Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@aycakayca1

Üçüncü bölümle buradayım.

Bugünki emojiyi soluk bir gül bırakarak başlayabiliriz.

Keyifli okumalar.

 

Dört günde hayatımda yaşamadığım kadar aksiyon yaşamış, en sonda yüzünü bile görmediğim bir adamın, beni tehdit ettikten sonra serumuma tehlikeli bir ilaç kattığını gördükten sonra kendimden geçmiştim. Şimdi ise Davas'ın evindeki odada Mahir'e bir adam gördüğümü kanıtlamaya çalışıyordum.

 

"Dediğim gibi ya yanlış görmüşsün ya da rüya görmüşsün. Çünkü bunun ihtimali yok."

 

Kendinden emin bir şekilde gördüklerimin bir hayalden ibaret olduğunu söylüyordu. Kendi himayesinde, gözetiminde olan bir kadının böyle bir şeyi yaşayabileceğine ihtimal dahi vermiyordu fakat o ne söylerse söylesin gördüklerimin ve duyduklarımın hayal olmadığını bilecek kadar bilincim yerindeydi.

 

"Ya sen aptal mısın? Sana adam oradaydı diyorum neden anlamıyorsun? Tıpkı patronun gibi kalın kafalı adamın tekisin işte. Senden koruma falan olmaz, bu işi yapacak kadar beyin yok sende."

 

Gördüklerimin hayal olduğuna kendini o kadar inandırmıştı ki söylediğim hiçbir şey o kalın kafasından geçmiyordu. Konuştuğum her dakika kafam daha fazla ağrıdığı için konuyu uzatmamayı seçtim. Eğer ortada beni öldürmek isteyen bir adam varsa buyursun gelsin. Biz de boş insanlar değiliz.

 

Dikişlerim yenilenmiş ve ağrı kesici ilaç verildiği için daha iyiydim ama ilacın etkisi geçince ne olacağını çok iyi biliyordum.

 

"Echer, kafanı böyle şeylerle yorma. Zaten bir günümüz boşuna gitti, ne eğitim yapabildik ne de doğru dürüst dinlendin. Bir saate kadar Halil burada olur ve bugün odana girmesini asla engelleyemem. Bu yüzden toparlanmaya bak. "

 

Bir yandan haklıydı, eğer beni öldürmek isteyen bir adam varsa bile kendimi ancak eğitimlerimi tamamlayarak koruyabilirdim. İki gün sonraki toplantıya kadar, ki bu toplantının içeriğinin ne olduğunu asla bilmiyordum.

 

"Ben aslında hiçbir şey yapmak zorunda değilim biliyorsun değil mi? Daha ne olduklarını bilmediğim sizler tarafından kaçırıldım, yetmedi manyağın biri zorla kendini bana sevdirmeye çalışıyor, o da yetmedi ne için olduğunu bile bilmediğim bir şey yüzünden salak gibi eğitime tabii tutuluyorum, iki gün sonra yine bilmediğim bir toplantıya katılacağım ve ben hâlâ göt gibi durup hiçbir şey olmamış gibi davranıyorum. Söylesene beni buna mecbur eden şey nedir? Hiçbir şey yapmak zorunda değilim!"

 

"Baban!"dedi odada duyulan tanıdık ses, sesler. Halil erken gelmiş, yetmemiş bir de beni dinlemişti. Uzun zamandır burada olmadığına eminim. Sanırım ben bağırırken gelmiş olmalıydı.

 

"Ve abin."diye ekledi Mahir.

 

"Mecbursun çünkü para karşılığı bize verildin. İstediğimiz her şeyi yapacaksın. İşi tehlike olan bir adamla hayatını geçireceğin için de o eğitimleri almaya mecbursun."

 

Mahir bütün gerçekleri yüzüme vururken Halil onu odadan gönderince bunların daha hiçbir şey olduğunu anladım. Sabah giydikleri üzerinde değildi. Kumral saçı alnına dökülmüş, mavi gözleriyle katillerden farksız bakıyordu gözüne sıçtığımın katil suratlısı.

 

Bir seksen sekiz olduğunu tahmin ettiğim boyu ile bana doğru ağır adımlarla geliyordu.

 

Dengemi kaybetmemeye özen göstererek ayağı kalktım. Halil üzerime doğru sert adımlarla ama yavaş yavaş gelip önümde durdu. Bir adım dahi geri gitmedim. Ben başımdaki yaraya sebep olan goril iriliğinde bir adamın karşısında durmuştum, onun karşısında da dururdum. Sanırım bir şeyleri çabuk öğreniyordum çünkü korku diye bir şey yoktu.

 

"Echer Tanrıkulu, neden buraya geldiğini unutmuş olabilirsin ama ben seve seve hatırlatabilirim."

 

Daha çok dibime girip elini saçıma uzattı. Yine başımdaki dikişleri patlatmasa iyiydi.

 

"Mesela babanın borçları yüzünden abinin seni bana sattığını ve ölmemek için beni seveceğine dair söz verdiğini, bu yüzden de ben ne dersem onu yapmak zorunda olduğunu ve seveceğin adam bazen gizli görevlere çıkacak kadar tehlikeli olduğu için eğitimli olmak zorunda olduğunu..."

 

Bunca söylediği şeyden aklımda kalan tek şey gizli görevdi. Polis ya da asker olma ihtimali var mıydı? Ya da ajan, belki de dedektif...

 

Artık işler iyice karışıyordu. Bir an önce buradan kurtulmak için bir şeyler öğrenip dedeme haber vermek zorundaydım. Dara Bey sanki inadına yapıyormuş gibi bu günlerde beni asla aramıyordu.

 

"Şimdi anladın mı neden mecbur olduğunu?"

 

Gözlerimin içine sert bir ifade ile bakarken başımı olumlu anlamda salladım. Fakat içimde bir yerlerde o cesareti hissediyordum. Kesinlikle o eğitimi tamamlayıp daha güçlü bir kadın olacaktım.

 

Silah mevzusu bitmişti, neredeyse bütün silahları kullanabiliyordum. Fakat bir ara keskin nişancı silahı da kullanacaktım. Ne kadar şey bilirsen o kadar iyiydi.

 

Mahir'in en zeki ve en güçlü adamlarından da eğitim almıştım. Üstelik iyi dövüşmüştüm. Dövüş eğitimini de tamamlayınca geriye dikkat ve odak eğitimi girecekti herhalde.

 

"Aferin sana uslu kız."

 

Anandır uslu, piç!

 

Saçımdaki elini belime indirip beni kendine çekti. Gözündeki o sert ifade yerini merhamete bırakınca dudaklarını saçıma bastırdı.

 

"Neden iki gündür odaya erken geliyorsun, çok mu zorlanıyorsun."

 

Bayıldığımı ve bugün eğitim görmediğimi bilmiyordu. Gün içinde birkaç kere telefonumu çaldırmış fakat açmamıştım. Bahane olarak da telefonumu evde unuttuğumu söylemiştim.

 

Kollarının arasından çıktım ve birkaç adım ondan uzağa gittim.

 

"Evet, yorgunluktan. Bir de sabahları camış gibi uyandırılınca..."

 

"Sabrımı zorluyorsun Echer! Benimle konuşurken kelimelerine dikkat et! Bir daha seni bu konuda uyarmayacağım."

 

Sessiz ama tok ses tonu ile konuşup beni bu konuda ikinci kere tehdit ettikten sonra elimi tutup beni yatağa oturttu.

 

"Başındaki yaraya bakacağım güzelim."

 

Bu ilgili halleri aklımı daha çok bulandırıyordu. Babamın bile bana vermediği ilgiyi verip sonrasında en ufak şeyde bağırıp çağırınca sağlık sorunlarının olduğunu düşünmeden edemiyordum.

 

"Merhem sürdüm ben aslında, artık o kadar çok ağrımıyor."

 

Pencereye çarptığım yeri kontrol ettikten sonra saçıma bir öpücük kondurup ayağı kalktı.

 

"Dinlen güzelim, silah eğitimi almak zor. Dinlen ve en iyi şekilde silah kullanmaya bak."

 

Benim iki günde silah eğitimini bitirip dövüş eğitimine geçtiğimi bilmiyordu.

 

Sözlerini bitirip odadan çıktıktan sonra telefonumu elime alıp annemin fotoğrafını açıp, yetmese de ona olan özlemimi giderdikten sonra gözlerimi kapattım. Ağrı kesicinin etkisi geçmeden uyumam gerekiyordu.

 

***

 

Yavaş yavaş başımın arkasında hissettiğim sızı ile gözlerimi açtım. Yataktan doğrulup sırtımı başlığa yaslayarak oturur konuma geldim.

Yine, yeniden başımdaki ağrı ile uyanmıştım. Zaten ilacın etkisinin geçeceğini ve gece beynimin ırzına geçileceğini biliyordum.

 

İlaç içip en kısa sürede uyumam ve sabaha dinç bir şekilde hazır olmam gerekiyordu. Mahir'in benim için komodine bıraktığı hap ve suyu aldım ama su biraz fazla sıcaktı. Hem karnım da acıkmıştı.

 

Yaşadığım şeyler yüzünden doğru düzgün yemek yemiyordum, bir de üstüne bu kan kaybı eklenince zayıf düşmem ve acıkmam normaldi.

 

İlacımı yanıma alıp iki kat indikten sonra mutfağa ulaştım. Ev o kadar büyüktü ki mutfağa yetişmek bir asır gibi gelmişti.

İlacı aç karna içmemek için dolaba girip birkaç parça bir şey yedim. Salam, peynir, zeytin ve salatalıktan biraz yiyip bardağıma su doldurup dolabı kapattım.

 

O esnada yine aynı yerden geçen gölge ile oraya kilitlendim. Mutfaktan bahçeye açılan kapının önünden yine aynı şekilde bir cisim geçmişti. Asla düşünmeden kapıya doğru gittim. Korumalar biraz uzaktaydı ama yine de buradan geçen birisi varsa görmemeleri imkansızdı.

 

Kapıdan dışarıya kafamı çıkararak baktığım esnada evin dış duvarına yaslanan bir karartı gördüm. Yönü duvara doğruydu ve bu kesinlikle bir insandı. Duvara falan işiyor olabilir miydi, köpek misali...

 

"Echer bir sıkıntı mı var?"

 

Ödüm an itibari ile namüsait bir yerlerime kaçmış olabilirdi.

 

"Lan Mahir! Yavaş gelmek ne demek bilmiyor musun sen? Dalağımı bıraktım buraya, safra kesem koptu ya!"

 

Orada gerçekten biri varsa ve ben halisünasyon görmüyorsam diye fısıldayarak konuşuyordum fakat Mahir bir taraflarında mikrofon varmış gibi konuşuyordu. Zaten neden buradaysa?

Benim uyandığım bir saatte illa birileri de uyanık olmak zorunda çünkü değil mi?

 

"İlacın etkisi mi geçti , canın mı acıyor? Niye fısır fısır konuşuyorsun sen?"

 

Bana uyarak o da sesini kısmıştı ama asla fısıldamaya yanaşmıyordu.

 

"Bahçede biri var."

 

Az önce odada söylediği şeyler ne kadar doğru olsa da kırıcı şeylerdi ama bu durumda bunları konuşmanın zamanı değildi.

 

Cümlenin devamını beklemeden beni yanına çekip mutfağın ışığını kapattı ve kafasını mutfak kapısından dışarıya çıkardı. Sanki uzun süredir böyle bir an bekliyormuş gibi tedbirli ve kontrollü davranıyordu. Eli hemen kapının yanında duran yüksekteki dolabın üstüne uzanıp oradan bir silah çıkardı. Böyle durumlara hazırlık yapmış olmalıydı.

 

Ben ise başımın ağrısı arttığı için elimdeki ilacı kaşla göz arasında yuttum. Mahir ise hâlâ orayı gözetliyordu.

 

"Ee ne yapıyor, işiyor mu?"

 

Aklım hâlâ aynı sorudaydı.

 

"He Echer, adam evi suluyor. Tövbe estağfurullah."

 

Merakımdan dolayı ben de yanına geçip kafamı kapıdan dışarı çıkarmak istedim fakat karanlıkta bana dönüp sonuna kadar açılmış gözleriyle sinirli sinirli bakınca iki adım geri attım. Sadece akı görünen gözleri karanlıkta korkutucu duruyordu.

 

"Hele hele gözlere bak, kurbağadan evrilmiş mübarek."

 

"Kızım sen iyice kafayı mı yedin, kimse yok orada. Ne adamı ne işemesi? İki gündür olmayan şeyler görüyorsun, kafayı yemişsin sen."

 

"Asıl sen kör olmuşsun, git hastanenin kamera kayıtlarına bak, evin kamera kayıtlarına bak görürsün."

 

Uzanıp ışığı açtım ve silüeti gördüğüm duvara tekrar baktım. Mahir'in dediği gibi orada Kinder yoktu.

 

"Bakmadım mı sanıyorsun. Yok, hiçbir kayıtta odana gelen birileri yok."dedi. Bağırmak istiyor ama zor duruyor gibi. "Bak gece gece yanlış görmüş olabilirsin. Git uyu, iki üç saate uyanacağız zaten. İyi dinlen, aklını başına topla."

 

O istediği kadar benim kafayı yediğimi söyleyebilirdi ama kamerada görünmese bile orada birilerini gördüğüme emindim ve doktor raporu olmadığı sürece deli olduğuma kanaat getirmezdim.

 

Ona arkamı dönüp mutfaktan çıkarken aynı zamanda gördüğüm her şeyin gerçek olduğunu savunuyordum hâlâ.

 

"Oraya biri gitti diyorum, kafayı yemişsin diyor. Allah aşkına sen patronunu bu şekilde mi koruyorsun? Kusura bakma ama sen bu şekilde değil bir patrona, pantolonuna bile sahip çıkamazsın."deyip mutfaktan çıkarken de iyi geceler dileyip kendi odamın olduğu kata çıktım. Odaya girmeden önce hemen yanımda olan Halil'in odasına baktım. Kapısı kapalı olduğu için göremiyordum ama pahalı parfümünün kokusu bütün katı kaplamıştı. Anlaşılan uyumadan önce bayağı geç saatlere kadar çalışmıştı. O yüzden uyanmamış olabilirdi.

 

Ağrı kesici etkisini yavaş yavaş gösterirken odaya geçitim. Kapıda iki çeşit kilit seçeneği vardı fakat anahtar bende olmadığı için anahtarlı seçeneği iptal edip sadece iç tarafta bulunan anahtarımsı şeyle kapıyı iki kere kilitledikten sonra pencereyi de sıkı sıkı kapattım.

 

Arkadaş ben o kadar zengin değilim, iki anahtar nedir ya!

 

Güvenliğimden emin olduktan sonra ilacın da etkisiyle uykum gelince yatağa geçtim. Artık o aşağıdaki her kimse, ki Mahir orada kimse olmadığını iddia ediyordu, o kişi ne isterse yapabilirdi. En fazla öldürebilirdi ve benim en korkmadığım şey buydu.

 

Gözlerim istemsiz kapanırken başımın ağrısı tamamen geçince mayışan bedenim ile kendimi uykuya bıraktım.

 

***

 

Halil her sabah beni uyandırmak için bile olsa odama gelmesin diye kurduğum alarmın beşinci çalışında hayata, dünyaya, varlığıma ve durmadan zırlayan alarma söverek gözlerimi açtım. Uzandığım yerde iki üç kere dönüp ağzımı hayvan gibi açıp esnedikten sonra alarmı kapatıp yataktan çıktım. Yarım saat kadar sonra Halil odaya damlardı.

 

Banyoya geçip saçımı ıslatmadan duş alıp dikişin üzerine yapıştırmam gereken saçı yapıştırıp banyodan çıktım. Gece iltihap olmasın diye çıkarmıştım fakat Halil öküzünün her an her şey yapabileceğini bildiğim için sabah takmak zorundaydım.

 

Dün sabah beni öptüğünü ne dillendirmek ne de hatırlamak istemiyorum. Aksi takdirde ne kendi yüzüme ne onun yüzüne ne de Mahir'in yüzüne bakamazdım. Mahir her ne kadar bununla ilgili konuşmasa da doğru bulmadığını adım kadar biliyorum. Çünkü o konu ile ilgili konuşmak bile istemiyordu.

 

Hizmetli kızın yerleştirdiğini düşündüğüm, kıyafetlerimin olduğu dolabın karşısına geldim. İçinde giymeyi çok sevdiğim ve bayağı iddialı olan elbiselerim vardı ama o adamın yanında eşofman ya da pantolondan ileriye gidemezdim. Bu yüzden lacivert eşofman, beyaz tişört ve iç çamaşırlarımı alıp giyindim.

 

Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Kestane rengi düz saçlarım bakımsızlıktan yıpranmış, koyu kehribar rengi gözlerim donuklaşmış, vücudum kendini salmış, bir yetmiş iki boyum omzumdaki dertlerden dolayı suya çekmiş olsa da dik durmaya devam ediyordum.

 

Başımdaki ağrı azalmıştı. Sanırım bugün eğitimlere devam edebilirdim. Bir doktor olarak o bölgenin uzun bir süre boyunca darbe almaması gerektiğini biliyorum ama buradan kurtulmak için en iyi şekilde hazırlanmam gerekiyordu.

 

Hazır olunca odadan çıktım. Halil henüz odasından çıkmamıştı sanırım çünkü odama dalmak gibi bir hadsizlik yapmamıştı henüz. Bunu fırsat bilerek aşağı indim. Evin, kendisi gibi siyah kapısından dışarı çıktığım gibi on taraftaki korumalar bana döndü. Henüz hava tamamen aydınlanmadan burada olmam onları şüphelendirse de bakmaktan başka bir şey yapmıyorlardı.

 

"Şu bakışlarınızı çekecek misiniz artık?"

 

Şüpheci bakışlar anında hedef değiştirirken mutfağın kapısının açıldığı yan tarafa doğru adımladım. Buradaki adamlar kısa bir bakış atıp önlerine dönmüşlerdi. Bu taraftan herhangi bir yere gidemeyeceğime eminlerdi anlaşılan.

 

Artık ben de kendimden şüphelenmeye başlıyordum. Mahir'in söyledikleri doğru olabilir miydi?

 

Dün karartıyı gördüğüm duvarın karşısına geldim. Mahir inatla buraya birinin gelmediğini iddia etse de yerdeki ezilmiş çimler buraya birinin geldiğinin kanıtıydı. Bu her kimse ayakkabısına bir şeyler takmış olmalıydı çünkü ayakkabı izi yoktu. Sadece ezilmiş çimler vardı ve daha ileriye giden iz yoktu. Gelen kişi aynı yerden geri dönmüştü.

"Echer Hanım, neden buradasınız?"

 

İlk geldiğim gün dışında evde görmediğim hizmetli sanırım evi toplamak için gelmişti. Sadece yemek ve temizlik ile uğraşıp büyük evin büyük bahçesinde bulunan müştemilatta kalıyordu. Allah'tan çok fazla buralarda dolanmıyordu, o kadar tahammül edilemez bir yüz ifadesi vardı ki gün içinde görmek isteyeceğim bir manzara değildi.

 

"Dolanıyorum öyle ııı şey hanım..."

 

"Sanem."

 

"Sanem Hanım. Bir sorun mu var?"

 

İtici bakışları ile bu evde olmamdan memnun değilmiş gibi bakıp, üstten üstten süzüyordu. Sarı saçlarını at kuyruğu yapmış, tahminen bir yetmiş olan boyu topuklular olunca beş santim uzayıp hemen hemen benim boyuma gelmişti. Yüzüne yine itici gülümsemesini yerleştirip "Yok efendim ne sorunu olacak? Sadece merak ettim. Bir isteğiniz olursa ben mutfaktayım."deyip ben teşekkür ettikten sonra mutfağa geçti.

 

Bu kadında itici olan bir şey yoktu, bu kadın iticiliğin tanımı gibi bir şeydi. Zaten insanlara karşı sabırlı bir kişi değilken bu kadına maruz kalıyor olmak beni sıkıyordu. Gidemiyordum ve benim evim olmadığı için onu da gönderemiyordum.

 

Halil'in biraz sonra uyanacağı gerçeği aklıma gelince az önce çıktığım giriş kapısından içeri girdim. Korumalar, kaçma gibi bir vukuat yapacağımdan şüphelendikleri için gözlerini benden ayırmıyorlardı. Kapıdan içeri girene kadar bile bakışlarını hissetmiştim.

 

Kapıdan girer girmez beni karşılayan büyük salona yine ve yine hayret ettim. Masa sandalye atılsa düğün salonu olarak kullanılabilecek genişlikteydi.

 

Her zaman oturduğumuz gri koltuklara oturup ayağımı gri, cam sehpaya uzatıp kafamı geriye attım ve gözlerimi kapatıp gelmelerini bekledim. İki gündür sürekli yatsam bile diğer günlerden daha çok yorulmuştum.

 

Merdivenlerin başında birinin geldiğini hissettim. Mahir olduğunu düşünmüyordum, Halil olma ihtimali daha yüksekti. Ortama yayılan kokudan da o olduğu kanıtlanmıştı.

 

"Nasıl hissediyorsun Echer?"

 

Gözümü açmadım ama karşıma geldiğini biliyordum.

 

"Başımı soruyorsan aynı işte, her zamanki gibi. Ağrı sızı yok."

 

Bazen insanları başımızdan atmak için küçük yalanlar söyleyebilirdik. Ben de pek insan sevme karakterine sahip biri olmadığım için bu davranış en çok bana yakışıyordu.

 

"Hayırdır güzelim, niye bu kadar soğuk konuşuyorsun? Yoksa yine konuşmak için öpmemi mi bekliyorsun?" derken şerefsizce güldüğünü işittim.

 

"Hayır, benim konuşma şeklim bu zaten."deyip gözümü açtım. Mavi gözleri anında gözlerimi buldu. "Ayrıca bir şeyler yapmak için iznime ihtiyaç duyduğunu sanmıyorum. Dün gece de dediğin gibi abim ve babam beni size sattı, bu yüzden istediğin her şeyi yapmak zorundayım."

 

Bunları söylerken amacım kırıldığımı belli etmek değildi ki kırıldığım kişi o bile değildi. Sonuçta beni satan Aydın ve Alkın Abir'di, o değildi.

 

Yanıma geldi, her zamanki gibi bana yapışıp oturdu. Elini koltuğun üzerinden omzuma sardı. Hareket etmedim çünkü ne yapacağını görmek istiyordum.

 

"Bak."dedi gözlerimin içine ciddiyetle bakarken.

 

"Bu güne kadar hiçbir zaman duygusal bir ilişki yaşamadım. Bir kadına nasıl davranılır çok fazla bilgi sahibi değilim, bilmiyorum. İlk defa seninle gerçekten, ciddi bir ilişki düşünüyor ve olabildiğince düzgün davranmaya çalışıyorum. Bu senin için kendimi tutan halim."

 

Diğer eli dizlerime yerleşti. Çok ciddi bir konuşma yapıyormuş gibi konuşuyordu ama söyledikleri asla umurumda değildi.

 

"Bunun üzerine hoşuma gitmeyecek şeyler söyleyip karşılığında doğruları duydun. Kendimi senin için tutarım ama bir yere kadar. Sonra karşıma geçip kırıldığını bu şekilde belli etsen bile benim yapabileceğim bir şey olamaz. Beni kızdırdığın sürece olacak olan bu."

 

Sözünü bitirdi fakat dizimdeki ve omzumdaki elini indirmedi. Doğrusu ondan böyle bir konuşma beklemiyordum. En son bekleyeceğim şey özürdü fakat gelip üstüne beni haksız çıkarması asla beklediğim bir şey değildi.

 

Hani bazen biriyle tartışırsınız ama her halükarda o haklıdır ya, tam da öyle bir durumdaydım.

 

"Senin hoşuna gitmeyecek şeyler de benim doğrularım. Sen kendince doğruları söylüyorsan ben de söyleyebilirim. Dün geceki tek bir sözümde bir yalan bulamazsın."

 

Dediğim gibi, ona kırgın değildim ki kırıldığım yeri ona defalarca söyleyeyim.

 

O akşama kadar da babamın beni kendisine sattığını söylese bile ona kırılmazdım çünkü doğru olan buydu.

 

Kırılmam gereken kişi babam ve abimdi.

 

Bu yüzden bu konu burada kapanmalıydı.

 

"Ve senin de söylediğin her şey doğruydu. Dün gece iki taraf da haklıydı. Bu konuyu daha fazla uzatmaya gerek yok, kırıldığım ve bunu sana göstermeye çalıştığım da yok."

 

Ayağımı uzattığım yerden geri çekip doğruldum ve ayağı kalktım. Bugün giydiği gri takım elbise ile de iyi görünüyordu.

 

"Mahir nerede kaldı ya?"diye kendi kendime konuşurken beni çekip tekrar koltuğa düşmemi sağladı.

 

Çok fazla yakındık, bu mesafe yeterli bir mesafe değildi.

 

"Niye böyle davranıyorsun o zaman?"

 

Cevap vermeden gözlerinin içine baktım çünkü davranışlarımda bur tuhaflık sezmiyordum. Sadece normalden fazla halsiz, yorgun ve mutsuzum o kadar.

 

"Ses tonundan bile mesafeli olduğun belli oluyor."

 

Aslında olması gerektiği gibi davranıyordum. Bu eve geldiğim günden beridir yapmam gereken şey buydu. Fakat normal davranmaya zorlanmıştım. Babam veya abim ile değil, onu sevdiğim için dedemle tehdit etmişti beni.

 

"Hayır sadece biraz yorgunum ve biran evvel Mahir gelsin de eğitimlerde yorgunluğumu atayım diye bekliyorum."

 

"Güzelim, eğitim dışında da yorgunluk atılabilir. Bunu biliyorsun değil mi? Mahir'e de gerek yok, beraber yorgunluğunu atabiliriz."

 

Puşt, ibne! Uçkur düşkünü sapık herif.

 

Yavaş yavaş daha da yaklaşıp dizimdeki eli yukarı aşağı hareket etmeye başlayınca tekrar ayağı kalktım.

 

"Olur!"

 

Gözünden geçen binlerce hin parıltı sadece şerefsizliğe çalışıyordu. Fakat yüzündeki mutluluk gerçek bir mutluluktu. Anlamıyordum, gerçekten seviyor muydu?

 

"Kalk."

 

"Soyun diyecektin sanırım?"

 

Ayağı kalkıp karşımda dikildi ve merdivenleri işaret edip elini tutmam için elini uzattı.

 

"Tabii, rahat olacaksan soyunabilirsin ama yukarı çıkmaya gerek yok."

 

Yüzündeki şaşkın ifade için kahkaha atabilirdim.

 

"Burada mı?"

 

"Evet, yukarıyı dağıtmaya gerek yok."

 

Yutkunup adem elması hareketlenince gerçekten bunu yapacağımı düşündüğünü anladım. Benden, iki günlük adamın koynuna girmemi bekliyordu . Pis dürzü!

 

"Mahir gelebilir, Sanem de burada olmalı."

 

"İnan umurumda değil."

 

Elini sanki başka bir yer yokmuş gibi yine dikiş atılan yere bastırınca az da olsa acımıştı.

 

"Burası olmaz, yukarı çıkalım?"diye baskınca konuşup dudaklarıma eğildiğinde bacak arasına attığım tekme ile inleyip geri çekildi.

 

"Ne yapıyorsun Echer? Ahh!"

 

Adam kısır kaldı, gitti gül gibi DNA.

 

Beter ol!

 

"Eğitim, dövüş, spor... Sen demedin mi yorgunluğunu atalım diye? Ben böyle atıyorum."

 

Doğrulmakta güçlük çekiyor gibi eğik bir vaziyette bekledikten sonra zar zor toparlandı. Hayalleri yıkılmış gibi bakıp kalktığı koltuğa geri oturdu.

 

"Bunu bir daha yaparsan, aşağı ya da yukarı fark etmez biliyorsun, elimden kurtulamazsın Echer. Yirmi küsür günün kaldı şunun şurasında."

 

Bana onu sevmem için verdiği bir aylık süre çok hızlı geçiyordu.

O süre bitmeden buradan çıkmalıydım.

 

Merdivenlerden gelen ayak sesi ile o tarafa döndüm. Mahir asla vazgeçmediği siyah renkten devam etmişti bugün. Siyah pantolon ve siyah tişört vazgeçilmezleri sanırım. Sadece ilk gün onu takım elbise ile görmüştüm.

 

"Günaydın, hadi çıkmıyor muyuz?"

 

Halil bana attığı uyuz bakışlarla "Siz gidin, ben bir iki saate çıkarım."deyip ayağı kalktı. Canının acıdığı yüzünün aldığı halden belli oluyordu. Yavaş yavaş merdivenleri çıktıktan sonra Mahirle göz göze gelmiştik.

 

Birkaç saniye dümdüz bana bakıp sonrasında gülmeye başlayınca ben de onunla beraber güldüm. Sonra ise dün gece söyledikleri aklıma gelince gülüşüm yavaş yavaş soldu.

 

"Ne yaptın adama, bunca işin içinde şirkete gelmeyecek biri değildi."

 

Teslim olur gibi ellerimi havaya kaldırdım. "Aşk olsun, ben ne yapacağım ya? Sıcak bastı herhal, soğuk bir duş almaya gitmiştir kesin."

 

Bana inanmadığı bütün hal ve hareketlerinden belliydi.

 

"Bugün çalışabileceksen çıkalım hadi."

 

Konuşmadan onu onaylayıp önden kapıya doğru yürüdüğümde mutfaktan elinde meyve tabağı ile çıkan Sanem'i gördüm. Nedense eteğinin boyu az öncekinden kısa, hatta bayağı kısa, neredeyse sadece kalçasını kapatıyor, itici bakışları baştan çıkarıcı bir hal almış bir şekilde merdivenlere doğru gidiyordu.

 

Küçük, çok küçük bir sinir doldu içime.

 

"Halil neden evde kalıyor?"

 

Mahir nedenini anlamadığım sert bakışlarla bana bakıp merdivenlere baktı.

 

"Neden soruyorsun Echer?"

 

Sanem kıçını zorla kapatan elbise ile gözden kaybolduğunda geriye topuk sesi kalmıştı.

 

"Merak ettim, normalde gelmemezlik yapmaz dedin ya."

 

Eğer bana beni seveceksin, evleneceğiz deyip başka kadınlarla birlikte olursa kendime olan saygımı tamamen yitiririm.

Onu sevecek ve evlenecek değildim ama o bu düşünce ile beni bu evde tutuyorsa ona göre davranacaktı. Tam bu anda damarlarımda akan kan değil sinirdi, tamamen sinir akıyordu.

 

"Sanane o ne zaman gelip ne zaman gidiyor, Echer Tanrıkulu? Sen işini yap yeter."

 

Burnumdan nefes vererek kinayeli bir şekilde güldüm. "Haklısın, kusura bakma, unutmuşum. Arada hatırlat bana, babamın ve abimin beni size sattığını, sadece yapmam gerekenleri yapıp susmam gerektiğini unuttuğum oluyor."

 

Arkamı dönüp onu beklemeden evden çıktım ve VIP araca bindim. Sert ifadesi ile gelip araca bindiğinde tek kelime etmedi. En azından Halil bunun için bir açıklama yapmıştı, beni haksız bulsa da yapmıştı. Mahir ise öylece gelip karşıma oturmuştu.

 

Ekranda annemin fotoğrafına baktığımda gözümün dolmasına engel olamadım. Sürekli baktığım için yokluğu artık ağlatmıyordu, ağlatmaz zannediyordum ama öyle değilmiş. Yine en zor anımda aklıma geliyor ve yokluğuyla beni tekrar tekrar mahf ediyordu.

 

"Artık acının canını yakmadığını düşün." dediğinde kafamı kaldırıp ona baktım. Doldurduğum gözlerime bakıyordu. Bende ise bu dediğini yapacak güç yoktu.

 

"Ya acını bedeninde büyütüp en büyük düşmanını yetişir ya da bırak acın hep aynı kalsın, acınla büyü ve sen en büyük desteğini yetiştir."

 

Güzel konuşuyordu, şair olacak kadar güzel konuşuyordu ama ben anlamıyordum.

 

"Acı her zaman daha büyük bir acı ile örtülmez. Büyük acılarını daha da büyütme, işte o zaman böyle olur."deyip aktığını fark etmediğim yaşı sildi

 

"Bak, bu artık canını yakmıyor."

Telefonun ekranını gösterdiğinde durmadan anneme baktım.

 

"Anne acısı insana düşman olmaz ki, anne nasıl çocuğuna düşman olsun?"dedim. Annem bana kötülük yapmazdı.

 

"En çok kontrolsüz acılar düşman olur Echer, ve anne acısı dünyanın en kontrolsüz acılarından biridir."

 

Anne, baba, eş, evlat...

 

Düşündürücüydü. Haddinden fazla düşündürücüydü. Bu sözleri o kadar düşündüm ki bu gün eğitim yapacağımız yere geldiğimi bile anlamamıştım.

 

Sinirliydim, mutsuzdum, öfkem o kıza, Halil'e ve bir açıklamayı bile layık görmeyen Mahir'eydi.

 

"Ne yapmam gerekiyor? Bugünki emriniz nedir?"

 

Arabadan indiğimizde bu sefer çok değişik bir yerdeydik. Burada sadece ben yoktum. Yüzlerce adam eğitim görüyordu. Fakat bu görüntü bir yerlerden tanıdık geliyordu. Dedemin beni götürdüğü askeri okullarda da bu eğitimlerin verildiğini hatırlıyorum.

 

"Sen her şeyi kafana çok takıyorsun Echer. Bunu sana, senden nefret eden herkes söyleyecek. Bu kadar kırılgan olmamalısın."

 

"Benden nefret eden insanların benim için söylediği şeyler umurumda olmaz Mahir!"

 

"O zaman benim söylediğim de umurunda olmasın."

 

Demek ist

ediği benden nefret ettiği ise bana ettiği bütün iyilikleri iki dakika içinde unutup onu düşman olarak görebilirdim. Karşımdaki kim olursa olsun beni sevmesi ya da sevmemesi önemli değildi.

"Peki."

Alttan alttan gülmesi dalga geçtiğini gösteriyordu fakat benim böyle şeylerden hoşlanmadığımı bilmiyordu.

 

"Bugün buraya geldiğimizi Halil bilmeyecek. O hâlâ silah eğitimi aldığını zannediyor. Bu en zor sınav ve seni şimdiden bu kadar zorladığımı öğrenirse iyi olmaz."

 

Halil de benim zorlanıp zorlanmadığımı düşünecek durumdaydı zaten! Adamın daha önemli işleri vardır şimdi. Sanem falan!

 

"Koşu, engel, tırmanma ve daha bir çok şey. Bugün yaralı olduğun için kimseyle kavga etmeyeceksin. Sadece içerde gördüğün adamlar ile yarışır gibi engelleri aşacaksın ve o esnada elinde silah olacak. Karşına çıkan botları devireceksin."

 

"Ve seninle dövüşeceğim."

 

Bunu yapacağım çünkü saydığı her şeyi eskiden yapıp sürekli bir veya ikinci oluyordum. Şimdi belki hamladığım için kötü yapacaktım ama verdiği eğitimler ve vereceği eğitimler ile eski halime geleceğimi düşünüyorum.

 

"Bunu yapacak kadar gelişmedin Echer."

 

Benden iyi yaptığını biliyordum, hatta haddinden fazla iyi olduğunu da biliyordum. Dev adamla kavga ederken ona attığı yumruk her şeyi gösteriyordu.

 

"Benden nefret eden biri gelişip gelişmediğimi önemsemez. Sen de önemseme Mahir."

 

Ne bana söylenen lafın altında kalırdım ne de bana söylenen lafı unuturdum. Yazarım karnıma, gün gelince midem bulanırsa kusarım.

 

"İyi o zaman, hadi bakalım eğitim alanına."

 

Kapıdan içeri girdiğimde dışarıdan göründüğünden daha büyük bir yer olduğunu gördüm. Atlama, tırmanma, koşma gibi birçok engel vardı ve bunlardan bazısı düz duvar gibiydi. İşin güzel tarafı da buradaki herkesin o engelleri geçebiliyor olmasıydı. Kimi kolaylıkla kimi zorla geciyirdu ama sonuç olarak hepsi başarılıydı.

 

Mahir'i görünce hepsi aynı anda durup adeta hazırola geçti ve Mahir konuşana kadar kimse kıpırdamadı. Kadın erkek farketmeksizin hepsinin maşallahı vardı. Ülkedeki bütün güçlü ve kaslı insanlar buraya toplanmış olmalıydı.

 

"Bugün bu hanımefendi aranızda en güçlü olan üç kişi ile yarışacak ve bu kadın erkek fark etmez."

 

Kadınlar kadınlarla erkekler de erkeklerle eşleşiyordu, benim erkekler ile eşleşmem haksızlık değil miydi?

 

"Bir haftadır grup veya teke tek olan eğitimlerde en çok öne çıkan üç kişi gelsin, diğerleri dinlensin."dediğinde bir kadın iki erkek öne çıkmıştı. Korkmuyordum çünkü o iki iri adamla dövüştükten sonra kendini çok güçlü hissediyordum.

 

"Başlayın."

 

İyi de nereden?

 

"Mahir sende biraz salaklık mı var? Biraz tanıtsan mı buraları acaba?"

 

Elini kaldırdı ve sanki ömrüm boyunca burada kalmışım gibi "Orası başlangıç. Önce biraz koşacaksınız, sonra önünüze botlar çıkacak. Olabildiğince az kurşunla onları atlatacaksınız. Sonra önünüze çıkan engelleri geçeceksiniz. Bu kadar!"dedi.

 

"Bitiş de orası."diyerek ta cehennemin dibi kadar uzaklıkta bir yeri gösterdi. Fakat sanki osursa ses gidecek kadar yakın bir mesafeyi gösteriyordu.

 

Yarışacağım üç kişi ile beraber başlangıç olarak gösterdiği yere gittik. İşaret ile birlikte koşmaya başladık fakat ilk saniyeden onlar beni geçmişti. Önüme çıkan bütün botları tek kurşunla yere sererken aynı zamanda engellerden de atlıyordum fakat bu sadece onlara biraz daha yaklaşmamı sağlıyordu. Çok hızlı koşuyorlardı.

 

Çıkıntılı duvarı birkaç hamlede geçtikten sonra birkaç engel daha atladım. Bir erkek ile hemen hemen yan yanaydık ama diğerleri sanki engel yokmuş gibi gidiyordu. Ve karşıma çıkan düz duvara attığım ikinci adımda yere çakıldım.

 

Yanımdaki adam bırak beni yerden kaldırmayı, görmezden gelerek duvarı geçip gitmişti. Anında yanımda biten Mahir elini uzatınca yerden destek alarak kalktım.

 

"Çocuk gibi inat ediyorsun."

 

"Benden nefret eden kimse yardım etmez. Bak mesela az önceki adamı tanımıyordum ama öylece yanımdan geçip gitti."

 

Dönüp onlara baktığım zaman hepsi bitirmiş, bitişte beni bekliyorlardı. Benim için büyük bir rezillikti.

 

"Hadi, bu duvarı tırmanmayana kadar gitmek yok."

 

Onu ikiletmeden birkaç adım geri gidip tekrar duvara atladım ama yine yere düştüm. Tekrar tekrar denedim fakat kolum ve bacağımın morarmasından başka elime geçen bir şey olmadı.

 

Yine, yine, yine, yine ve yine denedim. En az yirmi, yirmi beş kere denedim ve en sonunda zorla tırmanmayı başardım. Önüme çıkan diğer engelleri de geçip bitişe geldiğim zaman hepsi beni tebrik etti fakat ben, beni orada bırakıp giden adama kıl olmuştum.

 

Mahir yine başımızda belirdiğinde gözlerimi devirdim. Çok yorulmuştum. Koşmak ayrı duvar ayrı yormuştu beni.

 

"Neden durdunuz? Echer o duvarı tek seferde çıkana kadar devam edeceksiniz."

 

Sert bir şekilde emrini verip gidince arkasından eşekten düşmüş gibi bakakaldım. Diğerleri sanki hiç yorulmamış gibi başlangıca giderken ben susamış köpek gibi dilim dışarıda peşlerinden gittim.

 

En az beş sefer daha aynı parkuru koşup, o lanet duvarı elliden fazla kez tırmandım ve müthiş bir başarıya imza atarak hem duvarı tek seferde tırmandım hem de birinci oldum.

 

Belki de onlar çok yorulduğu için birinci olmama müsaade etmişti ama sonuçta o duvarı tek seferde tırmanmıştım.

 

Fakat bir sorun vardı, ben pert olmuştum ve saat neredeyse dörde geliyordu.

 

Üstelik bir doktor olmama rağmen on saat içinde sekiz tane ağrı kesici içmiştim. Aç karna ve Mahir'den habersiz.

 

Bitişte gözlerimle etrafı kolaçan edip her an burnumun dibinde olmasına rağmen kazandığım saat ortalıkta olmayan Mahir'i aradım. Gözlerim onu bulduğunda ise yaptığı şey ile şoke oldum. İki porsiyondan fazla lahmacunu önüne almış tek başına yiyordu aç köpek.

 

Bütün yorgunluğuma rağmen saniyeler içinde yanında belirip karşısında oturdum.

 

"Ulan vicdansız herif! Tam on saattir poğaça ve meyve suyundan başka bir şey yemememe rağmen, üstelik bu hasta halimle sekiz tane ağrı kesici içmişken, bir kere bile gel otur, aç mısın diye sormadın."

 

Önündeki bütün yemeği kendi tarafıma çekip yemeye başladım fakat koluma vurduğu yumrukla ona bakmak zorunda olduğum için iştahla yediğim yemek yarıda kaldı.

 

"Ne diye o kadar ağrı kesici içiyorsun manyak karı? Ulan düşüp ölmek, elimde kalmak, mesleğime son vermek mi istiyorsun?"

 

Mesleğinden başka bir şeyi de düşünmüyor adam.

 

"Başımın ağrısını meditasyon ile geçirecek değildim herhalde. Çok biliyorsan mola vereydin de oturup dinlenseydik."deyip kaldığım yerden yemek yemeye devam ettim.

 

"Kalk gidip mideni yıkayalım."

 

Ona ters ters bakıp ikinci lahmacunu da sarmaya başlayınca tabağı önümden aldı.

 

"Çok yeme, daha benimle bir müsabakan var."

 

Dalga geçiyor olabilirdi. Kesinlikle dalga geçiyordu. Bir günde bu kadar eziyet, işkence edecek biri değildi. Yok yok, kesin dalga...

 

"Sen benim bugün herhangi yorucu bir şey daha yapacağımı düşünüyorsan çok kötü yanılıyorsun. Hele seninle asla!"

 

Bunu ben söylemiştim ama bu yorgunlukla asla yapamazdım. Sırf söyledim diye kamyon çarpmış halimle bir de Mahir tarafından çarpılamazdım.

 

"Tamam, son bir kez daha parkuru tamamla sonra eve gidelim. Bugün biraz erken gideriz."

 

Yemeği yarım bırakıp hırsla ayağı kalktım. Onun tek bir el hareketi ile az önceki üç kişi de yerlerini almıştı. İşaret ile başladığımızda hepsinden önde koşup onların da botlarını devirerek tırtıklı duvarı aştım ve hepsinden önde düz duvara gelip tek seferde tırmandım. Bir erkek bana az da olsa yetişince hırsım ön plana çıktı. Sinirle bütün engelleri hızla geçip bitişe geldiğimde silahta kalan son kurşunları da havaya sıktım.

 

Bu iş de tamamdı.

 

Yorgun bir şekilde onu hiç beklemeden dışarı çıkıp geldiğimiz arabaya bindim. Koltukta hazır olan temiz ev yemeklerini görünce şaşırdım.

 

Mahir onlarla bir şey konuşup arabaya doğru geldiğinde yorgunluktan koltuğa yapışmış haldeydim. Bugünki bütün hırsımı engellerden çıkarırken aynı zamanda kendimden de çıkarmıştım.

 

Babam, annem, abim, dedem, Halil, Sanem ve Mahir'e olan hırsım büyüktü.

En masumları annemdi ama en çok ona öfkeliydim bugün. Beni doğurmasa bu dertleri çekmezdim.

 

"Hadi ye onları."deyip karşıma oturduğunda kapanan iştahım ile sadece yemeklere bakmakla kaldım. İki tane lahmacun beni doyurmuştu. Kendisine lahmacun söyleyip bana çorba, pilav söylemenin de nesi adaletliydi bilmiyorum ya!

 

Araba hareket edip eve gelene kadar ne ben konuştum ne de o. Anladığım kadarıyla iki gün sonraki toplantı için hazırlık yapıyordu.

 

Eve geldiğimizde ise Halil henüz eve gelmemişti. Saat altı buçuk olduğu için bir daha aşağı inmeyeceğimi biliyordum ve bu yüzden bir bardak su alıp Mahir'e iyi geceler dedikten sonra odama geçtim. Bu yorgunlukla gece bir de Halil ile uğraşmayayım diye kapıyı kilitleyip duş aldım ve yatağa uzandım. Annemin fotoğrafına da iyi geceler öpücüğü bırakıp yorgunluktan uykuya daldım.

 

*****

 

Ne ara uyandım, ne ara giyindim bilmiyorum ama sabahın köründe Halil'in araması ile kendimi odasında buldum. Kahverengi bir eşofman ve siyah tişörtle, saçımı toplayarak kendimi odasına atmıştım. Kesin kapıyı gece kilitlememin hesabını soracaktı.

 

Onu ilk defa rahat kıyafetlerle görmenin şaşkınlığı ile odaya girdiğimde gri eşofmanları ile duruyordu. Gelir gelmez gözüm balkon gibi görünen kocaman havuza kaydı. Acaba derinliği ne kadardı? Bunu bir gün dışarıdan bakarak ölçeceğim.

 

"İstersen beraber yüzebiliriz."

 

"İstemiyorum."

 

Bu adamı istemediğim şeyi yapmamasına alıştırmam gerekiyordu.

 

Oturmam içi odadaki siyah koltuğu gösterdiğinde masadaki saate de bakmış bulundum. Saat beşe on beş vardı. Bu adam uyumuyor olabilirdi.

 

"Dün çok mu yoruldun?"dediğinde ona başımı sallayarak cevap verdim. Tabii o sadece silah kullanarak yorulduğumu zannediyordu.

 

"Beş altı günde henüz silah kullanmayı tamamen öğrenmiş değilsin. Sanırım eğitim işi uzayacak."

 

"Yani?"

 

Yatağın kenarına oturmuş umursamaz davranan bana bakıyordu çünkü sabah erken uyandırılmıştım. Ben uyansam neyse de o beni uyandırmıştı.

 

"Yanisi yok, sonuçta her zaman benim yanımda olacaksın. İster bir gün istersen de bir ayda öğren."

 

Bunun için mi beni odaya çağırmıştı gecenin bu saatinde? Saat dört buçuk gibi uyandırmıştı ve daha uyumam gereken bir saatim vardı.

 

"Başka sorun yoksa ben uyumak istiyorum."

 

"Gel."deyip düzelttiği yatağı tekrar benim için bozduğunda orada uyumamaya kararlıydım.

 

Ta ki ayağı kalkıp beni yatağa çekene kadar.

 

"Dokunmayacağım sana. Beş buçukta geleceğim. O saate kadar uyu. Daha soracağım şeyler var ama sonra sorarım."

 

Ve Echer'in uykusu kaçar.

 

"Sor, vazgeçtim uyumayacağım."

 

"Sonra, şimdi uyu"deyip çıktığında yatağından kalkıp benim için tahsis edilen odaya gittim ve orada uyudum.

 

"Beni sinir ediyorsun, tutuyorum kendimi ama sinir ediyorsun."

 

Gözlerimi açtığımda onu başımda bağırır halde bulmak anormal bir durum değildi. Yine takımlarından birini giymiş kumral saçı mavi gözleri ile odama dalmıştı.

 

"Ne oluyor ya?"

 

Sırf uyumak için ona olan sinirimi yarım saat sonraya ertelemiştim ama o yine beni azarlıyor gibi kaldırıyordu.

 

"Aşağıdayım, hazırlan ve gel."

 

Giyiniktim zaten. Sağolsun gece yarısı uğraşıyordu benimle. Yine de çıkmasını bekledim ve çıkınca da dağılan saçımı tekrar toplayıp yüzümü yıkayarak aşağı indim.

 

Mahir salonda bu sefer her zamanki gri koltuklarda değil de televizyonun karşısındaki koyu renk koltuklara oturmuştu. Halil ise üç kişilik gri koltuğa kurulmuş sinirle beni bekliyordu. Usulca yanına yaklaştım ve tam karşısında durdum.

 

"Seni bıraktığımda yatağımda uzanıyordu Echer, neden çıkıp diğer odaya gittin?"

 

Bağırsa anca bu kadar etki edecek bir tonla, üstelik Mahir'in yanında çekinmeden konuşmuştu. Mahir ise onu yatağında uzandığımı duyunca ani bir tepkiyle bize dönüp tekrar önündeki belgelere bakmıştı.

 

"Kendi yatağımda uzanmak istedim."

 

Sinirliydi ama sık alıp verdiği nefesler ve kendini tutmaya çalışması gözümden kaçmıyordu.

 

"Şimdilik bunun için sana bir şey demiyorum ama zamanının azaldığını bil."dediğinde sanki bir lütufmuş gibi, buna mutlu olmamı bekliyordu. Benim de beklediğim anlar vardı ama işte...

 

"Ayrıca dün sabah bir yanlış anlaşılma olmuş."deyip Mahir'e döndü. "Benim çalışanlarım ile ilişkim olmaz ve sen olduğun sürece başkası ile de ilişkim olmaz. Sanem sadece görevini yapan bir hizmetli."

 

Mahir yememiş içmemiş sıçmamış, gidip ona asılsız şeyler ispiklemiş demek.

 

" Ne yaptığınızla ilgilenmiyorum."

 

Sadece hareket ederken benim henüz bu evde olduğumu bilerek hareket etmeliydi o kadar. Ben gidince istediği şeyi yapabilirdi.

 

"Tamam o zaman. Ben yanlış anlamışım."

 

O ayağı kalktığında Mahir de kalkmıştı ve ben hâlâ ayakta olduğumu yeni hatırlıyordum. Öküz nezaketen bile otur dememişti.

 

Yine VIP araca bindiğimizde Mahir'in ters bakışları ile karşı karşıya kalmıştım. Halil yanımda o ise karşımda oturuyordu ve sanki sevdiği birini öldürmüşüm gibi bakıyordu.

 

"Bugün işim az, Echer'in eğitimine gelebilirim. Nerede eğitimi yapacaksanız konum at!"

 

Mahir sadece başını sallamakla yetindi. Anlaşılan bugün, dünki parkur gibi yere gitmeyecektin. Çünkü Halil oraya gittiğimizi bilmiyordu.

 

Onu Davas'a bırakıp ikinci gün beni getirdiği etrafı ağaçla çevrilmiş boş araziye gelmiştik. Sert tavrından ödün vermeden önden yürüyüp geniş, beton alanda durdu. Bana karşısına geçmemi işaret edince bugünki eğitimin onunla dövüşmek olduğunu anladım. Bayağı zorlu geçecekti.

 

Ben de helikopter pisti genişliğindeki alana gelip karşısında durdum. Genelde hamle yapmadan önce taktik veren adam bu sefer haber vermeden suratıma yumruğu geçirince arkaya doğru sendeledim. Zarar verecek kadar sert değildi ama canımı acıtacak kadar oturtmuştu.

 

"Hayırdır, düşmanına mı vuruyorsun?"diyerek aynı yumruğu ben de yüzüne geçirmeye çalıştım ama geri çekilerek buna engel oldu.

 

"Gerçi doğru, nefret ediyordun benden değil mi?"

 

"Eğitim esnasında düşmanımsın ama yediğin her yumruğu da düşmanından zannetme. Bazen düşmanın en büyük dostun çıkabilir."diyerek kolumun duruşunu değiştirdi. Az çok bunları biliyordum ama uygulama gerekiyordu.

 

İkinci yumruğu göğüs boşluğuma yediğimde dengemi kaybettim ama son anda kafam yere çarpmasın diye kendimi tuttum.

 

"Az yavaş ol hayvan!"

 

"Dün gece dinlenme ayağına odana çıktın. Halil'in odasında ne işin vardı?"

 

Anlaşıldı, götündeki kurt sabahki sözden dolayı durmuyordu.

 

"Sanane."diyerek diz kapağına attığım te

kmeyle geri çekildi ama sarsılmadı. "Daha sert."diye bağırıp yüzüme attığı yumruktan bu sefer kurtulmuştum. "Kimin odasında kaldığından sanane?"diyerek bu sefer daha sert bir tekmeyi karnına attığımda öne doğru büküldü.

"Ulan sen değil misin burada zorla kalıyorum diyen? Ne diye adamın odasındasın?"

 

Ayağıma attığı tekmeden kurtulup suratına bir yumruk geçirdim. O çok sert vurmuyordu ama ben hırsımı çıkarırcasına vuruyordum.

 

"Aferin, iz bırakmayacak yerleri biliyorsun."

Vuracakmış gibi yapıp bana yaklaşıp kollarımı tutunca bir an kendimi yenilmiş buldum. Yakalamıştı bile.

 

"Hâlâ istemiyorum, sadece satılık bir mal olduğum için mecbur olduğumu biliyorum."

 

Kaçma planlarımdan Mahir'e bile bahsetmeyi düşünmüyordum.

 

"Neden durdun?"

 

"Yenildim."

 

"Bu oyun değil savaş, ölmediğin sürece yenilmezsin. Devam."

 

Ölmediğim sürece devam!

 

"Kimsenin yatağında yatmaya mecbur değilsin lan! Bir lafı söylediğimize pişman etme. O gece Halil'in orada olduğunu bildiğim için öyle söyledim."

 

Kollarımı arkadan birbirine dolamış bir yere götürüyormuş gibi yürütüyordu beni. Ayakkabımın topuk kısmını ön taraflarına geçirince beni bırakmadı ama iki büklüm olmuştu. Tekrar ayağımı kaldırıp vurduğumda aynı esnada ellerimi de sertçe çekip kurtarmıştım ve sanki bir silah varmışcasına kafasına sıkmıştım.

 

"Öldün, yenildin."

 

"Manyak karı, sen her zor durumda bunu yaparsan ülkede sağlıklı çocuk doğmaz lan!"

 

"Neyse ki bekarsın ve seninle evlenecek biri olmayacak."dediğimde ters ters bana bakıp doğruldu.

 

Kısa gibi görünse de onu yenmek üç saatimi almıştı. Kahvaltı faslı ve dinlenme ile beraber dört saati bulmuştu.

 

"Yani sen gitmedin, o seni çağırdı, bir şeyler söyledi ve orada uyumanı istedi."

 

Kafamı aşağı yukarı salladım. Çok laftan anlamaz bir adamdı.

 

"Neden gelmedi, geleceğini söylemişti. Ya biz eğitimdeyken gelip benim bayağı iyi olduğumu görürse."

 

Ben de az değildim kendine pay çıkarma konusunda.

 

"İşi çıkmış olabilir ve merak etme, gelmek istese önce konumu istemesi gerekiyor. Ona konum atmadım."

 

"Yavaş yavaş zeka belirtisi gösteriyorsun."

 

Yandan küçümseyici bir bakış atıp ayaklandı. Anlaşılan ikinci round başlıyordu.

 

Saat beşe kadar defalarca dövüşmüş ve erkekleri zor durumda yenmenin başka yollarını da öğrenmiştim ama ben yine aynı yoldan yürümeye devam edecektim. Kolayı varken zoru düşünmezdim.

 

Halil gelmemişti ve biz de bugünlük yeterli olduğunu düşünüp eve geçmiştik. Öğlen yemeğini iki saat önce yediğimiz için akşam yemeği yemeye gerek duymadan ikimiz de odalara çekilmiştik. Hayvan gibi dövüştüğümüz için bayağı terlemiştim.

 

Banyoya girip duş aldım ve saat altı olunca eşofmanları giyip yatağa geçtim. Yarın büyük gündü. Toplantı vardı. Bu yüzden sabah dinç olmak için biraz kendi kendime münakaşa edip saat sekiz gibi uyumuştum.

 

***

 

Üzerimdeki kırmızı, degaje yaka balık elbiseye bir de dizime kadar olan yırtmacına baktım. Bununla anca yemekli bir toplantıya katılırdım. Ve bilim bakalım ben neyi bilmiyorum.

 

Toplantının nerede olacağını.

 

Bu yüzden elbiseyi çıkarıp her yerde giyilebilecek meşhur gömlek, ceket, kumaş pantolon ve topuklu ayakkabı kombini yaptım.

 

Beyaz gömlek ve kahverengi ceketin altına krem regi kumaş pantolon ve ceketin renginde bir topuklu ayakkabı giymiştim. Bugün diğer günlerden daha erken uyanmıştık çünkü toplantı saat beşte olacakmış, nedense!

 

Krem rengi çantamı elime alıp aşağı indiğimde herkesin çoktan hazır olduğunu gördüm. Yirmiden fazla adam vardı içeride ve ben sadece Halil ile Mahir'i tanıyordum.

 

Cenge gidiyoruz da haberimiz mi yok?

 

Halil bana gülümseyip yanını gösterince gidip yanında durdum. Birkaç tane evrakı da halledip sekiz araçla yola çıkmıştık. Yol boyu bana ne kadar güzel olduğumu söyleyen Halil'e teşekkür etmekten, başka bir şey konuşmamıştık. Halil'i de Mahir'i de ilk defa bu kadar ciddi görüyordum, ve biraz da gergin.

 

Toplantı ile ilgili hiçbir şey diyemedim çünkü bunu her yaptığımda cevap alamamıştım. Sadece bir ara Halil'in basit bir toplantı olacağını söylediğinde Mahir'in ona olan ciddiyetsiz bakışlarını gördüm.

 

Nah basit olacak der gibi bakıyordu.

 

Araçlar boş, tenha bir yerde durduğunda burada nasıl bir toplantı olacağını merak ettim.

 

Herkes araçtan inerken Halil yanından ayrılmamam gerektiğini söyleyip duruyordu.

 

İleriye baktığım zaman iki kamyonet ve etrafında toplanmış yirmi iki adam gördüm. Burası hiç tekin bir yere benzemiyordu.

 

Elime dokunan şeyle arkamı döndüğümde Mahir'in belime silah sıkıştırdığını ve ceketimle kamufle ettiğini fark ettim. Şaşırmak yerine onun belindeki silahı da alıp diğer yanıma takınca şaşıran o oldu. Böyle bir ortamda silahsız olmazdı.

 

Tabii ki kimseyi öldürmeyecektim. Sadece tedbir ve korunma amaçlı almıştım

 

Halil elini belime koyup benimle beraber onlara yaklaşmaya başlayınca, karşı taraf da bize doğru gelmeye başladı. Halil neyse de Mahir her zamankinden daha yakın duruyordu.

 

Bizimle beraber gelen sekiz araba arkamızdan gelirken onların da kamyonetleri ve arkasındaki arabalar hareket etmeye başlamıştı. Sonuç olarak orta noktada, arada on metre kadar mesafe kalınca durmuştuk.

 

Karşı taraf en az Mahir kadar heybetliydi. İçlerinden bir tane bile zayıf, cılız yoktu. Yirmi iki kişinin dördü kadın geri kalanı erkekti. Bizde ise kadın olarak bir tek ben vardım.

 

Dikkat çeken bir kişi vardı, daha doğrusu benim dikkatimi çekiyordu çünkü tanıdık gibiydi. Bu benim geçen gün kavga ettiğim güçlü adam, yanındaki ise zeki olandı. O gün maske vardı yüzlerinde ama kalıplarından ve göz renklerinden, aynı zamanda beni hırsla döven adamın parmağındaki yüzükten anlamıştım.

 

Hepsinin de maşallahı vardı.

 

Da Mahir'in adamının karşı tarafta ne işi vardı?

 

Bu bir toplantı değildi. Ortada dönen büyük bir oyun vardı.

 

Bu oyun ya Mahir'in ya da karşıdaki iki adamındı. Ve Mahir de onları tanıdığına göre geriye bir ihtimal kalıyordu. Bunlar Halil'i kandırıyordu.

 

Mahir'e dönüp her şeyi anladığımı belirtir şekilde başımı sallayınca gözlerini açıp kapatarak bana güven vermeyi denedi. Fakat öyle herkese güvenemezdim. Hele ki böyle bir ortamda.

 

"Ahlas Dehri."dedi sessizce. Meşhur Ahlas Dehri o muydu? Vallaha takdir edilesi bir şey. Adamı ayakta uyutmuşlar.

 

İki kamyonet bizim tarafımızdan gelip ortada durdu ve arkası açılınca içinin silah dolu olduğunu gördüm. Karşı tarafın kamyonetinde ise uyuşturucu madde vardı.

 

Ben hiçbir şey anlamadan etrafıma bakarken güçlü adam bize yaklaşmaya başladı. Fakat o esnada duyulan silah sesi ile Mahir ile Halil'in aynı anda beni arabanın arkasına çekmesi bir oldu.

 

Bizim tarafımızdan çıkan yüzlerce kişi ile karşı taraf da silahlarını çekmişti. Sayıca onlardan fazlaydık.

 

"Silahını çıkar, sık ama ıskala."diyen Mahir'i ikiletmedim. Silahı çıkarıp karşı tarafa doğrulttum.

 

Üst üste sıkarken Halil'in arada beni kontrol ettiğini fark ettim. Sonra bir şey duydum...

 

"Yüzbaşı Ahlas, öğrenmeyeceğimi mi sandınız lan."

 

Karşıdaki yüzbaşı ise bu durumda biz neydik...

 

Mahir'e döndüm. Silah seslerinden sesler duyulmuyordu ama kulağıma eğilip "Üsteğmen Mahir Nacaroğlu."deyince bi an şok oldum. Onun yaptığı gibi arada belli etmeden kendi tarafımızdaki şerefsizlere sıkmaya başladım.

 

Şaşırmaya fırsat yoktu.

En kötü mafya olur diye düşündüğüm Mahir Kara, üsteğmen Mahir Nacaroğlu oldu ama şaşırmaya fırsat yoktu.

 

Arkamızdaki şerefsizlerin sayısı azalırken önümüzde sadece bir kişi vurulmuştu ve onun asker olduğunu bilmek canımı yakıyordu

 

Silah sesleri, bağırışları ve daha bir çok şey. Halil'in beni korumak için arkasına alıp ikide bir kontrol etmesi zoruma gidiyordu. O haindi. Vatan haini.

 

Sayıları tamamen azalınca Halil'in yüzündeki endişe görülmeye değerdi. Yakalanacaktı, az kalmıştı. Ben veya Mahir ona sıkarsak arkadaki şerefsizler bizi hemen öldüreceği için elimizden bir şey gelmiyordu.

 

On tane adam aynı anda Mahir'i tutup elindeki silahı alınca silah sesleri kesildi. İki taraf da durmuştu.

 

"Yüzbaşı, askerin Üsteğmen Mahir Nacaroğlu elimde. Geri çekilmezsen leşini alırsın."

 

"Lan şerefsiz. Komutanım sakın, sivil var sakın. İt adi, bırakın lan!"

 

Mahir bağırışları arasında bana gözleriyle bir şeyler anlatmaya çalıştı. Belimdeki silahı gösteriyordu. Elimi silaha atınca kafasını iki yana salladı. Onu çok iyi saklamalıydım.

 

"Davas, bu bir emirdir. Derhal üsteğmen Mahir Nacaroğlu'nu serbest bırakıyorsun."

 

"Kendine gel yüzbaşı, ben senin askerin değilim. Ya geri çekil ya da askerin ölür."

 

Halil elimdeki silahı alıp bel kemerine takınca Mahir'in neden sakla dediğini anladım.

 

"Komutanım, yaralı askeri hastaneye yetiştirin. Elinizden bir şey gelmez. Sivil var, tekrar ediyorum sivil var."

 

Sivil bendim. Benim için tehlikeye giriyordu.

 

"Davas, gidiyoruz ama üsteğmene bir şey olursa canını alırım."diyerek askerleri toplayıp giden Ahlas komutanın bir anasını sövmediği kalmıştı. Ben ise ağladığımı yeni fark ediyordum.

 

Askerler gidince arkamızda kalan birkaç şerefsiz arabaya binip Halil'in aracının etrafını çevirdi ve Mahir ile beraber tekrar aynı araca bindik.

 

"Korkma güzelim. Keskin nişancı varsa bile asker için bize bir şey yapamaz."

 

Korkmuyordum. Mahir için endişeliydim. Onu dövmüşlerdi ve karşımda dövmeye devam ediyorlardı. Yüzü gözü kan içinde kalmıştı.

"Onu dövmesinler, korkuyorum."dediğim an emir verip durmalarını söylemişti ama Mahir'in her tarafı kanla kaplanmıştı bile.

Bölümü nasıl buldunuz?

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Kendinize iyi bakın.

Emeğimin karşılığını veren herkes, emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💜💙

 

 

Loading...
0%