olarak"Yorulmuştur."dedi. Yorulmuştu. Dayanamıyordu artık.

 

"Yenge hiç ağlamıyor ama başkası olsa ağlardı." Diye de ekledi Fıraz. Bilmiyor ki yenge ağlarsa felaketi olurdu.

 

Tam o esnada Yağmur ve Berat oraya gelmiş ve onun sözünü duymuşlardı.

 

Yağmur daha duyduğu şeye şaşıramamışken, Berva'nın etrafı kapalı bir yerde iki köpekle durduğunu görünce koşmaya ve bağırmaya başlamıştı.

 

Alaz'ın karşısına geçip telaşla bağırdı"Çıkarın onu o köpekten korkar."diye. Alaz ise bu söze şaşırdı çünkü hiç korkuyormuş gibi görünmüyordu. Ama yine de normal bir şey yapıyormuş gibi konuştu.

 

"Korksun. Zaten amacım bu."

 

Yağmur duyduğu cümle ile daha fazla dayanamayıp "Amacınız batsın. Normal korku değil psikolojik korku lan."diye bağırdı ve kapıya doğru kaçtı. Kapının kilitli olmadığını geç farketmişti.

 

Dört adam duyduklarını daha hazmedemeden bir hışım içeri kaçan kızın peşinden koştular. Köpekler de içeri yeni biri girince onu kovalamaya başladılar. Yağmur ise sanki Berva'dan daha başka bir şey görmüyormuş gibi, köpek yokmuş gibi koşuyordu.

 

Yağmur, Berva'ya ulaşınca dört adam da ulaşmış ve köpekleri göndermişlerdi. Şimdi ise dehşet içinde Berva'ya bakıyorlardı çünkü burnundan kanlar boşalıyordu.

 

"Berva, güzelim bana bak. Bir şey yok bana bak."

 

Berva duymuyordu. Hâlâ geçmişte kalmıştı aklı ve o günlere gidiyordu.

 

"Berva ses ver."

 

"Baba kurtar beni."

 

Berva'nın kurduğu cümle Yağmur'un içini dağlamaya yetmişti. Gözyaşları içinde onu ayıltmaya çalışıyordu. Fıraz da cümleyi duyar duymaz afallamıştı ama onun kendinde olmadığını görünce o da seslenmeye başladı.

 

"Alaz Ağa onu yalnız kalacağı bir yere götürmeliyiz."

 

"Baba beni o adamdan, ondan kurtarmadınız bari bu köpeklerden kurtar."

 

Yağmur bu cümleyi duyunca hıçkırarak ağlamaya başladı. Sekiz yaşında hâlâ bir şeyin farkında değilken bu cümleyi kurmuş olamazdı. O zaman o hâlâ babasından yardım istiyordu.

 

İyi de iyileşmemiş miydi o?

Hâlâ neden babasından yardım istiyordu ki?

 

Bu sorunun cevabını ancak ona sorarak öğrenebilirdi.

 

Alaz onu ikiletmeden Berva'yı kucağına aldı ve arabalara doğru gitti. Berva, Alaz'ın boynuna kafasını bastırıp"Baba korkuyorum, kurtar beni. "diyerek sayıklıyordu. Alaz o an kalbinden bir parça koptuğunu hissetti. Aynı zamanda boynuna değen ten ile neye uğradığını şaşırmıştı.

 

Onu arka koltuğa Yağmur'un ayaklarına bıraktı ve yola çıktı. Fıraz ve Berat da arkalarından gitti ama Orhan evde kalmıştı.

 

Çiftlik evine varınca Alaz onu tekrar kucağına aldı ve yatak odasına götürüp uzattı. Daha sonra ise Yağmur ve onu tek başına odada bıraktı.

 

"Abi neyi var?"

 

"Bir şey yok Berat, hadi gidin siz."

 

"Nasıl yok abi. Ona bunu nasıl yaptın?"

 

"Şimdi değil Berat."dedi ve Fıraz ile Berat'ı gönderdi. Dakikalar sonra içerden ağlama sesleri geldi ve on dakika sonra Yağmur odadan yaşlı gözlerle çıktı.

 

"Niye yaptınız bunu?" Diye sordu karşısına geçerken. Alaz çatık kaşlarıyla baksa bile umursamadı çünkü arkadaşı bugün çok üzülmüştü.

 

"Bak ben onu ağlasın, içini döksün diye zorladım ve o da ağladı ama onu ağlatan sizsiniz."

 

Alaz zaten çatık olan kaşlarını daha çok çattı.

 

"Fıraz oradayken bir şey dedi ya 'Yenge hiç ağlamıyor ama başkası olsa ağlardı' diye.

O zulme uğrasa, işkence görse veya hakarete uğrasa bile ağlamaz. Bir zamanlar o kadar ağladı ki ağlamamaya söz verdi.

Ama Alaz Ağa, onun göz yaşlarının sebebi olmak istemezsin. Aktığı kadar yakar çünkü."

 

Alaz pür dikkat onu dinliyor ama bir şey anlamıyordu.

 

"O sırf gözyaşları başkasının canını acıtmasın diye ağlamaz. Onu kırsan da hakaret de etsen ağlamaz çünkü kimsenin acısının sebebi olmak istemez."

 

Derin bir nefes aldı ve son sözlerini gözlerinin içine bakarak söyledi.

 

"Peki Alaz Ağa, onun şimdi döktüğü gözyaşları seni ne kadar yakacak? Bir damlasından korktuğu o yaşlar şu an bir yastığı ıslatmışken bunun karşılığı nasıl bir acı olabilir ?"

 

Alaz yutkundu. Ne demek oluyordu bunlar? Neden acı versin ki gözyaşları?

İçerden hala ağlama sesleri gelirken Alaz sorularla boğuşuyordu.

 

"Ne demek oluyor bunlar?" Diyebildi sonunda. Sesi her zamanki gibi gür çıkmıştı ama içindeki meraklı tınıyı saklayamamıştı.

 

"Bunu günü geldiğinde Berva anlatır, bana düşmez. O bir hafta kadar burada kalsın şimdi atlatamaz hatırladıklrını. Ben de akşama kadar kalıp giderim."

 

"Tamam. Ayrıca konuşma tarzına dikkat et. Arkadaşın yok karşında. Evdeyken bir şey demedim ama yeter artık."

 

Alaz sıkılmıştı. Onun arkadaşı olabilirdi ama bu onunla öyle konuşabileceği anlamına gelmiyordu. Yağmur sadece yan bir şekilde sırıtıp içeri geçti ama gözleri konuşmuştu. 'Benim arkadaşım zarar görürse kimseye saygı göstermem'diyordu.

 

Akşama kadar Yağmur, Berva ile beraber oturmuş ve onu sakinleştirmeye çalışmıştı. Şimdi ise salonda oturmuş öylece karşısındaki duvara bakıyordu. Bir kaç saniyede bir göz yaşları akıyordu.

 

Boş bir duvara bakınca bile ağlıyorsa insan, fayda etmez yatıştırmaya hiçbir lisan.

 

Yağmur, Berva'nın tepkisizce oturduğunu görünce konuşabilecekleri yeni bir konu düşündü. Ardından yüzündeki gülümsemeyle Berva'ya döndü."Berva bugün ayın kaçı?"

 

"Bilmiyorum Yağmur." Dedi gözlerini hiç duvardan ayırmazken. Alaz da odaya gelmişti.

 

"Bugün 3 Temmuz." Dedi Yağmur ama Berva buna bir cevap vermedi. Yağmur ardından ekledi"20 gün sonra doğum günün."

Berva yine bir tepki vermedi.

 

Bu konu Berva için hiç açılmaması gereken bir konuydu. Doğum günü kutlamayı sevmezdi.

 

"Yağmur sakın."

 

"Ya Berva küçük bir parti yaparız. Ne olur."

 

"Yağmur bilmiyormuş gibi konuşup beni sinir-"

 

"Tamam tamam."

 

Alaz ise onların bu konuşması ile kafasında planlar kurmuştu. 20 gün sonra doğum günü ise kutlanacaktı. Çok güzel bir doğum günü hediyesi verecekti.

 

Yağmur artık saatin geç olduğunu düşünüp kalkmak istedi. Berva ne kadar izin vermese de kalkmıştı. Alaz onu kapıda durdurup"Berva için doğum günü partisi hazırlamak istiyorsan bunu beraber organize edebiliriz."dedi. Yağmur bir an afallasa da kendini affettirmek için olduğunu düşünmüş olacak ki kabul etmişti.

 

"Peki. Doğum gününe üç gün kala hallederiz."

 

Yağmur'un evden ayrılması ile Alaz salona geçti. İlk önce Berva'nın karşısına geçip oturdu. Bir süre onu izledikten sonra"Neden kaçmadın?Kaçabilirdin. Eğitimli köpeklerdi, onlar sana zarar vermezdi."

 

Berva onun yüzüne baktı. Ciddi miydi bu adam Allah aşkına?

Bu tavırlar ne? Vicdan azabı mı?

 

"Tamam. Yapmamam gerekirdi özür dilerim ama sen de bundan sonra benden habersiz işlere kalkışmayacağına söz vereceksin."

 

Alaz da Berva kadar ağzından çıkan sözlere şoke oluyordu. Az önce özür dilemişti. Berva yine cevap vermedi.

 

"İçinde tutarsan atlatamazsın. Bir şey var belli. Köpekten korksan sadece bir anlık şok yaşar sonra kendine gelirdin ama sen dalıp dalıp gidiyorsun. Söyle bana ne oldu?"

 

Berva bu adama güvenmiyordu ama gerçekten içinin boşalması gerekiyordu. Kafasını kaldırıp gözlerinin içine baktı, bu ne aldatıcı bir bakıştı?

 

"Ben sekiz yaşındayken tek başıma dışarda gezerken iki köpek bana saldırmıştı. Tıpkı bugünki köpekler gibi biri siyah biri beyazdı. Bacağımı ısırdı biri. Çok yardım çağırdım ama kimse gelmedi. 'Baba kurtar beni'diye bağırdım ama kimse gelmedi. Diğer köpek de başımda durmuş havlıyordu. Sonra babam gelip beni kurtardı ama ben hala onun omzunda 'baba kurtar beni' diye sayıklıyormuşum. Hastanaye gidene kadar da sayıklamışım ve sonra da bayılmışım. O günden sonra köpek sesi duyduğumda korkuyordum ama böyle olmuyordu. Sanırım bugünki kapalı bir alanda iki köpekle birlikte olmaktan dolayı oldu. Zaten daha sonra başka bir olayda da onları çağırdım ama gelme- neysa ya işte. Bu yani."

 

"Anladım. Hadi dinlen biraz o zaman."

 

"Niye böyle konuşuyorsun. Daha düne kadar düşman gibiydik."

 

Şaşırmıştı çünkü konuşmasında bir değişiklik vardı. Onunla konuşurken bağırıp çağırmıyordu.

 

"Bugün olan hiçbir şey senin suçun değildi. Ayda haddini fazla aştı. Onu kovdum.

Zaten ben suçlusun diye bunu yapmadım, benden habersiz bir daha bir şey yapma diye yaptım. Ve ilk defa yaptığım bir şeye pişman oldum. İlk pişmanlığımsın Çetiner kızı."

 

Zaten bildiği bir şeyi dinlemeyi sevmiyordu Berva. Suçsuz olduğunu da biliyordu ama pişman olması beklediği bir şey değildi.

 

Hele ilk pişmanlığı olması kendini kötü hissettiriyordu. Daha önce kimsenin pişmanlığı olmamıştı.

 

"Ben istediğim zaman istediğim şeyi yapamaz mıyım? Kusura bakma ama bu kısıtlamayı babam verse kabul etmem."

 

Pişmanlık ile ilgili soru sormadı çünkü bu konuyu konuşmak istemiyordu.

 

"Bak sana ilk ve son kez bu konuyla ilgili sakin bir açıklama yapacağım. Sen istediğin şeyi benimle evli olmadan önce de benimle evlendikten sonra da yapacak bir kadınsın. Amacım seni kısıtlamak değil ve sen bunu çok iyi biliyorsun. Benim çok düşmanım olduğunu kendin söyledin. Bu yüzden başına bir şey gelmemesi için bir şey yaparken ilk önce bana haber vermelisin. Bu, senden istediğim tek şey bu. Kısıtlamıyorum seni."

 

Güzel bir açıklama yapmıştı. Kendince haklı sebepleri de vardı ama Berva'nın gücünün farkında olmadığı için bunları yapıyordu.

 

Berva bu davranışların altında bir şey arıyordu. Asla onun böyle iyi bir insana dönüştüğüne inanamayacaktı. Hem dönüşse bile bu birkaç saatte olmazdı. Bir şey çeviriyor olabilir miydi?

Çevirse bile anlaması zor olacaktı çünkü Alaz Ağa da hislerini kolayca saklayabiliyordu.

 

Berva yemek yemek istemediğini söyleyip herhangi bir odaya geçti.

 

"Ne yapıyorsun burada?"

 

"Burada uyuyacağım."

 

"Olmaz öyle şey. Gece gece bir daha kötü olursun. Yanımda olmazsan görmem. "

 

Berva çatık kaşlarıyla ona bakıyordu. Yok kesin bu işte bir iş vardı.

 

"Ne çeviriyorsun ağa?"

 

Alaz biraz düşünüyormuş gibi yaptı. Kirli sakallarını karıştırıp saçlarıyla oynadı.

Yok ya koskoca Alaz Ağa tatlı görünmezdi değil mi?

Ama görünüyordu.

 

"Ne çevireceğim kadın? Gece gece hastalanıp başıma bela olma diye söyledim."

 

Berva artık alayla ona bakıyordu.

 

"Sen ciddi misin? İki güzel konuştun diye yaptığın her şeyi unutup gelip odanda uyuyacağımı mı sandın?"

 

Alaz derin bir nefes verdi. Ne dese haklıydı.

 

" İyi, gelmezsen gelme. Ben odaya çıkıyorum. Ne halin varsa gör. Bir de seni yanımda yatman için zorlayacağımı mı düşündün? Ama gece hastalanırsan gelip başımda zırlama"

 

Berva içinden ,sen kimi zorluyorsun Hödük Ağa, dese de dışından bir şey demedi. Anlamıyordu neler yapmaya çalıştığını.

 

Olduğu odada uyumaya devam etti. Ona bunca şey söylemiş adamın yatağına tek sözüyle gitmeyecekti.

 

"Ne yaptığını bilmiyorum ama öğreneceğim Alaz Ağa."

 

Kimse bu kızın ne kadar akıllı olabileceğini bilmiyordu. Evet dışardan bakınca saf bir insana benzeyebilirdi ama yaşadığı şeyler onu ileriyi düşünme ve her şeyin arkasında bir şey aramaya zorluyordu.

 

Ertesi sabah uyandıkları zaman gerçekten ne kavga ne gürültü oldu. Alaz sabah uyanıp salonda koltukta oturuyordu. Berva ise daha yeni aşağı iniyordu.

 

"Vay, hanımağa teşrif ettiler sonunda. Saatin farkında mısın?"

 

Berva saate bakmıştı ve gerçekten kendisi de şaşırmıştı bu kadar uyuduğuna.

 

"İstediğim saatte uyur istediğim saatte uyanırım Alaz Ağa. Ne yapacak işim var ne başka bir şey. Uyumayacağım da ne yapacağım?"

 

Bu bariz ona söylenmiş bir sözdü. Ne ilgilenecek kocam var ne de bir evim, diyordu. Alaz da bunu anlamıştı.

 

Berva söylediklerini bitirip mutfağa gitmişti. Aç değildi, sadece çay içecekti.

 

"Senin dilin fazla uzadı, cevap vermeye başladın. Düzgün konuş benimle."

 

Berva ona bir cevap vermedi. Çayını alıp salona geçti. Ona seni umursamıyorum imajı çiziyordu.

 

Alaz Ağa mutfağa gidip elinde bir bardak çayla gelince Berva şaşırdı ve bir o kadar da sinirlendi.

 

"Senin benden miden bulanıyor ya ağa, ne diye yaptığım çayı içiyorsun?"

 

"Çay demlemeyi bilmiyorum, çalışanları gönderdim, ya ne içecektim?"

 

"Bırak onu ağa, içme bu çayı. Senin miden falan bulanır, iğrenirsin benden. Ay ısırır seni o çay."

 

Berva gerçekten sinirle bakıyordu ona. Bu adamda kişilik bozukluğu olabilir miydi?

 

"Ben de meraklı değilim senin hazırladığın bir şeyi içmeye. Elini çaya sokacak halin yok ya."

 

Berva sinsice sırıttı.

"Biliyor musun, demi elle attım ve çay köpüklü olsun diye içine tükürdüm."

 

Alaz anında elindeki bardağı masaya bıraktı. Tam üzerine doğru yürüyordu ki güldüğünü görünce dalga geçtiğini anladı.

 

"Çetiner kızı, sana akşama kadar çay demlettirmemi istemiyorsan yerinde dur. Hatta şöyle yap, sen en iyisi bu güne kadar sana söylediğim her şeyi unut çünkü bir lafı bir kere söylediysem bin kere iadesini alıyorum."

 

Evet, Berva hakaret hariç her sözünü misliyle ona iade ediyordu. Hakaret etmemesinin nedeni ise anne ve babasıydı. Onlar asla birbirine hakaret etmezdi.

 

Zaten biliyordu o böyle davrandıkça Alaz Ağa da hakaret etmeyi bırakacak ve hatta pişman olacaktı.

 

"Yo, ben bu güne kadar hiç sana hakaret etmedim. Hem sende kişilik bozukluğu falan mı var? Bir saatin diğerini tutmuyor da. Karakter bozukluğu da olabilir yani."

 

Sonda söylediği şeyler bir an ağzından çıkmıştı ama Allah'tan kısık sesli söylemişti. Duymamıştı.

 

"Belki vardır kişilik bozukluğu. Şimdi böyle konuşursan bir dakika sonra dönüşeceğim kişilikten korkuyorum. Unutacaksın onları!"

 

"Olmuyor öyle ama. Onca söylediğin şeyi unutmak kolay değil."

 

Berva gülerek söyleyince onunla hâlâ dalga geçtiğini anladı. Çay ısırır demesinden belli değil miydi?

 

"İstersen kafanı duvara vurup hafızanı kaybetmeni sağlayabilirim. Daha kolay unutursun."

 

"Yaparsın bilirim."

 

Berva hâlâ gülüyordu. Bu Alaz'ın da gülmesine neden oluyordu.

 

Bugün böyle Berva'nın laf sokmalarıyla, Alaz'ın ise sabırla dinlemesiyle geçmişti. Akşam olunca ise ikisi de dün gece kaldıkları odada kalmışlardı.

 

Ertesi sabah ilk Berva uyanmıştı.

Yataktan kalkıp üzerini giyindi ve aşağı indi. Kahvaltı hazırlayacaktı kendine. Dün o kahvaltıdan başka bir şey yememişti. Alaz onu zorlasa da midem bulanıyor deyip ve azıcık yedim diye yalan söyleyip onu durdurmuştu ama şimdi çok açtı. Geçmiş aklına gelip onu biraz durgun yapsa da onun şu an düşüncelerine kapılma zamanı değildi.

 

Kahvaltıyı hazırlayıp sofrayı kurdu ve Alaz Ağa eşofman ve tişört ile aşağı indi. İlk defa onu gün içinde bu kadar rahat giyinmiş görüyordu.

 

"Günaydın." Dedi Alaz ve o da aynı şekilde karşılık verdi. Berva onun üzerinde bakışlarını fazla durdurduğu için "Birkaç gün daha burada kalıyoruz ve bu birkaç gün içinde ben şirkete gitmiyorum. Bu yüzden rahat giyindim."dedi.

Berva burada onunla kalmak istemiyordu.

"Neden birkaç gün daha burada kalıyoruz ki?"

"Çünkü senin biraz daha kendini iyi hissetmen lazım."

"Ben iyi hissediyorum."

Tamam, gelmişken birkaç gün daha kalalım."

 

Berva biraz yüzüne baktı ve ardından sofraya oturdu. Sofrada bir çatal ve bir çay bardağı vardı. Alaz bunu fark etmiş olacak ki masaya yaklaşıp bir dilim salatalık ağzına attı.

 

"Yeme, ben sana hazırlamadım."

 

Alaz inadına bir bardak ve bir çatal getirip sofraya oturdu.

 

"Çekinme çekinme buyur otur. Hasbinallah."

Alaz sofraya oturunca kendine çay doldurup kahvaltıya başladı. Berva'nın söylediği hiçbir şeye tepki vermiyordu.

 

"Ben senin gibi olsaydım şimdi bu sofrayı dağıtıp yemene izin vermezdim ama dua et burada nimet var. Yeme deyince ne anlıyorsun? Kalk sofradan. Benim hazırladığım hiçbir şeyi yemeyecektin hani?"

 

Alaz, ne dese de kalkmıyordu. Onu duymazdan geliyordu.

 

"Artık midem bulanmıyor senden. Dün çay içtim ya, tehlikeli olmadığını anladım. Zaten daha önce zorla bana kendi hazırladığın yemeklerden yedirmişsin."

 

"İftira, vallaha iftira. Az daha parmaklarını bile yiyecektin be. Sırf bir inat uğruna beni insanların içinde rezil ettin."

 

Evet, ailesinin yanında ona yaptıklarını unutmamıştı.

 

"Tamam özür dilerim. Evet, midemin bulandığı falan yoktu. Sen benim olan hiçbir şeye karışma diye yaptım."

 

Berva uzatmadı. Bir şeyler çevirdiği belliydi. İki günde bu ikinci özür olmuştu.

 

"Madem hazırladığım yemeği yedin o zaman bana buraları gezdir. Bakalım neler varmış çiftlikte."

 

Alaz itiraz etmedi. Kahvaltı bitince çiftliği gezmeye çıkmışlardı.

Atların olduğu alana gelince Berva Rüzgar'ı hatırladı. Ne güzel olurdu şimdi o simsiyah tüyleri ile rüzgara karşı koşsaydı.

 

"Kaç tane at var bu çiftlikte?"

 

"Bilmiyorum. Burayla ilgilenen kişi ben değilim. Ben sadece buraya tek başıma kalmak istediğim zaman gelir ve atıma binerim."

 

"Hangisi senin atın?"

 

"Bilmemen daha iyi. Çok asi bir at. Yanına yaklaştırmaz zaten. Benden başka hiç kimse o ata binemez. Çok huysuz bir at. Bu güne kadar binmeye çalışanları yanına bile yaklaştırmadı."

 

Sorun olmazdı. Rüzgar da zaten çok asi bir attı.

 

"Tamam söyleme?" Diyip atların içine girdi."Ben bir taneye binip geliyorum. Sen de atını hazırla yarış yapacağız."

 

"At binmeyi biliyor musun?"

 

"Az çok biliyorum ama seni yeneceğime eminim"

 

"Hadi bakalım, bak şuradan sola dön ve kahverengi, üçüncü sıradaki atı al gel. En uysal at o. Ben de Ömer abiye haber vereyim atımı hazırlasın."

 

Berva hangi atın uysal olup hangisinin asi olduğunu anlayacak kadar bilgiliydi. Onun tarif ettiği yöne doğru değil de o içeri girdiğinden beridir huysuz sesler çıkaran bir ata doğru gitti.

 

Bu at diğer atlardan ayrı bir yere koyulmuştu ve Berva'nın sesini duyduğundan beri hep hareket halindeydi. Bembeyaz ve her tarafı tertemiz bir attı. Tıpkı Rüzgar gibi özenle bakılmıştı. Tahmin etmişti bu Alaz'ın atıydı.

 

Ata yaklaştı ama o ata yaklaştıkça at daha fazla hareket ediyordu. Berva kenardaki şekerlerden biraz eline alıp"Sakin ol. Sadece seveceğim seni. Bence sen bana yardımcı olursun ha. Bak benim bu adama rezil olmamam gerekiyor."

 

Berva konuştukça at sakinleşiyordu.

 

"Sen çok güzel bir atsın. Bembeyazsın ama o kadar parlaksın ki uzaktan gören seni altın rengi sanır. Çok güzelsin. Hadi korkma benden. Beraber buraların tozunu atalım."

 

At artık tamamen sakinleşmiş. Bir taraftan şeker yiyor bir traftan kafasını Berva'nın yelesini okşayan eline sürtüyordu. Hoşlanmıştı bu hareketten.

 

Uzun kuyruğu ve yelesi örülesi duruyordu.

 

Berva onu olduğu yerden çıkarınca içeri bir adam gelip onu uyarmıştı. Bu Ömer olmalıydı.

 

"Ömer Bey onu ben hazırlarım. Sen çık ve Alaz Ağa'ya bir şey söyleme."

 

Ömer kafasını sallayıp ordan çıkmıştı. Şaşırmıştı çünkü ilk defa bu at kendine birini yaklaştırmıştı.

 

Berva ona ne yular takmıştı ne de eyer. Elini onun yanağına koyup onunla beraber içerden çıktı.

 

Berva dışarı çıkınca Alaz'ın arkası ona dönüktü. Alaz daha ona dönmeden o atın sırtına tek seferde atlamıştı. Eyer olmadan, ayaklarını üzengiye basmadan çok sefer ata binmişti. Hatta hareket halindeki ata bile tek seferde binmişliği vardı.

 

At hem Alaz'ı gördüğünden hem de sırtına yabancı birinin binmesinden dolayı kişnemişti ama Berva onun kulağına bir şeyler fısıldayınca sakinleşmişti. Alaz atının kişneme sesini duyunca hemen arkasını dönmüş ama gördüğü görüntü ile neye uğradığını şaşırmıştı.

 

Nasıl bu ata binmişti?

 

"Alaz Ağa, asi atın beni kabul etti."

 

Alaz şaşkınlıkla atın üzerindeki kadına bakıyordu. Düşebilirdi.

 

"Sen ona nasıl bindin? O izin vermez ki."

 

"Hanımağaya kim karşı çıkabilir ki. At bile benim kapasitemin farkında ."

 

"Allah'tan bir kapasiten yetmez dedik kadın. Hadi in sana zarar verir. Zaten biliyormuşsun at binmeyi, hadi yarışalım."

 

"Ben kin tutan bir insanım. Bu söylediğin cümleye seni çok defa pişman edeceğim. Ayrıca bu at bana zarar vermez. Dediğin gibi, biliyorum at binmeyi."

 

"Onun ismi Fırtına, ona at deme. Hem bu at asi bir at, seni üzerine almasına şaşırmalısın. Hadi in huysuzlanmadan."

 

Berva bir Alaz'a bir de ata bakıyordu. Demek adı Fırtına'ydı.

Onun atının adı Rüzgar, bu atın adı Fırtına.

 

"Ben, bu ata Berva diyeceğim."

 

O, birisi atının adını değiştirmeye kalksa delirirdi. O halde Alaz sinirden çıldırmalıydı.

 

"Atımın adı Fırtına. Ona başka isim verme."

 

"Berva'nın da anlamı fırtına zaten. Onun ismini değiştirmiyorum ki."

 

Öyleydi. Gerçekten Berva isminin anlamı fırtınaydı.

 

"Neyse hadi, in oradan."

 

Berva onun söylediğinin aksine atı harekete geçirdi. At hemen koşmaya başlayınca gerçekten bu atın adının anlamını yerine getirdiğini gördü. Fırtına gibi esiyordu. Acaba Rüzgar ile yarışsalar kim kazanırdı?

 

Alaz bu kadının bu kadar ustaca at binmesine şaşırdı. Bugün sürekli şaşırıyordu. Bu at nasıl ona izin vermişti?

 

Berva atı Alaz'ın yanına getirip boynunu tuttu ve onu şaha kaldırdı. Tehlikeliydi çünkü yuları yoktu ama at tam şaha kalkarken Berva boynunu bırakıp kollarını iki yana açtı. Artık sadece bacak gücü ile ata tutunuyordu.

 

Alaz karşısındaki görüntüye hayran kalmıştı. Karısının kumral saçları rüzgarda uçuşuyor ve atın yelesi de onlara eşlik ediyordu. Alaz atı tutmak için yanına yaklaşınca kadının saçının kokusu ciğerlerine doldu. Yasemin miydi kokusu?

Ama başka bir şey daha vardı. Ne kokuyordu acaba?

 

At dört ayağının üzerinde durunca Alaz'ın yüzündeki o hayran kalmış ifade gitti ve yerini kızgınlık aldı."Atıma neden bindin?"

 

"Kızdın mı?"

 

"Hayır. Sana onun asi bir at olduğunu söyledim. Ya sana zarar verseydi. Bir de bununla mı uğraşacaktım."

 

"Vermez. Benim de atım var. Adı Rüzgar."

 

Alaz iyice sinirlenmişti. Düşüp bir yerlerini kırmaktan korkmuyordu anlaşılan.

 

"Hadi in artık."

 

"Yarış?"

 

"Bu günlük bu kadar saşkınlık bana yeter. Kaldıkça daha bir çok şey görecek gibiyim."

 

Berva otuz iki diş güldü ama Alaz o sırada atı tuttuğu için fark etmedi. Görseydi, bir gülüşe aşık olunur muydu anlardı.

 

"Kapasitemin bir sınırı yok. Bu gördüklerin daha hiçbir şey."

 

"Hay senin kapasiteni..."

 

"Efendim?"

 

"Yok bir şey. Hadi gidiyoruz." Deyip onu atın üstünden indirdi. Bu birkaç saniyelik yakınlaşma bile onun için fazlaydı. Aklı bulanıyordu.

 

Berva ise bu adamın kokusuna mest olmuştu. Portakal çiçeği kokusunu zaten çok seviyordu. Babasına kaç kere almıştı portakal çiçeği kokan parfüm ama babası kokusunu sevmemiş ve kullanmamıştı. Ama bu parfüm daha başka kokuyordu. Hiçbir portakal çiçeği parfümü böyle kokmuyordu. Özel bir karışım mıydı?

 

Onlar çiftlik evine tekrar girince Berva telefonundaki 36 cevapsız aramayı gördü. Mirhan abisi iki kere, yengesi bir kere aramıştı. Geri kalan 33 cevapsız arama Yağmur'a aitti. Hemen Yağmur'u aradı.

 

"Alo Berva nasılsın? Niye telefonlara bakmıyorsun?"

 

"İyiyim ben endişelenme, gerçekten bir sorun yok."

 

"Ağlamamışsın. Sesin gerçekten iyi geliyor."

 

"Çünkü gerçekten iyiyim."

 

"O adam sana kötü davranıyor."

 

"Yağmur bunları şimdi konuşmasak, ben yorgunum ve terliyim duş alacağım."

 

"Ne, ne, ne? Siz yo-"

Berva lafın gideceği yeri çok iyi bildiği için onu susturdu.

 

"Sus yoksa çarparım ağzına bir tane. At bindim at."

 

Yağmur karşı taraftan kahkaha atınca telefonu suratına kapatmamak için zor duruyordu.

 

"Hım, inanmalı mıyım?"

 

Yağmur'un cevabı ile telefonu kapattı ve duş almaya çıktı. Böyle şeyler konuşmayı hiç sevmezdi.

 

Ona bu sabah rahat kıyafetler getirildiğini fark etmişti. Rahat rahat duşunu alabilirdi.

 

Duş alıp pantolon ve tişört giyip çıktı. Canı aşırı tatlı çekince dolaptan bir çikolata alıp yemeye başladı. Yerken Alaz Ağa içeri gelince onun ağzının etrafına yayarak çikolata yediğini gördü. Çocuk gibiydi.

 

"Bana da yok mu?"

 

"Hı ı. Bana kadar var."

 

"O zaman sen yeme, onu bana ver."

 

Evet, şaşırtıcıydı ama Alaz Ağa tıpkı karısı gibi çikolata manyağıydı.

 

"Al."

Aslında dolapta çikolata vardı ama nedense Berva elindekini vermişti. Alaz ise elindeki çikolataya bakıp kafasını sağa sola salladı.

 

"Çocuk gibisin farkında mısın?"

 

"Yesene."

 

"Yok sen ye. Onunla doymazsın."

 

"Sen ban şişko mu dedin?" Berva gözlerini şaşkınlıkla açmıştı.

 

"Yok demedim."

 

"Ne dedin?"

 

"Bir şey demedim Ulusoy Hanımağası."

 

Berva artık saşırmakta sınır tanımıyordu. Bu ona ne zaman adı ile seslenmeye başlayacaktı. Ama bu da bir şeydi. Onun bir Ulusoy olduğunu kabul etmişti

 

"Tamam dolapta çikolata var, sen al oradan bir tane. Ben de yemek hazırlayacağım."

 

Yemek hazırlamış, yenmiş ve toplanmıştı. Akşam olmuş ve akşam yemeği de yenmişti. Şimdi de yan yana tekli koltuklarda oturmuş film izliyorlardı.

 

Film bitince herkes kendi odasına gidip uyumuştu.

 

Sabah uyandıklarında ikisi de giyinip aşağı indiler ve kahvaltılarını yaptılar. Bir süre sonra Alaz'ın telefonu çaldı ve açtı. Arayan Orhan'dı.

 

Alaz konuştuktan sonra"Toplasınlar bakalım."deyip telefonu kapattı ve hemen yerinden kalkıp ceketini aldı. Berva bir şeyler olduğunu anlamıştı ama tabii ki Alaz ona söylemezdi.

 

"Ne oldu Alaz ağa?"

 

Alaz derin bir nefes aldı. Söyleyip söylememekte kararsızdı ama sonra söylemeye karar vermiş olacak ki "Bir kız için aşiret toplanacakmış"dedi. Berva az çok anlamıştı, kesin ya berdel ya ölüm hükmü verilecekti ama bu kız ne yapmıştı?

 

"Ne yapmış ki?"

 

"Bir adam ile adı çıkmışmış. Kızın ailesi ilk önce onu dövüp ardından kızı o adamla evlendirmek istemişler. Adam ise ben onunla evlenmek istemiyorum deyince aşiretleri toplamak istemişler."

 

Bu cümlenin sonu belliydi. Aşiretler kızın ölüm hükmünü isteyecekti.

 

"Neden bu kadar sinirlendin? Sen ne dersen o olmuyor mu? Doğru karar neyse verirsin."

 

"Benim sinirlendiğim yer haberimin şimdi olması. Adamlar arayıp aşiretler toplanacak diyor. Lan benden habersiz mi aşiretleri topluyor bu dengesizler. Ben de toplanmasına izin verdim."

 

Konuştukça Alaz'ın boynundaki damarlar daha belirgin oluyordu. Şu an bu kadına açıklama yaptığının farkında bile değildi.

 

"Neyse hadi gidip kızı kurtar yoksa onu öldürürler."

 

"Bak az önce dediğin gibi benim dediğim oluyor ama ben de çoğunluğa ve bana göre mantıklı karar neyse ona göre hükmü veriyorum. Şimdi gittiğimde herkes ölüm hükmü isteyecek."

 

Onun bu sözü ile Berva cümlesini tamamlamasına fırsat vermeden konuştu.

 

"Ne yani, aşiretlerin çoğu ölüm hükmü isterse verecek misin?"

 

Berva artık sesine mukayyet olamıyordu.

 

"Sana dedim ki bana göre ve çoğunluğa göre mantıklı olan kararı vereceğim. Çoğunluk ölüm hükmü istese de vermem ama onlar bir yolunu bulup kaza süsü verip öldürür."

 

"Onu hi-"

 

"Himayeme alsam bile kızın adını dilden dile dolaştırırlar. Biliyorsun insanları. Himayemde olan birine zarar vermek sıkar ama bu kıza psikolojik şiddet uygulayacaklar ve kız belki kendi intahar edecek."

 

"Ne yapacaksın peki?-

 

"Bilmiyorum. Gidip her şeyi öğrenip öyle bir karar vereceğim. Daha hangi şartlar altında kızın adının duyulduğunu bilmiyorum. Belki suçlu adamdır."

 

Alaz bu sözlerini söyleyip ordan ayrıldı ama Berva'nın içi rahat değildi. Bir şeyler yapması gerekiyordu.

 

Hemen Ahmet'i arayıp kız hakkında bilgi sahibi olmak istedi. Sonuçta aşiretler toplanacaksa Çetiner aşireti de toplanacaktı ve onların da haberi vardı.

 

Ufak problemler için bütün aşiretlerin ağaları toplanmazdı ama bu önemli bir meseleydi. Bir kızın canı mevzu bahisti

 

Gerekli bilgileri öğrenip hemen bir ata binip konağa doğru hızla sürdü. Yoldaki kimse atı hızlı kullandığından dolayı o olduğunu anlamamıştı ve konağa girmeden attan indiği için konaktakiler de görmemişti.

 

Efsun Hanım onu görünce hemen "Kızım iyi misin? Konaktan ne zaman çıktığınızı da duymadık. Fıraz ve Orhan yalnız kalmak istediğinizi söyledi ama..."

 

"İyiyim anne merak etme ama daha sonra konuşsak mı? Bir yere gitmem gerekiyor da"

 

"Nereye kızım."

 

"Alaz Ağa'nın yanına."

 

"Sabah Kadir Ağa aşiretlerin toplanacağını söyleyip çıktı evden. Onlar şimdi toplantıda."

 

"Biliyorum anne. Lütfen daha fazla bir şey sorma. Acelem var yetişmem gerek."

 

"Aman kızım başını yakacak bir şey yapma."

 

"Merak etme anne." Diyip odasına çıktı.

 

Hemen kayınvalidesinin aldığı Hanımağa kıyafetlerinden birini giydi. Gri düz bir elbise ve onun üzerine yine gri ve altın işlemeleri olan bir kaftan giymişti. Yöresel bir Hanımağa kıyafetiydi. Yine bol bol altın takmış ve saçlarını açık bırakıp üzerine gri işlemeli bir şal atmıştı. Ayakkabısını da giyip ordan ayrılmıştı.

 

Odada bir tuhaflık vardı ama dikkat etmemişti.

 

Alaz toplantı olan konağa gelince bütün ağaların zaten çoktan toplanmış olduğunu gördü. Ağaların dışında bir de kızın babası da vardı orada. Kendisi içeri girer girmez genç yaşlı herkes ayağı kalkmıştı. Kadir Ağa ,Yekta Ağa ve Mirhan Ağa bile kalkmıştı. Sonuçta Mardin'in ağasıydı.

 

Alaz baş köşeye geçip oturdu ve onlara da eliyle oturun işareti yaptı. Herkese göz süzdü, mide bulandırıcı bir şeye bakıyormuş gibiydi yüz şekli.

 

"Derdiniz nedir ağalar?"

 

Alaz'ın sorusu ile kızın babası korkarak söze başladı. Korkuyordu çünkü Alaz Ağa öfkesi ile tanınan bir ağaydı ve şuan burnundan soluyordu.

 

"Ağam benim namussuz kızım adımızı lekelemiştir. Gereğinin yapılmasını istiyoruz."

 

Alaz direkt ona böyle bir istekle geleceklerini tahmin etmemişti. Tamam, toplantının amacı buydu ama bu kadar çabuk ve babası tarafından istenmesi ağır olmuşu.

 

"Konu nedir hele bir onu konuşalım. Benim karşımda direkt suçsuz birine ölüm hükmü istemek kimin haddidir? Siz kim oluyorsunuz da benim karşımda bu kadar rahat davranıp ne hükmü vereceğime karar veriyorsunuz?"

 

Alaz ölüm hükmünü kolay kolay kabul etmeyeceğe benziyordu. Bütün ağalar ve kızın babası bunu anlamıştı. Zaten onun konuşması çoğunun korkudan titremesine neden olmuştu. Bu adamın öfkesi yakardı.

 

Berva'yı yaktığı gibi.

 

Yekta Ağa sözü ele almıştı.

"Alaz Ağa, denilen üzere Cihan'ın kızı Aktürk aşiretinin oğlu ile birlikte görülmüş. Cihan da kızını Aktürklere vermeyi kabul etmiş ama Aktürk aşireti kızı kabul etmemiş. Cihan Ağa da namusunu temizlemek için kendi kızının ölüm hükmünü istiyor."

 

Yekta Ağa bunu söylerken adeta nefret kusuyordu. O kızını bu kadar severken bunlar nasıl olur da kızlarının ölüm hükmünü isterdi?

 

"Peki bu durumda suçlu bir tek kız mıdır? Ne demek namus temizlemek için kızın ölüm hükmü isteniyor?"

 

Kızın babası Alaz'ın sözleri üzerine tekrar konuşmaya başladı.

 

"Ağam bir kız isterse erkek adam zaten yapar. Kız namusumuzu kirletmiştir."

 

Söylenen sözler toplantıdaki bazı ağaların onayını alsa da genç ağalar bu söze katılmıyordu.

 

"Sen şuna desene karşı taraf Aktürkler olduğu için onlara bir şey yapamıyorum ve kızımı cezalandırıyorum."

 

Adam bunun üzerine sessiz kalmıştı. Evet, Aktürkler hatrı sayılır bir aşiret olduğu için Cihan onlara karşı sessiz kalmıştı.

 

"Ağam karşı taraf kızı istemiyor. Bütün Mardin'de adı çıktı bile. Başka yolu var mıdır?"

 

"Başka yolu vardır ve artık o çeneni kapat. Bir daha bu kızın ölümüyle ilgili bir şey söylersen kızından önce senin ölüm hükmünü vereceğim."

 

Yekta Ağa ortalığın karışacağını anlayınca sözü ele aldı.

 

"Var mı bir fikrin oğlum?"

Alaz Yekta Ağa'nın ona oğlum demesine şaşırmıştı. Ama sesindeki samimiyetin gerçek olduğunu biliyordu.

 

"Alaz Ağa, bir fikrin varsa bil ki arkandayız. Bu evlat nedir, namus nedir bilmez insanlar yüzünden masum birinin ölmesine izin vermeyeceğiz."

 

Mirhan'ın konuşması hoşuna gitmişti. Bu aile ile bunca sene neden kan davasını bitirmediklerini düşünüyordu. Gayet de temiz insanlardı .

 

"Eyvallah Mirhan Ağa."

 

Alaz etrafa göz gezdirdi. Yapacağı başka bir şey kalmamıştı.

 

"Onu himayeme alıyorum."

 

Alaz Ağa sinirden delirecek raddeye gelmişti ama biliyordu, ne yaparsa yapsın babası bir kızın arkasında durmuyorsa herkes onun hakkında konuşabilirdi.

 

"Hayır almıyoruz."

 

Bu ses içerdeki hiç kimseye ait değildi. Berva Ulusoy'a aitti. Bütün ağalar toplantıda bir kadının neden olduğunu sorguluyordu.

 

"Kadir Ağa'm, Yekta Ağa'm, Mirhan Ağa'm ve Alaz Ağa'nın izni var mıdır?"

"Kızımın yeri başımın üstüdür." Dedi Yekta Ağa.

"Gülüm izin ne demek, gel tabii ki." Dedi Mirhan Ağa.

 

Onlar her ne kadar neden buraya geldiğini merak etse de hiçbir şey sormadan onu içeri kabul etmişlerdi.

 

Kadir Ağa geçen seferki olayda ne kadar kızsa bile gelini bir düşmanlarını yakalamıştı. Bunu ona borçlu hissediyordu.

 

"Gel güzel kızım." Dedi Kadir Ağa.

 

Alaz Ağa ise siniri katlanmış bir şekilde karşısındaki kadına bakıyordu. Ama buraya gelen kadını geri çeviremezdi.

 

"Karımın benden bir farkı yoktur. Burada bulunmak için izne ihtiyacı yoktur. Buyur Hanımağa."

 

Bu sözler Berva'yı güldürmüştü ama bunu dışından belli etmedi, içinden kahkahalar ile güldü. Ağalara mutlu aile tablosu çizmek hiç Alaz Ağa'ya göre değildi.

 

Ama şöyle bir şey vardı ki ona yine karım demişti. Bu sefer de toplantıda olduğu için...

 

Ama bilmiyordu ki asıl amaç, eğer bir gün Berva onu ve Ayda'yı aşiretlere söylerse birçok aşiretin onun karısını sevdiğini düşünüp Berva'ya inanmamasıydı.

 

Berva emin adımlarla içeri girdi ve kayınbaba ile babasının arasında oturdu.

 

"Emine'yi Alaz Ağa himayesine almıyor ve onun ölüm hükmünü vermiyor."

 

Birkaç kişi hariç diğerleri bir kadının toplantıda konuşmasına memnun olmamıştı.

 

"Bu ne demek oluyor?" Diye sordu sinirle bir ağa. Alaz Ağa da karısına bağıran bu adamı gözüne kestirmişti.

 

"Haddini bil, sesini kes, onunla konuşurken sesinin ayarına dikkat et sesini si-"

 

Sözünü tamamlamadı çünkü etrafında büyükleri vardı.

 

"Senin karşında Hanımağan var. Ona yapılan saygısızlık bana yapılmıştır. Bir daha hiç biriniz ona karşı bir saygısızlık yapmayacak. Gözünüzün yaşına bakmam ağalar."

 

Yekta Ağa ve Mirhan Ağa Alaz'ın bu sözlerine şaşırmış ve sevinmişlerdi. Damatları kızlarını koruyordu. Berva ise ne diyeceğini bilemedi çünkü ilk defa bu adamın oyun mu yaptığını yoksa gerçekten düşüncelerini mi söylediğini anlayamıyordu.

 

"Buyur Hanımağa, bir çözüm yolun mu vardır?"

 

Alaz ne kadar sinirli de olsa sakince sormuştu sorusunu.

 

"Vardır Alaz Ağa. Ama ilk önce Vedat'ı buraya getirsinler."

 

Vedat Emine'nin yanında gördükleri Aktürk aşiretinin oğluydu.

 

Kısa süre içinde Vedat salona gelmişti.

 

"Siz bir kızı suçlarken hiç bu erkeği yargılamadınız. Bir Aktürk olduğu için mi? Siz korkunuzu alıp köşenizde oturun onu ben yargılarım."

 

Büyüklerine saygısızlık yapacak biri değildi ama onlar bir kızı suçsuz yere öldürmek istiyordu. Saygıyı hak etmiyorlardı.

 

"Ben Çetiner kızı ve Ulusoy geliniyim ama bundan önce hakkımı savunacak bir bireyim. Siz korkun ama ben korkmuyorum."

 

Alaz Ağa hayran kalıyordu her sözünde ama yine onun işine karıştığı için sinirlenmişti.

 

Yekta Ağa ve Mirhan ise gururla bakıyordu ona.

 

"Vedat Aktürk. O gün kızın yanına aşkını itiraf etmek için gitti, yani kızın yaptığı bir şey ortada yok. Tam o esnada kızın abileri geldi ve Vedat'ın bir Aktürk olduğunu bildikleri için sadece kardeşlerini alıp uzaklaştılar. Onu evde babası ve abileri dövdü, daha sonra Aktürklere gelin olarak vermek istedi. Bu Vedat'ın işine geldi çünkü onu seviyordu ama ailesi adı çıkmış bir kızı istemedi ve Vedat da bunu kabul etti."

 

Herkes şaşkınlık içinde Berva'ya bakıyordu. Vedat bile bunları nereden öğrendiğini anlamaya çalışıyordu.

 

"Diyin bakalım ağalar, burada kızın suçu nedir?"

 

Tabii ki herkes sessiz kaldı.

 

"Şimdi Alaz Ağa gerekli hükmü verecek ve siz o hükme karşı gelmeyeceksiniz. Aksi olursa Vedat Aktürk için de bir toplantı oluşacak ve gerekirse onun için de ölüm hükmü verilecek."

 

Vedat'ın babası tam ağzını açmıştı ki Berva konuşmasına izin vermedi.

 

"Ayrıca artık kızı Aktürklere gelin olarak vermiyoruz çünkü böyle bir adam o kızı hak etmiyor. Ne korumasını biliyor ne sevmesini ne arkasında durmasını. Aşkının arkasında durmayana kız verilmez."

 

Berva'nın son sözleri bunlar oldu. Kimi hayretle, kimi hayranlıkla kimi nefretle bakıyordu ama Yekta Ağa ve Mirhan'ın gözündeki gurur görülmeye değerdi. Alaz Ağa ise artık sinirli halini bir kenara bırakmıştı. Bu kadın her konuda haklı olmak zorunda mıydı?

 

"Hanımağa sen arabada bekle. Ben gerekli hükmü verip geleceğim."

 

Alaz Ağa karısına gurur ve hayranlıkla bakan gözleri görüyordu. Hanımağa buradan çıkmalıydı.

 

Berva arabaya binmiş ve dakikalar sonra Alaz Ağa da aynı araca binmişti. Araç hareket ederken Alaz gözlerini karşısındaki kadından alamıyordu. On dokuz yaşında küçük bir kadın nasıl olur da bu kadar cesur ve zeki olabilirdi ki? Ona göre bunun ihtimali çok azdı ama Berva Ulusoy bütün olasılıkları ortadan kaldırmışt.

 

"Konağa gidelim." Dedi Berva üzerinde dolaşan siyah gözlerin yoğunluğunu hissederken. Ona bakmıyordu ama kendisine baktığını hissediyordu.

 

Alaz onun konuşması ile daldığı düşüncelerden ayrıldı ve ona kızgın olması gerektiğini hatırladı.

 

"Ben artık iyiyim sanırım. Ne bileyim, herhalde artık bir hafta değil de bir gün sürüyordur belki geçmiş ile savaşım."

 

"Neden geldin? Ben sana daha bir kaç gün önce demedim mi benim ile ilgili olan işlere karışma diye."

 

Berva neden böyle söylediğini anlamamıştı ama Alaz Ağa'nın ona sebepsiz yere sinirlendiğini bildiğin için de bir neden aramıyordu.

 

"Ben gelmeseydim sen onu himayene alacaktın ağa."

 

"Evet alacaktım. Hatta aldığımı söyledim ama sen gelip benim hükmümü hiçe saydın. Ben Mardin'in Ağasıyım ve ilk defa verdiğim hükümden döndüm. Yakında insanların bana saygısı bile kalmayacak."

 

Berva hiç böyle düşünmemişti. Yaptığı hatanın farkına vardı ama pişman değildi.

 

"Tamam, senin hükmünü hiçe saymam hataydı, seni başka şekilde durumdan haberdar edebilirdim ama düşünemedim. Orada hükmünü hiçe saymak değildi amacım. Sadece bir kızı kurtarmak istedim. Özür dilerim senin otoritenle oynadığım için."

 

Alaz karşısındaki kadının masum bir şekilde kendini ifade etmesine öylece bakıyordu. Bütün siniri geçmişti sanki.

 

"Ama pişman değilim." Alaz bu söze daha çok şaşırdı. Bir insan nasıl bu kadar çelişkili konuşabilirdi. İlk önce özür dileyip sonra pişman değilim diyordu.

 

"Yani o kızı kurtardığım için pişman değilim ama bunu o şekilde yaptığım için pişmanım. Gerçi kızı kurtarıp kurtaramadığım bile belli değil."

 

"Kurtardın. Ona hüküm vermedim çünkü suç onun değildi. Ayrıca ailesini de ona fiziksel ya da psikolojik şiddet yapmamaları için güzelce uyardım. Ama Vedat'a da hüküm vermedim çünkü o sadece sevdiğini söylemeye gitmiş. Onun en büyük cezasını sen verdin."

 

Yok bu adam saşırtmalara doymuyordu. Berva gözlerini belertmiş bir şekilde ona bakıyordu.

 

"N-nasıl?"

 

"Sen Emine'yi ona vermeyeceğini söyledin. Aşık olduğu kızdan ayrı kalmak onun en büyük cezası ki onun aşık olduğunu sanmıyorum. Eğer aşık olsaydı arkasında dururdu.

Aşık olduğuna dair küçük bir ipucu bile olsaydı eğer Emine seviyorsa evlenmelerine müsade edebilirdim ama yok. Aşık değil."

 

Daha bir kadını sevip sevmediğini bilmeyen bir adam aşk dersi veriyordu. Ne komedi ama.

 

"Eğer benim hükmüme karşı gelirlerse, ki böyle bir şeyi aptallar yapar, Vedat Aktürk'e ölüm hükmü vereceğini söyledin. Bu onlara yeter."

 

Berva'nın hükmünü kabul etmişti.

 

"N-ne yani sen benim hükmümü geçerli mi kıldın? Ben söyledim diye Emine'yi ona vermedin ve Vedat'a ölüm hükmü vereceğini mi söyledin?"

 

"Evet. Sen haklıydın. Zaten ben herkesin düşüncesini öğrenip sonra kafama hangisi yatarsa -ki genelde bu kendi fikrim olur-uygularım ama bugün sormadım çünkü kızın babası bile ölüm hükmü istiyordu. Öyle insanların fikri sorulmaz. Ama sen çok güzel bir fikir sundun ve hatta hüküm koydun. Ben de o hükmü geçerli kıldım."

 

Bunu söylerken Berva'nın yüzüne tebessümle bakmıştı. Sonra yüzündeki tebessümü fark etmiş olacak ki hemen silmişti.

 

"Benim koyduğum hükmü kabul ettin?"

 

"Evet Hanımağa."

 

BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ?

 

E

MEĞİMİN KARŞILIĞINI VEREN HERKES EMEĞİNİN KARŞILIĞINI DAİMA ALSIN İNŞALLAH 💚 🤎

 

Sizce kitap nasıl? Yorumları alayım lütfen.

 

 

 

 

 

Loading...
0%