9. Bölüm

8.

S
aycakayca1


8. Bölüme Emojileri alarak başlayalım.

Tahmin edildiği gibi Asiye Işık görevden uzaklaştırılmış ve mahkeme kararı ile cezaevine atılmak üzere yola çıkmıştı. Ölüm Timi ise bir süreliğine görevden uzaklaştırılmıştı. Askeriyeye giderken yol boyu kimseye tek kelime laf etmedim. Toplantı odasını gösterdiler, bir robot gibi onları takip ettim. Odaya girdiğimizde dedem sandalyelerden birine oturmuş bizi bekliyordu.

Albay baş köşeye oturduğunda bizler de oturduk. "Şehitler var!"dedi. Her gün böyle haberler veriyormuş gibi sakin, ilk defa kayıp veriyormuş gibi acı doluydu sesi. Herkes aldığı haberden dolayı başını öne eğdi. "Nerede komutanım?"diye soran yüzbaşıya vereceği cevabı hepimiz merak ediyorduk.

"Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde. Piyade Uzman Çavuş Cem Ahmet Kaya ve Piyade Uzman Çavuş Halil Şahin, bölücü terör örgütü tarafından yerleştirilen el yapımı patlayıcının infilak etmesi ile yaralı olarak kaldırıldıkları hastanede şehit oldular."

Dedemin cümlesi kulaklarıma ulaştığında göğsümde bir acı hissettim. O acıya ek farklı bir duygu daha... İlk defa bu kadar kin ve nefret dolduğumu hissettim. Göğsümde intikam arzusu yavaş yavaş büyüyordu. Her ne olursa olsun bu görevde onların leşlerini görmek istiyorum. Her ne olursa olsun ailelerine en azından bunu borçluydu bu vatan!

"Yarın erkenden bölgeye gitmek için yola çıkıyorsunuz İnfaz. Bu görev sandığınızdan tehlikeli. Oradaki askerlerden bilgileri alacaksınız. Belli bir bölge size ait olacak ve kendi bölgeniz temizlenince geri geleceksiniz. Uzun sürecek, ama değecek. Doktorunuz sizinle olacak. Sadece birbirinizi değil oradaki diğer askerleri de koruyacaksınız. İyice dinlenin, görev büyük. Allah yardımcınız olsun."diyerek cümlesini tamamladı.

"Emredersiniz komutanım."demeleri bile bu sefer daha intikam doluydu. Albay odadan çıktı fakat Dara Tanrıkulu çıkmadı. Ayağı kalkıp cebinden çıkardığı yüzükle bana doğru geldi. Bugün insanlar beni tam da bu yüzükten vurmuştu. Karşıma geldi, elini omzuma bırakıp okşadı, sonra eğilip alnımı öptü.

"Burada kalman için, bunu kabul etmen için bu şarttı kızım. Bu annenin, onun olan her şey de senin. Ne senden almaya ne de el koymaya kimsenin hakkı yoktur."dedi sessiz sessiz. Dolan gözlerimi tuttum. Her şey üst üste geliyordu.

"Sorgulamıyorum dede. Yaptığın ve yapacağın hiçbir şeyi sorgulamıyorum. Sadece bir şeyler yaparken sana kırılsam bile dile getirmeyeceğimi bil. Dile getirdiğim gün hiç iyi şeyler olmayacak."diyerek yüzüğü elinden alıp parmağıma taktım.
Elini öpüp alnıma koydum. O ise eğilip tekrar saçlarımı öptü. Göreve gidiyorduk ve geri dönüp dönmeyeceğim belli değildi. Küs gidip belki de hiç barışamamak gibi bir durum söz konusuyken ne kendime ne de ona bu işkenceyi yapmadım. "İlk görevin kızım. Hepiniz Allah'a emanet olun. İnfaz'a güven, sözlerinden çıkma."diyerek salondan çıktı.

Deminden beri bizi izleyen tim üyelerine döndüm. Bu duruma en çok sevinen Revan olmuştu. Zaten kimsenin gülecek hali de yoktu. Aydın'ın bana olan bakışlarını farkettim. Özlediği birine bakıyor gibiydi.

"Namazlar kılınsın. Erkenden uyuyun. Revan, Aydın, Serva ve Yusuf, silah kontrolü, şarjör dolumu, gerekli mühimmatlar sizde. Ramazan ve Rüzgar, konum kontrolü, bölgenin kuşbakışı haritası sizde. Mahir ve Camer, helikopterin bakım durumu sizde."diyerek gerekli bütün hazırlığı bildirdi. Tam bir lider gibiydi.

Bana döndü. "Doktor, gerekli bütün malzemeleri hazırla. Gideceğimiz yer çok zor, her türlü yara olabilir. Her türlü malzeme lazım olacak. Sen kendi eşyalarını yanına al ve küçük bir çanta hazırla. Orada gerekli diğer eşyalar vardır."

Söz konusu görev olunca bana olan nefretini de göz ardı etmişti. Onu onaylayıp revire geçtim. Elif revirde bekliyordu. "Daha uyumadın mı Elif?"

"Ha, yok. Biraz sonra gideceğim."

"Yarın göreve çıkacağız. Malzeme çantası var mıdır?"

Oturduğu yerden kalkıp büyükçe bir çanta alarak bana verdi. Beraber gerekli olacak her şeyi doldurduktan sonra sarılarak ayrıldık. "Allah'a emanet olun. İnşallah bunları kullanacak duruma gelmezsiniz."

Amin diyerek odadan çıktım. Üzerinde akrep figürü olan kapıya geldim. İçeriden sesler geliyordu. Kapıyı çalıp açtım. Herkes gelmişti.

"Echer, sen içeri gelince kapıyı çalmak zorunda değilsin. Gel canım."

Revan'ın sözleri beni gülümsetti. Erkekler bir şeyler ararken onlar yönlendiriyordu.

"Benim kalın çoraplarım yok. Nereye kayboldular?"diyerek ortama giriş yapan Yusuf aceleyle etrafı taradı. "Bak bak burada."dediğinde Ramazan'a döndü. Ramazan ise ağzını açmış gırtlağına kadar bize gösterdi. Yusuf halihazırda ayağında olan çorabı çıkararak Ramazan'a doğru yürüdü ve kaçmasına fırsat vermeden çorabı ağzına soktu.

"Bir dahakine tekrar yap bu şakayı Ramo! Kirli sepetinden farkı yok zaten ağzının. Tuvalet gideri gibi ağzın var lan it!"

Ağzına soktuğu çorabı bir de eliyle bastırarak yerine oturttuğunda gülüşümü bastırmadım. "Nerede lan! Kalk bul o çorabı, bulmazsan ağzına sıçarım."diyerek onu oturduğu yerden kaldırdı.

"Komutanım ben nereden bulacağım onu yaw?"diye diye odadaki her deliğe bakmaya başladı. Yüzbaşı bulmak istediği her şeyi bulurken Aydın bir şeyle fazla ilgileniyordu. Serva'ya döndüm.
"Baksana bir şuna, o da bir şeyleri bulamıyor gibi."

Omuz silkip reddetti banane der gibi ama kaşlarımı kaldırıp tebessüm ettiğimde kalktı. "Ne arıyorsunuz komutanım?"dediğinde Aydın ilk defa ondan böyle bir soru duymuş kadar şaşkın bir bakışla ona döndü. Revan ve ben birbirimize bakıp gülerken Yusuf da en az Aydın kadar şaşırmıştı. Aşkla meşkle işi olmayan Mahir, Camer, Ahlas ve Rüzgar ise hâlâ bir şeyler hazırlıyordu.

"Bir eşyam kayıptı, buldum Serva."diyerek arkasını döndü. Bir şeyler saklıyor gibi bir hali vardı. Serva bana dönerek başını yana yatırdığında Aydın'ın yarınki eşyalarının içine bir şey koyduğunu fark ettim. Serva tekrar karşıma oturdu.

"Aydın abi, sen de kızın arkasında geziyorsun kız gelince arkanı dönüyorsun."

Revan'ın sitemini bir tek ben duydum. Haklıydı, bir adım bekliyor fakat gelen adımı da reddediyordu. Aydın benimle göz göze gelince tebessüm etti. Benim söylediğimi anlamış olmalıydı.
"Ben eşyamı buldum, teşekkür ederim de kızlar siz de gidip hazırlanın. Kalın kazakları unutmayın, üniformalarınız kuru olsun. Hadi odanıza, uyuyacağız. Gözlerinizden uyku akıyor."

Kızlar diyordu fakat Servaya konuşuyordu. Hareketinden dolayı kırılmış olabileceğini düşündüğü için konuşma ihtiyacı hissetmişti. Aydın gerçekten duygusal ve duygudan anlayan bir adamdı.

"Şş! Vatan toprağım, naz etme ha gir içeri. Sıcağa aldanmayın, gece için sıcak elbiselerinizi alın. Haydi haydi."

Adeta kovulmuştuk odadan! Üçümüz bize ayrılan odaya gelirken Aydın'ın Serva'ya olan hitap şeklini düşündüm, hoşuma gitmişti. Vatan toprağım; uğruna savaşılacak kadar güzel olan mı, uğruna savaşacakları kadar güzel olan mı bunu da zaman gösterecekti.

"Lan beyinden noksan, askerime yılışma kafasız herif."diyen sesi duyduğumda gözlerimi deviremeden edemedim. Yüzbaşı rütbe dışında bile kendini koğuş ağası sanıyordu.

"Echer, üniformanın altına giyeceğin bir iki bir şey ayarla yeterli olacaktır. Kalın çorap falan işte."
Bu kızın tatlılığı beni benden alacaktı. Asker olmak için fazla kibardı.

Hep beraber giyeceklerimizi hazırlayıp yataklara geçtik. Mental olarak gereğinden fazla yorulduğum için hemen uyuyup dinlenmek istedim. Kafamda binbir türlü ses vardı.

"Ne düşündüğünü biliyorum görümceciğim..."diyerek yatağıma yaklaşan Serva'ya kaşlarımı kaldırarak baktım. "Ahlas'ın dedikleri gerçekler değildi. Hatta gerçek olamayacak kadar büyük bir saçmalıktı."

Bunlar teselli sözleri olduğu için içimi rahatlatmak bir yana inanmasım bile gelmedi fakat Serva kahve gözlerini bana dikerek zorla kabul ettirecek gibiydi. Revan da konuşmayı duyunca yatağıma fırladı. "Ne oldu çabuk söyleyin, meraktan çatlarım ki, ölürüm."diyerek üzerime atlamıştı.

"Yok bir şey ya, sadece yüzbaşı moralimi bozmakla uğraşıyor. Neymiş annesiz büyüyen biri iyi anne olamazmış. Sanki kendisinin başı göğe..."

"Ne! Ahlas komutana çocuk yapmayı mı teklif ettin? Kabul etmedi mi? Nasıl etmez. Ay anlat anlat."

İkimiz de tip tip Revan'a bakarken kızcağız konuyu bilmediği için yeni alternatifler bulmaya çalışıyordu.

"Hii! Yoksa sen hamile misin? Ahlas komutanım seni hamile bıraktı ve şimdi istemiyor mu? Kız ne ara o oraya girdi?"
Elini göbeğime attığında kolunu tutarak eline vurdum. Düşünceleri gittikçe çığırından çıkmaya başladı.

"Sadece tahmin."dedi teslim olur gibi. Yine şirin tavrını takınmıştı fakat şu an gözüme şirinkikten çok uzak görünüyordu. Daha fazla saçmalamaması için anlatmaya karar verdim. "Serva bana, senden iyi anne olur dedi, yüzbaşı da bu cevabı verdi. Ne klip dönderdin o kafada ya."

Parmağını çenesine götürüp bir şeyler düşünmeye başladı.

"Serva'ya katılıyorum, saçmalık. Bir kere Camer gibi biri bu timde varken bunu söylemesi büyük günah. Adam anasız babasız büyümüş ama içinde öyle güzel bir adam var ki..."
Söylediği sözlerin doğruluk payı azımsanamazdı. Camer gerçekten o kadar iyi yürekli bir insandı ki...

"Takılmadım o kadar ya, rahat olun."

İkisi de yandan yandan bakarken inanmamış görünüyorlardı. "Yorgunum, uykum var. Ayrıca bugün sadece sabah namazını kıldım. Yarın öğlen namazını da öğretirsiniz olur mu?"

"Olur olur. Ha bu arada Servacığım, sen az önce Echer'e görümce dedin duymadım sanma."

"Şakalaşıyoruz işte. Ben sana rastgele birini gösterdiğimde sevmesen bile bir hafta boyunca enişten enişten diye dolanıyorsun."

"Eminim öyledir."diyerek kıçını dönüp yatağına gitti Revan. Serva ise ekstra bir açıklamaya ihtiyaç duymamış, o da kendi yatağına geçmişti. Onlar telefonlarını kurcalarken yapacak bir şey olmadığı için gözlerimi yumdum. En acilinden bir telefon şarttı bana. Uzun süredir annemin fotoğrafına bakamıyordum. Gün, belki de günler olmuştu.

***

"Echer!"
Ses fazla uzaktan gelmiyordu fakat ayılmama yetecek kadar da etkili değildi. Aynı anda ikinci bir ses devreye girdi. "Echer! Aydın abi çağırıyor uyan."
Bu sefer sesi seçmeyi başardım. Revan beni çağırıyordu. Gözlerimi açtım. Yataktan doğruluğumda gecenin bir yarısı Aydın'ın ne sebeple beni çağırdığını düşündüm.

"Saat kaç?", "İki."

Yataktan çıktım. Serva da doğrulmuştu yataktan. Üzerimdeki siyah tişört ve eşofman ile kapıyı açtığımda Aydın kenara çekildi. Sırf Serva için bile olsa içeriye bakacağını sanmıştım fakat o içeriyi göremeyeceği bir pozisyonda bekledi.

"Ne var?"dedim dağılan saçlarımı düzeltirken. Birkaç saniye cevap vermeden beni izledi. "Saat daha iki."
"Bugün eğitimini ben vereceğim güzellik, elini yüzünü yıkayıp gel."

Anlam veremediğim sözleri uykumu açmaya yetmişti. İstemiyorum desem, diyemezdim. İyi bir eğitim benim için şarttı fakat onunla pek fazla yakın olmak istemiyordum. Yüzbaşı da bunu bilerek bu görevi ona vermişti. Başımı sallayarak kapıyı kapattım ve elimi yüzümü yıkayıp hazır olduktan sonra dışarı çıktım. Kızlar tekrar uyumuştu bile. İşin en zor kısmı onları uyandırmadan odada hareket etmekti. Uyanık olduğunu düşündüğümde uyuyor ya da uyuyor olduklarını düşündüğümde uyanık olabiliyorlardı.

Eğitim alanında beni beklediğini sanıyordum ama kapıda beklemişti. Dışarıdaki hafif esinti ürpermeme sebep oldu. Yan yana adımlarla ilerlerken havanın henüz karanlık olması sinirlenmeme yeterli bir nedendi.

"Ben sana kurşun çıkarmayı falan öğretemem, bilmiyorum. Onu Mahir ya da ileride iyi eğitim göreceğin doktorlar yapacak. Ben bugünlük dövüş eğitimi vereceğim, ya da silah... Hangisini istersin?"

"Fark etmez."dedim sakin bir üslûpla fakat onun da benim de gerginliğimiz dışa vuruyordu. Aniden gelen yumruğuna karşı koyduğumda kaşları kalktı. Bugüne kadar öğretmenim Mahir ve Camer'di, hayırdır! "Kolay lokma sandın zaar! Taktik değiştir, herkes ilk şaşırtarak geliyor."

"Kapmışsın bir şeyler."

"Mecburiyet, oradayken kaçmak için öğreniyordum. Mahir'in asker olduğunu bilmeden."

Beni zorunda bıraktığı bu hayat için onu asla affetmeyeceğim.

"Konuşmayalım bunları, devam edelim."

Omuzlarıma vurup beni yere düşürünce hızla etrafımda dönüp kalktım. Aynı hızda dizinin arkasına geçirdiğim tekmeyle sendeledi.
"Neyi konuşalım mesela? Yalanları mı? İnan duymak istemiyorum."

Arkasını dönüp suratıma attığı ikinci yumruktan bu sefer kurtulamadım. Burnumu tutarak acısını dindirmeye çalıştım. Yakıcı bir acı olduğu için gözlerim dolmuştu.

"Burnum yandı lan, az yavaş ol gavurun tohumu."
Bulanık gören gözüme rağmen karnına attığım tekme tam isabet etmişti. Yine de üzerinde fazla bir etkisi olmamıştı.

"Yanması iyidir iyi, namus giriyordur."

Demek istediği şey namussuz olduğum olsaydı kesinlikle karşılığını alırdı fakat söylediği şey bu değildi. Bizim oralarda burnum yandı diyenlere namus giriyor denirdi. Dara Tanrıkulu ona öğretmiş olmalıydı. Bir taraftan burnumu kontrol ediyordu ama kanamadığına eminim. Uzunca gözlerine baktım, bakışlarımdaki hinliği fark ettiği için tedirgince bakıyordu. "Daha önce hiç uçan insan gördün mü?"dediğimde ise karşısında bir deli varmış gibi baktı.
"Uçağa binenlerden mi?"

Gülüşümü bastırıp başımı iki yana salladım. Olması gerekenden daha saf görünüyordu.
"Yok, Angut'a binenlerden."diyerek tuttuğum kahkahamı bıraktım fakat onun bakışları hâlâ aynıydı. Delirmiş olmamdan korkuyordu. Saniyeler sonra omuzlarından destek alarak üzerine uçtuğumda kimin angut olduğunu az çok anlamıştı.

Boynuna sardığım bacaklarımı sıkarak nefes alışverişini engellediğimde tepinmeye başladı. O tarafa bu tarafa giderken amacı beni düşürmekse yapamazdı. Yavaş yavaş kesilen soluğu yüzünden hareketleri de kısıtlandı. Kızaran yüzü ne kadar zorlandığını gösteriyordu.

"Merhamet edersen ölürsün Aydın. Bana merhamet etme çünkü ben sana asla merhamet etmeyeceğim."

Nasıl olduğunu anlamadığım ama çok kısa bir sürede kendimi yerde onu da yanımda buldum. Dirseğini boğazıma bastırarak bu sefer nefesimi kesmeye çalışan o'ydu.

Yanıma düşen ellerimden destek alarak doğrulmaya çalıştım ama bir türlü başaramadım. Defalarca boşluğuna yumruk savursam da ona etki etmedi. Merhamet etme dedim, merhamet etmiyordu. Bu sefer de gözlerim zorlanan nefesimden dolayı doldu. Kurtulmak için sürekli hareket ediyordum ama yaptığım tek şey debelenmekti. Ona engel olacak hiçbir şey yapamıyordum.

"Sana bu durumda merhamet etmeyeceğim Echer. Çünkü seni bu duruma getiren kişi merhamet etmeyecek kadar vicdansız olacak."

"Hiçbiri senin kadar vicdansız olamaz."dedim kalan son nefesimle. Kurtulmaya çalışmadım. Nasıl olsa bu bir eğitimdi ve er geç beni bırakacaktı.

"İnan daha vicdansız ne demek bilmiyorsun güzelim. Bilme diye de elimden gelen her şeyi yapacağım."

Yan tarafta gölge hissettiğimde başımı o tarafa çevirdim. Adım seslerini bile duymadığım yüzbaşı tepemde dikilmiş beni izliyordu. Yeşil gözleri önce boydan boya yere serili vücudumda dolandı. Küçümseyici bakışlarla süzdü beni. "Direnmiyorsun, zayıflığını bu kadar görünür kılma. Abin seni sevmiyor, baban sevmiyor, arkanda kimse yok! Zayıfsın."

Dediği her şeyi zaten bildiğim için tekrar suratıma vurmasına gerek yoktu ama yüzbaşı beni yaralarımdan vurmayı görev edinmişti. Ya annemden ya dedemden ya Aydın'dan ya da dedemden vuruyordu beni.

"Ve bunların bizim gözümüzde pek bir önemi yok. Bizim için önemli olan düşmanın elindeki bir askerin gerekçesi ne olursa olsun direnmeye devam etmesi."

Aydın elini az da olsa gevşetince rahat olmayan bir nefes aldım. Yüzbaşının bunu fark etmesi ve postallarıyla boğazıma baskı yapması bir oldu. Boğazımı saran acıyla bir ah nidası döküldü dudaklarımdan! Anladım ki Aydın şimdiye kadar boğazımı sıkmıyordu.

"Abi, abi çeksene ayağını!"

"Rütbedesin Abir!"

Artık nefesim tamamen tükendiğinde gözlerimi kapattım. Sesleri duyuyordum ama tek istediğim şey nefes almaktı. Ciğerlerim havaya ihtiyacı olduğu için acımaya başlamıştı. Hareketlerim hızlandı. Ellerimle bacağına yapışıp ittirmeye çalıştım ama yerde olduğum için o bana daha çok güç uyguluyordu.

"Özel Kuvvetler madde dört: Her zaman çözüm ve sonuç odaklı çalışmak esastır asker."dediğinde hâlâ ayağını bastırmaya devam ediyordu. Güçsüzleştim. Bir ara gözlerimi tekrar araladığımda yaşların arasından Aydın'ın yumruk yaptığı elini gördüm. Ahlas'ın amacını anladım, kendi başımın çaresine bakmam gerekiyordu ve ben en iyi yaptığım şeyi tekrar yaptım. Bir ayağımı geri çekerek bacaklarının arasına tekme savurdum, kurtuldu.

"İyi deneme ama yetersiz. Bunu sürekli yaparsan insanlar hamlenin nereden geleceğini bilir. Başka bir şey bul."

Ahlas bunu dediği an yanıma düşen şeye gözüm kaydı. Yüzbaşı da benimle aynı anda dönünce bıçağı uzaklaştırmadan alıp bacağına sapladım. Acı içinde geri çekilirken ayağı kalktım. Başım dönüyordu.

Öksürüklerim konuşmama izin vermedi. Defalarca dengemi kaybedip düşecek gibi olduğumda kolumu tutan elle ayakta durmayı başardım. Aydın olduğunu bile bile bedenini bedenime yasladım. Olüyordum.

"Abir, kardeşin diye yardım etmeyi kes. Kimse ona bu durumda yardım etmeyecek!"diye bağırdığında sesinden dolayı başım daha çok ağrıdı. Doktorluğumdan utanmasam doktor çağırın diyecektim.

"Kardeşim olduğu için yardım etmedim komutanım. Echer bizimle olduğu sürece yanında en azından bıçak, çakı ve silah taşıyacaktı fakat siz ona yanında hiçbir silah olmadan saldırdınız. Üstelik şartlar da eşit değildi. Hem ben bıçağı ortaya attım. Echer sizden önce davrandıysa bu benim değil sizin dikkatsizliğiniz."

Bacağından akan kanı fark ettim. Bıçağı tamamen saplamamıştım bacağına. Sadece ucunu batırmıştım. Verdiği acının aynısı kadar. Ne eksik ne de fazla.

"Şükret yüzbaşı. Göreve gitmesen yürüyemeyecek hale getirirdim seni."
Aydın'dan ayrıldım. Hâlâ nefesim yetmiyormuş gibi geliyordu ama yürüyebilecek durumdaydım.
Yüzbaşının gözleri boğazıma kaydı. Nasıl bastırdıysa piç, hâlâ acıyordu. Arkamı döndüm. Revirden ağrı kesici almam gerekiyordu.

"Nereye gidiyorsun doktor? Açtığın yaraya pansuman yapman lazım."

Bir de o küçük yaraya pansuman istiyordu öyle mi?

"O yarayla gebermezsin yüzbaşı. Senin verdiğin ağrıyı kesmek için ben ilaç içeceğim. Benim verdiğim ağrıyı kesmek için ne yapacağın umrumda değil."

Söylediği hiçbiri şeyi dinlemeden arkamı döndüm. Ben yürüdükçe arkamdan gelen adım sesleri Aydın'ın da peşimden geldiğini gösteriyordu. Dönüp bakmadım bile. Revire geldim, ışığı açıp etrafı kontrol ettim. Baş ağrımı kesecek bir ağrı kesici alarak suya ihtiyaç duymadan yuttum. Ağzımın içi zehir gibi olsa da su almaya gidecek kadar mecalim yoktu. Sandalyeme adeta devrildim.

"Çok mu zorlandın Echer."

Ters bakışlarım anında onu buldu.

"Yok, alt tarafı ölüyordum!"

"İzin vermezdim ki."

Onu ciddiye almadan başımı arkaya atmak istedim fakat boynumdaki yakıcı acı buna engel oldu.

"Hay babanın..."
Başımı bir eliyle sabit tuttuğunda boynum acımasın diye kıpırdamadım. Soğuk bir şey tenime temas ettiğinde irkildim.

"Şş, krem sürdüm. Acısını alır."

"Tamam çık git artık."dedim. Gitmedi. Aptal aptal beni izliyordu. "Allah akıl fikir versin."dedim kısık sesle. Burnumdan verdiğim derin nefes ne kadar ciğerlerimi acıtsa da karşımdaki kişiye sıkıldığımı ifade etmeye yetiyordu.

"En azından hakkımızda iyi bir şeyler dileyebiliyorsun Echer."
Arkasını dönüp çıkacağı esnada "Adam olana çok bile."diyerek kıçına attığım sert tekmeyle sıçradı. "Yandı lan! O nasıl bir vuruştur zalımın kızı?"

"İyidir iyidir, namus giriyor."

Aniden dönüp bana baktı. Surat ifadesi acayip gülünçtü.

"O burundan giriyor lan!"

"Sana başka yerden giriyordur demek ki."

Arkasını dönüp revirden çıktı. "Ben kiminle laf dalaşına giriyorum ki? Hepsi aynı bunların!"diye diye gitti. Ben de az sonra yola çıkacağımızı bildiğim için revirden çıkarak giyinmeye gittim.

****

Helikopter pistinin önünde hepimiz hazır vaziyette dururken albay, yarbay, binbaşı Aziz ve Dara Tanrıkulu bizi yolcu etmek için geldi. Hepimiz sabah namazlarımızı kılıp hazırlanmıştık. Gerekli bütün kontroller yapılıp önlemler alındıktan sonra eşyaları helikoptere yerleştirmiştik. Gideceğimiz yer Kuzey Irak Pençe-Kilit Harekatı bölgesiydi.

Uzun bir konuşmanın ardından bize şans dileyen albay Zahir'in bu görevdeki tek emri eksiksiz gelmemizdi. "Emredersiniz komutanım!"dediğimizde hepimiz bu ağır sözü vermiştik. Belki eksik gelecektik belki de hiç gelmeyecektik.

"Yolunuz açık olsun Tuğyan. En kısa sürede iyi haberleri bekliyoruz."diyen kişi Aziz Binbaşı'ydı.

"Emredersiniz komutanım."

"Allah'a emanet olun yiğitlerim. Gözüm arkada kalmasın."
Bu sözler benim içindi. Dedem endişe etse de gitmem konusunda hâlâ ısrarcıydı. Henüz gerekli eğitimin çeyreğini almamışken oraya gitmemde bir sakınca görmüyordu. Birkaç adımda yanıma geldi. Kollarını belime sararak sıkı sıkı sarıldı bana. Üzüldüm ama ağlamadım.

"Bekleyenin var kızım, fazla bekletme."

"Emredersiniz komutanım!"diyerek elimi alnıma götürdüm. Bu duruşum onu gururlandırmıştı.

Her şey hazır olduğunda helikoptere bindik. Helikopter havalanmaya başladığında heyecanımı bastırmakta güçlük çektim. Bayağı bayağı gerçek anlamda operasyonlarda doktor olarak görev alacaktım.

"Bozkurt, ne öğrendin koçum, anlat."

Hepsinde aniden büyük bir ciddiyet oluştu. Şaşırtıcı olan şey ise benim de tıpkı onlar gibi davranmamdı. Ne ara bu kadar adapte olduğumu bilmiyorum ama bana yabancı gibi davranmayışları da buna sebep olmuş olabilirdi.

"İki buçuk saat içinde bölgedeyiz komutanım. İner inmez Piyade Sözleşmeli Er Özcan Kaya bizimle olacak. Bölge haritasında alınan sığınaklar yeşille işaretli."diyerek haritayı açtı. Herkesin gözü kulağı ondaydı. "Bize ait bölgede bilinen sığınaklar kırmızı ile işaretli. Dört sığınak var, biliyoruz ki bununla sınırlı değil. Bölgede tuzaklar olacak. Güvenli bölge çeberin içinde. Yaralı askerler orada kalıyor. Helikopter Türkiyeye oradan kalkıyor. Bizim ineceğimiz yer de orası."

Hâlâ harita üzerinden bir sürü yer gösteriyordu Yusuf. Benim merak ettiğim şey ise güvenli bölgede kalıp kalmayacağımdı. Umarım ilk görevden beni yalnız bırakmazlardı.

"Ben nerede kalıyorum. Güvenli-"

"Güvenli bölgede kalmak isteyecek kadar korkuyorsan bir dahaki görevlere getirmeyelim seni doktor. Bize korkak olmayan eleman lazım."

Hepsinin rütbesinden üst olduğu için kimse ona görevlerde laf edemiyordu. Fakat Dara Tanrıkulu bana görev dışında ondan emir almayacağımı söylemişti.

"Babay xerine götürisen sanki. Albayının emri doğrultusunda buraya geldim, senin isteğinle geri dönecek, geride duracak değilim."

Yüzbaşı sinirden kızarırken Mahir'in bana göz kırptığını fark ettim. Diğerleri ise güldükleri için başlarını eğmişlerdi.

"Görev sırasında bütün emirlerimi yerine getirmek zorundasın. Güvenli yerde kalmanı emredersem orada kalacaksın."

Cevap verme zahmetine girmeden önüme döndüm çünkü dediği şeyleri yapmak zorunda olduğumu biliyordum. Bir an gözlerim Camer'e kaydı. Lakabı Hayatsız olmasa onun hakkında diyeceğim tek şey gözlerindeki hayatın çalınmış olmasıydı. Komik bir ortamda bizimle beraber gülüyor fakat gülerken aniden aklına bir şey gelmiş gibi gülüşü soluyordu. Bu tavrına anlam veremiyordum ama bir sorun olduğu açıktı. Revan etrafta olan biteni izlerken Yusuf haritayı toplayıp kaldırdı. Rüzgar gece uykusunu alamamış olacak gözlerini kapatmıştı. Ramazan ise üniformasının ceplerini kontrol ediyordu.

"Bir şey mi arıyorsun?"
Kafasını kaldırıp bana baktı fakat gülerek önüne döndü. "Yok yok, boş cep kalmış mı diye kontrol ediyorum. Hepsine mühimmat doldurdum."

Söz konusu görev olduğunda deli onların göbek adı oluyordu.

Saatler içinde helikopter bölgeye iniş yapmış, güvenli alan dedikleri yere gelmiştik. Tıpkı timin erkekleri kadar uzun boylu ve heybetli bir adam karşıladı bizi. "Piyade Sözleşmeli Er Özcan Kaya, emredin komutanım."diye tekmil verip karşımızda durdu.
"Rahat asker."

Parmağındaki yüzük direkt dikkatimi çekti. Nişanlıydı. Böyle bir yerde bile çıkarmamıştı yüzüğünü.

"Komutanım, askerler keşfe çıktı. Kendi bölgelerine ait sığınakları imha etmek için arıyorlar. Bizim sorumluluğumuzda olan bölge biraz daha tehlikeli. Bilinen dört sığınak fakat girilmemiş sayısız mağara var."

Sıcaktan bayılacak gibiydim. Kim bana kalın giyinmem gerektiğini söylemişti?

"Başlamak için engel var mı?"

"Irak, Kürdistan bölgesel yönetiminin girilmez denilen her yere girdiğimizden haberi var komutanım. Kürdistan bölgesel yönetimi destekçimiz. Attığımız her adımı destekleyecekler. Herhangi bir engel yok."

"O zaman başlayalım. Bismillahirrahmanirrahim."

İki askeri araçla bize ait olan bölgeye geldik. Issız ve fazlasıyla sıcaktı. Her taraf dağ, taş ve çöldü. Arabadan indik yüksekçe bir dağın eteğindeydik.

"Bu dağın arkasındaki dağda bir sığınak var. Arabayla geleceğimiz en uzak mesafe bu. Geri kalanını yavaş ve dikkatli gitmeliyiz."

Ne yani, koskoca iki dağı sadece bir sığınak için mi turlayacaktık. Üstelik dolu mu boş mu bilmeden! Gerçekten saygı duyulası ve hayran olunası bir meslekti askerlik.

"Özcan, sen geri dön aslanım. Bundan sonrası bizde. Bizi ne gördün ne de tanıdın. Bu dağlara İnfaz geldi ama kimse bilmeyecek. Biliyorsun, sadece ölüler görür."

Özcan Kaya yüzündeki zafer gülümsemesi ile arkasını dönüp gitti. Nişanlısı adına oldukça mutlu oldum çünkü çocuktan efendilik akıyordu.

"İnfaz, hedef karşıki dağ. Sığınağı görene kadar kimse birbirinden ayrılmayacak. Sığınağa gidene kadar karşımıza neler çıkacak bilmiyoruz. Emrim sağ kalmanız yönündedir."

Görev uğruna ilk adımlar atıldığında yavaş yavaş dağı keşfediyorduk. Her dağda onlarca, insanın sığacağı büyüklükte delikler vardı fakat onlar tecrübelerinden dolayı onların boş olduğunu biliyordu. Bense gördüğüm kuş yuvasını bile sığınak sanıp inceliyordum.

"Lan Yusufi, düğünümde ne giyeceğine karar verdin mi lan?"

Aydın bile isteye Yusuf'a karışıyordu çünkü rütbeleri aynı olsa da ondan daha kıdemli olduğunu sürekli belirtmek istiyordu.

"Diyarbakır yöresel Kürt kıyafeti giyeceğim lan senin için. Yen-, Echer de yöresel kaftanını giyer ortada halay tepiniriz."

Düşüncesi bile tuhaftı.

"Biz giyeriz giymesine de komutanım, var mı seni başına bela alacak bir aday?"

Rüzgar bilerek soruyordu. Amacı gen Serva'yı hem de Aydın'ı kışkırtmaktı.

"Elbet olur be Rüzgarım, senin gibi ayran gönüllü değiliz. Sevdik mi tam sever, sildikse bir daha yazmayız evelallah."

Serva sanki konuyla alakası yokmuş gibi sadece yürüyordu ama Revan'ın sorduğu "Sen ne diyeceksin Aydın konutanın düğününde?"sorusu onu durdurmuştu. Hatta yüzbaşı bile bir an durup cevabı beklemişti.

"Gelin beyaz giyeceğine göre..."ile başlayan cümle Aydın dahil herkesi şaşırtırken "Ben de siyah giyiniyorum."ile devam edince onda bir hayal kırıklığı oluşturdu. Tim üyelerinin ise yüzü asılmıştı.

"Ne diyorsun Revan, gelinlik giyeceğim tabii ki!"

Ama bu cümleyi kimse beklemiyordu. Aydın donup kalırken diğerlerini özledim. Hepsi dudağındaki tebessümle izliyordu.

"Duydun, duydun mu Camer? Gelinlik dedi. Lan kabul etti."
Serva'nın dibinde bitip bu sefer emin olmak için ona sordu. "Vatan toprağım, sen beni sevdiğini kabul ediyor musun? Ettin az önce!"

Kabul et der gibi bakıyordu gözleri.

"Seni sevdiğimi söylemedim, düğününde gelinlik giyeceğimi söyledim."

"Allah'ım ya rabbim. Çi jineke serhişk e. Dibé qey Cilini ye"

Ne kafası kuru (inatçı) bir kadın. Sanki Cilinlidir. (Cilin: Diyarbakır'ın Bismil ilçesinde bir köyün Kürtçe ismi. Oradaki insanlar inatçılıkları ile bilinir.)

"Aydın."diyen yorgun sesi duydum. Ne kadar yorgun çıksa da aydın için mutlu olmuştu Camer. "Hayata dön be oğlum. Kız seninle evlenmeyi kabul etti."

Aydın aniden ona sarılınca geri çekildi Serva. Alışık değildi henüz anlaşılan.

"Aşk hayatınız bittiyse, kafanızı kaldırın lan! Biraz sonra teröristler hepimizi uçuracak, bunların derdine bak!"
Yüzbaşı yine ortama bir bok gibi düşünce herkes tekrar ciddiyete büründü fakat Aydın istese de ciddi olamıyordu. Revan Serva'ya sarıldıktan sonra ben de sarıldım.

"Kararından emin misin Serva?"diye sorduğumda Aydın'ın ardına kadar açılmış gözleri ile bana baktığını fark ettim.

"Sonuçta katranı kaynat olmaz şeker, cinsine ettiğim cinsine çeker."

Ağırdı biliyorum, ama bana dedikleri kadar değildi. Serva bozulsa da aksi bir cevap vermedi. Aydın ise düşen suratıyla önüne döndü. Herkes mutsuzdu artık. Sebebi de bendim.

Gidişat nasıl sizce?

Kendinize iyi bakın. Akrepleri, oy ve yorumları unutmayın.

Bölüm : 31.12.2024 01:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
S / İNFAZ / AKREBİN DÖNÜŞÜ / 8.
S
İNFAZ / AKREBİN DÖNÜŞÜ

315 Okunma

49 Oy

0 Takip
8
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...