Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@aycakayca1

İkinci bölümle buradayım. Umarım keyifle okursunuz. Başlamadan önce:

Buraya bir emoji alabilir miyim lütfen.

O zaman başlayalım.

 

Halil Davas beni yakalamıştı.

Bakışlarından bile ne kadar öfkeli olduğu belliydi. İri bedeninin önünde ayakta dururken arkamdaki ağaca yaslanmamak için zor duruyordum çünkü korktuğum için dizlerim titriyordu. Benim bu durumda bu kadar korkmam normal değildi ama onun bana yapacaklarını düşününce tırsıyordum. Ölmekten korkmuyordum, aksine annemin olduğu bir yere gitmek beni mutlu eder ama bu adamın bana ne yapacağını bilmemek korkmama sebep oluyordu.

Mavi gözlerinin akı yavaş yavaş kırmızıya dönerken sinirden kulaklarına kadar kızarmıştı. Bana öyle bakması bile korkutuyordu.

 

"Ne işin var bu saatte bu kılıkta bahçede? Nereye kaçtığını sanıyorsun sen?"

Gözleri öfkeden koyulaştığı için gözlerine bakamıyordum. Yüz ifadesi beni öldürecek gibi bakıyor, çok korkutucu görünüyordu. Hay beynime sıçayım, kaçacak bu zamanı mı buldun?

Kendine gel Echer! Sen bu kadar korkak değilsin.

"Sana diyorum! Bana cevap ver Echer. Seni öldürmemem için bana bir sebep ver. Seni ölümün kıyısından alıp kalbime kilitlemişken bu yaptığın aptalca şeyin mantıklı bir sebebini söyle."

 

Korkuyordum. Boyundan, heybetinden, bağırışından...

Boynundaki damarlar bariz bir şekilde belli oluyordu. Sabah giydiği siyah takımının içinde önümde durmuş, gözleri beni korkutmaya yetiyordu. Madde kullanan insanlar gibi gözleri kızarıyordu.

Ağzımı açıp bir şey söyleyeceğim sırada "Bana cevap ver!" diye bağırıp öyle bir hırsla elini arkamdaki ağaca vurdu ki, irkilip yerimden sıçradım.

 

Bana vuracağını sanmıştım! Sırtımı bu sefer gerçekten ağaca yasladım çünkü aksi halde düşebilirdim.

Bana bağırması gözlerimin dolmasına sebep oldu. Korkuyordum. Annem yok ve ben yine korkuyorum.

"Echer, güzelim, zor duruyorum bak. Ha güzelim. Bana bir cevap ver. Si*tiğimin basit bir cümleyi kuracaksın bana."

Sesi yine sinirliydi ama nedense biraz daha dikkatli konuşuyordu.

Dolan gözümü görünce biraz sakinleşmişti. Gözlerim ne kadar dolsa da ağlamayacaktım. Ben babamın onca yaptığına ağlamamıştım, Halil'in bağırmasına ağlayacak değildim.

"Ağlama güzelim. Her bir gözyaşına bir insanı yok ederim. Ağlama ve korkma benden. Sadece bana neden bu saatte bu kılıkta bu bahçedesin, onu söyle."

 

Korkma demesi kolaydı. Karşımda durmuş öldürecek gibi bakarken bunu başaramıyordum. Kumral saçı yüzüne inmiş siyah kıyafetlerle azrail gibi tepeme dikilmişti.

"B-en, ben gitme-"

"Yengeye yüklenme abi, canı sıkılınca onu ben dışarı çıkardım. Bağırma artık yeter bak korkuyor kızcağız."

Birden konuşan kişi ile korkup irkildim. Kafamı hafif bir açıyla yana eğip bakınca bir sandalyede oturmuş, diğerine ayaklarını uzatmış Mahir'i gördüm. Çok rahat görünüyor, tişört ve eşofmanla hava alıyor gibi görünüyordu.

Ne zamandan beridir burada bilmiyorum ama beni kurtarmak için yalan söylemişti.

Bunu neden yaptı, patronuna neden yalan söyledi hiçbir fikrim yok ama hayatım boyunca ona minnettar kalacağım kesin.

Kafamı tekrar Halil'e çevirince kaşlarını çatmış Mahir'e bakıyordu.

 

"Ne zamandan beri buradasın sen Mahir?"

Şüpheyle sormadı. Sanırım Mahir'e gerçekten de güveniyordu. Yine de yüzünde sorgular bir ifadeyle ona bakıyor ve bir cevap bekliyordu. Mahir ise kurulduğu sandalyelerde sanki öğlen güneşinde güneşlenir gibi uzanıp bizi seyrediyordu. Halil'in karşısında bu kadar rahat olması dikkatimden kaçmadı doğrusu.

Halil'in sorusunun cevabını ise hâlâ vermemişti.

 

Sormakta haklıydı çünkü gerçekten hiç farkedilmiyordu.

Bu kadar açık bir alanda nasıl görünmedi, hayret doğrusu.

"Başından beri abi. Onun bir suçu yok. Eğitim ağır geldi, bünyesi zayıf, hiçbir şey bilmiyor...

Her şey üst üste gelince ben de onu çıkardım."

 

Gerçekten başından beri buradaysa kaçmaya çalıştığımı farketmiş olmalı. Kahretsin rezilliğin daniskası.

 

"Neden önce söylemedin, söylemediniz? Neden ona bağırmama izin verdin o zaman?"

Yine bağırdı ve bunu fark edince bana döndü. Bana yaklaşıp elini başımın arkasına koyup başımı göğsüne yasladı. Burnum tam göğsüne yapışmış vaziyetteyken pahalı ve hoş parfümünün kokusu tekrar genzime doldu.

"Niye söylemiyorsun güzelim? Bak işte kalbini kırdım. Bir daha sıkılırsan benden saklama. Bana gel beraber eğlenecek bir şeyler buluruz."

Başım göğsündeyken kendi söylediği şeye gülünce göğsü ile beraber ben de hareketlendim. Fesat anlayıp utansam kızaracağımı bildiğim için oralı olmadım. Zaten korkudan hızla atan kalbim nefesimi kesiyorken onunla konuşmaya takatim yoktu. Ama o hiç de masum söylememişti.

Mahir bugün belki de benim hayatımı kurtardı. Kendi patronuna ihanet etme pahasına beni korudu. Hatta yalan söyledi çünkü ben ne bu konularda zayıfım ne de bilgisiz. O ise bilmediğimi söyledi. Bunu neden yaptığını sorsam söylemeyecek ama ben yine de soracağım.

 

"Abi sarılma, bugün yengenin atış dersinde kolu fazla zorlandı. Bırak, sıkma onu."

Mahir'in söylediği her şey beni şaşırtıyordu. İçime şüphe tohumları düştü ama hâlâ elimde hatrı sayılır, elde tutulur bir şey yoktu. Bu adam neden böyle yapıyor bilmek istiyorum.

 

Bugün kolumu hiç zorlamadım. Yoruldum belki ama bu tamamen çalışmaktan kaynaklıydı. Kolumu zorlamadım bugün. Bu adam bir işler çeviriyordu.

Halil kolumu zorladığım yalanını duyunca benden ayrılıp koluma dikkatle baktı ama üzerimde uzun kollu pijamam olduğu için görmedi.

"Çok canın yandı mı?"

Gözlerinde endişe vardı. Bunu farkettim. Onun için ne kadar önemliyim bilmiyorum ama bir insanın önem vermediği birine bu şekilde bakmayacağını biliyorum.

Alkın Abir sağolsun öğretmişti...

Ama ben bana iyi davranmasını, önem vermesini istemiyorum. Bugün artık beni gerçekten seven tek kişi dedem ve başka hiçkimseye gerek yok.

 

"İyiyim, sadece hafif bir ağrı var."

Mecbur Mahir'in söylediği yalanı devam ettirmem gerekiyordu.

Konuşma esnasında ondan uzaklaştım ama bir pijamalarıma bir Mahir'e bakıyordu. Mahir ise yüzümden başka hiçbir yere bakmıyordu.

 

"Hadi güzelim, git dinlen biraz. Yarın da çok çalışacaksın. Beş gün sonra benimle ilk iş toplantısına katılacaksın. O yüzden kendine dikkatli bak ve bir an önce derslerine konsantre ol."

Gerçekten benim onunla herhangi bir toplantıya katılacağımı düşünüyor ama gel gelelim ben daha o şirketin ne üzerine kurulu olduğunu bile bilmiyorum. Bazen mal ve takas gibi kelimelerden bahsediyorlar ama bu konuda hâlâ net bir bilgim yok.

 

Ne düşünüyorsun Echer? Kendileri mal bunların!

 

"Benim bu toplantıdaki rolüm ne olacak peki?"

 

Doktor olduğumu bilmiyor ama kendi kafasına göre herhangi bir toplantıya benim haberim olmadan katılmamı söylüyor.

Bu işte de bir iş var ama neyse.

"Sadece yanımda duracaksın güzelim. Eğitimlerini tamamladıktan sonra ise sana bu işin püf noktalarını anlatacağım. Merak etme zor bir şey değil."

Halil ima ile zor değil dedikten sonra Mahir'in yüzünde oluşan tebessüm yine kafamı karıştırdı. Mahir'in yüzünde hin bir ifade vardı.

 

"Kolay mı? Abi, kendine gel istersen."

Halil yaptıkları işe kolay derken Mahir zor diyordu. Aynı işte bu kadar fikir ayrılığı neden olur, bu iş ne, gerçekten öğrenmek istiyorum.

"Mahir beni sinirlendirme. Zor olsaydı bugün burada olamazdım. Sana göre zor olabilir ama bana göre çocuk oyuncağı."

"Peki abi."

Mahir gülüyordu, bu işte bir bok vardı.

"Hadi odana geç güzelim. Mahir, sen de gece gece etrafta dolanma. Korumalara söyle tekrar buraya gelsinler. Ben de odama çıkacağım."

 

O kadar bağırıp çağırdıktan sonra güzelim odana dön demek kadar salakça bir şey yoktu. Bu adam herhalde beni oynayacağı bir oyuncak olarak falan görüyor.

 

Echer sen de ama abarttın. Kaçarken yakalanıp son anda ölümün kıyısından kurtulmuşsun ama hâlâ bir şeyler arama, öğrenme peşindesin. Nereden geliyor senin bu dedektiflik sevgisi anlamadım?

Neyse o bana git deyince ben de onları arkamda bırakıp gittim.

Ben odama çıkarken onlar hâlâ bahçede konuşuyordu. Yorulduğum için direkt kendimi yatağa attım.

Allah'tan elime çanta falan almadım. Kim bilir görse neler derdi? Gerçi eminim Mahir ona da bir bahane bulurdu!

Zaten onu da hiç anlamadım. Bu adam neden durup durup patronuna benim için yalan söylüyor acaba?

Yatağa uzanıp uzun süre bunları düşündüm. Beni yakaladığı gün ilk saatler iyi davranmış, Halil'in yanında gelince ters ters bakıp adeta sinir kusmuş; sonra eve gelip bana ileri geri konuşup üstüne onların beni denemek için olduğunu söylemiş, sonra yine kahvaltıda öldürecek gibi bakıp akşamı hayatımı kurtarmak için patronuna yalan söylemişti. Bu adam iyi mi kötü mü anlamadım?

Bunlar şimdi düşüneceğim şeyler değildi. Çok yorgundum, bir haftalık sadece silah eğitimim var ve daha diğer eğitimlerin kaç gün süreceğini bilmiyorum. Üstelik beş gün sonra daha içeriğini bilmediğim bir toplantıya katılacağım. Gerçekten artık uyumam gerek. Ne oldu ne bitti de ben böyle cehennem gibi bir yere düştüm, Allah belamı mı verdi bilmiyorum? Tek bildiğim hiçbir normal insanın iki günde hayatının bu derece değişmediği. Demek ki ben normal bir insan değilim. Belki ben insan bile değilim...

Yok yok, ben kesin insanım da etrafımdakiler değil.

Bunları düşünmeyi sonraya bıraktım. Yorgun olduğumdan uyumak için gözlerimi kapatınca çok geçmeden uykuya daldım.

 

*******

 

Nasıl bir rüya gördüm, ne gördüm bilmiyorum ama kan ter içinde uyandım. Halbuki çok yorulduğum için acayip tatlı bir uykuya dalmıştım. Uykumun hatırlamadığım bir rüyayla bölünmesi kadar sinir bozucu başka bir şey daha yok gerçekten.

 

Hatırladığım tek şey yine yeşil gözlü bir çocuktu.

Etraf hafif karanlıktı. Hamladığım için belki de her tarafım ağrıyordu. Hayatımda hiç yapmadığım kadar atış dersini dün yapmış ve kendimi fazlasıyla yormuştum. Omzum belim ve sırtım fazlasıyla ağrıyordu. Ben bu hallere düşecek insan mıyım?

Kalktım, saat beş olmuştu bile. Mahir bana sabah kaçta kalkacağımı söylemediği için ne zaman hazır olmam gerektiğini bilmiyordum. Ben mesleğimden dolayı şu saatlerde uyanık olmaya alışığım zaten ama yine de uyumak istiyorum. Son günlerde çok yoruldum galiba.

Zaten mesleğimi yapmayı da özledim. Mahir ne diye mesleğimi ondan sakladı ki?

Ve ben bunu sorun etmeden neden kabul ettim? Bana bir şeyler oluyor. Ben Dara Tanrıkulu'nun bu güne kadar ne eğitimlerle yetiştirdiği torunuyum. Benim bunlardan korkup köşeme çekilmem bana hakaret... Ama şöyle bir gerçek var ki tek başıma da bu iki devle mücadele edemem. Hoş Mahir arada yalanlarıyla bana yardımcı oluyor, neden olduğunu bilmesem de...

Bugün eğitim esnasında bunu ona soracağım. İki gündür benim üzerimden yalanlar söylüyor ama bunun nedenini öğreneceğim.

Giyinmek için yataktan kalkacaktım ama hiç kalkasım yoktu. Yatağa baktım. Gerçekten beni kendine çağırıyor gibi...

Tekrar uyudum.

 

...

 

"Güzelim."

Kulağımdaki ses ve yanağımda gezinen; ne olduğunu bilmediğim şey, yattığım yerden beni çok rahatsız ediyordu. Daha doğru düzgün uykumu almadan bu şekilde uyandırılmak da neyin nesi yani? Üstelik her tarafım böyle ağrıyorken...

"Echer, güzelim."

Biraz daha uykum açılınca bu sesin Halil'in sesi olduğunu anladım ama hâlâ yüzümde gezinen şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Soğuk bir şey yüzümde bir dudaklarıma bir yanaklarıma bir de gözlerime doğru gidip geliyordu. Halil'in sesi ise neden şu an kulaklarımda bilmiyorum.

Halil burada.

Nasıl yaptım bilmiyorum ama saniye bile denilmeyecek kısa bir sürede uzandığım yerden doğruldum. Öyle ki doğrulmam, gözümü açmamdan daha hızlı oldu.

 

"Şşş, korkma güzelim, benim."

 

Ben de ondan korkuyorum ya Bolu Beyi'nin eşeği kılıklı herif. Korkmaymış. Sen varsın diye korkuyorum herhalde!

"Ne var sabah sabah?"

Sabah sabah yaptığı yüzünden aksi cevap verdim ama gözümü açınca yüzünü yüzümün yakınında görüp çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. Bu kadar dibime girecek ne vardı? Uzaktan çağırsaydı da uyanırdım ben. Ayrıca hiç sormadan, müsait olup olmadığımı bilmeden odaya da girmesi sinirimi daha çok bozmuştu.

Yatakta geri geri gidip ondan uzaklaştım. Bu adam artık sınırlarını yeterince zorluyordu.

Bu sefer siyah değil de gözlerinin renginde mavi bir takım giymiş, kumral saçlarını özenle taramış yine azrail gibi tepemde dikilmişti. Şekilli dudakları kıvrılmış mavi gözlerini kısarak bana bakıyordu. Oturarak bile benden hayli büyük, heybetli görünüyordu.

"Sakin ol güzelim, uyanma vakti geldi. Kalk giyin şirkete gideceğiz."

Şirket denilen şeye gece gidiliyor da benim mi haberim yok? Bildiğin daha ortalık aydınlanmamış. Bu saatte şirkette ne yapılıyor acaba?

 

"Yere batsın şirketiniz ya, ne bu sabah sabah? Saat kaç?"

 

"Anlaşıldı. Bugün aksiliğin üzerinde. Saat beşi kırk geçiyor çabuk kalk giyin yoksa zorla seni kaldıracağım."

Sesi sertleşince istemesem de yataktan kalktım. Kırk dakikadır gözümü kapatmıştım. Yorgunum ve daha uykumu yeterince almadım. Elimde olsa suratına yumruğu çakıp o şirkete gitmezdim. Mecbur olmak canımı öyle sıkıyor ki ya onu ya kendimi bir gün öldüreceğim.

 

"Zorla ne ya, zorla ne? Ben senin uşağın mıyım?"

 

Bunu tabii ki banyoya girmeden bir saniye önce söyledim. Yoksa beni öldürebilirdi.

 

"Uşağım değilsin güzelim, esirimsin. O yüzden o güzel ağzını kapat da elimden bir kaza çıkmasın."

 

Bana güzelim demesinden ve sürekli tehditlerle bana istediğini yaptırmasından nefret ediyordum. Buraya gelişim, bu şartları kabul edişim bile tehditten ibaretken ve üstelik onu sevmem için beni zorlarken bu evde daha fazla kalabileceğimi sanmıyorum.

 

Mahir'den bir an evvel bir şeyler öğrenip buralardan kaçmam gerekiyordu. Bugünki atış dersinde kesinlikle ona soracağım.

 

"Güzelin de değilim esirin de...

Bana bir şeyleri zorla yaptırmaktan vazgeç."

 

Söyledikleri beni sinirlendirmeye yetmişti ama benim söylediklerim sanırım daha büyük bir etki oluşturmuştu ki sert adımları kapıya doğru geliyordu.

 

Kapıya vurduğu tek yumrukta irlilip geri çekilirken kapının sağlam olduğuna dua ettim.

 

"Sana bazı şeyleri öyle zorla da yaparım ki aklın durur Echer. Benim sabrımı sınama. Çabuk o banyodan çık ve giyin. Bugün, dün çalıştığından iki kat fazla çalışacaksın. Sana verdiğim süre kısalıyor bunu bil. Dilini de kalan süren kadar kısa tut ki her seferinde o süre biraz daha kısalmasın."

 

Sinirle bağırıp aynı sinirle odayı terk etmesi ayrı, kurduğu cümle ayrı zoruma gitti. Sanki kendi isteğimle buradaymışım gibi bir de yaptıkları üstüne ekleniyor...

 

Sinirle elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıktım. Yine elime gelen ilk eşofman ve tişörtü giydim. Bunlarla daha rahat ederdim. Sonuçta bugün ceza olarak iki kat fazla çalışacağım!

 

Aşağı indiğimde salonda oturmuş beni bekliyorlardı. İndiğim gibi Halil'in sinirli yüzü ile karşı karşıya kaldım. Mahir ise öylece bakıyordu. Hiçbir şey söylemeden arkalarını dönüp bu siyah evden çıkmaya başladılar. Zaten sabahın bu saatinde kahvaltı yapılmaz, yani ben yapmam. Onlar ayaklanınca ben de arkalarından kalkıp gittim. Saat altı buçuk olmuştu. Gidene kadar yedi olurdu. Mahir yeşil tişört ve siyah pantolon ile hiç de koruma gibi durmuyordu. Halil ise mavi takımı ile şık duruyordu. Hayatımda yakışıklı olan herkes mi kötü olur ya rabbim? Aydın bir Halil iki. Mahir'in karakter halini daha çözemedim.

 

"Mahir, dün ne yaptıysa bugün daha ağırını ve iki katını yapıtır."

 

Mahir ilk önce ona, sonra bana, sonra tekrar ona bakıp anlamayınca tekrar bana döndü.

 

"Zaten dün çok fazla şey yaptık abi, hem yenge zaten zayıf ve çok geç öğreniyor. Bu kadarı fazla değil mi?"

 

Ya Mahir halisünasyon görüyor ya da ben yaşadığım şeyleri unutuyorum. Ben dün her şeyi tek seferde kavrayıp yapmıştım ama bu bana bilmiyor diyor, çıldıracağım.

 

Halil aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü.

"Güzelim hâlâ kolun ağrıyor mu?"

 

Al işte, hepsi manyak bunların. İki saniye önce neler diyordu şimdi ne diyor?

 

"Yok, ağrımıyor."

 

Ajitasyon yapacak değildim herhalde. Değil iki katını beş katını verse, günün sonunda öleceğimi bilsem de yapmam...

 

"Mahir yengeni bugün fazla zorlama. Hatta zorlandığını görürsen onu eve getir dinlensin."

 

Onları orada bırakıp arabaya bindim. Halil Davas kesinlikle bipolar hastası...

Kesinlikle onlarla uğraşamam.

 

Ben, Mahir ve Halil VIP araca geçerken daha adını bile bilmediğim şoför kapımızı kapatıp aracı çalıştırdı.

 

Bu insanlar ne ile besleniyor bilmiyorum ama bu şoför bile bayağı kaslı ve yakışıklıydı.

 

Halil'in karşısına geçip oturdum. Mahir yanımda oturmuştu. Halil gözleriyle yanına geçmemi söylüyordu. İnat ettim, az önce bana her şeyi zorla yaptıracağını söylüyordu değil mi? Hadi yapsın o zaman.

 

Bir iki kere daha gözleriyle işaret etti ama gitmediğimi görünce vaz geçti. Yüzüme doğru eğildi ve nefesini yüzüne çarparak kısık sesle konuştu.

 

"Mahir'in yanında seni kucağıma oturtmamı istemiyorsan hemen yanıma gel Echer!"

 

Yine tehdit, yine şantaj...

Mahir duydu mu diye ona doğru baktım ama kaşları çatık bir şekilde elindeki tablete bakıyordu. Tekrar Halil'e dönüp omzumu yukarı aşağı salladım. Elini elime uzatınca geri çekildim ve tam o esnada Mahir araya girip elindeki tabletten ona bir şey gösterdi.

 

"Abi, bu haftaki toplantıda asıl davetli tarafın elindeki mal bu. Sanırım bizim malın karşılığında onlar da bize bu malı ve para ödeyecek."

 

Çok şükür kurtuldum. Onlar mal konusuyla ilgilenirken araba şirketin önünde durmuştu fakat ben hâlâ Mahir'in o tableti bilerek gösterdiğini düşünüyordum. Halil'in kulağıma söylediği şeyi duyduysa eğer ben kendimi artık şuraya gömmeliydim.

 

Yeter ama ya yeter!

 

Şirkete geldiğimizde Halil yine işlerinin başına geçerken ben ve Mahir de dışarıya, helikopter pisti kadar geniş bir alana geldik. Bulunduğumuz alan geniş, yeri tamamen beton olan ama etrafı tamamen ağaçlarla çevrili bir alandı. Demek bugünkü silah eğitimi burada olacaktı.

 

Zaten silah kullanmayı biliyorum ve Mahir'in dün öğrettiklerini de bugün pekiştirip bu işte biraz daha ilerleyeceğim. Bunu dün Mahir söylemişti. Silah konusunda iyiymişim.

 

Aslında kavga konusunda da iyiyim. Bilse bir zamanlar, dedem askeri okullara götürüp beni eğitiyordu, en zor olanından başlardı.

 

Eskiden annem doktor olmamı istiyordu ama ben asker olmayı istiyordum. Yaklaşık altı yaşından on altı yaşına kadar eğitim gördüm ama sonra ne olduysa dedem artık beni götürmedi ve ben de o hayalden vazgeçtim. Aslında vazgeçmedim, annemin hayali olan mesleği yaptım.

 

"Dünki silahlardan hangisi olursa olsun, hepsini kullanabilir misin?"

 

Sorduğu soruyla boş araziye baktım, sonra etrafını çeviren ağaçlık alana..

Kuş mu vuracağım yoksa ağacları mı hedef alacağım bilmiyorum ama kendime bu konuda güveniyorum. Gözlerimi ağaçtan almadan onu cevapladım.

 

" Evet, sanırım."

 

Kendime güvensem bile yapamadığım zaman, hani yapardın, demesin diye sanırım dedim. Bunda dalga geçecek bir tip var çünkü...

 

Gözüm etraftaki ağaçlarda gezerken solumdan bana doğru gelen siyah karartıya istemsiz bir refleksle elimi uzatıp tuttum ama bunun bir silah olması en son düşüneceğim şeydi. Beni bu şekilde test ediyordu. Bugünki sınavım da demekki buydu. Refleksler...

 

"Güzel, reflekslerin kuvvetli yenge Hanım. Şimdi herhangi bir ağacın arkasına geç ve olacakları bekle. Sakın öleyim deme yoksa artık bir mesleğim kalmaz."

 

Dediği gibi yapıp herhangi bir ağacın arkasına saklandım ama bu ağaç geldiğimden beri dikkatimi en çok çeken ağaçtı. Sanki yanlarında vahşi hayvanların pençe izi vardı. Buralar biraz kötü kokuyordu. Sanki hayvan leşi varmış gibi...

 

Cümlemi tamamlamadan arkamdan gelen sesle korksam mı, kaçan mı, vursam mı, bilemedim.

 

Hayvanın leşi değil bildiğin kendisi arkamda duruyordu.

 

Ürkütmemek için yavaş yavaş arkamı dönüp bu vahşi sesi çıkaran şeyin ne olduğuna baktım.

 

Aslan.

 

Bildiğin canlı, oyuncak olmayan bir aslanla aramızda en fazla altı yedi metre var. Kaçsam ikinci adımımda yakalar, dursam adım atmadan...

 

"Mahir boynun altında kalsın Mahir. Allah belanı arkandan alıp önüne versin Mahir. Dişleri keskin olmayan aç aslanların önüne yem diye atıl da etlerin paramparça olsun Mahir. Mahir bu ne?"

 

Beni aslana yem etmek için buraya getirmişti. Ölüyorum Allah'ım.

 

Söylenmelerimi duymuyordu çünkü aslan saldırmasın diye kısık sesli konuşuyordum. Ya da ben öyle düşünüyordum. Adamda ne kulak varsa söylediğim her şeyi duymuştu.

 

"Güzel dualar etmeyi bırak yenge Hanım. O aslanı gerekmediği sürece vurmayacaksın. Bakalım kaç saatte onu etkisiz hale getireceksin? Ya da o seni etkisiz hale get-"

 

Daha sözünü bitirmeden karşımdaki aslana sıktığım tek el kurşun onu yere sermişti. Beni yemesini bekleyemem değil mi? Bir de ağzını açmış aslanı öldürme diyor. Hasbinallah...

 

Hızla yanıma gelip irice açılmış gözlerle bana bakıtı Mahir.

 

"Ne yaptın yenge Hanım? Onu en az hasarla etkisiz hale getirmen gerekiyordu."

 

Ya salak ya da taklit yapıyor bu adam.

 

"Beni yemesini, parçalamsını bekleyemem Mahir, benim elimden gelen bu."

 

Bence ben haklıyım.

 

"Görevini yerine getirmiyor musun? Nasıl anlaşacağız biz seninle?"

 

Sanki ben ona dedim getir aslanı koy karşıma. Allah'ım ya rabbim. Yok gerçekten İstanbul'un suyundan mı ne, buraya geldiğimden beri tanıdığım herkes böyleydi.

 

"Hayatta kalmadan nasıl görev yapayım acaba? Ölmesi gerekiyordu, öldü."

 

Bana sen ciddi misin der gibi bakarken ne kadar komik olsa da gülemiyordum. Beni burada başka bir hayvana yem edebilirdi.

 

"Ulan havaya ateş edemiyor musun? Zaten kaçıp giderdi. Yenge sen bu işi dört günde çözemeyeceksin galiba."

 

"Yürü git be! Ben bir kere orta okul ve lisede, hatta üniversite okurken bile bunların çalışmalarını yapıyordum. Dedemi tanısaydın söylediklerinden utanırdın."

 

Evet, dedem bir askerden, polisten daha fazla silah kullanmasını biliyordu. Hatta yaşına başına bakmadan şu haliyle gencecik adamları bile dövebilirdi.

 

Bu ise beni elimde silahla bir aslanın karşısına koymuş. Sandığı kadar zayıf değilim. Bari silah olmasaydı!

 

"Ayrıca, belki canlı olsaydı bir ihtimal yaşamasına izin verirdim Mahir. Salak mıyım ben? Aslan'ın gözleri boynu ile orantılı dönmüyor. Hiç inandırıcı değil."

 

Evet aslan dönerken gözleri baktığı yere saniyenin üçte biri kadar sonra bakıyordu. Anlamıştım oyuncak olduğunu. Yoksa ben de biliyorum herhalde havaya sıkmayı.

 

Mahir bana şaşkınlıkla bakarken kulaklığından ses gelmiş olacak ki dikkatle dinlemeye başladı.

 

Keşke ne konuştuklarını duyabilseydim!

 

Bir gülüp bir yüzünü buruştururken çok komik duruyordu ama dudaklarını sıkmasından gülmemek için kendini zor tuttuğu belli oluyordu.

 

"Emredersin abi, yenge Hanım'a dediklerini tek tek ileteceğim."

 

Yine Halil ona bir şeyler söylüyor. İnşallah sinirimi bozacak bir şey değildir.

 

"Echer, sen nasıl bu kadar dikkatli olabildin. Şaşırttın beni.

Neyse, şimdi söyle bana, devletin malına zarar vermenin karşılığını nasıl ödeyeceksin, abim soruyor da?"

 

Devletin malı?

Devlet oyuncak aslan mı üretiyor?

Ya da bu adam saçmalıyor.

 

Yüzüne baktım, şaka yapar gibi bir yanı yoktu. Ciddi ciddi benden bir cevap bekliyordu. Peki benim buna verecek bir cevabım var mı? Daha doğrusu devletin oyuncak aslan yetiştirdiğini bile bilmeyen ben için bu soruya verecek bir cevabın olmaması çok doğaldı.

 

"Ne devleti, hangi devlet? Devlet ne?"

 

Küçümseyici bakışlar ile bana bakarken aynı zamanda aslana doğru gidiyordu.

 

"Ben ve abim tek başımıza devletin ta kendisiyiz yenge Hanım. Sen bizi ne sandın? Karşında ne kadar güçlü, karizmatik ve yakışıklı bir adam olduğunun farkında mısın?"

 

Gözlerimi devirerek ona cevap verdim. Güçlü, yakışıklı ve yakışıklı bir erkek değil de tam bir çocuk vardı şu an karşımda. Halil'in tam tersiydi. Bazen küçük de olsa tebessüm ederken bazen de bir anda ciddi olup sinirli hale bürünebilen bir insandı Mahir. Şimdi biraz sakinken ona, bana neden iyi davrandığını sorabilirim. Kaç seferdir beni ona karşı koruyor. Madem beni koruyor, o zaman neden hâlâ o adamın yanında çalışıyor? Bu adam kadınlara zarar veren biriyse Mahir neden onunla çalışıyordu?

Bu soruların hepsinin cevabını almalıyım.

 

Bendeki de ayrı hava. Dedektif gibi takılmaya başladım kendi kendime.

 

"Mahir, sana bir şey soracağım ama bana doğru cevap vereceğine söz vermelisin. Tamam mı?"

 

Aslanı genel bir kontrol ettikten sonra bana döndü. Herhalde hasarın büyük olup olmadığını tespit ediyordu. Daha sonra bana dönüp söylememi ister gibi bakıtı ama kesinlikle bana bir söz vermemişti. Aklı sıra beni kandıracaktı.

 

"Şuna bak, kan akmayan bir hayvana inanmamı bekliyorsun."

 

"Tamam anladık da, durup durup kendini övüyorsun. İltifat beklediğini bu kadar belli etme."

 

"Sen kim beni övmek kim be, hahayt. Kıçımın kenarı. Ben kendimi senin gibi birine övdürtmem."

 

"He he, şimdi ne söyleyeceksen söyle yoksa bir daha cevap vermek istemeyebilirim."

 

Haspam.

 

Ona güzel bir cevap verirdim ama şu an sorularıma cevap almam gerekiyordu.

 

"Söz vermelisin ama..."

 

Henüz doğru cevap vereceğine dair söz vermemişti.

 

Kaşlarını kaldırıp bana bakıyor. Bırak söz vermeyi bu konuda konuşmuyordu bile. Tekrar sinirli haline dönmeden ona sormalıydım. Hem de lafı gevelemeden, direkt sormalıydım.

 

"Neden beni korumak için ona yalan söylüyorsun?"

 

Evet, bu çok ani oldu. Azıcık damardan damardan, yavaş yavaş, nabız yoklayarak girebilirdim belki...

 

Sorduğum soruyla önce kaşları havaya kalktı. Sonra dudaklarını büzdü. Kollarını yukarı aşağı hareket ettirip kaslarını gözlerime sokmaya çalıştı. Zaten yakışıklısın, bu hareketlere gerek yok demek istesem de demedim. Bir yerleri kalkarsa şımarırdı.

 

Sonra arkasını dönüp tekrar aslana doğru gitti ama kesinlikle onunla ilgilenmedi. Cevap vermemek için özellikle yapıyor gibiydi.

 

"Mahir, bugün cevap verecek misin?"

 

Uyarım ile gittiği yerden tekrar bana doğru gelip karşımda durdu. Üzerimde siyah tişört ve eşofman varken elimdeki silah ne kadar ciddi duruyor bilmiyorum ama bu adam elimde silah varken bana arkasını rahat rahat dönebiliyordu. Etrafta adamları olduğunu bilmesem sıkıp kaçardım ama maalesef var...

 

Siyah gözlerini kahvelerime kenetleyip ciddi bir konuşma yapacakmış gibi bir hale büründü.

 

"Şimdi yenge Hanım, sana anlatacağım şeyler kısıtlı olsa da bir yerden başlayalım bakalım."

 

Elimdeki silahı alıp daha uzun ve daha güzel bir silah verdi bu konuşma esnasında. Bu silah çok güzel ve parlak görünüyordu. Onu bana verdikten sonra yine aynı konuma, karşıma geçti.

 

"Halil Davas, abimin ve benim yaptığımız iş biraz sıkıntılı. Bu yüzden o arada biraz sinirli olabiliyor. Hatta çoğu zaman sinirli de. Bu yüzden seni ondan korumam gerek. Bir numaralı yengemsin."

 

Dediklerinde ciddi görünüyordu. Yüzünde yalana dair pek bir ifade yoktu. Ama asıl merak ettiğim şey bunlar değil. Bu adamlar ne iş yapıyor da ben bu silah ve kavga işini öğreniyorum?

 

"Bizim işimiz t-"

 

Konuşmasına müsaade etmeden gözüme takılan şey ile sözünü böldüm. Neler oluyor böyle? Aslan bir yana bu adamlar bir yana...

 

"Saat iki yönü keskin nişancı, etrafımız ise başka adamlarla çevrilmiş."

 

Çaktırmadan etrafına baktı ve sonra bana döndü.

 

"Kaç kişi oldukları belli mi?"

 

Arkamdakileri göremiyordum ama öndekilere bakarak tahmin yürütürsek yaklaşık on beş kişi varlar diye düşünüyorum.

 

"On beş, en fazla yirmi."

 

"On altı."

 

Bana bir abi gururu ile bakıyordu. Onun şu anda beni buradan güvenle çıkarıp götürmesi gerekiyor halbuki. Hiç onları görmemiş gibi davranıyorduk. Bir plan yapmamız lazım. Böyle anlarda dedemin bana yapmamı söylediği şey ilk önce güvenliğimden emin olup en zayıfı hedef almamdı. Sonrası kendiliğinden gelirmiş. Ama şimdi yanımda Mahir varken bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum. Bana yardımcı olması gerekiyor.

 

"Buradan zararsız çıkmamız lazım Echer, en zayıfı bulmaya çalış. Benim karşımdaki herkes güçlü. Sen bak bakalım arkama, orada en zayıfı bul ve sık. Ama çabuk ol çünkü düşman beklemez."

 

Çünkü düşman beklemez...

 

Demek bu da eğitimin bir parçası ha? Öyle olsun Mahir. Görürsün sen.

 

Gördüğüm bütün adamlara göz gezdirdim. Sonra Mahir'in dudaklarını kıpırdatması ile söylediği şeye gülüyormuş gibi yapıp gülerken arkama dönüp onlara da belli etmeden baktım.

 

" Tam arkamda bulunan kişi en güçlüleri sanırım. Ama saat yedi konumundaki en zekileri. En zor hedef olacak yere geçmiş."

 

O bana şaşırmış ama bir o kadar da gururla bakarken ben ilk önce keskin nişancıyı hedef alıp sıktım. Aynı anda Mahir'i ağacın arkasına itip ben de en yakın ağacın arkasına geçip kendimi korudum. Ben, beni görüp ateş edebilecek herkese tek tek sıkarken Mahir de kendi tarafındakilere sıkıyordu. Görüş alanımızdakiler bitince bu sefer diğer taraftakileri hedefe aldık.

 

"Zayıf olana sık dedik keskin nişancıya değil!"

 

Onlara sıkarken aynı zamanda bana laf yetiştiriyordu.

 

"Keskin nişancının silahıyla etrafı kontrol etmesi gerekir. Bunun başı ayrı götü ayrı oynuyordu. Aralarında en zayıfı o'ydu."

 

Zayıflık kesinlikle kilodan ya da bilgisizlikten ibaret değildi. Dara Tanrıkulu'nun bahsettiği zayıflık, olması gereken yerde olması gibi davranmamaktı.

 

Karşımızdakiler de bitince iş tamamdı. İkimiz de saklandığımız ağaçların arkasından çıkarken iyi iş çıkarmışız gibi başını aşağı yukarı sallıyordu.

 

"Ee doktor hanım, ilk cinayetlerini işledin. Gerçi sen bunun eğitim olduğunu anladın ama olsun. Nasıl bir his."

 

Benimle dalga mı geçiyor? Bir doktora adam öldürmeyi öğretip bir de nasıl bir his olduğunu soruyor salak!

 

"Eğitim olduğunu bildiğim için sıktım, yoksa hiçbir canlıya zarar verecek bir şeyi yapmam."

 

"Tamam yenge, sandığımdan daha başarılısın. Bir hafta silah eğitimi alacaktın ama buna gerek yok. Senin şu an ihtiyacın olan tek şey korkunu alt etmek. Çünkü ben, Halil veya başka biri karşına geçtiği zaman titriyorsun. Korksan bile insanların yanında belli etmemeyi öğreneceksin.

 

Aslında haklı. Ben bu kadar şeyi yapabiliyorken onların karşısına geçince korkuyorum. Bunun üstesinden gelmem gerek.

 

"Bunu nasıl yapacağız?"

 

"Senin yapabileceklerini sana göstermemiz gerek yenge. Sen erkeklerin karşısına geçince korkup titriyorsun. Ve zannımca bu babandan kaynaklanıyor."

 

Belki de öyle... Bu güne kadar milletin babası ve kendi babam arasında kıyaslama yaptığım zaman hep neden kendi babamın böyle biri olduğunu merak ettim. Babam kumar oynadığı gün sinirli ise ben ve annem hiç karşısına çıkmıyorduk. İçki içtiği zaman da öyle... Belki de o yüzden sinirli erkek görünce tırsıyordum.

 

"Yani ne yapacağız?"

 

Etraftaki on altı adama el işareti yapıp kalkmalarını söyledikten sonra bana döndü. Adamlar tek tek ayağı kalkıp giderken sadece iki kişi yanımıza geldi. Az önceki en güçlü ve en zeki dediğim adamlar karşımdaydı.

 

Eliyle onları gösterdi.

"Onlarla kavga edeceksin. Silahsız ve bıçaksız."

 

****

 

Üzerimde yine aynı kıyafetlerle kavga edeceğimiz alanda o iki izbandutu bekliyordum. Adamların cüssesine bakınca beni çiğ çiğ yiyeceklerini söylemek tahmin değil bir gerçek olur. Yüzümde nasıl bir ifade varsa piç Mahir sırıtarak beni izliyordu. Üzerine giydiği tişört kaslarını ortaya çıkarmış gözüme gözüme sokuyordu. Bunlar kesinlikle hormonlu olmalı. Yoksa bu kadar kas asla normal değil.

 

"Echer, yeter artık. Sen dedin ben kavga etmeyi biliyorum diye. Şimdi onlardan niye korkuyorsun?"

 

Ya sabır...

 

"Asıl sen nasıl bir mantıkla korkuyorum diyen bir insanın karşısına işin ehli izbandut gibi herifler çıkarıyorsun? Yav ben yıllardır kavga etmiyorum sen karşıma yıllardır kavga ve hatta savaş için yetiştirilmiş insanlar çıkarıyorsun. Sende akıl yok kusura bakma."

Tebessümü daha büyük bir hal alınca arkamı ona döndüm. Ona baktıkça sinirleniyordum. Ona arkamı dönüp yüzüme yeşil bir maske geçirip gelmelerini bekledim.

 

"Bana yardım edeceksin. O güçlü olanı sen döveceksin. Yenge diyorsun madem, beni koruyacaksın."

 

Bu sırada zeki olan içeri girmişti ama onun arkasından güçlü dediğim adamdan daha güçlü görünen, Mahir'den bile kaslı ve güçlü bir adam içeri girdi. Yüzlerinde ise siyah maskeler vardı. Bu adam az önce aşağıda gördüğüm adamların iki katı kadardı, keşke yüzünü görebilsem. İkisi de kafalarını kaldırmıyordu.

 

Mahir onu görünce nedense şaşırdı ve daha sonra ona doğru yürümeye başladı.

 

"Senin burada ne işin var? Malların nakliyatı ile ilgilenmen gerekiyordu senin. Halil seni burada görürse öldürür. Çık git ve az önceki adamı çağır."

 

Adam kafasını kaldırınca kahverengi gözleri direkt beni buldu. Maskenin altında bile bakışlarındaki nefreti gördüm. Korku ilmek ilmek ruhuma işlenirken bu adamla az sonra kavga edecek olmam korkumu en üst seviyeye çıkarıyordu.

 

Adam Mahir'in kulağına eğilip bir şey söyleyince Mahir'in yüzü gülmek ve sinirlenmek arasında bir hal aldı. Yüzümdeki yeşil maske beni rahatsız ederken o sanki her zaman maske takıyormuş gibi rahattı.

 

"Sen onunla dövüşme. O daha senin kadar bu işte usta değil. Ama ona bazı hareketleri öğretebilirsin. Hadi ben izliyorum. Başlayın."

 

Ne?

Beni hiçbir şeye hazırlamadan bu adamların önüne yem diye atacak Mahir iti. İtiraz da edemem çünkü bu kahverengi gözlü dev adam beni küçümseyebilir. Neden bilmiyorum ama gözlerindeki nefret beni yok etmek ister gibiydi. Adını sanını bilmediğim bir insan neden bu denli nefretle bakar ki?

 

Mahir yavaş yavaş kenara çekilirken zeki olan geldi ilk önce. Demekki ilk olarak zekamı test edeceklerdi. Mahir bana güven verircesine bakıyorken bile bu adamın karşısına çıkacak cesaretim yoktu.

 

Adam ortada durup benim ona yaklaşmamı bekledi ama zekamı test ediyorsa başka bir durum vardı. Asla ona yaklaşmayacaktım.

 

Geniş ve içerisinde sadece kolonların olduğu bu koca odada üç adam ve bir kadın dövüş eğitimindeydik.

 

Mahir bana bıçak silah yok dedi ama ben maskemi takarken bir kolonun delinip içine bıçak yerleştirildiğini gördüm. O kadar basit bulunabilecek bir yerde değildi ama gördüm işte.

 

Adam ona yaklaşmayacağımı anlayınca kendisi bana doğru adeta koşarak geldi. Kahverengi gözleri diğer adamın gözleri gibi nefretle değil de öylece bakıyordu. Kaçma şekli bacaklarıma tekme atacak gibi görünüyordu ama zeki adamın hamlesi belli olmazdı. Dediğim gibi de oldu...

 

Adam karnıma doğru tekme sallayınca geri çekildim. Tutabilirdim. Sonuçta nereye geleceğini anlamıştım ama korktum. Adam durdu ve ben yine Mahir ile göz göze geldim. Gözünü kapatıp açarak bana yine destek verdi. Nedense onun yanında da kendimi güvende hissediyordum.

 

Adama doğru dönünce tekrar tekrar hamle yaptı. Bu sefer dizime attığı tekmeyi geri çekilerek engelledim ama ardından ben de onun açık kalan bacağına tekme atıp geri çekilmesini sağladım. Bu da benim için bir şeydi.

 

Biliyorum benim için, benim seviyemde kavga ediyordu ve her hamlesi bir diğerinden daha zekiceydi. Ayrıca korktuğumu gördüğü zaman bana zaman tanıyordu.

 

Hamleler üst üste gelince dövüş hızlandı ve beni neredeyse ilk halimden on kat cesaretli bir insana dönüştürdü. Biliyorum hâlâ ondan zayıfım ama beni bir günde bu kadar ileriye taşıması bile bayağı iyi bir şeydi.

 

Şimdi artık biraz zorlanacaktım çünkü seviyemin biraz üzerinde oynuyordu. Karşı karşıya kaldığımız zaman elini saçıma uzattı ve canımı çok yakmayacak kadar tuttu ama hareket alanımı da kısıtladı.

 

"Seni saçından tutup çekebilir ya da saçından tuttuktan sonra herhangi bir yerine vurabilir. Echer eğer görüyorsan bu durumda gözünü hedef al. Parmaklarını bile sokabilirsin. Eğer görmüyorsan burnunu kır ya da şah damarını hedef al. En olmadı bacak arası...

Seni kaçırmak ya da dövmek isteyen bir adama her şeyi yapabilirsin."

 

Mahir'in söylediklerini zaten biliyordum ama iş icraata gelince fos oluyordu. Mahir susunca adam saçımdan tutup sürüklemeye başladı. Başım yerde olduğu için gözlerini ve burnunu görmüyordum. İzbandut gibi olduğu için de buradan boynunu hedef almam imkansızdı. Ya boşluğuna vurup nefessiz kalmasını sağlayacaktım ya da bacak arasına vurup onu etkisiz hale getirecektim.

 

O benim saçımı acıtmadığı için ben de onun bacak arasına acıtmayacak ama etkili olacak kadar sert bir şekilde vurdum. Anında saçlarımı bırakıp orasını tuttu. Acıtmamıştım ama eğitim gereği bunun devamını getirmem gerekiyordu.

 

Mahir tam ağzını açmıştı ki konuşmasına fırsat vermeden karşımdaki adamın boşluğuna ve ardından burnuna vurdum. Adam o şekilde kaldı çünkü yine Mahir'in konuşası tuttu.

 

Gözleriyle az önceki hareketin için beni tebrik ediyordu çünkü korkmadan devamını getirmiştim.

 

"Adam yerde, kaçabiliyorsan kaçacaksın ama yakalaman gereken biriyse sana bir şey yapamayacak durumda olduğundan emin olmalısın. Şimdi karşındaki yakalaman gereken biri. Devam et yenge Hanım."

 

Yenge Hanım deyince gözleri bana nefretle bakan adamla buluştu ve gülerek ona baktı. O adam ise ona da sinirle bakıyordu.

 

Ben onlara bakarken yerdeki adam beni uyarınca ona doğru hamle yaptım. Madem yakalayacağım biri o zaman mecburen eğilip onu tutmam lazımdı.

Ona eğilip elini tutunca bana tekme atıp yere düşmemi sağladı. Çok sert düşmedim ama hata yapmıştım. Ayaklarının üzerinde oturup onu tutmalıydım.

 

Uzandığım yerden üzerime doğru gelince ayağına bir tekme daha attım ama ayaklarıma oturup elimi tutunca yapacak pek bir şey kalmadı. Kafası bana yakın olsa belki kafa atardım ama şu durumda ne yapacağımı bilmiyordum.

 

"Ya seni kaldırmasını bekleyeceksin ya da herhangi bir elini serbest bırakmasını. Sonuçta sana herhangi bir şey yapması için bir elini serbest bırakacak. O esnada bir açığını bulup saldıracaksın."

 

Mahir'in dediğini dinledikten sonra adam elini kaldırıp yüzüme yumruk vuracakken yüzümü diğer tarafa çevirdim. Yumruğu yere değdiği için eli acımıştı. Hiç beklemeden kafamı kaldırıp diğer elini ısırdım ve bir elim serbest kaldı. Serbest kalan elimle kolondaki bıçağı çıkarıp arka kısmıyla yüzüne iki üç bıcak darbesi attım ve o elini yüzüne götürünce aynı şeyi eline de yaptım. Gerçekten bıçağın ön tarafıyla kesseydim çoktan nakavt olmuştu. Adam üzerime doğru bayılmış gibi yapınca onu yana doğru atıp altından çıktım.

 

İkimiz de aynı anda kalkınca bana kafasını sallayıp yerine geçti. Nefes nefese bir şekilde Mahir'e dönünce kafasını öne arkaya iki kere sallayıp beğendiğini gösterdi. Bu biraz gülmeme sebep oldu ama biraz sonra diğer adamla kavga edecek olmam mutlu olmama engeldi.

 

"Bıçağın orada olduğunu nereden biliyordun?"

 

"İnceledim ve buldum. Bu dövüş zeka üzerineydi Mahir Bey..."

 

Sanki taktikleri Mahir vermemiş gibi her şeyi kendim yapmışcasına anlatınca Mahir bana gülerek baktı. Gerçekten arada böyle anlaşmak güzeldi.

 

"Git yarım saat dinlen ama sakın Halil'in karşısına çıkma. Seni bu kadar yorduğumu görürse hoş olmaz."

 

"Tamam. Ben çıkmıyorum zaten. Bir şişe su ver bana yeter."

 

Üç adam da tek tek odadan çıkınca bana verdikleri suyu elime alıp sırtımı kolona yasladım. Suyu içerken bile az sonra o adamla dövüşecek olmam zihnimi ele geçiriyordu. Ne yapıp edip o adamı yenmeliydim ama ondaki güc ve hırsı sadece dışarıdan bakılsa bile görülüyordu. Ben bununla nasıl baş edecektim?

 

Sırtımı kolondan ayırıp bir yetmiş üç yere uzandım. Dizlerimi kırıp nefesimin düzelmesini bekledim. Üzerimdeki tişört bile çok sıcaktı. Terliydim, klima vardı, üşüyordum ama kalbimin ritmi o kadar hızlıydı ki bunalmıştım. Tişört artık boğuyordu beni.

 

Nefesim düzelince on dakika kadar daha uzanıp ayağı kalktım. Henüz on beş dakikam vardı. Etrafı kontrol etmekten zarar gelmezdi. Bembeyaz oda sadece üstte bulunan küçük camlardan dolayı mahsen hissi veriyordu ve camlardan çıkacak herhangi bir şey yoktu çünkü çok yüksekteydi.

 

Kolonlara baktım ama sadece birkaçında bıçak ve silah vardı. Fakat bir kolonda belli olmayacak kadar küçük, yuvarlak bir iz vardı. O ize basınca odanın ortasında geniş bir alan hızla açıldı ve onun açılmasıyla kolonda bir kol ortaya çıktı. Bu birini aşağı düşürmek içindi sanırım. Aşağıda ise genişçe, yumuşak olduğu belli olan bir zemin ve kapalı bir kapı vardı. İşime yarayacak gibiydi. Kolu çekince açılan yer tekrar kapandı ve kol tekrar kayboldu. Diğer kolonları da dikkatlice inceledim ama herhangi bir iz yoktu. Ben kaçırmadıysam yani.

 

Sanırım bunların yerini onlar bildiği için kullanamıyorlardı. Çünkü az önce kavga ettiğim adam hiç bıçak kullanmadı.

 

Odayı iyice kontrol ettikten sonra kalan beş dakikada ısınma hareketleri yaptım ve az önce Mahir'in söylediği şeyleri içinden tekrarladım. Bunlardan fazlasını biliyordum ama uygulayamıyordum. İyi bir eğitimden sonra bu adamlar kadar iyi kavga edeceğimi düşünüyorum.

 

Biraz sonra Mahir ve o adam içeri girdi. Bu sefer diğeri gelmemişti. Adama bakınca bile tüylerim diken diken oluyordu, bu nasıl bir cüsse?

 

Sadece duruşu bile korku salıyordu.

 

Hiç beklemeden bana doğru adımladı. Daha Mahir hiçbir şey söylemeden ilk hamleyi yapıp koluyla boynuma baskı yapıp sırtımı duvara yasladı. Çok fazla sıktığı için gözlerim dolunca hiç beklemeden bacak arasına tekme attım ama bunu anladığı için hamlemden kurtuldu. Boğazıma daha fazla baskı uygulayınca nefes alamaz oldum. Gözlerine bakmaya çalıştım, kahverengi gözleri sinirden koyulaşmıştı. Ben ona ne yapmış olabilirdim ki?

 

Mahir ona yumruk atacağı vakit eliyle yumruğunu geri püskürttü. Tek eliyle bunu yaptı. Mahir ona istese engel olurdu ama olmadı. Bana gözleriyle karnını işaret edince dizimi hızla karnına geçirdim. Acı cektiğine dair bir ses işitince karnında yara olduğunu anladım.

 

Acı çektiği için olsa gerek daha bir hırsla üzerime saldırıp saçımı tuttu. Az önceki adamdan daha sert tuttuğu için canım biraz fazla yanmıştı ama bu öfkeye rağmen asla saçımı tamamen çekmemişti. Kafam aşağıdaydı ama saçımın acımasını umursamadan kafamı kaldırıp iki parmağımı gözlerine soktum. O acımazsa ben asla acımam.

 

Tabii fazla zarar olmasın diye parmaklarımı tamamen gözlerine bastırmadım. Sadece dokundurdum. Eliyle gözlerini koruyunca boşluğuna tekme atıp geri gitmesini sağladım. Biraz fazla sert oynuyorduk ama hakkını yemeyelim, o da az önceki adam gibi üstesinden gelebileceğim kadar acı veriyordu. Yoksa bu adamın bütün gücü bu kadar olamaz.

 

Ellerini gözlerinden çekip koca ayaklarıyla tekrar bana doğru gelince kolonun arkasına saklandım. Başka zaman olsa bu hareketime gülerdim ama ne yapayım, öfkeli boğa gibi üzerime üzerime geliyordu.

 

O kolonun bu tarafına gelince ben diğer tarafına geçtim. Sol tarafımda koca elini görünce sağa döndüm ve onu burnumun dibinde gördüm. Kolları o kadar genişti ki kolonların iki tarafında da aynı anda olabiliyordu.

 

Küçük bir çocuk gibi tişörtümün yakasından parmak ucuyla tutup beni ortaya getirdi. Ben ise yaramazlık yapan bir çocuk gibi parmak uçlarımda onu takip ettim ve daha sonra o parmağımı büküp kalçasına sert bir tekme attım. Parmaklarımı büktüğüm için kemik canını biraz daha fazla acıtmış olmalı. Ama o asla acı duyuyormuş gibi değildi.

 

Böylece ilk hamleyi bu sefer ben yapmıştım.

 

Gözüm Mahir'e kayınca gülerek bizi izlediğine şahit oldum.

 

Beklemediğim bir anda boşluğuma yumruk atınca nefesim kesildi. O esnada ya nefesime odaklanacaktım ya da ona. Ben ondan gelecek hamleye odaklanmayı tercih ettim. Bu sayede bacağıma gelecek olan tekmeyi geri savurdum. Fakat nefesim o kadar dengesizleşti ki yaptığım şeye pişman oldum.

 

Nefesimi kontrol altına almaya çalışırken arkadan tekrar kolunu boynuma doladı. İki elim de serbestti. Boğuluyordum ve gözüm yine dolmaya başlamıştı. İki elimle tişörtümün eteklerinden tutup tek hamlede çıkardım ve boynuma doladığı kolunu tişörte dolayıp ters çevirdim.

 

Beyaz sütyen siyah eşofman ile kalınca ikisi de şaşkın saşkın bana bakmaya başladı. Bu şaşkınlıktan faydalanarak tekrar karnına bir yumruk attım ama fazla sert değildi.

 

Evet, yaralı olduğunu bile bile yaptım.

 

O acıyla ne olduysa omzumdan beni itince yere düştüm ve kafam arkadaki kolonda çarptı. Beynimde hissettiğim ağrıya eş Mahir'in boş odada yankılanan sesi ağrıyı iki katına çıkardı.

 

Sızan kanı hissediyordum ama asla gözümü açamıyordum. Seslerden zar zor anladığım kadarıyla Mahir başımın dibine gelince zor da olsa gözlerimi araladım.

 

Orada durmuş bana bakıyordu. Hiç tepki vermeden beni izliyor ve kafamdan akan kana bakıyordu. Yavaş yavaş gözüm kapanırken Mahir'in kemerine takılı olan silahı aldım. Silahı ona doğrultunca Mahir hemen elini uzattı ve izin vermedi.

 

"Mahir bırak doğru düzgün görüp hedef alamıyor zaten. Bırak içini rahatlatsın."

 

Mahir de kurşunun o adamı delmeyeceğini düşünmüş olacak ki geri çekildi. Evet, bunu bilerek yapıyordum çünkü hedefte o yoktu. Gözüm kapanmadan önce tetiğe bastım. Yer açılıp o adam aşağı düşerken odada çok kez yankılanan ses ile gözlerimi kapattım.

 

***

 

Başımdaki ağrı ve gözümdeki ağırlıkla uyandığım zaman ne olduğuna anlam veremedim. Daha gözümü açmadan gözüme vuran ışık ile rahatsız olmuştum. İlk denememde gözlerimi açamadım ama ikincisinde açınca yoğun ışıktan gözlerimi tekrar kapatmak zorunda kaldım.

 

Başımdaki ağrı kendini ara ara yoğun bir sızıyla belli ederken yavaş yavaş yaşadığım her şey aklıma geliyordu. En son o koca adamla kavga ederken beni ittikten sonra kafamı çarpmıştım ve yerdeki o düzeneği çalıştırmıştım. Şu an başımdaki ağrı hiç önemli değil çünkü ben o adamı o çukura düşürmeyi başardım. O koca devi tek hareketle devirmek herkesin harcı değildi.

 

Gözlerimi açıp etrafa baktığım zaman Halil'in evindeki odamda olduğumu gördüm. Camdan dışarıya baktığım zaman etraf karanlıktı. Sanırım yaklaşık beş saattir baygınım. Üzerimde benim olan bir tişört var ama bu dövüş esnasında çıkardığım tişört değil. Neyse onu herhangi biri halletmiştir de Allah'tan eşofmanım kendi giydiğimdi. Yoksa kıyameti koparırdım.

 

Beş dakika sonra odanın kapısı açılıp Mahir içeriye girdiğinde uyandığımı görüp gülerek içeriye girdi. Neden güldüğünü anlamasam da o tebessüm edince ben de ettim. Nedense kendisi çok fazla gülmiyor ama insanları çok fazla güldürüyordu.

 

Gelip başımda durduğu zaman ilk önce kafamdaki sargıyı kontrol etti. Kanamadığına kanaat getirdikten sonra tekrar benimle göz teması kurdu.

 

"Echer iyi misin? Nasıl hissediyorsun kendini?"

 

Sanırım şu an hissettiğim tek şey yalnızlık. Daha beş gün olmadan kaçırıldığım yerde kafamı yardım. Nasıl hissedebilirim ki?

Zaten annem ölmüş, babam beni önemsemiyor, üvey abim beni tanımadığım insanlara satmış... Yalnızım işte...

 

"Başım çok fena ağrıyor, göz kapaklarım çok ağır açamıyorum, her tarafım ağrıyor...

O kavgayı o adamla kim etseydi şu an belki de benden on kat daha kötü bir durumdaydı."

 

" Yalnız yenge hanım o adam en güçlü adamımızdır, yani onu yenmek o kadar kolay değildir. Hatta bir ilke imza atmış bile olabilirsin. Aramızda kalsın, ben bile arada ona yeniliyorum."

 

Kollarımı kaldırıp kaslarımı ona gösterince ikimiz gülmeye başladık.

 

"He, gördüm. Şov yapıp tişörtünü çıkarınca az da olsa kaslarını gözümüze soktun. Neyse onu boşver iyi hissetmiyorsan hastaneye gidelim."

 

"Mahir benim mesleğim ne?"

 

Bir de salak gibi düşünüyormuş gibi yaptı.

 

"Cerrahsın."

 

"Başımdaki ağrı çarpmadan dolayı. Vücudum ise kavgadan... Normal şeyler yani. Ben diyorsam öyledir."

 

"He he cerrrraaaam."

 

Başımdaki sargıyla gülmek çok zor. Kafamı hareket ettirdiğim an acıyor ve yüksek ihtimal dikiş atıldığı için de fazla oynamamak lazım. Halbuki benim en sevdiğim şey yara kaldırmak ve o yarayı temizlemek.

"Mahir, Halil'in haberi var mı? Ama olmasın çünkü onun derdini çekemem."

 

"Yok yok. Halil bir şey bilmiyor ama sonuçta yanına gelecek. Başındaki sargıyı görünce ne diyeceksin? "

 

Doğru söylüyor. Ben istemesem bile o gelip benim odama giriyor. Gelip görürse bunun için bir hafta beni darlayabilir. Bir şey yapıp onun bu odaya gelmesine engel olmak lazım ama nasıl?

Bir şekilde ona bir yalan söyleyip kandırsam...

 

Mahir'e söylesem bu kadarına izin vereceğini sanmıyorum. Tamam adam iyi, beni koruyor ama abi dediği ve onu bu kadar seven bir adama ihanet etmez. Bu yüzden başka bir şey bulup onu bu evden uzaklaştırmam gerek.

 

"Yanıma gelmemesi lazım. Yani gelmesin. Oyala onu, bir şey yap. Zaten ne diye bir kızın odasına izinsiz giriyorsa? Eve gelince onu bu odadan uzak tutacak bir şey yap. Madem senin seçtiğin adam beni bu hale getirdi, ne yapacağını da sen düşüneceksin Mahir."

 

"Eğitim için yaptım ben. Sen korkunu yen diye...

Nankörsün işte. Bir insan en fazla bu kadar nankör olur. Bir günde bütün korkunu yendin işte daha ne istiyorsun? Adamlarımızdan en güçlü olanı tek seferde devirdin."

 

E yani şimdi doğruya doğru. Tek kurşunla o adamı o delikten içeri soktum. Şu an içimden cadı kahkahası atsam da dışımdan bunu belli edemiyorum. Kendimle gurur duyuyorum.

 

"Hakikaten, ne oldu o adama?"

 

Bayılmadan önce gördüğüm son şey açılan zeminden yere düştüğüydü. Başka bir şey hatırlamıyorum.

 

"Vuruldu."

 

"Ne? Vallaha ben vurmadım."

 

Ne vurulması? Ben onu vurmadığıma göre kim vurmuş olabilir ki?

 

Belki de...

 

Ama ben onu öylesine sıktım. Eğer benim sıktığım kurşun duvardan sekip onu yaraladıysa kesinlikle keskin nişancı olmalıyım. Evet isteğim o yöndeydi ama asla olacağını düşünmedim. O bana hedefi doğru düzgün alamıyor deyince sinirlendiğim için böyle bir şey denedim ve olmuş sanırım.

 

"Tam da sen vurdun hanımefendi. Kurşun duvardan sekip boşluğuna saplanmış. Kurşunu çıkardılar ama şimdi uyutuyorlar. Çünkü uyutmasalar o yaraya rağmen asla durmaz."

 

Ben...

Genel cerrah Echer Tanrıkulu...

Doktor.

İnsanları sağlığına kavuşturmaya yemin etmiş devlet memuru...

Ben bir insana sırf bir anlık hırs uğruna zarar vermiştim.

Evet, hiç ummadım zarar geleceğini ama o planı yaparken bunu hesaba katmıştım.

 

"Mahir ben mesleğime ihanet ettim."

 

Gözlerim dolmuş bir şekilde yaptığım hatanın nelere sebep olacağını düşündüm. Ben artık doktorluk falan yapamazdım.

 

"Abartma Echer, tamamen nefsi müdafaa ile yaptın her şeyi. Canın tehlikedeydi o yüzden yaptın, hiçbir şey yokken yapmadın ya."

 

Aslında o da haklıydı.

 

"Bak ben şimdi çıkıyorum, bu gece Halil'in odaya gelmesine engel olacağım. Rahat rahat uyu, dinlen. Bu konuyu da kapat. Eğitim bu, sen yapmasan o yapacaktı. Hadi iyi geceler."

 

"İyi geceler." cevabını aldıktan sonra odadan çıktı.

 

Yorgunlukla kafamı yastığa koydum ve şu an yanımda olan annemin tek fotoğrafını elime aldım. Küçük bir fotoğraftı. Diğerlerini evde saklamıştım. Fotoğrafı çaresizce öperken onun yanımda olmasını ya da onun yanında olmayı istedim. Ne kokusu ne sesi vardı hafızamda.

 

Telefonumu alıp onun fotoğrafını çektim ve duvar kağıdına annemin resmini koydum. Bu şekilde telefonu her açtığımda onu görecektim. Her gece bu fotoğrafa bakarsam eskiyip yıpranabilirdi. Bu yüzden telefondan baksam daha iyi olacaktı.

 

Ona son kez bakıp telefonu kapattım ve başımı yastığa koyup gözlerimi kapattım. Dakikalar sonra kapı çalındığında ise Halil olmasın diye dua ettim.

 

"Echer müsait misin?"

 

"Evet Mahir, gel."

 

Kapıyı açıp odaya girdi ve elindeki takma saç ile yanıma doğru yürüdü.

 

Başımı yastıktan kaldırıp saçıma bir şeyler yaptı ama ne olduğunu bilmeden yorgunlukla uykuya dalmıştım.

 

Sabah uyandığımda ise henüz dünün eşofmanı ve bütün teri üzerimde olduğu için banyoya girdim. Başıma su gelmemesine dikkat ederek vücudumu yıkadım ve saçımdaki bandajı açtım.

 

Bu şekilde daha rahat ve dinç hissediyordum. Üzerime yine gri bir Eşofman ve aynı renk tişört giyip aşağı, geniş demeye utandığım salona geldiğim zaman Halil yoktu ama Mahir koltukta uzanmış birkaç belge kontrol ediyordu.

 

Demekki saat daha erkendi

 

"Ne yapıyorsun onlarla?"

 

Kafasını çevirip bakma zahmetinde bile bulunmadı.

 

"Üç gün sonraki toplantıda takas edilecek malların listesi. Sorun var mı diye kontrol ediyorum."

 

Daha fazla yanına yaklaştım.

 

"Halil de bu takas edilecek malların içinde mi?"

 

Kaşlarını kaldırarak bana döndü.

 

"Adı orada yazıyor ya?"

 

"O mesafeden burayı gördüysen helal olsun ama Halil, ona mal dediğini duyarsa helal değil yazık olacak gibi."

 

Alt tarafı şaka yaptım!

 

"Öf! Abartma tamam. Altı üstü bir şaka yaptık."

 

O belgeleri kontrol ederken ben de mutfağa gidip bir bardak soğuk su içtim. Bardağı bırakıp arkamı dönecekken pencerede gördüğüm karartı ile tekrar önüme döndüm ama hiçbir şey yoktu.

 

Daha etraf tam aydınlanmamışken çıkıp bahçeye baksam da bir şey görmeyecektim. Mahir'e de söylesem inanmayacaktı.

 

Bahçeye açılan pencereye doğru iki adım attım. Bu cesaret nereden geliyor bilmiyorum ama korkmuyordum. Tam karartıyı gördüğüm yere gidecektim ki arkamda hissettiğim bedenle olduğum yerde durdum.

 

Arkamda hissettiğim bedene aniden dönüp baktığımda Halil'i karşımda gördüm. Ne ara uyanıp buraya geldi bilmiyorum ama uzun boyuyla karşımda durup beni süzmesi hiç hoşuma gitmedi.

 

"Neyin var?"

 

Tok sesiyle sorduğu soruya verecek bir cevabım vardı ama az önce bahçede gördüğüm karartıyı ona söyleyip söylememek arasında gidip geliyordum.

 

"Bir şeyim yok."

 

Başım ağrımasa daha iyi olacağım.

 

Vücudumu yıkarken bandajı çıkardığımda fark ettim ki dikiş atılan yerde kesilen saçlarımın yerine takma saç takılmıştı. Mahir bunu nasıl akıl etti bilmiyorum ama Halil'in görmemesi için iyi bir çözümdü.

 

"Dün erken uyumuşsun, Mahir çok yorulduğunu söyledi. İstersen bugün dinlen."

 

Dolaptan bir bardak meyve suyu alıp içmeye başladı.

 

"Gerek yok."

 

Kaşlarını çatıp beni tekrar süzdü. Sanki bir şeyler arıyordu.

 

"Neden somurtuyorsun ve her zamanki gibi konuşmuyorsun."

 

Daha dün bana sen benim esirimsin, sana verdiğim süre kısalıyor, o dilini kısa tut ki o süre biraz daha kısalmasın diyordu. Bugün niye konuşmuyorsun diyor...

 

"Sürem daha fazla kısalmasın diye dilimi kısa tutuyorum. Hem esirinle böyle ilgilenmen hiç normal değil."

 

Konuşurken aynı zamanda mutfaktan çıkıyordum. O karartıyı söylememeye karar verdim. Herhangi bir koruma, hatta hayvan bile olabilir.

 

Tekrar salona geçip Mahir'in yanına gidince arkamdan o da geldi. Mahir elindeki belgeleri masaya bırakıp bize döndüğü zaman Halil'i gördüğüne az da olsa şaşırdı.

 

"Aferin güzelim, çabuk alışıyorsun. Yalnız ben sana soru sorduğum zaman dilini kısa tutma."

 

Henüz oturmamıştım. Elimdeki telefonun ekranını açıp saate baktığım zaman altıya geldiğini gördüm. Dün bu saatlerde evden çıkmaya hazırlanıyorduk. Bugün neden çıkmıyoruz?

 

Halil arkamdan yaklaşıp elini belime sarınca Mahir kafasını diğer tarafa çevirdi.

Ben yerimden rahatsızca kıpırdarken Halil gözleriyle beni olduğum yerde durduruyordu. Beni bırakmasını istiyordum ama bakışları yüzünden bunu dile dökemiyordum.

 

"Ben o kadar aklımda tutamıyorum ya! Ya konuşacağım ya da susacağım ortası yok."

 

Beyimizin keyfine göre konuşup susuyoruz.

 

Beni kendine çevirip tekrar elini belime sardı. Diğer elini ise saçlarıma bıraktı. Tam yaralı olan yere bırakmıştı ve canım fazlasıyla yanıyordu. Bunu belli etmemek de oldukça zordu.

 

"İstersen unutmaman için her konuşmandan sonra seni öpebilirim."

 

Salonda yükselen öksürük sesi ile utançtan gebermeyi diledim.

 

Mahir bunu da on sene söyler.

 

"Mahir, çıkmak için neyi bekliyorsun?"

 

Mahir gözlerini koca koca açıp bize bakarken ben az önce arkasını dönen adamın ne ara bize döndüğünü düşünüyordum. Meraklı adam.

 

Şu an utandığım da başka bir gerçek.

 

"Abi eğitime gideceğiz ya, yengeyi bekliyorum."

 

"Sen çık biz birazdan geliyoruz."

 

Mahir istemeye istemeye oturduğu yerden kalkarken ben olduğum yerde neden Halil'in kollarının arasında olduğumu sorguluyordum. Ve biz neden Mahir'den sonra gidiyoruz?

 

Mahir vay anasını diye diye odadan çıktıktan sonra belimde olan kolunu daha çok sıkıp beni tekrar kendine çevirdi. Mavi gözlerindeki ateş beni korkutuyordu.

 

"Mahir ne yapıyor-"

Sözümü kesen şey aniden dudaklarımla birleştirdiği dudakları oldu. Benim kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atarken o sadece dudaklarını dudaklarımın üstünde tutuyordu.

 

Belimdeki eli daha da sıkılaşınca dudakları da yavaş yavaş oynamaya başladı ama ben hâlâ şoktan tepki veremiyordum.

 

"Karşılık ver!"

 

Koyulaşan gözlerine eş bir ses tonuyla konuşmuş ve beni kendime getirmişti. Vücudu vücuduma değerken aklımı burada tutmak oldukça zordu.

 

Kalbimin atışlarını duyuyordum, göğsüm hızla kalkıp inerken dudaklarımı istila eden dudakları daha da hızlandı.

 

"Karşılık ver."

 

"Halil hayır."

 

Onu göğsünden geri ittim ama beni duyuyor gibi değildi. Elinin başıma olan baskısı artarken canımın acısından ne yapacağımı bilmiyordum.

 

"Halil istemiyorum." diyip yüzüne sert bir tokat attım. Bu gerçekten kendimi korumak içindi.

 

Durdu ve yüzüme bakmaya başladı. Söylediğim şeyi kavrayınca ise yüzü sinirli bir hal aldı. Ona attığım tokattan sonra sakin kalmasını beklemiyordum zaten.

 

Ama birden durdu, benden uzaklaştı...

 

Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra saçımı tuttuğu eline baktı.

 

Allah kahretsin! Kanamıştı.

 

Dikişler patlamış.

 

"Bu ne?"

 

Elindeki kana sanki canlı bir varlıkmış ve öldürecekmiş gibi bakıyordu. Canımın acısına bu kadar tepki vereceğini düşünmemiştim.

 

"Hangi amına koyduğumun evladı yaptı lan bunu?"

 

Bağırması ile Mahir içeri gelip biraz uzağımızda durdu ama küfür ettiğinj anlamıştım.

 

Mahir, o adam her kimse git de ki anası öpüldü.

 

"Sakin ol. Dün gece dolaba çarptım bir şey yok."

 

Buna inanmalıydı çünkü yalan söylediğimi anlarsa hiç iyi olmazdı.

 

"Nasıl bir dolap lan bu? Başın kanıyor Echer, nasıl bir dolap bu?"

 

Gözleri sinirden açılmış benden kanımın hesabını soruyordu. Gerçekten beni bu kadar düşünüyor muydu?

 

"Odamdaki dolap... Çok bir şey yok sadece küçük bir yara. Kabuk tutmuştu ama sanırım az önce çok bastırdığın için kabuğu kalktı. Lütfen, korkuyorum."

 

Korkmuyorum ama bu onu durduracaksa öyle davranabilirim.

 

Anında yüzündeki sinirli ifade geçerken arkama geçip başıma bakmak istedi ama izin vermedim.

 

"Dur bakacağım."

 

O bölgede takma saç olduğu için yara bile göremeyecek ve yalan söylediğimi anlayacaktı.

 

"Hayır, küçük bir şey zaten. Elin değince acıyabilir. Zaten acısı geçti bakmasan da olur."

 

İkna olmuyor ve hâlâ arkama geçip bulmaya çalışıyordu.

 

Ben de en sonunda Mahir'in arkasına saklandım.

 

"Ulan çık demedim mi sana?"

 

"Abi, bir şey yok diyor. Canını yakabilirsin. Hem ciddi bir şey olsa ayakta duramazdı."

 

Tabii kimse biraz daha ayakta durursam şuraya yığılacağımı bilmiyordu.

 

"Echer buraya gel!"

 

"Gelmem ki, vallaha gelmem."

 

Geri geri gidip dış kapıya doğru ilerledim.

 

"Ay yoruldum ben, arabaya geçiyorum."

 

Adeta koşarak arabaya yetişip korumaların açtığı kapıdan içeriye geçtim. Mahir de hemen arkamdan gelmişti ama o hâlâ olduğu yerde durup benim bu çocukça hareketime bakıyordu.

 

"Ah Echer Abir Tanrıkulu ah!"

 

Abir soyadını kullanmadığımı bilmiyor sanırım.

 

"Abir yok! Echer Tanrıkulu"

 

"Echer sabrımı sınıyorsun güzelim. Önünde sonunda o yaraya bakacağımı biliyorsun."

 

Asla vazgeçmeyeceğini biliyorum çünkü bazen gerçekten benimle ilgileniyor gibi davranıyor. Bazen ise o kadar sert oluyor ki Alkın Abir onun yanında melek gibi kalıyor.

 

Olduğu yerden arabaya doğru ağır adımlarla yürürken, geldiği gibi yine başıma bakmak isteyeceğini biliyorum. Etrafıma göz gezdirip yapabileceğim bir şeyler düşünmeye başladım ama VIP aracın içinde koltuk, puf ve tabletlerden başka bir şey yoktu.

 

Halil araca yaklaşırken son çare camın kenarına kafamı sert bir şekilde çarptım. Zaten patlayan dikişlerimden daha fazla kan aktığını hissediyordum.

 

Mahir şaşkınlıkla bana bakarken aynı zamanda kan akan yere saçımı örtüp birkaç dakikalığına görünmesini engelledi.

 

"Psikopat manyak, ne diye vücuduna zarar veriyorsun?"

 

Kafamı çarptığım yere elimi koyunca hafif bir acı ve yanma hissi oluştu. Elimi kaldırıp bakınca ise parmaklarıma bulaşan kan ile amacıma ulaşmıştım.

 

"Sus Mahir! Bunların hepsi senin yüzünden. Senin de kafanı kuracağım."

 

Halil araca binip direkt yanımdaki boş koltuğa oturdu.

Zaten araçta dört tane koltuk vardı. Ben ve Halil'in koltukları birleşikti ama karşımızdaki iki koltuğun arasında orta boyutlu bir masa vardı. Hayatımda ilk defa bu kadar lüks bir arabaya binmiyorum ama yine de çok güzel bir arabaydı.

 

Benden asla izin almadan elini başıma götürünce, ona az önce cama çarptığım yeri gösterdim.

 

"Kanıyor ama fazla derin bir yara değil. Canın acıyor mu güzelim? İstersen bugün evde kalabiliriz. Rahat hissediyor musun?"

 

Sanki ben onunla tek başıma kalmak istiyormuşum gibi kalabiliriz diyordu.

 

"Rahatım yerinde ve hayır, bugün de geleceğim. Sadece şu koltuğu biraz daha yatırabilir misin?"

 

Başımın üzerine bir öpücük kondurup koltuğu hafif yatırmıştı. Birkaç dakika beni izlediğini gözüm kapalı olsa da hissediyordum. Az önce yaşanan şeyden dolayı yanaklarım kızarmasa iyidir.

 

Allah'tan tokatı unutmuştu.

 

Dakikalar sonra geri çekilince içimden şükürler sıraladım. Yoksa az sonra koltuğa akacak kan ile bakışmak durumunda kalacaktı.

 

Mahir yandan elime bir bez parçası sıkıştırınca alıp dikişin patladığı yere koydum. Zaten daha fazla kan kaybetmemek için yapmıştım.

 

Gözümü kapatsam bayılacağımı biliyorum ama açsam da az önce dudak dudağa olduğum Halil'i görecektim. Bu nasıl bir hal ya rabbi!

 

Tavan yok tabii Echer, sen bahane bulmaya devam et!

 

"Echer, kafanı kaldır pansuman yapacağım."

 

Gözlerimi açmaya bile mecamelim yok, üstelik kafamı kaldırdığım an bez parçası kana bulanmış bir şekilde gözlerinin önünde olacak. Mahir de karşı koltukta oturduğu için ondan yardım isteyemem.

 

"Hayır ben pansumandan korkuyorum. Zaten kendin dedin küçük bir yara diye."

 

"Abi zaten küçük bir yara olduğunu söyledin. Bırak kalsın. Sonra canı yanarsa ona pansuman yaparız."

 

Mahir de götü tutuştuğu için beni savunuyordu. Eğer benim bu halimden onun sorumlu olduğunu bilseydi Mahir'e yapmadığı kalmazdı.

 

Halil bir türlü başımdan gitmeyip inatla pansuman yapacağını söylerken hızır gibi yetişen bir adam beni bu durumdan kurtardı.

 

"Halil Bey, Ahlas Dehri üç gün sonraki toplantıda takas edilecek malların belgesini görmek istedi. Onları mail olarak göndermemizi istedi. Gelip raporu son bir kez kontrol etmelisiniz."

 

Mahirle birkaç saniye göz göze geldikten sonra tekrar gözlerimi kapattım. Artık dayanacak durumda değil gibiydim. Halil bir an önce giderse çok iyi olacaktı.

 

"Mahir, Echer sana emanet koçum. Eğer bir terslik sezersen eğitimi bırakıp hastaneye gidiyorsun ve hemen beni arıyorsun."

 

Bu kadar önemli olan neydi bilmiyorum ama Ahlas Dehri'nin kim olduğunu çok merak etmeye başlamıştım. Bu kadar sinirlenecek ne yapmış olabilirdi ki?

 

"Olur abi."

 

Ve Mahir'in bu cümlesinin devamını duymamıştım.

 

***

 

Başımdaki şiddetli ağrı ile uyandığımda ilk birkaç saniye gözlerimi açamadım. Sonra ise etrafta duyduğum sesler ile açmak için direnmedim.

 

"Sen yanlış kişiyi tercih ettin aptal kadın. Hedefimdeki adamın sevgilisi olman maalesef başına iş açacak. Halil'in canını aldığım gün senin de canını alacağım."

 

Duyduğum sesler yüzünden çaktırmadan gözlerimi araladığımda doktor demeye bin şahit bir adamın seruma ilaç kattığını gördüm. Bu cüsse bir yerden tanıdık geliyordu ama ne gözlerim ne de şuurum henüz tamamen açılmadığı için beynimi zorlayamıyordum.

 

İlaca zar zor baktığımda etkisi en yüksek, fazla verildiğinde vücutta bir sürü hasar bırakacak bir ilaç olduğunu görünce gözlerim şokla açıldı. Ama o adam hepsini seruma bırakmadan iğneyi geri çıkardı.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

Sesim pürüzlü çıkarken o bana hiç cevap vermeden çıktı. Yüzünü görmemiştim zaten.

 

Bu kadar iri ve heybetli bir adamın doktor olma ihtimali hiç denecek kadar azdı. O adam kesinlikle doktor değildi. Zaten konuşmalarından Halil'in düşmanı olduğunu anlıyordum.

 

İlacın etkisi ile tekrar gözlerim kapanınca yüksek dozdan ölüp kurtulmayı diledim. Umarım öyle olurdu.

 

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

 

Emeğimin karşılığını veren herkes, emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💙 💜

 

Buraya bir emoji alabilir miyim(destek yorumu)

 

Sizce Echer'in gördüğü o karartı kimdi?

 

Sizce ona ilacı veren kimdi?

 

Kitap hakkında düşünce ve yorumlarınızı alabilir miyim.

 

Bir sonraki bölümde görüşürüz. Kendinize iyi bakın :⁠-⁠)

 

 

 

Loading...
0%