@ayecpaa
|
Oy ve yorumlarınızı bekliyorum...
İyi okumalar.💖
Bundan kaç asır önce bilmediğim bir zaman diliminde Adem yaratılmıştı. Meleklerin içinde, herkesten üstün bir insanken, tek bir baş kaldırma onu dünyaya göndermişti. Boyun eğmem demişti, şeytan. Kibir, öfke insanoğluyla birlikte yaratılmıştı. Bu gerçek göz ardı edilmiş ve iyi ve kötüyü oluşturacak tüm gerçekler Adem’in dünyaya adımını atması ile başlamıştı. Koca bir dünyada, hiçbir şey yokken tek kalmıştı. Yasaklı elmayı yemiş, iradenin insan için ne kadar zor olduğunu göstermişti.
Kibirlenecek kadar büyük, irademize sahip çıkamayacak kadar basittik oysa. Buna rağmen eşimiz yaratılmıştı ardından. Kendimize yetemeden, sahip çıkamadan bir başkasının kaburga kemiğinden yaratıldığımızı öğrenmiştik.
Havva gelmişti dünyaya. Adem için.
Havva, Adem’e gelmeyi tercih etmiş miydi? Bilinmezdi. Sadece ona gelmek zorundaydı. Bir zorakilik onu bir adama ait yapmıştı. Onların aitliği Habil’le, Kabil’in oluşmasına neden olmuş, kötünün habercisi olmuştu.
Ne ben Havva’ydım ne o Adem. Ama biz birbirine mecburiyetle ait olacak Hazel ve Arhan’dık. İyi ve kötünün arasında sıkışmıştık. Ne iyinin habercisi ne kötünün habercisi olmak istiyorduk. Biz koca dünyada iki farklı insanın, istediği şekilde yaşayabileceğini bağırmak isterken varoluşumuza neden olan büyük bir gerçeği unutuyorduk.
Bizi buna mecbur bırakan Şeytan’ı. Ailelerimizi belki de kaderimizi.
Bayılacağımı sanmıştım. Ani refleksle önüme gelen ilk kola ince, uzun parmaklarımı geçirdiğimde bunun o olduğunu bilmiyordum. Kendinden beklenmeyecek hareket ile elimin üzerinde elini hissettim. Kötü olduğumu fark etmiş, sakinleştirmek ister gibi yapmıştı bunu. Kimse fark etmemişti. Herkes anlamadığım bir şekilde sohbet halindeydi. Hangi ara bu kadar yakın olduklarını bilmesem de bu anı gören ve beni tanıyan tek bir bakış vardı.
Kim olduğunu bilmediğim o kadın.
“İyi misin?” Sesinde ince bir merak vardı. Öylesine sorulmuş bir soru değildi, farkındaydım. Kafamı sallamam ile de normale dönmesi bir olmuştu. İnsanlık rolü buraya kadardı anlaşılan.
Kendime geldiğimde hızla elimi çektim kolundan. Parmakları ona göre küçücük kalan elimden sıyrılırken boşluğa düşmüştü. Tekrardan eski yerime oturup kırmızı kurdele sarılan yüzüğe baktım. Bunların hangi ara alındığından bile haberim yoktu.
Çekip koparmak istedim bir an. Belki yakmak, belki ortalığı yıkmak. Hiçbirini yapamadım, öylece durup yüzüğe baktım sadece. Yan yana oturuyorduk ve dizine koyduğu elinden onun da yüzüğüne baktım. Dış görünüşümüz ve bulunduğumuz konum dışarıdan gerçek bir çift gibi gözüküyordu. Oysa biz bir ömür bir olamayacak iki insandık. Ne zaman birbirini görse nefretle bakacak, huzurlu hissetmeyecektik.
Bu nefretin içinde birine aşık olursak ne yapacaktık? Ne aşık olduğumuz insana kavuşabilecektik ne birbirimizi sevebilecektik.
Bir kurdelenin kesilmesi, iki ömrün de yıkılmasına neden olmuştu.
“Çirkefliğini bilmesem şu yüz ifadene ağlamak üzere olduğunu düşüneceğim.” Duyduğum ses ona aitti. Kafamı yüzüklerden kaldırıp ona baktım. Bana bakmadan konuşmuştu. “Çok özledin herhalde.” dudaklarında gerçekten uzak bir gülümseme oluştu. Sinir bozucuydu çok fazla hemde.
“Evet ne demezsin! Patilerini görmeden rahat edemiyorum.” Benden bir hayvan gibi bahsetmesi dişlerimi sıkmama neden olmuştu. Bana bakmasa da öfkeli gözlerimi ona diktiğime emin olduğuna emindim. “Benim patilerim yok. Aslan gibi avını parçalamak için kamaşan dişlerim var. Biraz daha devam edersen bu öküzlüğe nasibini alacaksın!” Dişlerimin arasında kurduğum cümle ile samimi olduğunu belli eden bir gülüş belirdi dudaklarında. Kurduğum cümle onu eğlendirmişti.
“Kamyon arkası sözleri mi?” Umursamazlığı ve beni ciddiye almayan bakışları bana dönmüştü. Ona zıt olarak benim hissettiğim öfke, dişlerimle beraber ellerimi sıkmama neden olmuştu.
“Bir ormanda bir tane aslan olur Hazel.” Ciddiye dönen bakışları ve kurduğu cümlenin altındaki anlam açıkça belliydi.
Bir aslan varsa o benim. Sen değil.
Onu küçümseyen bakışlarımın hedefi yaptığımda bakışları ciddiye dönmeye başlamıştı. Bir şey söylemeden ve söylemesine izin vermeden kalktım hızla ve mutfağa ilerledim.Sorunları vardı. Ciddi anlamda problemlere sahipti. Ona ters gelen herhangi bir cümle kurduğum an yüzünde kemikler oynayacak derecede sıkıyordu kendini.
Belki de öfke sorunları vardı.
Eğer öyle bir şey varsa, bir ömür ona tutsak olduğum yetmezmiş gibi bana bir şey yapar mı diye korkuyla yaşayacaktım.
İçimde bir yangın başladı. Önce yüreğimi, sonra tüm bedenimi ele geçirirken duyduğum ince bir ses ile arkamı döndüm.
“Merhaba.” Oturma odasında ama adını bilmediğim kadın karşımdaydı. Ailesinden biri olduğunu anlamıştım lakin tanışma faslımızın olmaması, kim olduğunu öğrenmemin önüne geçmişti.
“Merhaba.” Sesim fazlasıyla düz çıkmıştı. Hiçbir duygu barındırmıyordu sanki.
“Seray ben, Arhan’ın yengesiyim.” Yanındaki adamın da eşi olduğunu böylelikle anlamıştım. Kadının yüzünde oldukça samimi bir ifade vardı. Yüzümdeki soğuk ifadeyi silip gülmeye çalıştım.
“Memnun oldum.” Gülümsedi ve birkaç adımda yanıma geldi. “Her şey çok ani gelişti. Seni tanımadan birden burada bulduk kendimizi. Anladığım kadarıyla isteyerek olan bir şey değil.” Yaşlarımız arasında çok fark yok gibiydi. Yine de ona abla demem mi doğru olurdu bilememiştim. Üstelik bu cümleleri kurarken yüzünde oldukça samimi bir ifade vardı. Nasıl bir yaklaşım sergilemem gerektiğine dair hiçbir fikrim olmasa da başımı sallamakla yetindim.
Yüzünde anlayışlı bir ifade belirdi.
“Her ne kadar dışarıdan duygusuz biri gibi görünse de içinde yaraları olan kırılgan bir insandır Arhan. 7 senedir içlerindeyim. Ablası gibi görür beni. Korkuların vardır, çok normal.” Beni evliliğe hazırlayan cümleler duymak her ne kadar iyi niyetle de yapılsa beni rahatsız etmişti.
Arhan’ı veya içindeki yaraları bilmek istemiyordum. Ona dair bir şey istemiyordum. Konuşmaya devam edecekti ki müsade etmedim. “Arhan veya içindeki yaralar gerçekten umrumda değil. Onunla geçirdiğim beş dakika bile ne kadar uzak durmam gerektiğini belli etti. Bu iş olmayacak, olmaması için de elimden geleni yapacağım. Benim mecburiyetlerim var ve bu yüzden bu durumdayım. Onun mecburiyeti ne bilmiyorum. Ama konuşup orta yolu bulacağım ve bu iş bugünle sınırlı kalacak.”
Kendimi açıkça ifade etmiştim. Yüzündeki anlayış silinmeden de beni dinlemişti. Her cümlemi o kadar net söylemiştim ki onu istemediğimi fazlasıyla anlamıştı. Başını sallamakla yetindi. Bu konuşmaya devam etmediğimi anlamıştı. Tam o esnada Arhan’ın büyük bedeni mutfakta kendini belli etmişti. Seray’ın arkası dönük olsa da bakışlarımdan onun geldiğini anlamıştı. Önce Arhan’a ardından bana baktı. “Ben odaya geçeyim.” Bir şey dememize fırsat vermeden mutfaktan çıkmıştı. Ters mi davrandım acaba diye düşünmeden edememiştim. Yine de ters davrandıysam da davrandım diyen tarafımı ön plana çıkarıp omuz silktim.
“Ne konuşuyordunuz?” Sorgular gibi bakmasına tek kaşımı kaldırdım.
“Seni ilgilendiren bir şey olduğunu düşünmüyorum.”
“Normal konuşulmaz mı seninle?”
“Normal olan insanlarla tabii ki normal konuşurum!” Sesimdeki alayı fark etmişti. Önce bana ardından arkasında kalan mutfak kapısına döndü. Kapıyı yavaşça kapatıp üstündeki anahtarı çevirdi. Gözlerim önce anahtara sonra ona dönerken şaşkın bakışlarımı çoktan fark etmişti. Ona doğru hızla ilerledim kapıya yaklaşmıştı ki bedenini kapının önüne yerleştirdi. İriydi ve fazlasıyla kaslı. Kapıyı tamamen kapatmıştı. Bedenim dizginleyemediğim öfke ve şaşkınlığımla “Ne yapıyorsun sen!? diye sesimi yükselttim.
Oturma odasındakilerin bizi duyup duymadığından emin değildim, onun da umurunda değilmiş gibi sesimi yükseltmeme sadece dişlerini sıkarak tepki verdi. Tek kurduğu cümle bana “Sesini yükseltme!” oldu. Zincirleri kopmuş bir boğa gibi hissediyordum kendimi.
“O zaman sesimi yükseltecek şeyler yapma! Aç kapıyı!” diye emir vererek konuştum. Bir adım attı bana doğru, bir adım geriye gittim.
Bir adım daha ileri, bir adım daha geriye. Ne o konuştu ne ben. Sadece topuklumdan çıkan sesler ve onun yumuşak adımları mutfakta yankılandı.
“Bana sesini yükseltmemen gerektiğini söyledim” son adımını da bana doğru attı. Sırtım mutfak tezgahına dayandı böylelikle. Aramızda bir karış mesafe kalmıştı. Daha fazla geriye gidecek yerim yoktu. Hiçbir şey söylemeden sadece yüzüne baktım. Birilerinin mutfağa gelme ihtimali içimde kramplar oluşturdu. Üstelik kapı kilitliydi ve gelen kişinin aklında olumlu şeyler oluşmayacaktı. Onunla bu şekilde düşünülmek en son isteyeceğim şey bile değildi.
“Bir şeyleri çok zorlaştırıyorsun.” Sesi uyarı yapar gibi çıkmıştı oysa büyük bir bıkkınlık sezmiştim.
“Bir şeyleri zorlaştıran ben miyim?”
“Evet sensin. İstemiyorsun, istemiyorum. Bir mecburiyetten burada olduğumuzu çok iyi biliyorum.” Her kelimeyi baskınlık kurar gibi söylemişti. Sinirlenmeyi bekledim, olmadı. Yakınlığın getirdiği bir durum muydu bilmiyordum. Lakin şu an ona baş kaldıracak kadar güçlü hissetmiyordum.
Ses tonu kalın değildi pek. İnce de sayılmazdı. Etkileyici ve netti. Kokusu o yokken bile ortamda kendini belli edebilecek kadar yoğundu. Uyku getiren cinstendi. Yeni yıkanmış bir nevresimde rahatça uykuya dalabilecek gibi huzurluydu. Belirli çene hatları ve siyah gözleri, sanki özenle yapılmış gibi uzun kirpikleri ile yakından çok daha yakışıklıydı. Bu hiçbir şekilde inkar edebileceğim bir şey değildi. Saçları yumuşacık duruyordu. Sanki elini atsan dökülecek kadar ince ama bir o kadar da dolu doluydu. Özenle yapılmıştı. Hafif arkaya doğru atılmış olsa da normal bir günde uğraşmadan dağınık kalacağı belliydi.
Sanki bir tabloyu izliyormuş gibi onu izlemeye engel olamamıştım. Hızla boğazımı temizleyip kendime geldim. Bu detaylı analizimi fark etmemesini umuyordum.
“Bunlar sadece bizim bildiğimiz şeyler değil. Şu an o odada olan herkesin bildiği şeyler. Bana sonuçla gel, süreçle değil.” Sesim sakin çıkmıştı. Buna şaşırmış duruyordu. Sert çıkan sesime bu kadar kısa sürede alışacağını düşünmemiştim. Üstelik bana çok yakındı. Biraz ileride durması gerekiyordu. Yoksa kendimi o kadar çok geriye itiyordum ki belim kırılabilirdi.
“Evleneceğiz!” Yumuşak olduğu belli olan dudaklarından sadece bir kelime ama ölümle eş değer bir cümle çıkmıştı. Evleneceğiz. Sonuç bu muydu gerçekten? Ellerim iki yanıma düşerken yüzüğümden sarkan kurdele bacaklarıma değmişti.
“Yarın buluşup konuşacağımızı söylemiştin! Şimdi neden bu sonuçla karşıma dikiliyorsun!” Gözleri çok kısa bir an dudaklarıma kaydı. O kadar kısaydı ki bakıp bakmadığından bile emin olamamıştım. Ama emindim, bakmıştı.
“Hala içinde yer edinen umudu söndür diye erken söylemek istedim.” Bu kadar düz ve duygusuz konuşması gerçekten akıl işi değildi. Ben her an çatlayacak gibiyken o sanki sürekli birileriyle evleniyordu.
Bu cümleyi kurma nedeni belki de sonucu şimdi söylemesi az önce söylenenleri duyduğundan kaynaklanıyordu. Biz Seray ile konuşurken dinlemiş, net halimi ve biteceğine olan inancımı yerle bir etmişti.
“Neden? Bir ömür birbirimize tutsak mı kalacağız? Üstelik aynı evin içinde sürekli birbirimizi göreceğiz. Nefretimiz sürekli tazelenecek, öfkemiz hep diri kalacak. Bu hayatı gerçekten yaşamak istiyor musun?” Sessiz kalmıştı. Sadece beni dinlemeyi tercih etti. Başka bir yol bulabilme ihtimalimize karşılık konuşmaya devam ettim.
“Çok gençsin daha, bende aynı şekilde. Hedeflerim var, isteklerim var, hayallerim var. Bu evliliğin bize bir bağ olacağını görmüyor musun?” Kendimden beklemediğim bir şekilde sakindim. Gözleri gözlerimden bir an bile ayrılmıyordu. Ne düşündüğünü anlamasam da dinlediğini ve anladığını biliyordum. İlk defa sakindik ikimizde. Birbirimizden başka çıkış yolumuzun olmadığını fark etmiş gibiydik. Öfkenin şu an aramızda yeri yoktu.
“Sevdiğin veya sevgilin mi var?” Beklemediğim bir soru ile kaşlarımı çattım. Bunun ne önemi vardı ki şu an?
“Hayır ama bu-“ derin bir nefes alma ihtiyacı hissettim. Gerçekten susamıştım. Kokusu üzerime bile sinmiş olacak kadar yakınımda duruyordu. Sanki anlamadığım bir şekilde daha da yakınlaşıyorduk. Kafamı anlık bir şekilde yere indirdim. Topuklu ayakkabılarım ile ayakları arasında bir parmaktan az bir mesafe vardı. Su ihtiyacım için yeterli bir mesafeydi.
Tekrardan gözlerine baktım. “Bu aşık olmayacağımız anlamına gelmiyor. Okulum bitecek, çalışma hayatım olacak. Aynı şekilde senin de girdiğin onlarca ortam vardır. Birinden etkilenmeyecek misin? Ben etkilenmeyecek miyim? Bu evliliği değil de onunla bir evliliği istemeyecek miyim? Ne yapacağız? Zorla evlenmek zorunda olduğum biri var deyip bir ömür kara sevd-“ aniden bana doğru bir adım atması ile susmak zorunda kaldım. Kalbim görevini yitirmiş gibi hızla atıyordu. Duyuyor muydu sesini? Duyma ihtimali yüksek olabilirdi.
“Çok konuşuyorsun. Bunların hepsini ben bilmiyor muyum?” Gözlerinde yer edinen sakinlik gitmiş, kaşlarını çattığı bir an gelmişti yine. Bizim sakinlik kotamız buraya kadardı anlaşılan. Hoşuna gitmeyen şeyler duyduğunu belli eden bakışları vardı. Bu sefer ne düşündüğünü anlayabilmiştim. Birine aşık olma fikri onu rahatsız etmişti?
Benim aşık olmam mıydı peki, onun aşık olması mı?
“O zaman bir şey yap!” Gözüm bazen kapıya kayıyordu. Gerçekten biri gelmeden bu konuşmaya ve yakınlığa son vermeliydik.
“Bu yüzüğü sana ne taktırdı?” Bir yandan da kurdele sarılı yüzüğünü gösterdi. Gözlerim parmaklarına kaydı. Gümüş bir yüzük vardı ve aramızda parlıyordu.
Üstelik konuştukça nefesi yüzüme çarpıyordu. Bu şartlar mantıklı düşünebileceğim ya da söylediğini anlayabileceğim şartlar değildi. Bu kadar yakın olmasına ne gerek vardı!
“Mecburiyetlerin. Önüne neden geçemiyorsun, neden bozamıyorsun bunu? Yine mecburiyetlerin. Kendi mecburiyetlerin nasıl çareyi bende aramaya çalışıyorsa benim mecburiyetlerim ikimizi de kurtaramaz Hazel.”
Zaman durdu. Ne Yelkovan takip etti akrebi, ne akrep yelkovanı. Her şey anlamını yitirdi. Kalbim büyük bir gerçekle yeniden tanıştı. Onun mecburiyeti ne bilmiyordum ama bizi kurtarmaya yetmiyordu.
Kaçınılmaz son bizi bulmuş ve biz birbirimize tutsak kalmıştık.
Havva Adem’e, ben Arhan’a mecburdum. Ben ona artık tutsaktım. Mutlu bir aile hayali, birbirini seven anne babalar, babasının prensesi olabilecek bir kız çocuğu, dizlerine başımı koyduğumda yorgunluğumu atacağım bir eş hayali Arhan’ın dudaklarından dökülen mecburiyetler ile yerle bir olmuştu.
Biliyordum mecbur olduğumuzu. Ama onun bile önüne geçemeyeceği bir durumda olduğumuzu düşünmeyi reddetmiştim. Beni bununla yüzleştirmişti. Ona içten içe güven duyduğumu şu an fark ediyordum. Bu işi bitirebileceğine dair ince bir güven de hayallerimle birlikte yok olmuştu.
“Bakma şöyle!” Kurduğu cümle girdiğim ve boğuştuğum cümlelerden beni kurtarmıştı. Nasıl baktığımın bile farkında değildim. Tüm kırgınlıkları gözlerimde yaşamış olmalıydım.
“Nasıl?”
“Bir yıkımı izliyor gibi. Senin gözlerinde oluşabilecek bir bakış değil bu.” Rahatsız mı olmuştu bu durumdan?
Gözlerinde bir ifade bulmaya çalıştım, yine yoktu. Her zaman ki gibi. Rahatsız olduysa bile bunu asla belli etmiyordu. Ses tonunda bir şeyler yakalayabilirsen o kadardı.
Daha ne kadar dibimde duracaktı bu?
“Bir yıkım değil mi sence bu sonuç?”
“Hayır. İkimiz de bu evliliği istemiyoruz. Ama bundan ileri de gidemiyoruz. Bir anlaşma yapacağız.” Sorgular gibi baktım yüzüne. Önce gözlerime ardından yanaklarıma sonra da tüm yüzümde gezindi gözleri.
“Ağır ol! Çek o gözlerini yüzümün her yerinden!” Duyduğu cümle ile önce şaşkınca bakmış, ardından samimi bir gülüş belirmişti dudaklarında. Bir mahalle kekosu gibi çıkan sesime engel olamamıştım. Dış görünüşüme ters olan cümlelerim onu eğlendirmişti. Garip bir şekilde beş dakikadır oldukça normal sohbet ediyorduk. Bazen insan gibi davranabiliyor olması beni şaşırtmıştı.
“Evleneceğiz, herkes istediğini alacak. Olaylar durulacak, anlaşamadığımızı söyleyip boşanacağız. Büyük ihtimalle herkes karşı çıkacak. Seni aldattığımı bu yüzden de bu evliliğe devam etmek istemediğini söyleyeceksin. Ne annem ne de babam bunu göz ardı edebilir. Herkes bana öfkelenecek, senin yanında olacak ve kararından dolayı seni destekleyecek. Biz de boşanacağız.”
Planı çoktan yapmıştı kafasında. Sonuç benim için evlilik olsa da o sonucu farklı çiziyordu. Herkesin gözünde aldatan bir erkek olarak kalacak ve beni işin içinden temizce çıkaracaktı. Kalbimde anlık bir hızlanma oldu. Benim için veya bu işin bozulması için herkesin gözünde iğrenç bir insan olmayı kabulleniyordu.
Şaşırmıştım, hemde fazlasıyla.
“Şimdi olmasa da o zamana kadar olur belki. Aşık olduğun adamla evlenirsin.” Bu cümleyi kurarken gözlerime bakmamıştı. Mutfak penceresine çevirmeyi tercih etmişti gözlerini. Ne diyeceğimi, nasıl bir tepki vereceğimi bilmiyordum. Evlenmek bile istemiyorken, boşanmamızın aşamalarını konuşuyorduk. Takip edemediğim kadar hızlı akıyordu hayat.
Gözlerini gözlerime çevirdi. Bir cevap bekliyor gibi bakmıştı ama ağzımdan hiçbir cümle çıkmıyordu. Saçmalama böyle bir insan olarak mı tanınacaksın, desem saçma olurdu. Sonuçta onu düşünmüyordum, umrumda değildi. Diğer türlüsü nasıl olurdu, hiçbir fikrim yoktu. Verilecek tüm cevaplar tükenmişti.
Aniden kapının kulpu hızla aşağı inince anın verdiği korku ile sağ elimle Arhan’ın kolunu tuttum. Aklımdaki düşüncelere kapılmış, ortamın sessizliği içinde kaybolmuştum. Duyduğum bir sesin beni korkutması oldukça normaldi. Önce koluna ardından gözlerime döndü. “Ödlek!”
Normal bir insan gibi ettiğimiz sohbet burada son bulmuştu.
“Yaptığın insan rolü seni zorlamıştır!” Elimi hızla kolundan çekip bunca zaman niye yapmadığımı anlamadığım bir şekilde elimi göğüslerine koydum. Gömleğinin üstünden bile hissedilecek kaslık avuçlarıma dolmuştu. Bu hisse kendimi çok kaptırmadan ittim. Kendini rahat bıraktığı için birkaç adım geriye gitmesi de kaçınılmaz olmuştu.
“Benimle nasıl konuşman gerektiğini de öğreneceksin merak etme.” Sanki bana İngiltere prensiydi. Her fırsatta bunu söyleyip duruyordu. Göz devirdim sadece. Cevap vermeden anahtarı çevirdim. Gelen her kimse aklından geçecek olanı bildiğimden yüzümde yanma hissi hissettim. Çok farklı şeyler düşünülecekti.
“Ay nerdesin s-“ ardından gözü içeri kaydı. “Siz?” Gözleriyle birlikte şaşkınlık dolu sesi ortama yayıldı. “Sonra konuşuruz Defne.” Ama yeterli bir cevap olmamıştı. Gözü bir kapıya, bir bana, bir de Arhan’a kayıyordu. Kafasında oturtamamamıştı kapının kilitli olma nedenini.
“Defne!” Uyarı dolu sesim ile kendine geldi. “Misafirler gidiyor, sizi göremeyince merak ettim.”
Başımı salladım. Arhan, yanımdan geçerek mutfaktan çıkmıştı. Defne’nin bana olan bakışları hala sorgu doluydu. Yanından geçip gidince şaşkınlığı ile mutfak kapısında durmaya devam etti. Oturma odasına art arda girmiştik Arhan’la. Annemin gözlerindeki sorgular ifade yerli yerindeydi. Ne konuştuğumuzu merak ettiğine emindim. Herkes ayaklanmıştı. Ne konuşuldu, ne yapıldı hiçbir şey anlamamıştım. Buradaydım ama sanki hiç burada olmamıştım. Arhan’la konuştuklarımızı sonra düşünecektim. Şu an bu yüzüğü çıkarıp sıcak bir duş almam gerekiyordu.
“Daha bir araya geliriz zaten. Kına, düğün ne yapılacaksa konuşmamız gerekiyor. Çok uzatmayalım. Bir ayda hal olsun her şey.” Annem’in kurduğu cümle içimdeki varlığını daha da yok etmişti. Benden kurtulmaya o kadar istekliydi ki, bu ne kadar kısa sürede olursa onun için iyi olandı.
“En kısa zamanda sizi ağırlamak isteriz. Yemekte detaylı konuşuruz bunları da.” Mahmut Amca’nın kurduğu cümle ile annemin yüzünde zafer dolu bir gülümseme oldu. Aniden kulağımda hissettiğim nefes tüylerimin diken diken olmasına neden olmuştu.
“Bu süreçte annene baş kaldırma. Kabullendiğimizi düşünmeli, boşanma aşamasında oyun olduğunu fark etmemeleri lazım.” Sadece benim duyacağım şekilde konuşmuştu. Nefesi ve bedeni vücudumdan uzaklaşırken mantığım tekrardan yerine geliyor gibiydi. O yakınımda olduğunda anlam veremediğim şekilde beynim donuyor gibiydi.
Evden çıkmadan hemen önce Barış kapıya dönmüştü. Çaktırmadan Defne’ye bakmış ardından bana dönmüştü.
“Tekrardan görüşmek üzere yenge. Ben bir acile uğrayacağım.” İstemsizce gülmüştüm. Suçsuz olduğu halde öfkemden nasibini almıştı. Arhan’a bakmadan kapıyı kapattım hızla. Misafirler gittiğinde evde yine sadece biz kalmıştık. Annem’in ne konuştuğumuzu soracağını bildiğim için hızla odama kaçtım. Defne’nin ardımdan geldiğini hissediyordum. Odaya girer girmez ayağımdaki topuklu ayakkabıları çıkardım hızla. Ayıcıklı terliklerimi ayağımı geçirip yatağa bıraktım kendimi.
“Ne yapıyordunuz mutfakta? Anlat artık!” Defne’nin sorusu ile yanımdaki yastığı alıp kafasına doğru fırlattım. Havada yakalamış heyecanla yanıma oturmuştu. “Ne demek ne yapıyordunuz? O öküzle ne yapabilirim sence ben?! Konuşuyorduk sadece.” İmalı bir bakış attı.
“Öküz olmasa bir şeyler yapacaksın yani?”
“Defne!” Ellerini teslim olurmuş gibi kaldırdı.
“Şaka!” A harfini uzatarak konuştu.
“Evleneceğiz, sadece bir süre sonra bazı sebeplerle boşanmak istediğimizi söyleyeceğiz. Evliliğin ne o önüne geçebiliyor ne ben. En azından evlendikten sonra boşanma hakkımız olur belki.” Boşanmak için sebebimiz aklıma geldi. Bundan bahsetmem gerekir miydi bilemedim.
“İnsanların boşanma isteğinizin bir anlaşma olduğunu anlamaması için de onlara istediğinizi inandırmanız gerekli.” Mantıklı yorumuna güldüm.
“Plaket hak ettin.” Gülerek karşılık verdi. Ben saçlarımdaki tel tokaları çıkarırken odaya annem girdi. Kapıyı öyle hızlı açıyordu ki yerimden sıçramamak imkansızdı.
Odaya girer girmez göz hapsine beni almıştı. “Bu evliliği bozmak için herhangi bir şeye bulaşırsan, çocuğa istemediğini söylersen benden kork Hazel.” Bir elini tehdit eder gibi kaldırmıştı. Gözlerinde benden nefret ettiğini bağıran cümleler vardı sanki.
“Merak etme. İstediğin olacak.” Duygusuz cevabıma şaşırsa da belli etmedi. Geldiği şekilde kapıyı hızla çarpıp çıktı.
Defne’nin elini anlayışla parmaklarımın üzerinde hissettim. Bunca şey yetmezmiş gibi yarın erken saatte okulum vardı. “Yarın gelecek misin?” Başını salladı olumlu bir şekilde. “Gitmem deseydin gitmezdim be!” Dedim gülerek. Bizim birbirimizi etkilediğimiz kadar Leyla mecnundan etkilenmediğine emindim. Güldü sadece.
“O gelen çift kimmiş? Hiç konuşmadılar neredeyse.” Seray’dan bahsediyor olmalıydı. “Yengesiymiş. Diğeri de abisidir.” Başını olumlu anlamda salladı. Hiç konuşmamaları benim de garibime gitmişti. Sadece bulunmak zorunda oldukları için gelmişlerdi sanki.
“Barış da tatlıydı biraz.” Ağzının içinde kurduğu cümleyi zorla da olsa duymuştum. Yüzüme pis bir sırıtış eklenmişti. Kafamı gözlerine yaklaştırdım. “Etkilendin mi sen!?” Yanakları kızarırken cevap vermedi. Kahkaha attım.
Açık kumral saçları vardı. Gözleri bal rengine yakın hafif açık elaydı. Oldukça güzeldi. Minik bir burnu ve kocaman gözleri vardı. Bir erkeğin etkilenebileceği bir güzelliğe sahipti Defne. Onu hep beğenmişimdir içten içe. Ben de ona zıt olarak beyaz tenli ve açık denilecek mavi gözlere sahiptim. Babamın gözleri de mavi değildi, annemin de. Kime çektiğime dair bir fikrim yoktu.
“Havada aşk kokusu var!” Bir şarkı mırıldanır gibi ima dolu cümleler kurmuştum. Yanındaki yastığı alıp bana vuracakken gülerek havada yakaladım. “Ne aşkı be! Abartma. Biraz beğendim sadece.” Onayladım başımla ama gerçekten uzak bir onaylamaydı. Hızla kalktı yerinden. “Senle de bir şey konuşulmuyor! Eve gidiyorum ben.” Yatakta sürünerek koluna yapıştım hemen. Bu durumdan fazlasıyla eğleniyordum. Çekingen gözükse de aslında fena bir kızdı. Kendini rahat hissetmediği ortamda belli edemezdi onu. Sessiz belki saf denilecek hareketleri olur, tanıyınca da seni asla böyle bilmezdik diye cümleler kurdurturdu kendine. Ama yine de utangaç olduğu gerçeği değişmezdi.
“Tamam ya! Şaka yaptım, gel buraya.” Onu hızla yatağa çekmiştim tekrardan. Gülerek sokulmuştu anında bana. Hızlıca üstümüzü değiştirmiş, birer duş almıştık. Duştan çıktıktan sonra telefonu elime aldım. Defne’nin görmemesini isteyerek o duştayken yapmak istemiştim. Arama kısmına Arhan yazdığım an bir isim çıkmıştı karşıma. Kaşlarımı çattım.
İlk sırada adı çıktığına göre oldukça tanınan biriydi.
Arhan Gürsoy
Karşıma direkt birden fazla kadınla olduğu fotoğraflar döküldü.
Ünlü manken Arhan Gürsoy, mekan çıkışı sarışın bir kadınla görüntülendi. Sorulan hiçbir soruya cevap vermeyen Gürsoy, birlikte bindikleri araba ile hızla uzaklaştılar.
Ne? Masken miydi?
Tamam manken olabilecek bir dış görünüşe sahipti. Bunu inkar edemezdim. Gerek fizik, gerekse yüz olarak bu işe çok uygundu. Ama direkt bu işle ilgilenmesi şaşırmama neden olmuştu.
Arhan, magazinde gece hayatı ve görüntülendiği kadınlar ile tanınıyordu. İçimde bastıramadığım ama ne olduğunu bilmediğim bir duygu oluştu.
Belki de aldattığımı söylersin deme sebebi buydu. Herkesin inanacağı ve yanımda olacağını bu yüzden düşünmüştü. Çapkınlığı Türkiye’de nam salmıştı. Öyle bir şey dediğim an belki de Arhan yapmaz diyemeceklerini biliyordu. Ben kendini kötü göstereceğini düşündüğüm için huzursuz hissederken, adam zaten kötüydü.
Belki de söyleyeceğimiz yalan aslında bir gerçekti. Evliliğimiz boyunca bunlara maruz kalacaktım. Eve getirme gibi durumları olur muydu? İşte o zaman boşanmamıza gerek kalmadan katil olurdum.
Her ne kadar onu sevmesem de, istemediğim bir evlilik de olsa dışarıdan çift gibi gözükecektik. Kadınlık gururuma bunu yapamazdı. Buna izin vermezdim. Görüştüğümüz ilk fırsatta bunu söylemeyi istemek, şimdiden içimde sabırsız bir hareketlenmeye neden oldu.
Hızla kapattım telefonu. Anlamlandıramadığım bir öfke hissetmiştim. Arayıp sövme isteği bile vardı içimde. O adamdan gerçekten nefret ediyordum!
“Ne oldu?” Saçlarını kurulayarak çıkan Defne’ye çevirdim bakışlarımı. Bir şey yok dercesine elimi sallayıp yatağa girdim. Fazlasıyla yorulmuştum bugün. Uyumak istiyordum.
“Burada kalacaksın değil mi?” Hayır dercesine başını salladı. “Annem de kalacaktım ama babam beni biriyle tanıştırmak istedi.” Kim dercesine başımı salladım. “Evlendiği kadının oğlu varmış. Yurt dışında yaşıyormuş normalde. Temelli mi ne dönmüş, tanıştırmak istedi. Kıramadım, çok heyecanlı duruyordu.” Durgun bakışlar ile yatağa oturdu.
“Bazen ona sert yapmak istiyorum. Kabul ettiği bu hayatı, kabul edemediğimi bağırmak istiyorum. Sonra annemle olduğundan daha mutlu olduğunu fark ediyorum ve susmak doğru geliyor gözüme. O kadının yanında çocuk gibi. Neşeli, mutlu, heyecanlı. Gölge düşürmek gelmiyor içimden.” Elinin üzerine elimi koydum. Anlayışla baktım gözlerine.
“Her ne kadar senin için zor bir durum da olsa o da bir yetişkin. Daha genç üstelik. Annenle yaşadıkları mutsuzluk onlara başka hayatlar sundu. İkisi de çok mutlu. Onların mutluluklarıyla mutlu olmak önceliğin olmalı. Sana karşı sevgileri hep daim ise, birbirleriyle yaşadıkları onların arasında kalmalı.” Başını salladı. Böyle düşünüyordu içten içe ama onları başka insanlarla gördüğünde ne hissettiğini anlayabiliyordum.
Hızla hazırlanmış ve çok geçmeden çıkmıştı. Bedenimi tekrardan yatağa bıraktım. Bastırmaya çalışsam da aklıma sürekli mutfaktaki yakınlığı geliyordu. Neden o kadar dibime girdiğini bilmesem de o an neden tepki vermediğimi de bilmiyordum. Beynimi çıkarmış ve başka yere koymuştum sanki.
Ciddi anlamda evlenecektik. Ne o karşı çıkabiliyordu ne ben. Belki sonunda boşanacaktık ama evlenme düşüncesi de fazlasıyla ürkütücüydü. Üstelik adının sürekli başkasıyla anıldığı bir adamla. İnsanlar hakkımda neler düşünecekti tahmin edemiyordum.
Aniden telefonuma bir mesaj düştü. Bir numaradan gelmişti. Ekranı açtığımda profil fotoğrafında Arhan’ı gördüm. Numaramı nereden bulmuştu?
Gönderen: +90532… Numaranı annenden aldım. Yarın akşama doğru görüşelim. Anlaşmanın gerektirdiklerini ve boşanana kadar ki süreci konuşuruz.
Fikrimi soran yoktu tabi. Planını yapmış, bana haber vermeyi yeterli görmüştü. Numarasını kaydedip mesaj yazmaya koyuldum. Çevrimiçiydi. Sohbette bekleyip beklemediğini bilmesem de yazmaya başladım.
Gönderilen: Dağ ayısı Yaptığın planı tek başına uygulayabilirsin. Bana sorulmuş ve uygun olup olmadığıma dair bir soru göremedim.
Anında görmüştü. Sohbette bekliyor olması içten içe hoşuma gitmişti. Yüzümde oluşmaya hazır gülümsemeyi bastırdım hızla ve sohbetten çıktım. Biraz geç yazmamın kimseye zararı olmazdı. Telefona düşen bildirim seslerine bastıramadığım bir hisle güldüm. Aradan beş dakika geçmişti ki tekrardan mesaj geldi. Daha fazla uzatmadan ekrana tıkladım.
Gönderen: Dağ ayısı Çirkef olmadan yaşamak gerçekten bu kadar zor mu? Yarın uygun ol. Sormama gerek yok. Yeri de mesaj atarım gelirsin. Mesajlara geç bakmaya çalışmana gerek yok. Tam bir ergen gibi gözüküyorsun.
Gülümseme yaptığı emrivakiler ve yaptığım şeyi fark etmesi ile tam anlamıyla solmuştu. Bana gelir misin demeden gitmeyecektim. Gerekirse evin önüne gelecekti ama yine de ayağına giden olmayacaktım. Dudağımı dişlerimin arasına aldım. Parçalamak ister gibi sıkarken bir mesaj daha düştü.
Gönderen: Dağ ayısı Cevap vermek bu kadar zor olmamalı.
Gönderilen: Dağ ayısı Tamam gönder adresi. Geç bakmak gibi de bir şeye girişmiyorum. İşlerim vardı. Ama öyle düşünmek istersen, sen bilirsin tabi.
Mesajım bir süre görüldü kaldı. Emrivaki yapmasına rağmen kabul etmeme şaşırdığına emindim. Bana bir adres göndermişti sadece. Adrese tıklamadan görüldü bıraktım. Zaten gitmeyecektim, neyine tıklıyordum ki.
Telefonu kenara indirip yatağa bastırdım başımı. Bir an önce uyumak istiyordum. Vücudumun buna ihtiyacı varmış gibi anında beni uykuya esir almıştı.
❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥❤️🔥
Telefonum bir savaştaymışım gibi hızla çalışıyordu. Uyanmak için ayarladığım kaçıncı alarmdı bilmiyordum. Kapım hızla açılmıştı. Gözlerim alarma değil, açılan kapının şiddetiyle açılmıştı.
“Daha ne kadar çalacak bu telefon! Kaldır o bir işe yaramaz kafanı! Sesin sesinle uyanmak zorunda değilim ben!” Aynı şiddetle kapı tekrardan kapanmıştı. Elimi telefona uzatıp alarm seçeneğini tamamen kapatmıştım. Güne oldukça güzel başlamıştım gerçekten. Çok iç açıcıydı.
Oflayarak kafamı kaldırdım yastıktan. Saat tam 9’du. 11’de dersim vardı ve hazırlanıp çıkmam gerekiyordu. Elimi yüzümü yıkayıp dolabın karşısına geçtim. Siyah bir etek, boğazlı sütlü kahve kazak giymiştim. Saçlarımı at kuyruğu yapıp makyaj faslına geçtim hızla. Gözüm bir yandan da saatteydi sürekli. Geç kalmak istemiyordum. Bu derse uzun zamandır gitmiyordum ve artık devamsızlıktan kalma durumum oldukça yüksekti. Bordo ojelerime uyumlu bordo renk rujumu sürüp, ayağıma çizmelerimi geçirdim. Anneme görünme gereği bile duymadan mutfağa girdim hızla. Gülsüm abla kahvaltı için bir şeyler hazırlıyordu. “Günaydın Sultanım!” Diyerek yanağına sulu bir öpücük bıraktım. Üzerimde öyle bir neşe vardı ki sanki zorla evlenecek olan ben değildim.
“Deli kız dur!” Bir yandan kahkaha atmış, bir yandan da yanağındaki ruju siliyordu. Yüzüne değebilecek tüm kimyasal maddelerden nefret ederdi. “Ben gidiyorum. Dersim var, sonrası için bir planım henüz yok.” Arhan’ı bir plan olarak görmediğimi bilse eminim yine dişlerini sıkarak tepki verirdi.
“Kahvaltı yapsaydın.”
“Okulda yerim bir şeyler. Öpüyorum!” Daha çok sinirlendirmemek için elimle öpücük göndermiştim. Arkamdan güldüğünü hissetsem de tepki vermeden çıktım evde. Çantamdan arabanın anahtarını çıkarıp hızla kuruldum. Parfümümü torpidodan çıkarıp boyun kısmıma birkaç defa sıktım. Son kez aynadan makyajımı kontrol edip yola koyuldum. Radyoda çalan müziğin sesini açıp telefonumdan kameramı açtım. Okula giderken arabada şarkı söyleyip çekmekten garip olsa da zevk alıyordum. Öyle kolay aşık olmam şarkısı çalarken kendimi şarkıya bırakıp bir yandan da tekrar ediyordum.
Bu müziğin girişinde aşırı bir heyecan vardı. Birbirine ateş gibi yanan bir çift izlenimi veriyordu. Tensel temasın şarkısıydı sanki. Aklıma bir an mutfaktaki yakınlığımız düştü. Dibimde oluşu, nefesini yüzümde hissetmek, kokusu ve kendinden emin ses tonu. Tüm bu anların gerçekten de şarjının girişi gibi hissettirdiğini fark etmiştim. Dizginleyemediğin bir heyecan ve titreme bahşediyordu sana.
Bugün verdiği adrese gelmediğim için ne kadar sinirleneceğini tahmin etsem de umursamamayı tercih ettim. Benimle emrivaki bir şekilde konuşmamayı öğrenmesi gerekiyordu. Her ne kadar benden onu istese de aynı şey onun için de geçerliydi.
Okulun önüne geldiğimde indim arabadan. Arabada bıraktığım kitapları arka koltuğa eğilip kucağıma aldım. Hukuk öğrencisi olmak, kalın kitaplar taşımak demekti. Hepsini düşmeyecek şekilde kucağıma sabitleyip arabayı kilitledim. Arabanın camından son kez kendime bakıp dönecektim ki gördüğüm yansıma ile hızla arkamı döndüm.
“Arhan?” Onu burada görmeyi kesinlikle beklemiyordum. Yüzümde belli olan şaşırma, her zaman ki gibi yerli yerindeki düz ifadesi aramızda eriyip gitmişti.
“Ne işin var burada?” Kitapların biri aradan kayacakken diğer elimle tekrardan koltuk altıma sabitledim. Önce kitaplarıma, sonra bana baktı. Gözleri ayaklarımdan gözlerime doğru giderken kaşlarında kendini belli eden bir çatılma olmuştu. Bacaklarımda gözleri uzun süre oyalanmış, tekrardan gözlerime dönmüştü.
“Okula sürekli böyle mi geliyorsun?” Böyleden kastının ne olduğunu anlamayıp anlama gereği de duymadan baktım yüzüne. Onu kaale almadığımı fark etmişti. Üzerinde düne inat siyah bir kazak, siyah pantolon ve siyah içinin yünlü olduğu belli bir ceket giymişti. Saçları özenle yapılmış değil dağınıktı. Birkaç tutamı alnına düşmüş, görüntüsüne farklı ama ilgi çekici bir hava katmıştı. Yanımızdan geçen her kızın ilgiyle baktığını fark ediyordum. Hatta bazıları onu tanımıştı bile.
Keşke benimle değil de onlardan biriyle evlenmek zorunda kalsaydı. Belki böyle iğrenç bir mecburiyete tabi tutulmazdım.
“Ne işin var burada?” Sorumu yineledim tekrardan.
“Attığım konuma bakmayacağını tahmin etmek hiç zor değildi.”
“Beni bu kadar hızlı tanımana sebep olan şey ne?”
“Durmadan bana baş kaldıran karakterin ve hiç susmayan dudakların.” Gözleri, dudaklarıma kaydı. Saçım, sürdüğüm ruja yapışıyordu. Elimdeki kitaplar yetmiyormuş gibi bir de sürekli uçuşan saçlarım bana hiç yardımcı olmuyordu.
Bir adımda dibime geldi yine.
“Konumun Türkiye’nin öbür ucundaki bir yeri göstermesi ve buna hiçbir tepki vermemen de etkili tabi.” Dalga geçer gibi konuşmuştu. Bana başka şehirden bir konum atmıştı ve bakma gereği bile duymadığım için oyununa gelmiştim. Kaşlarım çatıldı. Onu görmek sakin vücudumun, sinirle tanışmasına neden oluyordu.
“Benimle oyun mu oynadın sen?” Saçlarım neredeyse tüm yüzümü kapatırken dudağıma yapışan saçlara engel alamıyordum.
Aniden elini dudağımın üzerinde hissettim. Yapışan saçları teker teker, sanki çok önemli bir iş yapar gibi ayırıyordu. Rüzgar sağ taraftan esiyordu ve saçlarımın önüne elini koydu. Rüzgardan uçuşan saçlarım onun eline değiyor ve tekrardan eski yerini alıyordu.
Sanki zaman durmuştu ve ben hangi masalda olduğumu bilmeden biri tarafından yönetiliyordum. Dokunuşları görünüşüne inat oldukça yumuşaktı. Üstelik dudağımın üzerinde hissettiğim parmakları, vücudumdan geçen bir elektrik akımına neden olmuştu.
Sağlıklı duygular değildi. Bu adama hissedilmesi gereken duygular hiç değildi.
“Gözlerin nefretini o kadar bağırıyor ki neye nasıl tepki vereceğini kestirebiliyorum.”
“Benimle emrivaki yaparak konuşma o zaman. Nefes al desen emrivaki yaptığın için almam.” Dudakları yana doğru kıvrıldı. Eli hala yanağıma yakın duruyordu. Bana değmeyen teni, saçlarıma değiyordu.
Tam ağzını açmış bir şey söylecekti ki duyduğumuz ses ile ikimizin de kafası o yöne döndü.
“Hazel!” Olmasını istemediğim şey adım adım yaklaşırken Buğra’nın sorgular bakışları Arhandaydı.
Wattpad- ayecpaa instagram- ayecpaa
|
0% |