@ayemben
|
Başlangıç: 25 Ekim, 2019. Gelecek hiç bu kadar korkunç olmamıştı. BİSİKLET - KOD: 1 ⏳ "... Bu bir paradokstan öteye geçemez. " dedi, Profesör Doktor Harun Özgen. Bilgisayarın başındaki asistana bakıp değişen görüntüyle devam etti sözlerine. Projeksiyonun yansıtmasında sadece küçük bir nokta vardı. " Bu, sıfırıncı boyuttur. " " Tek yönlü olduğu için mi? " diye, sordu ön sıralardan bir öğrenci. Sınıf büyük olduğundan onu göremiyordum. Burnumun üstünden kayan gözlüğümü küçük bir parmak hareketiyle itip dikkatimi hocaya odakladım. Adam, gülümseyerek çocuğa baktı. Soru saçmaydı. Tek aynı zamanda bir demekti. Hoca, sıfırdan bahsediyordu. " Tek demeyelim de hiç yönü olmadığından. " dedi. Sonra ekranda bir çizgi göründü. " Birinci boyut. " diye, devam etti. " Şimdi bir yönü, uzantısı, boyutu var. " Asistana küçük bir el hareketi yaptığında başka bir fotoğraf çıktı. " Gördüğünüz bu kitap, ikinci boyut. " Önümdeki Fizik Ötesi kitabının kapağını kaldırıp iki parmağımla tuttum. " İki boyut. " dedim, kendi kendime. Hoca tekrar konuştuğunda başımı kaldırdım. " İnsan. " dedi, önce ekranı sonra bizi göstererek. " Üç boyutlu. " Ardından üç boyutlu birkaç eşya daha çıktı. " Şimdi sizi dördüncü boyutla tanıştıracağım. " Dördüncü boyutun ne olduğunu biliyordum ama bunun herhangi bir sembole dönüşebileceğini düşünmemiştim. Ekran değiştiğinde öne doğru eğildim heyecanla. Görüntüde bir video oynuyordu. Montaj olduğu belliydi. Beyaz bir yatakta, üzerinde mayo tarzı bir kıyafet olan kadın uzanıyordu. Ellerini karnının üzerinde birleştirmişti. Bir süre sonra kadının ruhu bedeninden yavaşça ayrıldı. İşin montaj kısmı burasıydı. Ruh, odada gezinmeye, uçmaya başladı. " Astral seyahet bu. " diye, mırıldandım. " Bu gördüğünüz bir çeşit astral seyahet. " dedi, Profesör. " Bedenimizden ötesi yani ruhumuz, dördüncü boyuttur. Dördüncü boyut, zamanın ötesinde ve gerisindedir. Bedenimiz ise yani üçüncü boyut sadece anda mevcuttur. " " Ruhumuz geçmişe ve geleceğe gidebiliyor mu yani? " Çaprazımdaki kızın sorusuyla bir an için ona bakıp tekrar hocaya döndüm. " İşin bilimsel kısmına geçmeden önce bizim inançlarımızdan bir örnek vermek istiyorum. " Özgen'in diğer eğitmenlerden farkı buydu. Alanı ve anlattığı ders tamamen bilimin tekelinde olsa da o, inançlarımıza değinmenin bir yolunu mutlaka bulurdu ve her dine mensup orijinal kutsal kitapların bilime yön verdiğini düşünürdü. Değiştirilmemiş, gerçek İncil ve Tevrat'a sahip olduğunu söylemişti. " Uyuduğumuzda ruhumuzun bedenimizi bir süreliğine terk ettiği söylenir. " dedi, " Biz uyurken ruhumuz geceyi isteği gibi yaşıyor. Hatta geceyi ve anı değil, geçmişi ve geleceği yaşıyor. " " Rüyalar. " dedim, kendimi tutamayıp. Derslere hakim olsam da pek girişken bir insan değildim. " Evet, genç adam. " dedi, parmağıyla beni işaret ederek. " Rüyalarımızda bazen geçmişteki bazı benzer günlerimizi yaşarız ya da geçmişte kalan insanları görürüz. Tam tersi geleceğe giderek hiç görmediğimiz insanlarla beraber oluruz. Şu an hayatımızda olmayan, olamayacak durumlarla karşılarız. " Öne doğru birkaç adım atıp biraz durdu. Etkileyiciliği arttırmak için bunu sık sık yapardı. " Yani arkadaşlar, biz uyurken ruhumuz dördüncü boyuta ulaşır. Astral seyahetlerde bir çeşit dördüncü boyuta, geçmişe ve geleceğe gitme çabasıdır. Ama daha, bilinçli olarak bedeni uzun süre terk etmeyi başaran yoktur. " " Profesör. " dedi, göremediğim bir erkek sesi. " Peki bedenimizle beraber geçmişe ve geleceğe gitmek mümkün mü? " " Geliyorum. " dedi, eliyle bir dakika işareti yapıp. " Kızım, bilim insanımızı gösterelim. " Asistanı görüntüyü değiştirdiğinde ekranda komik bir Einstein fotoğrafı çıktı. Bir arabanın içindeki bilim adamı, kara deliğin etrafında tur atıyordu. Shoplanmış bilim insanını gören sınıfta kısa bir kıkırdama oluştu. Harun Özgen, sınıfa gülümseyerek bakıp devam etti anlatmaya. " Einstein, dördüncü boyutun zaman olduğunu açıklamıştır. Ona göre bu görecelidir. İnsanın nerede, nasıl yaşadığıyla ilişkilidir. Sıkıcı bir anda zaman geçmek bilmez ya da eğlenirken çabuk biter. Yani görecelidir. Ve geçmişe, geleceğe gitme zihinde başlar. Şu anı yaşarken zihniniz geçmişi yaşayabilir. " dedi, uzay yolculuğu yapan Einstein'in fotoğrafını gösterdi. " Bir diğer zaman hususu da uzayda vardır. Oradaki zaman Dünya'dan çok daha yavaştır. Tabii bu uzayın hangi kısmında olduğunuza bağlıdır. " " Nasıl yani hocam? " diye, sordu bir öğrenci. " Eğer bir karadelik etrafında birkaç dakika tur atarsınız ve Dünya'ya gelirseniz ortalama elli yıl sonrası Dünya'yı görürsünüz. Siz on dakika geçirirken Dünya'daki insanlar elli yıl yaşlanmıştır. Tabii bu imkansız denilebilir. Çünkü sizi karadeliğin yutması kaçınılmaz bir gerçek. " " Ama yutmayadabilir. " dedim. Başını salladı. " Işık hızında giderken muhteşem manevralar yaparak kara delik çekimine kapılmazsan tabii ki yutmaz. " Profesörün sesindeki alaya gülümsedim. " Peki ya geçmişe gitmek. " dedi, arkamdan gelen bir erkek öğrenci sesi. " Einstein bu konuda güçlü bir fikir ortaya atmıştır. " dedi, " Solucan delikleri. " Ön sırılardan bir öğrenci kıkırdadı. " Güzel isim. " " Profesör, Nathan Rosen'le beraber yaptıkları çalışma mı? " diye, sordum. Başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. " Rosen köprüsü de deniliyor. " Asistanına baktığında görüntü değişti. Işıklandırılmış bir uzayda kesik çizgilerle belirtilmiş bir delik vardı. Daha çok içi görünen bir yılan ya da solucan da denilebilirdi. Deliğin iki ağız kısmı da dışarı doğru açılıyor. " Einsten, uzayda bunlardan olduğunu ileri sürmüştür. " diye, devam etti sözlerine. " Bu deliklerin birinden, ışık hızından daha hızlı bir şekilde, parçalamadan karşıya geçerseniz uzayın başka bir zamanına gitmiş olacaksınız. " " Hocam, daha açık anlatır mısınız? " Sıraların arasında gezinen Özgen, tekrar karşımıza geçti. Eliyle önden iki kişiyi ayağa kalkmaları için işaret etti. " Siz, gelin yanıma. " Hocanın yanına gelen bir erkek, bir kız öğrenci sağında ve solunda durdular. " Birkaç adım uzaklaşıp karşılıklı durun. " Öğrencileri denileni yaptığında hoca, kızın yanına gidip sınıfa döndü. " Bu arkadaşımız uzayda bir gezegen, yıldız, herhangi bir yer olsun. Adına ne derseniz artık. " dedi. " Buradan diğer arkadaşımıza uzanan bir tünel, delik var. Ben bu tünele giriyorum ve normalde aramda yüz metre yol varsa bunu bir metreye düşürüyorum. Kız gezegen ve Erkek gezegen uzayın farklı yerlerinde olduğu için ikisinin zaman akışı çok farklı. Kızımız da yıl 2019 olsun. Erkek de yıl 3000. Kara delikten oluşan tünele girdim. " dedi, erkek öğrenciye doğru ilerlerken. " Deliğin merkezine kapılmadan hızla ilerleyip ucuna geldim ve beyaz delik beni erkek gezegenine attı ve geleceğe gittim. " " Beyaz delik derken. " dedi, bir kız öğrenci. " Birazdan geleceğim oraya. " " Tekrar kız gezegenine dönerseniz de geçmişe gitmiş oluyorsunuz. " dedi, deney olarak kullanılan erkek öğrenci. " Evet. " dedi, hoca. " Ama bu yolu değil. Kendime başka bir delik bulmam lazım. " Sınıf sessizce devam etmesini beklerken öğrencilere yerlerine geçmeleri için elini salladı. " Bu deliklerin bir ucu kara delik, giriş. Diğer ucu beyaz delik, çıkış. Kara delik, yoğunluğundan dolayı içine çekiyor, beyaz delik içeride olan baskıyı dışarı itiyor. " Sınıftan anlaşıldığına dair mırıltılar yükseldi. " Ama bu delikler teoride var ve bulunsa dahi o deliklerden sağ kurtulacak teknolojiye sahip değiliz. " Üzülür gibi söylediği sözlerden sonra gözlerini kısıp sınıfa baktı. Biraz öne doğru eğilip fısıldadı. " Ama bir kodla bu mümkün. " Sır verir gibi söylediği sözler beni heyecanlandırmıştı. " Nasıl bir kod? " diye, sordum sıramda dikleşerek. Omzunu silkti. " Birkaç kez denemesi yapıldı ama kimse doğru kombinasyonu bir araya getiremedi. " " Zaman makinesi yapmak için değil mi? " diye, sordu birisi. " Gibi gibi. " " Bu imkansız bence. " " Arkadaşlar, evrende imkansız diye bir şey yoktur. Olasıklar her daim vardır. Ama düşük ama yüksek. Evren, fizik, fizikötesi, yasalar, varoluş öylesine bir düzlem ve düzende ki her şey mümkün gibi. Çözülmemiş sayısız sır var. Şu an günümüz gerçekleri, geçmişin bilim kurgu konusuydu. Ya bir gün, herkesin kapısının önünde zaman makinesi park edili olursa. " Son söylediği cümleye kendi dahil bütün sınıf gülmüştü. " Ama ben büyük olasılıkla hâlâ taksit ödüyor olurdum. " diye, kendince espri yaptı. Sınıftan birkaç kişi gülüp kimisi homurdanırken dersin bittiğini söylemişti. Öğrenciler toparlanırken Profesör, elindeki kalemi yavaşça, tutması için asistana fırlatıp büyük ve düzgün adımlarla amfiden çıktı. Aklımda oluşan yığınla soruyla öylece kalırken seri bir şekilde kitaplarımı toplayıp gri sırt çantama tıktım. Okuldan ayrılmadan hocaya yetişmeliydim. Çantamı sol koluma geçirip sıkıca tutarak çıkışa ilerledim. " Afedersiniz, afedersiniz. " dedim, çarptığım birkaç kişiye. İşittiğim kızmalar ve sessiz küfürlerle sonunda koridora çıkabilmiştim. Sınıf, cidden büyük ve kalabalıktı. Etrafta Profesör'den herhangi bir iz yoktu. Odasına gitmek için koşar adımlarla ilerledim. Kapısına geldiğimde önünde bir avuç öğrenci fısıldayarak bir şeyler konuşuyordu. Aralarından geçip kapıyı çaldım. " Arkadaşım, biz de hocayı bekliyoruz. " dedi, esmer uzun boylu bir çocuk. " Sıraya geç sen de. " Gözlüklerimin ardından kipildeyerek benden bir karış uzun olan çocuğa baktım. " İçeride birisi var mı? " Başını iki yana salladı. " Boş olduğu halde odasına almıyor. " Kapıya döndüm tekrar. Dudaklarımı yalayıp derin bir nefes aldım ve hızlıca iki kez tıklatıp içeri girdim. Arkamdan birisi söylenerek kolumu tutmak üzereydi ama çoktan kapıyı arkamdan kapatmıştım. Sırtı bana dönük olan Özgen, herhangi bir tepki vermeden pencere pervazındaki çiçekleri sulamaya devam ediyordu. Bir süre elimi, kolumu nereye koyacağımı bilemeden öylece ayakta durdum. Sesimi temizleyip konuşmaya çalıştım ama ne diyeceğimi tam olarak bilemiyordum. Odasına kısa bir göz attım. Büyük odanın bir kısmı duvara sabitlenmiş demir dolap ve kitaplıkla kaplıydı. Siyahın hakim olduğu mekan, boğucu ve kasvetli görünüyordu. Tüm bu negatife tezat olarak penceresindeki çiçekler odaya renk katıyordu. " Aster çiçeklerini bilir misin, genç adam? " Kaşlarımı çatarak Profesör'ün sırtını izlemeye devam ettim. Siyah takım elbisesinin ceketini çıkarmış sadece beyaz gömleğiyle duruyordu. Kırklı yaşların başındaki adamın vücudu kadınların kolayca dikkatini çekebilecek kalıplardaydı. Karizmatik yüzü ve duruşu vardı. Dikkatimi sorusuna yöneltip bildiğim kadarıyla cevapladım. " Evet, hocam. " dedim, " Diğer bir adıyla, yıldız çiçeklerinin en bilindik anlamı kahramanlıktır ama birçok kültürde aynı zamanda acıyı simgeler. " Herhangi bir tepki vermeden başka bir saksıya geçti. " Yunan mitolojisinde ise Tanrı Jüpiter, savaşan insanları yok etmek için yeryüzüne taş koymaya karar verdiğinde Tanrıça Astraea çok üzülür. Bulunduğu yerden Dünya'ya bakar ve yıldızları göremeyince ağlamaya başlar. Yeryüzünde gözyaşlarının düştüğü yerlerde Aster çiçekleri açmaya başlar ve bu çiçekler yıldıza dönüşür. " Etkilendiğim efsanelerden birisiydi ama neden böyle bir soru sorduğuna anlam verememiştim. Yavaşça bana dönen adam, düz bir şekilde baktı yüzüme. " Doğru. " dedi, pürüzsüz, net bir sesle. Terleyen avuçlarımı belli etmeden pantolonumun kenarına sildim. " Peki, gelecekteki Dünya'yı, bir Tanrı'nın gözyaşı kurtarabilir mi? " " Aster çiçeği seçebilir kendine. " Gülümseyerek masanın ardındaki sandalyeye oturdu. " Şimdi bana odama dalacak kadar geçerli olan bir sebep söyle? " Gergince gözlüklerimi geriye itip yüzüne baktım. " Ben bahsettiğiniz kodla ilgili detaylı bilgi almak istedim. " " Bu geçerli bir sebep değil. " " Efendim, özür dilerim. " " Adın ne? " dedi, önündeki kağıtları karıştırıp. " Bigem. " dedim, fısıldar gibi. Aradığını bulamamış olacak ki masanın altındaki kilitli çekmeceleri açıp kurcaladı. Aldığı birkaç kağıtla tekrar arkasına yaslandı. " Fizik dersinden kaldın, Bigem. " dedi, sakin bir sesle. Üzerinde havadan sudan bahseder gibi bir tavır vardı. " Ama efendim! " dedim, öne atılarak. " Bu haksızlık. " Tek kaşını kaldırıp yüzüme baktı. Tekrar eski yerime sinip itiraz etmeyi bıraktım ama içimden fena bir küfür savurmuştum. " Geç otur. " dedi, masanın önündeki deri koltuğu işaret ederek. Tereddütle yaklaştım masaya ve oturdum. Her ne kadar onun teklifi olsa da doğru olup olmadığını kestiremiyordum. Harun Özgen'i anlamak gerçekten çok zordu. Bir kağıdı önüme doğru uzattı. Kordinatlar, doğrular, sayı zincirleri, harfler ve ne anlama geldiğini bilmediğim sembollerle doluydu. " Bu ne, Profesör? " dedim, elime alıp. " Merak ettiğin kodlamanın bir kopyası. " Hayretle gözlerimi açarak yüzüne baktım. " Bu bir zaman yolcuğu formülü mü? " Onaylayarak başını salladı. " Bir kısmı diyebilirim. " " Nasıl yani? " Yan tarafında duran sehpadan sigarasını, çakmağını ve küllüğünü aldı. Önündeki masaya koyup bir sigara yaktı. Paketi sallayarak önümde tuttuğunda kibarca reddettim. " Teşekkür ederim, kullanmıyorum. " Kapalı alanda sigara içmenin cezasını ve okul kurallarını pek umursamıyordu anlaşılan. Dumanı üflerken döner koltuğunda arkasına yaslanıp anlatmaya başladı. " 1992 yılında Türkiye ve İsviçre'nin beraber yürüttüğü bir bilimsel çalışma vardı. " İnanamayarak araya girdim. " Hocam, İsviçre ve biz. Fazla ironik. " İsviçre gibi ülkeler bilimde çığ aşarken bizden ne gibi bir fayda sağlamış olabilirlerdi ki? " Haklısın. " dedi, gülümseyerek. " Ama kodun büyük bir bölümünü yazan Türk bir bilim insanı, dahası bir kadındı. " Olay daha çok ilgimi çekmeye başlamıştı. " Böylesine bir olay gündeme düşmedi mi? " " Tam olarak değil. Olay üstü kapalı bir şekilde halka anlatıldı. Kesin bir sonuca varılmadan her iki devletin ileri gelenleri, bir şey dememe kararı aldılar. " " Kodun diğer bölümüne ne oldu? " " Fürüzan, kodun bir kısmını yazıp diğer kısmında ise İsviçre'deki bilim insanı arkadaşlarından yardım istedi. Böylece ortak bir çalışma işine girdiler. Tam üç yıl sonra, 1995'te kod tamamlandı. İnsanları bir an da başka bir çağa aktaracak güç iki insanın ellerinin arasında duruyordu. " dedi ve bakışlarını yere eğip bir süre durdu. Sonra tekrar yüzüme bakıp devam etti. " O güç, en yakın arkadaşımı kaybetmeme sebep oldu. " Gürültüyle yutkundum. " Hocam, hatırlatmak istemezdim. " " Hayır, hayır. " dedi, sigara olan elini havada sallayıp. Sonra anlatmaya devam etti. " İsviçre meclisi böyle bir başarıda büyük paya sahip Türk bilim insanlarını hunharca katledip kodu çaldı ama sadece bir kısmını. " " Diğer kısım nasıl korundu? " " Fürüzan, ölmeden önceki gece başına gelecekleri hissetmiş gibi kodun onda olan kısmını bana emanet etmişti. Diğer kısım o bilim insanlarından birindeydi. Neden ayrıştırdıklarını bilmiyorum ama sanırım tek bir kişiye emanet edecek kadar güven yoktu aralarından. Keza Fürüzan haksız da çıkmadı. " Sigarasından bir nefes alıp önümdeki kağıda dokundu. " Öldürdüklerinde bunu bulamadılar ve planları suya düşmüştü. Ellerindeki yarım kodla ülkelerine geri döndüler. Kodun devamını yazan adam baştaki kodu hatırlayabildiği kadar tekrar yazmayı denedi ama başaramadı. " dedi ve parmağıyla kağıtta bir noktayı işaret etti. " Bak burada gördüğün semboller var ya onların anlamını sadece Fürüzan biliyordu. Bana bile söylememişti. " Başımı aşağı yukarı salladım. " Kodun devamı şu an İsviçre'de mi? " " Evet. " " Onu ele geçirirsek zamanda yolculuğuna çıkabiliriz. " dedim, daha çok sorar gibi. " Öyle görünüyor. " " Profesör, bunları bana neden anlattınız? " Çekinerek sorduğum sorunun cevabını merak ediyordum. Anlattığı şeyler çok özel konulardı ve yıllarca gizli kaldığı belliydi. " Derste seni gördüm, Bigem. " dedi, gülümseyerek." Gözlerindeki parıltı ürkütücü derece de güzeldi." " Sadece bu konulara ilgiliyim. " " Hayır, sende fazlası var. " " Anlamadım. " dedim, istemsizce kaşlarım çatılırken. " Kodun devamını sen tekrar yazabilirsin. " Dayanamayıp güldüm. " Efendim, sadece son sınıf Fizik öğrencisiyim. Benden bunu beklemeniz çok uçuk. " Yüzüme dikkatle baktı. Rahatsız olup gözlerimi kaçırdım. Asıl ürktücü kendi, sert duruşuydu. " Belki de İsviçre'ye gidip çalınan kodu geri alırsın. " dedi. Bunu bana söylüyor değil de daha çok düşünüyor gibiydi. " Yok artık! " Bitmek üzere olan sigarasını külleğe bastırıp söndürdü. Dudaklarını yalayıp hızla ayağa kalktı. " Bunu uzun zamandır düşünüyordum ama güvenip kimseyle paylaşamamıştım. " Ben de ayağa kalktım. " Hocam, bu imkânsız. " " İmkânsız değil. Tek başına olmayacaksın. Sana yardım edecek arkadaşların da olacak. " Sıkıntıyla saçlarımı karıştırdım. " Kodu yazmam çok daha kolay gibi. " Karşıma gelip iki kolumdan sıkıca tuttu. " Bak! Korkunu anlıyorum ama Aster çiçeği olmak için birisinin seçilmiş olması gerekiyor. " Adamın mavi, küçük gözlerindeki parıltı etkilenilmeyecek gibi değildi. Dahası fikri deliceydi. Başımı iki yana salladım. " O, ben değilim. " Harun Özgen, hayal kırıklığına uğramış gibi kollarımı güçsüzce bıraktı. " Pekala. " dedi, masasına dönüp. " Bundan kimseye bahsetme o halde. Unut duyduklarını, gördüklerini. " Bir süre cevap vermeyip öylece dikildim. " Tamam, çıkabilirsin. " dedi, kapıyı işaret ederek. Koltuğa bıraktığım çantamı alıp kapıya yöneldim. İçimden gelen ani dürtüyle tekrar Özgen'e döndüm. " Profesör, kodun bir kopyasını verebilir misiniz? " Kaşlarını çatarak yüzüme baktığında tekrar konuştum. " Daha detaylı inceleyip üzerinde düşünmek istiyorum. " ●●● Şimdi, yüzüme vuran rüzgâra karşı bisikletimin pedallarını çeviriyordum. Caddenin sonundaki sokaktan dönüp arkadaşımla beraber yaşadığım öğrenci evine doğru ilerledim. Sırtımdaki çantada Dünya'yı alt üst edecek buluşa ait kodun bir kısmını taşıyordum. Başıma ne aldığımı bilmiyordum ama yirmi üç yıllık hayatımda kanımın akışını hiç bu kadar hissetmemiştim. Oturduğum apartmanın önüne geldiğimde bisikletimi durdurmadan atladım ve kontrolsüz kalan aracın kaldırıma düşmesine izin verdim. İyi bir bisiklet kullanıcısıydım. Olgun, sürekli bisiklet sporlarına, yarışlarına katılmamı söylerdi. Ama onu biraz hor kullanıyordum. Düştüğü yerden kaldırıp kaldırımın kenarında duran ince direğe zincirleyip kilitledim. İki adımda apartmana girip beş katlı binanın üçüncü katında olan daireme geldim. Kapıyı çaldığımda biraz sonra Olgun açmıştı. Selam vererek içeri girdim ve salona yöneldim. Çantamı koltuğa fırlatıp lavobada elimi yüzümü yıkadım. Olgun'la herhangi bir sosyal aktivitenin dışındaki zamanlarda gereksiz iletişimden kaçınırdık. Bunu seviyordum. Boş bir baş ağrısı çekmiyordum. Ve çok konuşan insanlardan nefret ederdim. O da aynı üniversitede Tarih okuyordu. Derslerden vakit kaldıkça dışarı çıkar, içer, kızların bacaklarından ve göğüslerinden bahsederdik. Lavabonun kenarlarına ellerimi dayayıp aynada yüzüme baktım. Siyah gözlerimde Profesör'ün gördüğü ışığı aradım ama bir şey fark edemedim. Ben sadece çok meraklı birisiydim. İlgimi çeken konularda bıkmaksızın soru sorabilirdim. Harun Özgen'in beni içine çekmeye çalıştığı çılgınlıkla alâkam olamazdı. Sosyal hayatımda pek aktif ve atılgan değildim. Pekâlâ, aklından geçirdiği çılgınlıkları sadece kendi içinde yaşayan sıradan bir insandım. Yüzümü yıkayıp aynanın önündeki gözlükleri tekrar geçirdim gözüme. Lavabodan çıktıktan sonra yemek masasına oturup Profesör'ün verdiği kağıdı çıkardım. İncelemeden önce Olgun'a göz attım. Koltuğa uzanmış telefonla oynuyordu. Kod'a dönüp incelemeye başladım. Cidden çok karmaşık görünüyordu. Tanrım! Koskaca bilim insanlarının çözemediğini ben nasıl çözecektim ki? Kağıdı bir kenara bırakarak Laptobumdan İnternet'e girdim. 1995 ölen bilim insanları. yazıp ilk sırada yer alan haber sitesini okumaya başladım. ... İsviçre ile ortak bir çalışma içinde olan bilim insanları kaldıkları otelde ölü olarak bulundu. İlk çıkan raporlara göre zehirlenmiş oldukları anlaşıldı. Tüm sitelerde, benzer şeyler yazıyordu. Bazı siteler bunun bir cinayet olduğunu yazarken bazıları sadece ihmâl olduğunu düşünüyordu. Polis ise birkaç gün içinde otel görevlilerini tutuklayıp dosyayı kapatmıştı. Derin bir of çekip tekrar kod'a döndüm ve incelemeye devam ettim. Masada ne kadar vakit geçirmiştim bilmiyorum ama yorgunluktan uyuyukalmıştım. Olgun'un kolumu dürtüklemesiyle başımı yavaşça kaldırdım. " Abi, kalk yemek yiyelim. " Gözlerimi ovalayarak yüzümü sıvazladım. Kitabımın üzerinde duran gözlüğü taktım ve Olgun'u daha net bir şekilde gördüm. Salonda loş bir ışık vardı. Çoktan Güneş batmıştı anlaşılan. " Saat kaç? " diye, sordum esnemelerimin arasında. Gayri ihtiyari yüzünü buruşturarak esneyen arkadaşım cevap verdi. " 18.12 " Başımı sallayıp yerimden kalktım. Kağıdı fark eden Olgun, eline alıp gelişi güzel baktı. " Bu ne, hocam? " Okuduğum bölümden ötürü bana hocam derdi bazen. Bir şey belli etmemeye çalışarak elinden aldım. " Ders işte ya. " " Zor bir ders sanırım. " dedi, kapıya doğru giderken elindeki Nokia1110 telefonla bir şeyler yapıyordu. Hemen yanındaki duvarda olan anahtara dokunup ışığı açtı. Bir şey demeyip eşyalarımı çantama topladım. Bacaklarımı ve kollarımı esnetip uyuşukluğu gidermeye çalıştım. Boynum fena tutulmuştu. Sağa sola bükerek pencerenin kenarına gelip açık camdan başımı dışarı uzattım. Aklımda Harun Özgen'le olan konuşmalar vardı. İsviçre'ye gidip bir kodun peşine düşmek benim için çok kaçık bir fikirdi. Orada dans edeceğim adamlar, beni bir böcek gibi ezerdi. |
0% |