Yeni Üyelik
6.
Bölüm
@aycakayca1

Altıncı bölüm geldii.🎉

Önemli uyarı!
İlk bölümde hani Echer'i kaçırmaya geldiklerinde Mahir Aydın'ı görmüştü ya. İşte o bölümde bir değişiklik yaptım. Mahir o gün Aydın'ın yüzünü hiç görmedi. Böyle okuyun çünkü aksi halde mantıksız oluyor.
UYARI BİTTİ.

Başlamadan önce:

Buraya akrepleri alalım.

As bayraklar as as as
ve başla.

"Anlamadım, kim dediniz?"

Albay her şeyden habersiz normal bir insanın ismini söyler gibi "Mahir Nacaroğlu ve Aydın Abir."dediğinde aklımdan o kadar şey geçti ki...

Ömrümde fotoğrafları dışında sadece bir kere canlı canlı gördüğüm Aydın Abir'in hayatımda etkili olduğu tek yer beni bir teröriste satmasıyken şimdi karşıma bir asker olarak çıkması başımdan aşağı bir kova kaynar su dökülmüş gibi hissettirdi Neler olduğunu çözemiyordum. Kafamın içi o kadar karmaşıktı ki şu an için dış dünyadaki sesleri kulak ardı etsem beynimin içindeki sesleri susturamazdım.

Albay hareket etmediğimi için tekrar bana döndüğünde başımı sallayarak revire geçtim ve Elif'e lazım olabilecek malzemeleri hazırlamasını söyledim. O dediklerimi yaparken ben albayın söylediği ismi, o ismin hayatımdaki yerini, bana yaptıklarını... O kadar çok şey düşündüm ki geçen zamanın farkına varamadım.

Belki bir umut isim benzerliğidir diye düşünsem de az sonra ikisini de karşımda gördüğümde korkum arttı. Aydın Abir haindi. Uzun boyu, kahverengi gözleri ve kumral saçları ile orijinal haliyle karşımda ve şüphesiz bir ikiyüzlüydü.

Elif her şey normalmiş gibi ikisine de yapmaları gerekeni söylerken ben utanmadan yüzüme bakan Aydın'a ne diyeceğimi düşünüyordum. Ne denirdi ki? Buradaki insanlar bana günahları kadar güvenmezken bir de kanıtsız delilsiz onlardan biri olan adama tek söz söyleyemezdim.

"Echer, yap artık şu şeyi!"diyen Mahir yüzünden irkilsem de ters giden bir şeyler olduğunu anlamasın diye mimiklerimi sabitledim. Her şeyden habersiz pansuman bekleyen, asla masum bir yüzü olmayan adama baktım. İçeride bir hain beslediklerini bilmiyordu, hatta o hain ile arkadaş olmuştu. Belki de Aydın bana yapmadığı kardeşliği Mahir'e yapmıştı. Ya da hepsi benim safsatamdı.

Kafamda kurduğum çok olur genelde. Kendi kendime bir hikayeyi başlatır ve kendi istediğim şekilde ilerletirim ama bazen düşüncelerimin dışında olaylar gelişir ve nasıl olursa olsun hakimiyet altına almayı başarırım. Bu yüzden düşüncelerime çok güvenmiyorum. Fakat bu sefer yanılma payım az da olsa yanılmak istiyorum.

"Yapmayacaksan ver bana ben yapayım."

"Olmaz yapamam!"diyerek elimdeki iğneyi aldığım yere bıraktım. "Mahir, yapamam."

Elif bize şaşkınlıkla bakarken Aydın iti baş hareketi ile onu dışarı çıkması için uyarmıştı. Elif saniyesinde revirden çıktığında Mahir başındaki ve sırtındaki yarayı açıp pansuman yapmamı bekledi. Ellerim titreye titreye o pansumanı yaparken hâlâ o adamın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Mahir'e söyleyip söylememek konusunda kararsız kalsam da albaya söylemenin daha doğru olacağını düşündüm.

"Tamam ben çıkıyorum. Aydın'ın canı naziktir fazla acıtma olur mu yenge hanım."

Bu da tutturmuş bir yenge hanımdır gidiyor ama şu an düşüneceğim son şey bile bana hitap şekli olamazdı.

"Kal o zaman burada sen de Mahir, ne diye çıkıyorsun?"

"Boş durmak olmaz, yüzbaşı yokken onun yerine asker eğitmem gerek Echer, gidiyorum. Zaten işin bitince sen de gelirsin."

Yaşarsam gelirim tabii! Bir eğitim izleme zevkimiz vardı onun da içine sıçıldı çok şükür.

***

Yarasına pansuman yapmayı kabul etmek, bunu kendime yedirmek kaç saat sürdü bilmiyorum ama onunla konuşmak kadar uzun sürmemişti.

'Kimseye bir şey anlatmayacaksın' demişti en son. Bunu söyleyip defolup gitmişti ama ben hâlâ bir yere gitmiş değildim. Ona pansuman yapmıştım. İşim buydu benim.

Hatırladığım tek şey ona neler olduğunu sormamdı. Sordum ama nasıl bir cevap verdi ben de bilmiyorum. Her şeyden önce o beni teröristlerin eline veren bir adamdı

Ve kabul etmiştim dediği her şeyi. İnsanlardan nasıl saklayacağım bilmiyorum ama ben de artık onlardan biriydim. Onlar dediğinin kim olduğundan bile haberim yokken üstelik.
Artık askeriyedeki haini de biliyordum.

O revirden çıktıktan sonra Elif'e yakalanmadan ben de çıktım. Biliyorum ki orada kalsaydım konuşulan şeyleri öğrenmeye çalışacaktı. Kafamdaki her şeyi bir kenara bırakıp stres atmalıydım. Bunun için Mahir'in eğitimini izlemeye gittim. Beni anca o paklardı.

Yaklaşık beş saat geçmişti ben revirden çıkalı. Mahir ve Aydın bir daha göreve gitmemişti çünkü aldığım duyumlara göre iki tim de şehit vermeden kurtarılmıştı. Akıncı Timi'nde yaralı asker olsa da çok şükür ölen yoktu. Hüseyin albay Zahir albayı arayarak teşekkürlerini sunarken yüzbaşı ve ekibi de tebrik kazanmıştı.

Bugün çok fazla yorulmuştum. İşe gerçek anlamda başladığım ilk gündü çünkü artık sırlarla dolu, saklamam gereken şeyler vardı. Mesela artık haini biliyordum ve bu daha en basitiydi. Beni de o köpeklerden sanıyorlardı ve bu yaşananlardan sonra eminim ki dediğim hiçbir şeyin onların gözünde değeri olmayacaktı. Onlardan birinin suçlu olduğunu söylemek kolay olmayacaktı.

Gel gelelim bunu benim yapmama gerek yoktu ama ortada terörist olarak anılan bendim ve her ne pahasına olursa olsun kendimi aklayacaktım, o yüzbaşı da gününü görecekti.

Onlar tekrar askeriyeye gelmiş ve albay onları gururla karşıladıktan sonra odalarına geçmişlerdi. Ben de olsam gururlanırdım çünkü albay bu timin bir görev dışında başarısız olmadığını söylemişti ki bu görev de Halil Davas göreviydi. Albay görev başarısız derken yüzlerinin aldığı hal bile buna alışık olmadıklarımın kanıtıydı.

Saatler akşam üzerine gelirken bir daha revire geçmedim. Elif zaten her an oradaydı ve acil bir şey olursa beni arardı. Ben ise bahçede hâlâ boş boş durup albayın odasına gidip gitmemek arasında kalmıştım fakat henüz elimde yeterli kanıtlar olmadığı için gitmekten vazgeçtim. Ne de olsa hakkında konuşacağım kişi onun askeriydi.

Belki yüzlerce belki de binlerce askerin içinde bulunduğu bu koca yapının etrafında gezerken yorulmuştum. Gözüme kestirdiğim ilk taşın üzerine oturduğumda pek kıymetli popom yerinden şikayetçi değildi. Diyarbakır kızına fark eder mi oğlum!

Pantolonumun arka cebinden çıkardığım telefonumun ekranından annemin fotoğrafını görünce bendeki resmine en son bugün baktığımı ve revirdeyken beyaz önlüğümü cebine koyduğumu hatırladım. Aydın ile konuştuktan sonra annem ile dertleşmek istemiştim ve yapmıştım da fakat şimdi hatırlıyorum ki beyaz önlüğümü çıkarırken cebinde resim yoktu.

Korku ile ayağı kalkıp etrafıma baktım. Bendeki tek resmiydi ve onu kaybettiysem dedemden yenisini almak için en az bir hafta bekleyecektim. Her şeyi geçtim onu kaybetmek bile başlı başına bir hataydı. Hızlı hareketler ile etrafıma baktım ama görünürde değildi. Geldiğim yoldan tekrar revire gittim, önlüğün cebine baktım, askeriyenin etrafını dolandım ama bulamadım.

"Echer ne aradığını söylersen sana yardımcı olabilirim."

"Ya Elif! Burada küçük boyda, eskimiş bir kadın resmi gördün mü? Annemin resmiydi o, bulamıyorum."

Elif de benim gibi etrafı aramaya başladığında "Hayır hiç görmedim."cevabını vermişti.

"Elif ben bahçeye baksam, sen buraları gezsen olur mu? Benim için çok önemli? Annemin tek fotoğrafıydı."

"Tabii ki canım benim, sen bir koşu git bahçeye bak. Askerlere de sor belki gören olmuştur. Bulacağız birlikte sen merak etme."

İçten içe inşallah diye diye tekrar bahçeye çıktığımda askerlere de sorarak resmi aramaya devam ettim ama yoktu. Artık hava kararmış, askeriyenin bütün ışıkları açılmıştı ama ben henüz annemin resmini bulamamıştım.

"Özür dilerim, bir şey sorabilir miyim?"diyerek arkasında durduğum adam bana dönünce sormamış olmayı diledim. Telaştan kim olduğuna bakmamıştım ve şimdi yüzbaşı keskin bakışları ile bana bakıyordu.

"Söyle."diyerek başıyla onayladığında ona da aynı soruyu sordum.

"Şey, ben bir resim düşürdüm de... Küçüktü ama, kadın resmi, eskimişti bir de. Gördün mü acaba?"

Başını sağa sola salladı.

"Kimin resmiydi ki?"

"Annemin!"demiş bulundum. Neden bağırdım bilmiyorum ama sinirlerim bozulmuştu.

"Kusura bakma yüzbaşı, sinirlerim bozuldu. Annemin fotoğrafıydı."derken gözlerim dolmasın diye büyük bir uğraş verdim. Düşünmüş gibi yapıp tek kaşınj havaya kaldırdığında "Albayın odasına girerken yerde iki kağıt parçası gördüm aslında. Kapıya yirmi metre uzaktaydı."

"Resim var mıydı üzerinde? Baktım mı?"diyerek heyecanla sorduğumda bu heyecanıma bir anlam veremedi. "Hayır bakmadım."

"Neden bakmadın ya! Kaç saattir arıyorum."diyerek hakkım olmadan çıkıştım. Bir an önce oraya gitmek için arkamı döndüğümde "Konuşmana dikkat et doktor! Yerde gördüğüm her çöpü cebime sıkıştırmıyorum."dediğinde gözlerim sinirle açıldı. Tamam ona bağırmaya hakkım yoktu ama çöp diyordu çöp!

"Sen benim annemin resmine nasıl çöp dersin?"
Bağırışıma bahçedeki diğer askerler bize dönüştü. Başka hiçbir şey diyemiyordum çünkü sinirden kelimeleri unutmuştum.

"Senden daha değerli o tamam mı?"

"Anlamadım? Yerde gördüğüm iki parça kağıdı çöp sandım. Annenin fotoğrafına çöp demedim. Lafı nasıl anırıyorsunuz bilmiyorum ama boş şeylere ayıracak vaktim yok."diyerek arkasını dönüp gittiğinde arkasından uyuz diye bağırasım geldi ama yanıma gelen bir kadın asker yüzünden sözümü yuttum.

Elindeki iki parçaya ayrılmış fotoğrafı bana uzattığında teşekkür ederek aldım. Üzülmüştüm, kalbim acımıştı ama ağlamadım çünkü yanıma gelen kadın henüz gitmemişti.

"İnfaz'dan Asteğmen Revan Alıcı. Elif bütün askerlere bu fotoğrafı soruyormuş. Ben de görünce sana getireyim dedim."

Çok tatlı bir konuşması vardı. Dışarıdan görünüşü sert gibi dursa da yumuşak bir ses tonu vardı. Onu biraz süzdüğümde hafif çilli yanakları, mavi gözü ve bakır rengi saçları ile çok güzel bir kadın olduğunu farkettim. Boyu benimle hemen hemen aynıydı.

"Biliyorsun ama adettendir söyleyeyim, Echer Tanrıkulu. Çok teşekkür ederim, gerçekten sabaha kadar aramayı göze almıştım."

Gülümseyip başını salladığında ben de ona gülümsedim.

"Yırtılmış, istersen yenisini yaptırabilirsin. Sana nerede yapacağını söyleyebilirim."

"Hayır, teşekkür ederim. Dedemden yenisini isteyeceğim. Annenin eşyalarında değişiklik yapmayı sevmem."
Çok iyi kalpli birine benziyordu.

"Tamam, bir şey lazım olursa odayı zaten biliyorsun."diyerek yanımdan uzaklaştığında hepsinin yavaş yavaş bana ısındığını düşünüyordum. Yüzbaşı bile bugün bana terörist dememişti."

Nazar değmesin diye götümü çimdikleyip elimdeki annemin fotoğraflaı ile benim ve Elif için ayrılan odaya gittiğimde Elif'in gülerek bana baktığını gördüm.

"Ay, Revan buldum dediğinde çok sevindim. Ama ben sana bulacağız demiştim. Buradaki askerlerin çoğu yardımsever insanlar zaten."

"Teşekkür ederim Elif, seni de yorduk o kadar. Hakkını helal et. Senin sayende buldum."

Bana dövecekmiş gibi baktığında gülerek dolaba yönelip geçen gün asker koruması altında alışverişten aldığım kıyafetlerin olduğu bölümü açtım, diğer taraf Elif'e aitti. Pijamalardan birini alıp elimdeki fotoğraf parçalarını öpüp dolaba bıraktıktan sonra giyinmek için odadan çıktım. Aslında Elif bana istersem odada giyinebileceğimi söylemişti ama henüz o kadarını yapacak kadar kendimi aşmamıştım. Beni haddinden fazla utangaç yetiştirmişlerdi.

Kaç tane bu şekilde soyunma odası var bilmiyorum ama çoğu odada kız erkek ayrı olduğu için insanlar birbirine alıştığından yan yana giyinebiliyordu. Bu yüzden bu oda ben her geldiğimde boştu.

Zaten şimdiye kadar bir tek İnfaz Timi'nin kız erkek karışık kaldığını görmüştüm. Başkaları da yapıyorsa henüz bana denk gelmemişti. Önceleri kızların ihtiyaçlarının fazla olmasından dolayı tuhaf karşılaşmıştım ama İnfaz'ı tanıdıkça onların birbirine yanlış yapmayacağı anlaşılıyordu.

Düşüncelerimi bölen şey kapı kolundan gelen ses olunca işimi daha hızlı halledip odadan çıktım. Bir kadın asker de giyinmek için beni bekliyordu. Onun yanından geçip odaya gittikten sonra ise yorgunluktan uyuyakalmıştım.

Sabahın beşine kurduğum alarm beni uyandırdığı yetmezmiş gibi Elif'i de uyandırınca ona reviri benim hazırlayacağımı, onun uyumaya devam edebileceğini söyledim. O her ne kadar henüz erken olduğunu söylese de ben aksini iddia edip uyumasını fırsat bilerek odada giyinip çıktım. Dar fakat esneyebilen, siyah pantolonun üzerine siyah dar, body tişört giymiştim. İç çamaşırımın izinin görünmesi sabahın şafağında takacağım en son şeydi.

Revir, kaldığımız odanın hemen yan tarafında olduğu için odaya geçip gün içinde gelen yaralılar olur diye ihtiyaç duyabileceğimiz her şeyi hazır hale getirdim. Yaklaşık yarım saatimi alan işin ardından bahçeye çıktım. Gün hâlâ aymamıştı. Askerlerin çoğu ayaklanmış, eğitimi olan eğitimini yapıyor, diğerleri de gördüğüm kadarı ile bahçeyi hazırlıyordu.

"Güvenlikten emin olun."

"Çabuk çabuk acele edin, seri olun."

Birkaç asker seri seri dışarıdaki küçük ev boyutundaki yapıya giderken söylenmelerine şahit oldum.
"İyi ki bir görev verildi. Bir tarafları kalktı bu adamın. Bir üstü gelse de şuna haddini bildirse içimin yağları eriyecek."

Bu söylenenlerin en küfürsüz olanıydı. Kadın askerlerin bile bu adama ara sıra küfür ettiklerini duyuyordum. Ne yaptıklarına anlam verebilmem için girdikleri o yerde ne olduğunu bilmem gerekiyordu ve bunu öğrenmek için buraya doğru gelen Mahir'e sorabilirdim.
Abi yalnız bir üniforma anca bu kadar güzel taşınır ya. İnfaz Timi'nin ayrı bir çekiciliği vardı.

"Sabah şerifleriniz hayır olsun Echer Hanım. Bu saatte ayakta olmanızı neye borçluyuz?"dediğinde sanki beni bu saatte ilk kez ayakta görmüş gibiydi.

"Hakkımı yeme Kıdemli, eğitim aldığım her gün erken kalktım. Hayvana yapılmayacak eziyeti yaptın bana günlerce. Anlamsız sandım ama artık anlıyorum. Gerekli şeyleri öğrenmişim."

En azından artık profesyonel dövüş ve silah kullanabiliyordum.

"Kıdemli mi?"dediğinde yüzünde tebessüm vardı. Sanırım Kıdemli olmayı seviyordu.

"Yiğidi öldür hakkını yeme şimdi. Buradaki çoğu askerden daha erken öğrendin."

Gururla göğsümü kabarttığımda güldü. Bu adam ayrı bir sempatikti ama normal bir sempatiklik değil. Ağır olmanın verdiği bir sempatiklik vardı.

"Hadi çabuk olun, sallanmayın. Amma uyuşuk çıktınız ha!"

Askerin sesini duyduğumda tekrar o tarafa döndüm.
"Ne yapıyorlar onlar?" Parmağımla askerleri gösterdiğimde hâlâ içten içe başlarında duran diğer askere saydırdıklarını duyabiliyordum.

"Cephanelik, akşam yenileri gelecek. Düzenleyip sayım yapıyorlar."

"Vay canına, gerçekten orada çeşit çeşit silah, bomba, patlayıcı mı var?"

Başını salladığında neden bu kadar heyecanlandığımı anlamıyor gibi baktı.

"Mahir, şu adama da bir görev versene. Gıcık oldum buna."

"Ulan Echer, Ahlas orada askerleri eğitiyor. Daha fazla zamanım yok gelmiş bana filankese gıcık oldum diyorsun."diye sitem etse de o adamı el işareti ile yanına çağırdı.

"Bedirhan Bayar Bolu, emredin komutanım!"diyerek tekmil verdikten sonra rahat pozisyonunda Mahir'in söyleyeceklerini bekledi."

"Gerçekten baymışsın be oğlum. Görmeyen de seni binbaşı sanacak. Sen de yardım et şunlar onlara beraber bitirin."

"Ama komutanım binbaşı Aziz bu görevi bana verdi."
Adam Mahir'in emrini hiçe sayıyordu.

"Bana bak, sana tuvalet temizleme cezası vermemi istemiyorsan geç onlarla beraber yap. Utanmıyor musun kadınlar iş yaparken sen durmuş bakıyorsun?"

Senin de pek bir farkın yok ya Mahir!

Adama karşı içimin yağları erişmiştir ve cephane görevlilerinin de benden kalır yanı yoktu. Deminden beri birinin gelmesi için dua ediyorlardı.

Mahir de bir bölük askere eğitim vermek için eğitim alanına gittiğinde onunla beraber gittim. Dediğine göre bazen binbaşı bazen de yüzbaşının yerine bölükleri o eğitiyordu çünkü askeriye içindeki en güçlü asker oydu. Adamın dev gibi cüssesi vardı bir kere. Gerçi yüzbaşı ondan daha kalıplı gibiydi ama ikisinin arasında da öyle aman aman bir fark yoktu.

Yaklaşık iki saatin sonunda kâh revirde kâh eğitim alanında durarak saati sekize devirdiğimizde görevini bitirenler dinlenmeye gitmiş, bazıları ise henüz göreve yeni başlamıştı. Bu şekilde devir daim oluyordu.

Yine can sıkıntısından bahçede durduğum bir an yüzbaşının sesini duymamla ona döndüm.

"Kaç gün daha kalırsınız?"dediğine göre Yüzbaşı Asiye ile konuşuyordu. Nişanlısını merak etmişti demek.

"İnfaz bu akşam göreve çıkamaz, cephane gelecek ve içeride hâlâ bir hain varken güvenle yerleştirme işlemi bize kaldı. Zahir Bey yine bize kitledi o işi."

Ben de neden bugün göreve gitmedikleri merak etmiştim. Anlaşılan albay onlara fazla güveniyordu.

"Tamam kendine ve timine iyi bak. Allah'a emanet olun."deyip telefonu kapattığında arkasını dönünce göz göze geldik.

"Bu sefer neyini kaybettin?"diye sordu hiç beklemeden. İyi en azından beni mi dinliyorsun diye sormamıştı ki sorsaydı da cevabım evet olacaktı.

"Hiç, dolanıyorum öyle."
Ona bir taraftan kızgındım. Çünkü ilk iki gün bana sürekli terörist muamelesi yapmıştı fakat bir yandan da hak veriyordum. Ben bir asker olsam bunca gün bir teröristle aynı evde kalan bir insan evladına inanmazdım.

"Bugün fazla ayak altında dolanmanı tavsiye etmiyorum. Sonuçta yüklü miktarda cephane gelecek."
Beni düşündüğü için mi yoksa beni hâlâ bir risk faktörü olarak gördüğü için mi söyledi bilmiyorum ama onu ciddiye almamıştım bile.

"Gelsin, gerekirse bir işin ucundan da biz tutarız."
Tabii ki sana yapıyordum. Bu kadar titizlik gerektiren bir işe burnumu sokacak değildim.

"Maalesef İnfaz dışında kimseyi almıyoruz. Siz sadece izleyeceksiniz."
Sesinde bir art niyet yoktu. Aslında haklıydı da. Kim olduğunu bildiğim bir hainin aralarında olduğu bu askeriyede her şey olabilirdi. Tek avunduğum taraf güvenlik konusunda İnfaz'a güvenmem ve Aydın'dan bir şey karıştırmayacağına dair söz almamdı.

"Doğru olan da bu zaten yüzbaşı. Neme lazım yanlış bir harekette yüzlerce kişi buradayız."

"Bin beş yüz."dedi beni doğrulamak istercesine.

"Yani bir alay asker."
Geçmişte aklımda kalan bilgilerden birini söylediğimde şaşırmıştı.

"Evet, albay, binbaşı, yüzbaşı ve daha alt rütbeler de sen nereden biliyorsun?"

Etrafta gidip gelen askerler bize baksa da bunu dert etmedim.

"Ben on yıl askeri eğitim aldım yüzbaşı. Beni o kadar küçük görmemelisin."dediğimde yine şaşırmıştı. Karşısında bir doktor vardı fakat aynı zamanda on yıl askeri eğitim aldığını söylüyordu.

"On yıl derken? On yıl süren bir askeri eğitim mi varmış?"

"Aslında bunu ben de merak ediyordum biliyor musun?"
Ona daha çok yaklaştım. İkimiz de sırtımızı bahçenin duvarına yaslamıştık.

"Altı yaşındaydım, annem hiç asker olmamı istemedi, tehlikeli olarak görüyordu. Dedem ise ben asker olmak istiyorum dedikçe göğsü kabarıyordu."

Hiç gözünü ayırmadan merakla beni dinliyordu.

"İlk okula başladım, dedem her okul çıkışı beni askeri bir liseye götürüyordu. Ben altı yaşındaydım ve o lisedekilerin en küçüğu on dört yaşındaydı. Yine de bazen onların katıldığı eğitimlere katılıyorum."

Artık daha fazla şaşkındı çünkü kendisi de o eğitimlerin zorluğunu biliyordu.

"Hangi il hangi yıl okudun?"

"Ben orada okumuyordum. Onlar liseliydi ben daha ilkokula yeni başlamıştım. Bursa'da Işıklar Lisesi sanırım. 2003 yılıydı."

Anladığını belirtir şekilde başını salladı.

"Bildiğim kadarıyla o okul 2008 yılında hava kuvvetlerine bağlandı. 2016 yılında 15 Temmuz darbesinde de kapatıldı."

"Evet zaten 2004 yılında biraz ara verdim fakat bu o kadar uzun bir ara değildi."

Annem 2004 yılında vefat etmişti ama ben sadece bir ay ara vermiştim.

"Kapandığını hatırlıyorum. 2008 yılına kadar orada eğitim gördüm zaten. Her ne kadar diğer öğrenciler beni orada istemese de dedem nasıl yapıyordu bilmiyorum ama öğretmenler sorun çıkarmadan bana da eğitim veriyordu. Tabii benimki onlar kadar zorlayıcı değildi."

Gözüm yüzüğüyle oynayan eline kaydığında yüzüğündeki ay yıldızlı taş dikkatimi çekti, aynı zamanda alttaki akrep figürü de... Anlaşılan görev esnasında taş düşmesin diye o bölgeyi avucunun içine doğru çevirmişti çünkü daha önce fark etmemiştim.

"Yüzüğünün taşı çok güzel."demiş bulundum büyüleyici bir ses tonu ile. Gözleri bir an yüzüğe kaysa da tekrar bana çevirdi.

"Eskiden tamamen mat siyah bir taşı vardı. O taşta da ay yıldız vardı fakat görev esnasında düşünce kırmızı taş yaptırdım."

Bu şekilde ay yıldızlı bayrağa benziyordu.

"Ee devam etmeyecek misin? Lise hava kuvvetlerine bağlandığında ne yaptın?"

"Bir şey olmadı. Diğer öğrenciler hava kuvvetleri ile ilgili eğitim alırken ben eski eğitimlere devam ettim ve inan dedem eğitmenleri nasıl ikna etti bilmiyorum. Hem de bunu Diyarbakır'dan yapıyordu. Benim için on bir yıl boyunca okul zamanı Bursa'ya geliyordu fakat artık uzaktan idare ediyordu."

O şaşırıyordu fakat ben de dedemin bu yaptıklarına şaşıyordum.

"Zaten o zamanlar ortaokul birinci sınıftım. 2011 yılına kadar bu şekilde devam etti. 2011 yılında lise olarak da o liseye gittim. İki yıl orada eğitim aldım fakat 2016 yılında lise kapanınca ben açık öğretime geçtim. Milli Savunma Üniversitesi'ne hazırlık yapacaktım ama kendimi doktor olarak buldum. Dedem ise bu kararıma saygı duydu."

Pür dikkat beni dinlemişti ve konuşmamın sonunda anladığını belirtir şekilde başını aşağı yukarı sallamıştı.

"Ben de liseyi orada okudum. 2004 de başladım 2008 de bitirdim."

Yani biz aynı yıllarda aynı lisedeydik. Tek fark ben on yıl orada okumuştum o ise dört yıl.

"Ama yüksek ihtimal hiç karşılaşmadık. Sen eğer sabah erken saatlerde okula gidiyorsan bizim okula geç saatlerde gelmiş oluyorsun."

Evet deyip ben de önüme döndüğümde hayatımı sorguladım. Bunca aldığım eğitim sayesinde belki de bugün Mahir'in verdiği eğitimleri bu kadar kolay kavramıştım.

Bir asker bize doğru yaklaştığında tekmil verip yüzbaşının işaretini bekledi. "Komutanım, Zahir albay sizi ve İnfaz Timi'ni ön bahçede beklediğini söyledi."

Yüzbaşı hiç vakit kaybetmeden ön bahçeye gittiğinde İnfaz'ın diğer üyelerinin bazılarını da oraya giderken gördüm. Ben de revire gitmek için ön bahçeye gittiğimde duyduğum tekmil sesleri ile büyük bir gurur ve heyecanla durup onları izledim.

Yüzbaşı Ahlas Tuğyan!
Kıdemli Üsteğmen Mahir Nacaroğlu!
Üsteğmen Camer Linet!
Astsubay Kıdemli Başçavuş Yusuf Bozkurt!
Astsubay Kıdemli Başçavuş Aydın Abir!
Astsubay Kıdemli Üstçavuş Serva Yakar!
Astsubay Üstçavuş Ramazan Haliloğlu!
Teğmen Rüzgar Acem!
Asteğmen Revan Alıcı!

Yedi erkek iki kadın askerin verdiği tekmil bütün askeriyeyi kendine hayran bırakırken omuzlarındaki bayrak ve akrebin ihtişamı da göz kamaştırıyordu.
Erkeklerin tok ve sert sesi, kadınların güçlü duruşu ve korkusuzluğu bile bu timin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyordu.

Artık ismini bilmediğim diğer askerlerin de ismini öğrenmiştim. Bu tim bir başkaydı.

"İnfaz, Şafak'ın görevi uzadı. Bir gün daha kalacaklar. Bu yüzden cephane işini tek başınıza yapacaksınız. On dakika içinde yeni mühimmatlar burada olacak. Hazır olun akşama kadar sürecek zor bir görev sizi bekliyor."

Hepsi aynı anda emredersiniz komutanım deyip albayın emriyle dağıldığında bu sefer yüzbaşı hepsini bir kenara toplamıştı. Şafak Timi sanırım yüzbaşının nişanlısının timiydi.

Dakikalar içinde askeri araçlarla beraber askeriyenin içine teçhizatlar gelince İnfaz Timi göreve başlamıştı. Kadın erkek farketmeksizin koca koca kutuları tek başlarına kaldırıyorlardı. Ben de kaldırabilirdim. Hah! Fakat yapacak değildim, bir sorun çıkarsa zaten ilk suçlayacakları kişi benken yirmi metre uzaktan izlemek daha cazip geliyordu.

Elif de sonunda dışarı çıktığında beraber askeriyenin arkasına geçip muhabbet etmeye başladık.

"Elif Allah aşkına bunca saat içeride sıkılmıyor musun?"

"Hayır, sevmiyorum ben yalnızlığı, sessizliği. Bazen kitap okuyorum kahve eşliğinde, bazen film izliyorum gün bitiyor zaten."

Bir altmış boyu, siyah saçı ve zeytin gibi gözleri ile çok tatlı bir kadındı Elif.

"Dediğin şeyleri ben de seviyorum ama burada insanlar o kadar enerjik ki oturunca kabahat işlemiş gibi hissediyorum."

Elif ağzını açıp konuşacakken ön bahçeden gelen karmaşa sesleri ve birinin doktor diye bağırması ile o tarafa doğru koşmaya başladık. Elif benden bayağı geride kalmıştı çünkü bir insanın hayatı söz konusu olduğu zaman bir yapabildiğim her şeyi sonuna kadar yapıyordum.

Kargaşa sesleri git gide arttığında birinin "Bomba."diye bağırdığını duyunca daha da hızlandı adımlarım. Fakat Elif olduğu yerde durmuştu.
Ön bahçeye ulaştığımda eli yanık olan bir askerin bana doğru geldiğini gördüm. Asit dökülmüş gibi görünüyordu. Sonra da içeriden elinde tuttuğu bir cisimle dışarı doğru koşan Aydın'ı gördüm. Bomba diye bağırsa bile ona bakmaya fırsatım yoktu çünkü askerin elindeki yanık ciddiydi.

Beraber revire doğru koştuğumuzda gerekli her şeyi hazırladığım için şanslıydım. Saniyeler içinde yanığı kesecek işlemler uygulayıp gereken işlemleri uygulayıp onu hastaneye gönderdim. Elinde hasar vardı. Dermatoloğa görünmek şarttı.

Asker yazdığım ilaçları almak ve hastaneye gitmek için odadan çıkarken ben de az önceki olayları öğrenmek için koşarcasına dışarı çıktım fakat çarpıştığım bedenle düşmemek için zor durdum. Daha kime çarptığımı anlamadan karşımdaki kişi beni tutup bahçeye doğru çektiğinde suratına baktım. Yüzbaşı!

Beni bahçeye doğru savurdu fakat düşmedim. Ne yaptığının farkında mıydı bu?

"Sen ne yaptığını sanıyorsun yüzbaşı? Kendine gel! Ben senin oyuncağın değilim. Seni bir kere yerin dibine soktum az geldi galiba. Ne had bilmez bir adamsın sen!"

"Kes sesini!"diye bağırdığında gözüme eskisinden daha kalıplı geldi. Sinirli olduğu için olabilirdi.

"Sen yaptın değil mi lan. Oraya gideceğimizi bile bile o bombayı oraya sen koydun!"dediğinde Aydın ile göz göze geldik. Beni suçluyordu bu konuda da.

"Aklın yok mu yüzbaşı? Kamera kayıtlarına bakmak hiç aklına gelmedi mi?"

Anlamıyordum. Aydın'a öfkeyle baktığımda başını sağa sola salladı. Söyleme diyordu.

"Yok lan kamera kaydı. Oynanmış."

"Silinmişse silinmiş. Ulan bu ülkede siber güvenlikle ilgilenen kaç insan var? Gerekirse istihbarat devreye girer ve bu iş çözülür de sen aldığın bu vebali nasıl ödeyeceksin?"

Bana inanmıyordu, bu hal ve hareketlerinden belliydi. Üzerime daha çok gelecekti fakat deminden beri bizi izleyen albay konuşmaya karar verdiği için susmuştu.

"Tuğyan! Şüphelendiğin biri varsa bunu doğru düzgün dile getir."dediğinde albayın sözünü böldüm.

"Zahir Demir, sizin emrinizde olan asker daha geçen gün bana 'Özel Kuvvetler madde bir: Bütün faaliyetlerde yasallık esastır.'demişti. Fakat yine sizin askeriniz bugün burada elinde hiçbir kanıt olmadan beni suçluyorsa önce kendinizi sonra da askerinizi yargılayın. Sırf burada sizler kadar iş görmüyordum diye beni aranızdaki en zayıf halka olarak görüp harcayamazsınız!"

Albay dik duruşundan taviz vermeden bana baktığında diğer askerlerin de bana şaşkınlıkla baktığını gördüm.

"Echer, bekle kızım. Askerimi yargılamak da şüphesini dinlemek de benim görevim. Evet faaliyetlerde yasallık esastır ama o da şüphesini dile getirmediği sürece bir yol kat edemez."deyip yüzbaşına döndü.

"Ahlas, şimdi söyle bakalım şüphelendiğin kişi kim?"dediğinde gerçekten bitmesine rağmen ondan duymak istiyordu.

"Ben Echer Tanrıkulu'ndan şüpheleniyorum komutanım."

Her saniye daha da sinirlenirken bu saçmalığı bir an evvel bitirip aynı şekilde Aydın Abir'i öldürmek istiyordum.

"Sorgulanmasını talep ediyorum."

Yüzbaşı buraya geldiğimden beri bir şeylerden dolayı beni suçluyordu ve bunu yapmasının sebebi Kürt olmam mıydı?

"Yüzbaşı, Echer Tanrıkulu yargılanmayacak. O senin sandığın gibi biri değil. Onun buradaki sorumluluğu farklı. O yargılanmayacak ve suçlu gözüyle bakılmayacak."dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.

Yüzbaşı albayın emrinden çıkamayacağını bildiği için sinirle etrafına baktı. Bir sürü asker bizi izliyordu.

"Ben de birinden şüpheleniyorum."dediğimde Aydın ile tekrar göz göze geldik. Bana yapmamamı söyler gibi bakıyordu.

"Ben yüzbaşının sorgulanmasını istiyorum. Benim gözümde de suçlu odur sayın albay. Tabii bizim gibi asker olmayanların söz hakkı bu askeriyede varsa!"

Farklı farklı sesler ve şaşkınlık nidaları yükselirken başta İnfaz Timi olmak üzere herkes bana döndü. Fakat onun dönüşü çok farklıydı. Elinde olsa beni şuracıkta öldürürdü.

"Bana baksana lan sen!"

"Çocuklar bir durun."diye araya giren albaydı. İkimizi de kendine doğru çekip kimsenin duymayacağı bir ses tonu ile "Hâlâ içeride bir suçlunun olduğunu unutmayın. Benimle gelin, beraber konuşacağız."dedi.

"Hayır ben kabul etmiyorum."dedim yüksek bir ses tonu ile, herkes duysun diye.

"Bu adam herkesin içinde sözlerini dile getiriyorsa ben de getireceğim. Bugün burada bir suçlu varsa Echer Tanrıkulu değildir. Bu Yüzbaşı Ahlas Tuğyan ve onun nişanlısı..."dediğimde yine herkesin gözü bana döndü.

"Ve onun nişanlısı Yüzbaşı Asiye'nin altından çıktı."dedim. Kimse beni susturamazdı.

"Onun adını ağzına alma lan!"

"Kıdemli Üsteğmen Mahir Nacaroğlu. Derhal İnfaz Timi'ni topla. Şafak Timi acilen burada olacak. Bu olayı teröristler duyarsa başta yüzbaşı olmak üzere bütün timi öldürürler. Derhal Nacaroğlu!"

"Ne yaptın Echer? Sen ne yaptın abicim?"diye diye timi toplayan Mahir ve Aydın askeriyeden çıkmıştı bile.

"Tanrıkulu, Tuğyan derhal ikiniz de sorgu odasına!"

Yüzbaşı albaya döndüğünde albay karar değiştirip "Benim odama!"dedi. Nedense yüzbaşı yargılanırsa bu askeriyede bütün düzen yerle bir olacak gibiydi. Çünkü artık eski prestiji olmayacak, belki de bu üst mercilerin kulağına giderse görevinden olacaktı. Aslında umurumda değildi. Irkçının teki asker olmamalıydı zaten.

İkimiz yan yana albayın odasına doğru yürüdüğümüzde biraz sonra olacaklar beni korkutmuyordu. Bildiğim her şeyi söyleyecektim.
Albayın odasına gelip karşılıklı koltuklara oturduğumuzda albay da karşımızda oturmuştu.

"Söyle bakalım Echer, az önce ne demek istedin?"

"Saçmalıyor sayın albay, söz hakkı vermeyin şuna!"

Albay ona yandan yandan bakarken onu ciddiye almadım ve albaya cevap verdim.

"Sayın albay, Echer Tanrıkulu olabilirim fakat hiç istemesem de aynı zamanda şu an İnfaz Timi'nde olan Aydın Abir benim üvey abim."dediğimde yüzbaşı çok şaşırmıştı fakat albay zaten biliyor gibiydi.

"Ben hiçbir zaman teröristler ile işbirliği yapmadım. Halil Davas'ın evinde de yine İnfaz Timi'nde olan Mahir Nacaroğlu tarafından aldığım eğitimler sayesinde oradan kaçmayı planlıyorum. O adamın bana karşı olan her ters hareketinde ben farkında olmasam da Mahir beni korudu."

Yüzbaşı her seferinde daha çok şaşırıyor fakat albay asla şaşırmıyordu.

"Bildiğiniz gibi ben Halil'e babam olan Alkın Abir'in borcu karşılığı üvey abim Aydın Abir tarafından satıldım."

Benim satıldığımı yüzbaşı biliyordu fakat bunu yapanın Aydın olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden o artık neyin ne olduğuna anlam veremiyordu.

"Siz zaten bunu biliyormuşsunuz."dediğimde albay beni onayladı. Gerçek olmayan bir gülüş sundum ona.

"Benim, beni sattı şerefsiz pezevenk dediğim üvey abim meğerse özel kuvvetlerde bordo bereliymiş. Ve o gün yaptığı her şey oyundan ibaretmiş."

"Biz senin aile meseleni dinlemeye meraklı değiliz. Sen Asiye'ye attığın iftiraya gel."

Yine ona cevap vermedim çünkü onu görmezden gelmem onu sinirlendiriyordu.

"Sayın albay, yeğeniniz Yüzbaşı Ali Demir'in, Halil'in evinden aldığım belgeleri hâlâ burada mı?"

Belgeleri çekmeceden çıkarıp bana verdi.

"Bu belgede Ali Demir'in ölüm tarihi ile Asiye Hanım'ın göreve geliş tarihi aynı."

"Aptal mısın sen? Onun yerine geldiği için olamaz mı?"

"Aptal olan sensin yüzbaşı, cümlemi bitirmemi bekle. Yüzbaşı'nın ölümü de Asiye'nın göreve gelmesini de onlar planlamış. Burada Ali'nin ölümünden önceki bir tarihte yerine gelecek kişinin ismi belirli çünkü."

Belgeyi elimden hızla çekip okuduğunda"Bu belgeleri bilerek yapmadığın ne malûm?"demişti fakat artık onun da sesinde biraz şüphe ve biraz da kırılmışlık vardı.

"Hadi o belgeler sahte yüzbaşı, Asiye göreve gitmeden önceki gece siz nerede buluştunuz?"dedim ve konuşmasına cevap vermeden "Mühimmat deposunda."diyerek devam ettim.

"Aydın Abir de sizin Hüseyin albayın askerlerini kurtarmaya gittiğiniz gün bana şüphelendiği bazı şeyleri anlattı emin oldum. Mesela bu göreve bir gün erken gidip bir gün geç gelmesi gibi..."

Yüzbaşı'nın bana diyeceği herhangi bir şeyi kalmayınca albaya döndü.

"Mantıklı Echer, zaten ben de ondan şüphelendiğim için İnfaz'ı gönderdim."

"Yalnız sayın albay bence o buraya gelmesinin planlı olduğunu bilmiyor. Sonradan tehditle yaptıkları bir şey olmalı. Çünkü Asiye buraya bayağı bağlı görünüyordu."

Albay bana cevap vermeden kapı çalınınca gel demesi ile kapıdaki asker içeri girdi. "Komutanım, Dara Tanrıkulu askeriyeye geliyor. Beş dakikaya kalmaz burada olacakmış."dediğinde dedemin bununla ne alakası olduğunu anlamadım.

"Ulan Aydın, ulan Aydın! Duramadın değil mi? Kardeşin söz konusu olunca duramadın hemen haber saldın."

Albayın sözleri beni düşündürüyordu.
"Albay Zahir Demir, ne oluyor burada? Dedem neden buraya geliyor? Onun gelmesi neyi değiştirecek?"

"Sen de dur Allah aşkına Echer. Belanın büyüğü geliyor bir de sen başlama. Zaten onun gibi Albay Zahir Demir demiyor musun..."

Kapı bu defa çalınmadan açılınca içeriye bütün heybeti ile Dara Tanrıkulu girdi.

"Dara, kardeşim hoşgeldin."

"Sus albay! Bana sadece şunu söyle: Kızımı sorguya aldın mı?"

Dedem beni çoktan kollarının arasına almıştı bile.

"Sakin ol, emanetine o şekilde bakacak değildim."

Dedem rahatlamış bir şekilde boş bıraktığım koltuğa hiç izin almadan oturduğunda Ahlas elini öpmek için ayağı kalkmıştı. Fakat aklı allak bullak olmuş gibiydi. Tıpkı benim gibi.

"Ömrün bereketli olsun oğlum."

"Sen bırak milletin ömrünü de, bütün bunlar ne demek oluyor dede?"

"Olur torunum, ben istihbarattan Dara Tanrıkulu. Geç karşıma konuşalım."

Gel bir de burdan yak.

Bölümü Nasıl Buldunuz

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Buraya da akrepleri alabilir miyim?

Emeğimin karşılığını veren herkes emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💜 💙

Kendinize iyi bakın.


Loading...
0%