Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm, birbirine çekilen ruhların ızdırbı

@ayelaefla

Asırlar sonra ikinci bölüm ile merhaba! Pek sevgili kitappad yazdığım bölümü kaydetmediği için bölümün yarısı silindi, bu yüzden hayata küsüp yazmaya ara vermiştim bie süre😔

Yazım yanlışlarım falan varsa kusura bakmayın, onları vaktimin olduğu bir zaman düzenleyeceğim. Neyse çok konuşmayayım, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın iyi okumalar <3🎀

*

Onur Can Özcan - Kibrit Vesaire - Şehir Kolpa - Yatağın soğuk tarafı Gökhan Türkmen - Lafıgüzaf

*

Zilin sesi tüm binada yankılanırken korkuyla içime bir nefes çektim. Karşı taraftan Sibel Teyzenin sesi gelirken bir kaç dakikanın ardından kapı da açılmıştı.

"Oğlum nerede kaldın?"

Sibel Teyze; söylene söylene kapıyı açtığında Adalın arkasına sinmiş beni görmesiyle devam edeceği sözünü kesti, şaşırmıştı.

"Geldim işte annem." Adalın Sibel teyzeye sesleniş şekliyle dudaklarım yana kıvrılmıştı.

Hiç değişmemişti.

Adal, aşağıda yaptığı gibi belimden ittirip içeriye doğru yönlendirmişti beni. Korkuyordum. Sibel Teyzenin nasıl bir tepki vereceğini ölesiye merak ederken aynı zamanda da korkuyordum.

"Berfu? Hoşgeldin kızım."

Korktuğumun aksine Sibel Teyze beni kendine çekip sarıldığında gözlerimin dolmasına engel olamadım. Anne gibiydi bana.

Sarılışına aynı şekilde karşılık verdiğimde ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.

"Anne abim mi geldi?"

Hemen karşımda beliren bedenin gülüşü beni gördüğünde yavaş yavaş sönmüştü.

"Bunun ne işi var burada? Yine abimi kandırıp acı çektirmeye mi geldi? Hayırdır, başka bir kurban bulamamış mı kendine?"

Söylediği sözlerin etkisiyle bedenim kaskatı kesilirken Sibel Teyzenin kolları arasından sıyrıldım. Şüheda, Adalın kardeşi, en başından beri beni sevmiyordu zaten. İğneleyici sözlerine ve bakışlarına alışıktım. Böyle bir tepki alacağımı da biliyordum.

"Şüheda!" Adalın sesi kulaklarımı doldurdu.

"Haksız mıyım abi? Ne kadar üzüldüğünü ben de annem de görmedik mi? Anne sende bir şey desene! Şimdi hangi yüzle gelmiş?"

"Şüheda yeter bu kadar! Odana geç çabuk."

Şüheda, Adalın sert çıkan sesiyle oflayıp odasına geçerken ben kafamı eğmekle kaldım. Onu üzdüğümü biliyordum, yaptığım onca şeye rağmen bana kapısını açması asla altından kalkamayacağım bir iyilikti.

"Geç kızım yorgunsundur. Aç mısınız? Bir şeyler hazırlayayım mı?"

"Olur annem, ben bi' üzerimi değiştireyim geliyorum."

Ben olduğum yerde öylece dikilirken Adal yanımdan geçip odasına ilerledi. Öylece antrenin ortasında durmuş, aslında her bir yerini bildiğim ama şimdi bana yabancı gelen, eve bakınıyordum.

"Ayakta kalma kızım, geç otur."

Komut almış robot gibi sesimi çıkarmadan koridorun sağındaki mutfağa geçtim. Sibel Teyze de arkamdan mutfağa girdiğinde oyalanmadan buzdolabının kapısını açıp bir şeyler çıkarmaya başladı.

Duvara yapışık bir şekilde duran yemek masasının bana en yakın sandalyesini çekip ucuna sindim. Yardım etmek istiyordum ama beynim bacaklarıma hareket etmeleri için komut vermiyordu. Utanıyordum ve çok mahçuptum.

Rahatsız edici sessizlikle devam eden, uzun sürenin ardından Sibel Teyze masayı donatmıştı. Adal da üzerini değiştirmiş bir şekilde mutfağa girmiş ve hemen karşımdaki sandalyeye oturmuştu.

"Siz yeyin çocuklar ben bi' Şühedaya bakayım."

Sibel Teyze mutfaktan çıktığında vücuduma yayılan stresle gerildim. Onunla tek başına kalmaya hazır değildim. Kafamı önümdeki tabaktan kaldırıp ona baktığımda yemeğini yediğini gördüm. Benim tarafıma asla bakmıyor sadece önündeki yemekle uğraşıyordu. Bir yanım konuşmadığı için mutluyken diğer yanım ise konuşması için can atıyordu. Sesini duymak istiyordum.

"Tırnaklarını avuç içine batırma, canın acıyor sonra."

Yakalanmışlık hissiyle kafamı hemen önüme eğdiğimde fark etmeden yumruk yaptığım elimi açtım. Beni tanıyordu, beni benden daha iyi tanıyordu.

"Adal." Sesimin ağlamaklı çıkmasını engelleyememiştim ona seslenirken.

"Yarın erkenden karakola gider son durumu öğreniriz. Daha sonra seni istediğin yere bırakırım."

Konuşmama müsade etmeden konuşmasıyla susmak zorunda kalmıştım. "Tamam, teşekkür ederim."

Beni burada istememesi normaldi, ben olsam ben de etrafımda beni üzen birini istemezdim. Ama anlamadığım bir şekilde canım acımıştı söyledikleriyle. Aslında söylediklerinde sorun yoktu, bunları isteyen bendim. Asıl sorun ses tonundaydı. Buz gibiydi.

Kışın ortasında sokağa atılmış gibi hissettirmişti.

Daha sonrasında hiçbir şey konuşmamış sessiz bir şekilde yemeklerimizi yemiştik. Zor bela bir kaç kaşık yediğim tabağı tezgahın üstüne yerleştirmek için yerimden kalktım. Yavaş adımlarla kısa mesafeyi kapatıp tabağı bıraktım.

"Yediniz mi çocuklar?" Mutfağa giren Sibel Teyze ile yerime geçmeyip ayakta bekledim.

"Evet, ellerinize sağlık." Mırın kırın ede ede konuştum yüzüne bakmadan. Duyduğundan bile emin değildim.

"Afiyet olsun kızım. Yorgunsundur şimdi sen, Adal'ın odasında uyur dinlenirsin bir güzel"

Duyduğum sözle kafamı kaldırıp Sibel Teyzeye baktım. Yüzünde her zamanki gülüşüyle bana bakıyordu o da.

"Yok, gerek yok, ben salonda uyurum."

İkisi de sözlerimi duymamazlıktan gelip mutfaktan çıktığında yapabilecek bir şeyim olmadığı için peşi sıra onları takip ettim. Adal odasının karşısındaki banyoya girerken Sibel Teyze odanın kapısını açıp geçmemi bekledi.

Odaya attığım adım ile burnuma dolan kokuyla istemsiz bir şekilde gözlerimi kapatıp kokuyu iyice içime çektim.

"Çarşaf ve yastık kılıfı şu taraftaydı." dedi Sibel Teyze yanıma gelip Kapının yan tarafında duran Beyaz renkli elbise dolabını göstererek.

"Ben bı çırpıda değiştiririm kızım, sen iki dakika bekle."

Sibel Teyzeyi hareketlenmeden durdurdum. "Yok, gerçekten gerek yok. Ben uyurum böyle Sibel Teyze, yorma kendini."

Onun kokusuyla uyumak istiyordum.

İlk başta itiraz edecek gibi olsa da kabullenip odadan çıkmış ve beni odada yalnız bırakmıştı. Karşımdaki çift kişilik yatağa bakarken zihnime dolan anılar ile burukça gülümsemiştim.

-

"Adal ya! Gitsene işte, bu küçücük yatakta nasıl uyuyacağız beraber?"

Beni dinlemeden üstüme uzanır şekilde yatağa atlamıştı. Üstümden kalkması için omzuna vururken bir yandan da söyleniyordum.

"Ya ezdin beni ezdin. Nefessiz kalıp öleyim mi istiyorsun?"

Şen kahkahası odayı doldururken birden havalandım. Yerlerimizi değiştirmişti. Şimdi o altta sırtüstü uzanırken ben de onun üstüne uzanmış bir vaziyetteydim.

"Böyle oldu mu peki Berfu Hanım?"

Eğlenen sesine karşın kocaman gülümseyerek cevapladım onu. "Tüm gece böyle uyuyamayız ama bu defa da sen rahatsız olursun."

"Cık, sen tüm gece yanımda uyuyacaksın ben rahatsız mı olacağım?" dedi beni kendine daha çok yaslarken.

"Ama madem sevgilini bu kadar çok düşünüyorsun, buraya bir tane çift kişilik yatak alırız artık yan yana uyumak için sevgilim.

-

Gözyaşlarım bağımsızlıklarını ilan edercesine akarken bulanıklaşan görüş açımla yavaş yavaş yatağa doğru ilerledim. Bu ev, bu oda en mutlu anlarıma ev sahipliği yapıyordu.

Örtünün bir köşesinden tutup fazla bozmamaya dikkat ederek örtüyü açtım aynı yavaşlıkla kendimi yatağa bıraktım. Bugün yeterince yorulmuştum.

*

Gözlerimi açtığım zaman beni karşılayan oda bir kaç saniye acaba rüya mı görüyorum dedirtse de dün olanlar zihnime bir bir dolunmuş her şeyi izah etmişti. Bir kaç dakikalık hayatı sorgulayışın ardından komodinin üzerindeki telefonuma uzandım. Kilit ekranını açar açmaz gözüme çarpan saat ile hızla yataktan kalktım.

Ne demek saat öğlenin üçüydü?

Bir çırpıda zaten fazla bozmadığım yatağı toplayıp kendimi odadan dışarıya attım. Mutfak tarafından gelen ses ile o tarafa yönelip mutfağa girdim. Dünkü mahcubiyetim biraz geçmiş olsa bile hâlâ rahat değildim.

"Günaydın, uyandın mı kızım?"

"Günaydın Sibel Teyze, keşke uyandırsaydın beni." dedim mahcup olduğumu belli eden ses tonuyla.

Hangi insan misafir olduğu evde üçe kadar uyurdu Allah aşkına?

"Dün çok yorulmuşsundur diye düşündüm kızım o yüzden uyandırmadım."

"Çok mahcup oldum Sibel Teyze, bu saate kadar uyuma-" beni keskin sesiyle susturdu.

"Öyle şey olur mu kızım?" Aramızdaki bir kaç adımlık mesafeyi kapatıp yanıma geldi.

"Bunu daha önce de söylemiştim sana. Adal ile bir ilişkiniz olsun ya da olmasın sen benim kızımsın, burası da senin evin. İnsan evinde rahat olur değil mi?"

Kafamı olumlu bir şekilde sallayıp kollarımı boynuna doladım.

"Teşekkür ederim, Onca şeye rağmen beni hâlâ kızın olarak gördüğün için."

"Sizin aranızda olan bir şeye ses edemem kızım ama ne olursa olsun ikinizin de yanındayım her zaman. Bunu unutma tamam mı?"

Kafamı aşağı yukarı hareket ettirip onayladığımda beni kollarının arasından çekip masaya oturttu. "Şimdi otur bakayım, sana bir şeyler hazırlayayım."

"Ben hazırlarım, sen işini yap Sibel Teyze." Yerimden kalkıp buzdolabına doğru ilerledim.

"Akşam için mercimek köftesi yapacağım, sende çok seviyorsun hem."

Fazla uğraşmadan dolaptaki bir iki kahvaltılığı masaya dizerken Sibel Teyzeyi dinliyordum.

"Şey... Ben... Akşam burada olmayacağım. Bugün arkadaşımın yanına geçeceğim." dedim henüz bir şey belli olmasa da. Birazdan üniversiteden bir arkadaşımı arayıp bir kaç gün onda kalabilir miyim diye soracaktım. Bu bir kaç gün içinde gidebilecek bir yer ayarlayacaktım kendime.

İşini yarım bırakıp bana doğru döndü. "Neden? Burada kalsaydın ya kızım."

"Öyle gerekti." dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Burada kalamazdım. Adal ile karşı karşıya geldiğim her an ikimizi de geriyordum. Bunu hissediyordum.

"Kızım-"

"Biliyorum, istediğim kadar kalabilirim diyeceksin ama gitsem daha iyi olur Sibel Teyze." Dedim tek nefeste. "Hem Adal için de benim için de en iyisi bu olur."

"Peki kızım, sen bilirsin. Adalın işi varmış uyandığında haber etmemi istedi karakola gidecekmişsiniz."

Kafamı sallayarak onayladım onu.

"Yemeğini ye öyle haber vereyim."

Tekrar kafamı salladığımda beklemeden masaya oturup bir şeyler atıştırmaya başladım.

Yaklaşık yarım saatin sonunda Adalı arayıp haber verdik. Üstümü değiştirmek adına tekrar Adalın odasına döndüm ve Sibel Teyzenin dün verdiği, Şühedanın, pijama takımını çıkarıp kendi elbiselerimi giydim. Yıpranmışlığı ve kokusu gözüme batsa bile şuan şikayet edecek durumda değildim. Yatağın üstündeki telefonu elime aldığımda, rehbere girdim ve numarlar arasında gidip gelmeye başladım. Kimi arayacağımı bilmiyordum. Eskiden rehberimdeki çoğu kişiyle çok yakındım. Hiç düşünmeden onları arayıp yardım isteyebilirdim ama şimdi o kadar da yakın değildik. Adal ile bozulan ilişkimiz onlarla da aramı açmış, çoğu benle konuşmayı kesmişti. Ellerim emin olmayarak bir numaranın üstünde durduğunda hiç düşünmeden arama tuşuna basıp beklmeye başladım. Telefon uzun uzun çalmış ama açılmamıştı.

Stresle derin bir nefes verdiğimde bu defa başka bir numarayı açmıştım. Numaraya emin olamayarak bastığımda telefon üç defa uzun uzun çalmıştı. Telefonun çalması için kendi kendime son bir şans verdiğimde karşı taraf gerçekten 4. çalışta açmıştı telefonu.

"Alo?" demişti karşı taraftan şaşkın olduğu belli olan bir ses.

"Alo, Rümeysa?" dedim cılız bir ses tonuyla. "Nasılsın?" Nasıl hissettiğimi anlayamıyordum. İçimde birden fazla duygu barındırıyordum şuan.

"İyiyim, teşekkür ederim. Sen nasılsın?"

"İyiyim bende..." Konuya ne kadar erken girersem o kadar iyi olurdu. "Bugün müsait misin?"

"Evet tabii. Bana mı geleceksin? Buyur gel bekliyorum." Bir şey dememe izin vermeden beni davet ettiğinde minnetle dolduğumu hissettim.

"Teşekkür ederim." dedim bu minneti sesime de yansıtarak. "Ama... Bir kaç saatlik değilde... Müsaitsen eğer bir iki gün sende kalabilir miyim?" dedim bir çırpıda.

"Tabii" ses tonu şaşkınlığını ele veriyordu. "Tabii gel, gel de, bir şey mi oldu? Sen iyi misin?" Endişelenmişti.

"Evet, evet iyiyim." dedim endişesini almak istercesine. "Gelince anlatırım olur mu?"

"Tamam, bekliyorum seni."

"Tamam 2 saate kadar gelirim."

Görüşürüz diyerek telefonu karşılıklı kapattığımızda telefonu göğsüme doğru tutup derince bir nefes verdim. Şimdilik her şey yolunda gibiydi. Dış kapıdan gelen zilin sesiyle son kez aynaya bakındım ve saçlarıma elimle hafif şekil verip odadan çıktım. Adal dış kapının önünde dikilmişti. Beni gördüğünde bir kaç saniye süzmüş daha sonra gözlerini çekmişti.

"Ben hazırım."

"Çıkalım o zaman."

Onu onayladığımda dış kapıyı açıp çıkmıştı, ben de peşinden çıkmıştım.

"Dikkatli gidin çocuklar."

"Her şey için çok teşekkür ederim Sibel Teyze." Son kez kapı önünde ona sıkı sıkı sarıldım.

"Ne demek kızım, keşke yemeğe kalsaydın." Cevap veremedim.

"Başka bir zamana artık annem üzülme."

Adalın sesi kulaklarıma dolarken şaşkınlıkla Ona baktım. Gerçekten tekrar gelmemi istiyor muydu, yoksa Sibel Teyze üzülmesin diye mi söylemişti? Anlamamıştım.

"Adal doğru söylüyor bir gün muhakkak gel olur mu? Unutma kapımız sana her zaman açık."

Sözleri ile gözlerim bir kez daha dolarken tekrar sarılıp teşekkür ettim. Sibel Teyzeyi tanıdığım için çok şanslıydım.

Zar zor birbirimizden ayrılmıştık. Binadan çıkıp arabaya doğru ilerledik. Adal şoför koltuğuna geçerken ben de yanına, ön koltuğa, oturdum.

"Karakoldaki işleri bitirdim.

Mahkemenin en kısa zamanda sonuçlanması için çabalayacaklarmış."

"Tamam." dedim sessizce.

"Seni nereye bırakayım?"

"Rümeysanın evine." Ortak arkadaşımızdı, tanıyordu. Bir şey demeden arabayı çalıştırdı ve yola çıktık.

Uzun uzun akan yolu sessizce izlemeye koyuldum. Adal hiç ses etmiyordu. Bir kaç defa konu açmaya çalışsam bile kısa cevaplar verip konuyu hemen kapatıyordu. Kırgındı, bunu hissedebiliyordum ama istesem dahi yapabilecek bir şeyim yoktu. Görüşmediğimiz bu zaman diliminde ne yaptığını merak ediyordum. Çok acı çekmiş miydi acaba? Ya da çok kızmış mıydı bana bizi böyle bir duruma düşürdüğüm için?

"Rümeysa ile üniversiteden sonra görüştünüz mü hiç?" dedim bir kez daha şansımı denemek adına.

"Evet." Kısa cevabı ile tekrar büyük bir sessizliğe gömüleceğimizi düşünsem bile bir süre sonra Adal konuşmaya devam etti. "En son Zehranın doğum gününde konuşmuştuk sanırım."

Mırın kırın ederek onaylar bir kaç ses çıkardım. Bu gereksiz ayrıntı beni geçmişe götürürken kendi doğum günümde olanları hatırladım istemeksizin. Arkadaşlarımın bir kez dahi arayıp sormaması bir yana, bir oda da öyle oturup günün çabucak bitmesi için dua etmiştim Allah'a.

"Siz görüşüyor musunuz?" Cevap verme gereksinimi duymadan kafamı iki yana salladım. Konuşmaya hevesim kalmamıştı. İçimi dolduran sıkıntı gittikçe artarken bedenimi bir sıcak basmaya başladı. Neden oluyordu böyle? Kıskançlık değildi bu olanlar, sanki tekrar o güne dönmüştüm. İçimi bir ürperti kaplamıştı.

"Adal camı açabilir misin?"

"Bu soğukta?" dedi şaşırmış bir vaziyette. Şubat ayının ortasındaydık, hava normalde fazla soğuk olmada da bugün İstanbul'da ayrı bir soğuk vardı.

"Lütfen"

Sözümü ikiletmeden camı açtığında içeriye dolan rüzgarın yüzüme vurması için kafamı pencereye doğru uzattım. Sakinleşmiştim, serin hava iyi gelmişti.

"Daha iyi misin şimdi?"

"Evet"

Bir kaç kez daha havayı iyice soludum. Az öncekinin aksine burnuma dolan kötü koku yüzümü burşturmama sebep olmuştu.

"Sende kokuyu alıyor musun?" dedim Adala.

"Ne kokusu?"

"Bilmiyorum, kötü bir koku var etrafta." Koku burnuma iyice nüfus ederken içimin burkulduğunu hissettim. Midem bulanmaya başlamıştı.

"Adal," dedim zor bela "Bir yerde durur musun?"

"Neden, ne oldu?" Bana taraf döndüğünde yüzünün endişeye büründüğünü gördüm. Konuşmaya mecalim kalmamıştı. "Dur işte bir yerde!" Sesim beklemediğim bir şekilde yüksek çıkmıştı. Durumun ciddi olduğunu anladığında arabayı kenara çekmişti. Zaman kaybetmeden kendimi arabadan atıp midemdeki her şeyi yol kenarına bırakmaya başladım.

"Berfu iyi misin?"

Kusmam bitse bile az önce duyumsadığım koku burnumun ucundan bie türlü gtmiyor, midem hâlâ bulanmaya devam ediyor. Ara ara öğürdüğüm için çömeldiğim yerden kalkmaya korkuyordum. Saçlarım iki yandan toplanıp gözümün önünden çekilince yan bir bakışla Adala baktım. Elinde bir şişe su ile bekliyordu. Yaklaşık beş dakikanın ardından kendimi daha iyi hissedince zor bela ayağıya kalktım. Adal, şişeyi kapağı açmış bir şekilde elime tutuşturduğunda bir şey demeden bir iki yudum aldım ve kalanıyla yüzüme hafif su serptim.

"Daha iyi misin?"

"Evet teşekkür ederim."

"Arabaya geçelim o zaman, geç kalmayalım."

Kafamı sallayarak onu onayladığımda beraber arabaya doğru ilerledik. Arabaya bindiğim an kucağıma bırakılan bir poşetle sorarcasına Adala doğru döndüm.

"Tuzlu kraker, midene iyi gelir."

"Teşekkür ederim."

"Rica ederim."

Kalan yolu olaysız bir şekilde tamamlamıştık. Ben sessiz bir şekilde krakerlerimi yerken Adal aynı sessizlikle araba sürmüştü. Sonunda Rümeysanın oturduğu siteye vardığımızda arabadan indim.

"Her şey için teşekkür ederim Adal." ettiğim bu teşekkür dünden beri yaptıklarından ziyade daha geçmişe dayanıyordu ama o bunu anlamış mıydı emin değildim. "Ben giderim sen arabadan inme."

Söylediğimi duymamış gibi bir şey demeden arabadan inmiş ve arabayı kilitlemişti. Önümden büyük adımlarla bina kapısına doğru ilerlediği zaman bir şey demeden onu takip etmiştim. Ne dersem diyeyim yine de gelecekti, bunu bildiğim için ısrar etmemiştim. Kapı önündeki düğmelerden bir kaçına bastıktan bir kaç saniye sonra kapının açılma sesi geldiğinde beklemeden binaya girdi. Sesimi etmeden ben de girdiğimde dikkatimi çeken şey nedensizce üzmüştü beni. Şifreyi sormamış direkt yazmıştı.

Demek ki çok sık geliyordu buraya...

İçimdeki sıkıntıyı gidermek adına derin bir nefes alıp verdim. İşe yaramamış olmasını görmezden gelerek Adalın benim için beklettiği asansöre bindim ve 5. Kata doğru çıktık. Kat içinde karşılıklı iki daire vardı. Merdivenin yanına konumlanmış asansörden çıktık ve sola doğru adımladık beraber. Kahve tonlarındaki kapıyı çalıp beklemeye başladık. Bir kaç dakikanın ardından kapı açılmış aynı zamanda Rümeysanın sesini duymuştuk.

"Hoşgeldin..." Karşısında benimle birlikte Adalı gördüğünden sanırım sözünü tamamlayamadan şaşkınlıkla sustu.

"Aa ben seni tek bekliyordum Berfu, neyse gelin hadi içeriye."

Göz ucuyla Adala bakındım gelmeye niyeti var mı diye ama hiç oralı olmamış gibi duruyordu.

"Yok ben gelmeyeyim, işlerim var. Sonra görüşürüz." Bu görüşürüz formalite icabı mıydı yoksa altında bir mana aramalı mıydım diye daha tam düşünemeden Rümeysa kolumu çekmiştirmiş ve beni içeriye tabiri caizse fırlatmıştı.

"Ay inanmıyorum barışmışsınız resmen!" Sarılırken bir yandan cırlaması yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. "Hemen anlatıyorsun nasıl barıştığınızı hemen! O kadar özlemişim ki seni Berfu, bol bol konuşuruz artık. Geç içeriye ayakta kalma, yol yorgunusundur şimdi. Ben de gelmene az kalmıştır diye çayın altını açmıştım, kaynamıştır şimdi. Çayları getireyim hem hararetini alır hem dedikodu yaparız."

Konuşmama fırsat vermeden beni oturma odasındaki mor renkli koltuklara oturtmuş ve mutfağa giderek gözden kaybolmuştu.

"Gerek yoktu!" diye bağırdım sesimi duyurmak için.

"Nasıl gerek yoktu? Bal gibi vardı işte, çaysız dedikodu mu olur!" aynı şekilde bağırdığında bu halimize gülmüştüm. Mutfaktan gelen takırtılar eşliğinde geçen on dakikanın ardından Rümeysa içeriye büyük bir tepsiyle girmişti. Çay bardakları bir yana tepsiyi aburcuburlar ile doldurmuştu.

"Ay kusura bakma, tahminimden de uzun sürdü."

"O kadar uğraşmasaydın keşke ne gerek vardı?"

"Ne zamandır buluşamıyoruz zaten, bu gece uyumak yok bol bol konuşuyoruz. Hem anlatman gereken bir çok şey var; Adal ile tekrar nasıl konuşmaya başladığınızı, düğünden sonrasını, Yine Adal ile nerede karşılaştığınızı falan uzun uzun anlatacaksın."

Şaşkın bir vaziyetle konuşmasının bitmesini bekledim. Bu kızın dedikodu aşkı ve enerjisi hiç değişmemişti hâlâ hatırladığım gibiydi.

"Yolda karşılaştık, ayak üstü konuştuk biraz. Sana geleceğimi söyleyince bırakayım dedi." dedik ufak, beyaz, bir yalan söyleyerek. Öncesini bilmese de olurdu. Anlatmak benim için oldukça zordu.

"Nasıl ya?" Sesindeki hayal kırıklığı barizdi. "Bu kadar mı? Konuşuyorsunuzdur diye düşünmüştüm ben." Kafamı iki yana salladım.

"Bu mümkün değil Rümeysa, biliyorsun..."

"Doğru, haklısın." sözümü kesip beni onayladığında sözümün devamını getirmediğim için mutluydum.

"Ee, evlilik nasıl? Güzel gidiyor mu?"

"Evet." Ufak beyaz yalanlarıma istemeden de olsa devam edecektim. Diğer türlüsü daha zordu benim için. "Çok güzel gidiyor; mutluyum, beni seviyor, bir dediğimi iki etmiyor."

"Ay ne güzel. Ne yalan söyleyeyim Adaldan sonrası olmaz diye düşünüyordum, yani ikiniz evlenirsiniz kesin diye düşünüyordum. Biliyorsun fakültedeki çoğu kişi de öyle düşünüyordu."

Beni geçmişe götüren bu cümleler cam kırıkları misali canımı yakmıştı. Geçmişim çiçek bahçeleri gibiydi, çeşit çeşit çiçekler, kelebekler, gökkuşağı ve büyük bir mutluluk. Şimdim harabeydi ve ben geleceğimi göremiyordum. Kocaman bir karanlık kaplıyordu her tarafı.

"Berfu, Berfu!"

Daldığım yerden Rümeysanın seslenmesi ile çıkmış, bir şey belli etmemek için gülümsemeye çalışmıştım. "Efendim?"

"Daldın gittin, kusura bakma düşüncesizlik ettim eski konuları açarak."

"Sorun değil, geçmiş geçmişte kaldı zaten." Geçmemişti, boğazımda bir yumru olarak kalmış her an kendini hatırlatıyordu.

"İkiniz için de en iyisi budur belki. Bir şey sorabilir miyim peki?" dediğinde kafamı sallayarak onayladım onu.

"Ama yanlış anlama olur mu?" Onu tekrar onayladığımda emin olamayarak nefeslenip konuştu. "Neden bir kaç gün kalmaya geldin buraya? Lütfen yanlış anlama geldin diye çok mutlu oldum. Ama merak ettim, bir şey mi oldu?"

Ne diyeceğimi bilmeden öylece beklerken inandırıcı bir yalan bulmaya çalışıyordum. Bu kadar yalan söylemişken şimdi doğruları söyleyemezdim. Hem anlatırsam bana acırdı ve ben acınılmak istemiyordum.

"Aslında bakarsan..." Endişeyle dudağımı ıslatıp söyleyeceğim yalana inanması için içten içe dua etmeye başladım. "Bu aralar aramız biraz limoni, yani... ıı... işleriyle fazla uğraşıyor ve nedense bu günlerde alınganlığım biraz üzerimde. Sabah biraz tartıştık ve evden biraz uzaklaşmak istedim. O yüzden yani. Sende kusura bakma öyle ani oldu, o an aklıma ilk sen geldin."

"Sorun değil gelmen iyi oldu, özlemiştim seni." yalanıma inamış gibi duruyordu. "Hem evlilikte olur böyle şeyler merak etme gönlünü alacaktır muhakkak."

"Umarım." diye mırıldandım.

*

Rümeysanın elindeki pike takımını alıp hızlı adımlarla oturma odasına doğru ilerledim. "Salonda uyurum diyorum, niye anlamıyorsun?" diye söylenmeyi de ihmal etmemiştim giderken. Beni duyduğuna emindim.

"Misafirimsin Berfu!" diye cırlamıştı resmen gece gece. "Tabii ki de senin için en iyisini yapmaya çalışacağım."

"Tamam işte, kanepede gayet rahat yatabilirim."

"Yatağım daha rahat ama"

"Sana yatağında güzel rahatlıklar canım." Konu daha fazla uzamasın diye hızlı hızlı, ne söylediğimi dahi anlamadığım bir şekilde, konuşup kendimi kanepeye attım.

"Emin misin ama?" Arkamdan oturma odasına gelmişti. Yukarıdan dik dik bana bakıyor, ciddiyetimi sorguluyordu. Bunda ciddi olmayacak ne vardı Allah aşkına?

"Evet, merak etme gayet rahat yerim."

"Benim içim hiç rahat değil ama neyse."

"Haydi haydi git uyu artık, iyi geceler." diyerek tabiri caizse Rümeysayı kendi salonundan kovmuştum.

"İyi geceler canım."

Bir kaç dakika boyunca kendimi götürüp getirerek uyumaya çalışsam dahi uyuyamamıştım aksine yorgunluğum da geçmişti sanki. Yastığın yüzünü çevirip tekrar kafamı koymuş ve gözlerimi kapatmıştım. Yarın sabah erkeden kalkıp bir kaç parça kıyafet almak için çarşıya çıkmam gerekiyordu çünkü iki gündür aynı kıyafetler üzerimdeydi. Daha sonrasında da bankaya uğrayıp, Sertandan gizli açıp para biriktirdiğim, hesabımda ne kadar para var diye bakacaktım. Eğer şanslıysam ve otobüs bileti alacak ve en azından bir iki gün kalabilecek otel parası varsa Ankara'ya bilet alıp bu şehirden kurtulacaktım.

İçimi kemiren ufak endişelerim olsa bile iyi düşünmeye çalışıyordum. Her şey iyi olacaktı, inanıyordum. En azından inanmaya ihtiyacım vardı. Kendimi uykunun kollarına yavaş yavaş bırakırken geceyi örten sessizliğin içine bomba gibi bir ses düştü.

"Berfu!"

Korku ile yerimden sıçradığımda yanlış duymuş olmayı diledim. Ama yanlış değildi, o'ydu, onun sesiydi.

"Aç lan kapıyı!"

Korku ile kaskatı kesildiğim bir kaç saniyede düşünme yetimi kaybetmiş bir şekilde öylece kanpenin üstüne oturmuş, bekliyordum. Bakışlarım öylece kapalı olan oturma odasının kapısında takılıyken salonun ışığının açıldığını ve hemen ardından Rümeysanın yanıma geldiğini gördüm.

"Berfu, noluyor?"

"G-geldi..." dedim korkuyla. "Geldi, gelmesin."

"Kim geldi?"

"Rümeysa, özür dilerim yalan söyledim sana. O iyi biri değil, beni mutlu da etmiyor. Nolur beni ona verme."

"Şş tamam, tamam kimseye vermiyorum seni. Sakinleş biraz, tamam mı? Ben hallederim şimdi."

Kafamı sallayıp onu onayladığımda yanımdan ayrılmış dış kapıya doğru ilerlemişti.

"Kimsiniz?"

"Berfu aç diyorum kapıyı. Kırdırtma bana kapıyı!"

"Beyefendi Berfu kim bilmiyorum. Yanlış adrese geldiniz sanırım, berfu diye biri yok burada."

"Yalan söyleme lan! Sana diyorum Berfu, sabrım sınanıyor artık." Bir kez daha kapıya kırarcasına vurduğunda yerimden korkuyla, sıçrayarak kalktım ve kapıya doğru ilerledim.

"Rümeysa" dedim fısıldayarak, Sertan'ın beni duymasını istemiyordum. "Bırak gideyim."

"Saçmalama, sen yatak odasına geç ben halledeceğim merak etme." Kafamı sallayarak onu onayladığımda titrek adımlarımı yatak odasına doğru döndürdüm. Aklıma gelen şey ile geri dönüp Rümeysaya seslendim. "Kapı koluna fazla yaklaşma."

Beni onayladığında tekrar koridorun sonundaki yatak odasına doğru döndüm ve olabildiğince hızlı yürümeye çalıştım. Odaya girdiğimde kapıyı arkamdan kapatıp en köşeye yatak ile duvar arasına çömeldim. Kabus dolu bu gecenin bitmesi için dualar etmeye başladım. Kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıyordu, aldığım nefes yetersiz gelmeye başlamıştı. Kulaklarımı dolduran bir el silah sesi ile ufak bir çığlık attım. Koridordan gelen sert adım sesleri sonumun habercisi gibi kulaklarıma dolarken yolun sonuna geldiğimi kabullenmiştim artık.

Bugün, bu gece, hikayemin sonuydu. Tıpkı önceki geceler olduğu gibi.

"Kaçabileceğini mi sandın lan sen?" Yatak odasının kapısı şiddetle açılırken korkuyla gözlerimi yumdum. Saklandığım yerden çekiştirilerek çıkarıldım. Sertan, aynı hızdaki adımları ile koridoru geri geçerken beni de peşinden çekiştiriyordu.

"Bakalım bu defa kaçabilecek misin Berfu hanım?" Az öncekinin aksine normal bir şekilde konuşuyor, bağırmıyordu ama ben şuan kendimi düşünecek halde değildim. Gözlerimi etrafta dolaştırırken mutfak kapısının önünde baygın bie şekilde yatan Rümeysada takılı kaldı gözlerim.

"Ne... Ne yaptın ona?" dedim korkuyla.

"Bayıldı sadece, sen onu düşüneceğine kendini düşün." Rümeysaya bir şey olmaması içimi az da olsa rahatlatmıştı. Ona bir şey olsaydı kendimi affetmezdim.

"Sertan..." Kuruyup tahriş olan boğazım konuşmama engel olmuş, öksürük krizine girmiştim. "Bırak beni lütfen." dedim zor bela öksürüklerimin arasından. Beni duymamazlıktan gelmiş, merdivenlere doğru ilerlemişti. Beş kat boyunca yalpalayarak peşinden sürüklemişti beni. Bir yandan zor bela dengemi korumaya çalışırken bir yandan da kendimi açıklamaya çalışıyordum.

"Sertan, nolur bırak beni."

Ağlar gibi, güçsüz çıkan sesime, dolan gözlerime ve güçsüzlüğüme lanet ettim tekrar tekrar. Tek elimle akan göz yaşlarımı silmiş yardım istemek için etrafıma bakınmaya başladım. Site içindeki neredeyse her evin bakışları üzerimizdeydi, hiçbiri dışarıya çıkmaya cesaret edemiyordu büyük ihtimalle. Koca yerde, ecelim ile başbaşa kalmıştım.

"Sertan," dedim tekrar "Nolur bırak gideyim. Rahat bırak artık beni. Ne istiyorsun benden?" Elimden başka bie şey gelmiyordu istemek dışında ve biliyordum ki beni asla bırakmazdı.

Kolumu daha sıkı kavrarken yol ortasında durdu. Hızımı alamayıp bedenine çarptığımda korkuyla geri çekildim. Ateş saçan bakışları önce karnımda dolandı daha sonrasında gözlerimi buldu.

"Karnında benim oğlumu taşıyorken gerçekten senin gitmene izin vereceğimi mi düşünüyorsun Berfu?"

*

Kitabın playlisti spotifyda var bu arada, eğer benim gibi şarkı dinleyerek okumayı veya yazmayı seviyorsanız sizi oraya bekliyorum.

Spotify hesabım; ayelaefla

Umarım bölümü beğenmişsinizdir, düşüncelerinizi merak ediyorum açıkçası. Bir dahaki bölüm görüşmek üzere ✨💗

Loading...
0%