@aycakayca1
|
Şimdi bir anlaşma yapalım. Ben bölümleri fazla ara vermeden paylaşıyorum ve sizler de oy veriyorsunuz sağolun. Ama yorumlar çok az değil mi sizce de. Bence bana daha çok yardımcı olmalısınız.
Ayrıca ben şimdiye kadar yapıştır özelliği olduğunu bilmediğim için salak gibi tekrar tekrar yazıyordum. Meğersem varmış. Şimdi sizden bir ricam olacak. Bazen saattir arası yorum yapıyorsunuz ama ben o yorumları sadece yorumlar bölümünde görüyorum. Hangi satıra o yorum yapılmış bilemiyorum. Bilgisi olan varsa lütfen yardımcı olsun diyorum. Ve buraya bir bölüm emojisi isteyerek okumaya başlıyoruz. Bir an yanlış mı duydum diye düşündüm. Duyduğum şeyi algılamak bir yana, kendi kulaklarımla duymama rağmen inanmakta güçlük çekiyordum. Alaz Ağa benim söylediğim sözlerle hüküm vermişti. Bunu neden yaptığını bilmiyorum ama en doğru karar buydu. O adamlar bir kızın hayatını göz göre göre elinden alacaklardı. Buna izin vermedim. Her ne kadar Alaz Ağa sayesinde olsa bile... Alaz ilk defa benim söylediklerime saygı duydu. Bu güne kadar bir konuda haklı olsam bile konuyu hep geçiştirirdi ama bugün benim sözümü onca ağanın içinde hüküm olarak belirlemişti. Doğrusu mutlu olmadım diyemem. Toplantı bitip konağa gelir gelmez Kadir Ağa, Alaz'ı çalışma odasına çağırdı. Söyleyeceği şey açıktı. Karın neden aşiret işlerine karışıyor diyecekti. Buna adım kadar eminim. Ona göre bu işler erkek işiydi. Acaba Alaz bu konuda ne düşünüyor? Merakım yine başgösterdiyse bu merakı gidermeden hayatta uyuyamam. Bu yüzden sırf gece uyumak için kapı dinlersem hiç sorun olmaz bence. Evet, sadece gece uyuyabilmek için. Çalışma odasının kapısına geldiğimde konuşmaya daha yeni başlamışlardı. "Efendim baba." "Oğlum, bak bu ikinci kere oluyor. Karın erkek işlerine karışıyor. Onu ya sen uyar ya ben uyaracağım." Konunun bu olduğunu biliyordum zaten. Ama o bir şeyi bilmiyor olmalı. Değil Alaz ve babası, Alaz'ın dedesi mezardan kalksa, ben bildiğim şeyden hayatta dönmem. "Kendimizi kandırmayalım baba. Sen de çok sevindin gelininin bu kadar cesur bir kadın olduğuna. Sen sadece etraf ne der diye fazla düşünüyorsun. Düşünme. Ne? "Oğlum buraları biliyorsun. Laf söz olur. Ulusoy Gelini, Mardin Hanımağası erkek işine karışıyor derler." Kayınbabam hâlâ eski kafaydı. Ben bu güne kadar kimin lafını sözünü dinlemişim ki milletin sözlerini dinleyeyim? Daha beni tanımamışlar demek... "Senin de dediğin gibi, Ulusoy Gelini ve Mardin Hanımağası o. Alaz Ulusoy'un karısı. Kim onun adını ağzına alabilir ki? Benim karımın adını ağzına almaya kim cesaret edebilir baba?" Yok, gerçekten ben ya rüya görüyorum ya da bu adam burada olduğumu bir şekilde biliyor. Yoksa bunu söylemesi imkansız. Konuşma bitmiş olacak ki ayak sesleri gelmeye başladı. Onlar odadan çıkmadan ben ortadan kayboldum. Rezil olmak istediğim son şey bile değildi. Aşağı indim. Benden bir dakika sonra Kadir Ağa da aşağı geldi. Anlaşılan benimle konuşmak istediği şeyler vardı ki bana doğru yürüyordu. "Seninle gurur duyuyorum kızım. Bugün o ağalara ağzının payını verdin ama daha önce de dediğim gibi senin kocan var. Böyle meseleleri ilk ona söyle." Alaz'ın ona söylediği şeyler yeterli olmamışı sanırım. "Senin haklı olduğunu biliyorum, ben sadece insanlar senin arkandan konuşur diye diyorum kızım." "Sorun olmaz baba, ben konuşanların ağzını kapatmasını da bilirim." Kadir Ağa ne dese de bildiğimden şaşmayacağımı anladığı için öyle olsun, deyip odasına çıkmıştı. Ben de onun arkasından kendi odama gittim. Eğer biraz daha beklersem Efsun Hanım gelecek ve olan biten her şeyi ona anlatmak zorunda kalacaktım. O kadar yorgunum ki açıklama yapacak halim dahi yoktu. Odaya geldiğimde banyodan gelen su sesleriyle onun duş aldığını anladım. Gözüm bir anlığına dolaba kaydı. Hayır, ona kıyafet çıkarmayacaktım. En son kıyafetine elimi sürünce olanları unutacak kadar bunamadım daha. Dolaptan kendime yorgan çıkaracaktım ama tek bir yorgan ve yastık dahi yoktu. Sonra etrafa göz gezdirdim ama gördüğüm, daha doğrusu göremediğim şey ile şaşkınlıktan kalakaldım. Koltuk yerinde yoktu. Benim uyuduğum koltuk yerinde yoktu. Bunu kimin yaptığını tabii ki tahmin ediyordum. Hatta adım gibi eminim Efsun Hanım olduğuna. Nasıl öğrendiyse ayrı uyuduğumuzu, bu yola başvurmuştu. Dakikalar sonra Alaz banyodan çıkınca kapı sesiyle refleksle başımı kaldırdım ama gördüğüm şey ile hemen geri indirdim. Boxerle de odanın ortasında durmazsın be adam. Utanıyorum, onun yerine ben utanıyorum ama nedense onun gram umurunda değildi. Üst tarafı çırılçıplak, alt tarafında ise sadece bir boxer vardı. Sıfır bölü sıfır milisaniye boyunca bunların hepsini nasıl fark ettim bilmiyorum ama bu odada olduğum için kendimi boğazlayasım geliyordu. Yalnız dehşet bir vücudu vardı... Burada bu şekilde duramam. Bu yüzden duş almak için kendine elbise çıkarmak adına giyinme odasına girdim ama başımı daha çok yakmıştım. Rezalet üstüne rezalet yaşıyordum. Bu utanç bana yeterdi. Hızla elimdekileri alıp banyoya koştum. Daha fazla rezalet istemiyordum. Evet, güldüğünü duymuştum. Ben onun aksine duş aldıktan sonra banyoda giyindim. Her ne kadar banyoda giyinmekten ürksem bile onun gibi iç çamaşırıyla buraya gelemezdim. Gelse miydim acaba? Yine saçmalamaya başladım ben. Alaz yatakta sırtüstü, bir koluyla gözlerini kapatmış bir şekilde uzanıyordu. Uzun boyunu ve geniş vücudunu biraz süzdüm, ardından yaptığımın farkına varıp gözlermi kaçırdım. Gözlerim ne yaptığını bilmiyor artık. Onlara mukayyet olmam gerekiyor. Nerede uyuyacağımı bilmiyorum. Koltuk yoktu ve bunu Efsun Hanım'ın yaptığını çok iyi biliyordum. Ben ne yapacağını düşünürken Alaz "Niye ayakta duruyorsun?"diye sordu. İçimden derin bir oh çektim çünkü ne yapacağımı hâlâ bulamamıştım. "Koltuk yok, nerede yatacağım?" Alaz başını yastıktan kaldırdı ve o da şaşırdı. O da annesinin yaptığını hemen anlamıştı. "Git bir döşek falan bul yere ser yat." Çok zekice. " Ben bunu nasıl düşünemem ya! Olsa niye ayakta durayım? Dolaptaki her şeyi boşaltmışlar. Fazla nevresim ve yastıklara kadar. Hatta çarşaf bile yok." Alaz durumun ciddi olduğunu anlayınca yatakta sağ köşeye kaydı. Sol tarafta pikeyi hafif kaldırıp bana baktı. "Gel yatakta uyu ama sakın bana temas etme. Sabah da değiştir çarşafları." Haspam! Sanki ben ona temas etmeye çok meraklıyım gibi bir de o bana temas etme diyordu. "Gerek yok. Gerekirse yerde otururum, uyumam. Senin gibi sinirliyim bahanesiyle koluna yapışmam." Yine sinirlendirmişyim onu. " Şu an sana dokunmak için çok iyi bir bahanem var. Mesela yatakta yatmadığın için seni her an kucaklayıp yatağa atabilirim. Beş saniyen var. İyi düşün." Yapardı. Vallaha bu adam bunu da yapardı. Elime olsa yerde yatar ve gitmezdim ama dediğini yapacağını biliyorum. Mecburen kabul ettim uyumayı. "Son iki." Yataktan doğrulunca ben koşarcasına yanına uzandım. Direkt ona arkamı döndüm. Yielne rezil olmuş olmalıyım ki yine gülüyordu. "Aferin Hanımağa, alışıyorsun." Sinirden ağlasam ne yapabilirdi? Saatler sonra Alaz Ağa uyumuş ama ben hâlâ uyuyamamıştım. Uyuyamıyordum. Bunun nedeni de Alaz Ağa'nın, karnımda duran eliydi. Evet bana dokunma diyen Alaz Ağa uykuda elini karnımın üzerine bırakmıştı. İki üç kere indirsem de tekrar aynı şeyi yapıyordu. Bu sefer uyanır korkusuyla artık dokunmuyordum bile. Çünkü uyanınca bunun için bile beni suçlayabilirdi. Daha önce de çok sefer Alaz beni kolumdan tutmuştu ama ilk defa sinirle değil, uykuda bile olsa sakin bir şekilde dokunmuştu. Bundan önceki temaslarda sinirli olduğu için hiçbir şey düşünmemiştim ama şu an böyle olunca ve yatakta olunca korkuyordum. Ondan değil ama yanımdaki adamdan korkuyordum. Yanımdaki adam Alaz mı yoksa o mu? Adamın eli karnımdan koluma düşerken vücuduma sürtünen eli beni daha çok korkutuyordu Sanki o adamın eliymiş gibi ve sadece kolumda değil de bütün vücudumda dolanıyormuş gibi... O muydu ki? Kalkmam lazım, bu yataktan kalkmam lazım... Nefes alışverişim hızlanmıştı. Yine kriz geçirecektim. İstemiyorum, bu adam yanımda yatarken bunun olmasını istemiyorum. Tavanı izlerken ve hala kolumdaki eli hissederken yanımdaki kim hâlâ çıkaramıyordum. Ne olur ses çıkar, ne olur bir tepki ver... O adamın yaptığı her şey bir bir gözümün karşısındayken bu çok zordu. Nefes alışverişlerim birden durdu. Tamam, bu artık son noktaydı. Kurtuluyorum. Bir damla yaş daha firar etmişti gözlerimden ve bu yaş da diğerleri gibi çok sıcaktı. Nefes alamıyorum. Saniyeler dakika gibi geliyordu. Ne zaman bitecek bu? Hala nefes alamazken gözlerimden birkaç yaş daha döküldü. Bu sefer kriz geçirdiğimin farkındaydım ama Yağmur'u aramıyordum. Bırak aramayı şu an bir tepki bile vermiyordum. İlk defa geçmiş bu kadar net bir şekilde zihnimi ele geçiriyordu ve tepki vermeme engel oluyordu. Yanımdaki adam kafasını yastıktan kaldırınca korkum kat kat artmaya başladı ama hâlâ nefes alamadığım için bunun bir önemi yoktu. Hayır bu sesleri biliyorum. "Üşüyorum, bırak" Adam bana doğru daha çok eğilince sonuna kadar açılmış gözlerimle onun Alaz Ağa olduğunu anladım. Bu hiçbir şeyi değiştirmemişti. Bana sesleniyordu, bir şey söylüyordu, dudaklarından belliydi ama karşılığında bir tepki alamıyordu. Ne dediğini anlamıyordum. Artık nefessiz kalmaya dayanamıyordum. Sadece ağzımdan hırıltıya benzer sesler çıkıyordu ve ciğerim gerçekten çok acıyordu. "Dokunma." Ağzımdan hırıltıyla çıkan sese karşın kolumdaki el ateşe dokunmuş gibi çekildi. Hayır geçmiyordu. Sesleri tekrar duyuyordum. Anlaşılan artık sona gelmiştim. "Kriz geçiriyor. Bana bak hemen bir şey yap." Bana doğru uzanan eline engel olamadım ama bunun için de gözyaşı döktüm. Ardından kulaklarımda o ses yankılandı. "Tamam, sakin ol. Sakin ol. Senin suçun yok, sakin ol." Bu ses beni saniye saniye kendime getiriyordu. Artık tamamen iyi olunca ise telefon elimden çekildi. Bütün iç organlarım ağrıyordu. Kalkmaya takatim yoktu. Bunun geçmiş olması gerekiyordu ama geçmiyor. Allahın cezası bir türlü aklımdan çıkmıyor. "Ben bir şey yapmadım kadın. Ağzına mukayyet ol." Yerimden kalkmaya takatim olsa ne olduğunu soracaktım ama yapamıyorum. Telefonu kapatmıştı ama kendi kendine konuşuyordu. Ne dediğini duysam da başımın ve güm vücudumun ağrısından cevap verecek durumda değildim. "Yok temas etme, yok şunu yapma... Başımın dibinde bağırmasa çok iyi olurdu ama öküzlerin düşünme becerileri yoktu işte. "Neden birden kötüleştin?" "İyi değilim. Soru sormasan, sadece uyusam biraz kendime gelirim." Söylediğim şeyden sonra başını yastığa koyup uzandı ama ben uyumayana kadar o da uyumamıştı. Uykusu mu kaçmıştı yoksa başka bir nedeni mi vardı, bilmiyorum. Sabah uyandığımda başım daha çok ağrıyordu. Göğüs kafesimde zorlanmadan dolayı ağrı vardı. Kalkmak istemiyordum ama mecburen kalkıp üzerimi giyindim. "Günaydın." Uyandığını görmediğim için bir an korktum ama cevap vermeyi eksik etmedim. Çiftlikte artık sabah uyanan insana günaydın dendiğini öğrenmişti demek ki Alaz Ağa. O banyoya girip çıkana kadar zor da olsa odayı toparladım. Çarşafı değiştirmedim. Beni o yatakta yatmaya zorlayan oydu. O değiştirsin. Banyodan çıkınca ben de odadan çikacaktım ama sorduğu soruyla beklemek zorunda kaldım. "Nereye gidiyorsun?" "Aşağı ineceğim. Kahvaltı hazırlamalıyım." Bana birkaç adım yaklaştı ve durdu. Bir nedenden dolayı uzakta durmuştu. Dün gece söylediği şeyler zaten zar zor aklım geliyordu. Temas, dokunma gibi şeyler söylemişti. Anlaşılan Yağmur ne dediyse yanıma yaklaşmaya çekiniyordu. "Sen bu konağın hanımağasısın. Kahvaltıyı yardımcılar hazırlar. Ha! Bu arada, gri ceketimi bulamıyorum. Bir baksana belki sen bulursun." Sanırım Melek'in ütülemek istediği ama benim yaktığım ceketten bahsediyordu. Elimi kapı kulpundan çektim ve onun gözlerinin içine baktım. Yüzümde alaylı bir gükümseme vardı. "Yok kalsın. Senin kıyafetlerine karışmayacağım. Ben kıyafet yakmaktan yoruldum. Kendi kıyafetlerini kendin çıkar. Gri ceketini de yanlışlıkla elim değdiği için yaktım." Yüzünde oluşan şaşkınlık ve yanlış görmediysem pişmanlık ifadesi ile aşağı indim. Neye pişman olduğu da muammaydı. Kahvaltı çoktan hazır olmuştu. Ben direkt gidip salonda oturdum. Bu evde bir daha asla yemek hazırlamayacağım. Hava çok sıcak olduğu için klimayı açtım ve diğerlerinin gelmesini bekledim. Herkes teker teker sofraya gelmişti ve Kadir Ağa'nın afiyet olsun demesi ile kahvaltı başlamıştı. Benim bir yanımda Alaz bir yanımda Berat vardı. Kahvaltı boyunca Berat'ın komik sandığı şeyleri dinlerken hem kayınbabam karşımda olduğundan hem de sofrada konuşulmayacağından kısa kısa cevaplar vermiş ama komik olan yerlerde de gülümsemeden edememişti. Anlattığı şeylerden çok hareketlerine gülüyordum. Birden farklı bir hisle yan tarafıma döndüğümde Alaz'ın bana baktığını gördüm. Özellikle gülerken dudaklarıma bakıyordu. Neden bu kadar baktığını anlamamıştım ama bir süre sonra yüzünde üzgün bir ifade oluştu. Bir kadının gülüşünü soldurduğunun daha yeni farkına varıyordu. Herkes kahvaltısını yaptıktan sonra Alaz ile Berat şirkete, Kadir Ağa ise her zamanki gibi oyalanmak için bir yerlere gitmişti. Ben ise ev işlerini yapıp her günki gibi kayınvalidem ile beraber evde oturmuştum. Evde oturmaktan sıkılmıştım ama yapacak başka bir şey de yoktu. BİR HAFTA SONRA 13 Temmuz 2022 Sabah uyandığımda Alaz Ağa hâlâ uyuyordu. Yüzü her zamanki gibi sinirli değildi ama rahat da değildi. Son bir haftadır hep aynı yatakta yatmıştık ve işin ilginç tarafı Alaz Ağa hiç çarşafı değiştirmek istememişti. Ben iki kere değiştirmiştim ama aynı çarşafta çok fazla uyumayı sevmediğim için... Fark ediyorum, arada bana temas edip ifademi ölçmeye çalışıyordu ve yanlışlıka olmuş gibi davranıyordu. Tuhaf olan şey ise o günden sonra onun bana dokunmaları bende kötü bir etki yaratmıyordu. Üç gün önce yemekli bir şirket toplantısına beni de götürmüştü. Buna çok şaşırmıştım. Son zamanlarda bana sürekli iyi davranıyordu. Acaba gerçekten düzelmiş miydi? Emrah Şener'i kaçırdığım günden beridir hiç hakaret de etmemişti. Ama ben kolay kolay kimseye güvenmezdim. Yapım buydu. Ya da sonradan böyle olmuştum... O uyurken ben hâlâ onu inceliyordum Yavaş yavaş gözlerini açınca gözlerimi onun üzerinden çektim ama yataktan çıkmadım. Kaçtığım belli olsun istemiyordum. Bir haftadır ondan sürekli kaçıyordum. "Aşık mı oldun kadın, uzun süredir beni izliyorsun ?" Bunu sırıtarak söylemişti. Sonuna kadar inkar! "Yoo ben de yeni uyandım. Seni izlediğimi nereden çıkardın? Hem sen daha yeni gözünü açtın." İnkar ettiğim için erkeksi bir tonda gülmeye başladı. İtiraf ediyorum. Çok güzel gülüyor bu adam. Yalnız bir şeyler ters gidiyor. Bu dudaklar neden bana yaklaşıyor? Beni iki kolu arasında hapis etmiş ve yüzünü yüzüme yaklaştırmıştı. Ve bunların hepsini ben onun gülüşünü dinlerken yapmıştı. "Uydurmuyorum işte." "Hı" diye saçma bir söz çıkmıştı ağzımdan. Ne dediğini bu messfeden anlamıyordum. Hayır mesafe uzun değildi. "Diyorum ki, eğer beni izlemediysen, benim gözümü daha yeni açtığımı nereden biliyorsun. Hı." Yine beni utandırmaya çalışiyordu ama ben de yine inkar edecektim. "Daha yeni uyandığın için daha yeni gözünü açtığın söyledim. Sabah sabah amma konuştun ağa. Bir daha da bana bu kadar yaklaşma. Virüs falan kaparsın benden." Laf da sokmadan olmazdı. Ben banyoya girip işlerimi halledip tekrar çıkınca o odadan çoktan çıkmıştı. Ben de aşağı indim ama inmez olaydım. Hâlâ bana bakıp sırıtıyordu. Kadir Ağa gelmiş sofraya oturmuş ve onun başlaması ile herkes yemek yemeye başlamıştı. Onlar şirketle ilgili konuşurken ben ve Efsun Hanım da havadan sudan konuşuyorduk. Kahvaltı bitince Alaz ve Berat şirkete gitmek için ayağa kalktılar. Ben de onları geçirmek için arkalarından gittim. Arkalarından gittiğimi görünce yine gülmeye başladı. Arkasını dönüp bana baktı bir süre. Neden baktığını bilmiyordum. Üzerime eğilince geri çekildim. Ne yapıyordu bu adam? "Ya gençler ben yokmuşum gibi davranabilirsiniz sorun yok." Bu adam beni utandırıp rezil etmekten başka bir şey yapmıyordu. "Abartma lan. Alt tarafı yaprağı alacaktım." Yine yanlış anlamış yine rezil olmuştum. Dünden beridir utanmalara doyamadım ben. Zaten yine gülüyordu. Adam beni utandırmaktan zevk alıyordu. Ama bilerek yapmıştı. Omzuma düşen yaprağı almak için eğilmesine gerek yoktu. Onlar şirkete gidince herkes için artık rutin olan günlük işler başlamıştı. Ben işleri yapıp Yağmur ve kuzenim Kübra ile konuşmuş, ardından Hazar ile konuşmuştum. Ailem ve arkadaşlarım ile konuşmak bana iyi geliyordu. Saat ikindiye yaklaşırken Alaz Ağa bana mesaj atmıştı. Dediğine göre Berat, Alaz ,Orhan, Fıraz, Ferman Soykan, Ferman'ın kız kardeşi. Mervan Gürman ve onun iki kız kardeşi bugün buraya geliyormuş ve onları çiftlik evinde ağırlayacakmışız Kızlarla vakit geçirmek için benim de hazırlanmamı ve gelip beni alacağını söylemişti. Misafirleri yalnız bırakmamak için kabul ettim ve çiftlik evinde giyebileceğim birkaç parça bir şey yanıma alıp Alaz Ağa'nın gelmesini bekledim. Efsun Hanım'a haber verip Alaz gelince beraber çiftliğe gittik. Çiftliğe gelir gelmez diğer arabalar da bizimle beraber giriş yapmıştı. "Alaz Ağa, hazırlık yapmadık daha, neden erken geleceklerini söylemedin?" Misafirleri iyi ağırlamak istiyordum ama doğru dürüst yemek yapmaya malzeme yoksa ne yapacaktım ki? "Merak etme zaten yemek yapmaya geldiler. Siz ezme, salata, meze, elinizden ne geliyirsa yapın kadınlar olarak. Biz de erkeklerle beraber kebap yapacağız." Hiç zannetmiyorum. Alaz Ağa yemek yapmayı nereden bilecek ki? Kulağa gerçekten komik geliyordu. "Sen daha dün ben çay demlemeyi bilmiyorum demedin mi? Nasıl yapacaksın?" "Çok uzatma Hanımağa. Mervan Urfa'nın Ağası. Urfalı buradayken kebap yapmak bize mi kalmış? Ferman da Diyarbakır'dan buraya üşenmeden karpuz getirmiş. Tabii oranın karpuzları daha bi tatlı oluyor, yiyince görürsün." Onların ağa olduğunu biliyorum ama Alaz Ağa gibi bir ilin ağası mı yoksa aşiret ağası mı bilmiyorum. Mervan Ağa da koskoca Urfa'nın Ağasıymış. "Ferman Ağa da Diyarbakır'ın ağası mı yoksa aşiret ağası mı?" "Diyarbakır'ın ağası." "Evli değiller mi?" "Nerede, bir ben yaktım başımı." "Anlamadım?" Anlamıştı ama bir daha duymak istiyordum. "Diyorum ki, daha evliliğin güzelliğine, tadına varamadılar." "Tabii, kim alsın onları? Eğer senin gibilerse, eşlerine hakaret edeceklerse evlenmesinler. Ben yaktım başımı başkası yakmasın." Laf öyle değil böyle çevrilir ağa... "Hiç unutmayacaksın değil mi? Unut artık bak kaç gündür sana doğru davranmaya çalışıyorum. Biliyorum zor ama en azından çalış." Sanki benden çok kolay bir şey istiyordu. "Unutulmuyor." Biz konuşurken diğerleri araçlardan inmiş ve yanımıza gelmişlerdi bile. Birbirinden güzel üç kadın vardı karşımda. Gerçekten her biri başka bir affetti. Hepsine hoşgeldin dedikten sonra tanışma faslı başlamıştı. Önce siyah saçlı, esmer kız tanıttı kendini. Siyah saçlarına zıt beyaz teni ve mavi gözleri ile güzelliği göz kamaştırıyordu. "Alvin Soykan. Tanıştığıma memnun oldum Berva. Ben bu inatçı keçinin en tatlı kız kardeşiyim." Enerjisine gülmeden edemedim. Benziyorlardı Fermanla. "Ben de çok memnun oldum Alvin. Hoşgeldin tekrar." Gözlerim bir an Alaz'a kayınca kızlara değil de erkeklere baktığını gördüm. Nedense kontrol etmek istemiştim ama kızları tanıdıktan sonra asla öyle insanlar olmadığını anladım. Melek nerede bu güzeller güzeli kızlar nerede... "Bejin Gürman. Ben de Urfa'nın deli ağasının kardeşiyim. Memnun oldum Berva Ulusoy." "Ben de memnun oldum Bejin. Aramızda kalsın ben de Mardin'in acımasız ağasının eşiyim." İkimiz de hem konuşup hem gülerken erkekler bizi izliyordu. Sanırım nasıl bu kadar erken birbirimize adapte olduğumuzu sorguluyorlardı. Bejin'in siyah saçları ve koyu kahverengi gözleri kafif kavruk yeni ile bir bütün oluşturuyordu. "İrem Deran Gürman, Mervan abinin kardeşiyim. Deli ağanın inatçı kardeşi derler. Biraz psikopatlık da var ama. Memnun oldum Berva." "Ben de memnun oldum İrem, hepiniz tekrar hoş geldiniz." Sıra erkeklere gelince hepsini daha önce gördüğüm için uzaktan hoş geldin dedikten sonra içeri geçmiştik. Alaz da aynı şekilde kızlarla uzaktan selamlaşıp içeri geçmişti. Fıraz, Berat ve Orhan ise kızlarla tanışıp içeri geçmişlerdi ama Orhan'ın İrem'e bakışlarını yakalamıştım. Bu hiç hayra alamet değildi. Adamın kıza bir bakışı vardı ki ayakta yıldırım nikahı kıymıştı. Erkekler bahçede mangal yakarken biz içeride mezeleri hazırlıyorduk. Ben Diyarbakır'dan gelen karpuzu dilimerken ağzıma attığım dilimle mest oldum. Gerçekten çok tatlıydı. "Yenge, Alaz birkaç tane soğan ve biber istiyor közlemek için." O esnada karpuz doğradığım için Deran kalkıp istediklerini vermişti. Ben de bu sayede onun kıza olan bakışlarını daha net görmüştüm. Evet evet, kesin kıza yanmıştı bu. "Ee kızlar, yok mu hayatınızda biri?" Yani varsa Orhan'ı uyarayım da İrem'den uzak dursun. "Yok be nerede? Başımda izbandut gibi adam varken ve bu adam Diyarbakır Ağasıyken, ayrıca bana yaklaşmaya çalışan bütün erkekleri dövmekten beter ederken benim şansım yok." Alvin abisinden dert yanarken Bejin utana sıkıla konuşmaya başladı. Doğrusu Alvin'in söyledikleri beni güldürmüştü. Erkek arkadaşının olmaması ona göre büyük bir sorundu anlaşılan. "Beni de biri sevdiğini iddia ediyor ama daha icraat görmedim. Mervan abim duyarsa ikimizi de öldürür, ki ben daha adamla hiç konuşmadım. Hem daha benden büyük ablam var." O böyle söyleyince ben de İrem'e döndün. Zaten amacım onun hayatında biri olup olmadığını öğrenmekti. "Ee Deran, senin yok mu?" "Bilmiyorum."dedi İrem. Bu cevap şaşırtmıştı. "Yani bir adam var seni seviyorum diyen ama sevmediğine eminim. Takıntılı sanırım. Ama beni sorarsan gönlümde kimse yok. Onu da korkumdan kimseye söyleyemiyorum. Abim duyarsa katliam çıkar. Ama yok yani o takıntılı ve ben ona karşı hiçbir şey hissetmiyorum." Buna sevinmiştim. Ama takıntılı birini abisine şikayet etmezse belki o zaman üzülebilirdi. "O zaman abine değil bana söyle. Ben bakarım icabına." Kolumu sıkmadan kaslarımı göstermiş gibi yalıp konuşunca hepsi birden gülmeye başladı. "Hünerlerini duyduk gelin Hanım. Aşiret toplantılarına da katılmışsın." "Ah evet yaptım öyle bir şey. Kızlar siz devam edin ben bir bahçeye bakayım, sofrayı ne zaman hazırlayacağımızı sorayım." Mutfaktan çıkıp bahçeye gelirken Alaz hakkında söylenenler beni güldürmüştü. "Vallaha Ferman Ağa, görsen bu ne biçim bi adama dönmüş dersin. Pısırığın teki olmuş. Arada dayak yiyor olsa gerek sabahları erken şirkete geliyor." Alaz hariç herkes buna gülerken Berat ne kadar doğru olmadığını bilse de gülüyordu. Berat abi her yerde eğlencesine takılıyordu. Ama gerçekten de komiklerdi. "Abi, Emrah'ı bir benzetmesi var... Asıl onu görseydin, sen yanına yaklaşmazdın." Ferman sanki kendi kızını över gibi konuşup" E ne sandınız, boşuna mı düğün hediyesi olarak silah taktım Hanımağa'ya." deyince göğsüm kabaemadı değil yani. Alaz boş gözlerle onları izliyordu. Sanırım benim hakkımda konuşmayı sevmiyordu. "Bana karımı övmeniz bitmedi mi? Biliyorum, bunları yaparken ben de yanındaydım." Herkes onun bu çıkışına gülmüştü. "Ne yalan söyleyeyim eğlenceli kadın. Seviyorum ben Berva yengeyi." Vay Orhan, iki gözüm. Tuttum seni. Ama gerçekten Orhan da iyi çocuktu. E İrem de afet gibi kadındı. Kesin bunlardan olurdu. Herkes birden gülmesini durdurup Orhan'a bakarken ben ne olduğunu anlamadım ama onlar anlamıştı. "Té pé gırt. (S*ki tuttun) Şimdi ne olmuştu da Ferman böyle söylemişti acaba? "Kes lan sesini. Kimi seviyorsun sen?" Ha! E bu adam niye beni kıskansın ki? Peki ben neden böyle yerimde duramaz olmuştum ki? "Hoba, orada dur Alaz Ağa. Seviyoruz dediysek yenge olarak yani." Umarım bu cümleyi masada oturan ağanın kardeşine de açılırken söyleyebilirsin be Orhan. "Ulan hâlâ seviyorum diyor. Sesini kesmemi istemiyorsan sus." Bu adam ne diyor ya? Kıskandığının farkında mı acaba? "İyi be sustuk. Yemedik karını." "Orhan, sikeceğim ama belanı." Onlar topluca muhabbete gülerken ben bu kadar dinlemenin yeterli olduğuna karar verip geri mutfağa geçtim. Bu insanların içinde ayrı odada kalamayacağımız için aynı odaya gitmiştik. Zaten bir haftadan fazladır aynı yatakta yatıyorduk. Gelip burada farklı yatakta yatmamış saçma olurdu Artık alışmıştık. Yorulmuştum ama banyoya girmek için Alaz'ı bekliyordum. İs koktuğu için ilk onun yıkanmasına bir şey dememiştim. O çıkınca ben banyoya girip vücudumu köpükledikten sonra birden sıcak su kesilmiş ve sadece soğuk su akmaya başlamıştı. Köpüklü olduğum için yıkanmam gerekiyordu ama sıcak su için de Alaz'dan yardım almak istemiyordum. Arada soğuk suyla yıkanırdım ama gecenin bir vakti hiç soğuk suyla yıkanmamıştım ve üşümek istemiyordum. Mecburen soğuk suyla duş aldım ve çıktım. Soğuk suyla duş aldığım için hasta olmazdım çünkü bünyem sağlamdı. Ancak üst üste soğuğa maruz kalırsam hasta olabilirdim. Ben banyodan çıktıktan sonra Alaz yatağın sol tarafında benim için yer açıp gitmemi bekledi. Yatağa geçtikten sonra birbirimize iyi geceler dileyip uyuduk. ............ Sabah uyandığımda Alaz çoktan uyanmış, üzerini değiştirmiş ve yanı başımdaki koltukta oturmuş beni izliyordu. Böyleydi işte. Alaz Ulusoy kadar ben de tutarsızdım. O gözlere bakmak bana iyi gelirken o gözlerin bana iyi gelmesinden rahatsızlık duyuyordum. Düşsem bir daha çıkamayacak gibiyim... "Günaydın." dedim uyku mahmuru sesimle. "Günaydın. Hadi kalk giyin kahvaltı hazır." Yatakta doğrulurken güleç bir ifadeyle "Sen mi hazırladın?" diye sordum. O hazırlamamıştı, biliyorum. Tabii karşılığında aldığım "Hiç komik bir espri değil" cevabı ile gözlerimk devirmeden edemedim. Bir işin ucundan tutarsa, tutan yerleri kopardı sanki. "Martina hazırladı." Yataktan kalktığım gibi üzerimi değiştirmeye gittim. Biraz üşüyordum ve bu üşümenin dün gece aldığım soğuk duştan kaynaklı olduğunu biliyordu ama tek sebep bu değildi. Koca balkonun kapısının açık olduğunu görmemiştim. Gece açık kalmış olmalıydı. Beraber aşağı inince hazırlanmış olan kahvaltıya iştahlı bakışlar atmaya başladım. Dün gece pek bir şey yiyememiştim ve şimdi bayağı acıkmıştım. "Biz erkenden uyandık da misafirler uyanır mı ki? Çay soğuyacak." "Onlar da birazdan uyanırlar merak etme. Kahvaltıdan sonra onlarla ne yapmak istersin?" Hiç düşunmeden "Fırtına." dedim. Doğrusu onu da özlemiştim. "Fırtına?" Ama son geldiğimizde bana izin vermişti. Fırtına izin vermişti ama Alaz yine de istemiyordu binmemi. "Hı hı. Hani şu bembeyaz ama parlaklığından dolayı altın gibi görünen at var ya. Hani en son gelişimizde benim bindiğim. Anlamazlıktan gelmesene senin atın işte." "Hayır ona binmezsin." "Neden?." "Çünkü çok asi bir at." Ona alaylı bakışlar atmaya başlamıştım. "Alaz Ağa hatırlatırım, ben o ata bindim ve eminim ki senden daha çok sevdi beni." Alaz'ın atı kıslandığını anlamıştım ve üzerine oynuyordum. Kim görse koskoca Mardin Ağasının bir atı kıskandığını, vallaha millete reklam olurduk. "Hayır. O benim atım ve...ve" "Ve benim binmemi istemiyorsun." "Yok.. Niye istemeyeyim? Tabii ki binebilirsin." "Şu an atı kıskanmıyorsun değil mi?" İstemsiz ahkaha atmaya başlamıştım. "Kadıın." "Tamam tamam. Sadece bir kere bineceğim." "İyi bin o zaman ama dikkatli ol. Düşersen gülerim." "Çok komik." "O gençler, Allah muhabbetinizi arttırsın. Kahkahalarınız yukarıdan duyuluyor." Misafirler tek tek aşağı inince kahvaltı masasına oturmuştuk. "Yenge, bu kahvaltı senin elinden çıkmamış. Aşk olsun, bana kahvaltı hazırlamak çok mu zor?" "Sikeceğim ama sevginizi de aşkınızı da." Bu sefer sövdüğünü sadece ben duymuştum. Bu adamın gerçekten ayarları bozulmuştu. " Berat abi suç benim değil, senin abin Martina diye birine hazırlatmış sofrayı." "Havada kıskançlık kokusu var." Ne kıskanacağım ben bu adamı be! "Yok ya, ben daha Martina'yı görmedim bile. Nesini kıskanacağım?" Alaz alayla gülüp dudaklarını kulağıms yaklaştırdı. "Ha yani görsen kıskanacaksın?" Ne dediği bilmiyor sanırım bu. "Kimsin ki seni kıskanayım ağa, neyimsin?" Alaz bu cevaba sinirlenmişti. Biliyordu, sırf bana ,seni bu evin gelini olarak kabul etmiyorum, dediği için yapıyordum. Arayı düzeltmeye çalıştığının farkındaydım ama samimiyetine inansım gelmiyordu. "Tamam ulan sen kaşındın. Neyimsin öyle mi?" Sinsi bir gülüş atıp sofraya döndü. Herkes zaten bize bakıyordu "Karıcığım, peyniri uzatır mısın?" Ben ve sofradaki herkes şoke olmuş Alaz'a bakıyordu. O böyle söyleyecek biri değildi. Bunu herkes biliyordu. Ama herkesin içinde bana karıcığım demesi gerçekten hem şaşırtmış hem de çok utandırmıştı. Kızlar bana gülerken yerin dibine girmek en mantıklı olanıydı. Gözümü kapatsam görünmez olur muydum acaba? "Ey aşk, sen nelere kadirsin." Bu adam, kızın abisinin yanında bunu yapmak için yürek yemiş olmalıydı. "Tabii." Amaç Ağa artık sınırlar zorluyordu. Utanmadan çok sinirlenmeye başlıyordum. Bu lafı sırf beni utandırmak için söylemesi hoşuma gitmiyordu. Masada telefon sesi yükselince Mervan telefonu cevapladı. "Tamam geliyorum." Telefonu kapatınca Alaz ne olduğunu sormuştu. "Urfa'da önemli bir aşiret ağası gebermiş. Çok şükür, şerefsizin ölüp yerine başka ağanın gelmesini dört gözle bekliyordum. Şimdi oraya gitmem gerek. Kızlar hadi toparlanın." "Kızlar kalsın sonra onları biz getiririz." "Yok Berva biz gidelim. Başka zamana kalsın." Israr etmedim. Belki rahat değiller diye düşündüm. "O zaman biz de kalkalım beraber gidelim. Sonra başka zaman tekrar geliriz." Ne kadar ısrar etsek de kahvaltılarını yapıp gitmişlerdi. Çok cana yakın insanlardı. Gitmelerini hiç istememiştim. Berat, Fıraz ve Orhan bile gitmişti. Zaten Orhan'ın koruma olduğu halde neden burada olduğunu anlamamıştım. Kahvaltı yaptıktan sonra çok istediğim için Alaz Ağa ile beraber atların olduğu yere gittik. Ben Fırtına için özel olarak yapılmış alana doğru gittim. Tabii ki Fırtına benim adım seslerimi duyar duymaz tekrar hareketlenmeye başlamıştı. Onun olduğu bölüme gelince atın parlak beyaz rengine bir kere daha hayran kaldım. Bu atı gördükçe Rüzgar aklıma geliyordu. Atın yanına yaklaştım ama hâlâ aramızda mesafe vardı çünkü Fırtına rahat durmuyordu. Diğer sefer yaptığım gibi kenardaki şekerlerden alıp ona uzattım."Beni hatırlamadın mı?" Konuşmam ile at bana bakmış ve hareketlerini yavaşlatmıştı. Boşta kalan elimi onun uzun yelesine götürüp okşarken aynı zamanda sohbet ediyordum. At sanki beni anlıyormuşçasına bakıyor ve o konuştukça daha da sakinleşiyordu."Ayrıca teşekkür ederim. Beni geçen sefer o Hödük Ağa'ya karşı rezil etmediğin için." Atın kişnemesi ile güldüm. "Sen de onun gibi ona Hödük Ağa dememi kabul etmiyor musun?" "Aferin benim kızıma." Onun sesiyle dumur oldum. Ne zamandan beridir buradaydı? Beni duymuş muydu bilmiyorum. Arkamı dönemedim. Bans kızım demişti. Arkamdan yaklaşan ayak seslerini duyuyordum ve her adımda biraz daha geriliyordum. "Aferin benim kızıma. Kimsenin bana kötü bir şey söylemesine izin verme. Aferin." Ne. O ata mı kızım demişti? Şu an düşüncelerimden utanıyordum. Nasıl onun bana kızım diyeceğini düşünebilirdim ki? Salak Berva işte ne olacak? " Ve sen küçük Hanım." " Bir daha bana Hödük Ağa deme. Yoksa..." Alaz devamını getirmedi ama ben zaten bu cümlenin devamını daha önce duymuştum. "Yoksa... Ne yaparsın?" Alaz bana biraz daha yaklaştı. Şimdi aramızda bir adım mesafe bile yoktu. Yine her zamanki gibi bu adamın kokusu çok güzeldi. "Yoksasını da o zaman görürüz." Alaz'ın ses tonu o kadar tok ve etkileyici çıkmıştı ki adeta kalp atışlarım.düzensizleşmişti. Ama bu adamın etkisinden çıkmam gerekiyordu. Bu adamdan bu kadar etkilenmem yanlıştı. Hem daha bu adamın beni gerçekten sevip sevmediğini bile bilmiyordum. Şimdi ondan uzaklaşmak için bir hamle yapmam gerekiyordu ama yapamıyordum. . Ama en son söylediği şey aklıma gelince birden sinirlendim. Bir adım geri attım, atın yelesindeki elimi çektim ve bir adım daha geri attım. "Yoksa....yoksa bütün Mardin'e adımı gurursuz hanımağa diye yayarsın değil mi? O zaman geldiğinde görmeme gerek yok. Sen zaten bunun cevabını daha önceden de vermiştin." Alaz çattığı kaşlarıyla bana doğru bir adım attı ve aramızdaki mesafeyi iki adıma indirdi. "Bu geçmişte yaşanan olayları ne zaman unutacaksın ya da ben daha olanlar için ne kadar özür dileyeceğim bilmiyorum. Kaç gündür seninle doğru dürüst konuşmaya, bir şeyler yapmaya çalışıyorum ama sürekli geçmiş karşıma çıkıp duruyor." Alaz isyan ediyordu. Gözlerime istekle bakıyordu. Olanları unutmamı istiyirdu ama unutamıyordum. Cevap vermeyince Alaz bana sol elini uzatıp" Hadi bunları bugünlük unut. Fırtına seni bekliyor." dedi. Bir ona bir de uzattığı eline baktım. Fazla düşünmeden uzattığı elini tuttum Alaz beni atın yanına kadar getirmiş ardından ata binmem için yardım etmişti. "Dikkatli ol. Yavaş git." "Tamam." "İstersen ben de geleyim. Beraber binelim." "Hayır ben tek başıma binebilirim. Kapasitemin buna yeteceğini düşünüyorum." Bunu söylerken gülüyordum çünkü Alaz benim böyle söylememe sinir oluyordu. Ee ne yapsın, o da kapasitemle dalga geçmeseymiş. "Hay benim ağzım...Neyse. Ben senin kapasiteni zaten gördüm geçen sefer." "Yoo. Sen benim Kapasitemin daha çeyreğini görmedin. Neyse hadi ben uçuyorum." "Uç uç. Küçük ukala." "Sensin küçük." Bunu dedikten sonra onun vücuduna baktım ve"Neyse ben gidiyorum."deyip Fırtınayla birlikte rüzgarın tersi istikamette gitmeye başladım. Alaz ise benim bu hareketime sırıtarak baktı. Alaz Ağa'ya küçük demiştim. Buna kimse cesaret edemezdi ama ben etmiştim işte. Bir de iki metre bir santimlik boyuna bunu demem komik olmuştu. Evet, bir doksan beş sandığım kocası iki metre bir santim boyundaydı. Atın yönünü çiftliğin arka tarafına çevirdim. Çiftliği gezmiştim ama arka tarafına gitmemiştim. Yemyeşil otların arasında, etrafı rengarenk çiçekler ve taşlarla çevrili, orta boyutta bir göletti. Atın yönünü gölete doğru çevirdim çünkü büyüleyici görünüyordu . Tabii gölete yaklaştıkça Fırtına'nın huysuzlaştığını görüyordum ama bunu her zamanki asiliklerinden olduğunu düşünüp "Sakin ol kızım." diyerek sakinleştirmeye çalışıyordum. Göletin yanına gelince Fırtına daha da huysuzlanmış ve ön ayaklarını kaldırıp beni sırtından atmaya çalışmıştı. Neler olduğunu çok geç kavramıştım. Fırtına suyu sevmiyordu. O kadar tecrübeli olmama rağmen bu kuvvetli atın sırtında zar zor durabiliyordum. Fırtına resmen delirmişti. Fırtına son bir hamle daha yapıp beni sırtından atmıştı ve ön tarafa doğru koşmaya başlamıştı. Gölete düşmüştüm. "Ah!" Her tarafımı çarpmıştım. Çok feci canım acıyordu. Ağlamadığım her şey için şu an ağlasam en azından bir bahanem olurdu. Alaz Ağa bana doğru koşarken göletten çıkmak için kendimi zorladım ama ayakta durabiliyordum. Zar zor çıkmıştım. Alaz ise gülmeye başlamıştı. Hatta o gülme biraz sonra kahkahaya dönüşmüştü. Ben zaten attan düştüğüm için sinirliydim, bir de üzerine Alaz gülünce daha da sinirli olmuştum. Ama karşımdaki adam sanki daha önce düşen insan görmemiş gibi gülüyordu. "Gülme." dedim ama Alaz hâlâ gülmeye devam ediyordu. Ciddi bakışlarım ile dudaklarını birbirine bastırıp gülmüyorum imajı çizmeye çalışıyordu ama başarılı olamıyordu. "Gülmesene." dedim mızmızlanır bir şekilde ama daha çok güldü. "Gülmesene ağa, bak döverim seni." Durmadan gülmeye devam ediyordu. Erkeksi kahkahalarının arasından "Beni mi döveceksin?" diye sorup bir de kendi sorduğu şeye güldü. "Ne bakıyorsun, dövecek misin?"dedi Alaz zorla durdurduğu kahkahalarının arasından. Ben ise sessiz bir şekilde" Yemedi işte yoksa döverdim."dedim ama Alaz duymuştu ve tekrar gülmeye başlamıştı. Artık onunla konuşmamaya karar verdim çünkü konuştukça bu adam gülüyordu. Biraz onu gülerken inceledim. Erkeksi kahkahaları yüzümde tebessüm oluşmasına neden oldu. Her iki yanağında da gamze vardı ama sol tarafındaki daha derindi. Çok şükür gülüşü durmuştu ama yakışıklıydı şerefsiz. "Hadi gidelim."dedi. "Neden suyu sevmediğini söylemedin? Senin yüzünden düştüm işte." "Ben senin arka tarafa geleceğini nereden bilebilirdim? Hadi daha fazla saçmalamadan gel gidelim." "Sensin saçmalık. Atının bir sorunu varsa söylemeli- Ah." Yürümek istedim ama ilk adımımda o kadar canım yanmıştı ki ağzımdan ufak bir inilti çıkmıştı. "Ne oldu?" Alaz telaşlı bir şekilde bana doğru bir adım atmıştı ama kendimi ayakta tutmayı başarmıştım. "Bir yerini mi çarptın?" "Dalga mı geçiyorsun ağa? İçi taşlarla dolu bir göletin içine düştüm. Bir yerimi değil her yerimi çarptım. Yardım edeceğine birde gelip başımda kahkaha atıyorsun." Bana elini uzatıp elini tutmamı istemişti. "İstemez. İlk önce gülüp sonra yardım etmeye kalkıyıyor ya." Adımlarımı yavaş yavaş atıyordum ama canım acıyordu. Üstelik sadece ayağım değil başım, kolum ve sırtım da ağrıyordu. "Kadın acıyor işte, inat etme de tut elimi beraber gidelim." "İstemiyorum. Sen git benim bu halime biraz daha gül. Fırtına da iyi bir ceza- aaaa" Beni kucağına alıp götürürken "Bırak beni."diye bağırıyordum ama her tarafım ağrıdığı için bir süre sonra debelenmelerim durmuş sadece bağırıyordum. "Bağırma kadın. Bekle içeri gidince bırakacağım seni." "Bağırırım. Bağırıyorum işte, sustursana." Birden eliyle başımı göğsüne yaslayınca neye uğradığımı şaşırdım. Başım da ağrıyordu Şu an dudaklarım onun tam kalbinin attığı yerdeydi ve ben konuşamıyordum. Alaz bir yandan kafamı bastırmaya devam ediyordu ve başım daha çok ağrıyordu. Kokusu yine burnuma dolmuştu. Ayrıca ne kadar kendi isteğimle olmasa da şu an onun kalbini öpüyordum. Ve dudağım değdiği an Alaz Ağa irkilmişti. Bir dakika! Debelenmeye başladım ama Hödük Ağa birkaç saniye sonra zar zor bıraktı. Boğuluyordum! "Ne yapıyorsun sen? Öldürmek mi amacın? Boğuluyordum az daha. Bırak beni." Alaz beni sert bir şekilde bırakmış gibi yaptı ama bu ona daha çok sarılmama neden oldu. Adi herif, beni kandırmıştı. Çok şükür eve gelip beni koltuğa bırakmıştı. "Eğer sussaydın seni susturmak zorunda kalmazdım. Hem sen dedin beni sustur diye. Başımı şişirdin başımı. Ne çene var sende de?" Oturduğum koltuktan biraz yükselmek istedim ama bunu deneyince hem sırtım hem de bacaklarım ağrımıştı. İstemsiz ağzımdan çıkan bir iniltiyle Alaz çok şükür durumun vehametini anladı. Ortada duran geniş sehpayı öne çekip bacaklarımı üzerine koydu. "Ne yapıyorsun? Dur acıyor." "Ayağını sabit tut ve bekle, geliyorum. Sakın ani hareket yapma." Alaz ilk yardım çantasından ilk önce pansuman için gerekli olan malzemeleri çıkardı. Ayağımdaki yaraları görmek için makası aldı. Tam makası pantolonunun paçasına geçirmişken "Dur!" diye bağırdım. "Ne oldu? Acıdı mı?" "Hayır." Alaz 'E o zaman neden durdurdun' bakışları atarken kafamı hafif önüne eğip "Sen dur ben sonra yaparım." dedim. Sesim o kadar ince çıkmıştı ki ben bile tanıyamamıştım. "Ne fark eder. Hem erkenden krem sürersek daha hızlı iyileşir. Çok sürmez zaten." Makası paçalarımdan dizime kadar getirince Berva ayaklarımı kendime doğru çektmi ve bacağıma saplanan ağrıyla ağzımdan çıkan "Ahh!" nidasına engel olamadım. "Ne yapıyorsun? Bacağını sabit tut dedim." "Ben de ben yaparım dedim. Ayrıca az önce boğmaya çalıştığın kişiyi şimdi pansuman yapman şaka gibi. Şuna bak bacağımın yarısı görünüyor." "Ne olmuş bacağının yarısı dışardaysa? Sanki hiç görmedik." Söylediği sözler biraz geç de olsa kafama dank edince utançla yüzümü buruşturdum. O pansuman yaptığı sürece gözümü açmadım. zaten sırtıma bakmasına izin vermedim. "Üzerini değişmen lazım. Bunu tek başına yapabileceğini düşünmüyorum." "Gerek yok kurur zaten üzerimde. Sen git üstünü değiştir beni taşıdığın için ıslandın hasta olursun." "Asıl biraz daha böyle kalırsan hasta olacak olan sensin gibi görünüyor. Ben Martina'ya söyledim biraz sonra burada olur. Hadi seni odaya çıkaralım." Bacağın çok ağrıyordu ama bununla baş edebilirdim. Ses çıkarmadım. Zaten bırakmayacaktı. Beni odaya getirip yatağa oturttu. "Martina senin neden üzerimi değiştirmediğini sorgulamaz mı?" Alaz piç bir sırıtışla" İstersen değiştireyim."deyince elime aldığım yastığı ona fırlatmak için kolumu kaldırdı ama atmadım. Alaz gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Gül, gül. Zaten yeterince güldün. Eğer ben hasta olursam görürsün." "Hasta olursan ben neyi ve neden görecekmişim?" "Sen orada gülmeseydin ben çoktan gelip üzerimi değişmiştim. Zaten senin atın attı beni." Alaz bana cevap vermeden Martina'nın geldiğini ve biraz sonra yukarı çıkacağını söyleyip odadan çıktı. Martina odaya gelip üzerimi değiştirmek için izin alınca ona sadece pijama çıkarmasını ve gitmesini söylemiştim. "Kapıda dur, kapıyı arkadan kilitle. Hödük Ağa'ya güven olmaz ve ben seni çağırınca geri gel. Dur dur. İlk önce bana makas ver." Martina onuncu söyleyişimde ve zar zor elimle hareket edip göstermemle anlamıştı ne yapması gerektiğini. "İtalyan birini getirip başımıza yardımcı yaparsa olacağı buydu işte." Üzerimdeki her şeyi ilk önce makasla kestim ve çıkardım. Kestiğim için hiç zorlanmamıştı ama yenilerini nasıl giyeceğimi bilmiyordum. Kremlerin etkisiyle bacaklarımdaki ağrı azalmıştı ama belim çok ağrıyordu. "Martina!" diye seslenince Martina içeri gelmiş ve ona yırtık elbiseleri atmasını ve gidebileceğini söylemiştim. ....... Bir süre sonra Alaz elinde yemek tepsisiyle odaya gelince ne kadar aç olduğunu anladı. "Yemeğini ye, sonra da uzanıp dinlenirsin. Bu gece de burada kalalım yarın gidelim istersen. Ya da nerde rahat edersen. Sen iyileşene kadar nereyi istersen." "Tamam." Alaz kaşlarını çattı. Onun söylediği onca şeye tamam diyerek karşılık vermişti. Ve bunu o kadar yorgun bir şekilde söylemişti ki sesindeki yorgunluğu fark etmişti. "İyi misin?" "Bilmiyorum." Bu üzerine çöken bilinmezlik de neydi? Berva şu an acı çektiği için etrafta olan hiçbir şey ile ilgilenmiyordu. Hatta yemeği kimin yaptığıyla bile ilgilenmiyordu. Belki ilk defa canı yandığında annesi ve babası yanında değildi, belki de gerçekten çok yorulmuştu. Ama neden? Alaz onun uzaklara dalan gözlerini uzun bir süre izledi. O yeşiller şimdi ne düşünüyordu bilmiyordu ama her ne düşünüyorsa bu onu çok üzüyordu. "Ne olduğunu söyleyecek misin?" "Hiç..hiç bir şey olmadı, olmuyor. Yorgunum. Nedenini bilmiyorum. İlk defa bu kadar yara almıyorum ama ilk defa bir yara bu kadar acıtıyor." Ruhumdakilerin yanında hiçbir şey ama ilk defa fiziksel olarak bu kadar yara almadım. Daha önce de çok kez yara almama rağmen bu gün canım biraz daha fazla acıyor. Aslında acıyan yine ruhum ama ben onu yine yok sayıyorum. "Neyse, sanırım babamı özledim. Canım her acıdığında saçımı okşamasını özledim . Yemeğimi yedikten sonra ararım onu. Belki de hasta oluyorum bilmiyorum." Alaz sıkıntılı bir nefes verdi. Bu kız ne yaşıyordu kafasında acaba. "Tamam, neyse sen hadi yemeğini ye." Berva hiç itiraz etmeden yemeğini yemeye başladı. Kolunu kaldırırken hala zorlanıyordu ama İlk zamanki gibi ağrımıyordu. Yemeğini yerken birden gözleri dolmaya başladı. Çok sefer böyle olmuştu. Bazen boş bir yere bile bakınca gözleri doluyordu. O kendini kötü hissettiği zaman gökyüzüne bakardı. Geceleri de tam Ay'ın yanına bakardı. Gecenin içindeki tek aydınlık Ay'dı ama o direkt bakmaz biraz yanına bakardı. Tamamen bir aydınlığı kendine layık görmüyordu. Alaz gözlerinin dolduğunu görünce canının yandığını düşündü ama ona herhangi bir şey söylemedi. Ona yaklaşınca anlamadığı şeyler oluyordu. Fakat kendine engel olamadan saçlarını okşamaya başlamıştı. Anlaşılan Alaz Ağa onun üzülmesini istemiyordu. Berva da saşırmıştı. Saçina kimseyi dokundurtmuyordu ama bu sefer bir şey dememişti. Kaşığı elinden alıp yemeği kendi elleriyle yedirmeye başladı. Berva ilkin ağzını açmasa da zorlayınca açmıştı. "Tepsiyi buraya bırakıyorum. On dakika sonra sindire sindire ye." Bu odada durdukça aklı karışıyordu. Bu kadına bakınca bazen öfkesi harlanıyordu, bazen ise var olan öfkesi dinliyordu. Bu nasıl bir şeydir anlamıyordu. Berva yemeğini yedikten sonra yatağa uzandı. Uzandığı yerden bir damla göz yaşı yastığa akmıştı. Berva'nın içi biraz daha yandı çünkü bu damla da gerektiği kadar yakacaktı. Alaz odadan çıktı ve atların olduğu yere gitti. Fırtına'nın sesi geliyordu. Onun için özel olarak yapılan alana gitti. Fırtına onu görür görmez biraz durulmuştu ama Ömer'in hali hal değildi. Alaz " Ömer abi sen git diğer işleri hallet ben onunla ilgilenirim."dedi. Ömer ikiletmeden çıktı. Alaz ona yaklaşınca Fırtına, daha da sakinleşti. Alaz elini yelesine koyup okşadı. "Onun canını ben yeterince yakıyorum kızım. Sen bari yapma." deyip anlına bir öpücük bıraktı. Alaz orda da çok fazla duramadı çünkü onu gördükçe Berva'yı hatırlıyordu. Canının yandığını düşündükçe içi sıkılıyordu. Alaz hemen çiftlikten ayrılıp şirkete gitti. Yaralı bir kadını tek başına evde bıraktığını düşünmemişti bile. Alaz şirkete gelince çalışmaya başladı. Gece geç saate kadar çalışmıştı. Berva'yı evde hasta bir şekilde tek bıraktığını daha yeni idrak ediyordu. Bunu anlayınca hiç birşey düşünmeden şirketten çıkıp çiftliğe gitti. Yürüyemeyeceğini bildiği halde yine de mutfağa ve salona baktı ama yoktu. Saatte epey geç olmuştu. İlk defa bu kadar çok şirkette kalmıyordu ama evlendiği günden beri çok geç saate kadar kalmamıştı. Yatak odasına gelince Berva'nın yatar bir vaziyette sayıkladığını gördü. Yanına gidip üzerindeki pikeyi kaldırmaya çalıştı ama Berva öyle sıkı tutuyordu ki ilk seferde başaramamıştı. Sert çekerse de zaten yaralı olan kolu daha çok acıyacaktı. Aynı anda bu kadar halsiz ve bu kadar güçlü nasıl olabiliyordu ki? "Anne çok acıyor." Berva çok acıyor diye sayıklıyordu. Alaz onun vücudundaki yaralardan bahsettiğini düşündü ama Berva geçmişte annesine söylemediği şeyleri şimdi dile getiriyordu. "Acıyor." Alaz sonunda dikkatli bir şekilde üzerindeki pikeyi kaldırdı. Berva hâlâ huysuzlanıyordu. Yatak ıslanmıştı ama bu sefer tamamı terdi çünkü sabah ıslanan çarşafları toplamışlardı. Ateşini ölçünce 39.5 olduğunu gördü ve hemen doktoru aradı. Doktor "Ben gelene kadar ateşini düşürebildiğiniz kadar düşürmeye çalışın." deyip Alaz'ın telefonu kapatmasını bekledi. Koskoca ağanın suratına telefonu kapatamazdı ya. Alaz bu ateşin sirkeli suyla falan geçmeyeceğini biliyordu. Diyar da bir keresinde ateşlenmişti, oradan biliyordu. Onu ayağı kaldırmaya çalıştı ama Berva'nın takati yoktu. Bu sefer onu yatakta oturur pozisyona getirip sırtını yatak başlığına yasladı. Pijamalarını çıkarınca Berva mızmızlanmıştı ama zorluk çıkaracak ve engel olacak kadar mecali yoktu. Alaz kendi gömleğini de çıkarıp onu kucağına aldı. Şimdi ikisinin de çıplak teni birbirine değiyordu. Alaz bu ten temasını görmezden gelmeye çalışıyordu ama bayağı zorlanıyordu. Berva birden"Dokunma."diye acıyla karışık bir şekilde inledi. Alaz şaşırdı. Hiç başka şekilde düşünmemişti. Başka bir ihtimali aklına bile getirmemiştir çünkü o ağa kızıydı ve çok cesur bir kızdı. Kimse ona karışamazdı. Alaz tamamen kendisi ona temas ediyor diye söylediği düşündü. Halbuki Berva bu temastan dolayı tekrar aklının derinliklerine gömdüğü geçmişi hatırlamıştı. "Böyle yapma Ulusoy Gelini. Zaten hep ona benziyordun. Bir de kucağımda bunu yapma." Alaz tam onu jakuziye koyacaktı ki Berva'nın gözünden akan tek damla yaş koluna düşmüştü. O kadar sıcaktı ki Alaz o damlayı hâlâ hissedebiliyordu. Alaz onu jakuziye koyup ılık suyu açtı. Berva artık hareket dahi etmiyordu. O zaten böyle zamanlarda soğuk duş alırdı ama şimdi olan biteni kavrayamıyordu bile. Berva yaralarına su değdiği için acı çektiğine dair sesler çıkarıyordu ve bu Alaz'ın yüzünü buruşturmasına sebep oluyordu. Alaz git gide suyu biraz daha soğuttuğunda, Berva "Üşüyorum."demişti. Sudan dolayı mı demişti yoksa kurtulmak için mi, bunu kendisi de bilmeyecekti. "Tamam. Az kaldı biraz daha sabret." Diye onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Dudaklarını kulağına yaklaştırıp "Şşş." diyordu. Alaz suyu sırtına tutunca Berva biraz fazla tepki verdi ve Alaz da sırtına bakma ihtiyacı hissetti. Gördüğü görüntü içini acıttı çünkü sırtı bacaklarından daha çok zarar görmüştü. Alaz hızlı ve dikkatli olmaya özen göstererek bütün vücudunu havluyla kurutmuştu. Tabii iç çamaşırından yine su damlıyordu ama Alaz onları çıkaramazdı. Allah var bir an bile vücudunu süzmemişti. Sadece sırtına bakmıştı. Kurutma işlemi bittikten sonra onu yatağa oturtup içerden sabah sürdüğü kremi getirdi. Berva zor duruyordu ama bunu yapmak zorundaydı. İlk önce sırtına sürdükten sonra onu yatağa uzattı ve bacaklarına sürmeye başladı. Kollarına da sürdükten sonra kremi tekrar yerine kaldırdı. Korumalardan biri doktorun geldiğini söyleyince onu yatak odasına kadar getirmesini istemişti ve o koruma da getirmişti. Alaz doktor gelmeden onun üzerini ince bir çarşafla örtmüştü. Zaten temmuz ayında olduklarından dolayı hava bi hayli sıcaktı. Doktor gelmiş onu muayene etmiş ve birkaç ilaç yazıp gitmişti. Bu günlerde çok fazla soğuk ve sıcağa aynı anda maruz kaldığı için hastalandığını söylemişti. Korumalardan biri hemen gidip ilaç alıp gelmişti. Berva çoktan uyumuştu ama zaten uyumasa da Alaz onun öğlen dışında yemek yemediğini bildiği için ilaçları şimdi vermemişti. Daha öğlen yemeğinden kalan tepsi odadaydı. Alaz işte o an hasta bir kadını evde bıraktığı için pişman olmuştu. Kendi yediği yemeği bile kaldıramayacak kadar hasta bir kadını evde tek başına bırakmıştı. Martina sadece o çağırdığı zaman gelir ve giderdi. Erkek korumalar da evin içinde hanımağa olduğu sürece istedikleri gibi giremezdi. Alaz üzerindeki pantolonu çıkarıp sadece bir eşofman altı giydi. Üstüne hiçbir şey giymedi. Berva'nın üzerindeki çamaşırların kuruduğunu görünce onu yatağın kuru yerine bırakıp rahatça uyumasını sağladı. Kendisi de Berva'yı rahatsız etmemek için başka odadaki bir yatağa geçti. O gece üç kere Berva'yı kontrole gelmişti. Nedenini bilmeden. Belki de hâlâ kendini suçluyordu onu evde bıraktığı için. ................ Berva sabah şiddetli bir baş ağrısı ile uyandı. Üzerinde dün öğlen uyuduğu pike değil de başka bir çarşaf duruyordu. Üzerindeki çarşafı kaldırınca iç çamaşırıyla olduğunu fark etti ve hemen üzerini geri kapattı. Tam o esnada Alaz tekrar onu kontrole gelmişti. Alaz onu uyanmış görünce "Günaydın. Nasıl hissediyorsun kendini"diye sormuş ve aynı zamanda eliyle ateşini ölçmüştü. Ateşinin normal olduğuna kanaat getirmiş olacak ki herhangi bir şey söylemedi. Berva da şu an onun böyle karşısında olduğuna şaşırıyordu. Üstünde bir şey yoktu. Üst tarafı tamamen çıplaktı. "Başım ağrıyor." Berva birçok soruya cevap istiyordu ama şimdi o kadar utanıyordu ki nasıl soracağını bilmiyordu. "Üzerini giyinsene sen. Evin içinde böyle dolaşılır mı?" Şimdi sadece üzerini giyinmesini istiyordu. Alaz onun utandığını fark etmişti ama bu sefer onu yormayacaktı."Evimde ve odamda istediğim gibi gezemez miyim?"diye sorarken giyinme odasına girip kendine bir tişört almıştı. "Ben de varım burada. Sen tek değilsin. Dikkat etmelisin hareketlerine." Alaz cevap vermedi çünkü onu yormak istemiyordu. Berva da o konuşmadığı için daha çok merak ediyordu olanları. Birden bütün cesaretini toplayıp"Benim dün giydiğim pijamalar nerde?" diye bir soru sordu. Alaz kahkaha atacaktı ki son anda tuttu. Sadece yüzünde hatrı sayılır bir gülümseme kaldı. "Ne gülüyorsun söylesene? Kim üzerimi çıkardı." "Ben." Alaz'ın dan diye söylediği şey ile Berva dumur olmuştu. Ama sadece"Niye?" diyebilmişti. "Ateşin vardı dün, o yüzden." Berva dün geceyi hatırlamak için kendini zorlarken nihayet hatırlamıştı ama hatırlamamayı diledi çünkü artık onu her gördüğünde o geceyi hatırlayacaktı. "Teşekkür ederim."diyebildi sadece. Başka ne diyebilirdi ki. Hem zaten Alaz'ın onun vücudu ile ilgilenmediğini biliyordu. Yani ilk gün hiç bakmamıştı. Dün de bakmamıştır diye geçirdi içinden. "Hadi sen kalk bir duş al sonra in kahvaltı yap ve ilaçlarını iç." Berva yüzünü yerden kaldırmadan kafasını salladı ama onun odadan çıkmasını bekliyordu. Alaz ise onun yürüyüp yürüyemediğini kontrol etmek için başında duruyordu. "Hadi." "Tamam sen çık ben geleceğim." Alaz onun utandığını anlamıştı ama yürüyemeyeceğini düşündüğü için gitmedi. Berva'ya yaklaştı ve onun üzerine eğildi. Elini çarşafın altından geçirince Berva nefesini tutmuş onu izliyordu. Alaz ise onun bu halini fark etmiş gülmemek için kendini sıkıyordu. "N-ne yapıyorsun." Alaz onu tek hamlede kucağına alıp banyoya yöneldi. Onu tekrar jakuziye koyup suyu ayarlayıp çıktı. Berva ise bu olanları sadece izliyordu. Bir yandan utanıyor bir yandan hayret ediyordu. Bu adam bu kadar iyi miydi diye düşünüyordu. Berva yıkanırken kollarının ve bacaklarının o kadar da çok ağrımadığını fark etti. Hatta beline krem sürmemesine rağmen yine de ağrısı hafiflemişti. Berva yıkandıktan sonra bornozunu giyip dışarı çıktı. Ondan iç çamaşırı isteyemeyeceği için bornoz ile çıkmaya mecburdu. Zaten dün göreceği kadar görmüştü diye düşünüyordu. Halbuki dün Alaz ona bakmamaıştı bile. Odaya gelince tahmin ettiği gibi Alaz da odadaydı. Zaten dizinden bir karış aşağıda bir bornoz giydiği için direkt giyinme odasına doğru ilerledi. Alaz onun yürüyebildiğini fark edince ayağa kalktı."Giyinmeden önce krem sür." deyip odadan çıktı. Berva kremi alıp koluna ve bacağına sürdü ama eli sırtının her yerine yetişmiyordu. Alaz bunu düşünmüş olacak ki tekrar odaya gelip kapıyı çaldı. "Müsait misin?"diye sorunca Berva bornozunu düzeltip evet diye seslendi. Alaz da hiçbir şey demeden odaya girip elindeki kremi aldı ve arkasına geçti. Berva ne yapacağını anlamıştı ama itiraz etmek için elini kaldırdı. Tabii Alaz daha o kaldırmadan elini tuttu."Dün de sürdüm. Utanacak bir şey yok. Bunlar benim görevim, yerine getirmeme müsade et. Gerçekten. Utanacak bir şey yok." Berva dün de sırtına krem sürdüğünü duyunca daha çok utandı ve mecburen krem sürmesine izin verdi. Alaz bornozun kuşağını açınca Berva'nın kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bornozun sırt tarafını biraz indirdi ve sırtına kremi yavaşça sürmeye başladı. Berva daha fazla utanmasın diye işini kısa tutup odadan çıktı. Berva o çıkınca rahat bir nefes aldı ama yüzüne nasıl bakacağını bilmiyordu. 5 Gün Sonra 20 Temmuz O günün üzerinden beş gün geçmişti ve Berva artık daha iyi hissediyordu. İki gün daha çiftlikte kalıp eve gelmişlerdi. Kadir Ağa ile Efsun Hanım Diyarbakır'da olan evlerine gitmişlerdi. Alaz, ağa olduktan sonra her yıl iki üç ay boyunca orada kalırlardı. Emrah yakalandığı için Orhan artık evlerinde koruma olarak değil şirkette çalışıyordu. Tabii Berva bunu hala bilmiyordu. Berva artık Alaz'ın iyi biri olduğuna neredeyse inanmıştı. Alaz artık ona daha iyi davranıyordu ve Berva bunun oyun olma ihtimalini kafasından atmıştı. Ama Alaz ona ne kadar iyi davransa da o Alaz'ın iki ay boyunca ona yaptıkları için soğuk davranıyordu Ve bugün Berva'nın sınav sonuçları açıklanacaktı. Onun hedefi Avukat olmaktı. Bilgisayarın başında sisteme giriş yapılmasını bekliyordu. Ve evet işte giriş yapılmıştı. Berva hüzünlü gözlerle ekrana bakıyordu. Beklediği kadar iyi bir puan almamıştı. BÖLÜMÜ NASIL BULDUNUZ? BEĞENMEYİ VE OY VERMEYİ UNUTMAYIN LÜTFEN. EMEĞİMİN KARŞILIĞINI VEREN HERKES EMEĞİNİN KARŞILIĞINI DAİMA ALSIN İNŞALLAH 💚 🤎 |
0% |