Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@ayenurerol1


Ludovico Einaudi, Daniel Hope, I Virtuosi Italiani - Experience


***


 


1. KISIM "ZUHÛR"


Ömrüm.


Bir sonbaharın düşen son yaprağı gibi. O kadar kızıl, o kadar kuru, o kadar ölü...


Sevdiğim adamın yüzünü tüm dikkatimle incelerken sanki onu hiç görmemiş gibiydim. Sanki bu efsunlu yüzünü ezbere bilmiyormuşum gibi.


Biliyordum. Adımı dahi bilmezken bile onu biliyordum. Benim kafamda net olan tek şey oydu.


"Hayatımız bir savaştan ibaret, sevgilim." Diye fısıldadım. Uyuyordu, beni duyamazdı. "Bu savaşın katili sen, maktülü de benim. Ailelerimiz değil." Dudaklarımı ıslattım ve bir süre sessizce nefes alıp vererek sevdiğim adamın yüzünü izledim.


"Sana söz. Annemden bana miras kalan nefesimi sadece senin uğruna harcayacağım."


🩸


Aylar Önce


Türev, İntegral, Trigonometri, Parabol, Limit.


Hepsinin Allah belasını verebilirdi, bence sakınca yoktu.


Oflayarak kararmış sayfayı hırsla silerken sayfa yırtılarak ortaya doğru ayrılmıştı. Şaşkınlıkla matematik kitabıma baktıktan sonra şaşkın bakışlarım karşımdaki duvara doğru kalktı. Duvar ders notlarıyla kaplıydı ama ben onları görmüyordum.


Hayır, öfkelenmemeliydim. Bu benim yırttığım üçüncü kitapsa ne olmuş yani, değil mi?


Bu Allah'ın belası sistem, müfredata çalışmamızı isteyip müfredatla zerre alakası olmayan sorular sorarak ülkeye güzel bir gelecek hazırladığını zannediyordu. Ah, nasıl da yanılıyordu!


Ben savcı olmak istiyordum, bana neydi matematikten? Matematik olmadan bir halt yapamayacağımı biliyordum ama bunu istemiyordum işte!


Yurt dışına kaçmak istiyordum ama bunun için de para gerekiyordu. Para için ne gerekiyordu? İş. İş? Meslek. Meslek? Okul. Okul? Sınav. Ebenin amı.


İçimden tövbe çekerek tekrar kitaba döndüm. Bu sistem tüm küfürleri fazlasıyla hak ediyordu! Öfkeden delirmeyinceye kadar küfür etmeyen beni bile küfür etmeye zorluyordu!


Sayfayı komple kopararak buruşturdum ve pota sabitlediğim çöpe fırlattım. Buruşturularak top yapılmış sayfa potadan geçerek çöp kutusuna düştü.


Bu boktan süreci eğlenceli hâle getirmek için çabalıyordum. Çünkü bu ikinci senemdi ve geçen sene çok sıkılmıştım ders çalışırken. Puanım çok iyi bir puandı ve pek çok Hukuk fakültesine kabul edilebilirdim ama benim istediğim üniversite farklıydı. Hayallerimi ve rüyalarımı süsleyen üniversite... Ve o üniversiteye bu puan yetmediği için o yüksek puanı ve sıralamayı gözümü bile kırpmadan çöpe atmıştım.


Telefonumun titreme sesi kulağıma çalındığında göz devirerek yatağıma baktım. Sessize aldığımı sanıyordum?


Sandalyeden kalktığımda bir anlık kalakaldım. Yüzümü buruşturarak kalçamı sıvazladım, oturmaktan dümdüz olmuştu ve canım yanıyordu!


Allah'ın cezası.


Telefonumu yatağımın üstünden aldım.


Seçil görüntülü arıyordu.


En yakın arkadaşım.


Aramayı cevapladığımda ekranda yüzü belirdi. Çok mutlu görünüyordu, mutluluğundan sarı saçları da nasip almış gibiydi; parlıyorlardı. "Günaydın!!" Şaşkın şaşkın ekrana baktım. "Günaydın mı?" Ne ara sabah olmuştu?


Pencereye koşup baktığımda yağmur yağdığını gördüm. Güz yağmurları. Hava kapalı olduğu için sabah olduğunu fark etmemiştim.


"Ölmüşsün kardeşim sen. Şu surata bak ya Frankenstein gibisin!" Burnumdan kayan ince çerçeveli siyah gözlüğümü düzelttim. Gözlerim bozuk değildi, sadece fazla çalıştığım için dinlendirici olarak kullanıyordum. "Ne diyorsun yine, Seçil? Ayrıca niye bu kadar mutlusun sen? Vizelerin girmedi mi kızım sana?"


"Keşke başka bir şey girse." Dediğinde şokla baktım ona. "Pardon!? Umarım ben fesat anlamışımdır sen başka bir şey kastetmişsindir?" Dedim hayretle. Bu kızın terbiyesi iyice bozulmuştu. Tamam, hep böyleydi ve ben de utanmazdım böyle şeylerden ama bir anda söylediğinde insanda şok etkisi bırakabiliyordu.


"Kızım sana bahsettiğim yakışıklı var ya hani? Ondan bahsediyorum! Gerçi yüz vermiyor ama... Neyse. Ay dur! Sen yaptırdın mı camını?" Cam. Geçen gün kırmızı bir taşla kırılmış penceremin camından bahsediyordu. Ders çalışırken bir anda cam pencere inmişti ve yerde kırmızı bir taş bulmuştum. Camı kıranı ise bulamamıştık. Abim kamera görüntülerine bakmıştı ama çocuk kapşonluydu, kim olduğunu bulamamışlardı. Küçük bir çocuk olmalıydı. Normaldi çocuklukta böyle şeyler.


"Evet babam dün taktırdı. Götüm donmuştu iyi oldu."


"Sen de salaksın. Başka odada çalışsaydın şu dersini!"


"Öküz Furkan rahat veriyor mu, Seçil?" Güldü. Kahkahası yankılandığında arkasındaki amcalar ona bakıyordu ve bunun farkında değildi. Olsa da umursamazdı, zaten umursamamalıydı. Bu ülkede kadınlar susturuldukça inatla daha yüksek sesle kahkaha atmalıydık. Sokaklarda bir kadının çığlığı değil, kahkahası yankılanmalıydı.


"Bayılıyorum şu abine."


"İstersen sana ayarlayayım?" Dedim alayla. "Dalga mı geçiyorsun canim?" Dediğinde kahkaha attım.


"Neyse neyse. 16 Kasım'da geliyorsun, değil mi?" Göz devirdim. "Mecburen? Cenk benim de arkadaşım olmasa bile sürüklerdin beni, eminim." 16 Kasım, Cenk'in doğum günüydü. Seçil ve benim liseden arkadaşımızdı. Çok enerjik ve deli dolu birisiydi. Ben orta halli biriydim ama Cenk kesinlikle zengindi.


"O Açelya salağı da geliyor mu?" Dediğinde ofladım. "Şu aranızdaki buzlar ne zaman eriyecek?"


"Hiçbir zaman. Ne o beni seviyor ne de ben onu."


"Gelmeyecek. Cenk ile tanışmıyorlar bile, neden gelsin?"


"İyi tamam o zaman bay." Dedi ve kapattı.


Açelya benim çocukluk arkadaşımdı. Hatta bebeklik. Bebeklikten beri aramızda farklı bir bağ vardı bizim. O benim için herkesten farklıydı, ben onun için herkesten farklıydım. Kardeştik ve kardeş kalacaktık.


Telefonumu sessize aldığımdan emin olarak tekrar dersin başına geçtim.


16 Kasım'a daha bir kaç gün vardı, şimdiden salmaya hiç gerek yoktu.


🩸


Yağmurlu bir günün sabahı, her zaman gökkuşağına kucak açar.


Penceremde çatırdayan yağmur damlaları dikkatimi dağıtırken oflayarak test kitabının sayfasını çevirdim. Arkadaki sorular daha kolay görünüyordu.


Koyu renk düz saçlarımı arkaya çekerken kalemle sayfaları karaladım. Bir şeyleri artık başarmak istiyordum. Başarabileceğim tek bir şey bari olsun istiyordum.


Derin bir nefes alarak debelenmeyi bıraktım. Kırmızı versatil kalemimi silmekten yıpranmış bir diğer sayfaya bırakırken çalışma koltuğumda geriye yaslandım. Saçlarımı dağınık bir topuz hâline getirip kalemle tutturdum.


Yağmur hışırtısı yükseldi.


Boynumu ovalarken pencereye bakmadan edemedim. Toz pembe uzun güneşliklerim pencereleri örtmüş, dış dünya ile arama bir bariyer gibi örülmüştü sanki. Bir an için bu histen rahatsız oldum.


Aptal bir sınav için 2 yıldır ömrümden eksiliyordum.


Bu aptal sistem, bize kaybolan yıllarımızı nasıl telafi edecekti?


Cevap basit, hiçbir şekilde.


Ayağa kalktığımda bir an duraksadım, yüzümü buruşturdum. Kalçamın uyuşukluğu ve bacaklarımın kilitlenmesi, aylardır hep yaşadığım ama hiç alışamadığım bir şey olmuştu.


Bacaklarımı gelişi güzel havada sallayarak açmaya çalıştım ve pencereye ilerledim. Ufak odamda pencereye ulaşmak en fazla 2-3 saniyemi almıştı.


Perdeyi kenara çekerek kasvetli havaya selam verdim. Asfalt neredeyse simsiyah olmuştu, şemsiyelerden insanlar gözükmüyordu. 3-5 tanesi şemsiyesizdi, onlar da çantalarıyla başlarını koruyarak koşuyordu.


Yağmurdan hiç kimse kaçamazdı. Sana tek yararı, daha az ıslanmak olurdu. Ama ıslanmadan asla kurtulamazdın.


Rüzgârın ortalığı kasıp kavurduğunu ve yağmurun bardaktan boşalırcasına artışını görmezden geldim, pencereyi açtığım gibi rüzgâr tokat gibi çarptı ve perdelerimi uçurdu. Dağınık topuz yaptığım saçlarımdan kurtulan bir kaç ufak tutam savrularak boynumu gıdıklarken ve rüzgâr gözlerimi yakarken pes etmedim.


Kollarımı mermere yaslayıp aşağı eğildim.


5. Kat, oldukça yüksekti. Hemen altımızdaki dükkanlar kapalıydı. Kaşlarım çatılırken bir an afalladım. Neden kapalıydı ki?


Asfalt zeminde su birikintisi yerine kıpkırmızı bir kan birikintisi görünce gözlerim kocaman oldu ve irkildim. Pencereye arkamı döndüm. Hayır, yanlış görmüş olmalıydım.


Derin bir nefes alıp tekrar pencereye döndüm ve eğildim.


Su birikintisiydi.


Şaşkın şaşkın bakakaldım. O suyun bulanık, kirli bir yağmur birikintisi değil de kan olduğuna emindim.


Belki de çok fazla ders çalışıyordum.


Evet, kesinlikle öyleydi. Omurilik sıvım kulaklarımdan akacaktı artık. Biraz ara vermeliydim.


Yatağıma yaklaşıp yastığın altına koyduğum telefonumu çıkarıp kilit ekranını açtım.


Pazar mı?


Bugün gerçekten de günlerden Pazar mıydı?


Kafamı kaldırıp karşımdaki boş duvara baktım. Düşündüm, en son ne zaman takvime bakmıştım ki?


Planlarım hep anlık olurdu, bunun dışında zaten sürekli dersin başındaydım. Takvim kontrol eden bir kız değildim.


Telefonumun ekranı aydınlandığında siyah fon üstünde bir isim parladı.


Seçil arıyor...


Yeşil tuşu kaydırıp telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim?"


"Naber kanka?" Gözlerim çalışma masamdaki dağılmış ve üst üste yığılmış kitaplara kaydı. Pek de iyi değil. "İyi kanka, senden naber?"


"Geri zekalı kardeşimle uğraşıyorum. Abim bir yandan, Emre bir yandan vallahi delireceğim. Kurtar beni, ne olur?" Güldüm. "Beni kim kurtarsın?" Alaylı bir gülüş yükseldi. "Sana da çıkar bir gün kısmet. Bak, yağmur yağıyor. Yağmurda keramet vardır." Duraksadım ve belli belirsiz yüzümü buruşturdum. "O, 'nikahta keramet vardır' değil miydi ya?"


"Aman be, neyse ne. Kapatmam lazım, yarın görüşürüz." Kaşlarım çatıldı. "Dur dur! Yarın mı?"


"Unuttuğunu söyleme bana, Eda. Ay! Hep aynı şey! Ben de olmasam... Yarın Cenk'in doğum günü partisi var. Oraya gidiyoruz akşam 8'de. İnşallah elbisen falan vardır." Göz devirdim. Ne gerek var? "Hı hı aynen. Hadi kapatıyorum, bye!" Deyip anında kapattım. Yoksa bir de elbise için fırça yiyecektim.


Elbise giymeyi sevmezdim. Pantolonların, taytların, tulumların kızıydım. Etek ve elbise sevmezdim. Kim uğraşacak onun ağdasıyla, Allasen? Zaten canım bana yetiyor.


Masayı toparlayıp kitapları kitaplığa yerleştirdikten sonra odamdan çıktım. Koridoru ilerledikten sonra mutfağa girdim. Annemin abime börek koyduğunu görünce gözlerim kocaman oldu. "Ay, yuh! Resmen evlat kayırma var burada!" Tiz çığlığımla annem yüzünü buruştururken abim başını ritmik hareketlerle masaya vurdu. "Tamam be, Sarıkız. Üzmeyin benim ineğimi, ver anne Sarıkız'a da sama- aman, börek." Abime dik dik baktım. "Sensin be Sarıkız. Pislik."


Abim pis pis sırıtırken annem benim önüme de 2 tane pastırmalı börek koydu. Yemeğe başlarken ne kadar acıktığımı daha yeni fark etmiştim.


Annem çöpü atmak için balkon kapısını açtığında yağan yağmur yüzünden duraksadı. "Haydaa! Hiç böyle olmazdı ki burası? Niye böyle oldu birden?" Abim çayını yudumlarken sandalyesinde yan döndü ve anneme baktı. "Küresel ısınma işte. Yakında hepimiz telef olup gideceğiz. Değil mi, Sarıkız? Çanın nerede senin?" Abime dik dik bakıp hırsla böreği ısırdım. Zevkle sırıtarak geriye yaslandı.


"Senin işin falan yok mu ya? Gitsene." Bana bir bakış atıp telefonunu eline aldı. Bir kaç bir şeye baktıktan sonra bana döndü. "İzin günüm, Sarıkız."


"Bir de seni adamdan sayıp izin veriyorlar." Diye mırıldandığımda abim duyduğunu belli eden bir şekilde gözlerini kısıp dik dik baktı. "Sen bittin." Göz devirdim. "Çok da tın."


Başımı kaldırıp içeri giren anneme döndüm. "Yarın Cenk'in doğum gününe gidecekmişiz."


Annem, "Tamam." Derken abim "Kimden izin aldın?" Diye sordu. Yapay bir sevimlilikle sırıtıp, "Kendi benliğimden, abi. İzin ver de biraz insan olduğumu hatırlayayım. Kendimi evcil hayvanın gibi hissediyorum." Abim birden güldü. "Yeni mi fark ettin, geri zekalı?" Ben bozulurken annemin de güldüğünü görmemle iyice sinirlerim tepeme çıktı. "Aman be, ne yaparsanız yapın." Dedikten sonra masadan kalkıp odama geçtim.


Bir süre dersin yüzünü bile görmek istemediğim için okuma kitaplarımın olduğu kitaplıktan bir kitap aldım elime. Katiller Çetesi isimli kitabı çıkardım. Bu isimde bir seri de vardı ama bu kitabın o seriden pek de bi alakası yoktu. Ufak tefek benzerlik dışında. Onda da zaten oradan esinlenmiş olmalıydı, çünkü aynısı değildi.


İkinci kez okuyacaktım. Bu aralar alacak kitap bulamıyordum.


"Yutkundum.


Penceremden, esen sert rüzgarın ağaçları nasıl hışımla sallandırdığını gördüm. Bu havada dışarıda olsam yüksek ihtimalle şifayı kapardım. Geceleri ormanın en derin köşelerinde serinlik ve soğukluk hakim oluyordu. Benim gibi bir gece kuşu ve doğa sever için üzücü bir durumdu..."


Hafifçe gülümsedim, ve yepyeni bir evrene kapılarımı açtım.


🩸


Belime giren sivri bir şeyle canım yanarken irkildim. O kart sesten önce, dışarıdan gelen tanıdık şırıltı sesini duymuştum. Yine yağmur yağıyordu.


"Uyan." Uyku sersemi sarsılıp şaşkın şaşkın etrafa bakındıktan sonra abimi görmemle göz devirdim. Sinirle gözlerimi kapatıp burun kemerimi sıkarken sert bir üslupla homurdandım. Yeni uyandığımda çok asabi oluyordum ve buna engel olamıyordum. "Abi sen Kıvanç Vuran mısın? Geri zekalı, belim göçtü! Uyan, ne?!"


Göz devirdi. "Kıvanç Vuran mıyım bilemem ama birazdan Eda Savuran olacağım kesin. Kalk lan sabah oldu. Akşama kadar uyuyorsun ayı gibi." Gözlerim saate kaydı. 7 olduğunu görünce öfkeyle çığlık atıp yastığımı abimin kafasına fırlattım. "Allah'ın cezası, karga bokunu yemedi bokunu!"


"Kendini kargayla bir mi tutuyorsun, Allah aşkına? İneksin sen, kendine gel." Abim 26 yaşında olmasına rağmen bana karşı hâlâ ergen gibi davranıyordu. Geri zekalı.


"Eda! Furkan! Sabah sabah bağırışmayın be çocuk musunuz siz?!"


"Anne burada mağdur olan benim!"


"Aldırmayın elime terliği!" Abim sırıtarak göz kırptıktan sonra salına salına odadan çıktı. Dişlerimi sıkarak yüzümü yastığıma gömdüm ve çığlık attım ama sesim boğuk çıktı.


Hazırlanmam yaklaşık yarım saat aldığı için ve geç kalacağımı bildiğim için en azından kahvaltıdan önce giyinip saçımı yapmak istedim. Siyah bir tayt ve koyu mor, kapşonlu sweatshirt giydim. Saçlarımı tarayıp tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra çıkıp tuvalete yöneldim.


Mutfağa döndüğümde kahvaltı masasına düşman devletlermiş gibi bakıp oturdum. "Baban erkenden yiyip çıktı. Size de bunlar kaldı, hadi yiyin." Abim homurdandı, "Sanki Erol Taş da biz de çocuklarıyız." Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp domatese uzandım.


🩸


Yağmur hâlâ yağmaya devam ediyordu.


Şemsiyemi kapatıp, girişteki şemsiyeliğe koydum ve ceketimi çıkarıp portmantoya astım. İçeriye ilerledikçe sesler yükseliyordu.


Saks mavisi-beyaz birleşimi bir tulum giymiştim. Tulum bembeyazdı, belinde kalın, saks mavisi bir kumaş kemer vardı, U yakaydı ve kolsuzdu. Belden aşağısı pantolon şeklinde inen uzun uçları bol ve rahattı. Beyaz, ince topuklu bir ayakkabı giydim. Boynumda sade ve hoş bir kolye vardı. Damla şeklindeydi. Uzun saçlarıma maşa yapmıştım. Özel günlerde genelde maşa yapardım, çünkü günlük hayatımda hep düz kullanıyordum. Gözlerime dumanlı bir makyaj yapmış, doğal tonlarda nude bir ruj sürmüştüm.


İşte buydu ya. Şık olmak için elbise giymek şart değildi.


"Eda!" Sağıma döndüm ve sarsak Seçil'i gördüm. "Sen! Fıstık!" Göz devirdim ve elindeki bardağa dik dik baktım. Yine kendini ayarlayamamıştı. "Sen çok büyük bir geri zekalısın." Dedim Seçil'e doğru yürürken. Güldü. "Biliyorum, aşk. Ooouuu! Benden güzel olmuşsun, bunu kabul edebilmirem! No!" Durup dururken şive-dil kaydırmaya da başladıysa durum vahimdi.


"Senden izin alan mı var, salak? Aslan abi ve Mehmet amca seni bu hâlde görse ne diyeceksin?" Sırıtıp parmağının ucuyla az bir miktar gösterdi. "Azzucuk sarhoş oldum. Basit." Ona geri zekalıymış gibi baktım. "Yemin ediyorum ülkenin IQ ortalamasını sen tek başına düşürmeye yetiyorsun, Seçil. Yürü gidiyoruz." Kolundan tuttuğumda geri çekildi. "Yaa, nereye!"


"Seni ayıltmaya. Eve bu hâlde götüremem." Bana direnmeyi bıraktı. "Hee öyle desene o zaman." Göz devirip evden dışarı çıkardım. Yağmur şiddetini artırmıştı. Tam çıkmadan veranda altında durduk. "Hadi yağmurda dans edeliimm!!" Gözlerim büyüdü. "Saçmalama, aptal! Vizelerin yaklaşıyor hasta olursan hiç iç açıcı şeyler olmaz!" Tip tip baktı, "Hiç eğlenceli değilsin!" Gülümsedim, "Teşekkür ederim."


"Kızlar!" İçeriden Burak çıktı ve etrafa bakınırken köşedeki bizi fark edip yanımıza geldi. "Kızlar? Hadi gelin, pasta kesilecek. Eda? Bebeğim çok güzel olmuşsun?" Başımı yana eğerek gülümsedim, "Teşekkür ederim."


"Sarhoş kedi. Yürü bakalım." Dedi ve Seçil'i kolundan tutup içeri götürdü. Yalnız kaldığımda başımı iki yana sallayarak ikisine güldüm ve peşlerinden içeri girdim.


Cenk zengin bir ailenin çocuğuydu. Bahçeye bakan büyük pencerelerin önüne biraz yüksek bir sahne oluşturulmuştu. Sahnede iki yanda DJ' ler ve ortada pasta vardı. Cenk'in en yakınlarından olarak biz en öne geçtik. Cenk sahneye çıktığında hepimiz alkışladık. Cenk hepimize baktı ve gülerek elini kalbine koydu, baş eğerek 'eyvallah' dedi.


"Hi! Elbisem içki oldu!" Bağıran Seçil'e dönüp "Şt!" Dedik. Bir anda sinirlendi. "Sustuğum yeter! Benim de duygularım var, kırılıyor." Dediğinde anlamsızca suratına baktım. "Ne saçmalıyorsun sen?" Cevap vermedi.


Arkada hoş bir melodi çalmaya başladığında Cenk pasta başına geçti. Dilek tutup mumu üfledi ve sempatik bir tavırla kendini alkışladı.


Bir anda ışıklar söndüğünde hepimiz zifiri karanlıkta kalakaldık. Söylenmeler, ne olduğunu merak edenlerin sesleri havada uçuştu. Ben de etrafıma bakınarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Havada farklı bir koku vardı. Korku. Tehlike.


Bir çığlık sesi yükseldiğinde kalbim göğsümü yumruklamaya başladı. Gerginlik ve korku büyüdü.


Yine bir anda sahnede yerden yukarı yükselen kırmızı ışıklar yandı. Çoğumuz irkildik. Sahnede DJ'ler yoktu, Cenk yoktu, pasta yoktu. Ayaklı bir mikrofon, mikrofonun önünde maskeli bir adam, arkada bir pano, ve panoya çivilenmiş, kanla kaplı sarışın bir kız.


Çığlıklar yükselirken benim nefes alış verişim bile durmuştu. Kanım donmuştu, tepki veremiyordum. Seçil de aynı benim gibi bakakalmıştı. Burak kolumu tuttu. Herhangi bir ihtimale karşı, kaçarken beni bırakmayacaktı.


"Hepinize merhabalar." Sesi mekanikti. Bir cihazla konuştuğu bariz belliydi. Kendi sesini duyurmuyordu. "Güzel bir tanışma gecesi oldu." Diye


rek başını arkaya çevirdi ve kan revan içindeki ölmüş sarışın kıza baktı.


"Ben Kızıl Maske. Bu gece buradan kimse sağ çıkamaz."


Ve o dillere destan olacak hikâye böyle başlamıştı...


♟️


Başlangıç


3 Aralık 2020


Instagram


yagmurunefesi

ane1hikayeleri


Loading...
0%