Yeni Üyelik
5.
Bölüm
@aycakayca1

Beşinci bölüm geldi.

Keyifli okumalar.

Buraya bir emoji alabilir miyim.

16 Haziran 2023 İstanbul

"Söyle üsteğmen."

"Sayın albay ben Echer Tanrıkulu. Operasyonu birkaç saat erteleyin. Aradığınız belgeleri ben size getireceğim."dediğimde belgelerin yerini bilmiyordum ama bir senelik görev de boşa gidemezdi.

 

Askerin görevi de sana dert oldu , salak!

 

"Echer, sana güveniyorum kızım. İnfaz'a söylüyorum. Operasyon gece saat birde yapılacak. On ikiden önce belgeleri bulmaya çalış. On ikiyi geçince güvenli bir yere geç, belgeleri boş ver. Senin hayatın o belgelerden daha önemli. Allah yardımcınız olsun kızım."dediğinde albayı sevmeye başlamıştım. Daha kim olduğumu bilmeden bana güvendiğin söylemişti.

 

"Sağolun sayın albay."

 

Telefon kapandığında ikisi de yüzüme malmışım gibi bakıyordu.

 

"Albaya sağolun mu dedin sen?"

 

Aman Allahım albaya sağolun demişim!

Ne vardı bunda?

 

"Canım ben sizin gibi onun emrinde değilim ki emredersiniz diyeyim."

Fakat bir asker olmayı isterdim.

 

"Neyse neyse, belge falan ne iş? Nasıl bulmayı düşünüyorsun?"

 

Aslında belgelere dair bildiğim hiçbir şey yoktu ama nerede olduklarını az çok tahmin ettiğim bir yer vardı. Umarım o belgeler düşündüğüm yerdedir.

 

"Senin aradığın yere bakacağım."

 

Mahir şaşkınca bana bakarken Rüzgar olan biten hiçbir şeyden haberi olmadığı için bizi izliyordu.

 

"Nereyi aramışım ben?"

 

"Mutfağın bahçeye açılan kapısından dışarı çıktığında solda kalan duvarda kesin bir şey var. İki gece orada silüet gördüm. Birini sana diğerini Halil'e söyledim çünkü Halil oraya bir şey saklamaya giderken sen de şüphelendiğin için gitmiştin ve o gece orada Halil'i görmeme rağmen sen yanlış gördüğümü iddia etmiştin. Yeterli mi üsteğmenim?"

 

"Aynı evde değiliz Echer, Belgelerin yerinin değişmediği ne malûm?"

 

Tabii o buraya yüksek ihtimal aldığı darbelerden dolayı baygın geldi, tıpkı benim gibi.

 

"Sen evin dışını hiç görmedin değil mi?"dediğimde beni onayladı. Gerçekten beni bayılttıktan sonra onu da buraya bayıltarak getirmişlerdi ama onun bayılması benim kadar kolay olmamış olmalıydı. Görünen bölgelerdeki yaraları da bunu doğruluyordu. Malzeme olsaydı hiç beklemeden yaralarına burada bakardım çünkü iltihaplı yaraları vardı.

 

"Mahir komutanım, bu ev de diğer ev gibi, hatta tıpkısının aynısı."

 

"Aynen öyle, evdeki mobilyalara kadar neredeyse aynı. Bu yüzden o gizli odanın da hâlâ var olduğunu düşünüyorum."

 

Orada olma ihtimali vardı ama alt kattaki onlarca odadan birindeyse eğer bulması çok zor, hatta imkansız olacaktı.

 

"Ama diğer evi aramışlardı, aynı yere neden koysun ki? Tekrar bir baskın olursa ilk oraya bakarlar."

 

Mantıklı aslında, zaten askerlerin bildiği bir yere neden koyar ki?

 

"Belki de bu zeki arkadaş kendini askerlerden kat kat daha zeki gördüğü için, sizin bunu düşüneceğinizi ve tekrar aramayacağınızı düşünerek aynı yere koydu. Denemeye değer bence. Hem ben seni ararken alt kattaki odaların çoğuna bakmıştım ve yarısı boştu. Geriye diğer odalar, onun odası ve o gizli oda kalıyor. Yanlış mıyım üsteğmenim?"

 

İkisi de gururla bana bakarken Rüzgar'a üstten üstten baktım. Bundan sonra uğraşacağım kişi listesinde ilk sıradaydı.

 

"Yalnız üsteğmenim falan, sahibiymiş gibi... Sen ona mı yürüyorsun? Hayır baştan bilelim de!"

 

Aha bu da her arkadaş grubunda olan o şaklaban olabilirdi.

 

"Rüzgar, yavrum, bak işine canım, canını almayayım he mi!"

 

Mahir'in sevgi sözcüklerini tehdit ederken kullanması beni güldürmüştü.

 

"Kim kime yürüyor bilmiyorum teğmen ama görünüşe göre senin arkan sağlam değil."

 

Zira Mahir'in sözleri normal değildi.

 

Rüzgar korku ile Mahir'e bakıp "Komutanım."dediğinde Mahir'in yüz ifadesi bile onu sövüyordu.

 

"Vallaha yenge hanım, Allah'ın izniyle senin arkan sağlam. Tabii iş biraz sana düşüyor, yüzbaşı senin görevde olmanı pek istemiyordu çünkü."

 

Bu adam neyden bahsediyordu acaba?

 

"Komutanım şimdi biz Echer'e yenge diyoruz da, bir sorun var."

 

Mahir kaşlarını kaldırınca Rüzgar bir bana bir ona bakıp cümlelerine devam etti.

 

"Bir yıldır yoksunuz diye bilmiyorsunuz ama Ölüm Timi komutanı Yüzbaşı Ali, şehit olduktan sonra yerine gelen Yüzbaşı Asiye ile Ahlas komutanım aşk yaşıyor."

 

Rüzgarın anlamadığım bir biçimde hızlı konuşarak söylediği şeyler Mahir'de şok etkisi yaratınca bu iki aptalın ne konuştuklarını anlamaya çalıştım. Bir yüzbaşı aşk yaşayamaz mıydı?

 

"Yok lan bana hiç bahsetmedi."dediğinde Rüzgar'ın dediğine inanmıyor gibiydi ama şüphelendiği de bir gerçekti.

 

"Bugüne sağ çıkmayayım, şehitlik nasip olmasın ki yalan söylüyorsam namerdim vallaha billaha."

 

Rüzgar'ın yemini o kadar orijinaldi ki ben bile inanmıştım.

 

"Ulan bu pezeve- bu yüzbaşı bana bunu nasıl söylemez?"

 

"Asiye komutan da kötü değil be komutanım. Yani en azından Ahlas komutanım ile denkler."derken beni küçük görerek gözlerime bakıyordu.

 

Görmediğim, tanımadığım biri ile beni kıskandırıyordu bu! Gel de çıldırma!

 

"Alın komutanlarınız size mübarek olsun. Yalnız ben bu lafı sana hatırlatırım."deyip Mahir'e döndüm.

 

"Bunlar hep senin başının altından çıkıyor. Tutmuşsun bir yengedir çocuk gibi... Dua edin görevim var."

 

Mahir'i de bir çocuk gibi azarlamıştım. Allah'tan emrindeki bir asker değildim.

 

Ha bu arada albay bana görev vermişti harbi harbi.

 

"Hem de bir timin bir yılda yapamadığı görevi yapacağım. Timin komutanı nasıl bana denk olsun ki?"deyip halatı tekrar elime sararken yapacağım her şeyi kafamda kurmuştum bile.

 

Rüzgar şimdiden söylediği lafın geri dönüşlerini duyarken bunun son olmadığını biliyor gibiydi. Acaba kaçının sevdiği, sevgilisi, eşi vardı? Neyse konumuz bu değildi.

 

"Anlamadığım şey İnfaz ne? Sen İnfaz'a emir ver dedin, albay ise İnfaz'a emir verdim dedi."

 

"Timin adı İnfaz, üyeleri ile de çok yakında tanışacaksın."

 

İnfaz Timi.

 

Onlar ile tanışacaktım.

 

Bunun çok heyecanlı olacağı şimdiden belliydi.

 

"Peki, o gün vurulan asker o timden miydi? Durumu nasıl?"

 

Ne yalan söyleyeyim vurulduğu günden beridir aklımdan çıkmıyordu. Yüzündeki maske yüzünden nasıl biri olduğunu görmemiştim ama vurulduktan sonra yanına çok fazla kişi gidince sevilen biri olduğunu anlamıştım.

 

"Evet bizim timden ve durumu iyi. Ayaklanmış diye duydum."

 

Rüzgar da Mahir'in dediğini onayladığında içim ferahlamadı değil doğrusu.

 

"Yalnız komutanım Hayatsız'ı görseydiniz bir... Askeriyeyi birbirine düşürdü. En son kana kan diye etrafta gezdiğini duydum. Adam iyice töre dizisinden fırlamış gibi davranıyor."

 

Kimden bahsettiklerini anlamasam da halatı sıkarken bir yandan da merakla onları dinliyordum.

 

"Tahmin edebiliyorum. Hayatsız onun için canını verir."

 

"Kim bu Hayatsız? Beni de aydınlatacak mısınız?"

 

"Askerlerimizin kim olduğu gizli bilgi. Neden sana söyleyelim?"

 

Göz devirerek Rüzgar'a baktığımda Mahir de ona umutsuz vaka gibi bakıyordu.

 

"Senin beynindeki her bir hücreyi... Oğlum kadın karşımızda ha! Kim olduğumuzu biliyor. Hasbinallah."dedikten sonra bana döndü.

 

"Hayatsız da bizim timden. Üsteğmen Camer Linet. Yakında tanışırsın onunla da."

 

Hem adı hem soyadı hem de takma adı bir değişik.

 

"Peki neden Hayatsız, başka takma ad mı yoktu?"

 

"Kendisi, bu eskiden benim lakabımdı, dedi. Biz de öyle çağırıyoruz. Sosyal hayatı yok denecek kadar az. O yüzden adı bu. Hatta eminim ki benim bir senelik görevimde Hayatsız asla görev harici dışarı çıkmamıştır.

 

Rüzgar gülerek onu onayladığında Camer'i merak etmedim değil. Anladığım kadarıyla yaralanan asker ile bayağı yakınlarmış.

 

Neyse, onlarla tanışmama az kalmıştı. Şimdilik başka bir işim vardı.

 

"Halil."diyerek o adamı ikinci kere çağırdığımda artık planım başlamıştı.

 

Birkaç seslenmeden sonra sıfatına tükürdüğüm içeri girince hâlâ diğerlerine nefretle bakıyordu. Az önce ona söyledikleri küfürler zoruna gitmişti. Olsun, onun da beni öpmesi zoruma gitmişti ama ben eni sonu bedelini ödetecektim.

 

"Ne oldu güzelim?"

 

Güzelin kadar taş düşsün başına!

 

"Çöz beni, tuvalete gitmeliyim."

 

Mahir ile Rüzgar bana inanmıyormuş gibi baksa da bozuntuya vermedim. Onlar Halil'in sevgisine oynayacağımı sanmıştı ama oyun bile olsa onu seviyormuş gibi davranmayacaktım.

 

Yerinde durup bana bakan adama "Burada mı yapayım, bunu mu istiyorsun?"deyince hiç beklemeden gelip ellerimi çözdü.

Gözü boşalmış tabaklara kayınca şerefsizce güldü.

 

"Demek yemeği yediniz. O halinizi görmek için biraz sonra kamera kayıtlarını zevkle izleyeceğim!"

 

Onlar sırf beni ele vermemek için o yemeği eğilerek yemediklerini söylememişti. Halil bunu bilerek yapmıştı. Elleri ve ayakları zincirle bağlı olduğu için yemeği yerken ya yere eğileceklerdi ya da zincirli elleriyle kaldırabildikleri kadar tepsiyi kaldırıp öyle yiyeceklerdi. Bu adice planı da ancak o yapardı.

 

"Onlar değil ben yedim."

 

Bir haftadır yemek yemeyen adam yemek yedi diye onu aşağılamasına izin vermezdim. Hem onlara da yemek getirmesini ben söylemiştim hem de Mahir'e o yemeği yediren bendim.

 

"Sen bunların önünde eğildin mi?"

 

Ne münasebet!

 

"Amacın bu değil miydi? Yemek yiyecek kişi eğilsin diye yapmadın mı?"

 

Gözleri sini

Beşinci bölüm geldi.

 

Keyifli okumalar.

 

Buraya bir emoji alabilir miyim.

 

16 Haziran 2023 İstanbul

 

"Söyle üsteğmen."

 

"Sayın albay ben Echer Tanrıkulu. Operasyonu birkaç saat erteleyin. Aradığınız belgeleri ben size getireceğim."dediğimde belgelerin yerini bilmiyordum ama bir senelik görev de boşa gidemezdi.

 

Askerin görevi de sana dert oldu , salak!

 

"Echer, sana güveniyorum kızım. İnfaz'a söylüyorum. Operasyon gece saat birde yapılacak. On ikiden önce belgeleri bulmaya çalış. On ikiyi geçince güvenli bir yere geç, belgeleri boş ver. Senin hayatın o belgelerden daha önemli. Allah yardımcınız olsun kızım."dediğinde albayı sevmeye başlamıştım. Daha kim olduğumu bilmeden bana güvendiğin söylemişti.

 

"Sağolun sayın albay."

 

Telefon kapandığında ikisi de yüzüme malmışım gibi bakıyordu.

 

"Albaya sağolun mu dedin sen?"

 

Aman Allahım albaya sağolun demişim!

Ne vardı bunda?

 

"Canım ben sizin gibi onun emrinde değilim ki emredersiniz diyeyim."

Fakat bir asker olmayı isterdim.

 

"Neyse neyse, belge falan ne iş? Nasıl bulmayı düşünüyorsun?"

 

Aslında belgelere dair bildiğim hiçbir şey yoktu ama nerede olduklarını az çok tahmin ettiğim bir yer vardı. Umarım o belgeler düşündüğüm yerdedir.

 

"Senin aradığın yere bakacağım."

 

Mahir şaşkınca bana bakarken Rüzgar olan biten hiçbir şeyden haberi olmadığı için bizi izliyordu.

 

"Nereyi aramışım ben?"

 

"Mutfağın bahçeye açılan kapısından dışarı çıktığında solda kalan duvarda kesin bir şey var. İki gece orada silüet gördüm. Birini sana diğerini Halil'e söyledim çünkü Halil oraya bir şey saklamaya giderken sen de şüphelendiğin için gitmiştin ve o gece orada Halil'i görmeme rağmen sen yanlış gördüğümü iddia etmiştin. Yeterli mi üsteğmenim?"

 

"Aynı evde değiliz Echer, Belgelerin yerinin değişmediği ne malûm?"

 

Tabii o buraya yüksek ihtimal aldığı darbelerden dolayı baygın geldi, tıpkı benim gibi.

 

"Sen evin dışını hiç görmedin değil mi?"dediğimde beni onayladı. Gerçekten beni bayılttıktan sonra onu da buraya bayıltarak getirmişlerdi ama onun bayılması benim kadar kolay olmamış olmalıydı. Görünen bölgelerdeki yaraları da bunu doğruluyordu. Malzeme olsaydı hiç beklemeden yaralarına burada bakardım çünkü iltihaplı yaraları vardı.

 

"Mahir komutanım, bu ev de diğer ev gibi, hatta tıpkısının aynısı."

 

"Aynen öyle, evdeki mobilyalara kadar neredeyse aynı. Bu yüzden o gizli odanın da hâlâ var olduğunu düşünüyorum."

 

Orada olma ihtimali vardı ama alt kattaki onlarca odadan birindeyse eğer bulması çok zor, hatta imkansız olacaktı.

 

"Ama diğer evi aramışlardı, aynı yere neden koysun ki? Tekrar bir baskın olursa ilk oraya bakarlar."

 

Mantıklı aslında, zaten askerlerin bildiği bir yere neden koyar ki?

 

"Belki de bu zeki arkadaş kendini askerlerden kat kat daha zeki gördüğü için, sizin bunu düşüneceğinizi ve tekrar aramayacağınızı düşünerek aynı yere koydu. Denemeye değer bence. Hem ben seni ararken alt kattaki odaların çoğuna bakmıştım ve yarısı boştu. Geriye diğer odalar, onun odası ve o gizli oda kalıyor. Yanlış mıyım üsteğmenim?"

 

İkisi de gururla bana bakarken Rüzgar'a üstten üstten baktım. Bundan sonra uğraşacağım kişi listesinde ilk sıradaydı.

 

"Yalnız üsteğmenim falan, sahibiymiş gibi... Sen ona mı yürüyorsun? Hayır baştan bilelim de!"

 

Aha bu da her arkadaş grubunda olan o şaklaban olabilirdi.

 

"Rüzgar, yavrum, bak işine canım, canını almayayım he mi!"

 

Mahir'in sevgi sözcüklerini tehdit ederken kullanması beni güldürmüştü.

 

"Kim kime yürüyor bilmiyorum teğmen ama görünüşe göre senin arkan sağlam değil."

 

Zira Mahir'in sözleri normal değildi.

 

Rüzgar korku ile Mahir'e bakıp "Komutanım."dediğinde Mahir'in yüz ifadesi bile onu sövüyordu.

 

"Vallaha yenge hanım, Allah'ın izniyle senin arkan sağlam. Tabii iş biraz sana düşüyor, yüzbaşı senin görevde olmanı pek istemiyordu çünkü."

 

Bu adam neyden bahsediyordu acaba?

 

"Komutanım şimdi biz Echer'e yenge diyoruz da, bir sorun var."

 

Mahir kaşlarını kaldırınca Rüzgar bir bana bir ona bakıp cümlelerine devam etti.

 

"Bir yıldır yoksunuz diye bilmiyorsunuz ama Ölüm Timi komutanı Yüzbaşı Ali, şehit olduktan sonra yerine gelen Yüzbaşı Asiye ile Ahlas komutanım aşk yaşıyor."

 

Rüzgarın anlamadığım bir biçimde hızlı konuşarak söylediği şeyler Mahir'de şok etkisi yaratınca bu iki aptalın ne konuştuklarını anlamaya çalıştım. Bir yüzbaşı aşk yaşayamaz mıydı?

 

"Yok lan bana hiç bahsetmedi."dediğinde Rüzgar'ın dediğine inanmıyor gibiydi ama şüphelendiği de bir gerçekti.

 

"Bugüne sağ çıkmayayım, şehitlik nasip olmasın ki yalan söylüyorsam namerdim vallaha billaha."

 

Rüzgar'ın yemini o kadar orijinaldi ki ben bile inanmıştım.

 

"Ulan bu pezeve- bu yüzbaşı bana bunu nasıl söylemez?"

 

"Asiye komutan da kötü değil be komutanım. Yani en azından Ahlas komutanım ile denkler."derken beni küçük görerek gözlerime bakıyordu.

 

Görmediğim, tanımadığım biri ile beni kıskandırıyordu bu! Gel de çıldırma!

 

"Alın komutanlarınız size mübarek olsun. Yalnız ben bu lafı sana hatırlatırım."deyip Mahir'e döndüm.

 

"Bunlar hep senin başının altından çıkıyor. Tutmuşsun bir yengedir çocuk gibi... Dua edin görevim var."

 

Mahir'i de bir çocuk gibi azarlamıştım. Allah'tan emrindeki bir asker değildim.

 

Ha bu arada albay bana görev vermişti harbi harbi.

 

"Hem de bir timin bir yılda yapamadığı görevi yapacağım. Timin komutanı nasıl bana denk olsun ki?"deyip halatı tekrar elime sararken yapacağım her şeyi kafamda kurmuştum bile.

 

Rüzgar şimdiden söylediği lafın geri dönüşlerini duyarken bunun son olmadığını biliyor gibiydi. Acaba kaçının sevdiği, sevgilisi, eşi vardı? Neyse konumuz bu değildi.

 

"Anlamadığım şey İnfaz ne? Sen İnfaz'a emir ver dedin, albay ise İnfaz'a emir verdim dedi."

 

"Timin adı İnfaz, üyeleri ile de çok yakında tanışacaksın."

 

İnfaz Timi.

 

Onlar ile tanışacaktım.

 

Bunun çok heyecanlı olacağı şimdiden belliydi.

 

"Peki, o gün vurulan asker o timden miydi? Durumu nasıl?"

 

Ne yalan söyleyeyim vurulduğu günden beridir aklımdan çıkmıyordu. Yüzündeki maske yüzünden nasıl biri olduğunu görmemiştim ama vurulduktan sonra yanına çok fazla kişi gidince sevilen biri olduğunu anlamıştım.

 

"Evet bizim timden ve durumu iyi. Ayaklanmış diye duydum."

 

Rüzgar da Mahir'in dediğini onayladığında içim ferahlamadı değil doğrusu.

 

"Yalnız komutanım Hayatsız'ı görseydiniz bir... Askeriyeyi birbirine düşürdü. En son kana kan diye etrafta gezdiğini duydum. Adam iyice töre dizisinden fırlamış gibi davranıyor."

 

Kimden bahsettiklerini anlamasam da halatı sıkarken bir yandan da merakla onları dinliyordum.

 

"Tahmin edebiliyorum. Hayatsız onun için canını verir."

 

"Kim bu Hayatsız? Beni de aydınlatacak mısınız?"

 

"Askerlerimizin kim olduğu gizli bilgi. Neden sana söyleyelim?"

 

Göz devirerek Rüzgar'a baktığımda Mahir de ona umutsuz vaka gibi bakıyordu.

 

"Senin beynindeki her bir hücreyi... Oğlum kadın karşımızda ha! Kim olduğumuzu biliyor. Hasbinallah."dedikten sonra bana döndü.

 

"Hayatsız da bizim timden. Üsteğmen Camer Linet. Yakında tanışırsın onunla da."

 

Hem adı hem soyadı hem de takma adı bir değişik.

 

"Peki neden Hayatsız, başka takma ad mı yoktu?"

 

"Kendisi, bu eskiden benim lakabımdı, dedi. Biz de öyle çağırıyoruz. Sosyal hayatı yok denecek kadar az. O yüzden adı bu. Hatta eminim ki benim bir senelik görevimde Hayatsız asla görev harici dışarı çıkmamıştır.

 

Rüzgar gülerek onu onayladığında Camer'i merak etmedim değil. Anladığım kadarıyla yaralanan asker ile bayağı yakınlarmış.

 

Neyse, onlarla tanışmama az kalmıştı. Şimdilik başka bir işim vardı.

 

"Halil."diyerek o adamı ikinci kere çağırdığımda artık planım başlamıştı.

 

Birkaç seslenmeden sonra sıfatına tükürdüğüm içeri girince hâlâ diğerlerine nefretle bakıyordu. Az önce ona söyledikleri küfürler zoruna gitmişti. Olsun, onun da beni öpmesi zoruma gitmişti ama ben eni sonu bedelini ödetecektim.

 

"Ne oldu güzelim?"

 

Güzelin kadar taş düşsün başına!

 

"Çöz beni, tuvalete gitmeliyim."

 

Mahir ile Rüzgar bana inanmıyormuş gibi baksa da bozuntuya vermedim. Onlar Halil'in sevgisine oynayacağımı sanmıştı ama oyun bile olsa onu seviyormuş gibi davranmayacaktım.

 

Yerinde durup bana bakan adama "Burada mı yapayım, bunu mu istiyorsun?"deyince hiç beklemeden gelip ellerimi çözdü.

Gözü boşalmış tabaklara kayınca şerefsizce güldü.

 

"Demek yemeği yediniz. O halinizi görmek için biraz sonra kamera kayıtlarını zevkle izleyeceğim!"

 

Onlar sırf beni ele vermemek için o yemeği eğilerek yemediklerini söylememişti. Halil bunu bilerek yapmıştı. Elleri ve ayakları zincirle bağlı olduğu için yemeği yerken ya yere eğileceklerdi ya da zincirli elleriyle kaldırabildikleri kadar tepsiyi kaldırıp öyle yiyeceklerdi. Bu adice planı da ancak o yapardı.

 

"Onlar değil ben yedim."

 

Bir haftadır yemek yemeyen adam yemek yedi diye onu aşağılamasına izin vermezdim. Hem onlara da yemek getirmesini ben söylemiştim hem de Mahir'e o yemeği yediren bendim.

 

"Sen bunların önünde eğildin mi?"

 

Ne münasebet!

 

"Amacın bu değil miydi? Yemek yiyecek kişi eğilsin diye yapmadın mı?"

 

Gözleri sini

rden kızarırken onlara ters ters bakıyordu ama ikisi de bana mısın demiyordu.

Vurmak için olacak onlara yaklaştığında önüne geçip engel oldum.

 

"Hadi artık çıkar beni, zor duruyorum."rden kızarırken onlara ters ters bakıyordu ama ikisi de bana mısın demiyordu.

Vurmak için olacak onlara yaklaştığında önüne geçip engel oldum.

 

"Hadi artık çıkar beni, zor duruyorum."

Oyunculukta çığır açtığım için gerçekten tuvalete gitmem gerektiğini düşününce elimi tutup beraber o karanlık odadan çıktık. Bu sefer beni kendi odasına götürmeyi uygun görmüştü.

 

"Geç güzelim."

 

Ona cevap vermeden banyoya girdiğimde bir yandan da bugün kameraları izlemesin diye onu nasıl oyalamam gerektiğini düşünüyordum. O görüntüleri izlerse gece buraya operasyon düzenleneceğini öğrenip kaçabilirdi.

 

Banyosu da büyüktü ama öyle belge saklayacak kadar çok dolap yoktu. Duvarlara da dikkatle baktım ancak banyo temizdi. Çıktığımda ise hâlâ odada oturduğunu gördüm.

 

"Bugün neden şirkete gitmedin?"

 

Aslında gitmemesi için bir çok neden vardı ve bunların en başında evinde iki esir asker olması geliyordu. Biri kıdemli üsteğmen diğeri de teğmendi.

 

"Senin için, sen çağırdığında duymak için."

 

Fakat bunun kadar saçma bir neden yoktu.

 

Başımı sallayarak karşısına geçtim ama oturmadım. Her gördüğümde odanın büyüklüğü karşısında şaşıracaktım.

 

"Sen iyi misin? Sabah karanlık bir odaya bağladığın kadına nasıl seviyormuş gibi davranıp bir de üstüne seni duymak için işe gitmedim diyebilirsin Halil?"

 

Rahat rahat konuşuyordum ama aslında bu durum beni çok sinirlendiriyordu.

 

"Ben o cezayı sana vermemek için her yolu denedim be güzelim. Elini kolunu bağlayıp seni bir odaya kapatmak benim için de kolay değildi ama ben bunu yapmasam, sen ilk fırsatta o adamların yerini bulup gidecektin. İşte bu kabul edebileceğim bir şey değil. Sen benimsin."

 

Nah seninim!

 

Psikopatlıktan da öte bu adam.

 

Bana verdiği bir ayın neredeyse yarısı bitmişti. Bugün esirliğimin on üçüncü günüydü ve bu on üç gün içinde eskiden aldığım eğitimlerin tekrarını, hatta daha da zorlarını yaparak gelişmiştim. Belki henüz iyi bir dövüşçü değildim ama buna gerek de kalmamıştı zaten. Bu geceden sonra yüksek ihtimal kurtulacaktım.

 

"Ve benim olmana on yedi gün kaldı."

 

Hep de on yedi olarak kalacak.

Bir de günleri sayıyor manyak psikopat.

 

Gerçi başka türlü olsa bu yaptığına çok romantik, çok seviyor gibi yorumlar yapabilirdim ama bir teröristin sevginin ne demek olduğunu bileceğini sanmıyorum.

 

Saat öğlen beşe geliyordu ve bir şekilde ondan gizli evi aramam gerekiyordu ama o buradayken belgeleri arayamazdım.

 

"Benim merak ettiğim bir şey var."

 

"Sor güzelim."

 

Biri şuna güzelim dememesini söylesin. Belki ileride kocam bana güzelim diyecek.

 

"Bu askerler madem senin evine kadar giriyor neden seni yakalamıyorlar?"

 

Yüzüme bir şeyleri görmek ister gibi baktığında asla tatlı gelmiyordu. Hani erkekler yakından bakınca tatlı falan olurdu?

 

"Çünkü istedikleri ben değilim. Beni isteseler belki şimdi bile alırlar ama asıl elde etmek istedikleri sahip olduğum bilgiler olduğu için buna yanaşamıyorlar. Mahir bir yıldır Kara soyadıyla yanımda çalışıyordu. O toplantı onların lehine gerçekleşseydi Mahir her şeyi bilecekti ama oyunlarını bozdum."

 

Kendiyle gurur duymuyordu, aksine normal bir şeymiş gibi anlatıyordu.

 

"Mahir'in asker olduğunu nereden öğrendin peki? Yani bunu anlaman uzun sürmüş."

 

Koskoca bir yıl anlamayıp son gün anlamak da büyük başarı istiyordu.

 

"Onlar da bunu bilmek istiyor ama bu şeytan üçgeni gibi bir şey. Bunu da üç kişi dışında kimse bilmiyor."

 

Kısacası bana söylemeyecekti.

 

Her şey o üç kişinin başının altından çıkıyor olmalıydı ki bunlardan biri Halil'di.

 

"Neyse güzelim. Sen artık böyle hatalar yapmayacaksın çünkü sana ceza vermek en çok beni üzüyor. Artık o adamlarla ilgili konuşmayacaksın. Birlikte konuşmamız gereken daha farklı ve güzel şeyler var."

 

Onun odasındaydım, karşısında durmuştum. Beni yiyecek gibi bakmanın yanında kelimelerindeki ima bile midemi bulandırıyordu ama bakışları normal değildi. Bu odadan hemen çıkmazsam da daha kötü şeyler yapmaya yeltenecek gibiydi.

 

"Ben mutfağa ineceğim, Sanem orada mı?"

 

Başını hayır anlamında salladığında bunu fırsata çevirmem gerektiğini biliyordum. Aslında gelmişken önce odasını aramam daha iyi olurdu ama gitmek bilmiyordu. Odadan çıkmak için ona arkamı döndüğümde bana engel olmadı.

 

"Echer, gerçekten o adamların önünde eğilerek mi yemek yedin?"

 

Kanına dokunan buydu değil mi? Onun yüzünden düşmanlarının karşısında eğilmiş olmamdı.

 

"Eğildim."deyip odadan çıktığımda beni henüz tanımaması çok iyiydi. Beni tanıyan biri kimsenin karşısında eğilmeyeceğimi de bilirdi.

 

Önce diğer odaya gidip telefonumu alıp kılıfına da kimliğimi ve annemin fotoğrafını sakladım. Şimdilik en çok lazım olacak şey bunlardı.

 

Mutfağa indiğimde ise Sanem'in burada olduğunu gördüm. Demek Mahir'in evde olduğunu öğrenince öğlen yemeği yapmaya gelmişti. Yine bir karış etek ve göğsünün neredeyse yarısını kurtarma çıkaran bir gömlek giymişti.

 

Hayır ben de iddialı giyinmeyi severim ama iş yerinde, bir de özellikle bir erkeğin evinde giyilecek şey vardır giyilmeyecek şey vardır.

 

O buradayken ve bahçede onlarca koruma varken gidemezdim. Onun gittiği bir saatte yapmalıydım ve onun gitmesi tam üç saat sürmüştü.

 

Yemek, tatlı ve bulaşık derken bir saat arayla üç kere daha gelmiş, çok şükür ki üç saat içinde gitmişti, onun üzerine Halil de bir saat boyunca boş muhabbet edince dört saat geride kalıp saat dokuz olmuştu. Geriye üç saatim kalmıştı ama hâlâ elde tutulur bir şey yoktu.

 

Çalışmak için odasına çıktığında ilk iş mutfağa geçtim. Bu stresli işi yaparken bir yandan da kameraları izlememesini umut ediyordum. Keşke Rüzgar'dan kayıt değiştirmeyi öğrenseydim, en azından aklım orada kalmazdı.

 

Henüz bir planım olmadığı için mutfaktan biraz etrafı kolaçan ettim. Telefon bendeyken sürekli albayı aramak istiyordum çünkü ilk defa askerler ile ilgili bu kadar önemli bir şey yapmıştım.

 

Zaten bundan başka da yaptığım şey onları gördüğüm yerde gururlanmaktı.

 

Hava tam anlamıyla kararıp güzel olduğunu düşündüğüm bir plan yaptıktan sonra mutfağın dışarı açılan kapısından bahçeye ilk adımımı attım. Korumalara görünmeden birkaç metrelik duvarı geçmem gerekiyordu fakat bu çok tehlikeliydi. Her an biri beni görebilirdi.

 

Adımlarımı arttırıp tamamen bahçeye çıktığımda görünmemi engelleyen tek şey bahçedeki ağaçlardı. Biri bile arkasını dönecek olsa bütün plan tehlikeye girerdi.

 

Bu tarafta yedi tane koruma olduğunu gördüm. Hepsi birbirinden kalıplı ve uzundu. Aralarında belli bir mesafe varken sessizce muhabbet ediyorlardı ve bu biraz da olsa işimi kolaylaştırıyordu. Aralarından biri arkasını dönecek gibi olduğunda ağacın arkasına geçip bekledim.

 

"Ben etrafı kolaçan edeyim, gelip de çene çalıyorsunuz demesinler. Siz devam edin."

 

Sıçtık.

 

Bunu söyleyen adam arkası bana dönük bir şekilde etrafı kolaçan ederken diğer ağacın arkasına geçmek için iki büyük adım attım. Adam git gide bana yaklaşırken planın doğru gideceğine olan inancım azalıyordu.

 

Geçerken aynı zamanda duvarlarda bir iz, bir ipucu arıyordum ama şimdiye kadar geldiğim yerde bir şey yoktu ve silüeti gördüğüm yere beş altı adım kalmıştı.

 

Adamın nerede olduğuna bakmak için başımı ağacın arkasından çıkardığımda uzak mesafeden adamla göz göze geldim. Birkaç saniye korku, endişe ve panikle, donup kalırken benden gözlerini kaçırdı.

 

Benden gözlerini kaçırdı diyorum!

 

Bu da mı askerdi?

 

Artık emindim, bu işte bir şeyler vardı. Askeriye içi şeylere pek aşina olmasam da asker sayısı bu kadar fazlayken olaylara müdahale etmemeleri şüpheliydi. Burada benim anlamadığım şeyler dönüyordu ve korkarım ki bu olan şeylerden Rüzgar'ın da haberi yoktu. Belki de timden kimsenin haberi yoktu. Yoksa albay neden konumu onlardan saklasın ki? Bir yüzbaşı eminim ki kendine birkaç gün engel olabilirdi.

Albay bir şeyler çeviriyordu.

 

Benim attığım her adımda o adam da benimle beraber adım atarak diğerlerinin görüş alanını kapatıyordu. Bu sayede duvarın karşısına hemen gelirken duvarda izler aramaya başladım.

Kısa gibi görünen bu işin sonunda çaktırmadan telefondan saate baktığımda on buçuğu geçiyordu. Bir buçuk saatim bile kalmamıştı. Halil ise henüz bağırmadığına göre çalışma odasından çıkmamıştı.

 

Duvara ne kadar dikkatli baksam da herhangibir farklılık yoktu. Mutfağın ışığı açıldığında Sanem'in tekrar geldiğini anladım. Akşam akşam ne için gelmişti bilmiyorum ama acele etmem gerekiyordu. Yapışkan kadın bir türlü rahat durmuyordu.

 

"Alt taraflara inmeme gerek var mı? Sanki hep aynı yere bakıyorum."

 

Arkamdaki yüksek olasılıkla asker olan adam bunları söylerken diğerleri "Gerek yok, ön taraftakiler bakar."demişti ama bunu benim için söylediğini anlamıştım. Duvarın alt taraflarına baktığım zaman boyanın çatladığı bir yer fark ettim. Ayağımı oraya bastırdığımda kapı kendiliğinden geri geri gitmişti.

 

"Yanlışlıkla bile bir yere gözümüz çarpsa adamın haberi oluyor. Sanırsın bahçeye alarm takmış da bildirim gidiyor. Çok fazla bir şeylere dokunmadan geleyim de canımızdan olmayalım."

 

Herkes kısık sesle gülmeye başlamıştı. Bana verdiği bilgiden sonra ieriyi kontrol edip tek hamlede kendimi odaya attığımda telefonun flaşını açtım ve buranın bir odadan çok kitaplık gibi olduğunu fark ettim. Acaba aranan belge neydi?

 

Dikkatli ol Echer! Dokunduğun her yerden alarm gibi bir şey çıkabilir.

 

Kendi telefonumu alıp aşağıda albayı aradığımız numarayı tusladığımda hemen açılmıştı.

 

"Evet Echer?"

 

Pardon? Ben seni hiç bu numarayla aramadım komutan. Sen nereden biliyorsun numaramı demek istedim ama demedim. Zaten bir boklar döndüğünü biliyordum.

 

"Sayın albay, yüksek ihtimalle aradığınız belgelerin de içinde olduğu dosya ve kağıtlarla dolu bir odadayım. Ne aradığımı tam olarak bilirsem daha az şeye dokunmuş olurum. Bana ne aradığımı anlatır mısınız?"

 

"Biz de tam olarak ne olduğunu bilmiyoruz ama içinde Ahlas Dehri yazıyor olmalı. Bir yıldır uğraştığı ve yardım aldığı tek konu bu. Böyle bir belge veya buna benzer bir şey arıyoruz. İçinde farklı farklı kişilere ait yazılar da olabilir ama bu kişiler mal alıp sattığı değil direk planlarda ortak olduğu kişiler. Bunlara dikkat et. Evin etrafı İnfaz Timi ve yüzbaşının eğittiği askerler ile sarıldı. Sen işini halleder halletmez gelecekler. Sorun olursa evin içinde de asker var, onlar seni bulur kızım. Ve unutma, bu operasyonda sana asla zarar gelmemeli."

 

"Peki sayın albay."

 

Telefonu kapattığımda çok az vaktimin olduğu kafamın içinde dönüp duruyordu. Az önce buraya girmeme yardım eden adam bildirim alarm gibi şeyler söylediği için beni daha çok tedirgin etmişti ama yapacak başka bir şey de yoktu.

 

Albay ilk önce operasyon saat birde olacak demişti. Şimdi ise her an operasyona hazır bir vaziyette dışarıda bekliyorlardı. Askerleri onlar için çok önemliydi.

 

Dikkatli adımlar ile etrafı aramaya başladım. Bütün duvarlarda belgeler vardı ama bir duvar boylu boyunca toplantı dedikleri mal veya silah tacircilliğine aitti. Üzerlerinde yazılan ithalat ve ihracat yazılarından anlamıştım. Yine de acaba içlerinde benim katıldığım toplantı da olabilir miydi diye baktım ama çoğunun tarihi eskiydi ve o günki tarihle aynı olan dosya yoktu.

 

Diğer duvara döndüm fakat orada da kayda değer bir şey yoktu. Etraftaki kağıtlara da pek dokunmak istemediğim için hızlı hızlı bakıp geçiyordum ki dışarıdan silah sesleri yükseldi.

 

Çok iyi, neden bir akıllılık yapıp o adamdan silahı istememiştim ki? Derken kapı hafifçe açılıp içeriye iki tane silah atıldı. Bunu da o askerlerden biri yapmıştı. Ama yanıma gelmediklerine göre durum ciddiydi.

 

"Buradan asla çıkmıyorsun."deyip gitmişti.

 

Hızla tekrar kağıtlara döndüğümde üzerinde Ahlas yazan kağıt gözüme çarptı fakat üzerindeki Dehri yazısı çizilmişti. O belgeyi elime aldığımda büyük bir gürültü ile alarmlar ötmeye başlamıştı. Geldiğim kapıdan tekrar çıkacakken gözüme takılan bir diğer dosya ise "Ölüm Timi, Ali Demir" yazan dosyaydı.

 

"Bir yıldır yoksunuz diye bilmiyorsunuz ama Ölüm Timi komutanı Yüzbaşı Ali şehit olduktan sonra, yerine gelen Yüzbaşı Asiye ile Ahlas komutanım aşk yaşıyor."

 

Şehit Yüzbaşı Ali Demir.

 

Ortada çok pis oyunlar dönüyordu ama bu oyunlar tek taraflı değildi.

 

Hazır alarm çalmışken Ali Demir dosyasını alıp cebime sıkıştırdım. O sırada benim geldiğim gizli bölümden değil de başka bir kapıdan içeri giren Halil, beni görünce donup kalmıştı. Bir elimdeki belgeye bir de bana bakıp dururken zaten yakınında olduğum kapıdan çıkmak için hamle yaptığımda söylediği şeyler ile duraksadım.

 

"Gitme, güzelim dur gitme lütfen."

Silahımı hazır konuma getirdim ve arkamdan ismimi ne kadar seslense de benim tek yaptığım saklandığım ağacın arkasında beklemek oldu.

 

Acaba Mahir ile Rüzgar kurtulmuş muydu?

 

Evin her tarafından silah sesleri yükselirken görüş açıma giren ilk kişiye silahımı doğrulttuğumda omzundaki akrep figürü dikkatimi çekti. Karanlıkta ona dikkatle baktığımda ise bunun Yüzbaşı Ahlas Dehri olduğunu gördüm.

 

Ama gözleri...

Kahverengi değil de yeş

ilin zehirli bir tonu gibiydi.

 

Elindeki bir silah bana doğruyken diğeriyle çatışıyordu. Etrafta onlarca üniformalı asker varken bir o kadar da sivil giyinmiş olanlar vardı.

"Halil içeride, Mahir ile Rüzgar alt katta zincirle bağlı."dedim az önce çıktığım yeri gösterirken. Hızla gösterdiğim yerden içeri girerken ona uzattığım kağıdı görmedi bile.

 

Davas korumaları askerler ile çatışırken kapının önünü açık bıraktığı için rahatça eve girdim ve direkt yanlarına gitmek için merdivenlere yöneldim. Kolumda hissettiğim sızı ile yanıma döndüğümde Sanem denen kadın burnumun dibine kadar girip silahı tekrar bana doğrulttu.

 

Harika! Bu da eğitimliydi.

 

Koluma bakarken anlamadığım bir anda elimdeki kağıdı çekip alınca silahı ona doğrultmam ile kağıdın alev alması bir oldu.

 

Bir kağt bu kadar hızlı yanamazdı.

 

Hazır silahı doğrultmuşken kolunu hedef alıp sıktım ve hedefi de tutturdum ama gelen ayak sesleri ile kendimi merdivenlerden uçarcasına aşağı bıraktım.

 

Her gün aramaktan ezbere bildiğim odanın kapısına geldiğimde bomba bağlanıp bağlanmadığını bilmediğim için durakladım.

 

"Mahir, Rüzgar!"diye onlara seslendiğimde içeriden gelen zincir seslerini tabii ki duyuyordum. Dışarıdaki çatışma yüzünden yerlerinde duramıyorlardı.

 

"Echer."

 

"Mahir bomba var mı?"

 

"Hayır yok."der demez kapının kilidine iki el ateş edip açtım ve odaya girer girmez ellerinin ve ayaklarının bağlı olduğu yerden zincirleri kırdım ama her iki silahtaki kurşunlar da bitmişti.

Ve Mahir bu halde yürümemeliydi.

 

Fakat o hiç yaralarını dinlemeden zincirler kırılır kırılmaz koşmaya başladığında yanında elimi de tutup koşmaya başladı. Rüzgar da bizimle gelirken Halil'in evin içinde saklayacağı her yere bakıp her birimiz ikişer silah almıştık. Birilerine sıkmak sanki her gün yaptığım bir şeymiş gibi sıradan geliyordu.

 

Zaten bunca şeyi yaptıktan sonra doktorluk yapmaya utanırdım.

 

Biz dışarı çıkar çıkmaz çatışma bitmişti. Dört bir yandan insanlar etrafımızda toplanırken kafasında maskesi olan bir kişi dikkatimi çekti ama çok kısa bir süre Mahir'i görüp gitmişti.

 

Mahir'i ambulansa götürürken içeriden kavga ettiği belli olan yüzbaşı geldi ama Halil yoktu. Anlaşılan o da kaçmıştı.

 

Rüzgar, Mahir ile beraber gittiğinde ben bundan sonra ne yakacağımı bilmiyordum. Nereye gidecektim ki?

 

Askerler de bana ne yapacaklarını bilmedikleri için öylece bakıp duruyorlardı. Ta ki ellerim arkadan birleştirilene kadar. Bunu yapanın Ahlas olduğuna yemin edebilirdim.

 

"Komutanım, sivile kelepçe yok."diyerek ambulansın içinden çıkıp tekrar yanıma gelen Mahir, direkt Ahlas ile göz teması kuruyordu.

 

"İyi misin kardeşim?"

 

Ses tonu tok ve etkileyiciydi. Bir video genelde karşıma çıkıyordu ve oradaki askerin de sesi böyle toktu. Bütün askerler böyle miydi? Mahir ile de neredeyse aynılardı. Kardeş bile olabilirlerdi.

 

Dur daha adamı doğru düzgün görmedik.

 

"İyiyi-"

 

"İyi değil! Bütün yaraları iltihaplanmış halde. Yedi gündür aç susuz işkence görüyor. Hemen hastaneye gitmeli."

 

"Sana soran olmadı."deyip metalin soğukluğunu bileklerim ile buşturduğunda Mahir ona tekrar engel oldu.

 

"Ahlas, hem sivil hem de sorun çıkarmıyor. Bindirin bir arabaya gidelim işte."

 

Nereye ama?

 

"Hem de terörist sevgilisi."

 

"Başlayacağım teröristinize de sevgilisine de!"deyip bacak arasında tekme attığımda arkamda olduğu için eğilip büküldüğünü hissettim ama beni bırakmadı. Aklıma gelen detay ile dirseğimi karnına geçirdiğimde bu sefer bırakmıştı.

 

"Ben albayınızın emri ile bu görevi yerine getirmek için her şeyi yaptım ve onunla görüşmeden yaptığınız hiçbir şeyi kabul etmiyorum."

 

Ha bu arada, hâlâ kafamda olan yaranın sebebi de bu adamdı. Nişan alamıyor dedikten sonra bodoslama aşağı düşen adam!

 

Etrafta gördüğüm ikisi kız altı kişi bu olaya gülerken o karnı ile ilgileniyordu.

 

Yalnız hepsinin maşallahı vardı. Kızlar bir yetmiş beşi geçerken erkeklerin çoğu bir doksanı geçiyordu. Hatta sanırım yüzbaşı ikiyi geçiyordu.

 

"Ben ambulans ile geleceğim. Mahir'in yaralarına bakmam gerekiyor."dedim ilk defa dikkatle baktığım gözlerine bakarken. O da aynı şekilde gözlerime baktığında burnumu havaya dikip ambulansa geçtim.

 

"İnfaz, gidiyoruz. Diğerleri etrafı arasın."

 

Ne yapıp etsem de hastaneye gitmeyi kabul etmeyen Mahir yüzünden gecenin bir yarısı askeriyeye gelmiştik. Farkında değilmiş gibi davransam da hepsinin gözü üzerimdeydi. Kimse bana güvenmiyordu ve kaçacağımı düşünüyorlardı.

 

Gelene kadar elde olan malzemelerle yaralarına pansuman yapmıştım ama karnı ve başına çok fazla darbe almıştı. Üniformasını çıkarmak istemese de zaten yırtıldığı için makası geçirip yırtmıştım. Mahir utanacak bir adam değildi.

 

Karnındaki ve sırtındaki morluklar eminim ki bütün vücudunda vardı. Bir de üstüne yedi günlük açlık eklenince vücudunun acıması normaldi. Rüzgar onunla beraber revire giderken benim gitmeme izin verilmedi.

 

Arabalar askeriyeye giriş yapar yapmaz pek yaşlı olmayan bir adam gelip yüzbaşının karşısında durdu. Hepsi hazır olda asker selamı vererek albayın rahat emrine kadar bekledi. Ahlas başını sağa sola salladığında operasyonun başarısız olduğunu anladım.

 

"Odadaki belgeleri ateşe verip arkadaki bir kapıdan kaçtı. Saniye sürmeden ortadan kayboldu komutanım."

 

Albayın gözü bu sefer herkesin arasında beni buldu. Ne yapacağımı bilmediğim için başımı öne doğru hafif eğerek selam verdim. Bana bakarken gözlerinin içi gülerek bakıyordu.

 

"Echer Tanrıkulu, sayende iki askerimiz kurtuldu. Teşekkür ederim kızım."

 

"Komutanım, sorguya almayacak mıyız?"

 

Ne sorgusu pardon?

 

"Sorguya almak değil de, Echer bize orada gördüklerini anlatsa iyi olur. Sorgu odasına değil benim odama geçiyoruz."dediğinde yüzbaşının yüzü görülmeye değerdi.

 

Albayın işareti ile arkasından gittiğimde yüzbaşı ve onların timindeki bir kadın asker de ardımızdan geliyordu. Ben kendimi aralarında çok kısa hissediyordum.

 

Albayın odasına girer girmez gösterdiği koltuklara oturduk. Bana iyi bakan sadece albaydı.

 

"Albay Zahir Demir. Şimdi senden orada yaşadığın, gördüğün ve önemli olan her şeyi anlatmanı istiyorum."

 

Ona neredeyse on dört gün süren maceramı anlattığımda önemli gördüğüm tek bir yer yoktu. Sadece Davas şirketinden bahsetmiştim ki onu da zaten operasyonla halletmişlerdi.

 

"Ama şüpheli bulduğum bir konuşması var. Bu konuşma toplantı sandığım mal takası yerine operasyon yaptığınız gün telefonda oldu "dediğimde odadaki herkes söylediklerime dikkat kesildi.

 

"Evet, ne varsa hepsini bu eve taşıdık, orada herhangi bir şey bulunmadı. Biz mal takasına giderken askerler evi basmış ama ben bir gün önceden hallettim dedi telefondaki kişiye."dedim.

 

"Sonra da, sende herhangi bir bilgi var mı? Herhangi bir baskın haberi, diye sordu. Karşı taraftan nasıl bir cevap aldı bilmiyorum ama, tamam o halde, her şey yolundaysa kapatıyorum, deyip kapattı."

 

Ben de dahil herkes anlattıklarımdan bir mana çıkarmaya çalışıyorduk ama zaten tek bir anlamı vardı.

 

"Yaptığınız ya da yapacağınız operasyonları sızdıran biri olma ihtimali yüksek."

 

"Bunu tahmin etmiştik zaten. O yüzden bu geceki operasyondan kimsenin haberi yoktu. Şırnak'daki hiçbir askerimizin bundan haberi yok."

 

Demek asıl görev yerleri Şırnak'dı

 

"Peki sayın albay, Ali Demir kim?"

 

"Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokmamalısın Echer Abir Tanrıkulu."

 

"Echer Tanrıkulu"dedim yüzbaşına sertçe bakarken. Alkın Abir'in soyadını Mahir'den öğrenmiş olmalıydı.

 

Albay da tıpkı benim gibi ona baktığında rütbesinden dolayı susmak zorunda kalmıştı.

 

"Şehit Yüzbaşı Ali Demir. Benim yeğenim."dedi. Sesine hüzünlü bir gurur vardı.

 

Albay Zahir Demir. Soy adlarından anlamalıydım.

 

"Neden sordun kızım?"

 

"Çünkü onun ölümünde de şüpheli bir şeyler olduğunu seziyorum."

 

Cebimdeki kağıdı usulca çıkarıp masaya bıraktığımda herkesin bakışları oraya yöneldi.

 

"Aksi halde üzerinde bir şehidin isminin yazılı olduğu kağıt, neden bir teröristin elinde olsun?"

 

Albay'dan önce yüzbaşı kağıdı aldığında yanındaki kadın da onunla aynı anda kağıda gömüldü.

 

"Bu kağıtta Ali'nin bütün bilgileri ve ölüm sebebine kadar her şey yazıyor."dediğinde yüzbaşının sesinde ölümün hissizliği vardı. Ve bir o kadar da nefret.

 

Albay da aynı sinirle yumruk yaptığı elini masaya vurduğunda işin ciddi olduğunu anladım.

 

"Yüzbaşı Ahlas Tuğyan. İnfaz'ı ve öbür askeerini topla, Şırnak'a gidiyoruz. Görev başarısız."

 

Yüzbaşı Ahlas Tuğyan mı?

Bunun soy adı Dehri değil miydi?

Gerçi gözleri de en son kahve rengiydi de şimdi yeşil olmuştu!

 

Mahir Kara, Üsteğmen Mahir Nacaroğlu çıkmıştı. Ahlas Dehri ise Yüzbaşı Ahlas Tuğyan...

Şimdi ise bunca olaydan sonra Şırnak'a gidiyorlardı.

 

"Sayın albay, peki ben Diyarbakır'a gidebilir miyim?"

 

Desem sormam gereken küçük şeyler vardı. Psikolojimin içine sıçıldığından bahsetmiyorum bile.

 

"Hayır Echer kızım, daha senin bildiklerine ihtiyacımız var. Belki oraya gidene kadar başka şeyler de hatırlarsın. Ayrıca Mahir'in de tedaviye ihtiyacı olacak. Sen de Şırnak'a geliyorsun."

 

Ben de gidiyorum.

 

Şırnak'a

 

Bölümü nasıl buldunuz?

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayı

n lütfen.

 

Buraya da bir emoji alabilir miyim.

 

Emeğimin karşılığını veren herkes emeğinin karşılığını fazlasıyla alsın İnşallah 💜 💙

 

Kendimize iyi bakın.

 

 

 

 

Loading...
0%